ABD’li Akademisyen: “Devleti Mafya mı Yönetiyor?”

ABD’li akademisyen Ryan Gingeras, “War on the Rocks” adlı haber portalında Sedat Peker’in son ifşaatlarını ele aldı. Ankara’nın iç ve dış politikası üzerine çalışan Gingeras, 2000’li yılların sonunda TC siyaseti üzerindeki etkileri neredeyse tamamen ortadan kalkan mafyanın daha güçlü bir şekilde yeniden etkin hale geldiğini belirtti.

Ahval’in çevirdiği makalede Gingeras, 2011 yılında emekli bir polis yetkilisinin, “Bu yapılar şu anda uykuda. Ancak, uygun bir siyasi ortam bulurlarsa yeniden faaliyete geçebilirler” dediğini  hatırlattı.

Gingeras, Peker’in eski içişleri bakanı Mehmet Ağar’ın AKP milletvekili oğlu Tolga Peker’i tecavüz ve cinayetle, Erdoğan’ın eski başbakanının oğlu Erkam Yıldırım’ı da Türkiye’ye beş ton kokain kaçırmaya çalışmakla suçladığının altını çizdi. Peker’in, mevcut İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu bu isimleri korumakla suçladığına değinen Gingeras, Erdoğan’ın her ne kadar Soylu’yu desteklese de Peker’in özel suçlamaları ile ilgili konuşmayı reddettiğini belirtti.

Peker videolarındaki ifşaatların bu kadar ilgi görmesinin şaşırtıcı olmadığını söyleyen Gingeras’ın, “Muhabirler, bu belgelerde, Türkiye’de iktidarın hâlâ gangsterlerin elinde olduğuna ve Erdoğan’ın da selefleri gibi suç ortağı olduğuna dair kanıt bulmakta gecikmediler. Bazıları daha da ileri giderek Peker’in ifşaatlarının gangsterlerin devletin kökleşmiş unsurları olduğunu doğruladığını öne sürüyor”  şeklindeki ifadeleri dikkat çekiyor.

“Gangsterler ve Erdoğan hükümeti arasındaki çıkar ilişkisi ne olursa olsun, her iki taraf da konunun şeffaflığa kavuşması konusunda az istekli” diyen Gingeras, Türkiye’nin daha önce de bu noktalara geldiğini, bazı yorumcuların Peker’in ifşaatlarının Erdoğan’ın siyasi ölümünü getireceğini dile getirdiklerini ancak Erdoğan’ın geçmişte bu tür krizlerden kurtulduğunu hatırlatıyor.

Devletin içinde son yaşanan mafya krizinin ilk olmadığını belirten Gingeras, son birkaç on yılda uluslararası ilişkiler, TC iç ve dış siyaseti ve organize suçun örtüştüğü çok sayıda vakanın cereyan ettiğini, buna ilk örneğin ise 1972’de Milliyetçi Hareket Partisi senatörü Kudret Bayhan’ın Fransa’ya 146 kilo morfin kaçakçılığı yaparken tutuklanması olduğunu hatırlatarak tarihsel bir göndermenin yanı sıra, bu mafyatik bağlantılara, devletler arası ilişkiler zemininde de bir hatırlatmada bulunuyor. Gingeras bu olayda, Avrupa ve Amerika arasındaki “Fransız bağlantılı” eroin ticaretinin TC’nin rolünü ortaya çıkardığını belirtiyor.

Devletin arşivlerine ulaşmada yaşadığı zorlukları aktaran Gingeras makalede, “İçişleri bakanlığının kayıtları gibi ilgili arşivlere erişim kısıtlı olmaya devam ediyor. Günümüz araştırmacılarına sunulan az sayıdaki kaynak arasında, Washington’daki Ulusal Arşiv’de bulunan diplomatların ve kolluk kuvvetlerinin belgeleri yer alıyor. Kitabımda detaylandırdığım gibi, Türk polis memurlarına ve jandarmalarına yardım etmek üzere görevlendirilen Amerikalı ajanlar, genellikle devlet yetkilileri ve gangsterler arasında karanlık bağlar olduğunu belirtiyorlar.” ifadelerine yer veriyor.

1930’ların başlarında, ABD narkotikle mücadele memurlarının TC yerel polis ve yetkililerinin büyük eroin kaçakçılarını korudukları durumlarla karşılaştıklarını yazan Gingeras, 1950 ve 60’lı yıllarda ise Amerikalı ajanların TC siyasetçilerinin uyuşturucu kaçakçılarını aktif olarak koruyup kolladığına dair kanıtlar ortaya çıkardıklarını belirtiyor.

1970’lere gelindiğinde ABD’li uyuşturucu ile mücadele ekiplerinin ABD’li diplomatlara, geçmişteki TC yetkililerinin “afyon kaçakçılığına karıştıklarını” özel olarak açıkladıklarını, ancak bu bilgiyi hiçbir zaman halka duyurmadıklarını da belirten Gingeras, 20. yüzyılın büyük bir bölümünde, politikacı ve gazetecilerin, önde gelen uyuşturucu kaçakçılarının isimlerini ifşa etme konusunda aynı derecede çekingen davrandıklarını belirtiyor.

Abdi İpekçi ve Uğur Mumcu gibi mafyanın siyasetteki rolünü araştırmak için büyük riskler alan birçok gazetecinin katledildiğinin altını çizen Gingeras, her iki cinayete dair devam eden davaların sonuçlanmadığını hatırlatıyor.

Erdoğan’ın daha önce yolsuzluk suçlamalarıyla karşı karşıya kaldığında, ancak bu suçlamaların da aynı şekilde ortaya çıkarılmamasını sağlamayı başardığına vurgu yapan Gingeras, Aralık 2013’te müfettişlerin önde gelen birkaç bakanın oğullarını yolsuzluk ve İran’ın yaptırımlardan kaçmasına yardım etmekle suçlaması üzerine Erdoğan hükümetinin kaosa sürüklendiğini fakat müfettişleri tasfiye ederek, krizi eski ortağı Cemaat ve bir dizi uluslararası aktöre yıkarak olaydan kurtulduğunu belirtiyor.

Mevcut krize dair yaşanan tartışmalarda TC’nin, “organize suç devleti” olarak tanımlanan Nicolas Maduro’nun Venezuela’sına benzer fiili bir “narko devlet” olarak yeni bir sınıra geçtiğinin gündeme geldiğini aktaran Gingeras’ın yazısında ayrıca, “Peki Türkiye gangsterler tarafından mı yönetiliyor? Her zaman bu böyle miydi? Türkiye’nin yeraltı dünyası ile siyaset kurumu arasında her zaman bir bağ kurmanın genellikle zor olduğu inkar edilemez. Ama bu kesinlikle Türkiye’ye özgü bir durum değildir. Sedat Peker’in videolarını farklı bir tarihi geleneğin belirtisi olarak görmek daha mantıklı olabilir: Resmi bir şeffaflığın olmaması. Erdoğan’ın devlet üzerindeki hakimiyeti göz önüne alındığında, yargı, polis veya parlamento olsun, hiçbir kurum adaleti sağlamaya hem istekli hem de yetenekli görünmüyor.” ifadeleri yer alıyor.