Yazardan – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sun, 30 May 2021 14:46:07 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Tuğlaları Siz Koydunuz, Duvarınızı Yıkacağız https://meydan1.org/2021/05/29/tuglalari-siz-koydunuz-duvarinizi-yikacagiz/ https://meydan1.org/2021/05/29/tuglalari-siz-koydunuz-duvarinizi-yikacagiz/#respond Sat, 29 May 2021 14:30:09 +0000 https://meydan1.org/?p=72626 Özellikle sosyal medyanın gelişimiyle yaşamlarımızda daha da önemli bir yer tutan dijital iletişim olanakları “sayesinde” hızlıca tüketilip yenilerinin beklenir olduğu Sedat Peker videolarındaki ifşaatlar, devletin iktidar koalisyonunda yeni bir kırılmayı açığa çıkardı. Devletin iktidar koalisyonunda, 7 Şubat 2012 MİT Krizi ve 17-25 Aralık 2013 Yolsuzluk Operasyonları sonrası AKP-Cemaat arasında yaşanan kırılmanın bir benzerinin gerçekleştiği bu […]

The post Tuğlaları Siz Koydunuz, Duvarınızı Yıkacağız appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Özellikle sosyal medyanın gelişimiyle yaşamlarımızda daha da önemli bir yer tutan dijital iletişim olanakları “sayesinde” hızlıca tüketilip yenilerinin beklenir olduğu Sedat Peker videolarındaki ifşaatlar, devletin iktidar koalisyonunda yeni bir kırılmayı açığa çıkardı.

Devletin iktidar koalisyonunda, 7 Şubat 2012 MİT Krizi ve 17-25 Aralık 2013 Yolsuzluk Operasyonları sonrası AKP-Cemaat arasında yaşanan kırılmanın bir benzerinin gerçekleştiği bu süreçte, “malumun ilamı” şeklinde nitelendirmeyi hak eden ise devletin bizatihi mafya-çete yapısına sahip olduğu gerçeğinin ifşasıdır. Bir çetecinin, mensubu olduğu ancak şu sıralar denklem dışı bırakıldığı anlaşılan devlet adlı büyük çeteye dair ifşaatları, yaşadığımız coğrafyanın katliamlarla dolu tarihini bir kez daha hafızalarımızda tazeledi. Devletin gerçekleştirdiği bu katliam ve cinayetlerdeki ana motivasyon ve söylemin “bayrak, vatan, din” eksenine oturduğunu, tüm bunların yine bizzat devletin gözetimi ve teşviki ile başta uyuşturucu ticareti olmak üzere, bilumum mafya yöntemleri kullanılarak hayata geçirildiği görüldü.

Görünürde, devletin kontrgerilla örgütlemesinin önemli isimlerinden Mehmet Ağar ile Süleyman Soylu’yu hedef alan ifşaatlar, bir yandan Ağar’ın 90’lardaki fail-i devlet cinayet ve katliamlarındaki ortağı Korkut Eken’i, diğer tarafta da Soylu üzerinden Kolombiya-Venezuela hattından Doğu Akdeniz’e uzanan uyuşturucu trafiğini kapsamına aldı. Söz konusu uyuşturucu trafiği, eski başbakan ve halen AKP Genel Başkan Vekili olan Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım’ın içinde bulunduğu, birtakım ilişkileri ortaya çıkardı.

Devlet ricalinin oğullarının dâhil olduğu bu “kirli ilişki”lere, 17-25 Aralık sürecinde eski İçişleri Bakanı Muammer Güler, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğullarının adının karıştığı, ancak daha sonra AKP tarafından üstü örtülen yolsuzluk ve rüşvet dosyalarından aşinaydık. Ancak Peker’in, altıncı videosunda dile getirdiği “Kıbrıs” detayı, TC Devleti’nin adanın kuzeyini uyuşturucu ve kumar başta olmak üzere mafyatik faaliyetlerin yanı sıra kontrgerilla ve özel savaş yöntemlerini “deneyimleyerek geliştirdiği” bir laboratuvara dönüştürdüğünü bir kez daha gözler önüne serdi. 1996’da işlenen ve gazeteci Kutlu Adalı’nın katledildiği cinayet, 1960’lı yıllardan itibaren Kuzey Kıbrıs’taki TSK ve paramiliter çetelerin varlığı üzerinden Ankara’nın “Kıbrıs’ta çözümsüzlük çözümdür” doktrininin arka planına sadece bir örnek olarak önümüzde duruyor.

Devletin, farklı kliklerinin içinde bulunduğu son yılların bu en büyük çatışması, geçtiğimiz nisan ayında 104 eski amiralin bildirisi ile ilk işaretlerini vermiş, ancak söz konusu gündem AKP-MHP koalisyonu tarafından seçmen tabanına “darbeye karşı tek yürek” mottosuyla kısmen “savuşturulmuştu.” Kısmen savuşturulmuştu çünkü hem iktidar koalisyonunun toplumu içine düşürdüğü ekonomik kriz anlatacak başka bir hikayeye yer bırakmıyor hem de Peker’in ifşaatlarında açığa çıkan devletin mafyatik ve kontrgerilla örgütlenmelerinin arasındaki çatışma artık gizlenemez hale gelmişti. Dolayısıyla söz konusu ifşaatlarla hareketlenen fay hatları, geçtiğimiz aylardaki polis operasyonunda Peker’in eşi ve çocuklarına yapılan kötü muamelenin bir sonucu değildir.

Devletin farklı iktidar klikleri arasında yaşanan bu çatırdama, AKP-MHP koalisyonunun gittikçe düşen siyasi desteği ve mevcut koalisyonun devlet terörünü yükselterek “siyaset dışı” yollarla rıza üretme yönelimini artırması, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası yeniden dizayn edilen kontrgerilla örgütlenmesi ve bu örgütlenmenin başta Suriye olmak üzere Dağlık Karabağ, Kuzey Kıbrıs, Libya işgal coğrafyalarında oluşturulan savaş ekonomisinden ortaya çıkan ranta el koyma gibi dengeler üzerine oturuyor.

Geldiğimiz noktada AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, salı günü yaptığı grup konuşmasında, iktidarının devamı için yukarıda bahsi geçen “siyaset dışı yollarla rıza üretme” ihtiyacı nedeniyle tercihini, Süleyman Soylu’da vücut bulan zor kullanma aygıtı yönünde yaptı. Erdoğan, aynı konuşmada “Bunlar daha iyi günler, daha neler olacak neler” sözleriyle de “güven tazelediği” kontrgerilla örgütlenmesine adeta “sefer görev emri” verdi. Mehmet Ağar’ın, AKP’de “siyaset yapan” oğlu Tolga Ağar’ın sosyal medyada paylaştığı ve Erdoğan’ı “direksiyonda” gösteren videoyla uyum arz eden bu tercihin, videolarında “abi” diye zikredilen Erdoğan ve iktidarı için siyasi sonuçlarının ne olup olmayacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz.

Susurluk’ta ortaya çıkan devlet çetesinin birkaç kat büyüklüğündeki kirli ilişkileri açığa çıkaran söz konusu durum, AKP-MHP koalisyonunun artık vazgeçemeyeceği rıza üretme yöntemiyle gidilecek seçimleri ya da failleri devletin adaletsizliğine havale eden bir anlayışı değil, devletin ifşa olan bu yapısını sokakta deşifre edecek bir devrimci potansiyeli açığa çıkarmalıdır. Nitekim devletten adalet bekleyenlerin talebi ile Susurluk’ta yüksek yetkilerle görevlendirilen ve bu nedenle “süper savcı” olarak anılan Kutlu Savaş’ın, konrtgerilla Abdullah Çatlı’nın üzerinden çıkan ve Kıbrıs’taki Adalı cinayetinde kullanıldığı muhtemel silahların balistik incelemesi dahi yapılmadı. Devlet iktidarının kriz içine düştüğü bu ve benzeri süreçlerde beklentilerini sandığa odaklayanların önünde ise 7 Haziran 2015 örneği duruyor.

Yaşamlarımızın önüne tuğlalardan duvar örenlerin yıkılmasını istemediği o duvarı, devletin “adaletinde” ve seçim sandığında değil sokakta vücut bulan devrimci potansiyeli keşferederek yıkmak mümkün olabilir. “Bir tripod ve bir kameranın” karşısında edilgenleşerek “bölümler tüketen” izleyiciler olmamak için, bu coğrafyanın tarihinde zengin örnekleri bulunan bu potansiyeli yeniden keşfedelim.

Emrah Tekin

The post Tuğlaları Siz Koydunuz, Duvarınızı Yıkacağız appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2021/05/29/tuglalari-siz-koydunuz-duvarinizi-yikacagiz/feed/ 0
Çalışmak Korona Yapar – Arbeit Macht Korona https://meydan1.org/2020/12/02/calismak-korona-yapar-arbeit-macht-korona/ https://meydan1.org/2020/12/02/calismak-korona-yapar-arbeit-macht-korona/#respond Wed, 02 Dec 2020 09:39:12 +0000 https://meydan.org/?p=67240 Çalışmaktan başka her şey yasaklanmıştı: sokakta yürümek, eğlenmek, şarkı söylemek, dans etmek, buluşmak, her şey yasaklanmıştı… 1984, G.Orwell 2.Dünya Savaşı sırasında Auschwitz’de veya başka bir toplama kampında bir Yahudi veya Çingene olduğunuzu düşünün. Kafanızı kaldırıp duvara baktığınızda o meşhur Alman özdeyişini görüyorsunuz: “Arbeit macht frei!”. Çalışmak özgürleştirir! Hayatta kalmak için o umuda tutunduğunuzu düşünün; “Yeteri […]

The post Çalışmak Korona Yapar – Arbeit Macht Korona appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Çalışmaktan başka her şey yasaklanmıştı: sokakta yürümek, eğlenmek, şarkı söylemek, dans etmek, buluşmak, her şey yasaklanmıştı…
1984, G.Orwell

2.Dünya Savaşı sırasında Auschwitz’de veya başka bir toplama kampında bir Yahudi veya Çingene olduğunuzu düşünün. Kafanızı kaldırıp duvara baktığınızda o meşhur Alman özdeyişini görüyorsunuz: “Arbeit macht frei!”. Çalışmak özgürleştirir! Hayatta kalmak için o umuda tutunduğunuzu düşünün; “Yeteri kadar özverili çalışırsam ben, çocuklarım, arkadaşlarım, halkım özgürlüğüne kavuşabilir demek ki.” diye düşünürdünüz. Belki de en çalışkan işçilerden biri olurdunuz. Kendiniz de aynı şeyi tekrarlardınız içinizden; “Çalışmak özgürleştirir!” Günler gelip geçerken artık özgürlüğünüzün çalışmaktan gelmediğini anlardınız ve başka yollar arardınız. İşte o zaman devlet için “kullanışlı” değil “riskli” sıfatı taşımaya başlardınız ve sonunda kendinizi -sabun yapılacağınızı düşünmeden- duş almaya götürülürken bulurdunuz. Bu hikâyenin sonunu hepimiz biliyoruz.

Sonunu bilmediğimiz ama bugününe hâkim olduğumuz bir “Arbeit macht frei!” hikayesinden de bahsedelim isterseniz. Son alınan kısıtlama kararlarını biliyoruz. Yaş meselesini tam anlamasak da saatleri artık öğrendik, 21:00-05:00 saatleri arasında sokağa çıkamıyoruz. Hafta sonu ise bütünüyle yasak. Tabi bütün bu saatler, kısıtlamalar beraberinde kocaman bir şerh ile geliyor. Eğer çalışmak için çıkacaksak çıkabiliriz. Onun dışında HER ŞEY yasak. İşçi miyiz? O zaman “çalışmak özgürleştirir”. Çalışmak için fazla yaşlı veya fazla mı genciz? O zaman bize yaşam yasak.

Adı henüz konulmadı ama kocaman bir toplama kampında yaşıyoruz. Bir adam ara ara televizyonlara çıkıyor ve başlıyor konuşmaya, dakikalarca aynı şeyi tekrarlıyor: “Bunlar” diyor “terörist bunlar”, “bunlar” diyor “vatan haini bunlar”, “bunlar, bunlar…” diye sayıklıyor. Sonra da 3-5 dakika “bu yasak, şu yasak” diye konuşuyor. Çok anlamıyoruz neyin yasak olduğunu ama tek bir şeyden eminiz; eğer işçiysen sana çalışmak serbest, gerisi yasak. Sonra biz anlamayanlar için bakanlıklar, iletişim başkanlıkları vs. tercüme ediyor. “Arbeit macht frei!”. Çalışırken devlet için kullanışlıyız, kendimize ait olduğu bile şüpheli olan kendi zamanımızda ise riskliyiz. Bu Auschwitz’in Yahudileri ve Çingeneleri biz çalışanlarız, biz işçileriz. Çalışmanın özgürleştirmediğini de anlıyoruz ama faturalarımız var, kiralarımız var, taksitlerimiz var, kaynaması gereken tencerelerimiz var ama özgürlüğümüz yok. Bu hikâye farklı bir şekilde bitecek mi? Devletin bizi sabun yapmasını mı bekleyeceğiz? Yarına dair hiçbir umut yok mu? Biz, çocuklarımız, arkadaşlarımız, halkımız nasıl olacak da özgürlüğe kavuşacağız? O zaman bu ücretli köleliğin, bu kepaze sömürü sisteminin üstüne bizden önce düşünen birinin sözlerini hatırlamakla başlayabiliriz işe:

“Daha dün çok değil on bin yıl kadar önceleri, insanlar ancak acıkınca inlerinden çıkarlardı(sözgelimi). Hepsinin aynı saatlerde uyanıp, aynı saatlerde inlerinden fırlamaları olacak şey değildi. Bugün bir de bunu her gün yaptıklarını düşünce, aklım durdu. Akıllı hayvan bunu yapar mıydı? Gereksinimi (örneğin açlığı) ona batmaya başlayınca ava ya da toplamaya çıkardı. Günümüzde insanların, yılın hemen her günü ava çıkmaları, sekizden beşe iş talim etmeleri akıllı bir iş mi? Özgür insan, yaşamı tutsaklığa çevirecek kadar akılsız mıydı?… İnsanın hep böyle yaşamadığını anımsadım. Dolayısıyla ileride böyle yaşamayabileceğini düşünerek umutlandım. Bu devletle gelen, devletin getirdiği bir yaşam biçimi (ya da biçimsiz bir yaşam) idi.” *

Bize sadece çalışmak serbestken yaşamak yasak. Bunun sebebi 75 yıl önce neyse şimdi de o. Devlet. Ortadan kaldırılması gereken, aksi halde kendini korumak uğruna insanları sabun haline getirmekten bile çekinmeyen ve mottosu “Arbeit macht frei!” olan devlet.

Burak Aktaş

*Şenel, Alaeddin. “Çalışma, Baban Gibi, Köle Olma.” Cogito Üç Aylık Düşünce Dergisi 12 (1997): 89-92

The post Çalışmak Korona Yapar – Arbeit Macht Korona appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/12/02/calismak-korona-yapar-arbeit-macht-korona/feed/ 0
“Kör Olasın Demiyorum, Kör Olma da Gör Beni” – Gökhan Soysal https://meydan1.org/2017/12/27/kor-olasin-demiyorum-kor-olma-da-gor-beni-gokhan-soysal/ https://meydan1.org/2017/12/27/kor-olasin-demiyorum-kor-olma-da-gor-beni-gokhan-soysal/#respond Wed, 27 Dec 2017 14:20:20 +0000 https://seninmedyan.org/?p=24741 Roboski Katliamı’nın üzerinden 6 yıl geçti. Katliam aydınlatılmadı. Kimse yargılanmadı. Bir sürü saçma sapan şeyler söylendi. Savaş coğrafyasına çevrilmiş topraklarda büyüyen çocuklar, savaş uçaklarıyla vuruldular. Roboski Katliamı’nın üzerinden 6 yıl geçti. Roboski Katliamı’nın ardından “barış aktivisti” olarak kendini adlandıran Yannis Vasilis Yaylalı ve Meral Geylani, Roboski’ye yerleşmişlerdi. Katliamın her yıl dönümünde vicdani ret atölyesi düzenlemeye […]

The post “Kör Olasın Demiyorum, Kör Olma da Gör Beni” – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Roboski Katliamı’nın üzerinden 6 yıl geçti. Katliam aydınlatılmadı. Kimse yargılanmadı. Bir sürü saçma sapan şeyler söylendi. Savaş coğrafyasına çevrilmiş topraklarda büyüyen çocuklar, savaş uçaklarıyla vuruldular.

Roboski Katliamı’nın üzerinden 6 yıl geçti. Roboski Katliamı’nın ardından “barış aktivisti” olarak kendini adlandıran Yannis Vasilis Yaylalı ve Meral Geylani, Roboski’ye yerleşmişlerdi. Katliamın her yıl dönümünde vicdani ret atölyesi düzenlemeye başladılar. Bu çalışmaları “bazılarını” rahatsız etti. Her adımları bir soruşturma konusu olmaya başladı. Defalarca haklarında “halkı askerlikten soğutma suçu” iddiasıyla davalar açıldı. Ceza aldıkları, beraat ettikleri, yargılamaları devam eden birçok dosya…

Geçen sene bu zamanlarda Yannis Vasilis gözaltındaydı. Defalarca Uludere Asliye Ceza Mahkemesi’nde hakim karşısına çıkmalarına rağmen mücadelelerinden hiç vazgeçmemeleri sonucunda anlaşılan tutuklanmaları isteniyordu artık. İlk birkaç gün yapılan gözlaltının, duyurusu yapılan vicdani ret atölyesini engellemek için olduğunu düşündük. Ancak 28’ini geçmesine rağmen serbest bırakılmamıştı Yannis. Artık tutuklanmak istendiğine emin olmuştuk. Birkaç gün sonra adli kontrol talebiyle serbest bırakılınca -doğal olarak- şaşırdık.

Ama Nisan ayında Yannis Vasilis tekrar gözaltına alındı. Daha sonra ortaya çıktığı üzere aynı soruşturma kapsamında savcılık, Yannis Vasilis’in tutuklanma talebinin reddedilmesine itiraz etmiş, bunun sonucunda da Yannis tekrar gözaltına alınmıştı. 22 Nisan günü Yannis Vasilis Yaylalı tutuklandı. Önce Şırnak’ta bir hapishaneye ardından hiçbir bağının olmadığı, hiçbir yakınının yaşamadığı Elazığ’daki bir hapishaneye gönderildi. Yannis Vasilis Yaylalı 6 aydır tutuklu. Bir iki avukat görüşmesinden başka hiçbir görüş gerçekleştiremedi.

2 ay önce de Meral Geylani tutuklandı. Sosyal medyadaki bazı fotoğraflarından yola çıkılarak Meral’in örgüt propagandası yaptığı iddia edilmişt. Evinde yapılan aramada haberler için çekilen ve Yannis’e ait olan başka fotoğraflar da bulunarak 2 haftalık gözlatı sürecinin ardından Meral tutuklandı. Evinden silah çıkmayan aksine fotoğraflar ve kitaplar çıkan -hatta örgüt üyesi olduğuna yönelik kanıt olarak gösterilenlerden biri de bir kitap ayracı- Meral, terörist denilerek tutuklandı. Meral hakkında da kimliğinin gizli kaldığını zanneden birisi şikayette bulunmuştu (Şikayette bulunan kişi bu yazıyı okuyor muhtemelen. Geçen günlerde sosyal medyada Meral’e mektup yazılması için paylaştığım adres ve iletişim bilgileri paylaşımımı utanmadan beğenmişti çünkü). Şimdi Meral’in ziyaretçisi sadece bir avukatı. Üstelik Yannis’in askine Meral’in ailesiyle de bir bağı yok. Yani telefon hakkını dahi kullanacak kimsesi yok şu anda.

Roboski Katliamı vurguladığımız üzere yargılanmadı. Usulen bir dava açmayı bile çok gördüler. Kürdistan’da yanlarında 50’ye yakın katırla aynı dilde konuştukları insanlarla kendilerini topla tüfekle ayıran sınırları geçerek alışveriş gerçekleştiren çoğu çocuk 34 kişi, savaş uçaklarıyla katledildi. Üstelik orada katırlarla bu işin yapıldığını askerlerden daha iyi bilen kimse yokken. Üstelik dünyanın hiçbir yerinde terörist bir örgüt olarak adlandırılan bir örgüt göstere göstere böyle toplu halde gitmeyecekken. Üstelik 30 yıldan ber, 40 yıldan beri savaşın sürdüğü bir coğrafyada. Alınan çeşitli istihbaratlardan bahsedildi. Hiçbiri ortaya çıkarılmadı. Çoğu çocuk 34 kişi katledildi. İçlerinde birkaç ay önce zorunlu askerliğini yapıp evine dönen birisi de vardı. 2 ay önce “vatan evladı” olan 20’li yaşlarda bir insan, 2 ay sonra katledilmesinin ardından “vatan haini” olarak ilan edildi.

Katliamın üzerinden 6 yıl geçti. Her hafta perşembe günü Roboskili aileler mezar başında anma düzenliyor. Yannis Vasilis Yaylalı Roboski Katliamı dolayısıyla başladığı ve yarın yıldönümünde bitireceği açlık grevinin 6. gününde. Kendisine tutuklu olduğu soruşturma sonucunda dava açılmasını bekliyor. Meral Geylani Antalya’da hapishanede şubat ayındaki duruşmasını bekliyor.

İsteğimiz ise adalet. Derdimiz adalet. Talebimizse… Talebimiz yok. Bu topraklarda ve her yerde adaletin taleplerle gelmeyeceği açık. Adalet, barışın gelmesiyle mümkün. Barışı sağlayabilirsek yani bir daha kimsenin hele de çocukların savaş uçaklarıyla katledilmesi ihtimalini bitirebilirsek eğer adaletin de gelme şansı olacak.

Gökhan Soysal: Vicdani Ret Derneği Eşbaşkanı

Mektuplarınızı bekliyorlar:

Meral Geylani: Antalya L Tipi Ceza İnfaz Kurumu Koğuş A11 Kömürcüler Köyü Kireçli Mevkii Döşemealtı / ANTALYA

Yannis Vasilis Yaylalı: Elazığ 2 Nolu Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Ataşehir Mahallesi Çayırlı Sokak Malatya Yolu 10. Km Merkez / ELAZIĞ

The post “Kör Olasın Demiyorum, Kör Olma da Gör Beni” – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/27/kor-olasin-demiyorum-kor-olma-da-gor-beni-gokhan-soysal/feed/ 0
Bugün Tuzla’da Yarın Her Yerde: Zehirleniyoruz – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2017/12/26/bugun-tuzlada-yarin-her-yerde-zehirleniyoruz-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2017/12/26/bugun-tuzlada-yarin-her-yerde-zehirleniyoruz-ozgur-erdogan/#respond Tue, 26 Dec 2017 09:00:25 +0000 https://seninmedyan.org/?p=24621 Bir gece evinizdesiniz, kimimiz televizyon izliyoruz. Kimimiz daha sofrayı yeni toplamış, öteki çayı koymuş. Bir başkası çocuklarını uyutmuş daha yeni. Bazısı mesaiye kalmış, hala işte. Bazısı daha yeni başlamış işe, gececi. Zaman o basit yaşamlarımızın yanında ağır ağır akarken,  bir gariplik, bir kötülük peydah oluyor bir anda. Önce çürük bir yumurta  kokusu giriyor, sıkı sıkı […]

The post Bugün Tuzla’da Yarın Her Yerde: Zehirleniyoruz – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Bir gece evinizdesiniz, kimimiz televizyon izliyoruz. Kimimiz daha sofrayı yeni toplamış, öteki çayı koymuş. Bir başkası çocuklarını uyutmuş daha yeni. Bazısı mesaiye kalmış, hala işte. Bazısı daha yeni başlamış işe, gececi.

Zaman o basit yaşamlarımızın yanında ağır ağır akarken,  bir gariplik, bir kötülük peydah oluyor bir anda. Önce çürük bir yumurta  kokusu giriyor, sıkı sıkı kapattığımız pencerelerden. Sonra yavaş yavaş genzimizi kesen bir acı ortaya çıkıyor. Çocuklarımız boğazları parçalayan bir öksürüğün acısı ve şaşkınlığıyla uyanıyorlar. Ayaklarımızı yerden kesen bir baş dönmesi ve midemizi yakan, kavuran, fokurdatan bir ateş hissediyoruz içimizde. Sadece ben değil, sadece sen değil; koca bir şehir soluk soluğa aksıra tıksıra hastanenin yolunu tutuyor.

İşte dün gece saatlerinde Tuzla’da yaşananlar! Aslında Tuzla’lılar, böylesine küçük kıyametlere alışkınlar. Geçen sene ve 2015 yılında da benzeri vakalar yaşanmış, pek bir gündem olmayıp, deyim yerindeyse hasır altı edilmişti.

Dün ise gecenin ilerleyen saatlerinde artık gizlenemeyecek hale gelen vaka örtbas edilmek yerine dillendirildi. Tuzla Belediyesi, IBB ve öteki yetkililer buyurdular ki; “…kokunun insan sağlığına bir zararı yok, nedenleri araştılıyor…”

Sonra gecenin ilerleyen saatlerinde, sabaha karşı ikinci bir açıklama : “… Söz konusu kokunun atık su kolektör hattına kaçak deşarj edilen kimyasal atıktan kaynaklandığı tespit edilmiştir. İlk incelemelerde, insan sağlığını olumsuz etkileyen bir durum olmadığı belirlenmiştir….”

Açıklamalar yapıldı, hastanedeki onlarca insan taburcu edildi. Dosya kapandı. Herkes hayatına kaldığı yerden devam etmeye başladı. Yani bu koku bizleri hemen bugün, anında öldürmedi diye her şey bitmiş mi oluyor?

Hayır hiç bir şey bitmedi. İster kaçak, ister yasal olsun, endüstrinin etrafa pervasızca yaydığı zehre daha ne kadar sessiz kalabiliriz? Kapitalizmin endüstriyel aklına, bu aklın ürettiği üretim ve tüketim çılgınlığına, genzimizi yakan, ağaçları kurutan, buzulları eriten, tüm canlıları yersiz yurtsuz bırakan ve bizleri belki anında (bazen anında) değil ama yavaş yavaş öldüren bu kirliliğe, bu aymazlığa, yaşama karşı böylesine bir sorumsuzluğa daha ne kadar tahammül edebiliriz?

Tahammülün, sabrın, sebatın sonu yoktur. Bir sabah uyanamadığımızda, çocuklarımızın da uyanamadığı bir sabahta, kimsenin izlemediği açık kalmış bir televizyonda felaket haberlerinin dönmesini istemiyorsak; buna izin vermeyelim.

Nükleeri, termiği, HES’i ile, envai çeşit kimyasal atığı ile dünyayı çiğneyip çiğneyip tüküren tüketim kültürü ile yaşamlarımızı çalan kapitalizme izin vermeyelim.

Yavaş yavaş ya da aniden ölmek yerine yaşamayı seçelim!

The post Bugün Tuzla’da Yarın Her Yerde: Zehirleniyoruz – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/26/bugun-tuzlada-yarin-her-yerde-zehirleniyoruz-ozgur-erdogan/feed/ 0
SÛR TENÊ SÛR NÎNE NEÇARESERÎYA DEWLETÊ YE – SUR SADECE SUR DEĞİLDİR DEVLETİN ÇARESİZLİĞİDİR – Rıfat Güven https://meydan1.org/2017/08/30/sur-tene-sur-nine-necareseriya-dewlete-ye-sur-sadece-sur-degildir-devletin-caresizligidir-rifat-guven/ https://meydan1.org/2017/08/30/sur-tene-sur-nine-necareseriya-dewlete-ye-sur-sadece-sur-degildir-devletin-caresizligidir-rifat-guven/#respond Wed, 30 Aug 2017 17:23:35 +0000 https://seninmedyan.org/?p=13415 Amed’in Sur ilçesinde 2015 yılı sonlarında başlayan katliamlar, yerini 25 Mart 2016 da alınan ‘Acele Kamulaştırma Yasası’ kararı ile tarihi 9000 yıl öncesine dayanan bu kadim şehrin devlet eliyle yıkımı ve talanına bırakmıştı. Sûr’un  Alipaşa ve Lalebey mahallelerinde yoğunlaşan yıkım, içinden geçtiğimiz süreçte  halkın zorla evlerinden çıkarılması zorbalığı ile sürüyor. Rıfat Güven’in, halkların, tarih boyunca bir […]

The post SÛR TENÊ SÛR NÎNE NEÇARESERÎYA DEWLETÊ YE – SUR SADECE SUR DEĞİLDİR DEVLETİN ÇARESİZLİĞİDİR – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Amed’in Sur ilçesinde 2015 yılı sonlarında başlayan katliamlar, yerini 25 Mart 2016 da alınan ‘Acele Kamulaştırma Yasası’ kararı ile tarihi 9000 yıl öncesine dayanan bu kadim şehrin devlet eliyle yıkımı ve talanına bırakmıştı. Sûr’un  Alipaşa ve Lalebey mahallelerinde yoğunlaşan yıkım, içinden geçtiğimiz süreçte  halkın zorla evlerinden çıkarılması zorbalığı ile sürüyor.

Rıfat Güven’in, halkların, tarih boyunca bir arada yaşadığı Sur’da, devletin gerçekleştirdiği yıkıma dair  yazdığı Kürtçe yazıyı paylaşıyoruz.

SÛR TENÊ SÛR NÎNE NEÇARESERÎYA DEWLETÊ YE

Dîrokek mezin ji di navbera pevçûn û berxwedan hatiye nivîsandin. Diroka Sûrê kevne, qasê kevirek li nav Mezopotomya yê da. Di nav Sûrê da gelek xelk dijîn ji hezar salan heta niha. 25 tax heye li Sûrê.Şeş taxên Sûrê da derketina derve hat qedexe kirin. Eriş di meha gulanê da destpekir li aliyê dewleta T.C.

Erişa dewlet li serî da li nav taxên Alipaşa û Lalebey da destpekir.

Her dorê taxên Sûrê hatin girtin, her xanîyên hat hilweşandin, têrê nekir kanîyên û ceyranên wan girtin ji bo berxwedana gel bişkînin û bila gelê Sûr derkevin ji mal û xanîyên xwe. Mîna şewitandina hezar heb gundên gelê Kurdîstanê, wî demê da jî xelkê ji gund û xanîyên xweyên şewitî bi zordarî derketibûn hatibûn Sûrê lê belê dîsa xwe ji dewlet û polêsên kujer neqetandin. Dewlet bi çek û tank re vîna gel nikarûba bişkenda ji ber ku di 25 Adar 2016 de biryarêk stand tirkî bi navê “Acele kamulaştırma yasası” re ji wî demê heta anha zordarîya xwe berdewam dike. Peşî ji mizgefta anons dikirin ji ber ku xelkê Sûrê derkeve ji xanîyên xwe têrê dewlet nekir vî carê jî kanî û ceyranên wan jêkirin lêma dîsa pekê dewletê nehat vî carê ji bixwe bi kıncê dozer û bi dengê polês re hatin peşî xanî û malên wan gotin ku ‘derkevin’.

Ax hatibû dagir kirin, mîrov hatibû kuştin, gund hatibû şewitandin, xanî hatibû hılweşandin, Lê belê dîsa terê nekir.

Dîroka hemû dewletan bi xwîn hatibû nivîsandin wekî dewleta li ser vî axê. Tahir Elçi hatibû kuştin peşîya Sûrê. Lingê wî direj bibû peşîya Sûrê. Niha jî dikujin kurda ermenîya elevîya zaroka jina pêşiya Sûrê. Dema ku nikara bikuje xanîyên wan dihilwişîne, ne ji bo biafirînin xanîyên nû ji bo bihilweşînin vîna wan.

Lêwma em zanin ku Sûr ne tenê Sûre û em rind zanin ku dewlet ne tenê dewlete. Polêse dewlet, tankê dewlet, dem dem bêşe, dem dem dozerê, hinek cara mezrebeye û hinek cara bişaftine hinek cara kapîtalîzme û hinek cara veguhestina bajarvanî ye lê belê em zanin jî Sûr ne tenê Sûrê.

Sûr vîne û em zanin ku vîna gelên bindest bi top û tanka bi dozer û mezrebe re naşikev.

– Rıfat Güven

The post SÛR TENÊ SÛR NÎNE NEÇARESERÎYA DEWLETÊ YE – SUR SADECE SUR DEĞİLDİR DEVLETİN ÇARESİZLİĞİDİR – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/08/30/sur-tene-sur-nine-necareseriya-dewlete-ye-sur-sadece-sur-degildir-devletin-caresizligidir-rifat-guven/feed/ 0
Trans Askerler de “Asker”dir! -Merve Arkun https://meydan1.org/2017/07/28/trans-askerler-de-askerdir/ https://meydan1.org/2017/07/28/trans-askerler-de-askerdir/#respond Fri, 28 Jul 2017 14:39:10 +0000 https://seninmedyan.org/?p=11936 ABD Başkanı Trump’un, trans bireylerin ABD ordusuna girmesine izin verilmeyeceğine ilişkin açıklamalar sonrası uluslararası düzeyde ve yaşadığımız coğrafyada “ayrımcılık” başlığıyla birçok yazı yayımlandı, birçok tartışma vuku buldu. Vicdani Ret Derneği Eşbaşkanı Merve Arkun’un tartışmanın militarizm ve erkek-egemen sistemin ayrılmazlığı perspektifinden yazdığı köşe yazısını paylaşıyoruz.    Trans Askerler de “Asker”dir ABD Başkanı Donald Trump yakın zamanda […]

The post Trans Askerler de “Asker”dir! -Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

ABD Başkanı Trump’un, trans bireylerin ABD ordusuna girmesine izin verilmeyeceğine ilişkin açıklamalar sonrası uluslararası düzeyde ve yaşadığımız coğrafyada “ayrımcılık” başlığıyla birçok yazı yayımlandı, birçok tartışma vuku buldu. Vicdani Ret Derneği Eşbaşkanı Merve Arkun’un tartışmanın militarizm ve erkek-egemen sistemin ayrılmazlığı perspektifinden yazdığı köşe yazısını paylaşıyoruz. 

 

Trans Askerler de “Asker”dir

ABD Başkanı Donald Trump yakın zamanda kendi twitter hesabından yapmış olduğu bir paylaşımla, trans bireylerin Amerikan ordusunda görev yapmasının yasaklandığını duyurmuştu. Söz konusu paylaşımda Trump, “Generallerime ve askeri uzmanlarıma danıştıktan sonra, ABD hükümetinin trans bireyleri ABD ordusuna kabul etmeyeceğini ve ordunun hiçbir kademesinde görev yapmalarına izin verilmeyeceğini bilgilerinize sunuyorum. Ordumuz kesin ve ezici zafere odaklanmalı. Ordu, trans bireylerin neden olacağı muazzam tıbbi masraflar ve aksamanın yükünü üstlenemez. Teşekkür ederim” demişti.

Trump’ın bu paylaşımının ardından bir yandan hali hazırda orduda görevli trans askerlerin statüsünün nasıl şekilleneceği tartışılırken bir yandan da yasağa yönelik tepkiler dillendirilmeye başlandı. Beyaz Saray Sözcüsü Sarah Sanders yasağın nasıl hayata geçirileceği konusundaki kararların Pentagon ile birlikte alınacağını vurgulasa da bugün dünyanın farklı yerlerinden yasağa tepkiler gelmeye devam ediyor.

Trans bireylerin orduda görev almasının yasaklanmasına ABD’de Demokratkar, Cumhuriyetçiler, LGBTI bireyler tepki gösterirken; yasağa ilişkin en dikkat çeken tepki ise Kanada’dan geldi. Kanada Silahlı Kuvvetleri resmi Twitter hesabından Onur Yürüyüş’ne katılan Kanadalı askerlerin fotoğrafını da kullanarak yaptığı açıklamada “Tüm cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikteki Kanadalıları hoş karşılarız. Bize katılın!” diyerek, LGBTI vatandaşlarına orduya katılma çağrısı yaptı.

Bill Clinton’ın başkanlık döneminde yasalaşan ve 1993-2001 yılları arasında uygulamada olan “Don’t Ask Don’t Tell” (Sorma, Söyleme) politikası ile ABD ordusunda yer alan eşcinsel askerlerin cinsel kimlikleri hakkında konuşması yasaklanmış, eşcinsel olduğu tespit edilen askerlerinse ordudan ihraç edilmesinin zemini hazırlanmıştı. Yasanın yürürlükte olduğu yıllar boyunca binlerce eşcinsel asker ordudan atılmış, bir o kadarı da orduda görev yaptığı sürece ayrımcı uygulamalara maruz kalmıştı. Barack Obama’nın başkanlık döneminde kaldırılan yasa ile eşcinsel bireyler ordu içerisinde “özgürce” yer almaya başlamıştı.

Şimdi ise Trump’ın getirdiği yasakla birlikte ABD ordusunda “yer almak isteyen” LGBTI bireylere yönelik homofobik/transfobik uygulamalar yeniden gündemde.

Donald Trump’ın bu yasağının zemini elbette ki ayrımcılığa, ötekileştirmeye ve transfobiye dayanıyor. Başkanlık seçim sürecinde oy için “tüm LGBTI bireylere teşekkür eden” Trump bu kez transfobik bir uygulama ile karşımıza çıkıyor.

Ancak Trump’ın transfobisine odaklanırken, bir şeyi gözden kaçırmamak gerekiyor.

Temelini şiddetten, erkek egemenliğinden ve ayrımcılıktan alan; ölmek ve öldürmek üzerine kurulu olan; bir parçası olan herkesin iradesini yok eden orduya “dahil olma” mücadelesi, bir özgürlük arayışı olamaz.

Bugün Trump’ın gündeme getirdiği yasağın ardından tartışılmaya başlanan “orduya dahil olma hakkı/özgürlüğü” bir hak ve özgürlükten öte tartışılmalıdır.

Ordunun LGBTI bireyler icin ne kadar “özgür” bir alan olduğunu görmek için Don’t Ask Don’t Tell politikasının uygulamada olduğu yıllarda ordudan ihraç edilenlerin sayısına, homofobik/transfobik uygulamalara maruz kalanların sayısına ve hatta cinsel kimlikleri sebebiyle öldürülen askerlerin sayısına bakmak yeterli olacaktır.

Söz konusu yasağı salt “trabsfobik bir uygulama” olarak değerlendirmek; bizleri gerçeği görmekten uzaklaştıracak, ordunun “asıl varoluş amacını” görünmez kılacaktır.

“Trump transfobisi”ne karşı “orduda yer alma özgürlüğü” arayışına girmek; bizleri,  ordunun varlığını besleyen şiddeti, erkek egemenliğini, ayrımcılığı daha da beslemek yanlışına düşürecektir.

Yaşadığımız topraklarda “pembe tezkere” ya da “çürük” diyerek LGBTI bireyleri ötekileştiren orduya karşı verdiğimiz var oluş mücadelesi gibi, ABD ordusunun “transfobik” uygulamalarına karsi da aynı var oluş mücadelesini vermeliyiz.

Beslendigi militarizmi, şiddeti, erkek egemenliğini göz ardı etmeden, transfobik ABD ordusuna, LGBTI dostu Kanada ordusuna ve tüm ordulara karşı mücadele etmeli ve yaşamı savunmalıyız.

Merve Arkun (Vicdani Ret Derneği Eşbaşkanı)

The post Trans Askerler de “Asker”dir! -Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/07/28/trans-askerler-de-askerdir/feed/ 0
Sınırlı Saldırı Sınırsız Savaş – Emrah Tekin https://meydan1.org/2017/04/18/sinirli-saldiri-sinirsiz-savas-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2017/04/18/sinirli-saldiri-sinirsiz-savas-emrah-tekin/#respond Tue, 18 Apr 2017 15:36:29 +0000 https://seninmedyan.org/?p=1933 Suriye’nin İdlib saldırısından görüntüler, ABD’nin “kırmızı çizgim” dediği kimyasal silah kullanımına işaretti. Can çekişen ve cansız bedenler, korunmasız kıyafetlerle yardım etmeye çalışan “yardım gönüllüleri”, saldırının dehşetinin yanında başka sorular getirdi akıllara. İdlib’deki sorular, bazı El-Kaide liderlerinin “Beyaz Mücahitler” dediği ve batılı devletlerce fonlanan Beyaz Miğferler’in görüntüleriyle bitmiyordu. Halep’in cihatçılardan alınmasıyla Hama, Humus, Şam hattında güçlenen, […]

The post Sınırlı Saldırı Sınırsız Savaş – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Suriye’nin İdlib saldırısından görüntüler, ABD’nin “kırmızı çizgim” dediği kimyasal silah kullanımına işaretti. Can çekişen ve cansız bedenler, korunmasız kıyafetlerle yardım etmeye çalışan “yardım gönüllüleri”, saldırının dehşetinin yanında başka sorular getirdi akıllara.

İdlib’deki sorular, bazı El-Kaide liderlerinin “Beyaz Mücahitler” dediği ve batılı devletlerce fonlanan Beyaz Miğferler’in görüntüleriyle bitmiyordu. Halep’in cihatçılardan alınmasıyla Hama, Humus, Şam hattında güçlenen, yönünü İdlib’e çevirmesi beklenen Rejim’in kimyasal saldırısı mantık sınırlarını zorluyor. Saldırıdan hemen önce ABD’nin, “Suriye’nin geleceğine Suriyeliler karar verir” açıklaması, İdlib sonrası Trump’ın “Görüntüleri görünce fikrimi değiştirdim” sözlerine evrildi; Rejim’in “meşruiyetini” tekrar sorgulanır hale getirdi. Astana’yla Suriye’de “barışın ve ateşkesin garantörü” izlenimi veren Rusya açısından da bu saldırının izahı zor.

Saldırısı sonrası Rejim’e yönelik itidalli söylemini bırakan ABD, “müdahale seçeneği masada” açıklamasının akabinde, Şayrat Üssü’ne saldırdı.

Savaşın dengelerini değiştirme potansiyelindeki saldırı, Trump’ın Çin Devlet Başkanı Xi’yle görüşmesine denk getirilmesinin yanında, iç politika için de mesajlar barındırıyordu. Dış politika vaatleri arasında “müdahalecilikten kaçınma” olan Trump, müdahalecilik yanlısı “kurucu düzen” unsurlarınca eleştiriliyordu. Saldırı yine seçimler öncesi dilendirilen Rusya ile iş birliği iddialarına da yanıt niteliğindeydi. Ancak bu güç gösterisi, ABD’de “Ortadoğu macerası” yerine Çin ile ticaret savaşı beklentisindeki farklı sermaye çevrelerince hoş karşılanmayacaktır.

Şayrat saldırısı, ABD’nin canlandırmaya çabaladığı Sünni İttifak üzerinden, İran’ın gücünü sınırlandırma amacı da taşıyor. 23 Mart’ta IŞİD Karşıtı Koalisyon toplantısı olarak duyurulan buluşma, İran’a karşı Sünni İttifakı toparlama hedefindeydi. Bu süreçte Suudi Arabistan’la yapılan görüşmeler sonrasında Ürdün’deki Arap Birliği toplantısında yapılan “İran’ın bölgede gelişen nüfuzuna karşı şiddetle karşı koyma” açıklamaları, bu amaç için somut adımlardı. ABD’nin, İsrail’in müttefiki olan Sünni devletlerle bölgede kurmak istediği İran karşıtı denklemi, “İsrail dengesini” gözeterek kurduğu açık.

Saldırıya ilk tepkiyi, Suudi Arabistan ve İsrail’le birlikte TC verdi. Astana’da Rusya ve İran ile birlikte Suriye’nin toprak bütünlüğüne garantör olan TC, Şayrat sonrası “fabrika ayarları”na döndü. “Esad gitmeli, saldırılar sürmeli” açıklamasıyla, İran üzerinden Trump’la yakınlaşma pahasına, Rusya ile pamuk ipliğine bağlı ilişkilerini tehlikeye attı.

İran’ı sınırlandırmaya dönük güç gösterisi olan Şayrat saldırısı, ABD’nin belirlediği sınırı aştığında, Rusya ile Kırım, Ukrayna gibi çatışma alanlarına sıçrama potansiyeli taşıyor; ancak bu ve benzeri saldırıların süreklileşmesi beklenmiyor.

Şayrat sonrası Trump, iç politikasında geçici de olsa rahatlayacaktır. Benzer durumda, İran’ın sınırlandırılmasıyla İsrail ve Sünni İttifak güçlenecektir..

Kağıt üzerinde de olsa önceliği “cihatçı terörizmle mücadele” olan devletler, benzeri saldırılarını sürdürürse, “önceliklerini” Şayrat gibi güç gösterilerine değişebilir. Bu da, devletlerin politikalarıyla varlık bulan cihatçı terörizmin, Suriye Savaşı’nda varlığını sürdürmesine sebep olur.

Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 38. sayısında yayınlanmıştır.

The post Sınırlı Saldırı Sınırsız Savaş – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/04/18/sinirli-saldiri-sinirsiz-savas-emrah-tekin/feed/ 0
Tutsaklar Açlık Grevleriyle Direniyor – Abdülmelik Yalçın https://meydan1.org/2017/04/18/tutsaklar-aclik-grevleriyle-direniyor-abdulmelik-yalcin/ https://meydan1.org/2017/04/18/tutsaklar-aclik-grevleriyle-direniyor-abdulmelik-yalcin/#respond Tue, 18 Apr 2017 12:27:32 +0000 https://seninmedyan.org/?p=1860 ”Bir insan neden açlık grevine girer? Yetkililer bunu neden sorgulamıyor? Özgür gibiler ölmez. O insanlar yaşamak istiyor” diyor açlık grevindeki Özgür Güçlü’nün annesi Naciye Güçlü. “Halkı için mücadele eden tüm Kürt gençleri benim çocuklarımdır” diyerek herkesi, içerde devlet baskısına karşı mücadele edenlerle dayanışmaya çağırıyor. Tutsaklar talepler yerine getirilmezse, baskılar sona ermezse, süresiz dönüşümsüz açlık greviyle […]

The post Tutsaklar Açlık Grevleriyle Direniyor – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

”Bir insan neden açlık grevine girer? Yetkililer bunu neden sorgulamıyor? Özgür gibiler ölmez. O insanlar yaşamak istiyor” diyor açlık grevindeki Özgür Güçlü’nün annesi Naciye Güçlü. “Halkı için mücadele eden tüm Kürt gençleri benim çocuklarımdır” diyerek herkesi, içerde devlet baskısına karşı mücadele edenlerle dayanışmaya çağırıyor.

Tutsaklar talepler yerine getirilmezse, baskılar sona ermezse, süresiz dönüşümsüz açlık greviyle içerdeki ve dışarıdaki devletin baskısına karşı direneceklerini duyurdular. Açlık grevi direnişleri günlerdir sürerken her yeni gün katılımlar artarak direniş büyüyor.

Şakran Hapishanesi’nde 33 tutsak hapishanelerdeki hak ihlallerinin, içerideki ve dışarıdaki baskıların sona ermesi için 15 Şubat 2017’de açlık grevine başladı. Şakran Hapishanesi’nde açlık grevinde olan tutsakların koğuşları 50’den fazla jandarma tarafından basıldı. Koğuşları basılan tutsaklar darp edilerek tehdit edildi. 24 Şubat’ta Sincan Hapishanesi’nde 7 kadın tutsak süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladı. 25 Şubat’ta Edirne F Tipi Hapishanesi’nde 16 tutsak açlık grevine başladı. 25 Şubat’ta Edirne F Tipi Kapalı Hapishane’de 16 tutsağın başlattığı açlık grevi 36. gününde sona erdi. 7 Mart 2017’de İzmir Menemen T Tipi Kapalı Hapishanesi’nde 4 tutsak dönüşümlü açlık grevine başladı. Ayrıca Menemen R Tipi Hapishanesi’nde bulunan 3 ağır hasta tutsağın durumlarının her geçen gün kötüye gittiği belirtiliyor. 8 Mart 2017’de Wan T Tipi Kapalı Hapishanesi’nde bulunan 8 tutsak süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladı. Açlık grevindeki 4 tutsak başka hapishanelere sürgün edildi. 27 Mart’ta Bolu F Tipi Kapalı Hapishanesi’ndeki 10 tutsak süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladı. 1 Nisan’da Hatay T Tipi Hapishanesi’nde tutsaklar süresiz dönüşümsüz açlık grevine başladı.

OHAL süresince hapishanelerde yaşanan baskılar günden güne artmaktayken; 47 gündür açlık grevinin en yoğun yaşandığı yer olan Şakran Hapishanesi’ni, 14 kişilik odalarda 22 tutsağın kanlı yataklarda yatırılmaya zorlandırıldığını, çıplak aramaya maruz bırakıldığını; bu adaletsizliklerin son bulması adına 55 gün açlık greviyle direnen Devrimci Anarşist Umut Fırat Süvarioğulları’ndan biliyoruz.

9 Kasım 2016’da devletin adaletsizliklerine ve OHAL baskılarına karşı süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başlayan Umut Fırat Süvarioğulları, 55 gün sürdürdüğü açlık grevi direnişini kazanımla sonuçlandırıp devlete geri adım attırmıştı. Açlık grevini kazanımla sonlandıran Umut Fırat ; “Hiç kimse gelmeyecek bizi kurtarmaya, bizim adımıza direnmeyecek hiç kimse, çare biziz. Çare mücadeleyi, dayanışmayı örgütlemekte. Geleceğe ertelenecek bir an yok! İktidarın zamanına teslim olamayız, olmayacağız.“ sözleri ile iktidara karşı şimdi eylemenin vakti, şimdi dayanışmanın vakti, yapmak gereken bu direnişi büyütmek olduğunu vurguluyor.

Tutsaklar açlık grevindeyken onların aileleri “Ses çıkaramazsak hapishanelerden çocuklarımız tabutlarıyla çıkacak“ diyerek seslerine ses olmaya, dayanışmayı büyütmeye çağırıyor. Bize düşen ise adaletsizliği haykırmak, tutsaklarla dayanışmayı büyütmektir.

Abdülmelik Yalçın

 

 

 

The post Tutsaklar Açlık Grevleriyle Direniyor – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/04/18/tutsaklar-aclik-grevleriyle-direniyor-abdulmelik-yalcin/feed/ 0
Militarizmin Modası – Nergis Şen https://meydan1.org/2017/04/18/militarizmin-modasi-nergis-sen/ https://meydan1.org/2017/04/18/militarizmin-modasi-nergis-sen/#respond Tue, 18 Apr 2017 12:05:29 +0000 https://seninmedyan.org/?p=1839   Moda, bir süre bir şeye karşı toplumca gösterilen aşırı, yaygın düşkünlük olarak tanımlanır. Moda, kapitalizmin kadınları ele geçirmede en çok kullandığı araçlardan biridir. Gazete sayfalarıyla, televizyon ekranlarıyla, reklam panolarıyla, mağazaların birbirinden şık tasarlanmış vitrinleriyle kadınların algılarını kilitler ve hemcinsleri içerisinde bir “güzellik” rekabetine sürükler. Moda sürekli değişir. Değiştikçe de, sürekli tüketen ve modayı yakalamaya […]

The post Militarizmin Modası – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

Moda, bir süre bir şeye karşı toplumca gösterilen aşırı, yaygın düşkünlük olarak tanımlanır. Moda, kapitalizmin kadınları ele geçirmede en çok kullandığı araçlardan biridir. Gazete sayfalarıyla, televizyon ekranlarıyla, reklam panolarıyla, mağazaların birbirinden şık tasarlanmış vitrinleriyle kadınların algılarını kilitler ve hemcinsleri içerisinde bir “güzellik” rekabetine sürükler. Moda sürekli değişir. Değiştikçe de, sürekli tüketen ve modayı yakalamaya çalışan kadını yaratır.

Militarizm, “bir ülkede ordu gücünün aşırı derecede ağır basması, her tür sorunu askeri yöntemlere başvurarak çözme, bundan dolayı silahlı kuvvetlere öncelik tanıma eğilimi ve savaşı yükseltme” şeklinde tanımlanır ama eksik kalır. Militarizm sadece savaş-askerlik demek değildir. Doğduğumuz andan başlayarak evde, oyunlarda, okulda, işyerinde, dizilerde, filmlerde ve haberlerde varlığını göstererek yaşamın her anına sızmış topyekün bir saldırıdır.

Militarizmin modasıysa, savaşın bir parçası olan ürünleri vitrinlere taşıyarak insanlara pazarlamaktır. Caddelerin ve AVM’lerin mağazalarında alıcılarını bekleyen kabanından pantolonuna, atkısından çantasına, gömleğinden iç çamaşırına kadar kamuflaj desenleriyle karşımıza çıkan militarist kıyafetler, postallar ve rütbe ya da nişanları çağrıştıran aksesuarlar bu savaş modasını açıkça göstermektedir. Vitrinlerde ve sokaklarda yediden yetmişe her yaştan insanın üzerinde görmeye başladığımız bu kıyafetler, modanın saldırısının ne kadar geniş bir kesimi kapsadığına da işaret etmektedir.

Kapitalizm; asker olmayı yüceltmek, savaşı normalleştirmek ve algılarda bu savaşa alışmamızı sağlamak adına, savaşın yükseldiği dönemlerde militarizmi kendi tüketim alanlarında da popülerleştirerek toplumun içerisine sokuyor.

Aynı, 1. Dünya Savaşı döneminde askerlerin yağmur ve çamurdan korunmak amacıyla kullandığı şimdilerde “trençkot” olarak bildiğimiz paltoların, kapitalizm tarafından birçok mağazanın vitrininde alıcısını bekleyen bir ürüne dönüştürülmesinde olduğu gibi. Aynı 2. Dünya Savaşı yıllarında İngiliz General Montgomery’in giydiği kısa ceket “montgomeri/mont” adıyla erkekler arasında başlayarak, kadın ve çocuk reyonlarında da hızlı bir şekilde yerini alması gibi.

Savaşın Modası Olur Mu?

Şimdilerde mağazalarda modalaşmış militarist kıyafetlerin var olması, kadınların algılarında yarın çocuklarını, kardeşlerini, eşlerini, sevgililerini savaşa göndermenin alt yapısını oluşturmakta da oldukça etkilidir. Bu militarist kıyafetler savaşın en önemli malzemesi olan askerlerin (genellikle erkektir) üretiminin içselleştirilmesini sağlar. Yani; savaşın modası bugün etki altına alarak kamuflaj t-shirt giydireceği genç bir kadının, bundan 30 yıl sonra devletlerin ve kapitalizmin rant için yarattığı başka bir savaşa, en yakınlarını asker olarak göndermesini sağlayacak; savaşın hem öznesi hem mağduru haline gelmesine ve kadının, yarattığı şiddetin tam ortasında yok olmasına sebep olacaktır.

Şimdi kapitalizmin bizlere dayattığı bu savaş modasının bir parçası olmayı reddederek, militarizmin yaşam alanlarımızda normalleşmesine ve kapitalizmin bizleri tüketmesine karşı direnelim. Bizleri kendi yarattığı kalıplara sıkıştırmak isteyen kapitalizme ve bizleri kendi şiddetiyle yok etmek isteyen militarizme izin vermeyelim.

Nergis Şen

The post Militarizmin Modası – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/04/18/militarizmin-modasi-nergis-sen/feed/ 0
Referandum Unutturdu Biz Unutmayacağız Affetmeyeceğiz – Serhat Budak https://meydan1.org/2017/04/18/referandum-unutturdu-biz-unutmayacagiz-affetmeyecegiz-serhat-budak/ https://meydan1.org/2017/04/18/referandum-unutturdu-biz-unutmayacagiz-affetmeyecegiz-serhat-budak/#respond Tue, 18 Apr 2017 11:55:05 +0000 https://seninmedyan.org/?p=1836 Farkındayız; iktidarıyla, ana muhalefetiyle ve hatta toplumsal muhalefetiyle coğrafyanın neredeyse tüm siyasi gündem referanduma sıkıştırılıyor. Sokaklar, bilboardlar, haberler, televizyon programları ve sosyal medya ağları… Hepsi referanduma endeksli. Referanduma katılacak tüm aktörler de “Evet” ve “Hayır” seçenekleriyle ilgili tüm kozlarını oynamaya… Her yerde aynı 18 madde konuşuluyor; tek adamlık, diktatörlük… Bir de farkında olunmayanlar var; farkında […]

The post Referandum Unutturdu Biz Unutmayacağız Affetmeyeceğiz – Serhat Budak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Farkındayız; iktidarıyla, ana muhalefetiyle ve hatta toplumsal muhalefetiyle coğrafyanın neredeyse tüm siyasi gündem referanduma sıkıştırılıyor. Sokaklar, bilboardlar, haberler, televizyon programları ve sosyal medya ağları… Hepsi referanduma endeksli. Referanduma katılacak tüm aktörler de “Evet” ve “Hayır” seçenekleriyle ilgili tüm kozlarını oynamaya… Her yerde aynı 18 madde konuşuluyor; tek adamlık, diktatörlük…

Bir de farkında olunmayanlar var; farkında olunsa da farkında değilmiş gibi davranılanlar… Referandumun gölgesinde bırakılanlar, unutturulanlar. Bahsedilen “tek adam yönetimi” uygulamaya geçmeden, henüz hala parlamenter sistemdeyken yaşananlar, yaşadıklarımız. Karşı karşıya olduğumuz haksızlıklar, adaletsizlikler…

Amed Newrozu’nda katledilen 23 yaşındaki Kemal Kurkut ve katledilmeden hemen önce çekilen fotoğrafları. İnfazın görüntüleri karşısında yaşanan sessizlik, yayın yasağı, gizlilik kararı… Yıllardan bu yana “kazanma hırsı”yla, “rekabet”le baskılanan ve girdiği sınavın ardından “başarısızlık” yaftasıyla yaşamına son veren Ömer; geç kaldığı için aynı sınava alınmayan ve intihar eden Büşranur. Onların ölümünün ardından hala “hırs”a, “rekabet”e, “yarış”maya ve “kazan”maya yapılan çağrı… Annesiyle birlikte beton duvarların ardına hapsedilen, oyuncakları yasaklanan, yaşamı çalınan 8 aylık Miraz bebek… Tutsaklığın karşısında yaşatılan “çaresizlik”, “yalnızlık”… 2017’nin yalnızca ilk üç ayında mermer blokların altında ezilerek, elektrik akımına kapılarak, inşaattan düşerek katledilen toplam 441 işçi. İş cinayetlerinin ardından yaşanan sessizlik, durdurulamayan “kazalar”, “kader” denilen ölümler… Yine aynı üç ayda erkekler tarafından katledilen 97 kadın, cinsel istismara uğrayan sayısız çocuk. Bunun karşısında erk’ek adaletle salıverilen katiller, korunan tacizciler, aklanan tecavüzcüler…

İşte tüm bunlar yaşanırken; her günümüz yeni bir tecavüze, cinayete, “kaza” ardına gizlenen ölüme ve bitmeyen şiddet sarmalına sürüklenmişken; bütün bir coğrafyanın tüm siyaseti yalnızca referanduma odaklanmayı seçti. “Evet”lerle “Hayır”lar yarışırken; bu yarışın kaybedeni de her zaman olduğu gibi yine iktidarlar tarafından baskılananlar, yok sayılanlar, ezilenler oldu. Devlet her zaman yaptığı gibi kendi talanını da, katliamını da, savaşını da bir gündemin ardında gizlemeyi başardı. Yaşanan sayısız adaletsizlik, referandumun “gölgesinde” bırakıldı, saklandı.

“Daha kötüsü geldi”, “geliyor”, “ne zaman gelecek” derken; şimdi karşı karşıya olduğumuz ve şimdi mücadele edilmesi gereken sorunlardan giderek uzaklaşılıyor. İktidarlar eliyle yaratılan adaletsizlikler göz ardı ediliyor; gerçek ve acil çözüm bekleyen sorunlara kaynaklarında yerinde çözüm aranmıyor. Şimdi yaşadığımız sorunlarımız, giderek önemsizleştiriliyor.

Devletin istediği oluyor; alışılıyor, unutuluyor…

Ama bizler devletin unutturma politikalarına kapılmayacağız, referandumun sıkışmışlığına tıkılıp kalmayacağız. Unutmayacağız, affetmeyeceğiz!

Serhat Budak

The post Referandum Unutturdu Biz Unutmayacağız Affetmeyeceğiz – Serhat Budak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/04/18/referandum-unutturdu-biz-unutmayacagiz-affetmeyecegiz-serhat-budak/feed/ 0
Millet Değilsen Hiçbir Şeysin-Ece Uzun https://meydan1.org/2017/04/18/millet-degilsen-hicbir-seysin-ece-uzun/ https://meydan1.org/2017/04/18/millet-degilsen-hicbir-seysin-ece-uzun/#respond Tue, 18 Apr 2017 11:48:48 +0000 https://seninmedyan.org/?p=1831 Devletler, egemenliği altında yaşayan insanları “vatandaş”ları olarak tanımlamaktadır. Bu vatandaşların içinden belli koşullara sahip olanlar (18 yaşını doldurmak vs.) ise “seçmen”leri oluşturur. İktidarlar ve iktidarı arzulayanlar ise bu sürede kendi seçmenlerini ideolojileri yoluyla betimler. Bu tanımlamalar da makbul vatandaşları/seçmenleri ve ötekileri oluşturur. İşte bu seçmenler, yani aslında tek tek bireylerin oluşturduğu topluluklar ideolojilere göre kimi […]

The post Millet Değilsen Hiçbir Şeysin-Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Devletler, egemenliği altında yaşayan insanları “vatandaş”ları olarak tanımlamaktadır. Bu vatandaşların içinden belli koşullara sahip olanlar (18 yaşını doldurmak vs.) ise “seçmen”leri oluşturur. İktidarlar ve iktidarı arzulayanlar ise bu sürede kendi seçmenlerini ideolojileri yoluyla betimler. Bu tanımlamalar da makbul vatandaşları/seçmenleri ve ötekileri oluşturur. İşte bu seçmenler, yani aslında tek tek bireylerin oluşturduğu topluluklar ideolojilere göre kimi zaman “millet”, kimi zaman “ulus”, kimi zaman “halk” olmaktadır.

Millet, ulus, halk gibi kavramlar farklı siyasi partilerin farklı anlamlar yükleyerek kullandığı kavramlar olmuşlardır. AKP ve MHP bu kavramlardan “millet”i, CHP “ulus”u, HDP “halk” kavramını kullanmayı tercih etmektedir.

Seçim çalışmalarında kullanılan söylemler ve politikalar bu kavramların üzerinden inşa edildiği için kavramların genel anlamları ve kullanıldıkları anlamlar önem kazanmaktadır.

Millet, Ulus, Halk

Millet kelimesi Arapça kökenli olup çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, ortak bir kültür ve geçmişe sahip, aynı din veya mezhepten olan insanların oluşturduğu, devlet şeklinde teşkilatlanmış topluluğu ifade eder. AKP’nin özellikle son süreçte iyice yükselttiği “millet” kavramı, tanıma paralel olarak “ümmet”e, aynı dine/mezhebe sahip olanlara ağırlık vermektedir. Kimi zaman birleştirici olmak adına kavrama geniş anlamlar yüklemeye çalışsa da AKP’nin “millet”ten kastı, yarattığı yaşam tarzına uygun olan “yerli ve milli” olan insanlardır. Türk ve Sünni olandır. “Millet” kavramını kullanan bir başka parti ise AKP ile referandumda ortaklığa giden MHP’dir. MHP bu kavramın dini yönünü koruyarak kavramı daha çok etnik köken üzerinden kurgulamıştır.

“Millet” kavramıyla aynı anlamda kullanılsa da “ulus” kavramında özellikle din vurgusu yapılmamaktadır. Fransız Devrimi’yle beraber gelişen “ulus devlet” anlayışının ve “ulusalcılık” ideolojisinin temeli olan ulus kavramı, “nation” kelimesinin karşılığıdır ve kavramın oluşturulmasındaki hakim düşünce “toplum sözleşmesi” anlayışıyla ve yurttaşlık kavramıyla ilişkili olarak yayılmıştır. Kavram, “bir coğrafyada yaşayan, aynı devletin vatandaşı olan, aynı değerlere ve kültüre sahip insan topluluğu” anlamında kullanılmıştır. Kavramda ağırlık bir etnik kökene bağlı olma anlamı yerine aynı devletin yurttaşı olmaya verilmiştir. “Ulus” kavramını kullanan CHP de kavrama aynı devlette yaşama ve devletçilik değerlerini yüklemiş, bunu da laiklik anlayışıyla geliştirmiştir.

Halk kavramı da çokça “millet” ve “ulus” kavramlarının kullanıldıkları anlamda kutuplaştırma ve tek tipleştirme amacıyla kullanılsa da; ırk gibi etnik, dil gibi kültürel, din gibi inançsal değerlerin ötesinde aynı topraklar üzerinde yaşayan ve ortak çıkarları olan insanların tamamını ifade etmektedir. Bu yönüyle devletsi bir kavram olmaktan öte coğrafi bir birlikteliğin tanımıdır.

Artan Millet Söylemi ve Kutuplaştırma

Yukarıdaki kavramların ışığında ve iktidarın yürüttüğü politikalarla birlikte düşünüldüğünde tek tipleştirme ya da kutuplaştırma amaçlarıyla günümüzde en etkin biçimde kullanılan söylemin “millet” kavramı olduğunu görmekteyiz.

Her seçim zamanı siyasetçilerin artan ötekileştirici dili ve kutuplaştırma siyaseti de tek tipleştirme amacıyla birlikte gelişmiştir. Tek tipleştirici, ötekileştirici, kutuplaştırıcı dil bu seçimde de artarak devam etmektedir. Bu süreçte de bu yöntemi en keskin biçimde kullanan AKP iktidarı ve Tayyip Erdoğan olmaktadır. Milliyetçi söylemler ve savaş politikalarıyla birlikte asimilasyon ve tek tipleştirme politikaları da artmış, tariflenen millet kavramına girmek istemeyenler ise ötekileştirilmiş, toplum kutuplaştırılmıştır. Bununla da millet kavramına gireceklerin safları sıklaştırılmaya, netleştirilmeye çalışılmış ve referandum sürecinde kullanılanacak milliyetçi politikalar için gerekli olan düşman da yaratılmıştır.

Erdoğan geçen haftalarda Amed’de düzenlenen mitingte ağzından düşürmediği “millet” kavramıyla “Türk, Kürt, Laz, Çerkes herkesi” birleştirdiklerini iddia etse de, bir gün sonra Ankara’da “Türk Milleti” vurgusu yapmıştır. Böylece “millet”ten kastedilenin, kendi makbul seçmenlerinin kim olduğunu, kendi milletini diğer herkesten ayırmakta ve diğerlerini ötekileştirmekte olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Kısacası üstüne basa basa vurgulanan anlayış, “ya AKP ve Erdoğan milletindensindir ya da hiçbir şey!”

Ece Uzun

The post Millet Değilsen Hiçbir Şeysin-Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/04/18/millet-degilsen-hicbir-seysin-ece-uzun/feed/ 0