Devletlerin Savaşları Bitmiyor Halklar Birbirine Düşman Ediliyor

Azerbaycan ile Ermenistan devletleri arasında Dağlık Karabağ’da 27 Eylül’de başlayan sıcak çatışmalar artık savaş olarak adlandırılıyor. İki devlet arasında zaman zaman sıcak çatışmalar yaşansa da 27 Eylül’de başlayan çatışmalar, 90’ların başından beri bu bölgede yaşanan ve hemen sonlandırılmayan ilk sıcak çatışmalar olarak kayıtlara geçti. İki taraf da sıcak çatışmaları kendilerinin başlattığını kabul etmedi. Hala ilk ateşin kimin tarafından açıldığı bilinmiyor.

Çok geçmeden Ermenistan cephesi, TC Devleti’nin de özellikle Suriye’deki cihatçıları bu topraklara getirterek ve Azerbaycan’ın kullanımına İnsansız Hava Araçları’nı tahsis ederek savaşa dahil olduğunu söylemeye başladı. TC tarafında bunu kabul eden çıkmasa da hemen Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Ermenistan’ı paralı askerleri kullanmakla suçlamaya başladı. Devletin en üst kademeleri “Azerbaycan’ın yanındayız.” mesajları verdi.

Burada belirtmek gerekir ki denize herhangi bir kıyısı bulunmayan Ermenistan’ın sınırlarının yüzde 85’i Türkiye ve Azerbaycan ile. Bu sınırlar da kapalı. Ermenistan ekonomik ve askeri alanda varoluşunu Rusya’ya bağlamış durumda. Rusya, bu nedenle savaşta gözlerin hemen çevrildiği ilk devlet. Bu savaşın Rusya’dan izinsiz başlamayacağı yaygın olarak kabul görüyor. Sıcak çatışmaların savaşa dönmesinden anlaşıldı ki Rusya savaşın yaşanmasından memnun.

Fransa da bu sürece hızlı bir şekilde dahil olarak son devletlerarası krizlerde olduğu gibi bu krizde de karşısına aldığı TC’yi savaşa katılmakla ve cihatçıları kullanmakla suçladı. Fransa Başkanı Macron ayrıca Rusya’yla iletişime geçerek savaşın bitirilmesi çağrıları gerçekleştirdi. TC, bu süreçte savaşa dahil olduğu iddialarını reddetse de 3 Ekim’de Erdoğan “Tıpkı Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Akdeniz’de olduğu gibi, sınır hattımızda istikrar sağlanana kadar, sahada aktif şekilde yer almaya devam edeceğiz.” diyerek savaşa dahil olduklarını kabul etmiş oldu.

Gün geçtikçe savaşın daha fazla bölgeye yayılma riski oluştu. Bu süreçte taraflar birbirini sivillere saldırmakla suçlayan açıklamalar yapmaya başladı. Sürece etki etme olasılığı en yüksek devlet olan Rusya hala etkili bir şekilde müdahalede bulunmazken ABD’de gündem Trump’ın Covid-19’a yakalanmasıydı. Rusya’nın kendi ekseninden çıkmaya çalışan Ermenistan’a bir ders vermek için etkili bir şekilde müdahil olmadığı ve ABD’nin de iç politikada seçimlere yoğunlaştığı için bu savaşla ilgilenmediği konuları üzerinde uzlaşı söz konusu.

Bu arada İran da açıklama yaprak TC’yi Suriye’den cihatçı ihraç etmekle suçladı ve Suriye’de yendikleri cihatçıları sınır bölgelerinde görmek istemediklerini belirtti. Kanada da TC’yi gerçekleştirdiği silah ihracını, TC’nin bu savaşa dahil olduğu ve kendilerinden satın aldıkları yönündeki şüpheleri nedeniyle askıya aldıklarını açıkladı.

10 Ekim’e gelinirken Rusya kendisinden beklendiği üzere Azerbaycan ve Ermenistan dışişleri bakanlarını Moskova’ya çağırdı. Yapılan görüşmelerin sonunda Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arabuluculuğunda taraflar “rehine ve cenaze değiş tokuşu için” ateşkeste uzlaştı. Ancak çok geçmeden her savaşta olduğu gibi taraflar birbirlerini ateşkesi bozmakla suçladı. Taraflar ateşekese uyduklarını ancak karşı tarafın saldırması durumunda onlara cevap verdiklerini savunuyor. Sıcak çatışmalar bir süre yoğunluğunu kaybetmiş olsa da son olarak 17 Ekim’de Ermenistan’ın, Azerbaycan’ın en büyük ikinci kenti olan Gence’ye gerçekleştirdiği füze saldırısı sonucunda 10’dan fazla kişinin yaşamını kaybettiği yönünde açıklamalar gelirken Ermenistan cephesi bu konuda sessiz.

Dağlık Karabağ, milliyetçiliğin halkları birbirine rahatlıkla düşman ettiğinin görüldüğü coğrafyalardan sadece biri. Azerbaycan ve Ermenistan devletleri arasında anlaşmazlık oluşturan Dağlık Karabağ sorunu yüzyıldan beri çözüme ulaştırılmadı ve SSCB’nin dağılmasından sonra diğer sorunlar gibi yeniden gün yüzüne çıktı. Dağlık Karabağ sorunu, devletlerin milliyetçiliği kullanarak halkları birbirine düşman etmeyi sürdürdükleri bir sorun olarak var olmaya devam ediyor.

Fuat Çakır
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 54. sayısında yayımlanmıştır.