Röportaj |Özel Tiyatro İşçileri Eylemde: “Neden Susuyoruz?”

On beş gün boyunca Kadıköy’deki özel sahnelerin/tiyatroların önünde susma eylemi gerçekleştiren ve dün BOA Sahne önünde basın açıklaması yaparak eylemlerine farklı biçimlerde devam edeceklerini açıklayan özel tiyatro işçileri Cenk Dost Verdi, Ulaş Kaya ve Deniz Elmas ile Korona Krizi’ni, tiyatro işçilerinin yaşadıkları sorunları ve bu krizden tiyatrocuların nasıl etkilendiğini konuştuk.

Meydan Gazetesi: On beş gün boyunca özel sahnelerin/tiyatroların önünde eylemdeydiniz. Öncelikle eyleme geçiş sebeplerinizi detaylandırabilir misiniz?

Cenk Dost Verdi: Bugün salgın koşullarında derinleşen sorunların gün yüzüne çıkması sebebiyle tiyatroların içinde bulunduğu durumla ilgili olarak ses çıkarma, dikkat çekme ve dayanışma eylemleri yapılıyor. Fakat çözüme yönelik tiyatro meslek örgütlerince yapılan çalışmalar bürokrasinin kendi diline mahkum  olduğu için belli bir sürece yayıldı. Biz Kültür Bakanlığı’nın ideolojik perspektifi sebebiyle bu sürecin hızlı işleyeceğine inanmadığımız için eylemdeyiz. Tiyatro sanatçısı olarak beş aydır işsizim ve böyle devam ederse önümüzdeki sürecin nasıl devam edeceğini seziyorum. Bu sebeple kendi adıma bir şey yapma ihtiyacı duydum. Bunun görünür olması, bunun hayati olduğunu vurgulamak adına böyle bir eyleme kalkıştık. Fakat hala bir muhattabı yok, hem içeriden hem dışarıdan. Bu sebeple eylemlerimiz böyle devam edecek galiba. Çünkü ben hala tiyatrodan hiç bir şey kazanamıyorum. Yine hala tiyatrodan güvencesi olmayan bir sürü arkadaşım hayatlarını  ve mesleklerini devam ettirememe noktasında. Hatta bir çok kişi bize şöyle sorular yöneltiyor: “Neden diğerleri de burada değil?”. Çünkü hayatlarını idame ettirmek zorundalar. Ben bunu yapamadığım için buraya geldim. Bir kafede çalıştım. Yorgunluktan artık çalışamaz hale gelip “Noluyor ya, ben bunu daha ne kadar yapacağım?” diyince karar verdim. Ulaş ve Deniz de öyle. Asıl problemi gündelik hayatın idamesi bahanesiyle ötelemekten vazgeçip buraya geldik.

Bir susma eylemi gerçekleştiriyorsunuz. Neden eylem biçimi olarak susmayı, sessizliği tercih ettiniz?

Ulaş Kaya: Ben insanların bu duruma dair bir hassasiyeti oluşacaksa eğer, eylemin türünün o kadar da önemli olmadığını düşünüyorum. Sonuç olarak biz bu gidişata kayıtsız kalmadık. Susuyor olmamız mecburiyetten, teslimiyetten değil. Bu durumun içinde böyle devinip sürekli başka işler yaparak, başka meslekler öğrenmek zorunda kalarak asimile olmak ve kendi işimizden uzaklaşmak istemiyoruz, kendi işimizi yapmak istiyoruz. İnsanlar soruyor: “Niye susuyorsunuz?” Sürekli biçimiyle ilgileniyorlar. İçerik olarak neden yaptığımızla ilgilenmiyorlar. Yani sormuyor neden yapıyorsunuz? Hatta bildiri yazıyoruz, bildiriyi dahi okumadan bunu soruyorlar. Bildirinin içinde bunun, her şeyin cevabı var.

Cenk: Tiyatrocu hayatını konuşarak kazanıyor. Bir şeyler söyleyerek, anlatarak kazanan üç tiyatrocu bir özel tiyatro önüne gelip susuyor. “Neden susuyorlar ki?” diye soranlar var. Bu art niyet demektir. Bu, başını çekemediği hiç bir şeyin içinde bulunmayan kapitalizmin getirdiği o çıkarcı ve bencil bireyin ve bunun getirdiği atıl toplum anlayışının yansımasıdır. Bundan birazcık kurtulmuş bir zihnin üç tane tiyatrocunun on iki saat boyunca bir tiyatro önünde susarak ne anlatmak istediğini anlamaması imkansız. İçinde kocaman bir ironi barındırıyor. İçinde binlerce anlam var. Yani gelin ve kepenkleri kapanmış şu tiyatroya bakarak on iki saat bir susun bakalım. Bu tiyatroyu kışın dolduran binlerce insanı, burada yaşadığınız oyunun anısını, oyundan sonra seyircilerle kurduğunuz sohbetleri, sonra bir de kepenklerin bir daha açılmama ihtimalini bir bütün hale getirip burada on iki saat dursanıza.

Niye susuyoruz? Konunun muhattabını denk almayan, onu masaya oturtmayan her sohbet zaten asıl büyük sessizlik. Biz bunu görünür kılmaya çalışıyoruz. Burada performatif de bir şey var. Çok yakın bir arkadaşım 2 saat oturduğunda,  “Napıyorsunuz? Bu çok zormuş” dedi. Bir de on dakikasını bize ayırmayan, “Susarak bir yere varılır mı?” diyen, tam da bu kapitalist düzenin, tam da bu faşizan düzenin bireyde yarattığı etkiyi kusan bakış açısıyla eleştiriliyoruz. “Ne olacak, bir şey mi olacak?” Olacak evet, ben kendi devrimimi yaratmaya çalışıyorum. Deniz kendi devrimine inanıyor. Ulaş da. Ben artık “Bu hal devam etmeyecek.” dedim kendi adıma. “Gidip bir kafede çalışmayacağım.” dedim. Bu köle seviciliğini reddetmezsem başkasının bunu yapmasını eleştiremem. Ben en son, bu köle ahlakını, bu sınıfsal farkları ortaya koyan bir oyun oynadım, adı Joko’nun Doğum Günü idi. Oyundaki karakter daha fazla para kazanmak için “Ben sırtımda insan taşıyacağım” dedi ve benliğini kaybetti. Biz seyirciye bunu söyledik: “Sırtınızda insan taşırsanız benliğinizi kaybedersiniz.” Moda Sahnesi’ndeki arkadaşlar Hamlet’le başka bir şey anlattı. Eğer biz oynadığımız metinlerin içeriğine inanmamış insanlarsak sanatçı olamayız, ancak iki yüzlü oluruz. Ben bu iki yüzlülüğe, kendimdeki bu iki yüzlülüğe son verdim, o yüzden susuyorum.

Deniz Elmas: John Cage’in 4’ 33’’ diye bir tane eseri var ve tamamen sessiz. 4 dakika 33 saniye sessiz ama notaları var, konuşan bir şey bu aslında. Dinliyorsun, görüyorsun, duyuyorsun. Bu da aynı şey. “Neden ki?” “Niye işe yaramıyor ki?” demek yerine mesela gelip bizimle 1 saat sussa zaten bir şekilde dilimizi de anlayacak kendi dilini de bulacak.

Ulaş: Buna zaten bir dil arayışı da dedik. Susuyoruz ama şöyle, sürekli bu içinde bulunduğumuz tahakkümle baş başa kalıyoruz. Bunu hissediyoruz, bunu nasıl çözebileceğimizi düşünüyoruz, “neler yapabiliriz”i düşünüyoruz. Tabii ki sadece susmuyoruz, meseleyi daha iyi anlamak için çabalıyoruz aynı zamanda.

Cenk: Evet kendimize de bir susma, kendimizi de dinliyoruz. Şimdiye kadar ne yaptık, tiyatro seyircisi nerede, arkadaşlarımız nerede? Ben acaba sadece bu meslekten geçinen biri olarak ve artık geçinemezken hayatımı sürdürememek noktasında kendi yakın çevremi ikna edemiyor muyum? Arkadaşlarım, benim tiyatroda sadece oynayıp, alkış alıp, egomu besleyip sonra da evime gidip yattığımı mı zannediyor? Kendime de bir özeleştiri bu. Demek ki en yakın çevrem bile buna inanmış. Tiyatro benim için yaşamsal bir kaynak. Hem maddi hem manevi. Siz manevi kısmına yükleniyorsunuz o zaman demek ki. Burada o zaman benim hayatımla ilgili bir yanlış var. İşte o yanlış, tamamen bu işten para kazanıp hayatımı sürdürmek yerine başka şeyleri bu işin yedeğine koymak yani tiyatroyu bir tali yol olarak görme yanlışı. Hayır, tiyatro benim yaşam kaynağım, çünkü işim. Aman sanattır, bilmem nedir, bu beni ilgilendiren kısmı. Ama toplumu ilgilendiren kısmı şu: Ben bu işi yaparak hayatta kalabilmeliyim. Garsonun garsonluk yaparak hayatta kalması gibi, doktorun doktorluk yaparak hayatta kalması gibi, KHK ile atılan, öğretmenlerin, akademisyenlerin, tekrar öğretmenlik, tekrar akademisyenlik yapma hakları olduğu gibi.

Bir üst boyutu da, kamu kaynaklarından eşit yararlanmak istiyoruz biz. Bu kadar basit. AVM’ler açılsın diye milyonlarca lira hibe ettiler koca koca patronlara. Vestel’de işçiler koronayken hala onları kapattırıp çalıştırmayı biliyorlar. Patronlara destek oluyorlar. Bunu ödenekle yapıyorlar. Ben de diyorum ki o kaynaklar kültür varlıklarına aktarılmak zorunda. “Burası neden kapalı, yazın biz neden burada kurs vermiyoruz?” Hep söylüyorum: Her özel tiyatroyu en azından yazın finanse edebilecek yerel yönetimler yok mu? Kültür Bakanlığı yok mu? Bir tane gösteri için Okçular Vakfı’na aktarılan milyonları biliyoruz. Diyanet’in bütçesi ortada. “Açım” deyip konser yapan sanatçıların boğazda restoran açtıkları ortada. Ben o bütçeden hakkıma düşen parayı almalıyım, alırım da. Susa susa da alırım. Benim en başta buna inanmam lazım, buradaki meşruluğuma, buradaki hakkıma inanmam lazım. “Neden yalnızız?” Bu hakkını bilmeyen, bu hakkını aramaya cesaret etmeyenler yüzünden bugün buradayız. Belki biraz da onlara bir kapı açar, bizim gibi düşünüp harekete geçmemiş olanlarla tanışırız diye buradayız.

Ulaş: Biz, tiyatro kazansın istiyoruz. Özel tiyatroda seyirciye bilet 60-70 liraya satılmak zorunda kalınıyor. Bu durumla karşılaşmak istemiyoruz. İstiyoruz ki biletler 10 liraya satılabilsin. Meslek tanımımız olsa, Ticaret Odası’na bağlı olmasak biz de ekonomik olarak rahatlayacağız. Dolayısıyla “Tiyatroda para yok!” da denilmeyecek. Zaten aslında tiyatroda para bu düzen yüzünden yok.

Cenk: Korsan çocuk tiyatrosu var, geçen hesapladım, neredeyse günlük 1,5 trilyon para dönüyor. Okulları doldur boşalt yapan tiyatrolar var. Demek ki bunlar kaynak. Demek ki bir ekonomi dönüyor burada. Bu ekonomik boyutu da konuşmalıyız. Tiyatroyu ekonomik kaynak olarak görmek istiyorsan ben sana bunu da söyleyeceğim. Ama asla yanaşmıyor. Neden korkuyorsun o zaman? Tiyatronun değiştirip dönüştürücü gücünden mi korkuyorsun? Muhalif olmasından mı korkuyorsun? Tiyatro devleti yıkmaz. Tiyatro devleti sallar. Ve buna ihtiyacınız var.

Korona Krizi’nde devlet kamu tiyatroları ve özel tiyatrolar için nasıl bir politika işletti?

Cenk: Kamu tiyatrolarına ödenek ayrıldığı için Devlet ve Şehir Tiyatroları’nda maaşlar ödeniyor. Ama yeni oyun yapılıp yapılmayacağı belli değil. Muhtemelen onlar da kendi canlarını düşünüp kalabalık işler yapmamaya gayret edecekler. Özel tiyatroların pandemi dönemini atlatabilmesi içinse hiçbir şey yapılmadı. Oysa diğer tarafta koca bir kaynak var. Özel tiyatrolar için geçici bir KDV indirimi ilan edildi, o da zevahiri kurtarmak adına. İndirimi açıklandığı tarihten itibaren başlatıyorlar. Zaten 5 aydır hiçbir şey yapmıyorum. SGK borcu, sahnelere olan kira borcu, borç üstüne borç… Oyunlar yok. Zaten yazın özel tiyatrolar çalışmıyor. Bir de öyle bir açıklama yapıyorlar ki alay etmenin de ötesinde.

Soruya dönersek, pandemi sürecinde tüm sektörlerde olduğu gibi sanat alanında da çok büyük bir vurdumduymazlık var. “Nasıl olacak, neyle geçineceksiniz?” diye soran yok. Meslek örgütleri dayanışma, başka bir ekip yardım kampanyası başlatmaya çalıştı ama bizim şunu görmemiz lazım: Bunlarla olacak mesele değil. O dayanışmalar herkese ulaştırıldığında miktar çok az ve komik bir hale geliyor. Ulaş düşerse ben Ulaş’ı kaldırırım, sen düşersen seni kaldırırım. Ama hepimiz bu çukurun içindeyiz. Diyelim ki herkes birbirinin üstüne basarak çıktı, en alttaki ne olacak? En alttakinin hakkını bile aramak zorundayız. O yüzden sadece birbirimizin üstüne çıkıp anlık rahatlamaya değil krizi derinleştirip çözmeye yönelik de adımlar atmalıyız. Her krizde kapısını kapatan bir Kültür Bakanlığı var. O kapıyı zorlayıp açmak zorundayız.

Özel tiyatro işçileri olarak bu sürecin sonunda elde etmek istediğikleriniz nedir?

Cenk: Aciliyetli olarak yeni bir kültür-sanat politikasının uygulanmasını istiyoruz. Odağı tiyatro olan bir kültür-sanat politikasının, işin ehillerince masada konuşulması gerekiyor. Oyuncular Sendikası, Tiyatro Kooperatifi, Kadıköy Tiyatroları Platformu buna hazır. Kültür Bakanlığı sorunu çözmeye biraz niyet ederse biz o masadan 3-4 günde bütün sorunları, bütün tiyatroları tasnif edip bütün çözüm önerilerini sunmuş olarak kalkarız, sorunu çözeriz.

Eylem süreciniz nasıl devam edecek?

Cenk: Basın açıklamasıyla birlikte bu susma eylemi bitecek. Daha sonrası için başka şeyler planlıyoruz. Günlük hayatımızı idame ettirebilme durumumuza göre şekillenecek biraz. Benim provasının başlama ihtimali olan başka bir işim var. Ama nasıl olacağını bilmiyoruz, bir sürü soru işaretiyle başlıyor. Ama eylemlerimiz sürecek.

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Cenk: Ben özellikle meslektaşlarımızdan şunu istiyorum: O kılıcı elimizden bırakalım, sadece eylemeye başlayalım. Kahraman beklemeyelim, kahramanlı tiyatronun bile modası geçti. İçinde yaşadığımız mesleğe olan inancımız zaten bize ne yapmamız gerektiğini fısıldıyor.

Ulaş: Bizim bu süreçte istediğimiz tiyatro yasasının çıkıyor olması, taleplerin karşılanması. İstiyoruz ki gerçekten insanlar özel tiyatroların içinde bulunduğu durumu bilsinler. Bize ticarethane olarak bakmasınlar, 60-70 liralık biletin hesabını bize sormasınlar. Sebebini bilsinler ve bize değil Kültür Bakanlığı’na sorsunlar.

Deniz Elmas: Derdimiz ortak ve bu ortak derdimiz için kuvvetle durmamız gerekiyor. Yılmamamız gerekiyor. Yaşam mücadelesi vermemiz gerekiyor. Bu öfke güzel bir öfke. Bunu iyi lanse etmemiz lazım.