Cins – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sat, 04 Jan 2020 12:31:58 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Gençlik Anarşizmde Örgütleniyor https://meydan1.org/2019/11/11/genclik-anarsizmde-orgutleniyor/ https://meydan1.org/2019/11/11/genclik-anarsizmde-orgutleniyor/#respond Mon, 11 Nov 2019 07:07:14 +0000 https://test.meydan.org/2019/11/11/genclik-anarsizmde-orgutleniyor/ Şimdi -Liselerde İsyan- Zamanı! Sohbetimize ilk olarak Lise Anarşist Faaliyet ile başladık. Hem gençlik mücadelesi içerisinde liselerde anarşizmi örgütlüyor olmaları hem de yaşadığımız topraklarda halen faaliyet yürüten en eski anarşist örgütlenme olmaları sebebiyle anlatacakları şeyler oldukça önemli. Onlara neden anarşist bir lise örgütlenmesine ihtiyaç duyduklarını, içinde yaşadığımız sistemi nasıl yorumladıklarını, faaliyetlerini ve daha birçok meseleyi […]

The post Gençlik Anarşizmde Örgütleniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Şimdi -Liselerde İsyan- Zamanı!

Sohbetimize ilk olarak Lise Anarşist Faaliyet ile başladık. Hem gençlik mücadelesi içerisinde liselerde anarşizmi örgütlüyor olmaları hem de yaşadığımız topraklarda halen faaliyet yürüten en eski anarşist örgütlenme olmaları sebebiyle anlatacakları şeyler oldukça önemli. Onlara neden anarşist bir lise örgütlenmesine ihtiyaç duyduklarını, içinde yaşadığımız sistemi nasıl yorumladıklarını, faaliyetlerini ve daha birçok meseleyi sorduk.

İlk olarak neden liselilerin mücadele etmesi gerektiğini konuştuk. LAF’lı arkadaşlarımız “Aslında eğitimin çok küçük yaşlarda başladığından” bahsetti. “Eğitimin, devletin en küçük birimi olan ailede baskıyla belirginleştiğini” de ekledi. LAF’lılar istemediğimiz şeyleri bize öğretmeye çalışan ailemizin ve öğretmenlerimizin sistematik baskılarına karşı bütünlüklü bir şekilde mücadele etmek için liselerde anarşizm mücadelesi verdiklerini belirtti. Arkadaşlarımız iktidarların baskı araçlarıyla liselileri tektipleştirmeye çalışmasına karşı mücadele etmenin öneminden şöyle bahsediyor; “sevdiğimiz, sevmediğimiz, güzel dediğimiz, çirkin dediğimiz kısacası yaşamsal tüm gereksinimlerimiz ve eğilimlerimiz bu sistemin standartlarına göre, yani iktidarların çıkarları doğrultusunda iradelerimizin tamamen dışında belirlenir. Daha biz küçükken başlayan bu belirlenim sürecinin kendisi; toplumsal yaşamda süregelen olayları ve olguları sorgulamamızı engeller, gerçeklerden ise uzaklaşmamıza neden olur. Böylelikle yaşamımızın sonuna kadar bizim için belirlenmiş olanı yaşarız. Bu belirlenmiş olan kalıpları yaşamamak için örgütlenmeli ve mücadele etmeliyiz.’’

Herşeye Karşı Olanlar Değil Yüreklerinde Yeni Bir Dünyayı Taşıyanlar

Mücadelelerinin gereği olarak da LAF’ın ilkelerini şekillendirirken anarşist ideolojileri doğrultusunda “otoriteye, bencil ve rekabetçi ilişkilere, devlete, kapitalizme, militarizme, cinsiyetçiliğe, gerontokrasiye” karşı olduklarını anlattılar. İktidarların farklı görünümlerine karşıydılar. Onlar kendilerinin de dedikleri gibi: “Her şeye karşı olanlar değil, yüreklerinde yeni bir dünyayı taşıyanlar”. “Anarşistiz” başlıklı yazılarında belirttikleri gibi örgütlenmeyi amaçlayan, devrimci, anarşist bir mücadeleden yanalar.

Eğitilmek İstemiyorlar

Söyleşinin devamında kendilerini “eğitim karşıtı” olarak adlandırdıklarından bahsettiler. Biz de onlara dertlerini anlatırken nasıl tepkilerle karşılaştıklarını ve eğitim karşıtlığının ne demek olduğunu sorduk. Eğitim meselesine ilişkin düşüncelerini anlatırlarken en sık karşılaştıkları olumsuzluklardan birinin eğitim karşıtlığının bilgiye de karşı olmakla karıştırılması olduğundan bahsettiler. Yayınladıkları fanzin, dergi ve bildirilerde öncelikle eğitimi nasıl tanımladıklarından bahsediyorlar. “Eğitim, öğreten ve öğrenen ilişkisinde, öğretenin yani bilgiyi bilenin, öğrenen yani bilgiyi bilmeyen üzerinde kurduğu otoritedir. Öğretenin bilgiyi elinde bulundurmasıyla oluşan bu otoriter ilişki, yaşamın diğer alanlarında da öğretenin öğrenen üzerindeki otoritesini olağanlaştırır. Bunun sistematikleşmiş haline de eğitim sistemi denir.’’ İktidarların eğitim yoluyla kendi düzeninin devamlılığını sağlayacak itaatkar toplumlar yaratmak istediğini söylüyorlar. Bu yüzden kavgaları eğitimle ve eğitim kurumlarının hepsiyle.

 

Devletin Adaletsizliğine Karşı İsyan!

Aynı zamanda kendilerine ve yaşıtlarına uygulanan adaletsizliklere karşı harekete geçme konusunda çekinmiyorlar. Yaşadıkları topraklarda olsun olmasın tüm kardeşleri için eylemlikleriyle dikkat çekiyorlar. Bu sebeple 2008 yılında İstiklal Caddesi’ndeki Yunanistan konsolosluğu önünde, Yunanistan polisi tarafından katledilen anarşist Alexis Grigoropoulos için yaptıkları eylemle ses getirmeye başlıyorlar. Bu aynı zamanda Lise Anarşist Faaliyet imzasıyla yapılan ilk sokak eylemi olma özelliğini taşıyor. Yapılan eylemde yazdıkları pankartta “Biz de 16 Yaşındayız’’ diyorlar ve Alexis’in mücadelesini İstanbul sokaklarına yayıyorlar. Aynı dönemlerde Kadıköy’de mendil satarken zabıtaların kovalamaları sırasında yaşamını yitiren Bülent Çalıkıran’ı ve devlet şiddetiyle katledilen arkadaşlarının isimlerini sokaklara yazıyorlar. Coğrafyanın her yerinde gerçekleştiren katliamlara karşı mücadeleyi büyütme çağrısı yapıyorlar: “Devlet kardeşlerimizi katlediyor, biz ise unutmuyoruz ve affetmiyoruz. Otoriteye karşı öfkemiz daha da büyüyor, baskılara karşı biz olup örgütleniyoruz.’’

Okul Kilitleme Eylemleri, Sabotajlar

Liseli anarşistler okullardaki öğretmen, müdür baskısına karşı koymak için farklı, yaratıcı eylem biçimlerini kullanmasıyla biliniyor. Lise mücadelesine özgün bir direniş biçimi olarak çıkan okul kilitleme eylemleri bunların başında geliyor.

“İtaatkar bireyler elde etmek için çalıştıkları, özgürlüğümüze kilit vurdukları, eğitim yuvalarının kapılarına özgürlük kilitlerimizi vuruyoruz.” diyorlar ve şu zamana kadar 5 farklı ilde birçok okulun kapılarını kilitlediklerinden bahsediyorlar. Çünkü kilitler açılmayınca o gün sınavlar iptal oluyor okullar tatil oluyor. Bu tarz sabotaj eylemlerini genellikle 24 Kasım öğretmenler günü olarak bilinen günde yapıyorlar. Çünkü sloganları; “Armağınımız İsyanımızdır”. Kilitlenen her okulla beraber 24 Kasım öğretmenlere değil öğrencilere armağan oluyor.

Sabotaj eylemleri sadece okul kilitlemeleriyle sınırlı kalmıyor tabi ki. Birçok farklı yönteme sahip olduklarından bahsediyorlar. Bunlardan biri de tabela değiştirme eylemleri. İlk tabela değiştirme eylemini Kenan Evren Anadolu Lisesi’ne yapmışlar. “Biraz istek, biraz inanç, biraz da eylem gerekiyordu. Bir gece ansızın okula giderek “Kenan Evren Anadolu Lisesi” tabelasını indirip yerine “Erdal Eren Anadolu Lisesi” tabelası asmıştık. Erdal Eren 17 yaşında iken, yaşı büyütülerek Kenan Evren ve diğer darbecilerin idama yolladığı devrimci bir gençti; onun adını darbecilerin adının verildiği okula vermenin iyi olacağını düşünmüştük. Bir sene sonraysa rüzgar tersten esti darbecilerin isimleri okullardan kaldırılıyordu. Kenan Evren Anadolu Lisesi resmi olarak İstanbul Anadolu Lisesi olarak değiştirildi.” Bu değişiklikte eylemlerinin de biraz etkili olduğunu düşünüyorlar. Bir diğer çoklu tabela değiştirme eylemini ise Taksim Gezi Direnişi sırasında katledilen 6 direnişçi için 6 liseye aynı anda gerçekleştirmişler. Söyleşiye devam ederken bu tabela değiştirme eylemlerinin onlar için anlamı nedir diye soruyoruz. Yanıtları “Amacımız devletin tetikçilerinin isimlerini okullardan silmek özgürlük için mücadele ederken katledilen kardeşlerimizin isimlerini onların yerine yazmak ve unutturmamaktır.’’ oluyor. Bir diğer sabotaj eylemi ise tabela boyama. Birçok farklı liseye gidip tabelaların üzerine boya atarak bir süreliğine okulun tabelasız kalmasını sağlıyorlar. Farklı gündemleri oldukça eylemlerini çeşitlendirdiklerini bahsediyorlar. Bazen kuşlama yaparak, bazen okul kapılarına boya dökerek, bazen de yazılama yaparak sözlerini müdürlere, öğretmenlere, okul idarecilerine ve en çok o okullarda olan liselilere ulaştırmayı amaçlıyorlar.

Paylaşma masaları

Liseli anarşistlerin yaptıkları eylemler üzerine söyleşimiz devam ederken yaptıkları eylemlerin sadece okul dışında sınırlı kalmadığından okul içerisinde de faaliyet gösteriyorlar. Okullardaki sistemin bireylere dayattığı bencil ve rekabetçi ilişki biçimlerine karşı paylaşma ve dayanışmayı büyütüyoruz diyerek okullarda “paylaşma masaları’’ geleneğini başlattıklarını anlatıyorlar. Çünkü onlara göre okullarda bencillik kültürünü oluşturan yer kantinlerdir. Bu yüzden arkadaşlarını okullarındaki kantinleri boykot etmeye ve her birinin evlerinden getirdikleri yiyecekleri birleştiriyorlar. Paylaşma ve dayanışmayla dolu masalar sistemin kültürünü yok ediyor.

İnadına LAFanzin

Liseli anarşistler, “anarşizmi eşek üstünde köy köy gezerek anlatan yoldaşlarımızın inadıyla yıllardır okullardan sokaklara inatla taşıyoruz anarşizmi’’ diyorlar. Ancak mücadeleleri sadece sokakla sınırlı kalmıyor. Okullardaki otoriter yapıya ve sokaklardaki otoriter güçlere karşı her alanda mücadele ediyorlar. Arkadaşlarına, kardeşlerine ulaşmak için bir diğer yolları ise kağıtlara yazmak. İlk olarak LAFanzinlerle başlıyorlar sürece. Okullarda yaşanan adaletsizliklerden, eğitim karşıtlığından, yaptıkları eylemlerden ve örgütlü anarşizmden bahsediyorlar fanzinlerinin içerisindeki yazılarda. Gündemdeki olaylara sessiz kalmamak için hızlıca bildiri yazıp olabildiğince sokaklarda dağıtmaya çalıştıklarından bahsediyorlar. Zaman geçtikçe yazdıkları yazılar, söyledikleri sözler fanzinlere sığmamaya başlıyor ve İnadına dergisini çıkarmaya başlıyorlar. Derginin ismini neden “İnadına’’ seçtiklerini sorduğumuzda ise verdikleri cevap şöyle oluyor: “Bizler mücadele ettiğimiz her alanda; okulda öğretmenlerin, müdürlerin engellemeleriyle, sokaklarda devletin ve polislerin şiddetiyle ve türlü baskısıyla karşılaşıyoruz. Çünkü özgürlüğe düşmanlar. İsyanımızdan ve daha da büyüyüp örgütlenmemizden korkuyorlar, bu yüzden bizleri engellemeye çalışıyorlar. Onlar bizleri önlerinde eğmek istedikçe biz İNADINA özgürleşiyoruz. Otoritelere öfkemiz daha da büyüyor ve İNADINA mücadele ediyoruz”.

Özgürlük İçin Anarşist Gençlik!

Liselerde mücadele yürüten LAF’ın ardından üniversitelerde ve gençliğin mücadele ettiği her alanda faaliyet yürüten, anarşizmin sesini yükseltmek için çabalayan Anarşist Gençlik’le bir söyleşi gerçekleştirdik. Anarşist Gençlik üniversitelerde, sokaklarda yaratıcı eylemleriyle ve direngen tavrıyla adını duyurmuş bir örgütlenme. Anarşist Gençlikle de içinde bulunduğumuz sisteme karşı duruşlarını, gençlik mücadelesini, eylemliklerini konuştuk.

Pratiğin önemli olduğunun altını sıkça çizen arkadaşlarımızla ilk olarak bugüne kadar yapılan eylemlerden bazılarını konuştuk. Üniversite önünde “Üniversite Entegrasyondur” pankartıyla gerçekleştirdikleri eylemde, sistemin kalifiye beyaz yakalıları, müdürleri, patronları olmak için verilen diplomayı temsil eden devasa bir diploma maketini ateşe veren onlardı. Sonrasında “Em Roboski ji Bîr Nakın! Roboski Vicdanımızdır” sloganıyla kampüsleri devletin bombalarını simgeleyen maketlerle donatan, 15 Mayıs Vicdani Retçiler Günü’nde katliamı karşı vicdani retlerini açıklayan da.

Temeli 2013 Taksim Gezi İsyanı sürecinde atılan Anarşist Gençlik, sokak eylemlerindeki belirginleşmesinin ardından üniversite kampüslerinde, sokaklarda, gençliğin var olduğu mücadele alanlarında kara bayrakları ve pankartlarıyla sokaklarda oldu. Gezi eylemlerinde yaşamını yitirenlerin hesabının sorulduğu sokak eylemlerinden, adaletsizliğin açığa çıktığı mahkeme önlerine kadar direnişin savunulduğu neresi varsa orada oldular.

13 Mayıs 2014’te, coğrafyamızın gördüğü en büyük maden katliamı olan Soma Katlamı’nın ardından gerçekleşen sokak eylemlerindeydiler. Soma’nın İstanbul temsilciliğinin kapısı önünde “Soma’da Katil Kapitalizm” pankartıyla en ön saftalardı. İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü’nde bulunan havuzu kömürün karasına boyadılar. Astıkları “Unutulamaz Affedilemez” pankartıyla, fakülte içerisinde geniş bir etki uyandırdılar.

Anarşist Gençlik’ten arkadaşımız: “Aslında İstanbul Üniversitesi’nin anarşist bir geleneği olduğunu” söyledi. 6 Kasım 2006’da, sistemin bilgisiyle beyinleri yıkanarak zombileşen üniversiteli’ye ithafen zombi yürüyüşü yaparak Beyazıt Meydanı’na yürüyen anarşistler, ana kapının önünde üzerlerindeki önlükleri parçaladılar ve ateşe verdiler. Beyazıt Meydanı’nın da “Okuyalım, ama Sistemin Canına Okuyalım!” sloganını haykırdılar. 6 Kasım 2008’de 12 Eylül faşizminin ürünü olan YÖK’ün kuruluş yıl 31 dönümünde, Anarşistler, “Bu Kışlada Bir Tank Eksikti” diyerek, hazırladıkları gerçeğiyle aynı ölçülerdeki tank maketiyle Beyazıt Meydanı’nda bir eylem gerçekleştirdiler. Arkadaşlarımız Anarşist Gençlik’in, bu yaratıcı mücadele geleneğinin takipçisi olarak, son yıllarda gerçekleştirdiği farklı projelerle anarşizme dair sözünü söylemeye devam ediyor olduğunu vurguluyor.

“Gençliğin Sorunları için Anarşist Çözümler Geliştirmeye Çalışıyoruz”

Anarşist Gençlik, benimsediği anarşizm düşüncesine içkin bir şekilde yalnızca politik değil yaşamsal alanlara ilişkin de çözümler geliştirmeye çalışan bir örgütlenme: “Arkadaşlarımızla yaşamı paylaştığımız yurtlarda ve öğrenci evlerinde sistemin dayattığı yaşam tarzının dışında karşılıklı sorumluluk ilişkisiyle örülü, paylaşma ve dayanışmayı esas alan bir model nasıl örülebilir bunun yollarını aramaktayız.”

Anarşist Gençlik kapitalizme karşı bir barikat olarak gördükleri ikinci el değiş tokuşundan, ürünlerin karşılıksız bir şekilde paylaşıldığı çeşitli sosyal ağlara kadar farklı yollar geliştirmek için uğraşıyor. İhtiyaçların karşılanması noktasında yalnızca değişim değil, aslında bizden çalınanları geri almak olarak yorumladıları kamulaştırmayı teşvik etmek için de çalışmalarda bulunmakta.

Özgür Bir Dünyayı Yaratmak Bizim Elimizde

“Ne yalnızca öğrenci evleri, yurtlar ne de kampüsler, işyerleri; gençlik olarak bulunduğumuz her yerde Kolektif Özgür Yaşam (KÖY) alanlarını örgütlemeye çalışıyoruz.” diyen Anarşist Gençlik’ten arkadaşlarımıza daha önce yayınladığı bildiri ve kitapçıklarda sıklıkla kullandıkları bu kavramın ne anlama geldiğini sorduk.

Özellikle Gezi direnişiyle alevlenen kamusal alan-özel alan tartışmasına anarşist bir eleştiri olarak geliştirdikleri Kolektif Özgür Yaşam kavramı, kapitalizmden ve devletten özgürleştirilmiş bir mekan anlayışını tanımlıyor. KÖY’ün ortaya çıkış koşullarına ilişkin ise “Siyasal temsiliyet, toplumu oluşturan bireylerin siyasallıklarını artık karşılamadığından, kolektif özgür yaşamdan bahsedebiliriz.” diyorlar. Sosyalist birey ve toplulukların yoğunlukla tercih ettiği gibi, devleti ve bürokrasiyi de içeren “kamusal” kavramı yerine temsiliyete dayanmayan, bireylerin doğrudan siyasi iradelerini deneyimleyebildikleri bir biçim olarak doğrudan demokrasiden ve sadece yeni bir siyasal formdan değil, aynı zamanda bunun kurucusu olan “yeni siyasal özne”den bahsetmektedir. Anarşist Gençliğe göre KÖY, “kapitalizm ve devlet hegemonyasındaki alanların, küçük dönüşümlerle kazanımlara dönüşmesini önemsemez. Çünkü bu reformist kazanımlar, birer amaca dönüştüğü için mücadele adına geçici ve aldatıcıdır. KÖY, yine de geçici dönüşümün mücadeleye etkisini önemser. Yani, bu kazanımları birer amaç olarak görmez, devrim mücadelesinde bir araç olarak görür. KÖY, bütünlüklü bir devrimci dönüşümü savunur.”

Ayrıca Anarşist Gençlik için Özgürlük düşüncesi pek çok afiş ve sloganda görüldüğü gibi “düşlediğini eylemek” olarak tanımlanmaktadır. Önceklikle “gerontokrasinin” gençliğin kendini gerçekleştirme mücadelesinde karşısında durması gereken en önemli olgu olduğunu belirten arkadaşlarımız: “Gerontokrasiyle yani yaşça büyük olanın kendinden küçük olan üzerinde kurduğu iktidarlı ilişkiye karşı kendi karar alma ve kararlarımızı hayata geçirme ısrarımız bizim için yaşamsal bir ihtiyaç” şeklinde konuştular. “Ailede ebeveynler, okulda öğretmenler, sosyal hayatta abi/ablalar ya da bir alana ilişkin kendini otorite olarak gören, bu otoriteyi çevresindekilere dayatanlar aracılığıyla ortaya çıkan gerontokratik ilişki biçimleri genç olmanın enerjisini sistemin çıkarlarına ya da kendi kişisel çıkarlarına göre kullanmak isteyenlerin en büyük silahı.” diye ifade ediyor. Kökeni insanlığın en eski toplumsal yapılarına kadar giden gerontokrasinin bugün vücut bulmuş hali, anarşist bir gençlik örgütlenmesinin karşısındaki en güçlü düşmanlardan biri.

Anarşist Gençlik’ten arkadaşımız “bizi tutsaklaştırmaya çalışan bütün otoritelere karşı düşlediğimiz dünyayı eylemek, yani özgürleşmek ancak Kolektif Özgür Yaşam Alanları’nın örgütlenmesiyle mümkün olacak” diyorlar.

Eylemin Bereketiyle Kampüslerde, Sokaklarda, Meydanlardayız

OHAL gibi süreçlerde özellikle sokaktaki gençlik hareketine yönelik doğrudan saldırılar, katliamlar, üniversitelerde ise artan baskıyla beraber yasaklar, uzaklaştırmalar gibi durumlar söz konusuyken böylesi bir mücadeleyi örgütleyebilmenin zorlukları var. Suriye Savaşı’nın başından beri, ezilen halklarla birlikte dayanışmayı büyütmek ve bütün iktidarlara karşı direnişin sesini yükseltmek için sınır nöbetlerinden, dayanışma köprülerine pek çok süreç örgütlendi. Bu bağlamda 20 Temmuz 2015 tarihinde Suruç’un Amara Kültür Merkezi’nde bir araya gelen gençlik temsilcilerine yönelik, katil devlet ve IŞİD çeteleri işbirliğinde bombalı saldırı gerçekleşti. Yaşamını yitiren 33 anarşist ve sosyalist devrimcinin mücadelesi bölgedeki bütün uluslararası güçleri ve kapitalistleri korkutmaya yetmişti. Katliamın ardından katillerle işbirliği yapan kolluk kuvvetlerine karşı “Kavganız Kavgamız” pankartıyla gereken cevabı verenler arasında Anarşist Gençlik vardı. Sonrasında dayanışma için çeşitli kampanyaların örgütlenmesinde, anma eylemlerinin düzenlenmesinde de inisiyatif aldılar.

Bütün bu baskılar ve sıkıştırmalar her zaman gençliğin direnişiyle karşılandı. Üniversitelerdeki afiş, masa yasaklarına karşı yine anarşizmin yaratıcılığıyla harekete geçen arkadaşlarımız üzerinde yalnızca soru işareti olan bir afiş yüzünden bir haftada 4 kez nasıl gözaltına alındıklarını, yetmezmiş gibi uzaklaştırmalar aldıklarını anlattılar. “Kampüslerde, düşüncelerimizi yaymak için kullandığımız araçlar, polis şiddetiyle elimizden alınmaya çalışıldı”. Mesele öyle bir yere geldi ki bazen boş bir bildiri, hatta uçan balonlar bile gözaltına alınmak için yeterli bir bahane oldu.

Paralı-Parasız Eğitime Karşı Özgür Bilgi Paylaşımı

Gençliğin kapitalizme entegre edilmesi için en önemli araçlardan birisi de eğitim sistemi. Gençlik hareketi içerisinde bazıları parasız eğitim meselesine yoğunlaşırken, bir kısım örgütlenme de anadilde ya da laik eğitim gibi talepler çerçevesinde örgütleniyor. Anarşist Gençlik’ten arkadaşlarımıza eğitim hakkında ne düşündüklerini sorduğumuzda tıpkı LAF gibi “eğitime karşı” olduklarını söylediler.

Eğitim meselesi üzerine düşünürken, 1936 İberya Devrimi sürecinde yazdıklarını geniş bir bağlamda hayata geçirme fırsatı bulan anarşist pedagog Francisco Ferrer y Guardia’dan ilham aldıklarını belirttiler. Godwin, Kropotkin ve Bakunin başta olmak üzere eğitime ilişkin anarşist literatürde söz üretmiş yazarlardan etkilenerek “özgür okullar” teorisi geliştiren Ferrer’in düşünceleri, aradan geçen onlarca yılın ardından çeşitli deneyimlerle bugün farklı tartışmalar, bu bağlamda geliştirilen farklı modellerle uygulanmaya devam ediyor.

Daha öncesinde 26A Atölye’de yaptıkları etkinliklerde yürütülen tartışmalar, gazetemiz sayfalarında yayınlanan yazılarından hareketle, Anarşist Gençlik’in eğitim üzerine nasıl bir çizgide tartışmalar yürüttüğünü gözlemlemek mümkün.

Meydan Gazetesi olarak bizler de otoritenin her türlüsüyle mücadele eden, özgür bir dünyayı şimdi şu anda kurmayı hedefleyen, anarşizmi örgütleyen Lise Anarşist Faaliyet ve Anarşist Gençlik’e mücadelelerinde başarılar diliyoruz.

Otoritelerin yaşamlarımızın her alanına sızmaya, iradelerimizi tutsaklaştırmaya, baskının her türlüsünü uygulamaya çalıştığı bugünlerde gençliğin yaratıcı ve enerjik karakteri özgürlük mücadelelerinin en çok ihtiyaç duyduğu niteliklerden biri. İçerisinde bulunduğumuz dönemde dünyanın pek çok coğrafyasında artan toplumsal hareketlerdeki gençliğin rolü de adeta bunun bir göstergesi. Halkların sömürüye, baskıya, katliamlara ve her türlü saldırılara karşı örgütlü tutumu da bu toplumsal hareketlerin başlıca gücü. Farklı otoriter mekanizmalar tarafından ezilen halkların kurtuluşunun devrimci anarşist perspektif ve eylemlerle geleceğine inanan bir gazete olarak ve örgütlü gençlik mücadelesinin önemli olduğunun altını çizerek, yaşadığımız topraklarda gençliğin yaşadığı sorunlarla ilgili olarak mücadele eden ve anarşizmi toplumsallaştırmaya çalışan Lise Anarşist Faaliyet (LAF) ve Anarşist Gençlik (AG) ile mücadeleleri üzerine sohbet ettik.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.

The post Gençlik Anarşizmde Örgütleniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/11/11/genclik-anarsizmde-orgutleniyor/feed/ 0
Trans Tutsak Buse’den Mektup https://meydan1.org/2019/11/10/trans-tutsak-buseden-mektup/ https://meydan1.org/2019/11/10/trans-tutsak-buseden-mektup/#respond Sun, 10 Nov 2019 05:03:57 +0000 https://test.meydan.org/2019/11/10/trans-tutsak-buseden-mektup/ “24 yıldır tutsak bulunan trans kadın Buse Aydın’ın cinsiyet uyum ameliyatı Adalet Bakanlığı tarafından keyfi şekilde reddedilmiş; defalarca ölüm orucuna giren Buse, ameliyatın engellenmesine tepki olarak Ağustos ayında cinsel organını kesmişti. Gerçekleştirdiği eylemin ardından Metris Hapishanesi Rehabilitasyon Merkezi’ne sevk edilen Buse’nin bizlere ulaştırdığı mektubu yayınlıyoruz.” Merhaba, Öncelikle size, tüm kadınlara ve Meydan Gazetesi ailesine en […]

The post Trans Tutsak Buse’den Mektup appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
“24 yıldır tutsak bulunan trans kadın Buse Aydın’ın cinsiyet uyum ameliyatı Adalet Bakanlığı tarafından keyfi şekilde reddedilmiş; defalarca ölüm orucuna giren Buse, ameliyatın engellenmesine tepki olarak Ağustos ayında cinsel organını kesmişti. Gerçekleştirdiği eylemin ardından Metris Hapishanesi Rehabilitasyon Merkezi’ne sevk edilen Buse’nin bizlere ulaştırdığı mektubu yayınlıyoruz.”

Merhaba,

Öncelikle size, tüm kadınlara ve Meydan Gazetesi ailesine en içten selam ve sevgilerimi sunuyorum. Umarım her anlamda durumlarınız iyidir.

Uzun ve zorlu bir süreci geride bırakmak üzereyim. Geçmişe dönüp yaşadıklarımı birkaç satırla, birkaç sayfa mektupla anlatabilmem mümkün olmadığı gibi ruhen ve bedenen o kadar yıprandım ki inanın yazmaya takatim de kalmadı.

Şu anda yolun sonuna gelmiş durumdayım. Ya istediğim kabul olacak ve bedenimdeki hapishaneden hemen şimdi kurtulacağım ya da sonum intihar olacak ve yaşamıma son vereceğim. Çünkü artık dayanacak gücüm, takatim kalmadı.

Evet, cezaevinde trans kadın olmak zordur. Ama hem trans kadın hem de siyasi mahpus olmak çok daha zordur. Bu konuda birçok somut örnek de verebilirim.

Diren ile beraberken Deniz ile mektuplaştık. Esra ile de mektuplaşıyorum. Hem merhabalaşmak, tanışmak için hem de geçiş sürecindeki deneyimlerinden faydalanmak için iletişime geçtik. Esra ile benim raporlarımız aynıdır. Öğrendiğim kadarıyla Deniz’inkilerle de aynı. Ama Deniz’in ameliyatı yapıldı. Esra’nınki bakanlık zorlaştırdıysa da yapıldı. Ama bakanlık Deniz’den ve Esra’dan istemediği raporları benden istiyor.

Geçmişte hem ruhsal hem de bedensel olarak ameliyatımın hayati öneme haiz olup olmadığına, hayati öneme haiz olsa bile, ameliyat gerekip gerekmediğine dair rapor istendi. Önceden planlanmış olarak, hiç sağlık kuruluna çıkarılmadan, hiç kurul doktorlarıyla konuşturulmadan sağlık kurulu raporu düzenlendi ve ameliyatım engellendi.

Bunun üzerine defalarca ölüm orucuna girdim. Son ölüm orucunda beden sağlığım hasar aldı. Avukatlarıma ve dışarıdaki mücadeleye inandığım, güvendiğim için ve bu konuda avukatlarım beni ikna ettiği için ölüm orucunu bıraktım. Beden sağlığım böylelikle düzeldi. Bunca çabaya rağmen sonuç alamayınca ben de tekrar ölüm orucuna girmemek için (çünkü ölüm orucuna girdiğimde beden sağlığım hasar alsaydı ve ameliyatım zorlaşsaydı intihar ederdim) jiletle cinsel organımı kestim, tuvalete attım ve sifonu çektim.

Beni Metris R Tipi Rehabilitasyon Merkezi’ne yatırdılar. Ameliyatın “hayati öneme haiz olup olmadığına, aciliyet gerektirip gerektirmediğine” dair rapor düzenlenecek. Samatya Hastanesi’ne gittim. Üroloji bölümü hiç muayene yapmadı, ilgilenmedi. “İlk defa bir transeksüelle karşılaşıyorum” dedi ve dosyaya hiç de iyi olmayan bir not yazmış. Plastik cerrahi muayenemi yaptı ve konuşulanlardan duyduğum kadarıyla “hayati öneme haizdir” demiş. Beni çapa hastanesine mikro cerrahiye sevk ettiller. Sonuç olarak Çapaya gideceğim ve rapor çıkacak. Kurtulacak mıyım, ölecek miyim yakında göreceğiz.

Dışarıda arkadaşlarımdan istediğim şey, ben intihar etmek mecburiyetinde kalmak istemiyorum. Bunun için bedenimdeki hapishaneden acilen kurtulmak mecburiyetindeyim. Sesimi duysunlar istiyorum. Kendinize çok iyi bakın, sevgilerimle.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.

The post Trans Tutsak Buse’den Mektup appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/11/10/trans-tutsak-buseden-mektup/feed/ 0
Kadınlar Kazanacak, Devlet Kaybedecek – Şeyma Çopur https://meydan1.org/2019/11/09/kadinlar-kazanacak-devlet-kaybedecek-seyma-copur/ https://meydan1.org/2019/11/09/kadinlar-kazanacak-devlet-kaybedecek-seyma-copur/#respond Sat, 09 Nov 2019 06:48:36 +0000 https://test.meydan.org/2019/11/09/kadinlar-kazanacak-devlet-kaybedecek-seyma-copur/ Coğrafyamızda, kadın mücadelesinin son iki yıldır yoğun şekilde gündemini tutan, kadın örgütlerinin eylemini ve söylemini yoğunlaştırdığı bir mesele var: Kadınların “kazanılmış hak”larına yönelik saldırılar. Daha açık ifade etmek gerekirse kadınların uzun zaman içerisinde mücadele ederek edindiği hukuki birçok “kazanım”ın devlet tarafından yok sayılması, yok edilmeye çalışılması ve manipüle edilmesi. Kadınların gündemini iki yıldır belirlediğini söylesek […]

The post Kadınlar Kazanacak, Devlet Kaybedecek – Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Coğrafyamızda, kadın mücadelesinin son iki yıldır yoğun şekilde gündemini tutan, kadın örgütlerinin eylemini ve söylemini yoğunlaştırdığı bir mesele var: Kadınların “kazanılmış hak”larına yönelik saldırılar. Daha açık ifade etmek gerekirse kadınların uzun zaman içerisinde mücadele ederek edindiği hukuki birçok “kazanım”ın devlet tarafından yok sayılması, yok edilmeye çalışılması ve manipüle edilmesi.

Kadınların gündemini iki yıldır belirlediğini söylesek de kadınların haklarına yönelik saldırıların ve saldırılara yönelik mücadelenin iki seneden de önceye dayandığını hatırlamakta fayda var.

Yakın geçmişte, 2017’de, çocuklara yönelik cinsel şiddet kapsamında düzenlemeleri içeren TCK madde 103’ün değiştirilmesiyle ilgili öneri gündeme gelmişti. Bu değişim, cinsel şiddete uğrayan çocukların “rıza” yaşının 15’ten 12’ye düşürülmesini beraberinde getiriyordu. Yani önceden 15 yaş ve 15 yaş altında bir çocuğun kendi rızasıyla bir cinsel ilişkide bulunamayacağı; gerçekleşen her cinsel eylemin cinsel şiddet kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ifade edilirken söz konusu maddenin değişimiyle 12- 15 yaş arasındaki çocukların uğradığı cinsel şiddetin aslında şiddet olmadığı, rıza sonucu yaşandığı iddia edilebilecekti. Ancak değişim önerisi, öneri olarak kaldı. Farklı kesimlerden birçok kadının bir araya gelerek verdiği mücadele sonucunda değişiklik kabul edilmedi. Devlet geri adım atmak zorunda kaldı.

Tartışmanın yaşanmasının hemen ardından, 2018’de, aynı yasa farklı şekilde tekrar değiştirilmek istendi. Rıza yaşının düşürülmesi tekrar gündeme geldi. Bununla da kalmadı, gerçekleşen cinsel ilişkinin “cebir ve şiddet” içerip içermediğinin sorgulanması gerektiği söylenmeye başlandı. Ancak meclis kulislerinde yayılan öneriyi kadınların erkenden gündemine alması ve hızlıca tepki örgütlemesiyle devlet yine karşısında kadınları buldu, amacına ulaşamadı.

Dün Kadın Dostu, Bugün Kadın Düşmanı?

Kadınlara yönelik saldırılar devletin ataerkilliğinin bir yansıması, bir sonucuyken kadın haklarına yönelik saldırıların patlak vermesinin bir başka önemli sebebi de iktidarda bulunan partinin başından beri benimsediği kadın düşmanı politikalar. Kadınları eve kapatmanın, evlendirmenin, susturmanın türlü yollarına başvuran iktidar her fırsatta niyetini belli etti: Kadınları susturmak, itaatkarlaştırmak ve aileye hapsetmek. Yani kadınları, tam da kendi terimleriyle, “muhafaza etmek”.

Bunu yaparken ise plansız/ programsız bir düşmanlıkla değil; aksine stratejik ve ardışık hamleler ile hareket etti. Kadınlara yönelik her saldırının arka planını aylar öncesinden başlayan algı operasyonlarıyla destekledi. Böylece kadınları bölmenin, politikalarına taraftar toplamanın, oluşacak tepkiyi kontrol edebilmenin fırsatını yaratabilirdi.

İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik başlayan saldırılar, yaşananların birebir örneği olarak görülebilir:

2014’te, Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesini konu alan ve hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belge sayılıyor. Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olduğu dönemde imzalanan bu sözleşme, yıllarca devletin gurur kaynağı olarak savunuldu. Sözleşmenin farklı ülkelerdeki uygulamalarının denetlenmesi için denetleme işleviyle GREVIO adında bir komisyon kuruldu. Kadın mücadelesinin içinde yer alan birçok avukat, akademisyen, milletvekili bu süreci yakından takip etti; meclisle görüşmeler gerçekleştirildi. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi devletin dış politikada yarattığı bir imaj, iç politikada ise başlattığı bir açılım stratejisi olmasının ötesine geçti, kadın mücadelesinin temel meselelerinden biri haline geldi. Öyle ki İstanbul Sözleşmesi’nin ardından kadınlara yönelik şiddeti esas alarak hazırlanan 6284 sayılı kanun 5 maddeden oluşacakken kadınların çabasıyla 20 madde daha eklenerek 25 maddeyle yürürlüğe girdi.

Kanun yürürlüğe girdi girmesine ama İstanbul Sözleşmesi de 6284 sayılı kanun da kadınların yaşadığı şiddeti engelleyemedi. Devlet sözleşmeyi imzaladı imzalamasına ama hiç uygulamadı. GREVIO, denetleme sonucunda yayınladığı raporda, “Türkiye’de uygulama eksikliği olduğunu” ortaya koydu ve devleti kadın hakları için göreve çağırdı. Ancak TC açısından hiçbir değişim söz konusu olmadı.

Bütün sürecin bir özeti olarak 2018’e gelindiğinde ise adeta öküz öldü ortaklık bozuldu. Ortaklığı bozan ise dış ve iç politikası değişen devlet oldu.

Yukarıda bahsettiğimiz üzere öncelikle algı operasyonu başlatıldı. Devletin İstanbul Sözleşmesi üzerinden kadınların kazanımlarına yönelik başlattığı saldırının ilk adımıydı bu. İstanbul Sözleşmesi’nin aile birlikteliğini bozduğu, aile kurumunu yıktığı söylendi. Hatta “kadınları kocasız bıraktığı”, mağdur ettiği savunuldu. İstanbul Sözleşmesi’ni savunanların ise asıl kadın düşmanı olduğu iddiası ortaya atıldı. Algı operasyonunu gerçekleştiren Yeni Şafak, Yeni Akit gibi gazetelerin yanı sıra bu konuda söz sahibi olarak görülen Sema Maraşlı gibi yazarlar ve eğitimciler de televizyon programlarına katılarak İstanbul Sözleşmesi’nin ve 6284 sayılı kanunun “zararlarını” anlattı.

Akit Tv’nin yayınında, ”İstanbul Sözleşmesini İmzalayarak Aslında Neyi İmzalıyoruz?” başlığında konuşan Sema Maraşlı 6284 sayılı kanun ve bu kanunun dayanağını oluşturan İstanbul Sözleşmesi’nin kadınları öldürdüğünü savundu. Birçok erkeğin çocuklara cinsel şiddet uygulamadığı halde bu kanundan dolayı cinsel şiddet uygulayanlarla aynı hapishanede tutulduğunu, kadınların beyanını esas alan bu kanun yüzünden erkeklerin cinsel şiddet uygulamasa bile küçücük taciz olaylarından dolayı cezalandırıldığını ve evli olduğu erkek hapishanedeyken kadınların kanlı gözyaşları içinde ağladığını söyleyen Maraşlı, aynı yayında “küçük yaşta evlendi diye hapishaneye tıkıyorlar” diyerek erkeklerin gerçekleştirdiği onca tacizi, cinsel şiddeti, katliamı meşrulaştırmaya çalıştı. Maraşlı sözlerine İstanbul Sözleşmesi’nin Batı’nın müslümanlar üzerinde bir oyunu olduğunu, müslüman ülkelerini kötü göstermek için bu sözleşmenin imzalatıldığını da ekledi.

İstanbul Sözleşmesi’ne yapılan saldırıyı aynı zamanda kadın mücadelesine yapılan bir saldırı olarak gören kadınlarsa “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” diyerek sözleşmeyi savunmayı sürdürdü. Kimi zaman polis tarafından kimi zaman Sema Maraşlı gibi kişiler tarafından hedef alınan kadınlar, seslerini daha çok kadına ulaştırmak için “hukuki kazanım”larını korumak için yola koyuldu.

Devletin Söz’üne Güven Olmaz!

Bu bölüme kadar devletin kadınlara yönelik saldırılarının bir bölümüne yer verdik. Saldırının sayısı ve boyutları yazılandan çok daha fazlası elbette. Ancak verilen örnekler iki sene içinde bardağı taşıran son damlalar olarak görüldüğünden önemliydi.

Peki bu bardak nasıl doldu?

Bu bardak, kadınların hayatında şiddetin münferit olarak yaşanmadığını, aslında her gün yüzlerce kadının erkek şiddetiyle yaşamak zorunda bırakıldığını görmemizle doldu.

Bu bardak, katledilen kadınların sayısının her gün artmasıyla doldu. Ve katillerin devlet tarafından ödüllendirilmesiyle.

Bu bardak, iş yerinde kadınların kadın oldukları için gördükleri baskı ve tacizle doldu.

Güvensiz sokaklarla, ulaşım araçlarıyla, ev içi şiddetle… Doldu, doldu bardak.

Kadınlar sabrettikçe, geçmesini bekledikçe, yaşadıklarına katlandıkça kadını daha da çok ezdi erk’ler. Hem erkekler hem de erk sahibi olan devletler.

Sonunda taştı bardak. Taştı taşmasına, yetti yetmesine… Ancak bitmedi, bu şekilde bitmez de.

Kadınların yaşamındaki şiddet, devletin imzalayacağı hiçbir sözleşmeyle sona ermez.

Yazıda da söylediğimiz gibi devlet, kadınlara verdiği sözü hiç tutmadı. İyi de madem tutmayacaktı bu sözü, İstanbul Sözleşmesi’ni kim için imzaladı? Kendisi için. Yani, kendi erk’ini korumak için. Sözleşmenin imzalandığı günden bugüne katledilen kadınların sayısı hiç azalmadı, üstelik arttı. Çünkü kadınlara sözde “söz” veren devlet, mahkeme salonlarında katil erkekleri korudu, yaşamını savunan kadınları ise cezalandırdı.

Tabii ki kadınlar mücadeleyi, sokağa çıkmayı, isyanı hep sürdürdü. Ancak bazen öfkeyle çıkılan sokaklarda kadınların sesi yükselirken bazen de devletin kadınları korumasını talep eden sesler yükseldi.

İşte sıkıntı da tam burada. Böylesi kadın düşmanı, böylesi ataerkil bir mekanizma olan devlete “Bizi koru”, “Bize verdiğin sözü tut” demekte.

Kadınlar Kazanacak, Devlet Kaybedecek!

Kadın mücadelesi veren her birey ve her yapının kadını toplumun neresinde konumlandırdığı çok önemli. “Kadınlar korunsun” demek, devletten kadınların korunması için talepte bulunmak, kadını korunması gereken bir özne haline getirir ve edilgenleştirir.

Diğer yandan, olmaz ama, devlet her ne kadar “kadın dostu” politika da uygulasa erkekleri cezalandırsa da hatta idam da etse toplumdaki ataerki yok olmadıkça kadınların yaşadığı şiddet son bulmaz. “Gerekirse içeri girer, paşa paşa yatarım” diyerek katliam yapan erkekleri hatırlayalım. Devletin “koruma” kararına rağmen katledilen kadınları hatırlayalım. Hatırlayalım ki kadına yönelik şiddet devletlerin hüküm sürdüğü yüzyıllar içerisinde asla azalmadı ve artarak sürüyor.

Öyleyse, şimdilik bir kenara bırakalım “kazanılmış” hakları. Çünkü yazının bu kısmına kadar gördük ki devletin bize sunduğu “kazanımlar” birer illüzyondan ibaret. Kazanımların ardında bir “kayıp” var. Kadınların kaybettiği özgürlük var.

Her bir kadın birbirini bulduğunda, iki kadının birbiriyle kurduğu dayanışma ilişkisi büyüyüp başka kadınlara ulaştığında, kadınlar kendi yaşamlarından başlayarak ataerkiye karşı koyduğunda… Kazanacağız. Birken iki, ikiyken beş, onlarca, yüzlerce kadın, örgütleneceğiz… Bizi gelip şiddetten kurtaracak birisini beklemeden, kanunlara ve devlete sığınmadan, kadın dayanışmasına sarılarak kazanacağız. Ve biz kazanırsak devlet kaybedecek!

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.

The post Kadınlar Kazanacak, Devlet Kaybedecek – Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/11/09/kadinlar-kazanacak-devlet-kaybedecek-seyma-copur/feed/ 0
Kadınların Özgürleştiği Yeni Bir Dünya Kuracağız https://meydan1.org/2019/03/03/kadinlarin-ozgurlestigi-yeni-bir-dunya-kuracagiz/ https://meydan1.org/2019/03/03/kadinlarin-ozgurlestigi-yeni-bir-dunya-kuracagiz/#respond Sun, 03 Mar 2019 14:57:31 +0000 https://test.meydan.org/2019/03/03/kadinlarin-ozgurlestigi-yeni-bir-dunya-kuracagiz/ *Ataerki Karşıtı Grup’tan Kadınlarla Kadıköy 26A Atölye’de Yapılan Mor Atölye, 26 Ocak 2019 Ataerki Karşıtı Grup’un nasıl kurulduğundan biraz bahseder misiniz, özörgütlü bir anarşist kadın mücadelesine neden ihtiyaç var? Ataerki Karşıtı Grup’u APO’nun içinde kurduk çünkü sömürülen ve baskı altında tutulan bütün ezilenlerin yanında, kadınlar olarak cinsiyet alanındaki baskıyı deneyimlemiştik. Anarşistler olarak, baskılanmış yaşamların özgürlüğünün […]

The post Kadınların Özgürleştiği Yeni Bir Dünya Kuracağız appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

*Ataerki Karşıtı Grup’tan Kadınlarla Kadıköy 26A Atölye’de Yapılan Mor Atölye, 26 Ocak 2019

Yunanistan’daki Anarşist Politik Organizasyon’dan (APO) kadınlar tarafından iki yıl önce kurulan Ataerki Karşıtı Grup Ocak ayında Kadıköy 26A Mor Atölye’nin davetiyle İstanbul’daydı. APO bileşeni beş ayrı örgütlenmeden kadınlarla niçin bir kadın örgütlenmesinin ihtiyacını hissettiklerinden Yunanistan’da kadınların durumuna ve anarşist hareketin pratiklerine kadar pek çok konuya değinen bir röportaj gerçekleştirdik.

Ataerki Karşıtı Grup’un nasıl kurulduğundan biraz bahseder misiniz, özörgütlü bir anarşist kadın mücadelesine neden ihtiyaç var?

Ataerki Karşıtı Grup’u APO’nun içinde kurduk çünkü sömürülen ve baskı altında tutulan bütün ezilenlerin yanında, kadınlar olarak cinsiyet alanındaki baskıyı deneyimlemiştik.

Anarşistler olarak, baskılanmış yaşamların özgürlüğünün “aydınlanmış öncülerin” ellerinde değil ancak kendileri için eyleyecek olan ezilenlerin ellerinde olduğu fikrini savunduk. Biliyoruz ki özgürlük ne bahşedilebilir ne de hediye edilebilir ancak mücadeleyle kazanılabilir. Bu bakış açısıyla, kadınların kendilerini ataerkinin zincirlerinden özgürleştirmek için verdikleri mücadele, devlete ve kapitalist sisteme karşı toplumsal özgürlük için verilen mücadelenin bütünsel bir parçasıdır.

İki yıl önce, başlangıçtan beri öncelikli olarak dikkatli bir şekilde, küçük ama kararlı adımlarla ilerledik. Bu dönemde, Anarşist Kadınlar’la politik bağlar kurduk. Geçtiğimiz yıl İngiltere, Kolombiya, Slovenya, Şili ve New York’un aralarında bulunduğu, dünyanın farklı yerlerinden yoldaşların mesajlarıyla birlikte 8 Mart için özel olarak hazırlanan Meydan’ın kadın dayanışması için mesaj çağrısına cevap verdik. APO’nun yayınladığı “Toprak ve Özgürlük” gazetesinde de onların dayanışma mesajlarını yayınladık.

Bu süreçte karşılaştığınız zorluklar neler oldu? Anarşist mücadele içerisinden eleştirel düşüncelerle karşılaştınız mı?

Ataerki, kapitalist sistemden önce de vardı ve onun kurumsallaşması için kullanıldı. İç içe geçmiş sayısız farklı görünümünü barındırıyordu, tarihsel boyutuyla devlet ve kapitalizmin otoritesiyle olan bağından, modern versiyonu olan “ana akım feminizme” (kadınların taleplerinin otoriter sisteme katılımla denkleştirilerek kadın mücadelesinin deforme edilmesi), bu konunun kısmen ya da hatta tamamen akademik bir alana (ayrıcalıklara sınırlandırılmış bir erişimle) sıkıştırılmasıyla ezilenlerin mücadelesine karşı bir konuma geçti.

Biz anarşistlere göre, ataerki tek boyutlu değildir. Sınıfsal bir boyutu vardır; ırkçılıkla, dünyadaki kuzey-güney ayrımıyla, göç ve göçmenler meselesiyle, cinsellikle, şiddetle, kurumsal ve sosyal adaletsizliklerle vb. farklı görünüşleri vardır.

Amacımız, baskılanan ve sömürülenler için tek gerçekçi çözüm olarak ezilenlerin bu mücadele alanlarını yeniden domine etmesini sağlamak ve direnişi daha geniş bir bakış açısıyla toplumsal devrime kanalize etmek.

Batılı toplumlar kadınlar için daha liberal ya da “özgür” görünüyor olsa da biliyoruz ki kadınlar hala batı “demokrasilerinde” hiyerarşiyle, baskı ve şiddetle karşı karşıya kalıyor. Yunanistan’da kadınların ne gibi sorunlarla karşı karşıya olduğundan bahsedebilir misiniz?

Özellikle şu sıralar devlet ve kapitalizmin saldırısı Yunanistan’da devasa bir baskı ve sömürüyle devam ediyor. Şu anki durum toplumsal ve sınıfsal direnişlerle aynı zamanda süren iflas sisteminin yozlaşması ve uzun zamandır sınıfsal işbirliğini geçerek ulusal işbirliğine dönüşümü olarak özetlenebilir.

Sosyal yamyamlık iktidarlar için arzulanan bir durum. Çünkü toplumun öfkesini manipüle ediyor ve sınıf mücadelesini, dünyanın sefaletinin ve ezilenlerin süregiden yoksulluğunun gerçek sorumlularından uzakta bir yere naklediyor. Bu gerçekliğin içinde ataerki, otoriter dünyanın temel bir parçası olarak toplumu birbirine yabancılaştırıyor ve zayıflatıyor.

Bununla paralel olarak tecavüzcülerin aklanması, tecavüze karşı direnen kadınların tutsak edilmesi, HIV pozitif kadınların aşağılanması ve kapatılması, hamile kadınların işten kovulması, işyerlerinde kadınlara yönelik sömürünün artması, adaletsizliğin ve sömürünün karşısında duran kadın mücadelesine yönelen baskı ve saldırılar, binlerce göçmen kadının konsantrasyon kamplarına -korkunç koşullarda- kapatılması, kadın ve çocukların satıldığı uluslararası köle ticareti vb. sürüyor. Köle ticaretini sürdüren ve aklayanların, LGBTQI+ örgütlenmesinin eylemcisi Zak Kostopoulos/Zackie Oh’yu katledenlerin, güçlünün zayıfa karşı şiddetini yükseltenlerin, toplumsal ve sınıfsal piramitte yukarıda olanların şiddetinin cinsiyete dayalı ötekileştirme ve tacizle devam ettiğini görüyoruz.

Sonuç olarak her güne yayılan bir devrim idealiyle anarşizmi düşünüp kendimizi ve yaşamlarımızı özgürleştirmenin nasıl gerçekleşebileceği hakkındaki düşünceleriniz neler? Okurlarımıza ne söylemek istersiniz?

Mücadele edenler olarak -hem anarşist hem de kadın olarak- yapmamız gereken tek şey birbirimizle dayanışma içerisinde olmaktır; dünyanın her bir köşesinde, bütün ezilenlerle birlikte, ortak düşmanlarımıza karşı örgütlenmektir. 19. yüzyılda Amerika’daki göçmen kadınların kanlı grevlerinden İberya Devrimi’nde Mujeres Libres’li kadınlara, Chipas’taki Zapatist kadınlardan Rojava’nın ve Türkiye’nin militan kadınlarına, Arjantin’in ve Şili’nin Mapuche yerlilerinin topraklarını gasp edip yağmalayanlara karşı mücadele eden kadınlardan Standing Rock ve Black Lives Matter direnişçilerine; mücadele eden kadınlardan aldığımız ilhamla ataerki, devlet ve kapitalizmle kavga ediyoruz. Toplumsal eşitlikle; saygınlık, adalet ve özgürlükle dolu; kadınların özgürleştiği yeni bir dünya kuracağız yani toplumsal özyönetim, anarşizm ve özgürlükçü komünizmi.

Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Dünyanın her yerinde mücadele eden bütün kadınlarla, dayanışmayla!

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. sayısında yayınlanmıştır.

The post Kadınların Özgürleştiği Yeni Bir Dünya Kuracağız appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/03/03/kadinlarin-ozgurlestigi-yeni-bir-dunya-kuracagiz/feed/ 0
Kentin Cinsiyeti – İlayda Demir https://meydan1.org/2019/03/03/kentin-cinsiyeti-ilayda-demir/ https://meydan1.org/2019/03/03/kentin-cinsiyeti-ilayda-demir/#respond Sun, 03 Mar 2019 11:25:59 +0000 https://test.meydan.org/2019/03/03/kentin-cinsiyeti-ilayda-demir/ Edebiyattan siyasete erkeklerin, kadınlarla şehirleri özdeşleştirmesi yaygın bir davranıştır. Şehir (örneğin İstanbul, İzmir vs…) şiirlerde sevgiliye benzetilir. Ya da erkek bir komutan şehre sahip olmayı, onu fethetmeyi amaçlar. Erkeklerin kadınlarla şehirleri özdeşleştirmesinin ardında kadınları fethedilen, sahiplenilen, kazanılan bir nesne olarak görüp kendilerini de sahip, fetheden, kahraman olarak görme istekleri bulunmaktadır. “İzmir mahallenin en güzel kızı, […]

The post Kentin Cinsiyeti – İlayda Demir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Edebiyattan siyasete erkeklerin, kadınlarla şehirleri özdeşleştirmesi yaygın bir davranıştır. Şehir (örneğin İstanbul, İzmir vs…) şiirlerde sevgiliye benzetilir. Ya da erkek bir komutan şehre sahip olmayı, onu fethetmeyi amaçlar. Erkeklerin kadınlarla şehirleri özdeşleştirmesinin ardında kadınları fethedilen, sahiplenilen, kazanılan bir nesne olarak görüp kendilerini de sahip, fetheden, kahraman olarak görme istekleri bulunmaktadır.

“İzmir mahallenin en güzel kızı, kim istemez ki…”; “Ben Ferhat, İzmir Şirin”; “Uyuyan bir güzel var. Bir öpücük bekliyor. Biz öpeceğiz, uyandıracağız, silkeleyeceğiz, ayağa kaldıracağız”; “Yaşadığı kentle flört etmeyen, o kenti hissetmeyen biri, o şehrin başkanı olmamalı. Çok kolay yanlış yapar. Çok kolay ihanet eder. Çok kolay terk eder. Ben öyle değilim” gibi sözler de yerel seçimlerde İzmir ve İstanbul büyükşehir belediye başkanlıklarına aday olan AKP’li ve CHP’li “erkek”lerin sözleri. Gözleri kararmış bir biçimde belediyeleri kazanmak için hırslanmış bu erkekler, başkan olunca şehrin sahibi de olacaklarını sanıyorlar. Bu sözlerin söylenmesinde de cinsiyetçi devletli siyasetin, ataerkil sistemin ve iktidarın fetih siyasetinin/söylemlerinin etkisi apaçık ortada.

Tarihte Kentler ve Kadınlar

Fethetmek üzerinden olmasa bile kentleri kadınlarla özdeşletirmenin yanlış noktaları bulunmaktadır. Kentlere bu şekilde yöneltilen kadın yakıştırmalarının cinsiyetçi olmasının yanı sıra kentlerin ortaya çıkması, gelişmesi ve dünyanın genelinde hakim yerleşim alanı olmasıyla kadınların toplumsal yaşamdaki yeri arasındaki ilişkiye de değinmek gerekmektedir. Kadınlar için kentler ne anlam ifade etmektedir? Kadınlar kentin neresinde bulunmaktadır?

Tarihsel ve arkeolojik pek çok veriye dayanarak açık bir şekilde söyleyebiliriz ki kent; tarihi, felsefesi, örgütlenmesi, planlanması ve politikaları, kadınların yaşamlarından ve var oluşlarından kaynaklanan gerçeklikleri ve onların ihtiyaçlarını yok sayan, ötekileştiren ataerkil değer ve pratiklerle yüklüdür.

Siyasi, dini veya ekonomik iktidar yapılarının birer merkez haline gelmesi sonucu ortaya çıkan kentlerin, bir başka iktidar biçimi olan ataerkiyle ilişkisi apaçık ortadadır. Kentlerin ilk ortaya çıktığı dönemler sistematik iktidar yapılarının ve devletlerin ortaya çıktığı dönemlerdir ve erkekler devletli toplum yapısının etkin özneleri olmuşlardır.

Bin yıllardır iktidarlar ataerkil sistemi üretirken mekanı da ataerkil biçimde üretip planlamaktadır. Yani kent planlamasının kentin cinsiyetçi “doğa”sını yeniden üretme ve sürdürme işlevi de bulunmaktadır.

Richard Sennett’in Ten ve Taş kitabında bahsettiği gibi, Yunanlılar’ın insan vücudu anlayışı, farklı sıcaklıklara sahip vücutlar için farklı yaşam biçimleri ve farklı kent mekanlarını beraberinde getiriyordu. Bu farklar şehirde var olan cinsiyet ayrımında görülür kılınmaktaydı. Çünkü kadınların erkeklerin daha soğuk versiyonları oldukları düşünülüyordu ve kadınlar şehirde çıplak olarak boy göstermiyorlardı. Eski Yunan evlerinin yüksek duvarları ve çok az penceresi bulunmakta; evlerde odalar bir iç avlunun etrafında sıralanmaktaydı. Evin içinde adeta haremlik-selamlık sistemine benzer bir sistem hakimdi. Evli kadınlar, konukların ağırlandığı oda olan “andron”da asla görünmezler; andronda verilen içkili davetlerde sadece kadın köleler ve yabancı kadınlar bulunurdu.

Ayrıca Eski Yunan kentlerinde erkekler arası tartışma toplantılarına katılabilen ve kentin “eril mekanlar”ında bulunabilen, soylularla cinsel ilişkiye giren hetereler olmuştur. Hetere dışındaki kentli kadına, açıkça ya da üstü örtülü bir biçimde yasak olan, yasak olmasa bile girişi belli koşullara bağlı tutulan kentsel mekanlar bulunmaktadır. Bu mekanlar; tapınak, yönetim mekanları ve paraların saklandığı hazine işlevlerini gören akropolis ya da “halk” toplantılarının yapıldığı agora bölümleri olmuştur.

16. yüzyıl Avrupa kentlerinde kitaplıklara girme ayrıcalığına sahip olan kadınlar, tıpkı hetereler gibi, yalnızca saraylı seks işçileri olan kortizanlar olmuştur. O dönemde kentlerde kütüphaneler, üniversite kampüslerinin belli alanları, politika ve halk meclisleri, kulüpler, dernekler, kahvehaneler gibi alanlar kadınlara engellenmiştir.

Modern dönemde 20. yüzyıl kentleri de net bir şekilde farklılaşmış toplumsal cinsiyet rollerini yansıtan ve daha da güçlendiren bir yapıya sahip olmuştur. Kapitalizmin gelişimi ile birlikte yeni üretim biçimi kadına yüklediği rollerle ataerkil sistemi güçlendirmiştir. Kadın evin dışında, kentte başka bir mekanda da çalışmaya başlamış, mevcut kentsel yapı, kadınların ikili rolünün zorluklarını daha da ağırlaştırmıştır. Evlerin ve konut alanlarının tasarımı bütün zamanını ev yaşamını düzenlemeye ayıran bir kişi üzerinden gerçekleşmiştir. Kentsel mimari de, merkezi, erkeğin rol model olduğu ve onun ihtiyaçlarını temele alan bir biçimde uygulanmaktadır. 183 cm boyunda erkek baz alınmakta; standart bedenler ve standart cinsiyet normları üzerinden standart mekânlar oluşturulmaktadır.

Kentlerin Cinsiyetçi Yapısından Özgürlük Çıkar Mı?

Kentler, genel itibariyle, tarih boyunca toplumsal cinsiyete dayalı norm ve kimliklerin üretim, tüketim ve yeniden üretim süreçlerinde en önemli mekân olmuşlardır. Kent planları kadınların eve kapanması üzerine yapılagelmiştir. Geleneksel aile norm olarak alınır ve kent “kadının yeri evidir” anlayışıyla tasarlanmıştır. Kadınların kentin erkek bakış açısıyla oluşturulan işleyiş mekanizmasının içinde yer almadıklarını; kapitalist ekonomide veya mecliste olmalarının ise bütünlüklü bir kadın özgürlüğü yaratmadığını hatırlatmak gerekmektedir. Bu anlamda üzerinde durulması gereken nokta, kadınların “kamusal alan”a ve erkeklerin erkek siyasetinin hedefi olan kentin planlanmasında ve örgütlenmesinde daha çok katılımını sağlamak değildir.

İktidarlar tarafından üretilen ve yeniden üretilen kentlerin merkeziyetçi ve iktidarlı yapısı sebebiyle kadının özgürleşme mekanı olamayacağını hatırlatmak gerekir. Buradan elbette pastoral bir biçimde “köye geri dönüş” yaklaşımı çıkarılmamalıdır. Kadınlar ataerkil sistemi ve onunla ilişkili olan tüm iktidar biçimlerini ortadan kaldırmayı hedeflerken erk’ek (iktidarlı) kentsel mekanı da ortadan kaldırıp bedensel-düşünsel ihtiyaçlarını tam olarak karşılayacakları, düşlerini ve hayallerini gerçekleştirebilecekleri kolektif özgür yaşam alanlarını kuracaklardır.

İlayda Demir

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. sayısında yayınlanmıştır.

The post Kentin Cinsiyeti – İlayda Demir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/03/03/kentin-cinsiyeti-ilayda-demir/feed/ 0
Flormar Değil Direniş Güzelleştirir https://meydan1.org/2019/03/03/flormar-degil-direnis-guzellestirir/ https://meydan1.org/2019/03/03/flormar-degil-direnis-guzellestirir/#respond Sun, 03 Mar 2019 09:39:44 +0000 https://test.meydan.org/2019/03/03/flormar-degil-direnis-guzellestirir/   8 Mart yaklaşırken direnişin en güzelini ziyaret ettik. Sendikalı oldukları için işten çıkarılan ve 283 gündür patrona karşı direnen Flormar işçisi kadınlarla bir araya geldik; işten çıkarılma ve direniş sürecini konuştuk. “Güle güle dostlar, yine bekleriz” sloganıyla uğurlandığımız direniş alanındaki bütün işçilerin mücadelesini bir kez daha selamlıyor ve Flormar’ın değil direnişin güzelleştirdiği kadınlarla konuştuklarımızı […]

The post Flormar Değil Direniş Güzelleştirir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

8 Mart yaklaşırken direnişin en güzelini ziyaret ettik. Sendikalı oldukları için işten çıkarılan ve 283 gündür patrona karşı direnen Flormar işçisi kadınlarla bir araya geldik; işten çıkarılma ve direniş sürecini konuştuk. “Güle güle dostlar, yine bekleriz” sloganıyla uğurlandığımız direniş alanındaki bütün işçilerin mücadelesini bir kez daha selamlıyor ve Flormar’ın değil direnişin güzelleştirdiği kadınlarla konuştuklarımızı sizlerle paylaşıyoruz.

Meydan Gazetesi: İşten atılmalar nasıl başladı ve direniş süreci nasıl gelişti?

Hatice: İlk başta 12 arkadaşımızı sendikalı oldukları için işten çıkardılar, zannettiler ki onları işten çıkarınca hepimizin gözü korkar. Onların işten çıktığı hafta, onların işten çıkarılmasının da öfkesiyle, sendika üyesi olmayan arkadaşlarımıza hızlıca üyelik yaptık. O zaman daha bakanlıktan onay kağıdı gelmemişti, 1-2 gün içinde gelince hepimiz rahatladık. Sessiz geçen 2-3 haftanın ardından birkaç kişi daha işten çıkarıldık. Böyle olunca içerde kalanlar daha fazla soru sormaya başladı. Çünkü çıkarılanların işten çıkarıldığı yasa maddesi 25/2’ydi; örgüt propagandasından yüz kızartıcı suçlara kadar birçok şeyi kapsıyor bu madde.

Ayşe: Arkadaşların böyle bir maddeden dolayı işten çıkarılınca, hem şaşırıyor hem de rahatsız oluyorsun.Bu bizi kıran bir şey oldu. İçeride biz işten çıkarmalarının sebebini sürekli sorunca bu sefer toplu işten çıkarmalar başladı; 68 kişi tek seferde işten çıkarıldı. Zaten bir hafta geçmeden 132 kişi çıkarıldı.

Sizleri direnişe götüren koşullardan ve direniş sürecinden bahsettiniz. Elbette yaşanan pek çok sıkıntı tüm işçiler için ortak. Ancak işyerlerinde kadın işçiler erkeklerle kıyaslandığında farklı durumlara da maruz kalabiliyor. Flormar’da çalıştığınız süreç içerisinde bu farklılığı yaşadınız mı?

Ayşe: Tabi ki, zaten işe alınırken kadınlara evli/nişanlı mısın, evlenmeyi düşünüyor musun, hamile misin, çocuğun var mı gibi sorular soruyorlardı. Hamile kalmak iki yıl boyunca yasaktı. Sonradan öğrendik ki bu sorular erkek arkadaşlarımıza sorulmuyormuş. Ben 2007’de girdim işe, 2009’da ertesi gün hastaneye gitmek için şefimden izin alacaktım. Bana izin vermedi, sonra molaya çıktığımızda erkek arkadaşlarımızdan birisi elinde izin kağıdını sallaya sallaya geldi, ona üç gün kafa izni vermişler meğer.

Hatice: Özellikle molalarda çok sıkıntı yaşıyorduk. Biz kadınlar güdülen kısımdık. Bunu kendi ağızlarıyla söylediler. Amirlerimiz bize “Siz güdülmek istiyorsunuz” diyordu. Erkeklerin kapısı kilitlenmiyordu mesela, onlar zil çaldıktan beş dakika sonra çıkabiliyordu üretime. Ama biz daha zil çalar çalmaz gitmek zorundaydık. Bir zaman sonra molada telefonla konuşurken bile amir yanıma geldiğinde telefonu kapatma ihtiyacı hissediyordum. Biz güdülen kısımız yani, üretime götüreceksin, molaya çıkaracaksın… Erkeklere aynı muameleyi yapmıyorlar.

Ayşe: Şimdi dışarıda olduğumuzdan bunları rahatlıkla söyleyebiliyoruz ancak içerideyken böyle konuşmak imkansızdı. Ağzımızı açar açmaz “Benim sözümün üstüne söz söyleme!” denilerek kesiliyordu sözümüz. Erkek arkadaşlar telefonla arayıp işe gelmeyeceklerini söyleyebilirken biz izinlerimizi bile kullanamıyorduk.

Hatice: Evet, benim mesela hastane radevum vardı, bir hafta önceden karnım ağrımaya başladı, nasıl izin alacağımı düşünüyordum. Oysa gelmediğimiz gün zaten maaşımızdan kesiliyordu. Onlardan bir iyilik istemiyorduk, ama önce azarlanıyorduk, sonra izin veriyorlardı.

Peki hala içeride çalışan sendikalı arkadaşlarınız var mı? Onlarla bu süreçte iletişiminiz nasıl, sizi destekliyorlar mı?

Ayşe: 100 kişi var şu anda içeride. Ancak onlar sessiz bir şekilde bekliyorlar. Biz direnişe başladığımızdan beri maaşlarında, primlerinde yükselme oldu. Normalde bayramda almaları gereken parayı, şu anda patrona bağlılık payı adıyla veriyorlar işçilere. Direnişi kırmak, içeride kalan arkadaşlarımızla aramızı bozmak istiyorlar. Sürekli toplantılar alıp bizim hakkımızda sorular soruyor, bizi kötülüyorlarmış. Bunları duyuyor, öğreniyoruz. Ancak arkadaşlarımızı ses çıkarmaya ikna etmemiz çok zor. Flormar işçileri memnun ediyor ki direnişe katılmasınlar. İşçiler de memnun, çünkü şimdiye kadar yaşadıkları sıkıntıların çoğunu bu süreçte yaşamıyorlar. Onların düşüncesine göre sendika fabrikaya girerse hepimiz hakkımızı almış olacağız, tabi onlar da… Ama işe geri alınmazsak da mevcut işlerini korumak istiyorlar.

Biz de onlardan bu süreçte çok bir şey beklemiyoruz aslında. Sendikalı olduklarını belli etmesinler, bizi savunmasınlar gerekirse. Bizim için önemli olan sendika üyeliklerini çekmesinler. Üyeliğini çekmeye başlayanlar oldu.

Bu alanda nasıl zorluklar yaşıyorsunuz? Polisler ya da patron nasıl bir tutum içinde?

Hatice: Bu alan öncesinde bu şekilde değildi. Yeşil çitler yoktu, tel örgüler yoktu, patronları sigaraya çıktıklarında görebiliyorduk. Ana kapıyı da sonradan siyah paravanla kapadılar, aynı şekilde güvenlik kulübesini de. İçeriyle bağlantımızı tamamen kestiler. Direnişin soğuk günlerinde ısınmak için çadır kurmuş ve ateş yakmıştık. Polisler önce çadır kurmamızı yasakladı; sobamızı, ateşimizi söndürmek istediler. Kaymakamlık ve valilik kağıt göndermiş yasak diye. Aynı zamanda “Kaldırım patronundur” denildi, kaldırımda beklememiz de yasaklandı. Polisler her gün bizimle buraya geliyor ve biz ayrılıncaya kadar bekliyorlar.

Peki direnişinize gösterilen dayanışma ne boyutta? Burada bir gününüz nasıl geçiyor?

Hatice: Asla yalnız değiliz, hep misafirlerimiz var. Gün içinde mutlaka gelen oluyor; beraber halay çekiyor, sohbet ediyoruz. Gelenler genelde alanda böylesi bir neşeyle karşılaştıklarından hem şaşırıyor hem mutlu oluyor. 8 Mart’ta da bizleri yalnız bırakmayacağını söyleyen bir sürü kadınla şimdiden iletişim halindeyiz.

Önümüzdeki süreçte planladığınız ve yapmayı istediğiniz bir eylem var mı?

Hatice: Aslında biz en başından beri direnişimiz yalnızca fabrika önünde kalmasın istedik. Flormar mağazalarının önüne gitmek, müşterileri boykota çağırmak iyi olur diye düşünüyoruz. Ancak bir yandan da her birimizin davası sürdüğü için bu eylemler dava sürecini olumsuz etkileyebilir mi diye soru işaretleri var. Daha önce bu şekilde katıldığımız eylemler de oldu. Onun dışında röportaj yapmak için, etkinliklerde direnişi anlatmak için aramızdan farklı yerlere giden arkadaşlar oluyor. Hepsini önemsiyoruz ancak burayı da boş bırakmamak gerekiyor. O yüzden etkinliklere topluca katılmıyoruz. Burada her zaman bekleyen birileri oluyor.

8 Mart’a dair kadınlara iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Biz 283 gündür direnen emekçi kadınlar olarak, emeğe ve direnişe saygı duyan bütün kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyoruz.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. sayısında yayınlanmıştır.

The post Flormar Değil Direniş Güzelleştirir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/03/03/flormar-degil-direnis-guzellestirir/feed/ 0
Meydan Kadınların https://meydan1.org/2019/03/03/meydan-kadinlarin/ https://meydan1.org/2019/03/03/meydan-kadinlarin/#respond Sun, 03 Mar 2019 09:28:44 +0000 https://test.meydan.org/2019/03/03/meydan-kadinlarin/ Meydan Gazetesi’nin 48. sayısı, diğer martlarda olduğu gibi yine kadınlar tarafından hazırlandı. Yazımından tasarımına, taşınmasından dağıtımına kadar kadınların rengi, eli, emeği var bu 48 sayfada. Devletin kadın mücadelesine yönelik saldırısının, erkek şiddetinin, kadın katliamlarının daha fazla yükseldiği bu zor dönemde kadın dayanışmasıyla çıktı Meydan’ın yeni sayısı. Patronların sömürüsüne, iş yerindeki adaletsizliklere karşı koyan, sendikalı oldukları […]

The post Meydan Kadınların appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi’nin 48. sayısı, diğer martlarda olduğu gibi yine kadınlar tarafından hazırlandı. Yazımından tasarımına, taşınmasından dağıtımına kadar kadınların rengi, eli, emeği var bu 48 sayfada.

Devletin kadın mücadelesine yönelik saldırısının, erkek şiddetinin, kadın katliamlarının daha fazla yükseldiği bu zor dönemde kadın dayanışmasıyla çıktı Meydan’ın yeni sayısı.

Patronların sömürüsüne, iş yerindeki adaletsizliklere karşı koyan, sendikalı oldukları için işten çıkarılan ve 283 gündür fabrika önünde direnişi sürdüren Flormar işçisi kadınlar var bu sayıda.

Ekonomi giderek kötü bir hal alırken devletin, ezilenleri içine sürüklediği krize karşı mücadele eden genç işçiler var.

Yerel seçimler yaklaşırken siyasi partilerin oy toplamak için hizmette sınır tanımadığı, seçime girecek adayların reklamını yapmaya başladığı dönemdeyiz. Bugüne kadar kadınların özgürlüğü adına tek bir cümle söylememiş üstüne bir de kadınlara sözleriyle, politikalarıyla saldıran siyasi partilerin bu seçimde planladıkları kadın aday stratejileri var bu sayıda.

İzmir’i Şirin’e, uyuyan güzele benzeten erkek politikaciların dilindeki ataerkiden kente yükledikleri anlama; tarihteki ilk örneklerinden bugüne ataerkiyle yükselen kentlere kadar kent ve kadının ilişkisi var.

İspanya’dan Fransa’ya, Yunanistan’dan İtalya’ya dünyanın dört bir yanında ataerkiye, erkek egemenliğine, iktidara karşı mücadele eden anarşist kadınların 8 Mart dayanışma mesajları, bizlere bıraktıkları anarşizm geleneğiyle ilham kaynağımız olan anarşist kadınların hikayeleri var.

Anarşist Kadınlar olarak her 8 Mart’ta olduğu gibi bütün kadınları sokaklara, meydanlara çağırıyoruz. Kadınların sesini Meydan’dan duyuruyoruz.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. sayısında yayınlanmıştır.

The post Meydan Kadınların appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/03/03/meydan-kadinlarin/feed/ 0
KARA MOR İSYANLA ÖZGÜRLÜĞE https://meydan1.org/2019/03/02/kara-mor-isyanla-ozgurluge/ https://meydan1.org/2019/03/02/kara-mor-isyanla-ozgurluge/#respond Sat, 02 Mar 2019 17:46:16 +0000 https://test.meydan.org/2019/03/02/kara-mor-isyanla-ozgurluge/ Kara Mor Bir İsyan Bizimkisi Siz hiç bir kelimeyi boğazınız acıyıncaya, sesiniz kısılıncaya, nefesiniz kesilinceye kadar haykırdınız mı? Hiç bir bez parçasının altında koştunuz mu ya da o bez parçasının bir ucundan sımsıkı tutup uzunca yollardan ya da kestirmelerden yürüdünüz mü? Hiç tanımadığınıza, bir selamlık tanıdığınıza ya da yıllardır aynı düşüncenin aynı yaşamın yolunda yoldaş […]

The post KARA MOR İSYANLA ÖZGÜRLÜĞE appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Kara Mor Bir İsyan Bizimkisi

Siz hiç bir kelimeyi boğazınız acıyıncaya, sesiniz kısılıncaya, nefesiniz kesilinceye kadar haykırdınız mı?

Hiç bir bez parçasının altında koştunuz mu ya da o bez parçasının bir ucundan sımsıkı tutup uzunca yollardan ya da kestirmelerden yürüdünüz mü?

Hiç tanımadığınıza, bir selamlık tanıdığınıza ya da yıllardır aynı düşüncenin aynı yaşamın yolunda yoldaş kaldığınıza el uzatmanın tadından geçtiniz mi?

Hiç düşlediniz mi benden başkaları da var mı, benim gibi düşünüp düşleyen diye?

Gümbür gümbür attı mı hiç yüreğiniz, duyuldu mu çok çok uzaklardan? Peki siz de duydunuz mu, başka yüreklerde çarpan heyecanı hissettiniz mi bitmeyecekmişcesine?

Hayal ettiniz mi hiç, bir ben daha olsa neler yapardım diye?

Korkmadığınız oldu mu kaybetmekten, vazgeçemediklerinizden vazgeçtiniz mi, her oyunu kazanmaktan bıktınız mı, beraberliğin çok güzel olduğunu hiç anlayabildiniz mi?

Karşılıksız, almadan bir şeyler vermenin, vermeden almanın imkansız olmadığını gördünüz mü hiç?

Sordun mu hiç uzakta, önünde, arkanda, belki yanıbaşında var mı senin gibisi?

Hoşgeldin, gir içeri…

Merhaba kızkardeşim, hoşgeldin!

Aynı dertten dertlendik, yorulduk. Demek ki aynı acı acıttı üzdü bizi, kızdırdı, korkuttu. Aynı sevinç coşturdu, aynı öfke büyüdü içimizde, aynı mücadele buluşturdu bizi. Ben buldum seni, sen buldun beni; kızkardeşim hoşgeldin!

Biz, biz olunca yorulmak bilmeyeceğiz; aşacağız tüm dertleri. Acımayacak artık ne bedenimiz ne de ruhumuz. Korkmayacağız gölgelerinden ve asla kaçmayacağız. Üzülmeyeceğiz, üzüntümüz öfkemizin tohumları olacak; onları ekeceğiz her yere ve biz yeniden birlikte yeşereceğiz. Sevinçlerimiz çoğalacak, her yerden duyulacak seslerimiz: Asla ama asla vazgeçmeyeceğiz! Biz buluştuk ya, mücadelemiz işte böyle böyle büyüyecek. Yenilmeyeceğiz, biz kazanacağız kızkardeşim!

Onlar bizim karşımızda, hep karşımızda olacaklar ve yasaklayacaklar ve saldıracaklar tüm güçleriyle. Biz de tam karşılarında olacağız ve dimdik duracağız, “Her yerde varız ve her yerde var olacağız!” demek için dimdik duracağız.

Kara mor bir isyan bizimkisi! Öylesine bir isyan ki bir güne sığmaz, öylesine bir isyan ki bir günü beklemez. Öylesine bir an ki şimdi şu an devrim olur. Biz her gün devrim olacağız, tüm iktidarları ve onların egemenliklerini kadınlarla yıkacağız!

Anarşist Kadınlar

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. sayısında yayınlanmıştır.

The post KARA MOR İSYANLA ÖZGÜRLÜĞE appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/03/02/kara-mor-isyanla-ozgurluge/feed/ 0
Namme’den Mektup Var – Kadınlar Dayanışmaya! https://meydan1.org/2018/10/04/nammeden-mektup-var-kadinlar-dayanismaya/ https://meydan1.org/2018/10/04/nammeden-mektup-var-kadinlar-dayanismaya/#respond Thu, 04 Oct 2018 11:48:48 +0000 https://test.meydan.org/2018/10/04/nammeden-mektup-var-kadinlar-dayanismaya/ Umutsuzluğumun tüm hayatımı ele aldığı, soluduğum nefesin yaşamama yetmediği, kendimi ifade edememenin, anlaşılmamanın ağırlığında ezilirken bu zorlu süreçte rehberim olan güzel insanlara; önyargısız, empati duygularıyla yaklaşan tüm dostlara kucak dolusu sevgi ve saygılarla MERHABA. Hayatımın neresinden başlayıp anlatmak gerekir bilemiyorum. Hiç yaşamamış olmayı çok istedim. Ama hayat her zaman istediğimiz gibi ilerlemediği gibi hayat tecrübelerimizi […]

The post Namme’den Mektup Var – Kadınlar Dayanışmaya! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

2 yıldan uzun bir süredir Namme Öztürk, kendisini savunarak erkek cinayetine kurban gitmediği için tutuklu yargılanıyor. Birkaç ay öncesinde boşandığı erkekten buna rağmen kurtulamayan Namme Öztürk, duruşmalara tutuklu bulunduğu Bakırköy Kadın Hapishanesi’nden getilerek katılıyor. Uzun süredir tutukluluk durumu değişmese de dava süreci takip edildiğinde son süreçte olumlu gelişmelerin yaşandığı söylenebilir. Boşandığı erkeğin tecavüzüne maruz kalmaya devam ettiği adli tıp raporuyla kanıtlanan Namme Öztürk’ün tutukluluk halini iki hakim devam ettirirken son iki duruşmadır kalan diğer üye, Namme’nin serbest bırakılması gerektiğini belirterek karara şerh koyuyor. Dikkat çekici olan husus, son iki duruşmada üç hakimden ikisinin erkek, birinin kadın olması ve sadece kadın hakimin Namme’nin serbest kalması gerektiğini belirtmesi…

Son duruşmada ise savcı mütalaasını verdi ve adli tıp raporuna özellikle vurgu yapıp Namme Öztürk’ün meşru müdafaada bulunduğunu belirterek insan öldürme suçundan Namme’nin beraatini istedi. Ancak olay günü Namme, eve girmeye çalışan abisini olayın şokuyla tanımayıp yanlışlıkla elini yaraladığı için de suçlanıyordu, o suçtan cezalandırılması istendi.

Sonuç olarak davada karar aşamasına gelinmiş olup 12 Ekim’deki duruşmada mahkeme heyeti herhangi bir aksiliğin olmadığı durumda Namme Öztürk hakkındaki kararını açıklayacak.

 

“Tek suçlu ben miyim?” diyor Namme Öztürk, 8 celsedir “sanık” olarak yargılandığı davanın son duruşmasında. “Boşanmak bizde yok” diyen ailemin; defalarca şiddet görerek gittiğim karakoldan “Olur böyle şeyler” diyerek beni kovan polislerin hiç suçu yok mu?” diye soruyor. Yıllarca evli olduğu erkeğin tacizine, tecavüzüne, şiddetine uğrarken bunu görüp de görmemeye; duyup da duymamaya çalışan bütün insanlara soruyor.

Namme, yıllardır kendisine sistematik işkence uygulayan ve son olarak da öldürme teşebbüsünde bulunan eski eşi Kazım Aydemir’i öldürdüğü için tutuklu ve hapishanede şimdi. “Öldürmeseydim o beni öldürecekti” diyor. Ve tüm kadınları 12 Ekim tarihinde İstanbul Kartal Adliyesi’nde görülecek davaya çağırıyor.

Hep beraber görelim ve duyalım bu çığlığı. Kadın dayanışmasının yaşattığı bir güzel örnek daha Namme ve çocukları olsun. Namme’nin Meydan Gazetesi’ne yazmış olduğu umut dolu mektubunu sizlerle paylaşıyoruz.

Umutsuzluğumun tüm hayatımı ele aldığı, soluduğum nefesin yaşamama yetmediği, kendimi ifade edememenin, anlaşılmamanın ağırlığında ezilirken bu zorlu süreçte rehberim olan güzel insanlara; önyargısız, empati duygularıyla yaklaşan tüm dostlara kucak dolusu sevgi ve saygılarla MERHABA.

Hayatımın neresinden başlayıp anlatmak gerekir bilemiyorum. Hiç yaşamamış olmayı çok istedim. Ama hayat her zaman istediğimiz gibi ilerlemediği gibi hayat tecrübelerimizi acı anılarımızla ediniyoruz maalesef. Evliliğimin ilk yıllarından itibaren fiziksel, cinsel, psikolojik şiddetle karşılaştım. Ve bana bu zulmü hak gören severek evlendiğim, aşık olduğum adam. Hamileliğimin ilk aylarından doğum anına kadar şiddetin her türlüsünü gördüm. Bu sebepten her annenin çocuğu bir mucizedir ama benim mucizem çok daha büyük. O kadar dayağa rağmen inatla dünyaya gelmek istedi bebeğim.

Öğretilmişti, alıştırılmıştı “erkek aldatır”. Maalesef bunu kabullenmiştim de. Fakat kaç aldatan erkek eve gelip çocuğunun annesinin gözünün içine baka baka başka kadınlarla yaşadığı fantaziyi, aldığı zevki anlatacak kadar acımasız olur. Geceden başlayıp sabahlara kadar biz de uyuyamadık demelerine utancımdan vereceğim cevabım olmuyordu. Nasıl diyebilirdim “evde temizlik yaparken plastik kadın cinsel organı buldum ve çöpe attım” Onun olduğunu, onun satın aldığını, kredi kartı slibinin kutuda olmasına rağmen sorma cesareti bulamadığımı, sonucunda onu çöpe attığımı öğrendiğini ve “Ben ona bir sürü para verdim, daha hiç kullanmadım” deyip beni dövdüğünü.

Hiçbir şekilde iftira atmadım, yalan söylemedim. Mahkemede en ince ayrıntısına kadar araştırılsın istedim. İkinci bir erkekten asla bahsetmiyorum ama bana whatsapp’tan kadın fotoğrafları atıp “Üçümüz farklı bir şeyler deneyelim mi?” dediğinde “verdiğim tepki sonucunda dayağı yedim” diyemiyordum.

Tüm tutsak arkadaşlarımın cezaevindeki en kötü günleri bayram sabahları. Ben onlar kadar kötü hissetmiyorum kendimi, çok daha zor, kötü bayram sabahları yaşadım. Bayramların hayatımdaki önemini yitireli çok yıllar oldu. 2 çocuk annesi için kapıları çarpıp gitmek, başka şehirde yeni hayat kurmak hiç kolay olmuyor. “Gideceğim yerde hemen iş bulabilecek miyim, alacağım maaş yeterli olacak mı, çocuklarımın okula kayıtlarını halledebilecek miyim hemen, ya bizi orda da bulursa, çok kızmış olup bizi öldürür mü?” sorularına cevap bulamayınca çözümsüzlüğe kapılıyor insan.

Dünyalar tatlısı iki yavrum var benim. Her şeyin en güzelini hak eden iki güzel kuzum. Onlar için dayanmak zor gelmiyordu. Onların tercihi değildi böyle bir aileye sahip olmak onların tercihi değildi böyle bir hayatın parçası olmak. Tıpkı bana sahip çıkmayan “BİZDE BOŞANMA OLMAZ” diyen tabularını yıkamayan ailemi tercih etmediğim gibi.

Hamileliğimin son dönemlerine yakın bir günde inanılmaz şiddet gördüm. Dayanamadım, 155’i arayıp yardım istedim. Devriye ekibi geldi. Bir polis beni görünce “hamilesin sen” dedi. Ben de daha duyarlı olacağını sandım. Ağzım burnum kanlar içerisinde, cümlesinin devamını getirdi: “Hamilesin sen bu dönemde eşinin isteklerine cevap vermiyorsundur. Bu süreçlerde aile içi şiddete çok rastlıyoruz. Sonrasında geçer, sorunu çözersiniz.” dedi. Öylece kalakaldım. O anki çaresizliğimin tarifi yoktu ve orda bitmedi. Polisten yardım istediğim için çok daha fazla dayak yedim. Sonrasında 5 yıl kadar polisi arayamadım, yardım isteyemedim. Polisi arayarak yardım istemek gibi bir hatayı ikinci kez 2012 yılında yaptım. Sonuç aynı. Bir daha hiç aramadım. Aile içi şiddete karışmayan polisler, aile içi cinayete çok çabuk müdahale edip tanıklık bile yapabiliyorlar, ne yazık.

Artık kara günlerim bitsin istiyorum. İki yavrumu ben büyütmek istiyorum. Onlar anneleri ile yaşamayı hak ediyorlar. Bizim umutlarımız bir, hayallerimiz bir, yarınlarımız bir. Ancak biz birbirimizin yaralarını kapatabiliriz.

Ben bu dünyada en çok anneliği sevdim, en çok annelik yakıştı bana. Ben bu dünyada en çok iki güzel yavrumu sevdim.

Bu zorlu süreçte yanımda olan tüm dostlardan en büyük ricam iki yavruma destek olmanız. Onları yalnız bırakmamanız. Özellikle psikolog ve sosyolog desteği almalarını çok arzu ediyorum. Unutulmamalıdır ki, Ayetullah ve Miraç sadece benim evladım değil. Duyarlı, hassas, empati duyguları gelişmiş “İNSAN” olan herkesin evladı.

Her birinize ayrı ayrı teşekkür ederim. HOŞÇA, DOSTÇA KALIN. Özgür yarınlarda buluşmak dileğiyle…

Namme Öztürk /Bakırköy K. K. C. İ. K. / C-14 Koğuş

Bakırköy/İstanbul

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.

 

 

The post Namme’den Mektup Var – Kadınlar Dayanışmaya! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/10/04/nammeden-mektup-var-kadinlar-dayanismaya/feed/ 0
1 Kadın, 40 Erkek: “Kadınların #Yanındayız” – Pelin Derici https://meydan1.org/2018/10/04/1-kadin-40-erkek-kadinlarin-yanindayiz-pelin-derici/ https://meydan1.org/2018/10/04/1-kadin-40-erkek-kadinlarin-yanindayiz-pelin-derici/#respond Thu, 04 Oct 2018 09:56:48 +0000 https://test.meydan.org/2018/10/04/1-kadin-40-erkek-kadinlarin-yanindayiz-pelin-derici/ “Bir örgüte üye yazıldım, hatta kurucusuyum; yardım ve yataklık da edeceğim. Bu örgüt, 40 erkek ve 1 ‘elebaşı’ kadından oluşuyor. Bu 40 erkek, 1 kadının arkasına saklanmış da değil. Yanındalar. 40 erkeğin derdi şu: Türkiye’deki cinsiyet eşitsizliğini azaltmak. Örgüt: YANINDAYIZ Derneği” Kurucu üyelerinden gazeteci Uğur Gürses bu sözlerle anlatıyor Yanındayız Derneği’ni; “toplumsal cinsiyet eşitliği” savunusu […]

The post 1 Kadın, 40 Erkek: “Kadınların #Yanındayız” – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“Bir örgüte üye yazıldım, hatta kurucusuyum; yardım ve yataklık da edeceğim. Bu örgüt, 40 erkek ve 1 ‘elebaşı’ kadından oluşuyor. Bu 40 erkek, 1 kadının arkasına saklanmış da değil. Yanındalar. 40 erkeğin derdi şu: Türkiye’deki cinsiyet eşitsizliğini azaltmak. Örgüt: YANINDAYIZ Derneği”

Kurucu üyelerinden gazeteci Uğur Gürses bu sözlerle anlatıyor Yanındayız Derneği’ni; “toplumsal cinsiyet eşitliği” savunusu yapmak üzere yola çıkan ve neredeyse sadece erkeklerden oluşan ilk STK’yı. Kurucu başkanı kadın, kurucu üyelerinin tamamı erkek olan dernek, Türkiye’de “tam eşitlik” sağlanması için erkekleri hedef alan çalışmalar yaparak toplumsal cinsiyet eşitliğindeki dönüşümü hızlandırmayı amaçlıyormuş.

Kim O Kadın?

Gazetemizin 6. sayısında “21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri” bölümünde deşifre ettiğimiz TESEV’in (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı), girişimcilik yoluyla kadının iktidara ortak olmasını hedefleyen KAGİDER’in (Kadın Girişimcileri Derneği), seçimle ve atamayla belirlenen tüm karar organlarındaki kadın temsil oranlarını yükselterek kadınların özgürleşebileceğini sanan KADER’in (Kadın Adayları Destekleme Derneği) kurucu üyesi olan Nur Ger, Yanındayız Derneği’nin de kurucu başkanı. Nur Ger, aynı zamanda TÜSİAD’da Kadın-Erkek Eşitliği Çalışma Grubu’na da başkanlık ediyor. TÜSİAD’ın açılımı “Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği” iken Ocak 2018’de “Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği” olarak değiştirilmişti; bu kararda Nur Ger’in ve çalışma grubunun büyük etkisi vardı. Ancak şunu da hatırlatalım; marka değerini korumak için TÜSİAD kısaltması değiştirilmedi. Adamın A’sı, TÜSİAD’ın adam egemen yapısı gibi, aynı kalmıştı. Liberalizmin ekonomik serbestliği özgürlüğün yerini tutar mı, erkek dünyasına kadın eli değdirmek ne kadar özgürleştirir kadınları? Asıl sorular bunlar.

O Erkekler Kimler?

Hepsi alanının ünlü ve önemli isimlerinden oluşan kurucu üyeler, yönetim kurulu, tanıdık isimler ve onlar, erkekler: Agah Uğur, Ahmet Dördüncü, Ahmet Ümit, Arda Batu, Ata Selçuk, Bekir Ağırdır, Bernard Arkas, Burhan Karaçam, Bülent Gürcan, Cevdet Mercan, Cüneyt Yavuz, Can Ger, Alper Hasanoğlu, Bahadır Kaleağası, Bülent Atuk, Erkan Tozluyurt, Güven Sak, Ferhat Boratav, Gökhan Öğüt, Gönenç Gürkaynak, Görgün Taner, Hakan Güldağ, Laki Vingas, Mehmet Nane, Mert Fırat, Murat Yeşildere, Murat Yetkin, Necati Özkan, Okan Yılmazer, Bülent Bayraktar, Sami Kariyo, Selçuk Pehlivanoğlu, Sinan Altun, Soli Özel, Şükrü Ünlütürk, Tamer Saka, Tolga Egemen, Uğur Gürses, Yekta Kopan, Yetik Kadri Mert.

Bu isimlerden Agah Uğur, Borusan Holding İcra Kurulu Başkanı mesela. “İş Yaşamında Ayrımcılık İçeren Söz ve Davranışlardan Kaçınma Rehberi” hazırlayan, kadın-erkek eşitliği için yaptığı projeleri her yıl sonu faaliyet raporuna ekleyerek sosyal sorumluluklu kapitalist karnesine “yıldızlı pekiyi” ekleyen Borusan Holding. Doğanın ve yaşamın talanı konusunda aldığı “yıldızlı pekiyi”yi anlamak için 7 RES, 1 GES projesinde imzası olduğunu da unutmamak gerek. Bir yandan da Erzurum’un İspir ilçesi Aksu Vadisi’ne HES yapmaya çalıştığı için kapısında eylem yaptığımız holding.

Bir diğeri eski CNN TÜRK Haber Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Boratav. CNN Türk’te diğer medya kuruluşlarına göre daha fazla sayıda kadının üst düzey yönetici olduğunu söyleyerek avutuyordu panellerde kimi “kadınlara eşitlik” savunucularını.

Amacımız bu isimleri teker teker anlatmak değil, o kadar yerimiz de yok ama söyleyebileceğimiz bir kaç şey var. Çoğu “patron” bu erkeklerin. İstisnasız hepsi zengin, hepsi ünlü, hepsinin tuzu kuru…

Yine de hepsini bir tutamayız, yıl sonu faaliyet raporunu “sorumluluklu” projelerle doldurmaya çalışan kapitalistlerin yanında, meseleye samimiyetle yaklaştığını düşündüğümüz bir kaç isim de var aralarında. Ama kurunun yanında yaş da yanmaz mı? Yanar. İnsanları evsiz – hayvanları insiz bırakan, işçileri karın tokluğuna kölece koşullarda çalıştıran, derelerimizi kurutup can suyumuzu kesenler de var. Bugün bu erkeklerin hepsi, kadınların yanında olduklarını söylüyor. Yaşamın birçok alanında adaletsizliklerin bizzat faili olan bu isimlerin, kadınların özgürleşmesinde nasıl bir payının olacağına bizim aklımız ermedi pek. Ama asıl soruya dönelim.

Sorunumuz Eşitsizlik mi?

Biz kadınların sorunu, erkeklerle eşit olamamak değildir. Yaşamın her alanında saldırısına maruz kaldığımız, nefesimizi kesen iktidarın kendisidir sorun. Biz kadınların mücadelesini verdiğiyse eşitlik değil özgürlüktür. Kadının özgürlüğünün sadece eşitlikten geçtiğini iddia edenler, özgürlükten korkan kapitalistler ve liberaller ya da onlara kananlardır.

19. yy.’daki oy hakkı tartışmalarından bu yana seçme ve seçilme, temsiliyet gibi alanlarda sağlanacak eşitliğin, kadınları kendi kararlarını alan siyasi özneler haline getireceği iddia edilmiştir. Peki oy hakkı kazanıldı da ne oldu? Kadınlar özgürleşti mi bir anda? Hayır. Kadın için siyasi bir özne olabilmek seçim sandıklarına indirgendi; halbuki siyasi bir özne olabilmek erkeklerden ve erkek egemen kurumlardan siyasi, ekonomik, psikolojik ve cinsel açıdan bağımsız olmakla mümkündür. Kadının özgürlüğü, devletli politikaya dâhil olunup alınacak geçici reformlarla gerçekleşemez.

Peki ya ekonomik özgürlük dedikleri “serbestliği” elde ettik de ne oldu? Eşit işe eşit ücret verdiler de ne oldu? İşine gidip para kazanmak için çalışan, eve dönüp evin işleyişi için çalışan; yani iki kere çalışanlar olmadık mı? Kadının özgürlüğü, liberalizmin serbestlik anlayışıyla ve erkeğin bulunduğu statüye erişerek gerçekleşemez.

Ve kadınların özgürlüğü, erkeklerin onlara “yanındayız” diyerek eşitleşmeyi savunduğu kampanyalarla da değil; ancak kadınların el ele verip özgürlük için beraberce yürümesiyle gerçekleşebilir.

Erkekler Toplumsal Cinsiyet Meselesine Karışmasın mı?

Erkeklerin toplumsal cinsiyet meselesine dair söz söylemesi, bir şeyler yapmaya çalışması elbette olumludur. Ancak belirleyici olan sözün ya da eylemin var olması kadar içeriğidir de. Eleştirimiz içerikteki sıkıntılara dair, anlatalım biraz.

Bir iktidar formu olan ataerki tarafından kurgulanan erkeği tek başına suçlamak, elbette iktidarın yarattığı adaletsizliklerin çözümü olamazdı. Kadın mücadelesi, ataerkinin kadın/ezilen ve erkek/ezen diye iki cinsiyeti sürekli kurduğunu gözler önüne serdi; diğer cinsel yönelimler ise zaten yoktu iktidarın kurguladığı toplumsal cinsiyet rollerinde. “İktidarın vücut bulmuş hali sensin, sen iktidarsın.” denilen erkeğe “Erkek olmanın hakkını ver.” baskısı ve her an sistemin dışına atma tehdidi ile sürekli bir gözdağı verildi. Erkeğe, onun da sistemin mağduru olduğunu söyleyense -duyduğu bütün öfkeye rağmen- kadındı, kadın mücadelesiydi.

Hal böyleyken bir grup erkek bu rolleri yıkmak için yola çıksa anlarız. Bu rollerin yaşamlarında sebep olduğu adaletsizliklere çözüm arasa anlarız. Doğduklarında onlara verilen mavi kimlikle belirlenen karakterlerine ve kurdukları ilişki biçimlerine yoğunlaşsalar anlarız. Mesela sünnet meselesi. Bir araya gelerek sünnetin onlarda ve onların çocukluklarında nasıl bir travma yarattığını konuşabilseler, sünnetin gerekli olup olmadığını tartışsalar anlarız. Bıyıkları sakalları çıkmadı diye nasıl bunalıma girdiklerini, küpe taktıkları için nasıl aşağılandıklarını hatta mahalle baskısı yüzünden 60 yaşına kadar saçlarını uzatmak isteseler de uzatamama hallerini konuşsalar… Mesela asker olmanın erkek olmak sayıldığı, vatanın namusunun da koruyucusu olmanın ağırlığını, bu ağırlığı taşıyamayıp anti-sosyal kişilik saptamasıyla dışlanmayı tartışsalar çok ama çok güzel olurdu. Tüm bu yazdıklarımızın sebep ve sonuçlarına, en önemlisi de bu durumları ortadan kaldırma yöntemlerine yoğunlaşsalar anlarız. Baba-abi-eş rollerinden kurtulmaya kafa yorsalar; gündelik yaşamın işleyişini etraflarındaki kadınların omuzlarına bırakmak yerine birlikte yapmayı öğrenseler… Yemek yapmayı yada bebek bezi değiştirmeyi, vb. öğrenmeye niyetlenseler mesela, anlarız. Anlamakla kalmaz, her türlü dayanışmayı da gösteririz. Bunları yaparken erkekliği reddeden erkeklerin de yani eşcinsellerin de yanında olacaklarını, bu özgürlük mücadelesinde dayanışma ilişkileri kuracaklarını vaat etseler, daha da saygı duyarız.

Ama bu 40 erkek kalkmış diyor ki: Kadınların yanındayız! Olmayın. Bir fark edin önce, yürürken sizin de şakırdıyor zincirleriniz. Belki bizdeki zincirler kadar ağır değil, bükmüyor belinizi ama hareket kabiliyetinizi etkiliyor. Yani kadınları ekonomik alanda kendinizle eşitleyerek kurtarmak illüzyonu yerine siz de zincirlerinizden kurtulmaya bakın. Yanındayız demeyin, yanımızda olmayın. Bir de iktidarın adaletsizliklerinin sürdürücüsü olup sakın karşımıza çıkmayın; bu gerçekten çok önemli.

Pelin Derici

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.

The post 1 Kadın, 40 Erkek: “Kadınların #Yanındayız” – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/10/04/1-kadin-40-erkek-kadinlarin-yanindayiz-pelin-derici/feed/ 0
Kadınlar Yaşam İçin Mücadelede https://meydan1.org/2018/03/01/kadinlar-yasam-icin-mucadelede/ https://meydan1.org/2018/03/01/kadinlar-yasam-icin-mucadelede/#respond Thu, 01 Mar 2018 15:22:54 +0000 https://test.meydan.org/2018/03/01/kadinlar-yasam-icin-mucadelede/   Kadın ile doğa arasındaki ilişki, insanların hem doğa hem de kadın üzerine düşünmeye başladığından beri tartışılan bir konu. Avcı toplayıcı evrede, kadına düşen sorumluluğun toplayıcılık olması, (Genel olarak böyle kabul edilse de, azımsanmayacak kadar aksi örnek bulmak da mümkündür.) onun toprak ve iklimle erkeğe göre daha içli dışlı olmasına neden olmuştu. Doğayla kurulan bu […]

The post Kadınlar Yaşam İçin Mücadelede appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

2 Kasım 2017 İran Kirmanşah depremi

Kadın ile doğa arasındaki ilişki, insanların hem doğa hem de kadın üzerine düşünmeye başladığından beri tartışılan bir konu. Avcı toplayıcı evrede, kadına düşen sorumluluğun toplayıcılık olması, (Genel olarak böyle kabul edilse de, azımsanmayacak kadar aksi örnek bulmak da mümkündür.) onun toprak ve iklimle erkeğe göre daha içli dışlı olmasına neden olmuştu. Doğayla kurulan bu yakın ilişkiden hareketle birçok araştırmacı geçmişten edindikleri bilgiler ışığında kadının tohumu evcilleştirebildiğini, yani tarım yapmayı ilk öğrenenlerin kadın olduğunu iddia etmişlerdir.

İnsanlık macerası içindeki böylesine önemli bir gelişmenin kadın tarafından gerçekleştirilmesi şaşırtıcı değildir aslında. “Bereket ve verimin sembolü”, “insanla doğa arasındaki köprü” ya da “insanda doğayı temsil eden şahsiyet” olarak kadın farklı şekillerde, farklı zamanlarda tanrı katına dahi çıkartılmıştı. Kibele, Artemis, Diana ya da Athena… Her ne kadar bahsi geçen dinler ve inanışlar erkek aklın bir ürünü olsa da, bu tanımlamalar kadınlığın ve kadınların toplumsal yaşamdaki etkisinin oldukça güçlü olduğu zamanlardan daha yeni ve daha erkek zamana kalmış tortular olarak değerlendirilebilir.

Elbette, o günlerin üzerinden çok zaman geçti. Tarih yazılmaya başladığından beri onu yazan erkekler gün geçtikçe kadınları yaşamın en ücra köşesine doğru sürmeye; katletmeye, tecavüz etmeye, aşağılamaya devam etti. Fakat ne yaparsa yapsın, kadın ile doğa arasındaki ilişkiyi bir türlü tam olarak kesemedi. Kadın şifacıydı, ebeydi, köylüydü ve tohumların anasıydı. O yüzden cadı oldu, uğursuz oldu ve devamlı şeytanlaştırıldı.

Erkeğin Doğayı Dizginleme Çabası

Bu hikayenin diğer yanında erkeğin doğadan kopuşu ve onu fethetme uğraşı sürüp gidiyordu. Kadını köleleştirmeye girişen erkek, doğa karşısında da bütün dizginleri eline almaya niyetliydi. Tam “Niyetimi gerçekleştirdim, artık her şeyin sahibi ben oluyorum” dediği 1800 ve 2000 yılları arasında -yani sanayi devriminin bütün dünyaya korkunç bir şekilde yayıldığı zamanlarda- yepyeni bir şeyle karşı karşıya kalmaya başladı. Bugüne kadar öldürmeye çalıştığı şey ya da şeyler, artık onun türünü öldürmeye başlayacaktı. Küresel iklim değişikliği kapıyı iki kere çaldı. Kimse duymayınca -2000’lerin ilk 10 yılında- kapıyı kırıp paldır küldür içeriye girdi. İşte şimdi, ölme zamanı insana gelmişti. Fakat bu “insan” erkeğe göre doğayla daha fazla ilişkide olan kadın olacaktı.

Doğal Olmayan Afetlerin Doğal Mağdurları

Son dönemlerde yapılan araştırmalarda, küresel iklim değişikliğinin neden olduğu -doğal olmayan- afetlerde doğayla daha yakın temasta olan kadınların -genellikle kırsalda yaşayan kadınların- erkeklerden çok daha fazla etkilendiği açığa çıkmıştır. En belirgin ve en bilinen örneklerden bir tanesine göre, son yıllarda Endonezya ve Sri Lanka’da meydana gelen felaketlerde yaşamını yitirenlerin neredeyse 4’te 3’ü kadındır. 90’lı yılların başlarında Bangladeş’te yaşanan sel ve tsunamilerde yaşamını yitirenlerin %90’ı kadındı ve bu sayı erkek ölüm oranlarıyla karşılaştırıldığında 5 kat daha fazla ölüm oranı anlamına geliyordu. Öte yandan Eric Neumayer yaptığı çalışmaya göre, baz alınan 141 ülkede yaşanan tüm afetlerde kadınların ölüm oranı erkeklerinden en az 14 kat daha fazlaydı.

Yaşanan bu vakalarda, genelde şehirlerde yaşayan kadınlar değil daha çok kırsal alanlarda yaşayan kadınları kastediyoruz. Peki neden? Nedenleri de tıpkı sonuçları gibi toplumsal cinsiyet rolleri ile alakalı.

Mesela bir sel baskını ya da tsunami sırasında kadınlar yüzme bilmedikleri ya da ağaca veya yüksek bir noktaya tırmanamadıkları için kendilerini kurtaramıyorlar. Çünkü özellikle “üçüncü dünya ülkeleri”nde yüzmek ya da tırmanmak gibi beceriler erkeğe özgü hareketler olarak düşünüldüğü için kadınlara bunlar öğretilmiyor. Öte yandan böylesine doğa olayların yoğun yaşandığı birçok yerde kadınların yanlarında eşleri olmadan dışarı çıkması yasaklanmış durumda. O yüzden acil durum anında kadın ne olursa olsun eşini bekliyor. Tsunami dalgaları evi boğuncaya kadar, deprem yaşadığı evi yerle bir edinceye, fırtına evini kendisi ve çocuklarıyla beraber söküp alıncaya kadar bekliyor. Diğeriyle bağlantılı bir başka neden ise, kadının devamlı evde olmasından kaynaklanan erken uyarı sistemlerinden ve diğer önleyici unsurlardan bihaber olmasıdır.

Tüm bunlarla birlikte, çocukların ve evin bakımını üstlenen kadının gıda yetersizliği ve su kıtlığından erkeğe oranla daha fazla etkilenen ve etkilenecek olan cins olması pek de şaşırtıcı değil.

Su ve Kadın

Küresel iklim değişikliğinin en yakıcı ve en hissedilen sonuçlarından bir diğeri ise kuraklık. Özellikle kuraklıktan çok fazla etkilenen Afrika coğrafyasında suyu tedarik etmek geleneksel olarak kadınlara atfedilmiş bir iş olarak görülüyor. Bu yüzden su toplamak, su taşımak ve suyla yapılacak ev etkinliklerini yapmakla yükümlü olan kadın. Elbette bahsi geçen coğrafyada su kolay erişilebilir bir şey olmadığı için kadının neredeyse tüm günü su bulmaya çalışmakla geçiyor. Bu da zaten ağır koşullarda yaşamaya çalışan kadının iş yükünü arttıran hatta yaşamasını neredeyse imkansızlaştıran bir tehdide dönüşüyor. Afrika’da birçok bölgede kadınlar günde 8 saatlerini su bulmak için harcıyor. Sahra altı Afrika ülkelerinden birinde, bir kadın 8 saat su taşımanın ardından buna dayanamamış taşıdığı su kaplarını kırdıktan sonra kendini bir ağaca asıp intihar etmişti. Ve ne yazık ki susuzluk ve kadın hakkında anlatılan tek hikaye bu değil, kuraklığın olduğu her yerde benzer hikayelere rastlamak mümkün.

İşte Bu Yüzden Kadınlar Hep En Ön Safta

Suyun ve gıdanın yokluğu, toplumsal cinsiyet rollerinin dayattığı kölelik biçimleri, taciz, tecavüz ve şiddetin günbegün kadınların üzerinde daha büyük bir baskı aracına dönüşüyor olması oldukça vahim. Öte yandan küresel iklim değişikliğinin her ne kadar kadınları daha çok etkilediği gözlemlense de, bütün olarak bakıldığında önüne geçilmezse dünya üzerindeki tüm cins ve türleri tehdit ettiği ise aşikar.

Fakat yapılan gözlemler gösteriyor ki kadınlar kendilerine ve tüm doğaya yapılan bu saldırılara karşı her zaman kendini eve kapatmıyor. Uygun koşulları bulduğu anda bunlara karşı çıkmak için kendini sokağa atıyor. Bugün Güney Amerika’da verilen su mücadelesinden tutun da Karadeniz’de ki HES mücadelesine kadar; kentlerde verilen yıkım karşıtı mücadeleden, nükleer karşıtı eylemlere kadar hep en önde kendini gösteriyor.

Nasıl saydığımız nedenlerden doğru bir erkek işi olan küresel iklim değişikliğinin en büyük mağdurlarından biri kadın oluyorsa, yine bu nedenlerden dolayı küresel iklim değişikliğine karşı verilen mücadelede de kendini en öne atan kadın oluyor.

Üstelik bu sefer kadınların mücadelesi sadece kadınları değil herkesi ve her şeyi kurtarıyor!

Aysel Özdemir

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 44. sayısında yayınlanmıştır.

The post Kadınlar Yaşam İçin Mücadelede appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/03/01/kadinlar-yasam-icin-mucadelede/feed/ 0
Tarihteki Anarşist Kadınlar (4) https://meydan1.org/2018/03/01/tarihteki-anarsist-kadinlar-4/ https://meydan1.org/2018/03/01/tarihteki-anarsist-kadinlar-4/#respond Thu, 01 Mar 2018 15:14:59 +0000 https://test.meydan.org/2018/03/01/tarihteki-anarsist-kadinlar-4/ Biz sabahtan akşama kadar dokuma tezgahlarında dirsek çürütüyoruz. Saatler sonra kan ter içinde eve gittiğimizde, bizden bir de evimize karşı sorumluluklarımızı yerine getirmemiz bekleniyor. Bütün gün emeğimizi ucuza satmamız yetmez gibi, hayatımızın geri kalanını da ataerkiye bedavaya vermemiz gerekiyor. Bu hayat bizim, bedelini biz biçeriz ve özgürlük paha biçilmez! Kalbi Anarşizm İçin Atan Bir Kadın: […]

The post Tarihteki Anarşist Kadınlar (4) appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

Sokakta, evde, fabrikada, yaşamın her alanında var olan erkek egemenliğine karşı yine yaşamın her alanında verilen mücadele, tarih boyunca kadınların özgürlüğünün tek yolu olmuştur. Kadınlar erkeğin iktidarına boyun eğmeyerek yaşam ve özgürlük için kimi zaman sokaklarda, kimi zaman barikatlarda, kimi zaman fabrikalarda isyanlarını haykırmış ve mücadeleyi örgütlemiştir.

Tarih, bütün coğrafyalarda bütün iktidar biçimlerini reddederek “benlerden biz olmak” için, yani anarşizm için mücadele etmiş ve anarşizmi toplumsallaştırmış kadınlarla doludur.

Meydan Gazetesi’nin kadınlar tarafından çıkartılan bu (Mart) sayısında da erkek iktidarlara karşı mücadele eden ve anarşist mücadeleyi yükselten kadınların hayat hikayelerini paylaşıyoruz.

Biz sabahtan akşama kadar dokuma tezgahlarında dirsek çürütüyoruz. Saatler sonra kan ter içinde eve gittiğimizde, bizden bir de evimize karşı sorumluluklarımızı yerine getirmemiz bekleniyor. Bütün gün emeğimizi ucuza satmamız yetmez gibi, hayatımızın geri kalanını da ataerkiye bedavaya vermemiz gerekiyor. Bu hayat bizim, bedelini biz biçeriz ve özgürlük paha biçilmez!

Kalbi Anarşizm İçin Atan Bir Kadın: Fanya Baron

Tam adıyla Fanya Anisimovna Baron, 1887 yılında Rus İmparatorluğu’na bağlı Litvanya’nın Vilnius bölgesinde dünyaya geldi. O günlerde fırıncılık yapan anarşist Aaron Baron’la hayatını birleştirdi ve ABD’ye taşındı. Fanya’nın ailesi örgütlü bir aileydi, kardeşleri Chicago işçi hareketi içerisinde aktif isimlerdi. Fanya, ABD’ye gittiğinde Aaron ile birlikte Lucy Parsons’un aylık anarşist gazetesi The Alarm için yazılar yazmaya başladı. Burada Lucy Parsons ve Aaron Baron’la birlikte açlık grevleri de dahil birçok eylem örgütledi.

Sonrasında devrimci mücadelenin yükselmekte olduğu Rusya’ya geri döndü. Ukrayna’da çalışmalarını yürüten Nabat Konfederasyonu’na katıldı. Volin ve Peter Arşinov’la birlikte Mahnovist Hareket’in Kültür ve Eğitim Birliği’ni örgütledi. 1920 yılında anarşistlere yönelik gerçekleştirilen ÇEKA baskınlarında yoldaşlarıyla birlikte gözaltına alındı. Sadece Bolşevikler’e muhalefet ettiği için 13 yoldaşıyla beraber hiçbir yargılama süreci olmadan Taganka zindanına atıldı.

1921 baharında Ryazan hapishanesindeydi. 10 Temmuz günü dokuz yoldaşıyla beraber “Underground Anarchists” isimli gizli bir anarşist grubun yardımıyla hapisten kaçtı. Aaron’un Bolşevik kardeşinin ihbarıyla yakalandı. 29 Eylül 1921 tarihinde ÇEKA subayları tarafından “Sovyet karşıtı eylemleri” gerekçesiyle vurularak katledildi.

Emma Goldman “Rusya’daki Hayal Kırıklığım” adlı broşüründe ondan şöyle bahsediyor; “Fanya, insanlıkla kutsanmış bir rus kadınıydı. Amerika’dayken bütün zamanını ve fabrikada çalışarak kazandığı üç kuruş parayı anarşist propagandaya ayırdı. Büyük kalpli kadın, hayatını toplumsal devrime adadı ve devrimin koruyucusu gibi davranan insanlar tarafından katledildi.”

“Bin Eylemciden Daha Tehlikeli” Bir Kadın: Lucy Parsons

Lucy E. Parsons, anarşizm ve radikal işçi hareketinde en önemli isimlerinden biriydi, 1853 yılında Teksas’ta bir köle olarak dünyaya geldi.

1870 yılında -kendisi gibi, bir mücadele insanı olan- anarşist Albert Parsons’la yaşamını birleştirdi. Ancak bir siyah ve beyazın birlikteliği ırkçı tepkiler almalarına yol açıyordu. Sonrasında Chicago’ya taşındılar ve burada işçiler, işsizler, kadınlar arasında örgütlenmeye başladılar.

Chicago’daki yıllarında Lucy bir terzi dükkanı açtı, burada mücadeleye maddi destek sağlamaya çalıştı. Özellikle kadın işçiler, işsizler, evsizler ve savaş mağdurları hakkında yazılar yazdı. Sonraki yıllarda iki çocuğu oldu. Zamanla yazıları ve konuşmalarıyla sadece Chicago işçileri için değil, dünya anarşizmi için önemli bir figür haline geldi.

Aynı zamanda IWW’nin (Dünya Endüstriyel İşçileri) kuruluşundaki etkili isimlerden ve en önemli destekçilerinden biri oldu. Chicago Emniyet Müdürlüğü tarafından “bin eylemciden daha tehlikeli” olarak nitelendirilen Parsons, Haymarket anarşistlerinin dava sürecinde dayanışmayı örgütleyen isimdi. Mahkemedeki konuşmasında “Eğer ben orada olsaydım, o katil polislerin işçilerin üzerine geldiğini görseydim, bombayı bizzat kendim atardım!” dedi.

Albert Parsons ve diğer Haymarket anarşistlerinin katledilişinin ardından mücadelesine sarıldı. 1892’de Freedom’ın editörüydü. 1905’te sendikal hareketlere destek veriyordu, The Liberator’ı yayınladı. Yükselen ırkçılığa karşı Afro-amerikalıların savunma birliklerini örgütleyenlerden biriydi.

89 yıllık yaşamının her anı mücadeleyle geçen Lucy’nin yaşlılığında gözleri onu yarı yolda bıraktı, ancak yüreği ezilenler için çarpmaktan bir an bile vazgeçmedi. 1942’de Chicago’daki evinde çıkan yangın sonucu yaşamını yitirdi.

“Kendimizi tüm mahkemelerin, polislerin, memurların ya da askerlerin yarın tek hamlede ortadan kaldırılmasını umut etmekten alamıyoruz.”

İmparatorluğa Meydan Okuyan Bir Kadın: Ito Noe

Ito, 1895 yılında toprak aristokratı bir ailenin çocuğu olarak Japonya Kyushu’nun doğu adalarından birinde dünyaya geldi. Liseden mezun olduktan sonra iradesi dışında evlenmeye zorlandı, çareyi Tokyo’ya kaçmakta buldu.

Tokyo’ya geldiğinde Hiratsuka Raicho isimli anarşist bir kadının kurduğu Seitosha (Mavi Çoraplılar) isimli örgütlenmeye dahil oldu ve Seito ismindeki kadın dergisinde yazılar yazmaya başladı. 18 yaşında başladığı yazarlık sürecinde hızla kendini geliştirdi ve derginin editörlerinden biri oldu. Başta İngilizce olmak üzere birçok dilde kendini geliştirdi. Emma Goldman’ın makalelerini Japonca’ya çevirdi. Özellikle Kropotkin ve Goldman’dan 80’in üzerinde metin çevirdi.

1919’da Osugi, Wada Kyutaro ve Kondo Kenji ile beraber ilk işçi yayınını çıkardılar ve Japon anarşist hareketinde en bilinen isimlerden oldular. Ito ayrıca 1921’de bir kadın örgütlenmesi olan Sekirankai’nin kuruluşuna yardım etti.

O dönemde Japonya’da anarşist olmak, yeraltında yaşamaya mahkum olmak demekti. Kotoku Shusui, Kanno Sugako ve 10 yoldaşı imparatoru öldürmekle suçlanarak katledilmişti.

1923 yılında gerçekleşen Büyük Kantō Depremi’ndeki karışıklıktan faydalanan polis, Harumi Setouchi, Ito, Ōsugi ve altı yaşındaki yeğenleri Tachebana Munekazu’yu gözaltına aldı. Depremden sonra yangınlar çıkarmak ve yağma yapmakla suçlanıyorlardı. Osugi ile beraber yıllarca Kempei-tai gizli polisinin ölüm listesinde yer almıştı ve onların gizli hücrelerinde boğularak katledildi.

Bir Düşünce ve Eylem Kadını: Simone Weil

Ünlü Fransız felsefecisi ve anarşist Simone Weil, 3 Şubat 1909 tarihinde Paris’te doğdu. Yahudi kökenli olmasına rağmen agnostik bir ailede dini dogmalara maruz kalmadan büyüdü. On iki yaşında Antik Yunanca öğrenerek ileri düzeyde kitapları okuyabiliyordu.

Gençliğinde işçi hareketlerine sempati duymaya başladı. Önceleri kendini sosyalist olarak nitelendiriyordu. 1931 yılında felsefe öğretmeni oldu, işsizler ve grevdeki işçiler arasında da örgütleniyor, yerel eylemlere katılıyordu.

Stalin’e tepki duymasıyla başlayan yolculuğu anarşizme ulaşmasıyla daha da radikalleşmesini sağladı. 1934 yılında kullandığı özgürleştirici yöntemler otoriteler tarafından uygun bulunmadı ve öğretmenlikten uzaklaştırıldı. Fransa banliyölerinde Renault fabrikasında çalıştı. Buradaki yıllarında ağır koşullar altında çalışan Simone, neredeyse kazandığı tüm parayı işçi mücadelesine vermişti.

1936 yılında kötüye giden sağlık durumu ve öğretmenliğe geri dönme çabaları arasındaki umutsuzluk döneminde ortaya çıkan İberya Devrimi, onun yaşam enerjisini yeniden yükseltti. Durruti Birliği’ne katıldı ve özellikle cephe gerisinde yaralıların tedavisinden sosyal-kültürel faaliyetlere, eğitim çalışmalarına, yaşlı ve çocukların bakımına kadar birçok alanda devrimin inşası için çalıştı. Franco’nun iktidarı ele geçirmesinin ardından Fransa’ya dönen Simone, anti-faşist direniş hareketine destek vermiştir.

Dünyada anarşist kimliğinden ziyade felsefeci ve yazar olarak ün salmıştır. Mistik bir felsefeci olan Simone’un felsefesinde Platon, Kant ve Descartes etkisi hissedilir. Spinoza’dan da etkilendiğini, onun bağımsızlığı ve cesaretine hayranlık duyduğunu söylemiştir.

1943’te tüberküloz teşhisi konmasına rağmen siyasi faaliyetlerine ara vermemiş, direniş hareketi için çalışmaya devam etmiştir. Doktorlar ona çok yemek yemesi gerektiğini söylediğinde “işçiler ne kadar yemek yiyorsa ben de o kadar yiyeceğim” demiştir. Özel bir tedaviyi reddetmiş, 1943 Ağustosu’nda, 34 yaşındayken kalp yetmezliğinden yaşama veda etmiştir. 

Faşizme Karşı Dimdik Duran Bir Kadın: Marie Louise Berneri

1 Mart 1918’de Floransa yakınlarındaki Arezzo bölgesinde dünyaya geldi. Tanınmış anarşistler Camillo ve Giovannia Berneri’nin kızıydı. Babası Camillo sosyalist bir mücadele geleneğinden geliyordu, 1920’li yıllarda anarşist mücadeleye katılmıştı. Mussolini iktidarı döneminde, 1926’da Fransa’ya sürgün edildi. Fransa, yavaş yavaş antifaşist mücadelenin merkezi haline geliyordu. Ailesindeki devrimci karakterlerden etkilenen Marie Louise, genç yaşta ailesiyle birlikte mücadeleye atıldı.

1930’ların ortasında Sorbonne Üniversitesi’nde Psikoloji okumaya başladı. Bir yandan da devrimci faaliyetlere yoğunlaşan Marie Louise, Luis Mercier Vega, S. Parane ve Ridel’le birlikte anarşist dergi Revision’ı yayınlamaya başladı.

İberya Devrimi’nin örgütlenmeye başlamasıyla beraber babası Camillo İspanya’ya gitti, Aragon cephesinde faşistlere karşı savaştı. Marie Louis de iki defa İspanya’ya gitti. 1937 yılının Mayıs ayında komünistlerin babasına düzenlediği suikastin ardından, son görevini yapmak için yoldaşının yanı başındaydı. Sonrasında İngiltere’ye döndü ve Vernon Richards’la yaşamını birleştirdi. Kardeşi Giliane, babasının katledilmesinin ardından mücadeleye daha sıkı bağlandı. Anneleri Giovanna ise 1920-30 yılları arasında gerçekleştirdiği antifaşist, anarşist faaliyetleri gerekçe gösterilerek Fransa devleti tarafından hapse atıldı. Savaş sona erene kadar tutsak edildi. İberya Devrimi kanla bastırıldıktan sonra yetimlerin ve göçmenlerin yaşaması için dayanışma kampanyaları organize etti.

1936’dan yaşamının son anına kadar Freedom Yayınevi’nden çıkan bütün yayınlarda onun imzası vardı. Devrimle ilgili yazılara yer verilen Spain and the World’ün maddi ve manevi en büyük destekçisi oldu. Burada Vernon Richards, Albert Meltzer, Tom Brown, Mr and Mrs Leach ve Sturgess’le beraber yazılar yazdı. 1939’da War Commentary’e yazılar yazdı ve savaş karşıtı propagandanın örgütleyicilerinden oldu. Savaştan sonra Revolt!’un yayın ekibinde yer aldı.

1948’de sıkıntılı bir hamilelik sürecinin ardından çocuğunu kaybetti. Bir yıl sonra 13 Nisan’da bir virüs enfeksiyonu sonucu yaşamını yitirdi. Zeki ve derin bir çalışma disiplinine sahip devrimci anarşist Marie Louis’in genç yaştaki (31) ölümü, yalnızca dostları ve yoldaşları için değil, tüm anarşist hareket için büyük bir trajediydi.

Anarşizmin Dokumacısı: Teresa Claramunt

Teresa, 1862 yılında İspanya’nın Huesca, Barbastro bölgesinde doğdu. Doğumundan birkaç yıl sonra ailesi iş bulma umuduyla Barcelona’nın sanayi bölgelerinden Sabadell’e taşındı. Bir tekstil işçisi olarak dokumacılar ve eğiriciler arasında mücadeleye başladı. 1884’te özellikle Tárrida del Mármol’ün fikirlerinden etkilenerek Sabadell’de bir kadın örgütü kurdu. Zamanla tekstil işçileri arasında ajitasyonları, konuşmaları ve yazılarıyla bilinen bir devrimci haline geldi.

1898’de Liceo Operası’nın bombalanmasının ardından tutuklandı. Bu eylem bireysel bir eylem olmasına rağmen bütün anarşist harekete yönelen bir şiddet dalgasına bahane olarak kullanılmıştı. Teresa 1896’da da Cambios Nuevos bombası gerekçe gösterilerek -bu kez ilham kaynağı Tarrida ile birlikte- tutsak edilmişti.

Tutsaklığın ardından Fransa ve İngiltere’de iki yıl dokumacı olarak çalıştı. 1898’de Montjuich duruşmalarına karşı çalışma yürütmek için Barcelona’ya geri döndü. Cambios Nuevos bombasından sonra birçok anarşiste işkence uygulanmış, uzun hapis cezaları verilmiş ve 5’i katledilmişti.

1901 yılında sendikalist hareket içinde aktifleşmeye başladı. El Productor’un yayınlanmasında yer aldı. Bir yıl sonra metal işçileri arasında bir genel grev yayılmaya başladı. Örgütlediği tekstil işçileriyle beraber hem oraya katıldı, hem de başka grevler düzenledi. Sonrasında birçok propaganda turuna çıktı.

Konuşmacılığının yanında üretken de bir yazardı, İberya Devrimi’ne giden süreci ören dergilerde yazdı. Teresa’nın yazıları El Productor, El Rebelde, Tribuna Libre, El Productor Literario, El Porvenir del Obrero, Fraternidad, La Alarma, El Proletario, Buena Semilla isimli dergi ve gazetelerde yayınlandı.

Evi, dönemin genç anarşistleri Durruti, Ascaso ve Oliver için buluşma yeriydi. Deneyimi ve mücadelesiyle İberya devrimcilerinin en büyük ilham kaynaklarından biri oldu. 1929’da son mitingine katılmasından iki yıl sonra ise yaşamını yitirdi; cenazesine 50.000 kişi katıldı. İsmi, Falanjist devletin tüm baskılarına rağmen Barcelona’nın dokuzuncu bölgesindeki bir sokak isminde ve yüreklerimizde yaşamaya devam ediyor.

Pelin Derici

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 44. sayısında yayınlanmıştır.

The post Tarihteki Anarşist Kadınlar (4) appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/03/01/tarihteki-anarsist-kadinlar-4/feed/ 0