adaletsizlik – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Thu, 04 Oct 2018 09:56:48 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 1 Kadın, 40 Erkek: “Kadınların #Yanındayız” – Pelin Derici https://meydan1.org/2018/10/04/1-kadin-40-erkek-kadinlarin-yanindayiz-pelin-derici/ https://meydan1.org/2018/10/04/1-kadin-40-erkek-kadinlarin-yanindayiz-pelin-derici/#respond Thu, 04 Oct 2018 09:56:48 +0000 https://test.meydan.org/2018/10/04/1-kadin-40-erkek-kadinlarin-yanindayiz-pelin-derici/ “Bir örgüte üye yazıldım, hatta kurucusuyum; yardım ve yataklık da edeceğim. Bu örgüt, 40 erkek ve 1 ‘elebaşı’ kadından oluşuyor. Bu 40 erkek, 1 kadının arkasına saklanmış da değil. Yanındalar. 40 erkeğin derdi şu: Türkiye’deki cinsiyet eşitsizliğini azaltmak. Örgüt: YANINDAYIZ Derneği” Kurucu üyelerinden gazeteci Uğur Gürses bu sözlerle anlatıyor Yanındayız Derneği’ni; “toplumsal cinsiyet eşitliği” savunusu […]

The post 1 Kadın, 40 Erkek: “Kadınların #Yanındayız” – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“Bir örgüte üye yazıldım, hatta kurucusuyum; yardım ve yataklık da edeceğim. Bu örgüt, 40 erkek ve 1 ‘elebaşı’ kadından oluşuyor. Bu 40 erkek, 1 kadının arkasına saklanmış da değil. Yanındalar. 40 erkeğin derdi şu: Türkiye’deki cinsiyet eşitsizliğini azaltmak. Örgüt: YANINDAYIZ Derneği”

Kurucu üyelerinden gazeteci Uğur Gürses bu sözlerle anlatıyor Yanındayız Derneği’ni; “toplumsal cinsiyet eşitliği” savunusu yapmak üzere yola çıkan ve neredeyse sadece erkeklerden oluşan ilk STK’yı. Kurucu başkanı kadın, kurucu üyelerinin tamamı erkek olan dernek, Türkiye’de “tam eşitlik” sağlanması için erkekleri hedef alan çalışmalar yaparak toplumsal cinsiyet eşitliğindeki dönüşümü hızlandırmayı amaçlıyormuş.

Kim O Kadın?

Gazetemizin 6. sayısında “21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri” bölümünde deşifre ettiğimiz TESEV’in (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı), girişimcilik yoluyla kadının iktidara ortak olmasını hedefleyen KAGİDER’in (Kadın Girişimcileri Derneği), seçimle ve atamayla belirlenen tüm karar organlarındaki kadın temsil oranlarını yükselterek kadınların özgürleşebileceğini sanan KADER’in (Kadın Adayları Destekleme Derneği) kurucu üyesi olan Nur Ger, Yanındayız Derneği’nin de kurucu başkanı. Nur Ger, aynı zamanda TÜSİAD’da Kadın-Erkek Eşitliği Çalışma Grubu’na da başkanlık ediyor. TÜSİAD’ın açılımı “Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği” iken Ocak 2018’de “Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği” olarak değiştirilmişti; bu kararda Nur Ger’in ve çalışma grubunun büyük etkisi vardı. Ancak şunu da hatırlatalım; marka değerini korumak için TÜSİAD kısaltması değiştirilmedi. Adamın A’sı, TÜSİAD’ın adam egemen yapısı gibi, aynı kalmıştı. Liberalizmin ekonomik serbestliği özgürlüğün yerini tutar mı, erkek dünyasına kadın eli değdirmek ne kadar özgürleştirir kadınları? Asıl sorular bunlar.

O Erkekler Kimler?

Hepsi alanının ünlü ve önemli isimlerinden oluşan kurucu üyeler, yönetim kurulu, tanıdık isimler ve onlar, erkekler: Agah Uğur, Ahmet Dördüncü, Ahmet Ümit, Arda Batu, Ata Selçuk, Bekir Ağırdır, Bernard Arkas, Burhan Karaçam, Bülent Gürcan, Cevdet Mercan, Cüneyt Yavuz, Can Ger, Alper Hasanoğlu, Bahadır Kaleağası, Bülent Atuk, Erkan Tozluyurt, Güven Sak, Ferhat Boratav, Gökhan Öğüt, Gönenç Gürkaynak, Görgün Taner, Hakan Güldağ, Laki Vingas, Mehmet Nane, Mert Fırat, Murat Yeşildere, Murat Yetkin, Necati Özkan, Okan Yılmazer, Bülent Bayraktar, Sami Kariyo, Selçuk Pehlivanoğlu, Sinan Altun, Soli Özel, Şükrü Ünlütürk, Tamer Saka, Tolga Egemen, Uğur Gürses, Yekta Kopan, Yetik Kadri Mert.

Bu isimlerden Agah Uğur, Borusan Holding İcra Kurulu Başkanı mesela. “İş Yaşamında Ayrımcılık İçeren Söz ve Davranışlardan Kaçınma Rehberi” hazırlayan, kadın-erkek eşitliği için yaptığı projeleri her yıl sonu faaliyet raporuna ekleyerek sosyal sorumluluklu kapitalist karnesine “yıldızlı pekiyi” ekleyen Borusan Holding. Doğanın ve yaşamın talanı konusunda aldığı “yıldızlı pekiyi”yi anlamak için 7 RES, 1 GES projesinde imzası olduğunu da unutmamak gerek. Bir yandan da Erzurum’un İspir ilçesi Aksu Vadisi’ne HES yapmaya çalıştığı için kapısında eylem yaptığımız holding.

Bir diğeri eski CNN TÜRK Haber Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Boratav. CNN Türk’te diğer medya kuruluşlarına göre daha fazla sayıda kadının üst düzey yönetici olduğunu söyleyerek avutuyordu panellerde kimi “kadınlara eşitlik” savunucularını.

Amacımız bu isimleri teker teker anlatmak değil, o kadar yerimiz de yok ama söyleyebileceğimiz bir kaç şey var. Çoğu “patron” bu erkeklerin. İstisnasız hepsi zengin, hepsi ünlü, hepsinin tuzu kuru…

Yine de hepsini bir tutamayız, yıl sonu faaliyet raporunu “sorumluluklu” projelerle doldurmaya çalışan kapitalistlerin yanında, meseleye samimiyetle yaklaştığını düşündüğümüz bir kaç isim de var aralarında. Ama kurunun yanında yaş da yanmaz mı? Yanar. İnsanları evsiz – hayvanları insiz bırakan, işçileri karın tokluğuna kölece koşullarda çalıştıran, derelerimizi kurutup can suyumuzu kesenler de var. Bugün bu erkeklerin hepsi, kadınların yanında olduklarını söylüyor. Yaşamın birçok alanında adaletsizliklerin bizzat faili olan bu isimlerin, kadınların özgürleşmesinde nasıl bir payının olacağına bizim aklımız ermedi pek. Ama asıl soruya dönelim.

Sorunumuz Eşitsizlik mi?

Biz kadınların sorunu, erkeklerle eşit olamamak değildir. Yaşamın her alanında saldırısına maruz kaldığımız, nefesimizi kesen iktidarın kendisidir sorun. Biz kadınların mücadelesini verdiğiyse eşitlik değil özgürlüktür. Kadının özgürlüğünün sadece eşitlikten geçtiğini iddia edenler, özgürlükten korkan kapitalistler ve liberaller ya da onlara kananlardır.

19. yy.’daki oy hakkı tartışmalarından bu yana seçme ve seçilme, temsiliyet gibi alanlarda sağlanacak eşitliğin, kadınları kendi kararlarını alan siyasi özneler haline getireceği iddia edilmiştir. Peki oy hakkı kazanıldı da ne oldu? Kadınlar özgürleşti mi bir anda? Hayır. Kadın için siyasi bir özne olabilmek seçim sandıklarına indirgendi; halbuki siyasi bir özne olabilmek erkeklerden ve erkek egemen kurumlardan siyasi, ekonomik, psikolojik ve cinsel açıdan bağımsız olmakla mümkündür. Kadının özgürlüğü, devletli politikaya dâhil olunup alınacak geçici reformlarla gerçekleşemez.

Peki ya ekonomik özgürlük dedikleri “serbestliği” elde ettik de ne oldu? Eşit işe eşit ücret verdiler de ne oldu? İşine gidip para kazanmak için çalışan, eve dönüp evin işleyişi için çalışan; yani iki kere çalışanlar olmadık mı? Kadının özgürlüğü, liberalizmin serbestlik anlayışıyla ve erkeğin bulunduğu statüye erişerek gerçekleşemez.

Ve kadınların özgürlüğü, erkeklerin onlara “yanındayız” diyerek eşitleşmeyi savunduğu kampanyalarla da değil; ancak kadınların el ele verip özgürlük için beraberce yürümesiyle gerçekleşebilir.

Erkekler Toplumsal Cinsiyet Meselesine Karışmasın mı?

Erkeklerin toplumsal cinsiyet meselesine dair söz söylemesi, bir şeyler yapmaya çalışması elbette olumludur. Ancak belirleyici olan sözün ya da eylemin var olması kadar içeriğidir de. Eleştirimiz içerikteki sıkıntılara dair, anlatalım biraz.

Bir iktidar formu olan ataerki tarafından kurgulanan erkeği tek başına suçlamak, elbette iktidarın yarattığı adaletsizliklerin çözümü olamazdı. Kadın mücadelesi, ataerkinin kadın/ezilen ve erkek/ezen diye iki cinsiyeti sürekli kurduğunu gözler önüne serdi; diğer cinsel yönelimler ise zaten yoktu iktidarın kurguladığı toplumsal cinsiyet rollerinde. “İktidarın vücut bulmuş hali sensin, sen iktidarsın.” denilen erkeğe “Erkek olmanın hakkını ver.” baskısı ve her an sistemin dışına atma tehdidi ile sürekli bir gözdağı verildi. Erkeğe, onun da sistemin mağduru olduğunu söyleyense -duyduğu bütün öfkeye rağmen- kadındı, kadın mücadelesiydi.

Hal böyleyken bir grup erkek bu rolleri yıkmak için yola çıksa anlarız. Bu rollerin yaşamlarında sebep olduğu adaletsizliklere çözüm arasa anlarız. Doğduklarında onlara verilen mavi kimlikle belirlenen karakterlerine ve kurdukları ilişki biçimlerine yoğunlaşsalar anlarız. Mesela sünnet meselesi. Bir araya gelerek sünnetin onlarda ve onların çocukluklarında nasıl bir travma yarattığını konuşabilseler, sünnetin gerekli olup olmadığını tartışsalar anlarız. Bıyıkları sakalları çıkmadı diye nasıl bunalıma girdiklerini, küpe taktıkları için nasıl aşağılandıklarını hatta mahalle baskısı yüzünden 60 yaşına kadar saçlarını uzatmak isteseler de uzatamama hallerini konuşsalar… Mesela asker olmanın erkek olmak sayıldığı, vatanın namusunun da koruyucusu olmanın ağırlığını, bu ağırlığı taşıyamayıp anti-sosyal kişilik saptamasıyla dışlanmayı tartışsalar çok ama çok güzel olurdu. Tüm bu yazdıklarımızın sebep ve sonuçlarına, en önemlisi de bu durumları ortadan kaldırma yöntemlerine yoğunlaşsalar anlarız. Baba-abi-eş rollerinden kurtulmaya kafa yorsalar; gündelik yaşamın işleyişini etraflarındaki kadınların omuzlarına bırakmak yerine birlikte yapmayı öğrenseler… Yemek yapmayı yada bebek bezi değiştirmeyi, vb. öğrenmeye niyetlenseler mesela, anlarız. Anlamakla kalmaz, her türlü dayanışmayı da gösteririz. Bunları yaparken erkekliği reddeden erkeklerin de yani eşcinsellerin de yanında olacaklarını, bu özgürlük mücadelesinde dayanışma ilişkileri kuracaklarını vaat etseler, daha da saygı duyarız.

Ama bu 40 erkek kalkmış diyor ki: Kadınların yanındayız! Olmayın. Bir fark edin önce, yürürken sizin de şakırdıyor zincirleriniz. Belki bizdeki zincirler kadar ağır değil, bükmüyor belinizi ama hareket kabiliyetinizi etkiliyor. Yani kadınları ekonomik alanda kendinizle eşitleyerek kurtarmak illüzyonu yerine siz de zincirlerinizden kurtulmaya bakın. Yanındayız demeyin, yanımızda olmayın. Bir de iktidarın adaletsizliklerinin sürdürücüsü olup sakın karşımıza çıkmayın; bu gerçekten çok önemli.

Pelin Derici

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.

The post 1 Kadın, 40 Erkek: “Kadınların #Yanındayız” – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/10/04/1-kadin-40-erkek-kadinlarin-yanindayiz-pelin-derici/feed/ 0
Sinema: “Kutsal Geyiğin Ölümü” – Zeynel Çuhadar https://meydan1.org/2018/02/13/sinema-kutsal-geyigin-olumu-zeynel-cuhadar/ https://meydan1.org/2018/02/13/sinema-kutsal-geyigin-olumu-zeynel-cuhadar/#respond Mon, 12 Feb 2018 22:38:30 +0000 https://test.meydan.org/2018/02/13/sinema-kutsal-geyigin-olumu-zeynel-cuhadar/ Yunan mitolojisinde Truva savaşını başlatan; bütün kötülüklerin, acının ve gözyaşının sebebi güzeller güzeli Helen’dir. Agamemnon’un kardeşi Menelaos, Helen’le evlenmiştir evlenmesine, ancak Helen Truva Kralı’nın oğlu Paris’e aşıktır. Paris, evliliğin şerefine verilen bir davette Helen’i kaçırır. Yorgos Lanthimos’un iki yıllık bir aradan sonra vizyona giren yeni filmine zemin oluşturan Agamemnon efsanesi işte böyle başlamıştır. Menelaos kardeşinden […]

The post Sinema: “Kutsal Geyiğin Ölümü” – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Yunan mitolojisinde Truva savaşını başlatan; bütün kötülüklerin, acının ve gözyaşının sebebi güzeller güzeli Helen’dir. Agamemnon’un kardeşi Menelaos, Helen’le evlenmiştir evlenmesine, ancak Helen Truva Kralı’nın oğlu Paris’e aşıktır. Paris, evliliğin şerefine verilen bir davette Helen’i kaçırır. Yorgos Lanthimos’un iki yıllık bir aradan sonra vizyona giren yeni filmine zemin oluşturan Agamemnon efsanesi işte böyle başlamıştır. Menelaos kardeşinden yardım ister, böylece Spartalılar Helen’i geri almak üzere yola çıkarlar, ancak bu sefer de Artemis’in lanetiyle karşı karşıya kalacaklardır.

Yorgos Lanthimos; olsa olsa bir bilimkurgu filmindeki robotlara yakıştıracağınız diyalogları, seyir boyunca tepede tuttuğu gerilimi ve gerçek dünyanın gerçek insanlarının yaşadığı akıl almaz senaryolarıyla sinema tarihine adını çoktan yazdırdı. 2009 yılında çektiği Kynodontas (Köpekdişi) ile adından söz ettirmeye başlayan, ardından Alpeis (Alpler), The Lobster (Istakoz) ve şimdi de The Killling of a Sacred Deer’le (Kutsal Geyiğin Ölümü) sinemadaki rahatsız edicilik sınırlarını zorlayan yönetmenin son filmi birçok farklı yorumcudan birbirine neredeyse taban tabana zıt tepkilerle karşılaştı.

Beğenmeyenin yerden yere vurduğu, beğenenlerin ise anlata anlata bitiremediği filmin bu kadar konuşulmasına sebep olan bir şeyler vardı elbette.

Adaletin Bedeli Olur Mu?

“İntikam fikrini içeren eski adalet anlayışı yavaş ve derin bir dönüşüm geçirdi, intikamın yerini tazminat aldı.”

Pyotr Kropotkin

İntikam duygusunun adaleti sağlamaktaki işlevi ya da daha genel bir başlık altında adalet duygusu üzerine etik tarihçileri uzun yıllar yazıp çizdiler. Kutsal Geyiğin Ölümü’nü gündemimize sokan; Lanthimos’un karanlık evrenine ilişkin bir vicdan muhasebesinde taraf olmaktan öte, filmin katil ve maktul, suç ve ceza, adalet ve adaletsizlik gibi ikilemlere dair sorduğu ahlaki sorular oldu. Yaşadığımız coğrafyada iktidarın her geçen gün daha çok üzerimize geldiği, kendi dilini, kendi kültürünü, kendi ahlakını dayattığı günlerde bu tür sorular üzerine kafa yormak, belki de mevcudiyetimizi korumak için geliştirdiğimiz toplumsal bir refleks hepimiz için, kim bilir?

Filmin açılışında bir çift el ve bir kalp ameliyatının yakın plan görüntüsüyle karşılaşırız. Kamera yavaş yavaş uzaklaşır. Birazdan doktorun “kalbini” açacağımızı bilmeden, hastanın kan pompalayan kalbine yoğunlaşırız. Modern bir hastanedeyizdir, etrafımızdaki hiçbir şeye yabancılık çekmeyiz; her şey çok normaldir, herkes çok profesyoneldir. Hikaye, olması gerektiği gibi ilerlemektedir. Baş karakterimiz başarılı doktor Steven’ın, Martin isimli bir gençle kurduğu ilişkide işin vicdani boyutu, doktor ve yaşamını yitiren hastanın yakını arasındaki ilişkinin açığa çıkmasıyla belirginleşir.

Steven’ı canlandıran Colin Farrell, film yayınlandıktan sonra The Playlist’e verdiği röportajda, senaryoyu okurken midesinin bulandığını söylüyor ve devam ediyor; “Lanthimos kullandığı her karenin anlamı hakkında kesin fikri olan biri, fakat her izleyici hepsini farklı yorumlayabilir. Çünkü film herkesin bilinçaltı ile hesaplaşmasını tetikliyor.” The Lobster’dan sonra yönetmenin kara mizah öğesini düşürüp gerilim dozunu arttırdığı film hakkında yazılıp çizilenler, Farrell’ı doğrular nitelikte. Kimileri için film insan doğasının kötü olduğu üzerine izleyiciye sert bir ders vermeye çalışırken, kimileri için masum bir gencin haklı intikamını gözler önüne seriyor.

Film devam ediyor ve Martin’in, Steven ile kurduğu ilişkide muhtaç olan değil, -vicdan azabını dindirmeye olanak tanımasıyla- muhtaç olunan karakter olduğunun farkına varıyoruz. İlk bakışta Martin’in, babasını öldüren doktora annesiyle evlenmesi konusundaki ısrarı anlamsız görünse de, Martin karakteriyle simgelenen ahlak anlayışının derinine indiğimizde anlam arayışımıza karşılık bulabiliriz. Zira Martin’in isteği küçük bir çocuğun babasının yerini doldurma arzusundan ziyade; yaşama saldırmadan adaleti sağlamak için aklına gelen yegane çözüm yoludur.

“Çoğu durumda, katil tazminatı ödeyemiyordu. Öyle ki zarara uğrayan ailenin, katilin pişmanlığı karşısında onu evlat edinmekten başka çaresi kalmıyordu. Şimdi bile, bazı Kafkas kabilelerinde, iki aile arasındaki bir düşmanlık son bulduğunda, saldırgan dudaklarıyla, kabilenin en yaşlı kadınının memesine dokunur ve saldırıya uğrayan ailenin tüm erkeklerinin “süt kardeşi” olur. İnsan yaşamına önem vermeme gibi bir tavırları olmayan barbarlar, korkunç cezalandırmaları da bilmiyorlardı.”

Pyotr Kropotkin – Karşılıklı Yardımlaşma

Agamemnon efsanesindeki kutsal geyik, Martin’in babasıdır. Bütün hikaye kutsal geyiğin öldürülmesiyle başlar. Hikaye derinleştikçe filmi Martin’in toplumsal statüsünün getirdiği bir öfkenin yansıması olarak okumaya da olanak sağlayacak verilerle karşılaşırız. Murphy ailesini ilk ziyaretinde “pek de iyi olmayan bir semtte, iyi olmayan bir evde” yaşadığını söyler. Martin, sigara içer. Koltuk altı kıllarını gösterir, Steven’dan da göğüs kıllarını göstermesini ister, Martin’in yarattığı hayali gerçeklik, reddedilerek yok edilebilecek bir şey değildir. Kehanete yönelik her tepki ters teper, ana tanrıçanın istekleri karşılanmak zorunda, aileden biri feda edilmek zorundadır.

Martin, son çare kısasa kısas ilkesine başvurur, başka çaresi yoktur. O, rasyonelliğe koşulsuz şartsız biat eden, modern toplumun ahlakını başarıyla içselleştirmiş “kazanan” bir ailenin ahlakına karşı, ilkel toplumun ahlak ilkesini simgeler. Yönetmen, hayali evreninde kara büyüyü ve bilimsel bilgiyi karşı karşıya getirir, zaferi bu sefer tarihin mağluplarına layık görür. Ancak Martin’in çözümü de izleyiciyi mutluluğa ulaştırmaz. Hikaye nihayete erdiğinde bir tamamlanmamışlık hissederiz.

Agamemnon’un eşi Klytaimnestra, Anna’dır. Iphigenia ise Kim Murphy… Kehanetin karşı konulamazlığı, soyut anlamıyla Murphy ailesinin dağılışını da beraberinde getirir. Ailenin bütün fertleri kendi canını kurtarmanın peşine düşer. Steven içinde kaldığı ikilemi ve çözmek zorunda bırakıldığı problemi -tıpkı Agamemnon gibi- toplumdan uzak çözmeye çalışır. Yaşadıklarını toplumun geri kalanına anlatmaya tenezzül etmez, ne kadar onu hayal kırıklığına uğratsalar da yüzünü meslektaşlarına döner.
Filmin üzerinde durduğu karşıtlıklardan biri de gerçek dünya ve fantastik hikaye ikilemidir. Bu karşıtlık, birazdan bahsedeceğimiz modern dünyanın ahlakına karşı, ilkel ahlakın temsilinde olduğu gibi ait olduğu kişiye atfediliyor. Olağanüstü hikayelere olan inanç geçmişin toplumuna ait öğelerdendir. Bu yüzden büyü yapma gücü, yani fantastik olan, Martin karakterinde cisimleşiyor.

Ne İlkel, Ne Modern

Etik anlayışları birbirinden tamamen farklı iki karakterin karşı karşıya kaldığı ahlaki sorunun, bizler için de bir çözümü var elbet. Ama öncesinde birkaç söz ekleyip filme dair bahsi kapatmak gerek.
Steven’ın, Martin’le olan mücadelesi şans faktörünün devreye sokulmasıyla öznelerinden uzaklaştırılır. Her hastalığa bir reçetesi olan doktor figürünün, adalet ihtiyacıyla karşı karşıya kaldığında çaresizce boyun eğmesi ve işini şansa bırakması filmi izleyenler için çileden çıkmaya yetiyor. “Aynı şey burada olsa kimse bu kadar sakin kalmazdı” şeklindeki yorumlar ise sıklıkla filmin batılı yaşam biçimine bir eleştirisi olarak okunmasını açıklıyor.

Film yorumlanırken özellikle Alman yönetmen Michel Haneke’yle ortaklıklar kurulması, izleyiciye beklediği hiçbir şeyin verilmemesi noktasında birleşiyor. Ne Steven ailesini koruyabiliyor, ne de Martin adaleti arzu ettiği şekliyle yerine getirebiliyor. Referans hikaye, biraz da bu kaygıdan olsa gerek, filmde biraz deformasyona uğruyor. Lanthimos’un evreninde bıçak birdenbire gökten inen bir geyiği kurban etmiyor. Steven’ın silahından çıkan kurşun, iradeye değil şansa bırakılmış bir biçimde, ailenin en genç bireyini öldürüyor ve hikayeyi sona erdiriyor.

Filmin konu edindiği soruna ilişkin mantıklı cevap Farrell’ın röportajında belirttiği gibi birden fazla olabilir. Ancak bana kalırsa en bilgece çözüm Akhilleus’un birkaç cümlesinde saklı;
“Kötülükler karşısında hiddetimi, büyük mutluluklar karşısında da sevincimi dizginlemeyi bilirim, çünkü böyle hareket eden insanlar sağduyulu ve ölçülü bir hayat yaşar. Bazı durumlarda bütün ayrıntıları düşünmekten kaçınmak iyiyken, bazen her şeyi düşünmek gerekebilir. (…)Sizi acılarınızdan kurtarmak üzere büyük bir mücadeleye girmeye hazırım.”
Steven ve Martin’e ilişkin kapsayıcı bir formül geliştirmek ne kadar zor olsa da, Akhilleus’un vurguladığı şekliyle, sağduyu ve ölçülülük rehberimiz olabilir. Ne günümüzün toplumundaki cılız ancak özünü koruyan şekliyle, ne de Martin’de bütünlenen ilkel toplumdaki en yalın, en acımasız haliyle. İntikamı tamamen ortadan kaldırarak, ancak adaletsizliklere de mahal vermeyerek çözülebilir bütün bir düğüm.

Yani bütün bu adaletsizliklere karşı isyan ederek, Akhilleus gibi mücadele ederek!


Zeynel Çuhadar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Sinema: “Kutsal Geyiğin Ölümü” – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/13/sinema-kutsal-geyigin-olumu-zeynel-cuhadar/feed/ 0
İyi Ki Varsın Kadın – Ece Uzun https://meydan1.org/2017/12/22/iyi-ki-varsin-kadin-ece-uzun/ https://meydan1.org/2017/12/22/iyi-ki-varsin-kadin-ece-uzun/#respond Fri, 22 Dec 2017 08:11:26 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/22/iyi-ki-varsin-kadin-ece-uzun/ Kasım ayında 27 kadın erkekler tarafından katledildi. 39 kadın erkekler tarafından taciz ve tecavüze maruz bırakıldı. 29 çocuk erkekler tarafından tacize ve tecavüze uğradı. 2017 yılında -aralık hariç- 366 kadın katledildi. Kadına yönelik şiddetle ilgili açıklanan rakamlar bunlarla sınırlı değil elbette. Kayıtlara geçmeyen yüzlerce şiddet, taciz, tecavüz, katliam hikayesi var; üstelik bu rakamlar yalnızca bu […]

The post İyi Ki Varsın Kadın – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Kasım ayında 27 kadın erkekler tarafından katledildi.

39 kadın erkekler tarafından taciz ve tecavüze maruz bırakıldı.

29 çocuk erkekler tarafından tacize ve tecavüze uğradı.

2017 yılında -aralık hariç- 366 kadın katledildi.

Kadına yönelik şiddetle ilgili açıklanan rakamlar bunlarla sınırlı değil elbette. Kayıtlara geçmeyen yüzlerce şiddet, taciz, tecavüz, katliam hikayesi var; üstelik bu rakamlar yalnızca bu coğrafyada olanları kapsıyor. Rakamlar dünya genelinde yayıldığında binleri aşıyor.

Kadın olmak, hayata değil bir adım onlarca adım geri başlamak demektir. Daha çocukken öğretilenler vardır “sen kız çocuğusun, edebinle oturmayı öğreneceksin”, “bir kız çocuğuna yakışacak şekilde davranacaksın”, “erkek çocuklarıyla oynamayacaksın” ve benzeri onlarca cümle…

Çocukluğu geride bırakan ama kadın değil “genç kız” olan kadının artık utanması gerekir. Genç bir kız olmanın getirileri vardır; çok konuşmayacak, ulu orta yerlerde gezmeyecek, erkeklerle dolaşmayacaktır.

Büyüdükçe işler daha da sertleşir. Kılık kıyafetine, sokakta yürüyüşüne, eve geldiği saate dikkat etmesi gereken kişidir artık. Kadın dediğin “elinin hamuruyla” her işe karışmamalı, ona verilen “anne” ve “eş” sıfatıyla var olmayı kabul etmelidir. Ne olursa olsun çocuk doğurmalıdır, çocuk doğurmazsa “yarım” kalır. Çocuk doğurmakla da bitmez iş, o çocuğu layığıyla büyütmesi gerekir. Çalışırken patronun mobbingine ses çıkarmaması, her zaman erkeklerin gerisinde olmayı, erkeklerin baskısıyla çalışmayı kabullenmesi gerekir.

Kadın olmak, bitmek bilmeyen çilelerin sahibi olmaktır. Dayak yiyip susmak zorunda olmak, “ne olursa olsun o senin kocan” cümlelerine maruz kalmak, yolda yürürken tacize uğramak, kısa etek giydiği bahanesiyle tecavüze uğramak, namus denilerek katledilmek; susmayı tercih etmeyip de mahkemeye gidersen tahrik etmekle suçlanmak, her gün sistematik şiddet uygulayanların aklanmasını seyretmek zorunda kalmaktır.

Her 25 Kasım’da olduğu gibi bu yıl da şiddete, tacize, tecavüze, kadın katliamlarına sessiz kalmayan kadınlar, itaat etmeyeceklerini bir kez daha haykırdılar. “Kadınlar öldürülüyorsa biz ne yapalım?” diyenlere inat, polis ablukasına ve yürüyüşü engelleme çabalarına rağmen sokaklardan, meydanlardan vazgeçmeyeceklerini söylediler.

Kadın olmanın erkeğin gerisinde durmak olduğunu dayatanlara inat “iyi ki kadınım” dediler. “İyi ki kadınım erkek egemenliğe karşı mücadele etmeyi öğrendim; adaletsizlikler karşısında susmamayı, kadın dayanışmasını büyüterek kazanmayı öğrendim. Yaşamı yaratan olduğum için benden korktuklarını, iyi ki kadınım diyenlerden korktuklarını gördüm. Kadın olmak yaşamdı, kadın olmak mücadele etmekti.”

İyi ki varız! Erkek egemenliğine, sömürüye ve adaletsizliğe karşı, savaşlara ve yıkımlara karşı, bizi görmezden gelmeye ve yok etmeye çalışanlara karşı varız. Tacize, tecavüze, yaşamlarımızın her alanına sızan şiddete karşı; iyi ki varız.

İyi ki varım, iyi ki varız, iyi ki varsın kadın!

Ece Uzun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır. 

The post İyi Ki Varsın Kadın – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/22/iyi-ki-varsin-kadin-ece-uzun/feed/ 0
Üretim Tüketim İlişkilerinin Yeniden Düzenlenmesi https://meydan1.org/2017/11/05/uretim-tuketim-iliskilerinin-yeniden-duzenlenmesi/ https://meydan1.org/2017/11/05/uretim-tuketim-iliskilerinin-yeniden-duzenlenmesi/#respond Sun, 05 Nov 2017 20:27:10 +0000 https://test.meydan.org/2017/11/05/uretim-tuketim-iliskilerinin-yeniden-duzenlenmesi/ Kapitalist sistem, kar odaklı bir işleyişe sahiptir. Doğadaki her şeyi tüketilmeye hazır birer ürün olarak görür. Dolayısıyla doğayı, içindeki tüm varlıklarla beraber yok etme eğilimine sahiptir. İnsanlar arasında da üretim ve tüketim ilişkilerinde yarattığı adaletsizliklerle kötülüğünü pekiştirir. Bu ilişkide herkes birbirini kullanır, kapitalizm de herkesi. İnsanın doğanın bir parçası olduğunu söyleyen anarşizm ise, doğaya tüketme […]

The post Üretim Tüketim İlişkilerinin Yeniden Düzenlenmesi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

2009 yılında kurulan ve anarşizmin değerli pratiklerinin somut bir karşılık bulduğu 26A Kolektif, sürekliliği ve ısrarcılığıyla bu topraklar üzerindeki önemli bir deneyim olma özelliğini sürdürüyor.

Kapitalist sistem, kar odaklı bir işleyişe sahiptir. Doğadaki her şeyi tüketilmeye hazır birer ürün olarak görür. Dolayısıyla doğayı, içindeki tüm varlıklarla beraber yok etme eğilimine sahiptir. İnsanlar arasında da üretim ve tüketim ilişkilerinde yarattığı adaletsizliklerle kötülüğünü pekiştirir. Bu ilişkide herkes birbirini kullanır, kapitalizm de herkesi.

İnsanın doğanın bir parçası olduğunu söyleyen anarşizm ise, doğaya tüketme eğilimi ile değil, organik bir bakış açısıyla yaklaşır. Amaç “insanın sonsuz olmayan ihtiyaçlarının” bu organik ilişki içerisinde karşılanmasıdır. Öte yandan üretim ve tüketim ilişkilerinde “herkese ihtiyacı kadar” düsturu belirlenir. Ne eksik ne fazla… İşte bu yüzden 26A’nın kapısının ardında müşteri-çalışan, işçi-işveren ayrımı yoktur. Kimse maaş almaz. İhtiyaçlar ortaklaşa belirlenir. Kolektifin her bireyinin ihtiyaçları gözetilerek üretim tüketim ilişkileri yeniden örgütlenir.

Barikatlar Üretim Tüketim İlişkilerinde Bir Farkındalıktır. Amacımız Barikatları Genişletmek Olmalıdır.

Barikat neden kurulur? Engellemek için. 26A Kolektifi de öyle yapıyor. Kapitalizmin yaşama yönelik saldırılarını engellemeye çalışıyor. Örneğin, Kolektif 26A’nın kafelerinde, sömürü düzeninin devamlılığını sağlayan küresel kapitalist şirketlerin ürünlerine yer verilmez. Kola satılmaz mesela. Birer endüstriye dönüşen hayvanların etleri için katledilmesine karşı 26A’da et satılmaz. Dolayısıyla üretim tüketim ilişkilerinin ahlaki, politik ve sosyal açıdan değerlendirilmesi gerektiğini düşünen gönüllüler, katil şirketlerin ürünlerine, içinde adaletsizlik barındıran üretim ve tüketim şekillerine barikat koyar. Amaç, bu ilişkilerin adil bir şekilde düzenlemesidir. Bu ilişki düzenlendikçe, barikat genişler. Ta ki, tüm üretim tüketim ilişkileri devlet ve kapitalizmin boyunduruğundan kurtarılana kadar..

Şimdi, Şu anda Burada:

Devrim gelecekte bilinmeyen bir noktada aniden patlak verecek bir şey değildir. Devrim bizlerin dışında gelişen tarihsel koşulların sonrasında oluşuveren bir şey de değildir.. Devrim bir farkındalıkla ateşlenir ve pratiğe döküldüğü noktada, “Şimdi Şu Anda Burada Başlar!” Dolayısıyla, Kolektif 26A devrimci bir eylemdir. İnsanlara dayatılan zorunluluğun yerine gönüllüğü, rekabet ve bencilliğin yerine paylaşma ve dayanışmayı, yalnızlık ve yalıtılmışlık yerine beraberliği ve kolektif yaşamı koyan yeni bir dünya, herkes tarafından istenilen yeni bir yaşam biçimi uygular ve önerir.

Mücadele Bütünlüklüdür:

Anarşizm, yaratarak yıkmak, yıkarak yaratmak düsturunu benimser. Anarşistler, bir yandan devletin ve kapitalizmin köhnemiş kurumlarına ve ilişkilerine saldırarak onu yıkmayı, bir yandan da hayal ettikleri dünyayı kurmak için yaratmayı kullanılırlar.

İşte bu yüzden 26A gönüllüleri bir yandan yaşamlarını kolektif üzerinden paylaşma ve dayanışmayla örerken diğer yandan sokakta ve bulundukları her alanda her türlü araçla devlet ve kapitalizm ile kavga etmeyi sürdüren anarşist bireylerdir.

Paylaşma ve Dayanışma:

İnsan, insanın kurdu mudur? Zayıflar güçlü kurtların pençelerinde çırpınan koyunlar mıdır? Yüzlerce yıldan beri süren yalan, yüzlerce yıldan beri devam kolektif deneyimlerle boşa çıkartılmıştır aslında. Ne insan insanın kurdudur. Ne de bizler kurtların pençelerinde can vermeye mahkum olan koyunlarızdır. Bencillik ve rekabet, devletlerin ve kapitalizmin bıkmadan usanmadan her gün tazelemek zorunda kaldıkları kocaman bir yalandır.

Paylaşma ve dayanışma ise, yaşamın içinde ve kapitalizmin karşısında hayatta kalmak için canlıların geliştirdiği bir davranış biçimidir. Anarşistler, birbirine arkanı güvenle dönebilme özgürlüğüne ve omuz omuza vermenin yarattığı özgüvene sahip bireylerdir. İşte tam da bu yüzden, 26 A kolektifinin kapısından giremez bencillik ve rekabet. Çünkü içeride omuz omuza vermiş, güvenle birbirine sırtına dönebilen insanlar vardır. Bazen paylaşılan bir kap yemek, bazen mutluluk, bazen de öfkedir. Fakat bu kapılar ardında bir grup insana özgü bir yaşam biçimi olarak tasarlanmamıştır, bu bütün dünyaya tekrar yayılması gereken bir itkidir, bir iç güdüdür. Sadece hatırlamak ve eyleme geçmek gerekir. Kolektif 26A bunu yapar aslında hatırlar, eyleme geçer ve bu anlayışı örgütlemek için çalışır.

Tek Başına Değil Hep Beraber; Zorunlu Değil Gönüllü:

Yalnızlığımız, yalıtılmışlığımız bizi yok etmek; bizi köleleştirmek isteyenlere karşı en zayıf yanımızdır. İşte bu yüzden devlet ve kapitalizm hep buraya oynar. Yaşam biçimleri, evler, odalar, işler, iş yerleri, sokaklar hep buna göre düzenlenir. Bireyler ve toplumlar yalnızlaştırıldıkça yok olur, güçsüzleşir ve daha rahat kontrol edilebilir. Kontrolün başladığı yerde ise inisiyatif ölür. bundan sonra birey ve toplumlar için zorunluluklar ve mecburiyetler silsilesi başlar. Kapitalizmde kendini gerçekleştirdiğini düşünenler aslında zorunluluklar ve mecburiyetler yığında boğulanlardır.

Tarih boyunca anarşistler özgür bireylerin birlikteliklerine dayanan örgütlenmelerden taraf olmuş ve bunların uygulayıcısı olmuşlardır. 26A kolektifi, örgütlülüğün ne kadar büyük bir güç yarattığını bilir. Sistem içerisinde yalnızlaştırılarak güçsüzleştirilen insanların örgütlülüğün içinde kendini gerçekleştirdikçe bireyleştiğini, örgütlendikçe güçlendiğini ve kapitalizme karşı toplumu güçlendirdiğini bilir. Anarşistler için örgüt bir zorunluluk değil, ihtiyaçtır hem sistemle savaşabilmek, hem de hayatta kalmanın bir metodu olarak kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Bu örgütlülüğün harcıysa gönüllü olmaktır. İnisiyatif kullanmak, insana tekrar insan olduğunu hatırlatır. 26 A Kolektifi, özgür bireylerin gönüllü birlikteliği ile oluşturulmuş bir örgütlenmedir.

Üstelik bu birliktelik belirli bir mekanla ve zamanla sınırlandırılırmış bir birliktelik değildir. Her bir gönüllü, yaşamının tamamını kapitalizme karşı diğer yoldaşları ile beraber örgütler. Mekan dışında da beraber yenilir, beraber içilir. Kurulan komünlerde ortak yaşam devam ettirilir.

Hiyerarşik Dikey Değil, Anti Hiyerarşik Yatay İşleyiş, Bir Kişinin Değil, Herkesin Kararı:

Toplumu yukarıdan aşağıya bir emir komuta zinciri şeklinde örgütleyen, milyonların kaderini bir kişinin ya da dar bir grubun insafına terk eden günümüz düşüncesine karşı, kimsenin kimseden üstün olmadığı ve yapılan işte ya da bulunulan mekanda herkesin sonsuz söz hakkına sahip olduğu bir anlayış pratikler anarşizm.

26A gönüllüleri çalışma saatlerini, mekanın işleyişini, mekanın dizaynı da dahil olmak üzere her şeyi gönüllülerin periyodik olarak bir araya geldiği ve her gönüllünün sonsuz söz hakkına sahip olduğu toplantılarda tartışarak, öyle karar verir, belirlerler.

Özetleyecek olursak, Kolektif 26A yaşamlarını devlet ve kapitalizme karşı örgütlemiş; Bencillik ve rekabete karşı paylaşma ve dayanışmayı, yalnızlık yerine örgütlenmeyi, ertelemek yerine şimdiden başlamayı, hiyerarşi yerine yatay işleyişi bütünlüklü bir mücadele ekseninde bir yandan yaratırken diğer yandan yıkmayı pratikleyen bir modeldir. Bu model anarşizmin tüm toplumsal ilişkileri yeniden değiştirmeyi amaçlayan, yüreğimizde taşıdığımız başka bir dünyanın tohumudur.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Üretim Tüketim İlişkilerinin Yeniden Düzenlenmesi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/11/05/uretim-tuketim-iliskilerinin-yeniden-duzenlenmesi/feed/ 0
Şili’de Kadınlar Kazandı – Pelin Derici https://meydan1.org/2017/09/21/silide-kadinlar-kazandi-pelin-derici/ https://meydan1.org/2017/09/21/silide-kadinlar-kazandi-pelin-derici/#respond Thu, 21 Sep 2017 20:12:31 +0000 https://test.meydan.org/2017/09/21/silide-kadinlar-kazandi-pelin-derici/   Dünyanın dört bir yanında, kadınların mücadelesi, kadınların dayanışmasıyla sürüyor. Erkek egemen sistemde, kadınların yaşadıkları adaletsizliklere karşı, milyonlarca kadın sokakları doldurup öfkelerini haykırıyor. Son yıllarda, Güney Amerika’da yükselmekte olan kadın mücadelesi, Arjantin’de kadın katliamlarına karşı oluşturulan Ni Una Menos (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz) eylemleri ve kampanyası ile geniş yankı uyandırırken, Şili’de son yıllarda gerçekleştirilen kürtaj […]

The post Şili’de Kadınlar Kazandı – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Dünyanın dört bir yanında, kadınların mücadelesi, kadınların dayanışmasıyla sürüyor. Erkek egemen sistemde, kadınların yaşadıkları adaletsizliklere karşı, milyonlarca kadın sokakları doldurup öfkelerini haykırıyor.

Son yıllarda, Güney Amerika’da yükselmekte olan kadın mücadelesi, Arjantin’de kadın katliamlarına karşı oluşturulan Ni Una Menos (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz) eylemleri ve kampanyası ile geniş yankı uyandırırken, Şili’de son yıllarda gerçekleştirilen kürtaj eylemleri de bu yankının devamı oldu.

Kadınların örgütlü mücadelesi ile; kadın katliamlarının, taciz ve tecavüzlere karşı Şili’de binlerce kadının sokaklara döküldüğü eylemler sokak eylemleri gerçekleştirildi. 2013 yılından bu yana yapılan eylemlerde, dünyanın en kalabalık kadın eylemlerinden birine Şili sahne oldu.

1973’te, darbe ile yönetime geçen ve 1990 yılına dek yönetimini sürdüren diktatör Pinochet, 1989 yılında çıkardığı yasayla, koşulu ne olursa olsun kürtajı yasaklamıştı. Kadınların kürtaj yasağının kaldırılması için verdiği mücadele, yıllardır sürmekteydi, son yıllarda daha da aktif hale gelmişti.

Temmuz ayında, Şili’de, meclise önerilen yasa tasarısında, kürtajın kısmen yasallaşması vardıi. Tecavüz, anne sağlığına zarar gelmesi veya doğumun başarılı gerçekleşmeyeceğinin bilinmesi durumlarında; kürtajın yapılması önerilmiş ve yasa tasarısı meclis tarafından kabul edilmişti. Yasa tasarısının kabulünün ardından, Muhafazakar parti UDİ, Anayasa Mahkemesi’ne, ret talebinde bulundu. Muhafazakar partinin kürtaj yasağının kaldırılmasının önüne koyduğu engel, Şili’de on binlerce kadının sokaklara dökülmesine neden yol açtı.

Anayasa Mahkemesi’nin 22 Ağustos’ta açıkladığı karar ile; kürtaj kısmen yasallaşmış oldu. Ancak bu yasallaşmadan önce, Şili’de kadınlar, kürtaj yasağına karşı pek çok alternatif klinik oluşturmuş, “legal olmayan yollarla” kürtaj yapıyor/yaptırıyorlardı. Hatta, 2010-14 yılları arasında kürtaj yaptığı ve yaptırdığı gerekçesiyle 70 doktor ve kadın tutuklu bulunuyordu.

Şili’de eylem sürecini kazanıma dönüştüren kadınlar için ise mücadele devam ediyor. Kısmen yasallaşmanın istenilen sonuç olmadığını söyleyen kadınlar; kadın katliamlarına, tacize, tecavüze karşı dayanışmayı büyütmek için sokakları doldurmaya devam ediyorlar.

Dünyanın dört bir yanında direnen kadınlara selam olsun!

Dayanışmamız kazanacak!


Pelin Derici

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Şili’de Kadınlar Kazandı – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/21/silide-kadinlar-kazandi-pelin-derici/feed/ 0
Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referandum Üzerine Birinci Bildirisi: “REFERANDUMA DAİR” https://meydan1.org/2017/02/26/devrimci-anarsist-faaliyetin-referandum-uzerine-birinci-bildirisi-referanduma-dair/ https://meydan1.org/2017/02/26/devrimci-anarsist-faaliyetin-referandum-uzerine-birinci-bildirisi-referanduma-dair/#respond Sat, 25 Feb 2017 21:52:37 +0000 https://test.meydan.org/2017/02/26/devrimci-anarsist-faaliyetin-referandum-uzerine-birinci-bildirisi-referanduma-dair/ Anarşistler ilkesel olarak oy kullanmaz ve seçimlere katılmazlar SEÇMENE DAİR: Bir oy ile politikleşmek; parti ya da başkan seçimlerinde bir oyluk kampanyaların parçası olarak politikleşmek. Türkiye’de yapılan son seçimlerde seçmenin %87’si seçimlere katılmıştır. Seçimlere katılanların sayısı 49 milyon, katılmayanların sayısı ise yaklaşık 9 milyondur. Sistem değişikliği için önümüzde yapılacak olan referanduma katılım da benzer sayılarda […]

The post Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referandum Üzerine Birinci Bildirisi: “REFERANDUMA DAİR” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Anarşistler ilkesel olarak oy kullanmaz ve seçimlere katılmazlar

SEÇMENE DAİR:

Bir oy ile politikleşmek; parti ya da başkan seçimlerinde bir oyluk kampanyaların parçası olarak politikleşmek. Türkiye’de yapılan son seçimlerde seçmenin %87’si seçimlere katılmıştır. Seçimlere katılanların sayısı 49 milyon, katılmayanların sayısı ise yaklaşık 9 milyondur. Sistem değişikliği için önümüzde yapılacak olan referanduma katılım da benzer sayılarda olacaktır.

Seçmen için seçimlere katılmak ne demektir?

Seçimli sistemlerin tümünde, çoğunluk olan iktidar olur. Demokraside, çoğunluğun iktidarı demokratiktir. Çoğunluk olan iktidardır, azınlık olan ise iktidar olamamıştır. Çoğunluğun ve azınlığın ilişkisi, seçimler sürecince iki ayrı yöntemin tartışması şeklinde sürmüştür. Tartışmadıkları tek şey ise seçimlerdir. Seçimler bir grubun toplumu “ben-biz yönetmek istiyoruz” sözüyle başlayan, diğer grubun ise “hayır ben-biz yönetmek istiyoruz” sözüyle karşılık bulduğu bir iddiadır. Seçimler, iddianın taraflarının anlaşarak başlattığı seçmen sayma sürecidir ve seçmenler olmadan gerçekleşemez. Hangi tarafın seçmeni diğerinden çoksa, toplumun yönetimi de o tarafta olacaktır. Seçmen, bu iddialaşmada sadece sayısal bir değerdir. Bu sayısal değer gündelik yaşamında birçok sorunu çözmeye çalışarak yaşayan vatandaş için önemsenecek bir değer değildir. İddialaşmanın tarafları seçimlerdeki katılımı arttırmak için, vatandaşı, sayılan seçmen sıfatından çıkarıp iddianın içine sokmak isterler. Böylece iddiaya katılım artacaktır. Katılımın artması, bir sayı olan seçmenin, öncelikle iddiayı ve sonrasında ise seçimleri ve daha da sonrasında seçimlerin sonucunda oluşacak iktidarı içselleştirmesini sağlayacaktır. Seçmen kazansa da kaybetse de seçimin sonucunu ve seçilmiş tarafın iktidarını kabullenecektir. Vatandaşın bu kabullenmesi, seçimlerde iddialaşan her grubun kazanımıdır. Seçimi kazanan hükümetini sürdürdükçe, kaybeden de muhalefetini sürdürecek ve her iki taraf da bir dahaki seçimleri bekleyeceklerdir.

Seçmen sorumluluğu ne demektir?

Vatandaşın toplumun yönetimine katılması demektir. Atacağı bir oyla toplumun sosyal, ekonomik ve siyasal yönetimine katıldığını sanan seçmen, sorumluluk safsatasıyla yaratılan bu sistemle anlaşacaktır. Anlaşma basittir; kullandığın oy kazansın ya da kaybetsin sen kazanana, yani haklı iktidara, yönetilme hakkını sunmalısın. Bu, kullanacağın bir oyla onaylayacağın anlaşmanın sorumluluğudur.

Seçmenlerin bir oy ile eşitlenmesi ne demektir?

Seçimler sınıflar arası çatışmada bir yanılgı yaratır. Seçimler 1400 lira maaş verilen bir işçiyle 14.000 lira maaş verilen bir mühendisi ve hatta bu işçi ve mühendisin “bir” üretiminden 140.000 lira kazanan patronu bir oy ile eşitleme yanılgısını yaratmaktadır. Aylarca süren ve bir günde biten bu yanılgının ardından toplumsal yönetimde hiçleşen ezilenler, seçilmiş tüm yönetimlerin sömürüsünü yaşarlar.

AKP’nin senelerdir süren genel yönetimi süresince de yeni yasalarla işletilen taşeronluk sisteminin, CHP yerel yönetimlerinde de işlediği aşikardır. Yaklaşık 20 senedir yapılan tüm seçimlerde en yüksek oyu alan bu iki partinin sınıfsal çelişkideki pozisyonları benzerdir. Aralarından birinin hükümet ve diğerinin muhalefet olması, sınıfsal çatışmayı olumlu ya da olumsuz etkilemeyecektir. 140.000 lira kazanan patronun toplumsal yönetime etkisi her daim daha fazla olacak, kapital sahibi olarak yönetime sahip olanlarla sürekli ilişkileri sürecektir. Emeğine 1400 lira verilen işçinin ise yönetime etkisi olmayacaktır. Bir oy ile başlayan ve biten yanılgının bir anlık “bu toplumda ben de varım” mutluluğu ise gündelik yaşamın sosyal ve ekonomik gerçekliğiyle sonlanacaktır.

Kalifiye seçmen olmak ne demektir?

Toplumda çoğunluk kesime ait olmak demektir. Seçimlere giren her grup için toplumun çoğunluğunu oluşturan kesim, seçimin sonucunu belirleyecek olan kitledir. Kitlenin özellikleri, seçim propagandalarının eksenini de belirler. AKP de CHP de, toplumda çoğunluğu oluşturan Türk, Sünni, milliyetçi-ulusalcı gibi toplumda genel geçer değeri olan kesimleri kazanmayı amaçlar. Kalifiye seçmenin dışında kalan seçmen ise, kitle sayısına oranla daha az oy demektir. Bu, kalifiye olmayan seçmenin, seçim propagandalarında ikincil önemde kalması anlamındadır. Böylece vatandaşın sosyal ve ekonomik kimliği, onun seçmenlik derecesini belirlemiş olur.

MUHALEFETE DAİR:

Seçimlerde iktidara muhalefet olmak ne demektir?

Seçimlerde iktidara muhalefet olmak, geçmiş seçimlerde seçilmemişsin ve gelecek seçimler için umutlusun demektir.

Seçimli sistemlerin tümünde seçime en az iki grubun katılımı gereklidir. Kazanan ve kaybedenin belli olacağı seçim gününe kadar iki grup birbirlerine muhaliflerdir. Kazananın iktidar olması paralelinde kaybeden ise muhalefet olacaktır.

Parlamenter sistemde parlamento içerisinde AKP’nin tüm kararlarına karşı koyan CHP, AKP’nin yaptığı yönetim uygulamalarını, devletin işleyişine ve toplumun yaşamına olumsuz olan etkilerini gündeme getirir. Muhalefetin parlamento içindeki bu misyonu iktidara zıt bir propaganda yapmasını da sağlar. Muhalefetin seçmenle kurduğu salt ilişki artık budur; çünkü seçmenle bir oy için başlattığı anlaşma, seçimleri kaybetmesiyle sonlanmıştır.

Parlamento dışındaki muhalefet ise, muhalefetinin varoluşunu seçimleri kazanan iktidara karşı koymaya dayandırmaz; parlamento dışı muhalefetin dayanağı emperyalizm-kapitalizm karşıtlığıdır. Söz konusu muhalefet, Marksist Leninist sınıf çerçevesinde sınıfsal çatışmanın tarafıdır. Sınıfsal çatışmanın burjuvazi karşısında işçi sınıfının iktidarıyla sonlanacağı devrim için mücadele ederler. Mücadele stratejileri içinde seçimlerde parlamenter muhalefetle pratik bir taraflaşmadan yanadırlar. Bir strateji olarak seçimi savunan devrimci muhalefet, seçim süresince toplumu örgütleme olanağını vurgular. Vatandaşın seçim süreçlerinde bir oy ile yaşayacağı politikleşmeden faydalanabileceğini savunur. Marksist Leninist toplamında bilimsel sosyalist örgütlenmeler, yorum farkları dışında, stratejik olarak seçimlerin kullanılmasını savunur.

HDP Kürt halkının parlamentodaki temsiliyetinin ötesinde devrimci muhalefetin de toparlandığı bir kuruma dönüşmüştür. HDP 1 Kasım genel seçimlerine kadar katıldığı seçimlerde seçmen sayısını sürekli olarak arttırmıştır. Artık parlamentoya bir parti olarak katılma şartı olan %10 seçmen sayısına ulaşabilmekte ve parlamentoda bir parti olarak bulunabilmektedir. Kendi birincil seçmeni olan bölge halkından aldığı oy sabitleşmiştir. Metropollerden alacağı oylarla %10-11 arası iniş çıkışlar yaşamaktadır. Yalnız 1 Kasım ile beraber başlayan TC’nin Kürt Hareketi ile iç ve dış politikalarında karşı karşıya kalması süreci, seçilerek parlamentoya giren HDP’nin yasal-yasa dışı yöntemlerle parlamentodan çıkarılmasıyla sonuçlanmıştır. Seçilmişlerin dokunulmazlıklarına rağmen birer birer yargılanıyor ve tutuklanıyor olması, kural koyucunun yani devletin kendi kurallarını değiştirebilme serbestliğinin göstergesidir. Bir başka gösterge ise genel seçimlerin yanı sıra yerel seçimlerde seçilerek belediye başkanlığını kazanan HDP’li belediyelere kayyum atanmasıdır. Devlet iç ve dış stratejileri paralelinde seçimleri ve seçilmişleri hiçleştirerek, temsili demokrasilerin bir yönetilme yanılgısı olduğunu ispatlamaktadır.

7 Haziran seçimlerinde hepimizin bir parçası olduğu bütünlüklü bir isyan sürecinin, sokak eylemlerinin, yavaş yavaş sandığa sıkıştırıldığını gördük. CHP’den Vatan Partisi’ne varoluşsal olarak olağan karşılayacağımız bu sıkışmanın anlaşılmaz ve karmaşık tarafı, HDP’nin topluma yaptığı sokak değil sandık telkiniydi. Sokak eylemlilikleri toplumsal bir şekilde sürerken seçim kampanyaları içinde erimekte, Kobanê’nin kurtuluşu bile kampanyaya sıkışmaktaydı. Her gün sokağa bir kampanyanın parçası olarak değil kendini gerçekleştirmek için çıkanlar, sokaktan önce sandığın binalarına sonra evlerinin bulunduğu apartmanlara girdiler. HDP, bir oyla bir gün değil, bir direnişle her gün politikleşenlerden “Haydi AKP diktatörlüğüne son” diyerek oy kullanmasını istedi. Seçim kampanyaları, kullanılan oylar ve değişmeyen sistem, değişmeyen devlet diktatörlüğünde birer birer umutsuzluğa dönüştü. “Bu düzen böyle gelmiş böyle gider” söylevi dillerden dillere yayılır olmadı mı? Umudu sokaktan sandığa sıkıştırılanlar ve umudu oy kullanmak sananlar, şimdi, bu yanılgıyı bir başka seçimle tekrarlamak istiyorlar. Oy, umut değil seçmenin politikleşme yanılgısı; seçimler ise adalet ve özgürlük için umut değil, toplumun yönetilme yanılgısıdır.

İKTİDARA DAİR

Seçimler iktidarın ya sürmesi ya sonlanması demektir. Her iktidar toplumun tümünün onayını almak ister, bu onay seçimlere katılarak verilir.

Art arda seçimleri kazanan AKP’nin sürekli çatırdama senaryolarıyla geçirdiği bir iktidar döneminde, zamansız bir referandum seçim sürecindeyiz. Bu zamansız seçimler yani standart periyotta olmayan seçimler, AKP’nin sevdiği seçimlerdir. İktidar olmanın çoğunluk olmanın serbestliğiyle kurgulandığı; iktidarın kurallarını kendinin koyduğu ve beğenmediği kuralı kaldırdığı bir seçim sürecinin daha içindeyiz. Bu referandum, AKP’nin üçüncü referandumu ve AKP bunu da kazanırsa, toplumun şekillendirmesinde önemli bir pozisyonda kazanmış olacaktır. AKP’nin seçim stratejilerinde en önemli ayrıntı kendi seçmen sayısını artırmasını istemesinin yanı sıra seçime katılan seçmen sayısına da artırmak istemesidir. İktidar kendisine muhalif olanların duygu ve düşüncelerini önemsemiyormuş gibi davransa da gerçekte önemser; çünkü iktidarın en çekindiği şeylerden birisi toplumsal onayı alamamaktır. İktidar zaten kendisi için oy kullanan seçmenin onayını almıştır. Muhalif olan seçmenin onayını alması için muhalif seçmenin seçime katılması yeterlidir. Muhalif seçmenin seçime katılmış ve kaybetmiş olması, seçim sonuçlarının meşruluğunu sağlayacaktır. Çünkü meşru olmayan bir iktidar, iktidar olamaz. Kendi iktidarı için en çekineceği şey seçimlere katılımın düşük olması demektir. Direk ya da dolaylı boykot AKP’nin gerçek korkusudur. Bunun için AKP katılımı artırmayı genel gerilimi artırmaya endekslemiştir. Kendi propagandasını yaparken provakatif söz ve eylemlerle muhalefeti gererek, seçmenler arası cepheleşmeyi artırır. Cepheleşme artıkça seçime katılım da artacaktır.

BİZ ANARŞİSTLERE DAİR:

Seçimlere katılmamak tarafsızlık mı demektir?

Yönetme ve yönetilme ilişkisini reddeden anarşistlerin, toplumun yönetimi için yapılan seçimleri de reddetmesi gerekmektir. Bu bir tarafsızlık değil, yöneten ve yönetilenin olmadığı bir dünya için mücadeleye taraflaşmak demektir. Seçimin özgür irade yanılgısı yarattığı aşikardır. Özgür iradesiyle toplumsal yönetime yakınlaştığını ve etki ettiğini düşünen birey, bu yanılgı ile gündelik gerçeklerden uzaklaşacaktır. Bireyin yaşadığı adaletsizliklere, tutsaklıklara, yoksulluğa ve yoksunluklara uzaklaşarak daha itaatkarlaşması kaçınılmazdır. Bireyin yadsındığı toplum anlayışının yarattığı adil ve özgür olmayan bu dünya düzeninde, toplumun yönetiminin seçimle belirlenmediği toplum yoktur. Seçmene sunulan seçenekler bellidir ve seçmenin seçimi ne olursa olsun değişmeyen belli başlı gerçekler vardır:

1) Emeğini ve zamanını satarak yaşamak zorunda olanların, yani ezilenlerin, yönetime etkisi yoktur.

2) Ezilenler için seçim sonrası yönetimlerin uygulamalarında fark yoktur.

3) Kapital sahiplerinin yönetim sahipleriyle çıkar birlikleri vardır.

4) Her toplumda kronikleşmiş iktidar ve muhalefet potansiyeli olan aileler, aşiretler, ideolojik partiler, mezhepler ve etnisiteler vardır. TC’de bu Türk Kürt, Sünni, Alevi, laik, muhafazakar gibi şekillenmiştir.

5) İktidar, devlet-şirket ilişkisinin düzenlenmesinden sorumludur. Bu sorumluluğunu yürütme, yargı ve kolluk kuvvetleri gibi organlarını kullanarak yapar. Bu, ezen ezilen ilişkisinin istenilen sabit şeklinin sürekli savunulması sorumluluğudur. TC’de ve diğer dünya devletlerinin hangisinde seçimleri kazanan iktidarın ezilen sınıfı ezen sınıftan kolladığı deneyimlenmiştir? Seçilmiş muhafazakar, liberal ve hatta sosyalist hiçbir iktidar, ezilenler sınıfının çıkarlarını gözetmemiştir.

Anarşistler seçimlerde oy kullanarak -kullandıkları oy kazansa da kaybetse de- seçimi kazananın iktidarını onaylamayı savunamazlar. Anarşistler, Marksist Leninist bilimsel sosyalistler gibi seçimler süresince seçim kampanyalarına katılarak toplumun örgütlenmesini bir stratejiye dönüştürmezler. Seçimlere katılan taraflar, halkın adalet ve özgürlük taleplerinin tümünün seçim söylevlerinde kapsandığı ve seçimi kazanmaları sonrasında bunun karşılanacağı yanılgısını yaratırlar. Bir yanıyla kapsamlı talep anlamı taşıyan seçim kampanyasının bireysel ya da örgütsel destekçisi-dayanışmacısı olmak, bu yanılgının yayılması sağlamaktır. Seçim sürecini faydalanacak bir fırsata çevirmeyi istemek seçim sisteminin yani bu yanılgının propagandasını yapmak istemektir. Anarşistler, toplumu oluşturan bireyleri oy kullanmama sorumluluğuna çağırmalıdırlar. Bu çağrı, bireyin kendi iradesini, ayrıca adil ve özgür bir dünya isteğini bir partinin ya da başkanın iradesine bırakmama sorumluğudur. Böylesi bir sorumluluk bir güne değil her güne yayılacak bir politikleşmenin başlangıcıdır.

Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referanduma Dair Yayınlanan Birinci Bildirisi

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 36. sayısında yayınlanmıştır.

The post Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referandum Üzerine Birinci Bildirisi: “REFERANDUMA DAİR” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/02/26/devrimci-anarsist-faaliyetin-referandum-uzerine-birinci-bildirisi-referanduma-dair/feed/ 0
“Yalnızca Sevme… ” – Hüseyin Civan https://meydan1.org/2016/06/20/yalnizca-sevme-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2016/06/20/yalnizca-sevme-huseyin-civan/#respond Mon, 20 Jun 2016 12:33:02 +0000 https://test.meydan.org/2016/06/20/yalnizca-sevme-huseyin-civan/ Küresel kapitalizmin normal yanılsamasının uzun süredir uğramadığı topraklarda, anormal bulmak oldukça zordur. Savaşın, göçün ve adaletsizliğin oyun sahasında, acı perdelerindeki geçiş hızlıdır. Bu geçişler arasında neden sonuç ilişkisi aramak boşunadır. Tepende savaş uçakları cirit atarken, top sesleri kulağına “o normallikte” gelirken, ölümün gerçekliği bu kadar yakınken, anlam kuracak zihin ortadan kalkmıştır. Suriye’de birkaç yıldır devam […]

The post “Yalnızca Sevme… ” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Yalnızca Sevme...

Küresel kapitalizmin normal yanılsamasının uzun süredir uğramadığı topraklarda, anormal bulmak oldukça zordur. Savaşın, göçün ve adaletsizliğin oyun sahasında, acı perdelerindeki geçiş hızlıdır. Bu geçişler arasında neden sonuç ilişkisi aramak boşunadır. Tepende savaş uçakları cirit atarken, top sesleri kulağına “o normallikte” gelirken, ölümün gerçekliği bu kadar yakınken, anlam kuracak zihin ortadan kalkmıştır.

Suriye’de birkaç yıldır devam etmekte olan süreci bu anormalin dışında görmek gerçekçi değil. Ancak, savaşın gitgide çetrefilli bir hale geldiği bir süreçte, St. Petersburg’dan gelen Mariinsky Orkestrası, Rus besteci Shchedrin’in Not Love Alone (Yalnızca Sevme) parçasını; IŞİD’in Temmuz 2015’te 25 Suriye askerini (IŞİD vari bir şovla) infaz ettiği Palmira Antik Kenti’ndeki Roma Amfitiyatrosu’nda, yani yine IŞİD’in havaya uçurduğu sayısız antik tapınağın hemen yanı başında çalıyor olması, bu anormalliği bile zorlayan bir eylemdi.

Fırat’ın 120 km güneybatısında yaşananlar, bütün dünyaya, Rusya’nın uluslararası “gayrı resmi resmi kanalı” Russia Today aracılığıyla canlı yayından verildi. Orkestra şefi Valery Gergiev de, Panama Belgeleri’nde ismi geçen çellist Sergei Roldugin de Putin’e yakınlığıyla bilinen sanatçılardı. Yani konser aslında sadece bir konser değildi, bütün dünyaya verilen bir mesajdı. Konseri izlemeye gelenlerse Rusya ve Esad rejimi askerleri; Putin’in cesaretlerinden dolayı kutladığı, bölgeden getirilmiş insanlar ve restorasyon çalışmalarını hızla başlatmak için orada bulunan UNESCO yetkilileriydi. Palmira IŞİD’den geri alınırken, öldürülen Rusya askeri Aleksandr Prohorenk’e ve antik kentin restorasyonuna adandı konser.

Putin konsere video-konferans yoluyla Rusya’dan canlı katıldı. Konuşmasında, “Palmira’nın canlandırılmasının, yalnızca tüm insanlığın kültürel mirasına hizmet ettiği için değil, aynı zamanda medeniyetin kurtuluşu için de önemli” olduğunu vurguladı. Medeniyetin kurtarılmasında payımız büyük dedi kısacası. İnsanlığın karşısındaki IŞİD’e karşı indirilen her darbe nasılsa kendiliğinden meşruydu!

“Barbarlığa” karşı alınmış bu zaferin, konser aracılığıyla tüm dünyaya ilan edilmesinin dışında, başka anlamlar da mevcut aslında bu konserde. Batı uygarlığının ilahisi senfoni ile Palmira’nın kutsanması, yine Batı uygarlığıyla özdeşleşmiş imparatorluk Roma’nın antik kentinde verilen konser, biz Batı uygarlığının savaşını veriyoruz anlamı da taşıyor. Barbarlıkla medeniyet arasındaki o kadim savaş! Rusya, Suriye’deki mevcudiyetine ilişkin neden-sonuç ilişkileri üretiyor. Tabi anlayana!

Küreselleşmeyle beraber merkezi siyasetin kökten değişeceğine inanan teoriler karşısında, Huntington’ın Medeniyetler Çatışması çok rağbet görmemişti. Devletler arasındaki çatışmaların ve devletlerin sınırlarında yaşanan çatışmaların giderek kültürel ağırlık kazandığını yazmıştı. Huntington haklı mı? Öğrencisinin Tarihin Sonu tezini alt etmişe benziyor. En azından son birkaç yılda, Suriye’de olanlar düşünüldüğünde…

Uluslararası siyasette iktidarın önemli parçası konumunda bulunanların Ortadoğu’daki sonuç hamleleri, sadece Suriye’deki sürecin gidişatını belirlemeyecek; aynı zamanda kendi izlerini de bırakacak. Peki biz ne düşüneceğiz? Barbar IŞİD’i alt eden, ileri uygarlığın kültürüyle kutsayan bu hareketi nasıl algılayacağız? Medeniyeti kurtarma sevdalılarını nasıl göreceğiz? Bu noktada Huntington’dan çok, Edward Said’in şarkiyatçılık meselelerine ilişkin yazdıklarını hatırlamak yerinde olacak.

Batı zihniyeti tarafından şekillendirilmiş bir çözüm, Suriye’de çözüm olmaktan çok uzaktır. İnsanlığın sözde kurtuluşu, temellerini küresel kapitalizmi doğuran düşünsel birikimden alacaksa, Ortadoğu’da anormal normalliğin sonu gelmeyecek demektir. Rodion Shchedrin’in bestesini isimlendirdiği gibi; “yalnızca sevme” aynı zamanda ekonomik anlamda sömür, siyasi anlamda bağımlı kıl, küresel kapitalist üretimin çarklarından biri haline getir, kültürünün altını boşalt…

Hüseyin Civan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Yalnızca Sevme… ” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/06/20/yalnizca-sevme-huseyin-civan/feed/ 0
Kullan-at Kılavuz : “Sıkça Sorulan, Cevap Vermek Zorunda Olmadığımız Sorular” – Davut Erkan https://meydan1.org/2015/11/04/kullan-at-kilavuz-sikca-sorulan-cevap-vermek-zorunda-olmadigimiz-sorular-davut-erkan/ https://meydan1.org/2015/11/04/kullan-at-kilavuz-sikca-sorulan-cevap-vermek-zorunda-olmadigimiz-sorular-davut-erkan/#respond Wed, 04 Nov 2015 09:46:13 +0000 https://test.meydan.org/2015/11/04/kullan-at-kilavuz-sikca-sorulan-cevap-vermek-zorunda-olmadigimiz-sorular-davut-erkan/   Sıkça Sorulan, Cevap Vermek Zorunda Olmadığımız Sorular Adaletsizliklere karşı mücadele eden, örgütlenen ve eyleyen herkesin yolu sık sık karakollardan, adliyelerden geçer. Uluslararası insan hakları hukukunun ayrılmaz bir parçası ve temeli olan ifade özgürlüğü hakkını veya örgütlenme hakkını kullanan insanlar, devlet tarafından hukuk araç kılınarak, hukuk ihlal edilerek veya bazen hukuk askıya alınarak baskı altına […]

The post Kullan-at Kılavuz : “Sıkça Sorulan, Cevap Vermek Zorunda Olmadığımız Sorular” – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler…

 

Sıkça Sorulan, Cevap Vermek Zorunda Olmadığımız Sorular

Meydan Gazetes,- Sorulan sorular cevaplar

Adaletsizliklere karşı mücadele eden, örgütlenen ve eyleyen herkesin yolu sık sık karakollardan, adliyelerden geçer. Uluslararası insan hakları hukukunun ayrılmaz bir parçası ve temeli olan ifade özgürlüğü hakkını veya örgütlenme hakkını kullanan insanlar, devlet tarafından hukuk araç kılınarak, hukuk ihlal edilerek veya bazen hukuk askıya alınarak baskı altına alınmaya, sindirilmeye, hapsedilmeye çalışılır.

İşte bu süreçlerde; polisin, jandarmanın, savcının veya hakimin değişik kategorilerdeki sorularıyla karşı karşıya kalabiliriz. Bu soruların çok azına yasal olarak cevap verme zorunluluğumuz olsa da, çoğunlukla cevap vermek zorunda olmadığımız sorularla karşı karşıya kalırız. En sık karşılaştığımız birkaç örneği bu yazıda inceleyeceğiz.

DURDURMA-YAKALAMA ESNASINDA: Polis ya da jandarma, sizi yolda durdurduğunda ya da bir suç iddiasıyla yakaladığında, kimliğinizi ibraz etmek dışında hiçbir soruya cevap vermek zorunda değilsiniz. Çoğu zaman sarf ettiğiniz sözler çarpıtılarak ya da aleyhinize yorumlanarak yakalama tutanağında geçirilir ve bu da ilerde aleyhinize sonuçlar yaratabilir. Bu yüzden avukatınızla görüşmeden, onun hukuki yardımından faydalanmadan hiçbir soruya cevap vermemek yerinde olacaktır.

EMNİYETTE/POLİS-JANDARMA KARAKOLUNDA: Karakollarda en sık rastlanan durum, Terörle Mücadele polisinin ya da İstihbarat elemanlarının kişiyi bir odaya alarak mülakat adı altında yasadışı bir görüşme yapmasıdır. Bu görüşmeye avukatınız çağrılmaz ve değişik psikolojik ya da fiziki baskı yöntemleriyle karşılaşabilirsiniz. Gerçek dışı bilgiler verilerek itiraf alınmaya çalışılabilir ya da kendinize veya başkalarına dair bilgi vermeniz istenir. Bu görüşmeye kesinlikle gitmek zorunda değilsiniz, gitmemelisiniz. Rızanız dışında bu sorguya muhatap kaldığınız takdirde ise hiçbir soruya cevap vermeyiniz. Avukatınızla görüşmeden ve avukatınız yanınızda olmadan sorulan hiçbir soruya cevap vermeyiniz ve tek kelime konuşmayacağınızı beyan ederek yasadışı sorgunun derhal sonlandırılmasını talep ediniz.

İFADE SIRASINDA: Avukatınızla birlikte ifadeye girdiğinizde kimliğinize ilişkin sorulara doğru cevap vermeniz gerektiği ifade edilir. Yasal olarak sadece kimliğe yani kim olduğunuza dair sorulara cevap vermeniz gerekir: Bunlar ad-soyad, anne-baba adı, doğum yeri ve doğum tarihi gibi temel bilgilerdir. Mail adresi, telefon numarası, sosyal medya hesapları, özgeçmiş ve benzer sorular bunun kapsamında değildir, bunlara cevap verme zorunluluğunuz yoktur.

Bu başlıkta bahsedilmesi gereken bir husus da, en önemli haklardan olan susma hakkıdır. Karakolda, savcılıkta ya da mahkemede tarafınıza suçlamayla ilgili olarak yöneltilen sorulara cevap vermek zorunda değilsiniz. Susma hakkınızı isterseniz bazı sorular yönünden isterseniz de ifadenin tamamı bakımından kullanabilirsiniz. Tüm ifade bakımından susma hakkınızı kullandığınızı belirttikten sonra soru sormaya devam edilmesi, bir baskı yöntemidir ve başka soru duymak istemediğiniz takdirde bunu belirterek ifadenin sonlandırılmasını talep edin.

SOSYAL-EKONOMİK DURUM ARAŞTIRMASI: Hakkınızda bir ceza davası açıldığında ya da tazminat davası gibi bir davada taraf olduğunuzda mahkeme; polis ya da jandarmaya bir yazı göndererek Sosyal ve Ekonomik Durumunuzun araştırılmasını ister. Buna kısaca SED denilmektedir. Normalde bu araştırmanın, size sorularak değil, bağımsız kaynaklardan araştırılması gerekirken, hemen her zaman memurlar, bütün soruları size sorup kağıda yazarak bu işi bitirmeye çalışırlar. Üstelik bunun için evinizin ya da ailenizin evinin kapısı sürekli aşındırılır. Kimi zamansa defalarca telefonla arayarak karakola gitmenizi isterler. Belirtmek gerekir ki bu usul, yasaya aykırıdır ve bu durumda hiçbir şekilde karakola gitmek veya sorulara cevap vermek zorunda değilsiniz. Ancak siz cevap vermediğinizde, ailenizden ya da komşularınızdan bu bilgileri almaya çalışacaklardır, ki bu da bazen aleyhinize sonuçlar doğurabilir. Bu hususları da göz önünde bulundurarak bir tavır geliştirmeli ve her halükarda sadece ekonomik durumunuzu aydınlatacak gelir ve giderlere dair sorulara cevap vererek, bunun dışına çıkan sorular sorulmasını engellemelisiniz.

Sonuç olarak; akılda tutulması gereken devletin bir bütün olarak aleyhinize çalıştığıdır. Söylediğiniz her kelime ve özellikle atacağınız her imza aleyhinize delil olarak kullanılabilecektir. Bu nedenle sizin hak ve menfaatlerinizi koruyacağından emin olduğunuz profesyonel bir hukukçunun yani avukatınızın hukuki yardımından faydalanmadan hiçbir belgeye imza atmamanız, hiçbir soruya cevap vermemeniz önem taşımaktadır.

Av. Davut Erkan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kullan-at Kılavuz : “Sıkça Sorulan, Cevap Vermek Zorunda Olmadığımız Sorular” – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/11/04/kullan-at-kilavuz-sikca-sorulan-cevap-vermek-zorunda-olmadigimiz-sorular-davut-erkan/feed/ 0
” Bandwagon ” – Melisa Eskizerci https://meydan1.org/2015/06/12/bandwagon-melisa-eskizerci/ https://meydan1.org/2015/06/12/bandwagon-melisa-eskizerci/#respond Fri, 12 Jun 2015 10:51:08 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/12/bandwagon-melisa-eskizerci/   Doğada toplu olarak yaşayan birçok hayvan türü, kendilerini koruma ve hayatta kalma içgüdüsüyle “sürü”ler halinde hareket ederler. Sürünün dışında kalanların yaşama şansları ya çok azdır ya da hiç yoktur. Sürünün önünde bulunan hayvan, diğerlerine yol gösterir. Hepsi onu takip eder. Ancak çoğu durumda davranışları sorgulanmadığından, tüm sürüyü peşinden sürüklediği durumlarla da karşılaşılır. Yani içlerinden […]

The post ” Bandwagon ” – Melisa Eskizerci appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 people-jumping-off-cliff-e1376095078988-870x413

Doğada toplu olarak yaşayan birçok hayvan türü, kendilerini koruma ve hayatta kalma içgüdüsüyle “sürü”ler halinde hareket ederler. Sürünün dışında kalanların yaşama şansları ya çok azdır ya da hiç yoktur. Sürünün önünde bulunan hayvan, diğerlerine yol gösterir. Hepsi onu takip eder. Ancak çoğu durumda davranışları sorgulanmadığından, tüm sürüyü peşinden sürüklediği durumlarla da karşılaşılır. Yani içlerinden biri uçurumdan atlarsa, diğerleri de peşinden gelir. Tüm sürü uçuruma atar kendini.

Sorgulamadan ortak davranış göstermek olarak adlandırabileceğimiz bu durum, yalnızca hayvanlarda görülmez, kendini en akıllı varlık sayan insanlar arasında da rastlanır. Peki, kendini bir koyunun muhakeme yeteneğinden kat be kat üstün gören insanda, nasıl oluyor da bu tür sürü davranışına rastlanabiliyor?

İnsan doğadan yabancılaştıkça, gittikçe daha da mülkiyetçi ve kapitalist ilişkilerin kıskacına hapsoldukça, toplumsallaşmasında da ciddi sıkıntılar ortaya çıkar. Kendi bireyliğinin farkında olmayarak topluluk içinde yaşıyor oluşu, onu daha da güçsüz ve savunmasız kılar. Kendini ancak o toplum içinde var edebileceğini, o toplumda var olmasının da o toplumun genel davranış kalıplarını benimsemesi ya da çoğunlukla sorgulamadan sahiplenmesi sayesinde olacağını düşünür.

Kendini başlangıçta farklı ya da özel olarak düşünen insan, gün geçtikçe kapitalizmin açık ya da gizli saldırılarının hedefi olmaktan kurtulamaz. Her gün reklamlarla, medyayla algılarına saldırılan insan, gittikçe kendisi olmaktan uzaklaşır. İçinde bulunduğu topluluğun davranışlarını taklit etmekte, tekrarlamakta bir problem görmediği gibi böylesinin daha kolay ve “güvenli” olduğunu düşünür. Artık o da topluluğun alışkanlık, düşünce ve değer yargılarının devamı haline gelmiş, sürünün bir parçası olmuştur.

Kendilerini insanın düşünce ve iradesinin üzerinde gören kişiler, topluluklar, ideolojiler ve bunlardan beslenen en büyük yapı olan devlet, kalabalıkları egemenliklerinde tutmak için her yöntemi kullanır. Adaletsizliklerin üzerine kendini inşa etmiş olan bu totaliter yapı, insanların kontrolsüz ve denetimsiz olmalarını kendisine bir tehdit olarak görür. Ya bu tehdit unsurlarını fiziken ortadan kaldırır, ya da kalabalıkları denetimi altına alır. Toplumu bir sürüye çevirirsen idare etmesi de o kadar kolay olur (Bu topraklarda kendisine çoban diyen bir politikacının başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapacak kadar yükselebilmesini hatırlayalım).

İnsanların kalabalıklara sorgusuz güveni ve dahi olma isteği, tam da popülaritenin ve modanın temel aldığı bir şeydir. Kalabalıkların daha iyi olduğu duygusu kendisini hiç de sevmediği bir müzik grubunu dinler, hiç tutmadığı bir futbol takımını destekler, hiç desteklemediği bir siyasi partinin mitinglerine katılır bulabilir. Çünkü popüler olan, moda olan daha çok tercih edilecektir. Ve bir süre sonra da neyi neden yaptığını unutup sadece onun içinde bulunmayı isteyecektir. Neticede, toplu hareket eden insan, mitinglerde Ali İsmail’in annesini yuhalar duruma da pekala gelebilir olacaktır.

Devletin kirli propagandalarına maruz kalan kişiler, bir süre sonra devletle aynı dili konuşmaya başlarlar. Bu konuda devletin baskı ve zor aygıtları da kişinin bu noktaya gelmesini çabuklaştırır. İstekleri, beğenileri, kültürleri, dilleri, yaşama alışkanlıkları farklı olanlar, büyük sürü için bir tehdit olduklarından, bir tür mahalle baskısı ile ortadan kaldırılmaları mübahtır. Çünkü, sürüye uymayan, sürüyü bozacağı için istenmez. Söz konusu sürüyse, gerisi teferruattır. Öyle ki, Türk olmayanların başına neler geldiğini gören bir kimse, “Ne Mutlu Türküm Diyene”yi daha “içten” söyler.

İnsanların önünde iki seçenek olsa ve bunlardan birini seçmeleri istense, kararı, toplumun büyük kısmının üzerinde yoğunlaştığı seçenek etkilemez mi? Yoksa bu topraklarda, eski bir darbeci generali yüzde doksan iki ile cumhurbaşkanı seçilmezdi!

Birey, kendini sürü psikolojisinden ayıran en temel özelliğini, akıl ve muhakeme yeteneğini devlet ve kapitalizmin otoritesinde kullanamaz. Bu iki otoritenin uygun gördüğü davranışları herkes yapıyor diye yapmaya başlar. Tüketmemeyi düşünmez mesela, neyi tüketeceğini düşünür. Aynı şekilde devletsiz ve yasasız bir yaşam düşünmez. Devleti temsilen hangi hükümeti seçeceğini ya da yasaların nasıl olması gerektiğini düşünür. Devlet ve kapitalizm telkinde bulunduğu davranışlarla bizleri kendi otoritesine alır ve devamlılığını sağlar. Bizleri tek tipleştirerek bizden bir sürü yaratır.

Hayvan ya da insan. Bizi kendimiz olmanın dışına iten, kişiliksizleştiren, yok sayan her yaşam biçimi, bizi bir sürünün parçası haline getiriyor. Bütün davranışlarımızı da bu sürünün liderinden beklemek,uçurumdan atlamaktan farksızlaşıyor. Günün birinde, gerçekten bizi kendi savaşlarına kurban etmeyeceğinin de garantisi yok.

Melisa Eskizerci

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Bandwagon ” – Melisa Eskizerci appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/12/bandwagon-melisa-eskizerci/feed/ 0