Deniz İşçileri İçin Sömürü Korona Krizinde de Sürüyor

Korona krizinde devletlerin ve şirketlerin emtia ve hammaddeye olan taleplerinin azalması, dolayısıyla sevkiyat ihtiyacı azaldığından navlun oranlarının düşüp ve fiyatların artmasıyla ilişkili olarak birçok yük gemi işletmecisi gelecekteki finansal riskler hakkında uyarılarda bulunmaya başladı. Ayrıca Cruise gemileri seyahatlerini durdurmak zorunda kaldı. Buna karşın karadan uzak bir nakliye seçeneği olan denizciliğin en güvenli nakliye yolu olduğu da belirtiliyor.

Korona krizinin ekonomideki yansıması denizcilik sektöründeki etkisinden bağımsız ele alınamayacağı gibi bu krizin sonuçlarını yaşayanlar da elbette şirketlerden daha çok işçiler… Peki gemi işletmelerinin, tersane ve limanların etki altında olduğu bu ekonomik değişim biz deniz işçilerini ne ölçüde etkiliyor?

Tersanelerdeki işçiler -sokağa çıkma yasağı, resmî tatil fark etmeksizin- salgına karşı yeterli önlem alınmayan tersanelerde gündelikçi olarak çalışmaya devam ediyor. Salgının başındaki sokağa çıkma yasaklarında çalışma izni çıkaramayan patronlar, dış ticaret için çıkardıkları izinler sonrası -işçilerin çalışmadığı günleri telafi etmek için- hafta sonu izinlerini iptal ediyor ya da maaşlarından kesinti yaparak ekstra çalışmaya mecbur bırakıyor.

Salgın için alınan önlemler kapsamında -sendikaların ve işçi derneklerinin gündem etmeleri ile- kalabalık yemekhanelerin önüne geçilmiş gibi gözükse de çoğu zaman fiziksel mesafe kuralları yok sayılıyor ya da ihlal ediliyor. İşçiler dip dibe çalıştırılıyor. Aynı servisleri kullanıyorlar. İşçilerin mevcut sağlıksız koşulları görmezden geliniyor. Patronlar tarafından gerekli önlemler alınmış gibi davranılıyor. Örneğin Sedef Tersanesi’nde işçilerin fiziksel mesafesiz çalıştırılmaya devam edildiğini biliyoruz. Ücretli izne çıkamayan işçiler ticaretin sürdürülebilmesi adına çalışmaya mecbur bırakılıyor. Korona krizi işçilerin omuzlarına yüklenmiş bir başka sorun sadece.

Denizdeki işçiler için ise sendikalaşanın iş bulamamasına, çalışma sürelerinin uzun tutulmasına, düzgün yemek ya da bakımın olmamasına, ücretli izinlerinin verilmemesine, yabancı bayraklı gemide çalışan personelin sigortasının yapılmamasına ve düşük ücrette çalışmalarına bir de korona krizinin olumsuz etkileri ekleniyor.

Korona krizi süresince denizcilerin gemiden tahliye süreçleri askıya alındı. Birçok denizci kontrat sürelerini bitirmesine rağmen uzun süre boyunca gemide çalışmaya mecbur bırakılıyor. Kumanya gibi ikmaller zorlaştırıldı. Denizciler her anlamıyla yoksunluk çekmeye devam ediyorlar. Bu süreç içinde limanlarda yükleme tahliye sırasında bulaşan virüs ile gemilerde her geçen gün vaka sayıları artıyor. Örneğin Lexa Mearsk konteyner gemisinde kaptan dahil 6 mürettebatın Covid-19’a yakalandığını biliyoruz.

Ailelerinden, sevdiklerinden uzakta yaşamaya mecbur bırakılan denizciler Covid-19 stresinin de etkisiyle psikolojik buhranın eşiğindeler. Örneğin Hatice-C isimli ticari bir gemide aşçı olarak çalışan İ.F.K. isimli denizci maket bıçağı ile vücudunun kol, bacak ve göğüs bölgesinde derin kesikler açarak intihar etmeye çalışmıştı.

Elbette bu süreçte Covid-19 kaynaklı olanların dışında da işçi ölümleri sürüyor. Son olarak Yalova Altınova Sefine Tersanesi’nde çalışırken devrilen forkliftin altında kalan Barış Çolak yaşamını yitirmişti. Gemi ambarına düşerek yaralanan denizci Abdülkadir Cap hastaneye kaldırıldı. Korsan saldırısı sonrası Preyor 1 isimli gemiden kaptan, baş mühendis ve aşçı kaçırılmıştı. Aframax ham petrol tankerinin patlamasıyla 5 denizci yaşamını yitirmiş, 50’si yaralanmıştı.

Armatörlerin tarafından duruma baktığımızda, saydığımız ve sayamadığımız pek çok örnekte, yaşanılan ölüm ve yaralanmalardan şirketler elbette etkilenmiyor çünkü gemilerin %95’i P&I (Protection & Indemnity Clubs / Koruma ve Tazminat Kulüpleri) ile sigortalıdır. Bu kuruluş, geminin batma, yanma gibi kazalarının karşılanmasının yanı sıra biz denizcilerin iş cinayetine kurban gitmeleri durumunda şirket için oluşabilecek maddi zararı karşılamakla yükümlü bir armatörler kulübüdür. Kısaca armatörlerin kendilerini koruma altına aldıkları bir kuruluştur.

Biz denizcilerin tarafından duruma baktığımızdaysa -ILO (International Labour Organization) ve ITF’nin (International Transport Workers’ Federation) raporlarında da açıklandığı üzere- korona krizi sürecinde hak ihlallerinin de arttığı gözlemleniyor.

Denizciler için bir haklar bildirgesi olduğu iddia edilen, limandaki ve gemideki işçilerin haklarının korunmasını amaçladığı söylenen “Denizcilik Çalışma Sözleşmesi MLC 2006” 2006 yılının Şubat ayında kabul edilmişti. Türkiye bu sözleşmenin tarafı olmasa da tüm devletler gibi hükümlü olduğu koşullar vardı. Ancak bu sözleşme, uygulamaya geçirilme aşamasında ulusal yasalar ve mevzuatın önüne geçemiyor. Bu durum, yerine getirilmesi gereken şartlar konusunda devletler arasında farklılıkların oluşmasına neden oluyor. MLC 2006’ya dayanarak yapılan hak mücadelesi, kimi devlette yasal zeminde sorun çıkartmasa da başka bir devlette tutuklanmaya dahi sebep olabiliyor.

Örneğin Tuzla’da M/V Deniz M adlı gemide 3 aydır maaşlarını alamadıkları için ITF’e başvuran işçiler, greve giderek haklarını savunduklarında armatör bu denizcileri işgalcilikle suçlamıştı. Armatör ve devlet işbirliği ile gemiye çıkan sahil güvenlik, denizcilerin ifadelerini almak üzere gemiden karakola götürmüş, karakolda bir süre gözaltında tutulan denizcilerin daha sonra gemiye çıkmaları engellenmişti. İşçiler hala alacakları 80 bin dolarlık maaş için açılan davanın sonuçlanmasını bekliyor.

Denizde hak mücadelesini nasıl yürütülmeli? Yasalar hakkımızı almak için yeterli mi? Greve gitmek için gerekli şartlar neler? Hangi kuruluş ile irtibata geçilmeli? Bu konuları ayrıca bir başka yazıda ayrıntılı olarak ele alabiliriz.

Kısaca söylemek gerekirse limanlarda, tersanelerde, atölyelerde, gemilerde yaşanılan hak ihlallerine karşı deniz işçileri örgütlü güçlü. Çünkü biz denizciler iyi biliriz, “Tek Damla Yağmurla Başlar Her Fırtına!”

Onur Özkaya