Biz Bize Yeteriz Devlete Gerek Yok! – Zeynel Çuhadar

Yalnızca yakındoğu tarihinin değil insanlık tarihinin de en eski edebi metinlerinden olan bir babil şiirinde, çok hastalanan bir esnafın hikayesi anlatılır. Ludlul’un işlediği dört tablette bulunan şiirde, artık şimdilerdeki gibi salgın hastalık tanrısı Nergal mi belalar açmıştır esnafın başına yoksa başka tanrılar mı bilinmez. Hastalık elinin ayağının bağlarını çözmüştür, herkesin uykuya daldığı gece yarısı bile dünya ona nefes alma şansı tanımamaktadır.

Hastanın ciğerleri bakıcıları korkutmuş, büyücüler bir türlü bu hastalığın ne olduğunu anlayamamış, tanrı ve tanrıçalar da hastanın elinden tutmamışlardır. Sonra aradaki kayıp 10 satırda bir mucize olur. Rüyasında hasta herkese yardım etmiştir, etrafındakilere hediyeler dağıtmıştır, koyun kesmiş, içki dağıtmıştır. İyice iyileştiğinde ise büyük bir sofra kurup ziyafet hazırlar.

İyileşen hasta, mucizeyi tanrı Marduk’a bağlasa da, paylaşmanın dayanışmanın sonucunda iyileştiği çıkarımı yapmak güç değildir.

*
Koronavirüs tehdidi altında içine sıkıştığımız apokaliptik yaşantılarımızda günlerimiz bir şekilde geçiyor. Bazıları kıt kanaat kazandığıyla dişini sıkabildiği kadar sıkıp evinde vakit geçirmeye çalışırken, pek çok insan hayatta kalabilmek için bütün tehlikelere rağmen sokağa çıkmak, işe gitmek zorunda. Sözde “sağlıklı” zamanlarımızda ürettiğimiz her şeyin üstüne çöken azınlık, salgın zamanlarında da yine bizim ürettiğimizi tüketmek için bizim inşaa ettiğimiz saraylarında oturuyor.

Dün Cumhurbaşkanı’nın yaptığı açıklamalarla gündeme düşen “Milli Dayanışma Kampanyası” da işte bu azınlığın oturduğu korunaklı saraylardan, her gün tiksinerek baktığı milyonlarca insana, yani dünyanın geri kalanına uzattığı “hayırsever” bir el adeta…

7 maaşını kampanyaya bağışladığını söyleyen Erdoğan “Amacımız, yevmiye ile geçimini sürdüren kesimler başta olmak üzere, alınan tedbirlerden dolayı mağdur olan dar gelirli vatandaşlarımıza ilave destek sağlamaktır.” şeklinde kampanyanın hedefini açıklıyor. “Bu süreç içerisinde en büyük katkıyı da iş adamlarımızdan, hayırseverlerimizden bekliyoruz” şeklinde ifade edilen kampanyanın aslında dayanışmadan çok kendilerinin de ifade ettiği gibi zenginin gönlünü rahatlatacak bir “hayırseverlik”ten fazlası olmayı amaçlamadığı ortada.

Dayanışma diye başlayan bu kampanyanın daha ilk günden şova dönüştüğünü görerek, şimdiden bu işin tam adını koyalım ve gelin biz bu işe Milli Hayırseverlik Yarışı diyelim. Milli hayırseverlik yarışında liste kabarık, iktidarın son dönemdeki en büyük ortaklarından MHP genel başkanı Devlet Bahçeli 5 maaşıyla yarışa katılırken, çeşitli siyasi parti üyeleri, komedyen Şahan Gökbakar, belediye başkanları, YÖK Başkanı Yekta Saraç gibi pek çok isim de “maaşlarıyla” arka arkaya sıralanıyor. Sıralanıyor sıralanmasına ama bir yanda yıllardır cefa içinde yaşamını sürdürmeye çalışanlar, diğer yanda onların sırtından geçinip yıllardır sefayla zenginliklerini sürenler varken şimdi bu zenginlerin çıkıp da kendi hazinelerinden bir miktar parayı ihtiyacı olanlara “lütfetmesini, bahşetmesini” bizim aklımız almıyor.

Diğer bütün örneklerde olduğu gibi bu hayırseverlik örneği de, yılın 365 günü ezilen, sömürülen milyonların kandırılarak itaatini güçlendirmek ve ezen, sömürenleri kahraman gibi göstermek gibi amaçlara hizmet ediyor. Ekonomik adaletsizliklerin gerçek kaynağı olan patronlar, siyasetçiler, belediye başkanları, bürokratlar “merhamet sahibi” ve “dindar” kişilikleriyle “mağdurlara” yardım bağışlıyor. Asgari yaşam şartlarını bile kaybeden insanları “kurtarıp” da onlara asgari yaşam şartlarını tekrar verecek bu hayırseverler, verecekler ki sırtlarından geçinmeyi de sürdürebilsinler…

Hayırseverlik diyoruz, bağış diyoruz bir sebebi var. Ezenle ezilen arasında dayanışma olmayacağını biliyoruz çünkü. Dayanışma, alan-veren ilişkisinde bir hiyerarşiyi tanımlamaz; üsttenliği kabul etmez. Ezenlerin oldukları konumdan ikiyüzlülükle aşağı, ezilenlere baktığı bir dünyada; ezenin ezilene bahşedeceği de birkaç kuruştan ibaret olabilir ancak. Değil 7 maaşını, 77 maaşını da ezilenlere bağışlasa hangimiz Erdoğan’ın servetine ulaşabiliriz? Ya da soruyu tersten soralım: Erdoğan hangimizin yaşam standartlarına yaklaşabilir bu koşullarda? Sadece Erdoğan mı, değil tabi. Hepsi… Bu krizi atlatıp da ev sahibi kapıya dayandığında, yapılandırılmış/yapılandırılmamış tüm elektirk, su, doğalgaz, kredi borçları üzerimize yüklendiğinde e “milli” kalacak ne “dayanışma”. Daha da kötüsü, her zaman olduğu gibi hayır işlemeyi sevenler bir anda yok olacak, hepsi kaçıverecek ziyafetlerle bezenmiş saraylarına.

*

Yazının girişinde hastalığa yakalanan bir Babil’linin hikayesini anlatan Ludlul’un şiirinden bahsetmiştik. Ludlul şiirinde yalnızca bizlere günümüze kalan bir hikaye anlatmakla kalmıyor aynı zamanda otoritenin karşısında kendini düşünen sıradan bir insanın hikayesini “edebiyata” dahil etmesiyle de önem taşıyor.

Bizler de bugün hastalıklar karşısında yaşamını korumaya çalışan o esnaf gibiyiz ancak karşımızdaki düşman elindeki soyut/somut bütün araçlarla bizim gözümüzü boyamakta kararlı. Sanki hepimizi bu krize sürükleyen onlar değilmiş gibi şimdi hepimizi kurtaracak “kahraman” rolüne büründüler. Bizler ise birlikteliğimizin, dayanışmamızın bütün zorluklardan daha üstün olduğunu hatırlamamız gereken zamanlardayız. İkiyüzlü bir hayırseverliğe değil de her koşulda elindekini paylaşmayı bilenlerin dayanışmasına gözlerimizi ve kulaklarımızı açalım ve biz de elimizdekilerle dayanışalım. Komşumuzun kapısına bir devlet görevlisinin gelmesini beklemeden komşumuza yardım edelim. Çünkü en yakın örneğiyle Elazığ depreminde gördüğümüz gibi, bugün kapıyı çalan devlet bir anda yok oluveriyor. Hayatın kaynağı olan ancak hayatta kalması en zor olanlar,yani bizler, ne bizden çaldıklarını bir süreliğine iade edecek olan sosyal devlete ne de onu bile vermekten çekinen kapitalist devlete bel bağlayamayız. Bel bağlayacağımız tek gücümüz birbirimizden aldığımız gücümüz, kuvvetimiz yani dayanışmamız olacak. Tek başınalığımızdan sıyrılıp dikkatli bir şekilde dayanışarak yaşamlarımızı kazanabiliriz.
Pyotr Kropotkin’in bu yazdıklarımızla uyuşan sözünü hatırlayarak, beraberce dayanışmaya!

“Başka insanlarla işbirliği içinde olmadıkça; sandığı, çıkını ne kadar altınla, parayla dolu olursa olsun, tek insan güçsüzdür.”