Anarşizm Nedir? (24): Neden Devrim? – Alexander Berkman

Yaşamı boyunca anarşizm için mücadele eden devrimci anarşist Alexander Berkman tarafından 1928’de yazılan, daha önce farklı dillerde “Anarşizm Nedir?, Anarşizmin ABC’si, Anarşist Komünizm Nedir?” isimleriyle yayınlanmış ve bugüne dek Türkçe çevirisi yapılmamış olan kitabın 24. bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. Paylaşılmış bütün bölümlere BURADAN ulaşabilirsiniz.

Soruna dönelim: “Anarşizm nasıl gelecek? Bu konuda yapabileceğim bir şey var mı?”

Bu önemli bir nokta çünkü her sorunda iki hayati şey var. Birincisi ne istenildiğinin tam olarak idrak edilmesi, ikincisi bunun nasıl elde edileceği.

Ne istediğimizi zaten biliyoruz. Herkesin özgür olacağı, herkesin eşit özgürlük temelinde kendi ihtiyaç ve arzularını karşılayabilme fırsatına sahip olacağı toplumsal koşullar istiyoruz. Başka bir deyişle, anarşist komünizmin özgür ve ortaklığa dayanan dayanışmacı refahı için çabalıyoruz.

Bu nasıl gerçekleşecek?

Biz kahin değiliz, zaten hiç kimse bir şeyin nasıl olacağını söyleyemez. Ama dünya dün var olmadı; insan -mantıklı bir varlık olarak- geçmişin deneyimlerinden yararlanmalıdır.

Peki bu deneyim nedir? Tarihe bakarsan, insanlığın tüm yaşamının bir varoluş mücadelesi olduğunu göreceksin. İlkel durumunda insan, ormanın vahşi hayvanlarıyla tek başına mücadele etti; çaresizce açlık, soğuk, karanlık ve fırtınayla yüzleşti. Cehaletinden dolayı doğanın bütün güçleri ona yıkım getirdiler ve o, tek başına onlarla savaşamayacak kadar güçsüzdü. Ama yavaş yavaş kendi türünden diğerleriyle bir araya gelmeyi öğrendi; birlikte güvende olmaya çalıştılar. Doğanın enerjisini ortak çabayla kendi faydalarına çevirmeye başladılar. Karşılıklı yardımlaşma ve ortaklıkla bu enerjiden faydalanmak yıldırımları zincirlemeyi, okyanusları köprülemeyi ve hatta havada ustalaşmayı başarana kadar insanın gücünü ve yeteneğini kademeli olarak artırdı.

Benzer şekilde, ilkel insanın cehaleti ve korkusu hayatı insanın insana, ailenin aileye, kabilenin kabileye karşı olduğu -insan; bir araya gelmenin, güçlerini birleştirmenin ve karşılıklı yardımlaşmanın acımasızlık ve kinden daha fazlasını başarabileceğini anlayıncaya kadar- sonsuz bir mücadeleye dönüştürdü.

Modern bilim, hayvanların da varoluş mücadelesinde bu kadar çok şey öğrendiğini göstermektedir. Bazı türler hayatta kaldı çünkü birbirleriyle savaşmayı bırakıp sürüler halinde yaşadılar ve bu şekilde kendilerini diğer hayvanlardan koruyabildiler. Birbirleriyle savaşmak yerine ortak çaba ve işbirliğiyle ilerlediler, barbarlıktan çıktılar ve uygarlaştılar. Daha önce birbirleriyle ölümüne savaşan aileler birleşti, ortak bir grup oluşturdu; gruplar birleşerek kabileler haline geldi ve kabileler uluslar halinde birleşti. Uluslar hala aptalca birbirleriyle savaşmaya devam ediyorlar ama bazıları yavaş yavaş geçmişten ders almaya, şimdi savaş olarak bilinen uluslararası katliamı durdurmanın bir yolunu aramaya başlıyor.

Maalesef toplumsal yaşamda hala barbar, yıkıcı ve kardeş katili durumundayız: Grup hala başka bir grupla, sınıf başka bir sınıfa karşı savaşıyor. Ama burada insanlar bunun anlamsız ve yıkıcı bir savaş olduğunu, dünyanın -güneş ışığı gibi- herkes tarafından zevk alınacak kadar büyük ve zengin olduğunu ve birleşmiş bir insanlığın, kendisine karşı bölünmüş halinden daha fazlasını başaracağını görmeye başlıyor.

Gelişme denilen şey sadece bunun gerçekleşmesidir, bu yönde bir adımdır.

İnsanın tüm gelişimi daha fazla güvenlik ve refah için, barış için çabalamaya dayanır. İnsanın doğal eğilimi karşılıklı yardımlaşma ve ortak çabaya yöneliktir, en içgüdüsel özlemi özgürlük ve sevinçtir. Bu eğilimler -tüm engellere ve zorluklara rağmen- kendilerini ifade etmeye ve savunmaya çalışırlar. İnsanlığın bütün bir tarihi şunu gösterir: Ne doğal güçler ne de düşman insanlar bu gelişimi engelleyemez. Uygarlığı tek bir cümleyle tanımlamam istense şunu söylerdim: İnsanın -insani ya da doğal- karanlığın güçleri karşısındaki zaferidir. Doğanın güçleriyle pek bir sorunumuz yok ama insanın karanlık güçleriyle savaşmalıyız.

Tarihte, egemen güçlerin -kilise, hükümet ve sermaye- karşı çıkışıyla karşılaşmadan yapılan tek bir önemli toplumsal gelişme yoktur. Gelişme sadece efendilerin karşı koyuşunu paramparça etmekle mümkün olur. Her gelişme acı bir mücadeleye mal oldu. Köleliği yok etmek uzun kavgaların sonunda gerçekleşti; halkın en temel haklarını güvence altına almak için başkaldırı ve ayaklanmalar gerekti; feodalizmi ve köleliği ortadan kaldırmak isyanları ve devrimleri gerekli kıldı. Kralların mutlak gücünü ortadan kaldırmak ve demokrasileri kurmak, kalabalıklar için daha fazla özgürlük ve refah kazanmak için iç savaşa ihtiyaç vardı. Yeryüzünde hiçbir ülke, tarihte hiçbir çağ yoktur ki büyük toplumsal kötülüğün güçleri, acı bir mücadele olmaksızın ortadan kaldırılsın. Geçtiğimiz günlerde Rusya’da Çarlık’tan, Almanya’da Kayzer’den, Türkiye’de Sultan’dan, Çin’de monarşiden vb. kurtulmak için yine çeşitli topraklarda çeşitli devrimler gerekti.

Herhangi bir hükümetin veya otoritenin, iktidardaki herhangi bir grubun veya sınıfın egemenliğini gönüllü olarak bıraktığına dair hiçbir kayıt yoktur. Her durumda güç kullanımı ya da en azından bunun tehdidi gerekir.

Otorite ve servetin ani bir fikir değişikliği yaşayacağını ve gelecekte, geçmişte olduğundan daha farklı davranacaklarını varsaymak mantıklı mıdır?

Sağduyun sana bunun boş ve aptalca bir umut olduğunu söyleyecektir. Hükümet ve sermaye, iktidarı korumak için savaşacaktır. Bunu ayrıcalıkları tehdit altında olduğunda -bugün bile- yapıyorlar. Varlıklarını sürdürmek için ölümüne savaşacaklardır

Bu nedenle, dünyanın efendileri ile mülksüzleştirilmiş sınıflar arasında belirleyici bir mücadelenin gerektiğini öngörmek kehanet değildir.

Aslında bu mücadele tüm zamanlar boyunca var olmuştur.

Sermaye ve emek arasında sürmekte olan bir savaş var. Bu savaş genellikle ‘sözde’ yasal biçimde ilerler. Ancak bunlar bile -grevler ve lokavtlar sırasında olduğu gibi- ara sıra şiddetle patlar. Çünkü hükümetin silahlı yumruğu her zaman efendilerin hizmetindedir ve bu yumruk, sermaye kârının tehdit altında olduğunu hissettiği anda harekete geçer. Sonunda ‘ortak çıkarlar’ ve emekle ‘ortaklık’ maskesini kaldırır ve her efendinin nihai argümanına; baskı ve güce başvurur.

Bu nedenle, hükümetin ve sermayenin, sessizce ortadan kaldırılmalarına izin vermeyecekleri kesindir; -bazı insanların inandığı gibi- mucizevi bir şekilde kendiliklerinden ‘kaybolmayacaklardır’. Onlardan kurtulmak için bir devrim gerekecektir.

Devrimden bahsedilince şaşkınlıkla gülümseyenler var. “İmkansız!” diyorlar kendilerinden emin bir şekilde. Fransa’da 16. Louis ve Marie Antoinette de başlarıyla birlikte tahtlarını kaybetmeden sadece birkaç hafta önce böyle düşünüyordu. Çar 2. Nicholas’ın sarayındaki soylular da onları silip süpüren ayaklanmanın arifesinde buna inanıyordu. “Bu bir devrim gibi görünmüyor.” diyordu üstünkörü gözlemleyenler. Ama devrimlerin ‘öyle görünmediğinde’ de bir çıkış yolu vardır. Daha ileri görüşlü modern kapitalistlerse işi şansa bırakmak istemezler. Ayaklanmaların ve devrimlerin her an mümkün olduğunu bilirler. Bu nedenle, özellikle Amerika’daki devasa şirketler ve büyük işverenler, halkın hoşnutsuzluğuna ve isyanına karşı paratoner görevi görecek şekilde hesaplanan yeni yöntemler uygulamaya başlıyor. İşçileri için ikramiyeler, kar paylaşımı ve işçiyi daha fazla memnun etmenin yanında finansal olarak endüstrisinin refahıyla ilgilenmesini sağlamak için tasarlanmış benzer yöntemler sunuyorlar. Bunlar proletaryanın gerçek çıkarlarına karşı kör olmasına sebep olur ancak işçinin, sonsuza kadar maaş köleliğinden -zaman zaman kafesi biraz genişlese de- memnun kalacağına inanma. Maddi koşulların iyileştirilmesi devrime karşı bir sigorta değildir. Aksine, isteklerimizin tatmini yeni ihtiyaçlar yaratır; yeni arzu ve özlemleri doğurur. İnsanın doğası budur, gelişmeyi mümkün kılan da budur. Emeğin hoşnutsuzluğu -tereyağlı da olsa- bir parça ekmekle bastırılamaz. Avrupa’nın daha iyi konumdaki sanayi merkezlerinde, Asya ve Afrika’dan daha kasıtlı ve aktif isyanların olmasının nedeni budur. İnsanın ruhu daima daha fazla rahatlık ve özgürlük arzular, bunu daha ileriye taşıyacak olanlar her zaman işçilerdir. Modern plütokrasinin, işçiye ara sıra daha kalın bir kemik atarak devrimi önleme umudu hayali ve temelsizdir. Sermayenin yeni politikaları bir süreliğine emeği yatıştırıyor gibi görünebilir ancak emeğin yürüyüşü, bu tür geçici önlemlerle durdurulamaz. Tüm planlara ve karşı koyuşa rağmen rağmen kapitalizmin ortadan kaldırılması kaçınılmazdır ve bu ancak devrimle gerçekleştirilecektir.

Devrim, insanın doğaya karşı mücadelesine benzer. Tek başına güçsüzdür ve başarıya ulaşamaz; yoldaşlarının yardımıyla tüm engellerin üstesinden gelir.

Tek başına bir işçi, büyük şirkete karşı bir şey başarabilir mi? Küçük bir işçi sendikası, büyük bir işvereni taleplerini yerine getirmeye zorlayabilir mi? Kapitalist sınıf, emeğe karşı savaşında örgütlüdür.

Devrim başarılı bir şekilde ancak işçiler örgütlendiğinde, bütün kıtada örgütlendiklerinde; dünyanın bütün ülkelerindeki proletarya emeğini birleştirdiğinde gerçekleşebilir çünkü sermaye uluslararasıdır ve efendiler emeğe karşı her büyük meselede güçlerini birleştirirler. 

Mesela bütün dünya plütokrasisinin Rus Devrimi’ne karşı çıkma sebebi budur. Rusya halkı sadece Çar’ı ortadan kaldırmak isterken uluslararası sermaye müdahale etmedi: Hükümet burjuva ve kapitalist olduğu sürece Rusya’nın hangi siyasi forma sahip olacağı onların umurunda değildi. Ama devrim, kapitalist sistemi ortadan kaldırmaya çalışır çalışmaz, her ülkenin hükümetleri ve burjuvazisi onu ezmek için birleşti. Bunda kendi egemenliklerinin devamı için bir tehdit olduğunu gördüler.

Bunu aklında tut arkadaşım. Çünkü devrimler ve devrimler vardır. Bazı devrimler sadece eskisinin yerine yeni yöneticiler getirerek hükümetin formunu değiştirir. Bunlar politik devrimlerdir ve bu nedenle genellikle çok az dirençle karşılanırlar. Ancak tüm ücretli kölelik sistemini ortadan kaldırmayı amaçlayan bir devrim, bir sınıfın diğerini ezme gücünü de ortadan kaldırmalıdır. Yani sadece bir yönetici ya da hükümet değişikliği değildir, sadece siyasi bir devrim değildir; toplumun tüm karakterini değiştirmeye çalışan bir devrimdir. Bu toplumsal devrimdir. Bu nedenle, sadece hükümetle ve kapitalizmle savaşmak zorunda kalmayacak, aynı zamanda hükümete ve kapitalizme inanan muhalefetin popüler cehalet ve peşin hükmüyle de karşı karşıya kalacaktır.

Peki bu nasıl gerçekleşecek?

Çeviri: Burak Aktaş