Ahmet Davutoğlu – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 27 Oct 2020 14:50:40 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Sınır Aşırı Müdahaleciliğinin Sınırı https://meydan1.org/2020/10/27/sinir-asiri-mudahaleciliginin-siniri/ https://meydan1.org/2020/10/27/sinir-asiri-mudahaleciliginin-siniri/#respond Tue, 27 Oct 2020 14:50:38 +0000 https://meydan.org/?p=65826 Pençe-1, Pençe-2, Pençe-3, Pençe-Kaplan, Pençe-Kartal, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Bahar Kalkanı… Bunlar, TSK’nin Irak ve Suriye’deki sınır ötesi askeri operasyonlarının adları. Devlet iktidarı 24 Ağustos 2016’da başlattığı Fırat Kalkanı’ndan bu yana, yukarıda adı geçen operasyonlarla Irak’ın kuzeyinde Başur, Suriye’de El Bab, İdlib ile Rojava’da Afrin ve Gre Spi’de (Tel Abyad) asker bulunduruyor. Bu […]

The post Sınır Aşırı Müdahaleciliğinin Sınırı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Pençe-1, Pençe-2, Pençe-3, Pençe-Kaplan, Pençe-Kartal, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Bahar Kalkanı… Bunlar, TSK’nin Irak ve Suriye’deki sınır ötesi askeri operasyonlarının adları. Devlet iktidarı 24 Ağustos 2016’da başlattığı Fırat Kalkanı’ndan bu yana, yukarıda adı geçen operasyonlarla Irak’ın kuzeyinde Başur, Suriye’de El Bab, İdlib ile Rojava’da Afrin ve Gre Spi’de (Tel Abyad) asker bulunduruyor. Bu bölgelerde yerel milis adıyla lanse edilen cihatçı çeteler ise Libya ve Dağlık Karabağ’da olduğu gibi “gereği görüldüğünde” mobilize edilerek “vekil güç” olarak TSK yedeğinde tutuluyor.

Ankara’nın birden fazla toprak parçasındaki bu aktif dış politikası, “Mavi Vatan” adıyla belirlenen deniz sınırlarıyla Güney Ege ve Doğu Akdeniz’de denizleri de hedefe koyarken, Libya’daki askeri varlık ise yayılmacılık eğiliminin “kıta aşırı” karakteri olarak belirginleşiyor.

Öncelikle belirtmek gerekir ki TC devletinin aynı anda bu kadar farklı coğrafyadaki askeri varlığı, Cumhuriyet’in kurulduğu 1923’ten beri bir ilk. Somut askeri varlık dışında, Güney Ege ve Doğu Akdeniz gibi bölgesel gerilimlerde, “pazu göstermek” şeklindeki meydan okuyuşlar ve Somali, Cibuti gibi bazı Afrika ülkelerinde -şimdilik- yumuşak güç olarak tezahür eden hamleler, TC dış politikasında önemli bir değişim yaşandığını gösteriyor. Bu değişimin en somut örnekleri, özellikle Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilimde tanık olduğumuz, diplomaside askeri adımları önceleyen ve müzakereyi ikinci plana iten hamlelerdi. Uzlaşmaz gibi görünen bu hamlelerin sonunda, son olarak Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilimde görüldüğü gibi, gidilen yer müzakere masası olsa da devlet iktidarının son yıllarda dış politikayı, iç politikada kullanışlı bir araca tahvil etme anlamında benzer başka örneklerinde de gördüğümüz üzere içeriye “yedi düvele meydan okuyan güçlü devlet” imajı çiziliyor.

Ahmet Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığı yaptığı 2009-2014 arasında TC dış politikası, “sıfır düşman” söylemiyle Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’da “yumuşak güç” görünümlü bir yönelişe girmişti. 2009’da gerçekleştirilen Ermenistan açılımı, Sırbistan ile kurulan ilişkiler ve Başur’da Barzani yönetimine yakınlaşma, “barışçı” yumuşak güç politikalarına örnek gösterilebilir. TC’nin o dönemdeki bu politikalarının yürütücüsü olan başlıca enstrümanlar ise inşaat sektörü başta olmak üzere şirketler ve dönemin “sıkı ortağı” Cemaat’e bağlı okullardı.

AKP üzerinden Ortadoğu’da “model ülke” olarak vitrine çıkarılan TC’nin o dönemdeki “barışçı” dış politikası küresel anlamda ABD, AB ve Körfez devletleri ile içeride TÜSİAD-MÜSİAD ve liberal çevrelerden oluşan geniş bir desteğe sahipti.

Bu “barışçı” dış politikanın satır arası okumalarında ise Nazi döneminin kolonizasyon politikalarının ana söylemlerinden biri olan Lebensraum’u (hayat sahası) görmek mümkündü. AKP’nin dış politika yapıcılarından Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” adlı kitabında yer verilen bu yayılmacı kavrama göre TC’nin, Osmanlı bakiyesi coğrafyalarda güç ve nüfuz sahibi olması amaçlanıyordu.

Ancak 2011 yılında patlayan Arap Ayaklanmaları ve Suriye Savaşı, AKP’nin komşularla “iyi ilişkilere” dayalı dış politikasını gözden geçirmesine vesile oldu. Tunus ve Mısır’daki seçimlerde Müslüman Kardeşler bağlantılı iktidarların iş başına gelmesi, Kuzey Afrika’dan başlayan ve Suriye’ye uzanan bir domino etkisi beklentisini doğurdu. Bölgesel dış politikadaki bu değişimin ana motivasyonunu “Saraybosna’dan Halep’e, Musul’dan Gazze’ye” Sünni Müslüman dünyasının “davasının” liderliğine oynamak oluşturuyordu. En az bunun kadar ağır basan bir diğer önemli motivasyonun da agresif bir dış politikayla, 2009 sonrası küresel bazda dünyaya arz edilen düşük faizli nakit akışı nedeniyle geçici bir refah dönemi yaşayan TC ekonomisini, kapitalist devletler liginde üst sıralara çıkarmak olduğunu belirtmek gerek.

Dönemin mevcut devlet iktidarının, söz konusu bölgesel heveslerinde ABD, AB ve Körfez monarşileri ile İran-Irak-Suriye’den oluşan Şii ekseni geriletme adına ortak bir zeminde buluştuğu da hatırlanmalı. Suriye Savaşı’nın başlarında bir araya gelen bu blok, ilerleyen yıllarda 2013’te Mısır’daki askeri darbe sonrası bu kez de Müslüman Kardeşler karşıtlığı ve destekçiliği temelinde ayrıştı.

Yaşanan bu ayrışmada AKP’nin dış politikasındaki yayılmacı yönelimin diğer devletler nezdinde, giderek ciddi bir tehdit unsuru olarak algılanmasının payının da olduğu belirtilmeli. Söz konusu ayrışma Ankara’yı, bölgesel hegemon bir güç olmak idealiyle çıktığı yolda, 19. yüzyılda ittifaklar dışı kalan ve bu nedenle denizaşırı sömürgelerine yönelen Britanya İmparatorluğu’ndan mülhem “değerli yalnızlık” söylemini yükseltmek zorunda bıraktı.

Bölgede daha aktif rol oynamaya dayalı bir dış politikayı savunan ve devletin kurucu kadrosu olan Kemalistleri bu noktada “pasiflikle” eleştiren AKP, Ahmet Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığında özellikle 2011 sonrası, TC’nin önemli jeostratejik konumunun etkili bir dış politika geliştirilmesiyle daha işlevsel olacağını savunan bir hat izlemeye başladı. Bu hat aynı zamanda, Soğuk Savaş sonrası, söz konusu jeopolitiğin yeniden okunmasına dayalı bir dış politika güncellemesini zorunlu kılıyordu. TC dış politikası AKP dönemine kadar, Kürt sorunu konusunda, genellikle askeri anlamda Irak, diplomatik olarak ise kısmen Yunanistan gibi komşu ülkelere müdahaleler dışında, saldırgan olmayan bir bölgesel pratik içindeydi. Davutoğlu döneminde bu “durağan” dış politika, Neo-Osmanlıcı ve muhafazakar bir zemine oturtularak imparatorluk bakiyesi topraklar üzerinden saldırgan ve yayılmacı bir yönelim kazandı. Bu saldırgan dış politika zamanla, mevcut sınırlar haricinde, -Osmanlı İmparatorluğu’nun işgal ettiği coğrafyalar kast edilerek- bir de “gönül sınırlarının” olduğu şeklinde ifade edildi ve koyu hamaset diliyle irredantist bir tahayyül ortaya konuldu.

Latince “terra irredanta – geri alınmamış toprak” anlamındaki söz dizisinden ortaya çıkan irredantizm kavramı, Türkçeye “kurtarımcılık” olarak geçmişti. 1870’te İtalya devletinin “ulusal birliğini” oluşturma politikaları çerçevesinde ortaya çıkan irredantizm, 20. yüzyıl başlarında ise devletlerin yayılmacılık idealleri için kullanılmaya başlandı.

Devletlerin, eski imparatorluk bakiyesi olduğunu öne sürdüğü coğrafyalardaki “dil, din, ırk, kültür birliği” içinde olduğu iddia edilen halklar, irredantist politikalar sonucu savaşlar yaşadı, yaşam alanlarından sürüldü ya da katledildi. Bugün Rojava’da yaşananlara baktığımızda, Kürt ve Arap nüfus özelinde yaşanan coğrafi yer değiştirmeler ve askeri operasyonlar sırasında yaşanan katliamlar, Ankara’nın Osmanlı bakiyesi olduğunu iddia ettiği coğrafyalara dair tasarruflarının irredantist sonuçlarını görüyoruz.

Ahmet Davutoğlu döneminde TC’nin bölgesel rolünde, o döneme kadar kullanıldığı gibi “köprü” değil “merkez” devlet olduğu iddiasıyla ortaya konan kültürel ve siyasal hegemonya idealleri, 2016’dan beri Suriye’ye yönelik operasyonlarla askeri belirginliği artan bir hüviyete büründü. TC devletinin kuruluşundan bu yana bir şekilde var olan bu politikanın “sınırlı” örneklerini, 1939’da Antakya’nın ilhakı ve 1974’te Kıbrıs’taki askeri darbe gerekçe gösterilerek adanın kuzeyinin işgalinde görmek mümkün. İçinden geçtiğimiz süreçte ise AKP, 2016’daki Fırat Kalkanı’ndan beri bu “sınırlılığı” farklı coğrafyalara dair attığı askeri adımlarla zorluyor. Diğer taraftan, devletlerin otoriter yönetimlerinin güçlenmesiyle doğru orantılı olarak yayılmacılık idealleri artan irredantist politikalar, AKP tarafından “Kızıl Elma” gibi milliyetçi söylemlerle aynı zamanda içerideki muhalifleri sindirmeye odaklı bir “iç fetih” aracı olarak da kullanılıyor.

Ancak tüm bu fetihçi dış politika hamlelerinin tıkandığı, istikbal vaat etmediği ve sürdürülebilir olmadığına dair güçlü veriler mevcut. Orta ölçekte güce sahip bir bölgesel devletin cari kapasitesinin çok üzerindeki söylem ve iddialar, bu verileri doğrular nitelikte bir okuma yapmayı kolaylaştırıyor.

Suriye ve Rojava’daki askeri varlığını Rusya ile ABD arasında gidip gelen ve kırılganlığa müsait denge politikasına oturtan Ankara, son süreçte özellikle İdlip’teki gözlem noktaları üzerinden Rusya ile bir gerilim yaşayabileceğinin işaretlerini veriyor. Son olarak Ermenistan-Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ çatışmalarına gönderilen cihatçı çeteler, TC’nin İdlip’teki varlığını bir vadeye kadar daha uzatma, Tel Rıfat-Menbiç ve Kobané’yi de pazarlık konusu haline getirme kozu olarak görülmeli. Bununla beraber bu kozun Rusya’nın, Kuzey Kafkasya’da Çeçenistan Savaşı’ndan bu yana, terörist olarak tanımladığı ve “yuvasında yok etmek üzere” Suriye Savaşı’ndaki varlık koşullarından biri olan cihatçı çeteleri, arka bahçesi olan Güney Kafkasya’da bir tehdit olarak bulması halinde, ters tepen bir silaha dönüşmesi muhtemel. Aynı ifadeleri, bu çetelerle mezhepsel düşmanlık halindeki İran için de kullanmak mümkün.

Libya’da var olan iki hükümetten, Trablus’taki Müslüman Kardeşler bağlantılı Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile kurulan ortaklık ise Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile halihazırda var olan gerginliğe yeni bir gerilim başlığı ekledi. Müslüman Kardeşler hamiliği üzerinden belirginleşen bu gerilim, diğer taraftan da eski Osmanlı işgal coğrafyası olan Kuzey Afrika’daki TC varlığı üzerinden BAE’nin ideolojik ve finansal desteğinde, yeni tip bir Arap milliyetçiliğinin yükselmesini sağladı. Buna göre Irak, Suriye, Libya’daki askeri varlığı ile TC, en az Şii İran kadar, Sünni Arap dünyasında ciddi bir tehdit olarak algılanmaya başlandı.

Diğer yandan geçtiğimiz yıl sonu Trablus’taki UMH ile Avrasyacı amirallere ait olan Mavi Vatan Projesi kapsamında imzalanan anlaşmadaki “deniz sınırlarının” doğu ucu, ülkedeki diğer iktidar olan Tobruk hükümetinin kontrolünde bulunan Bingazi’de kalıyor. Dolayısıyla “ölü doğan” bu anlaşmanın uygulanabilirliği için, devlet medyasının geçtiğimiz günlerdeki “başarı” haberlerinin aksine, Ankara destekli UMH’nin Rusya, Mısır, BAE ve Fransa destekli Tobruk hükümetine bağlı güçlerle savaşması ve Bingazi’yi alması gerekiyor.

Güney Ege’de 12 mil, kıta sahanlığı, tartışmalı adacık ve kayalıklar için Yunanistan ile yaşanan gerilimde de bu içeride çok ses çıkaran, ancak bir o kadar da başarısız dış politika nedeniyle, normal şartlarda Ege’ye kıyısı olan iki devlet arasında çözülebilecek bu sorun AB ve ABD’nin de dahil olduğu bir gerilime dönüştü.

Ankara’nın bu saldırgan dış politikasının bir sonucu da Doğu Akdeniz’de ABD’nin NATO müttefikleri üzerinden kurduğu dengeyi bozması nedeniyle karşı karşıya kaldığı yalnızlaşma oldu.

NATO müttefiklerinin bölgedeki uyumuna dayalı bu dengeye göre TC İsrail ile gerilim yaşamayacak, karşılığında ABD Güney Kıbrıs’a ambargo uygulayacak, Yunanistan’ı da Ege’de TC’nin hassas olduğu 12 mil sınırını aşmaması noktasında frenleyecekti. Amacı Rusya’yı Akdeniz’den dışlamak olan bu dengenin, Ankara’nın bölgedeki bu saldırgan dış politikası nedeniyle bozulma ihtimali karşısında Yunanistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa, Mısır, İsrail, Güney Kıbrıs tarafından oluşan TC karşıtı blok ABD tarafından desteklendi.

Ekonomisi kriz altında, orta ölçekte bir bölge devletinin boyunu çok aşan bu dış politika hamlelerinin orta ve uzun vadede yenilgi ile sonuçlanması kaçınılmaz görünüyor. Müzakere dili yerine savaş dilinin kullanılması, fiili propaganda bakanlığı işlevindeki İletişim Başkanlığı aracılığıyla kof hamaset yüklü videolar yayınlanması, “şehit” temalı devlet propagandası bu politikanın görünürlüğünü bir süre için gizleyebilir belki, ancak yenilgisini engellemek söz konusu olamaz.

Umalım ki bu yenilgi emperyal hayaller gören devlet iktidarı ile sınırlı kalsın. Aksi halde tarih, ekonomik ve siyasal anlamda sıkıştıkça içeride baskıyı artıran, dışarıda da yayılmacı emelleri uğruna savaş naraları atan otoriter iktidarların müsebbibi olduğu, ancak ezilen halkların bu savaşların bedelini ağır şekilde ödediği örneklerle dolu.

Emrah Tekin

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 54. sayısında yayımlanmıştır.

The post Sınır Aşırı Müdahaleciliğinin Sınırı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/10/27/sinir-asiri-mudahaleciliginin-siniri/feed/ 0
Varlık Fonu Kimi Fonluyor – Fuat Çakır https://meydan1.org/2017/09/22/varlik-fonu-kimi-fonluyor-fuat-cakir/ https://meydan1.org/2017/09/22/varlik-fonu-kimi-fonluyor-fuat-cakir/#respond Fri, 22 Sep 2017 09:28:57 +0000 https://test.meydan.org/2017/09/22/varlik-fonu-kimi-fonluyor-fuat-cakir/ Daha geçen ağustos ayında “yurt içinde kamuya ait varlıkları ekonomiye kazandırmak, dış kaynak temin etmek, stratejik, büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmek” amaçlarıyla gösterişli bir biçimde kuruluşu ilan edilen Türkiye Varlık Fonu’nun kasımdan beri başkanlığını yürüten Mehmet Bostan’ın görevine, Tayyip Erdoğan’ın Kazakistan’a gitmeden önce “gelişmeleri gördük, böyle yürümeyeceğine karar verdik” diyerek son verildiğinin duyurulmasıyla beraber, bir […]

The post Varlık Fonu Kimi Fonluyor – Fuat Çakır appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Daha geçen ağustos ayında “yurt içinde kamuya ait varlıkları ekonomiye kazandırmak, dış kaynak temin etmek, stratejik, büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmek” amaçlarıyla gösterişli bir biçimde kuruluşu ilan edilen Türkiye Varlık Fonu’nun kasımdan beri başkanlığını yürüten Mehmet Bostan’ın görevine, Tayyip Erdoğan’ın Kazakistan’a gitmeden önce “gelişmeleri gördük, böyle yürümeyeceğine karar verdik” diyerek son verildiğinin duyurulmasıyla beraber, bir süredir ekonomi kulislerinde TVF ile ilgili dillendirilen iddialar daha yüksek sesle tartışılmaya başlandı.

Mevzuatta Başbakan’a bağlı olan bu fonla ilgili böyle önemli bir kararı neden Erdoğan’ın açıkladığından tutun da Erdoğan’ın “beraber karar verdik” demesine rağmen kendisinin ekonomi başdanışmanı Hatice Karahan’ın bile bu olaydan haberinin olmadığının ortaya çıkması bir hayli şaşırtıcı bulunuyor. Yoksa olay kimilerince söylendiği gibi başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı arasında, daha da açık söylemek gerekirse, Yıldırım ile Erdoğan arasındaki uyumsuzluktan mı kaynaklanıyor?

Bu iddia, en son, henüz bu görevden alma gerçekleşmemişken Bloomberg’de yer alan bir analizde ortaya kondu. Bu analizde, Erdoğan tarafından desteklenen Başkan Bostan’ın, Başbakan Binali Yıldırım ve ekibince değiştirilmek istendiği öne sürülüyordu. Yine bu analizde, sorunun yalnızca başkan olmadığı, işlerin yürütülmesinde bir anlayış farklılığının da olduğu belirtiliyordu. Yani, Yıldırım, Fon’un büyük çaplı altyapı projeleri için kullanılmasını savunurken; Saray ise Fon’un borsa ve döviz piyasasına müdahaleyi de içeren daha kısa vadeli hedefler için kullanılmasını istiyordu.

Yine Bloomberg’deki analizde görüşüne başvurulan Ahmet Davutoğlu’nun eski danışmanı ve Karar yazarı Etyen Mahçupyan bu konuda “Erdoğan’ın tek başına yönetimi elinde tuttuğu kuşkusuz olsa da AKP kanadında ikinci bir kampın oluşması cumhurbaşkanının göründüğü gibi sınırsız yönetim gücüne sahip olmadığını gösteriyor” sözleri de bu iddiayı destekler nitelikte.

Bu iddia öyle sarsıcıydı ki, TVF yönetim kurulunda bulunanlardan biri olan Yiğit Bulut (diğerleri Mehmet Bostan, Himmet Karadağ, Kerem Alkin ve Oral Erdoğan) kendi köşesinde “küresel Bloomberg kuruluşu, ekranlara ‘sözde analiz’ adında bir haberi geçerek, aklınca Türkiye’ye operasyon yaptı. İçinde geçen detaylar tamamen uydurma, hayal ürünü, iftira olduğu gibi Türkiye içinden de beslendikleri kesin” diye yanıt vermek durumunda kaldı.

O günlerde, bu tartışmanın yapay bir iddia üzerine olduğu düşünülse de Erdoğan’ın Mehmet Bostan’ı görevden aldığını açıklaması ile TVF’deki kriz artık iyice gözler önüne serilmiş oldu. Bu görevden alma ile kriz çözüleceğe de benzemiyordu.

Hala net bir açıklama yapılmış değil. Bu görevden almaya Fon yönetimi içinde yaşanan anlaşmazlıkların etki etmiş olabileceği gibi, asıl gerilimin AKP içinde olduğu ve ister istemez fona da yansımış olabileceği üzerinde de duruluyor.

Ertuğrul Özkök de köşesinde TVF tartışmalarına dahil olan bir yazı yayınladı. Özkök, yazısında “bir süredir benim de kulağıma böyle şeyler geliyordu” diyerek krizi doğruluyor. Özkök, daha da ileri gidiyor ve “yönetim kurulundakilerin kendilerine birer Audi A8 marka otomobil istemeleri”nin de büyük bir sıkıntıya yol açtığını açıklıyor.

Zaten gündeme geldiği günden beri gerek gelir kaynakları, gerekse özel yasayla kurulmuş olmasından dolayı denetime tabi olmayışıyla birçok tartışmanın konusu olan TVF’deki bu yeni tartışmalar dineceğe benzemiyor.

Bünyesinde Milli Piyango, Türkiye Jokey Kulübü, Ziraat Bankası, BOTAŞ, Borsa İstanbul, THY ve Halk Bankası gibi kuruluşlar bulunan ve toplamda 200 milyar doları aşan varlıkları yatırıma dönüştürerek büyümeye %1,5 katkısı olacağı söylenen Varlık Fonu’nun daha 1 yılını doldurmadan hem başkanını kaybetmesi, hem de yeniden yapılandırılacağının açıklanması, krizin bu konuşulanlardan çok daha derin olduğu konusundaki kuşkuları kuvvetlendiriyor. Türkiye Varlık Fonu’nca oluşturulan alt piyasa istikrar ve denge fonu, kobi finansman fonu, lisans ve imtiyaz fonu, maden alt fonunun da bu kötü gidişi durdurmaya yaramadığı anlaşılıyor.

Son bir yıldır her olumsuzluğu FETÖ’ye yıkan AKP’nin başının bu kez kendi yarattığı bir kurumla dertte olduğunu görüyoruz. Üstelik bir yandan ABD’de yargılanan Rıza Zarrab soruşturmasına eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın da dahil edilmesi, diğer yandan da AB ile kurduğu ekonomik ilişkileri ters giden TC’nin bir de bu fon üzerinden yaşadığı kriz, aslında bu krizin boyutlarının yalnızca TVF ile sınırlı kalmadığını/kalmayacağını da gösteriyor.

Kimi değerlendirmelere göre “iflasın itirafı” olarak adlandırılan bu durum, AKP’nin “ortağı” MHP cephesinde de eleştirilere yol açacak kadar derin. Üstelik ordan yükselen sesler, “başkan değiştirmek yetmez, fonu komple kaldırmak gerek” yönünde daha sert. E, ortadaki paranın miktarı büyük olunca bunun ortaklar arasındaki kavgas da büyük olabilir. Çünkü fonun nerelere harcama yapabileceğini belirten kanunda “tescil ve ilan giderleri sigorta ücretleri, danışmanlık giderleri” vb. bir dizi gider sayıldıktan sonra şöyle muallak bir ifade de var: “Yönetim kurulunca yapılması uygun görülen diğer harcamalar”.

İşte asıl kavganın nedeni de bu paranın nerelerde kullanılacağı üzerinde anlaşamamak olabilir. Ama Erdoğan’ın bu kavgayı pek de büyütmek niyetinde olmadığını, asıl amacının bu kaynakları bir an önce kullanılabilir hale getirmek olduğuna kuşku yok. Bu krizden sonra Fon’un doğrudan Saray’a bağlanması ve belki de görünürdeki başkanlığına Yiğit Bulut’un getirilmesi bizi çok da şaşırtmayacak. Başkan kim olursa olsun arkasındaki patronun artık kim olacağı tartışılmayacak bile. Çünkü, öyle ya da böyle TVF, artık gözünü 2019 yılında yapılacak seçimlere çeviren iktidar için vazgeçilmez bir gelir kaynağı. Bu fonda biriken paraları kullanarak belki Türkiye’nin büyümesini 1,5 puan artıramadılar ama seçim kampanyalarında kullanılacak, eşe dosta dağıtılacak fon gelirleri AKP oylarında 1,5 puan bir artış getirebilir. Öyleyse Başkan gitti, yaşasın Başkan!

Fuat Çakır

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Varlık Fonu Kimi Fonluyor – Fuat Çakır appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/22/varlik-fonu-kimi-fonluyor-fuat-cakir/feed/ 0
“Bir Varmış Bir Yokmuş Taşeron İşçisi Kadro Masalı” – Rıfat Güven https://meydan1.org/2016/04/26/bir-varmis-bir-yokmus-taseron-iscisi-kadro-masali-rifat-guven/ https://meydan1.org/2016/04/26/bir-varmis-bir-yokmus-taseron-iscisi-kadro-masali-rifat-guven/#respond Tue, 26 Apr 2016 08:27:59 +0000 https://test.meydan.org/2016/04/26/bir-varmis-bir-yokmus-taseron-iscisi-kadro-masali-rifat-guven/ Birkaç hafta önce, Ahmet Davutoğlu, yasalaşması için meclise gönderilecek olan tasarıda “taşeronlara kadro müjdesi” dedi. Bu açıklama işçiyi sevindirdi, neden mi? Tüm taşeron işçileri devlet güvencesi altında kadrolu olacaktı ve bu, devletin patronluğunda ücretli kölelik de olsa taşeron olmaktan yeğdi. Devletin işçiye anlatacak masalı çok, dinleyeni oldukça tabi. Davutoğlu’nun meclise gönderdiği bu tasarı da devletin […]

The post “Bir Varmış Bir Yokmuş Taşeron İşçisi Kadro Masalı” – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Bir Varmış Bir Yokmuş Taşeron İşçisine Kadro Masalı Rıfat Güven

Birkaç hafta önce, Ahmet Davutoğlu, yasalaşması için meclise gönderilecek olan tasarıda “taşeronlara kadro müjdesi” dedi. Bu açıklama işçiyi sevindirdi, neden mi? Tüm taşeron işçileri devlet güvencesi altında kadrolu olacaktı ve bu, devletin patronluğunda ücretli kölelik de olsa taşeron olmaktan yeğdi.

Devletin işçiye anlatacak masalı çok, dinleyeni oldukça tabi. Davutoğlu’nun meclise gönderdiği bu tasarı da devletin bir başka masalı. Yüzeysel okuduğunuzda masalda patron değişmiş, sanki devlet tüm taşeron(alt işveren) işçilerini sahip olduğu kurumlarda çalıştıracakmış, kadroya alacakmış. Bazı masallar gerçekten uzaktır ve dinleyene yalan söyler. Buna örnek olarak dünya çapında bilinen bir masal vardır; Fareli Köyün Kavalcısı.

Bir köy farelerin istilası altındadır. Günün birinde kaval çalan bir adam, köyü farelerden temizleyebileceğini söyler. Köylüler de adam bunu başarırsa ona yüklü miktarda para vereceklerini söylerler; anlaşma yapılır. Adam, kaval çalarak tüm fareleri etkileyip peşinden sürükleyerek köyün dışına çıkarır. Ama köylüler adama parasını vermeyi reddeder. Bunun üzerine kavalcı, tüm köyün çocuklarını bir nehre sürükleyerek, çocukların boğulmasına sebep olur. Sadece topal bir çocuk, diğerlerinin hızına yetişemediği için kurtulur. Yani aslında bize masallar hep mutlu sonla biter deseler de öyle değildir.

Devletlerin ve politikacıların yaptığı da buna benzer. Yöntem de gaye de aynı: Yanıltmak. Mutlu sonla bitecek bir gerçeklik uydurarak yanıltmak.

Gelgelelim Davutoğlu ve akabinde Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın açıklamalarına; onların masallarına. 720 bin taşeron işçisi alınacakmış kadroya. Kimse dışarıda kalmayacak diyor Davutoğlu; fakat biraz derinleştirerek okuduğunuzda, hepsinin yalan olduğunu açıkça görüyorsunuz. Neden mi yalan? Sıralayalım.

Çünkü kadroya geçmek isteyen işçilerin, öncelikle taşeronda en az 12 ay çalışmış olması, Kasım ayından önce işe başlamış olmaları gerekiyor. Tabi yetmiyor, oyalamanın perdeli hali olan sınava girmeleri gerekiyor. Bu da yetmiyor, sınava girmeleri için de geçmişe dönük hakları için dava açmamaları, hukuki tüm haklarından vazgeçmeleri gerekiyor. Yetmiyor sınavı kazansalar bile, sadece kurumların açtığı kadro kadarı alınabiliyor. İşçiler tüm bu süreçlerden geçseler bile devlet memuru olarak kadroya geçmiş olmuyor, özel sözleşmeli personel oluyorlar. Devletin kadro güvencesi dediği de ömür boyu değil, sadece üç yıl sürüyor. Özel sözleşmeli personelle yalnızca 3 yıllık sözleşme yapılıyor ve devlet, eğer istemezse, üç yıl sonra işçiyi kapı dışarı edebiliyor.

Davutoğlu’nun “taşeronlara kadro” masalında da yalan ve sömürü düşecek dinleyen işçilerin payına. En iyisi mi biz, her masala kanmayalım!

 

Rıfat Güven

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Bir Varmış Bir Yokmuş Taşeron İşçisi Kadro Masalı” – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/04/26/bir-varmis-bir-yokmus-taseron-iscisi-kadro-masali-rifat-guven/feed/ 0
” İki Arada Bir Derede Katliamın Gölgesinde Talan Projeleri” – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2015/10/27/iki-arada-bir-derede-katliamin-golgesinde-talan-projeleri-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2015/10/27/iki-arada-bir-derede-katliamin-golgesinde-talan-projeleri-ozgur-erdogan/#respond Tue, 27 Oct 2015 10:55:01 +0000 https://test.meydan.org/2015/10/27/iki-arada-bir-derede-katliamin-golgesinde-talan-projeleri-ozgur-erdogan/ Yaşadığımız topraklar art arda katliamların karanlığına gömülmüşken; adalet, özgürlük ve barış isteyenler acı ve öfke içinde cenazelerde buluşuyorken; insanlar panik ve korku içinde birbirlerine “Bize ne oluyor?!” diye sorarlarken birileri de işlerini tıkır tıkır yürütmeye devam ediyor. Devlet ve suç ortakları şirketler sizi öldürmekle yetinmeyeceğiz, yaşadığınız doğayı da başınıza yıkacağız, her yeri betona bulayıp adeta […]

The post ” İki Arada Bir Derede Katliamın Gölgesinde Talan Projeleri” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi-katliamın gölgesinde talan projeleri özgür erdoğan

Yaşadığımız topraklar art arda katliamların karanlığına gömülmüşken; adalet, özgürlük ve barış isteyenler acı ve öfke içinde cenazelerde buluşuyorken; insanlar panik ve korku içinde birbirlerine “Bize ne oluyor?!” diye sorarlarken birileri de işlerini tıkır tıkır yürütmeye devam ediyor. Devlet ve suç ortakları şirketler sizi öldürmekle yetinmeyeceğiz, yaşadığınız doğayı da başınıza yıkacağız, her yeri betona bulayıp adeta yaşam adına ne varsa yok edeceğiz der gibi talan ve katliam planlarını harfiyen uygulamayı sürdürüyorlar.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı “Müjde”yi Verdi: 3. Nükleer İğneada’ya

Katliam bir devlet geleneğidir. Katliamı bazen bombayla, bazen ağır silahlarla, bazen uçaklarla, bazen de tıpkı Çernobil, Fukuşima ve daha adını sayamadığımız irili ufaklı birçok “nükleer santral” ile de gerçekleştirebilirsiniz. Bu toprakların efendileri de nükleer projelerini peşi sıra uygulamaya devam ediyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alaboyun, “Üçüncü nükleer santralin Kırklareli İğneada bölgesinde yapılması planlanıyor. Firmalarla görüşmeler devam ediyor” açıklamasıyla bizlere 3. nükleerin müjdesini verdi.

Bir Müjde de Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’ndan: Akdeniz’de 3725 Tane Talan Projesi

Böylesine karanlık günlerden geçerken, devlet erkanı boş durmuyor, müjdeler birbirini izliyor! Başta Karadeniz olmak üzere, yaşadığımız coğrafyanın her bir yanını envai çeşit enerji santralleriyle donatan devlet ve şirketlerin ağzı şimdi de Akdeniz için sulanıyor. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Isparta’da Güneydoğu Anadolu Projesi’nin bir benzeri olarak Akdeniz Gelişim Projesi (GEP) hazırladıklarını belirterek, burada 3725 tesis yapacaklarını duyurdu. Sözlerine esprili (belki alaycı daha doğrudur) bir şekilde devam eden Eroğlu, “Buraya gelirken Afyonkarahisar’dan kaymaklı lokum getirecek halim yoktu. Buraya heybem dolu yatırımlarla geldim… 6 aylık çalışma neticesinde nereye ne yapılacak bunları belirledik. 2019 yılına kadar 266 baraj ve gölet, 440 sulama tesisi, 32 içme suyu tesisi, 850 dere ıslahı tesisi, 1299 köprü ve ağaçlandırma gibi yatırımlar yapılacak” dedi. Yaşanan katliamın ardından adeta bir komedyen edasıyla boy gösteren bakan, Isparta’nın güllerini, talan projeleri kapsamında yapmayı planladıkları göletlerle özdeşleştirerek keskin edebiyat yeteneğini de göstererek, “Isparta, Isparta olalı böyle barajlar göletler yapılmadı. Isparta artık güller ve göller diyarını yanı sıra barajlar ve göletler diyarıdır” dedi.

Yeşil Yol’un İlahi Amaçları

Karadeniz’deki son talan projelerinden biri olan “Yeşil Yol” ise geçtiğimiz günlerde Başbakan Davutoğlu tarafından ilginç bir şekilde savunuldu. Davutoğlu Karadeniz’de yaptığı bir konuşmada “Yeşil Yol (…) doğaya ulaşıp rabbimize şükretmek için” diyerek meseleyi ilahi bir açıdan değerlendirdi ve “Bunların dini, imanı para…” deyişinin ete kemiğe bürünmüş hali olarak tarihe geçti.

Daha proje aşamasındayken bir talan projesi olduğu ve izlediği güzergâh boyunca yaşam adına ne varsa yok edeceği aşikar olan “Yeşil Yol” hepimizin de hatırlayacağı gibi köylüler tarafından engellenmek istenmiş; iş makineleri birkaç defa durdurulmuş, yaşlı kadınlar askerler tarafından yerlerde sürüklenmiş ve nihayetinde ağır silahlarla donanmış askerlerin eşliğinde şirket tarafından inşaata başlanmıştı.

Fakat Davutoğlu böyle düşünmüyor ya da fantastik bir romanın mistik bir kahramanı olduğunu düşünüyor ve saçmalamaya devam ediyor: “Dünyanın her yerinden insanlar gelsin Karadeniz’in yaylalarına aşık olsun, havasında şifa bulsun diye bu projeyi yapıyoruz. Türkiye’nin her köşesindeki çevre aşıkları olan bizler adına söylüyorum; bizler sarı çiçekle konuşan Yunus Emre’den ilham almışız. Tek bir sarı çiçeğin ezilmesine izin vermeyiz. Tek bir yaylanın tarumar edilmesine izin vermeyiz. Kötü yapılaşmayla o doğanın bozulmasına izin vermeyiz. O yollar doğayı bozmak için değil, doğaya ulaşıp rabbimize şükretmek için yapılıyor. Yeşil Yol bu felsefeyle yapılmaya devam edecek.”

Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce: Beton makinesinin sesinden büyük keyif alıyorum

Çevre Bakanı İdris Güllüce ise İstanbul Esenler’de katıldığı bir açılışta yaptığı açıklamalarla, devleti temsilen “çevreleri”ne hangi gözle baktıklarını açık etmiş oldu. Çevre Bakanı: “Beton makinesinin sesi bu ülkede hiç eksik olmasın. Ben inşaat mühendisiyim, beton makinesinin sesinden çok keyif alırım. Böyle pat… pat…pat… vurdukça… Türkiye kalkınıyor. Kalkınacak, gelişecek. Türkiye 2023, 2071 hedeflerine gidiyor… Biraz sonra o beton pompası vurmaya başlayacak. Birilerine rağmen Türkiye kalkınacak. Rabbim bu ülkeyi hep böyle kalkındırsın. Silah seslerinin yerine, terörün yerine, insanların birbirine acımasızlığı yerine beton santrallerinden beton çıksın ve o beton santrallerinin betonlarını beton pompaları insanlara güzel güzel evler, havaalanları, yollar, otobanlar yapsın!”

Halbuki biz çevre bakanından yaptıkları pislikleri örtmek için usulen de olsa -ki her zaman öyle olur- yeşile övgü beklerken; kendileri derelerimizi kurutan, ormanları yerle bir eden yaşam alanlarımızdan bir silindir gibi geçen “beton”a karşı histerik aşkını dile getiriyor.

Katliamı takip eden son bir hafta içerisinde yapılan tüm bu açıklamalara baktığımızda “Siz bizimle dalga mı, geçiyorsunuz?” diye sormamak elde değil. Bu açıklamaların, toplumun birçok duyguyu bir arada yaşadığı ve dikkatinin çok başka noktalara çekildiği böyle bir zamanda yapılması oldukça manidar ve aynı zamanda son derece umursamaz ve pespayecedir.

Açık, net ve tereddütsüz bir şekilde söylüyoruz, komik değilsiniz, zeki ya da edebi hiç değilsiniz! İğrençsiniz, katilsiniz; Ankara‘da ölen yoldaşlarımızın, derelerin, ağaçların, havanın, hayvanların, tüm doğanın katilisiniz. Çok sevdiğiniz beton makinelerinin sesi eşliğinde, öve öve bitiremediğiniz duble yolların arasında, yaşadığımız toprakların her bir yanına dizilmiş enerji santralleri ve saya saya bitmeyecek talan projelerinizle beraber yok olup gideceksiniz. Doğanın ve katlettiğiniz tüm yoldaşlarımızın öfkesi, yaşadığınız her an ensenizde olacak. Yaptığınız hiçbir katliam, gevrek gevrek sırıtarak söylediğiniz hiçbir yalan, hiçbir söz unutulmayacak!

Özgür Erdoğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” İki Arada Bir Derede Katliamın Gölgesinde Talan Projeleri” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/10/27/iki-arada-bir-derede-katliamin-golgesinde-talan-projeleri-ozgur-erdogan/feed/ 0
“Devlet Korkuyor” – Mercan Doğan https://meydan1.org/2015/04/16/devlet-korkuyor-mercan-dogan/ https://meydan1.org/2015/04/16/devlet-korkuyor-mercan-dogan/#respond Thu, 16 Apr 2015 13:25:10 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/16/devlet-korkuyor-mercan-dogan/     Başbakan Davutoğlu, savcı Kiraz için Çağlayan’da düzenlenen anma törenindeki açıklamalarıyla, üzerimizde her geçen gün daha yoğun hissettiğimiz ve daha fazla hissedeceğimiz baskı politikalarını açığa kavuşturdu. Törene belli bir kısım medyanın alınmaması, açıklamanın dozunun sert olacağını hissettirmişti. Bir gün önce kameralar karşısına geçen İstanbul Emniyet Müdürü’nün şaşkınlığına benzer bir halet-i ruhiyesi yoktu. Kendi ifadeleriyle, […]

The post “Devlet Korkuyor” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

okmeydanı.korkanpolis

 

Başbakan Davutoğlu, savcı Kiraz için Çağlayan’da düzenlenen anma törenindeki açıklamalarıyla, üzerimizde her geçen gün daha yoğun hissettiğimiz ve daha fazla hissedeceğimiz baskı politikalarını açığa kavuşturdu. Törene belli bir kısım medyanın alınmaması, açıklamanın dozunun sert olacağını hissettirmişti. Bir gün önce kameralar karşısına geçen İstanbul Emniyet Müdürü’nün şaşkınlığına benzer bir halet-i ruhiyesi yoktu.

Kendi ifadeleriyle, “kriz yönetimi”nin baş pozisyonunda olmanın verdiği bir cesaret de vardı. Bu meselenin seçim gündemiyle ilişkilendirileceği açıktı. Öyle de oldu. Ve tabi “Gezi Provokasyonu”yla. Bir önceki hafta kavga dövüş çıkan İç Güvenlik Yasası’nı meşrulaştırdığı konuşmasının son kısmı ise açık tehditti. Davutoğlu, sonrasında anayasaya aykırı olması nedeniyle tartışmalara yol açan bir tehdit savurdu: “Sokağa izinsiz çıkanlara karşı müsamaha gösterilmeyecek!”ti.

Davutoğlu’nun konuşması, devletin daha önce bilmediğimiz anlamlarıyla tanıştığımız cümlelerle sona erdi: “Devlet tedbir demektir, devlet kararlılık demektir!”

Konuşmanın gerçekleştiği adliyenin girişinde, bir gün önce avukatlara yönelik gerçekleştirilen saldırı, devlet kararlılığının göstergesiydi muhtemelen! Adliye girişindeki polislerin avukatlara yönelik saldırı görüntüleri sosyal medyaya yansıdı. Bu görüntülerden bir tanesi bize bir yerlerden tanıdık geliyordu; adliye girişindeki bir polis, bir avukatı itip kakarken “Ben devletim, devlet!” diye bağırıyordu. Böylelikle, “Devlet nedir, kime denir?” sorularına bir cevap daha aldık. Polis bu noktada itici gücü, yeni çıkan İç Güvenlik Yasası’yla en büyük mülki amiri konumuna geçen Tayyip Erdoğan’ın bir gün önceki “Cübbeli aranmaz diyorlar, bal gibi aranır!” konuşmasından alıyordu.

Savcının ailesine gerçekleştirdiği taziye ziyareti sonrasında yaptığı bu konuşmada, dikkat çeken bir husus daha vardı. Erdoğan, “Korkuyu korkutmamız lazım.” dedi.

Korku, “bir belirsizlik veya tehlike karşısında tetiklenen kaygı ya da rahatsız edici his” olarak tanımlanır. Kişide uyarıcı bir tepki olarak ortaya çıkmış yaşamsal bir mekanizmadır. Tehlike ile karşılaşan birey korkar ya da aşırı durumlarda şoka girebilir. Korkunun farklı türleri vardır. Mesela agorafobi, açık yer ya da kalabalık korkusu; niktofobi, geceden korkma ya da pirofobi, ateşten korkma…

Devlet dediğimiz şey birey değildir, dolayısıyla gösterdiği tepkiyi insan doğasıyla açıklayamayız. Ancak devlet de varlığına yönelik girişimlere tepki verir. Çünkü varlığı tehlikededir. Tayyip Erdoğan’ın bahsettiği korku budur.

Kim bilir, belki bu korku sosyofobidir, halktan genel olarak insanlardan korkmak; belki akustikofobi, belirli seslerden, mesela adaletsizliklere karşı susmayanların seslerinden korkmaktır. Belki logofobidir, belirli kelimelerden; ekmek, adalet ve özgürlük gibi kelimelerden korkmaktır. Belki de astenofobidir, güçsüz olmaktan korkmak. Ancak kesin olan şudur ki; devlet korkuyor!

 

Mercan Doğan 

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Devlet Korkuyor” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/16/devlet-korkuyor-mercan-dogan/feed/ 0
“Davutoğlu’ndan Yeni Kitap Stratejik Rezillik” – Hakan Gültürk https://meydan1.org/2015/02/10/davutoglundan-yeni-kitap-stratejik-rezillik-hakan-gulturk/ https://meydan1.org/2015/02/10/davutoglundan-yeni-kitap-stratejik-rezillik-hakan-gulturk/#respond Tue, 10 Feb 2015 14:00:38 +0000 https://test.meydan.org/2015/02/10/davutoglundan-yeni-kitap-stratejik-rezillik-hakan-gulturk/ Başbakan sıfatıyla ilk kez Amed’e giden Ahmet Davutoğlu, AK Parti il kongresinde partilileri “Hebuna we, Hebuna meye!” (Varlığınız, varlığımızdır!) sözleriyle kürtçe selamladı. Varlığını türk varlığına armağan etmeye “Artık Yeter!” diyenlerin topraklarında, kendince -en az partisininkiler kadar samimiyetsiz ve içten pazarlıklı- bir açılım gerçekleştirdi. Yakın koruma ekibinden Mehmet Çiftçi Amedli imiş, buna da vurgu yaptı konuşmasında: […]

The post “Davutoğlu’ndan Yeni Kitap Stratejik Rezillik” – Hakan Gültürk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Başbakan sıfatıyla ilk kez Amed’e giden Ahmet Davutoğlu, AK Parti il kongresinde partilileri “Hebuna we, Hebuna meye!” (Varlığınız, varlığımızdır!) sözleriyle kürtçe selamladı. Varlığını türk varlığına armağan etmeye “Artık Yeter!” diyenlerin topraklarında, kendince -en az partisininkiler kadar samimiyetsiz ve içten pazarlıklı- bir açılım gerçekleştirdi.

Yakın koruma ekibinden Mehmet Çiftçi Amedli imiş, buna da vurgu yaptı konuşmasında: “Canım ona emanet. Canımız Diyarbakır’a emanet.”, lütfetti canını…

“Kürtçe eğitim şeytana uymaktır!” diyen anayasa profesörü vekil Burhan Kuzu’ya rağmen “Biraz vakit bulsam güzel Kürtçemizi de güzel Türkçemiz kadar öğrenmek istiyorum.” diyen Davutoğlu, bununla da yetinmedi. Cumhurbaşkanının “Düştü düşecek” deyip her gün başka bir hakaret ettiği, yine kendi partisinden Yasin Atay’ın “Sivil halk kalmadı, iki terörist grup çatışıyor.” dediği Kobanê’nin kazandığı zaferi de, “Kobanê’deki her kardeşimin alnından öpüyorum.” sözleriyle selamladı.

Kafa karışıklığı mıdır, iyi polis rolünden midir yoksa halkın gerçekten bu kadar saf olduğunu, safsatalarına kanacağını düşündüğünden mi bilinmez ama; Davutoğlu kelimenin tam anlamıyla saçmalıyor!

Anlaşılan 2001 yılında yazdığı “Stratejik Derinlik” adlı kitabının güncelliğini yitirdiğini farkeden Davutoğlu serisinin ikinci kitabı için kolları sıvamışa benziyor: Kürt hareketi, Kobanê ve komşularla ilişkiler konusunda tutarsız açıklamalarla Davutoğlu, kitabının reklamına başlıyor:

“Stratejik Rezillik” pek yakında seçkin kitapçılarda…

Hakan Gültürk

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.

 

 

The post “Davutoğlu’ndan Yeni Kitap Stratejik Rezillik” – Hakan Gültürk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/02/10/davutoglundan-yeni-kitap-stratejik-rezillik-hakan-gulturk/feed/ 0
21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Savaşı Görmeyip “Barışa Bak”anlar” – Merve Arkun https://meydan1.org/2014/12/25/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-savasi-gormeyip-barisa-bakanlar-merve-arkun/ https://meydan1.org/2014/12/25/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-savasi-gormeyip-barisa-bakanlar-merve-arkun/#respond Thu, 25 Dec 2014 19:41:37 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/25/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-savasi-gormeyip-barisa-bakanlar-merve-arkun/ Kasım ayının ilk günlerinde, İstanbul’da bulunan Taxim Hill Otel’de düzenlenen bir basın açıklamasıyla duyuruldu “Barışa Bak” projesi. “Ordu demokrasinin temeli” diyerek 12 Eylül Darbesi’nin destekçilerinden olan ve Liberal Düşünce Topluluğu kurucularından Atilla Yayla’dan, Berkin Elvan’ın annesini yuhalatarak Erdoğan’a destek çıkan Yavuz Bingöl’ün “haysiyet suikasti”ne kurban edildiğini söyleyen Meryem Gayberi’ye kadar, toplam 69 imzacıyla “çözüm sürecinin […]

The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Savaşı Görmeyip “Barışa Bak”anlar” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Kasım ayının ilk günlerinde, İstanbul’da bulunan Taxim Hill Otel’de düzenlenen bir basın açıklamasıyla duyuruldu “Barışa Bak” projesi. “Ordu demokrasinin temeli” diyerek 12 Eylül Darbesi’nin destekçilerinden olan ve Liberal Düşünce Topluluğu kurucularından Atilla Yayla’dan, Berkin Elvan’ın annesini yuhalatarak Erdoğan’a destek çıkan Yavuz Bingöl’ün “haysiyet suikasti”ne kurban edildiğini söyleyen Meryem Gayberi’ye kadar, toplam 69 imzacıyla “çözüm sürecinin sağlıklı yürütülmesi” amacıyla yola çıkıldığı söylendi. Düzenlenen toplantıda, barış konserlerinden trenlerine kadar “barış” dolu hayallerden bahsedilirken; var olmak için direnenlerin mücadelesi “provokasyon” ilan edildi.

“Hükümetten bağımsız” ve “sivil” bir oluşum olarak ortaya çıktığı iddia edilen projenin yankıları sürerken, “Barışa Bak”ın amaçlarını, imzacılarını ve “ne yöne baktığı”nı tartışmakta fayda var.

Başlatılan bu projeyle “barışa bak”ma iddiasını taşıyanlar, yaşadığımız coğrafyada on yıllardır yaşanan savaşın, topraklarından edilen binlerce insanın, kaybedilen ve katledilen bir halkın hesabını yapmanın da ötesinde yaşamını savunmak için direnenleri -tıpkı iktidarın yaptığı gibi- “provakasyon”larla ve “darbe girişimleri”yle suçlarken; projeyle çizilmek istenen “barış”, tam da hükümetin Yeni Türkiye şablonuna bakarak çiziliyor. Devletin çözüm adı altında Kürt halkına yönelik işlettiği inkâr ve imha politikasına karşı girişilmiş mücadeleyi, barıştan uzaklaştırma olarak ilan eden “barışsever”lerin barıştan anladıklarının ne olduğu açık. AKP hükümetine yönelik müteşekkirliklerini her fırsatta dillendiren “Barışa Bak”çılar, kardeşlik altında devletin gizli stratejilerinin sürdürücüsü konumunda. Meşruluklarını, “biz ne o taraftanız, ne bu taraftanız” diyerek dayandırdıkları pozisyonlarıyla; devletçi algıyı farklı bir yerden zihinlere kazımaya, Kürt halkının mücadelesinin altını boşaltmaya çalışıyorlar.

Genellikle iktidar yanlısı akademisyen, yazar ve gazetecilerden oluşan “Barışa Bak” çağrıcıları toplam 69 imzadan oluşuyor.17 Aralık sürecinde iktidar paydaşları arasında belirginleşen AKP-Cemaat ayrışmasında, safını “paralel yapıya karşı seçilmiş hükümetten yana” koyan Barışa Bak projesi çağrıcılarından bazılarının, “iktidar yanlısı performanslarıyla” kısa özgeçmişleri şöyle:

Yıldıray Oğur

ODTÜ Siyaset Bilimi mezunu olan Yıldıray Oğur, 2003 yılında Genç Siviller hareketinin kurucuları arasında yer aldı. Radikal, Taraf gazeteleri ile Birikim dergisinde yazılar yazan Oğur, 2013 yılında, iktidarı açıktan destekleyen Türkiye gazetesinde yazmaya başladı. Türkiye’de yazmaya başladıktan sonra Erdoğan’ın fiili danışmanı haline gelen Oğur’un köşe yazıları, Erdoğan’ın bazı mitinglerinde tarihsel alıntılar yaptığı temel kaynak oldu.

Kobanê Direnişi süresince yazdığı köşe yazılarında, “çözüm süreci”nin muhataplarından Kürt hareketini eleştirmiş; devletle aynı perspektifte, devlet-polis şiddetinden kaynaklanan ölümlerden, hareketi sorumlu tutmuştu. Bu beyanlar, Yıldıray Oğur’un iktidarla yaşadığı söylemsel uyumun daha da belirginleşmesini sağladı. Meydan Gazetesi’nin yine aynı bölümünde “akil heyeti”ni deşifre ederken yer verdiğimiz Oğur, devletin “barış” söyleminin en önemli yaratıcılarından.

Oral Çalışlar

Aydınlık çevresinden eski bir sosyalist olan Oral Çalışlar bugüne dek Cumhuriyet, Taraf, Radikal gibi siyasi yelpazenin farklı kulvarlarından birçok gazetede köşe yazıları yazdı. “Akil İnsanlar” heyetinde yer almasının ardından iktidarla olan ilişkisini belirginleştiren TESEV üyesi Çalışlar, şimdilerde de liberal yazarların kendilerine yer bulduğu “serbestiyet.com” sitesinde yazıyor.

Orhan Miroğlu

1970’li yıllarda Kürt hareketi içerisinde yer alan; 1980 yılında girdiği cezaevinden 1988 yılında tahliye olan Miroğlu, Ülkede Özgür Gündem, Özgür Politika, Birgün ve Taraf gibi gazetelerde köşe yazarlığı yaptı. 2010 yılındaki Anayasa Referandumu sürecinde iktidara yakınlaşan Miroğlu, bu yakınlaşmayı ilerleyen yıllarda öylesine içselleştirdi ki; kendi geçmişini bile inkâr etmeye başladı. 12 Eylül döneminde, tutsak kaldığı Diyarbakır Cezaevi’nde sistematik işkenceye maruz kalan Miroğlu, yakın dönemde katıldığı bir TV programında “Devlet eliyle sistematik işkence kesinlikle yoktur!” diyerek, bu içselleştirmeyi somutluğa kavuşturdu.

Yaşadığı “politik değişiklik”in ardından, sınırlı sayıda gazetecinin binebildiği Erdoğan’ın uçağında kendisine yer buldu ve 2012 yılından itibaren iktidara yakınlığıyla bilinen Star Gazetesi’nde yazmaya başladı.

Nagehan Alçı

Boğaziçi Üniversitesi siyaset bölümü mezunu olan Nagehan Alçı, Hürriyet, Milliyet, Akşam gibi gazetelerde köşe yazarlığı ve Kanal D, Fox, CNN Türk gibi kanallarda da programlar yaptı. “Akil” heyette yer alan Alçı da, Barışa Bak projesi içerisindeki çoğu isim gibi, “zaman içerisinde saf değiştiren”lerden.

2009 yılında yazdığı “Bir Delikanlılık Portresi: Tayyip Erdoğan” yazısında Erdoğan’ı çokça eleştiren Nagehan Alçı; özellikle 17 Aralık sonrası, iktidarın hararetli savunucularından biri haline geldi.

Etyen Mahçupyan

Liberalliğiyle bilinen Etyen Mahçupyan, başbakan Davutoğlu’nun başdanışmanlığını yürütüyor.1996 yılına kadar kendi şirketlerinin yöneticiliğini yapan Mahçupyan, 1997’de Radikal’e, 2001’de ise Zaman’a geçti; siyasal çizgisinin “ne hızla” değiştiğini açıkça gösterdi.

TESEV Demokratikleşme Programı’nın 2012’den beri başkanı konumunda bulunan Etyen Mahçupyan, Hrant Dink’in 2007 yılında öldürülmesinden sonra Agos gazetesine geçmişti. Geçtiğimiz Mayıs ayından bu yana ise, iktidar yanlısı patron Ethem Sancak’ın gazetesi Akşam’da yazıyor.

Sinan Çetin

“Hiçbir düşünce kutsal değildir, her düşünce değişir ve gelişir, embesillerinki hariç” şeklindeki konuşmalarıyla, bir sosyalistten bir kapitaliste dönüşümünü rasyonalize eden Sinan Çetin; Plato adlı şirketinin patronluğunu yaparken, aynı zamanda emlak sektörüne de el atmış durumda. Cihangir’de sahip olduğu çok sayıda gayrimenkul üzerinden emlak ticaretine girişen Çetin, sektördeki “rant dostları”ndan Ali Ağaoğlu’nun da reklamlarını çekiyor.

Barışa Bak projesinin imzacılarından Atilla Yayla ile birlikte de bir yayınevinin patronluğunu yürüten Sinan Çetin, katıldığı her programda iktidar güzellemesi yapmaktan geri durmuyor.

Markar Esayan

AKP-Cemaat kavgası öncesi Taraf gazetesinde yazarlık ve yayın koordinatörlüğü yapan Markar Esayan, yaşanan ayrışma sonrasında Yeni Şafak’ta yazmaya başladı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde “Affedersiniz benim için de çok çirkin bir şekilde Ermeni dediler” şeklinde konuşan Erdoğan’ı, “Biz Ermeniyiz, tecrübe ile sabit, hakiki ırkçıları gözünden tanırız; merak edilmesin. 12 yıldır AK Parti’ye destek veren bir Türkiyeli olarak, bu pazar da Yeni Türkiye için Erdoğan’a oy vereceğim.” sözleriyle aklamıştı. %10 barajı tartışmalarında AKP’nin yanında yer alarak, barajın kaldırılmasına yönelik tepkisini gösteren Esayan, HDP’den de bağımsız adaylarla seçimlere girmesini istemiş. İstikrar sürsün diye…

Rasim Ozan Kütahyalı

“Havuz medya” grubu gazetelerinden Takvim ve Sabah’ta köşe yazarlığı yapan Rasim Ozan Kütahyalı, Melih Gökçek’in sahibi olduğu Beyaz TV’de de futbol yorumcusu. Nagehan Alçı ile olan evliliğinden doğan çocuklarının “isim babalığı”nı Erdoğan’a yaptıracak kadar iktidarla “içli dışlı” olan Kütahyalı, kendi jenerasyonundan birçok yazar gibi, devrimcilere ve devrimci mücadeleye olan kinini kusmaktan geri durmuyor. “Ben bu devlet için kellemi ortaya koyanlardanım!” diye ifadelerini dillendirmekten geri durmayan Kütahyalı, futboldan siyasete engin bilgi birikimlerini, hükümetin ona sunduğu tüm olanaklardan yararlanarak anlatmaktan geri durmuyor.

Cengiz Alğan

“Barışa Bak” projesinin fikir sahibi denilebilecek Cengiz Alğan, eski bir DSİP yöneticisi. 2010 referandumunda “Yetmez Ama Evet” diyenlerden biri olan Alğan, 17 Aralık Yolsuzluk Operasyonu’ndan sonra, iktidar tarafındaki duruşunu iyice belirginleştirmiş; yolsuzluk operasyonun bütününü “seçilmiş hükümete darbe” şeklinde tanımlamıştı. Şimdilerde açıkça sürdürdüğü bu iktidar destekçiliğini Taksim-Gezi Direnişi sürecinde başlatan Cengiz Alğan, ortaya çıkan videolarda polisin sıktığı mermiyle katledildiği açıkça görülse de, Ethem Sarısülük’ün “karanlık güçlerce” öldürüldüğünü söylemişti.

Halil Berktay

“Barışa Bak” projesinin bir başka çağrıcısı, Oral Çalışlar gibi Aydınlık hareketinden olan eski sosyalist Halil Berktay, şimdilerde liberal bir akademisyen olarak tanınıyor. Çeşitli üniversitelerde öğretim üyeliği yaptı, bir dönem Taraf gazetesinde köşe yazıları yazdı, son dönemlerde ise iktidarı destekleyen isimlerin bir araya geldiği serbestiyet.com’da yazmaya başladı. Kendini anti-anti AKP’ci diye tanımlayan Halil Berktay, Taraf gazetesinde yazdığı dönemde 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin ortaya attığı bir iddia ile de gündeme gelmişti. Devlet tarafından gerçekleştirilen ve 36 kişinin yaşamını yitirdiği 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin Halil Berktay, “devrimci iki grubun çatışması” yorumunda bulunmuş; dolayısıyla bu katliamda kendince “devleti aklamıştı.”

 

 

Merve Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Savaşı Görmeyip “Barışa Bak”anlar” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/25/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-savasi-gormeyip-barisa-bakanlar-merve-arkun/feed/ 0
“Keenlemyekün” – Hüseyin Civan https://meydan1.org/2014/12/21/keenlemyekun-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2014/12/21/keenlemyekun-huseyin-civan/#respond Sun, 21 Dec 2014 19:30:14 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/21/keenlemyekun-huseyin-civan/   Demokrat olmamamızın sebeplerinden biri de, demokrasinin eninde sonunda savaşa ya da diktatörlüğe yol açmasıdır. Fakat diktatörlük destekçisi de değiliz; çünkü başka birçok sebebin yanı sıra, diktatörlük her zaman demokrasi isteğini uyandırır, demokrasiye geri dönüşü kışkırtır ve böylece halkların sahte özgürlükle açık ve vahşi tiranlığın arasında sürekli gidip geldiği kısır döngüyü sürdürür. Errico Malatesta, 1924 […]

The post “Keenlemyekün” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

Demokrat olmamamızın sebeplerinden biri de, demokrasinin eninde sonunda savaşa ya da diktatörlüğe yol açmasıdır. Fakat diktatörlük destekçisi de değiliz; çünkü başka birçok sebebin yanı sıra, diktatörlük her zaman demokrasi isteğini uyandırır, demokrasiye geri dönüşü kışkırtır ve böylece halkların sahte özgürlükle açık ve vahşi tiranlığın arasında sürekli gidip geldiği kısır döngüyü sürdürür.

Errico Malatesta, 1924

Seçimler siyasal gündemimizden çıkalı bir hayli olmuş. Özlemişiz. Seçim tartışmaları, neyse ki bu sefer biraz erken başladı! 2015 Haziranı’nda yapılması planlanan seçimlerin, Nisan ya da Mayıs gibi yapılması konuşuluyor şimdilerde. Yani en azından hükümetin niyeti bu yönde. Hükümetin son süreçlerde niyetleri ve bu niyetlerini gerçekleştirmesi arasındaki ilişki incelendiğinde, ne kadar başarılı olduğu su götürmez! Erken seçim tartışmaları, özellikle çözüm süreci paralelinde yapıldı. Davutoğlu, çözüm sürecinin “inşallah” seçimlerden önce nihai noktaya getirileceğini vurguladı. Hükümetin çözüm süreci politikalarının olumlu ya da olumsuz sonuçlarının, seçim sonuçlarına etki edeceği bu kadar açıkken, tartışmaların zemini Haşim Kılıç’ın son açıklamalarıyla seyir değiştirdi.

Seçim Dönemlerinin Paket Tartışması: %10’luk Baraj

Aslında seçim barajı tartışmaları, her seçim döneminde tekrar ortaya çıkan “paket tartışmalar”dan biri.

1974’ten darbe dönemine kadarki süre içerisinde, her iki yılda (hatta bazen aynı yılda) bir değişen Bülent Ecevit/Süleyman Demirel hükümetlerinin yarattığı iddia edilen “siyasi istikrarsızlık” ortamının normal bir sonuçlarından biri darbeyse, diğeri seçim barajı.

1980 darbesinin alametifarikalarından biri olan %10’luk seçim barajı, her seçim döneminde bir yanda siyasi istikrar öte yanda demokratik rejim kutupları ekseninde tartışılıyor. Bizzat AKP’nin seçim dönemlerinde dillendirdiği “vesayetçi dönem”le ilişkilendirilen bu uygulamanın kaldırılmasında, iktidar partisinden muhalefet partisine herkes hem fikir! Öyleyse tartışılan ne?

Bu sistem oluşturulurken Kenan Evren ve arkadaşlarının mantığı, ordunun ideolojisiyle zıt düşmeyen (belki askeri kökenli) siyasetçinin kuracağı istikrarlı bir tek parti çoğunluğu, parlamentoda bu hükümetin konumunu sarsamayacak sayıda parti olması ve Kürt halkının parlamentoya parti gönderme ihtimalinin engellenmesi üzerine yoğunlaşmıştı.

Mevcut hükümetin, askeri vesayetle hesaplaştığını iddia ederken eleştirdiği seçim barajını, kendi siyasal iktidarını arttırma ve pekiştirme adına kullanmaktan çekinmediğini/ çekinmeyeceğini baraj tartışmaları üzerinden görmekteyiz. Parlamentoda suni bir çoğunluk, kullanabildikleri ölçüde tüm siyasi partilerin kullanmak isteyeceği bir durumdur. Bu siyasal iktidar, meşruiyetini, üzerine kurduğunu iddia ettiği “millet iradesi”ne dayandıramaz. AKP’nin paket tartışmadaki konumu, açık bir şekilde “İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün!” saçmalığından ibarettir.

Demokratik Rejim Cephesi ve Haşim Kılıç

Avrupa Konseyi tarafından organize edilen bir konferansta Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, %10’luk seçim barajına ilişkin kanun hükmünün değişmesi için yapılan başvuruları değerlendirdikleri açıklamasında bulundu.

BBP ve SP’nin, meselenin gündem olmasından önceki başvurularına, gündemde payına düşeni alma hesapları yapan ana muhalefet, CHP İstanbul milletvekili Umut Oran’ın bireysel başvurusuyla hamle yaptı. Kılıçdaroğlu, söylemlerinin merkezini giderek bu meseleye çekerken, demokratik bir rejimin olmazsa olmazı olarak yeni akıllara gelen mesele, “paket tartışmalar”a uygun bir ortamda ilerletiliyor. Hatta TÜSİAD Başkanı Haluk Dinçer bile, barajın düşürülmesinden yana olduğunu açıklayan bir açıklama yaptı. “Demokratik rejim” yanlısı STK’ların açıklamaları, yine de hükümeti rahatsız edecek bir tonda değildi, ya da artık buna özen gösteriliyor.

Haşim Kılıç’ın, barajın düşürülmesi yönündeki ısrarı, AKP’nin totaliter hamlelerine karşı demokrasi savunuculuğu yapanlar için, bu seçimlerde tutunulacak tek dal konumunda.

Seçim gündeminin bu “usül” sorunu etrafında tartışılmaya başlanması, çok geçmeden AKP kanadından karşılandı. Karşılığın bu kadar sert olması, hükümetin, yapılması tartışılan “usül değişiklikleri”ne çok sıcak bakmadığının en açık ifadesi. Keza, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP’li Burhan Kuzu, seçim barajına ilişkin yaptığı açıklamayla, AKP’nin asıl tavrının ne olacağını belirtti. Bu tavır, sadece mevzubahis meselenin gündemleşmesiyle oluşan bir tavır değil. Bu, iktidarını giderek arttıran bir partinin, ideolojisinin ne olduğunun açıklamasıydı.

Keenlemyekün

Keenlemyekün, hukukta bir deyimdir. “Baştan itibaren anlam ifade etmez” gibi türkçeleştirilebilir. Yani “yok hükmünde” anlamına gelir. Bir olayın meydana gelmediğini varsayar. Burhan Kuzu’nun %10’luk baraj kaldırılırsa, kararın keenlemyekün olacağını ve uygulamayacaklarını söylemesi; kuvvetler ayrılığı ya da birliği ilkesinin, bir parti için ne kadar kullanışlı olabileceğinin en iyi göstergesi. Tabi manevra yapmayı bilene! Kuzu, partisinin ahkam kesme politikasını devam ettirerek, seçim barajının indirilmesi durumunda Anayasa Mahkemesi’ni ‘kalsın mı, gitsin mi?’ noktasına getireceğini belirtmekten de geri durmuyor.

Seçim barajı üzerinden konuşulmaya başlanan seçim gündemi, altı ay öncesinden halihazırda önümüzde duruyor. Seçim barajının yüzde kaç olacağı ve seçimleri hangi partinin kazanacağı tartışmalarının gölgesinde kalan siyasal gerçeklik, bu gölgeden çıkartılmalı.

Siyasi, ekonomik ve sosyal baskılara maruz bırakılan kesimler, siyasal ifade bulma noktasında keenlemyekün ilan ediliyorken; baraj tartışmaları da, seçim tartışmaları da, ezilen kesimler için anlamsızdır. Bu siyasal iktidardan nemalanacaklar, ana muhalefetiyle iktidarıyla seçim gündemini tüm siyasal gerçekliklerin önüne taşımayı, tüm siyasi-ekonomik-sosyal sorunlara çözüm olarak seçimleri göstermeyi amaçlamaktadır.

Farklı iktidar odaklarının konumlarını korumaları için illa meşruiyet aramadıklarının deneyimlendiği zamanlardayız. İşçi cinayetlerinin geçici ve alışılan gündemler sayıldığı, kadın katliamının her geçen gün büyüdüğü, ekonomik sömürünün ve yolsuzluğun, ekolojik talanın pekiştiği bir zamanda; tüm sorunlara parlamentoda çözüm arayacaklara, hatırlatılması gereken koca bir toplumsal devrimler tarihi var.

Siyasi istikrardan meşruiyetini alan totaliter rejim ve demokratik rejim arasındaki ilişki, birbirinin zıttı olmaktan çok, destekleyicisi konumundadır. Bu, yoldaş Malatesta’nın da vurguladığı gibi, kısır bir döngüdür. Bu kısır döngüyü yıkacak, keenlemyekün ilan edilen ezilenlerin yaşamlarının gerçekliğini var edecek bir öz-örgütlülüğe ihtiyaç vardır. Devrimci ve anarşist bir hareket, toplumsal devrimler tarihinde her zaman bunun adı olmuştur.

Hüseyin Civan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Keenlemyekün” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/21/keenlemyekun-huseyin-civan/feed/ 0
Orduya Ne Bir Saniye Ne Bir Kuruş https://meydan1.org/2014/12/18/orduya-ne-bir-saniye-ne-bir-kurus/ https://meydan1.org/2014/12/18/orduya-ne-bir-saniye-ne-bir-kurus/#respond Thu, 18 Dec 2014 16:13:42 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/18/orduya-ne-bir-saniye-ne-bir-kurus/ Bir süredir devam eden bedelli askerlik çalışmaları, Ahmet Davutoğlu’nun, partisinin grup toplantısında yaptığı açıklamayla netlik kazanmış; bedelli askerlikte yaş sınırının 28, “bedel”in ise 28 bin TL olduğu açıklanmıştı. Yapılan bu açıklamanın ardından sosyal medya üzerinden #NeBirSaniyeNeBirKuruş kampanyası başlatan Vicdani Ret Derneği, konuya ilişkin bir açıklamada bulundu. “18 bin TL öde, kurtul diyen iktidar, parası olana […]

The post Orduya Ne Bir Saniye Ne Bir Kuruş appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Bir süredir devam eden bedelli askerlik çalışmaları, Ahmet Davutoğlu’nun, partisinin grup toplantısında yaptığı açıklamayla netlik kazanmış; bedelli askerlikte yaş sınırının 28, “bedel”in ise 28 bin TL olduğu açıklanmıştı. Yapılan bu açıklamanın ardından sosyal medya üzerinden #NeBirSaniyeNeBirKuruş kampanyası başlatan Vicdani Ret Derneği, konuya ilişkin bir açıklamada bulundu.

“18 bin TL öde, kurtul diyen iktidar, parası olana “bedelli hizmeti”ni sunarken; parası olmayana da banka kredilerini sunuyor. Zorunlu askerlik hizmeti adı altında 20 yaşına gelmiş her erkeğin yaşamını gasp eden devlet şimdi “bedelliden yararlanmak isteyen ama parası olmayanlar”ı da 36 ay taksitli kredileriyle gasp etmeye hazırlanıyor” şeklinde açıklama yapan VR-DER, “kaçak” olarak adlandırılanların sayısının 1 milyona yaklaştığını belirtirken, çıkartılan bedelli yasasının devlet için yeni bir kazanç kapısına dönüştüğünü belirtti.

Yapılan açıklamada bedelli askerliğin aynı zamanda vicdani redde bir “alternatif” olarak sunulmak istendiğini belirten VR-DER, “Yapmak istemiyorsanız, parasını ödeyin kurtulun diyen iktidara inat, orduya ne bir saniye hizmet etmeyi ne de bir kuruş ödemeyi reddetmeyi sürdürüyoruz” diyerek, bedelli soygununa karşı herkesi vicdani ret açıklamaya çağırdı.

 

Vicdani Ret Derneği’nin Bedelli Askerlik Yasası’na İlişkin Açıklaması

Bir süredir devam eden bedelli askerlik tartışmaları, Ahmet Davutoğlu’nun partisinin bugünkü grup toplantısında yaptığı açıklama ile somutluğa kavuştu: Yaş 28, bedel 18 bin. Yapılan açıklamayla ölmeyi ve öldürmeyi öğrenmenin bedelinin 18 bin lira olduğu netlik kazandı.

Askerlik, yaşadığımız coğrafyada halen zorunlu bir hizmet olarak dayatılırken; hükümet, getirdiği bedelli uygulamasıyla, bu angarya hizmeti reddedenlerin sayısını 534 bine düşürmeyi öngörüyor. Vicdani, politik ve dini sebeplerle zorunlu askerlik hizmetini reddedenlerin, vicdani retlerini açıklayanların sayısı gün be gün artıyorken, devlet, çıkarttığı bedelli yasasıyla, yaşamını gasp edemediği “asker kaçakları”na, “ya canını ya paranı” dercesine saldırmaya devam ediyor. Ölmeyi ve öldürmeyi reddettiği, askere gitmediği için “kaçak” olarak adlandırılanların sayısı neredeyse 1 milyona yaklaşmışken, çıkan bedelli yasası devlet için yeni bir kazanç kapısına dönüşüyor.
“18 bin TL öde, kurtul” diyen iktidar parası olana “bedelli hizmeti”ni sunarken; parası olmayana da banka kredilerini sunuyor. Zorunlu askerlik hizmeti adı altında 20 yaşına gelmiş her erkeğin yaşamını gasp eden devlet şimdi “bedelliden yararlanmak isteyen ama parası olmayanlar”ı da 36 ay taksitli kredileriyle gasp etmeye hazırlanıyor. Bugüne değin, ölmeyi ve öldürmeyi reddedenleri “kaçak” ilan ederek sivil ölüme mahkûm eden iktidar, bedellisiyle binlerce genci bankalara borçlu ilan etmeye hazırlanıyor.
Bizler, ölmeyi ve öldürmeyi reddeden vicdani retçiler, çıkartılan bedelli yasasının “vicdani redde bir alternatif” olarak sunulmak istendiğinin farkındayız. “Yapmak istemiyorsanız, parasını ödeyin kurtulun” diyen iktidara inat, orduya ne bir saniye hizmet etmeyi ne de bir kuruş ödemeyi reddetmeyi sürdürüyoruz.
Devletin zorunlu askerlik hizmetiyle, banka kredisiyle gasp etmeye niyetlendiği yaşamlarımız için direnmeye, reddetmeye devam ediyoruz.
Ölmeye, öldürmeye, zorunlu askerlik hizmetini öğrenmeye ne bir saniye ne de bir kuruş!

Vicdani Ret Derneği

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post Orduya Ne Bir Saniye Ne Bir Kuruş appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/18/orduya-ne-bir-saniye-ne-bir-kurus/feed/ 0
Yeni kabinenin Gerçek Yüzü https://meydan1.org/2014/09/19/yeni-kabinenin-gercek-yuzu/ https://meydan1.org/2014/09/19/yeni-kabinenin-gercek-yuzu/#respond Fri, 19 Sep 2014 18:04:05 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/19/yeni-kabinenin-gercek-yuzu/ Başbakan: Ahmet Davutoğlu Ahmet Davutoğlu’nun yakın zamanda IŞİD’e ilişkin “Terörist bir yapı olarak görülebilir ama oradaki yapı daha önceki hoşnutsuzluklara karşı bir reaksiyon olarak doğdu” diyerek IŞİD’i olumlar nitelikte yaptığı açıklamalar, oldukça ses getirmişti. Kabinenin yeni başbakanının IŞİD’e silah taşıyan tırlar açığa çıktığında yaptığı “silah taşımıyorlar, yardım konvoyuydu” açıklamaları, 62. hükümetin dış politikasının ne olacağını […]

The post Yeni kabinenin Gerçek Yüzü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı Seçimleri’ni kazandıktan sonra, en çok tartışılan konulardan biri yeni başbakanın kim olacağıydı. AKP kurmayları heyecanla, yeni kabinede kimlerin yer alacağını, hangi bakanların değişeceğini öğrenmeyi bekliyordu! 29 Ağustos’ta kurulan yeni hükümette başbakanlık rolü Ahmet Davutoğlu’na verildiğinde, bu heyecanlı bekleyiş sona erdi. Davutoğlu’nun başbakanlığının, Tayyip Erdoğan’ın yarı-başkanlık benzeri modelinde çok da etkili olmayacağı, en fazla tartışılanlar arasında.
Yeni hükümetle ilgili tartışmaların kime ne ifade ettiği muğlak olsa da, ezilenler için bu durumun anlamı az çok belli. Yolsuzluk, sömürü ve katliamla özdeşleşmiş 61. hükümetin işlevi neyse, bakanlarıyla beraber yeni hükümetin bizim için aynı şeyi ifade edeceği baştan belli.
Yolsuzluk-sömürü-katliam politikalarından yeni hükümet döneminde de vazgeçilmeyeceği, eski dönemden kalan kilit pozisyondaki bakanlarla bir kez daha gözler önünde. 62. TC hükümeti, yeni cumhurbaşkanıyla beraber aynı stratejiyle, yeni mağdur edilecek kesimlere yoğunlaşırken; yeni kabinedeki bakanların çok da bilinmeyen ya da unutulmaması gereken yüzlerini deşifre ettik. 

Başbakan: Ahmet Davutoğlu

ahmet davutoğlu 2

Ahmet Davutoğlu’nun yakın zamanda IŞİD’e ilişkin “Terörist bir yapı olarak görülebilir ama oradaki yapı daha önceki hoşnutsuzluklara karşı bir reaksiyon olarak doğdu” diyerek IŞİD’i olumlar nitelikte yaptığı açıklamalar, oldukça ses getirmişti. Kabinenin yeni başbakanının IŞİD’e silah taşıyan tırlar açığa çıktığında yaptığı “silah taşımıyorlar, yardım konvoyuydu” açıklamaları, 62. hükümetin dış politikasının ne olacağını şimdiden gözler önüne seriyor.

Hakkında çıkan tapelerde Suriye’ye ajan gönderip füze attırma planları yapanlar arasında olduğu söylenen Davutoğlu’nun Wikileaks belgelerinde adı “çok tehlikeli ve deli” olarak geçiyor.

Merkezi Chicago’da olan ALPAYTAC isimli lobi şirketiyle geçtiğimiz hükümet döneminde 1,5 milyon dolara anlaştığı ortaya çıkan Davutoğlu’nun İsrail’le bozulan ilişkilerini düzeltmek için, altı lobi şirketine milyonlarca dolar ödediği biliniyor. Ayrıca 17 Aralık’ta adı yolsuzluğa karışan şirketlerden biri olan Yıldız Holding’in sahibi Sabri Ülker ile de dünür olan Ahmet Davutoğlu’nun, tüm yolsuzlukların üzerini örtmek için Erdoğan tarafından başbakan olarak atandığı söyleniyor.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı: Mehdi Eker

mehdi3

“Biz köylülüğü çiftçilik zannediyoruz. Hâlbuki çiftçilik sanattır. Biz tarımda reform yapacağız, verimi arttıracağız.” diyerek tarım arazilerini toplulaştırıp, kartellere, ağalara, Cargill’lere, Monsanto’lara satacağını açıktan söylemekten imtina etmeyen bir zat olmasının yanı sıra; Mart 2009’da Bitlis’te soru sormaya çalışan halkı “Artislik yapma, sesini yükseltme!” diye azarlamaktan ve korumaları aracılığıyla tartaklayıp uzaklaştırmaktan çekinmemesiyle hafızalarımızda.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi zamanından Recep Tayyip Erdoğan’la nasıl bir vefa ilişkisi varsa; sansasyonel açıklamalarına ve seçildiği Diyarbakır’da bile sevilmemesine rağmen hala kabinede.

Zehirli, bozuk okul sütü tartışmaları sırasında canlı yayında iddiaları yalanlayıp süt içerek yaptığı şovdan da hatırlarız Mehdi Eker’i.

2013’te Mersin Limanı’nda GDO’lu pirinç yakalanınca “Dünyada GDO’lu pirinç üretilmedi henüz” diyen Mehdi Eker’in; gıda, tarım ve hayvancılığa dair ilgilendiği tek şey atlar. Ki bunu da bakanlığın 100-150 bin Euro’su karşılığında, Hollanda’dan getirtip Bakanlığın Botanik Bahçesi’nde özel bir bölüm yaptırdığı ve seyisinin maaşını bile bakanlığın karşıladığı atların gündem olmasıyla anladık.

Maliye Bakanı: Mehmet Şimşek

Maliye Bakanı Şimşek

Bank of America Merrill Lynch’in Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz Bölgesi Sorumluluğu’ndan Maliye Bakanlığı’na transfer olan Mehmet Şimşek halen, merkezi Almanya’da bulunan Global Ekonomik Sempozyum’un Danışma Kurulu Üyesi olup ayrıca 2007-2009 yılları arasında IMF & Dünya Bankası Türkiye Guvernörlüğü ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Koordinasyon Kurulu Üyeliği görevlerini yürütmüştür.

17 Aralık Operasyonu’nun ardından, bir yakını yolsuzluğa karıştıysa istifa edeceğini beyan eden Mehmet Şimşek’in, ağabeyi Selahattin Şimşek’in adı da liman yolsuzluğundan çıktı. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın yargıya müdahale ederek kapatmaya çalışmasıyla, müsteşarının başsavcıyı tehdit etmesiyle bilinen yolsuzlukta adı geçenlerin, Şimşek’e “dayı” diye hitap ettikleri ve Şimşek’ten kamu ihalelerinde yardımcı olmasını istedikleri, Şimşek’in de bu taleplere olumlu yanıt verdiği ve adının “liman yolsuzluğu” dosyasına girdiği öğrenildi.

Gündemden düştüğünü fark ettiğinde 18,8 milyar liralık bütçe açığını 150 milyon liraya mal olan zehirli sütlere bağlar, “Emekliler çok fazla maaş alıyor” gibi açıklamalar yapar.

İçişleri Bakanı: Efkan Ala

e2
Eski JİTEM’ci, sonra Diyarbakır eski valisi ve emniyetteki “paralel yapı operasyonları”nda önemli isimlerden biri olan Efkan Ala, bu topraklarda “fişleme” denilince akla gelen ilk isimlerden biri. “Kodlama” denilen fişlemelerle ilgili 1999’dan bu yana uygulamaya konulan MERNİS(Merkezi Nüfus İdare Sistemi) projesi kapsamında, sadece azınlık bilgilerinin değil, tüm nüfus olay bilgilerinin kodlarla tanımlı hale geldiğini itiraf etmişti. Bakanlığın YÖK aracılığıyla, yurtlarda kalan öğrencilerin isim ve kimlik bilgilerini topladığını da doğrulamış, ancak “fişleme olmadığını” beyan etmişti.

Ala da, her İçişleri Bakanı gibi halkı gaza boğar, 2014 1 Mayıs’ı başta olmak üzere polis saldırılarında hiç sektirmeden “orantısız güç kullanılmadı” beyanatları vermişti.

17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan hemen sonra kaydedildiği öne sürülen telefon konuşmalarına ilişkin ilk tapede dönemin başbakanlık müsteşarı olan Efkan Ala İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’ya, internette kurduğu sitede, devletin gizli kodlu belgelerini yayınlayan Taraf gazetesi yazarı Mehmet Baransu’nun “gözaltına alınması” talimatını “Kapısını kırın, alın o adamı” sözleriyle vermişti. Bir başka tapede ise, rüşvet olarak çocuğunun okul taksitini ödettiği ortaya çıkmıştı.

25 Aralık Operasyonu sırasında Efkan Ala tarafından Bilal Erdoğan’ın korumalarına verilen talimatı ise zaten unutamayız; “Bilal Erdoğan’ı gözaltına almak isteyenleri vurun!”

 

Kalkınma Bakanı: Cevdet Yılmaz

c1
Kalkınma Bakanlığı’nın bakanlık odası için, 2 milyon lira tutarında tadilat yapıldığının ortaya çıkmasının üzerinden yaklaşık 2 yıl geçti. Üstelik söz konusu tadilatın ihalesi de, tadilat yapıldıktan bir ay sonra gerçekleşmişti.

Ayrıca bir yılda 71 bin lirayı “temsil ve ağırlama gideri” olarak gösterip etli ekmeğe yatıran Cevdet Yılmaz, kalkınmadan pek anlamasa da yolsuzluk uzmanıdır.

Ekonomi Bakanı: Nihat Zeybekçi

Nihat Zeybekci

Nihat Zeybekçi, yakın zamanda, İngiltere South London College’de ekonomi eğitimi aldığını özgeçmişine yazmış, daha sonra bunun gerçek olmadığı anlaşılınca, özgeçmişinden çıkartmıştı. Astay İnşaat tarafından Zeytinburnu sahiline inşa edilen, Danıştay’ın ise tarihi yarımadanın siluetini bozduğu gerekçesiyle “tıraşlama” (fazla katların yıkımı) kararı verdiği kulelerde iki dairesi bulunan Zeybekçi, bu kararın ardından dairelerini sattığına dair yazılı açıklama yaparak suç ortaklığından yırtmaya çalıştı.

Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşu “Moody’s”i “ülke olarak kaale almadıklarını” söyleyecek kadar özgüveni olan Nihat Zeybekçi’nin, “Biz istesek dahi Türkiye’de ekonomik kriz çıkaramayız, o kadar sağlam” açıklaması yaptığı hafta itibariyle doların 2.33, Euro’nun 3.20 lira olduğu gözlerden kaçmadı.

Enerji Bakanı: Taner Yıldız

taner

Yeni kabinede görevine devam eden Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız da, hem satan hem alanlardan. Kayseri Elektrik Üretim Şirketi’nin Yönetim Kurulu Üyesi olmasının yanı sıra, Kayseri ve Civarı Elektrik TAŞ Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Müdürü olarak görev yaptı.

Sıkı bir HES savunucusu olarak doğanın ve yaşamın katlini vacip gören Taner Yıldız; Soma Katliamı’nda işçilerin öleceğini bildiklerini itiraf etmesinin ardından “Soma’da kirli gömlek giydim, simit yedim” yalakalıklarıyla kabahatini unutturmaya çalıştı.

Sağlık Bakanı: Mehmet Müezzinoğlu

ISTIHBARAT HIRSIZ

İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde Recep Tayyip Erdoğan’ın sınıf arkadaşıydı. İstanbul Avcılar’da 3 özel hastanenin (Avcılar Hospital, Medicana ve Doğuş) patronu olan Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun ismi, daha önce Avcılar Cihangir Mahallesi’ne yapılan devlet hastanesinin yapımının durdurularak, inşaatın hükümet konağı haline getirilmesinde geçmişti.

Gündem kürtaj iken; elbette AKP’nin kadın düşmanı politikaları doğrultusunda, kadınların “Benim bedenim, benim kararım” söylemini eleştirmiş; kürtaj kararının annenin hakkı olmadığını söylemişti.

Gündem Wikileaks belgeleri iken; ismi, yolsuzluğa en çok karışan AKP’liler listesinin ön sıralarındaydı.

Bir de Taksim-Gezi Direnişi’ndeki direnişçiler için sarf ettiği sözleri unutmayalım; “Hem polise, devlete karşı geleceksin, hem de ambulans bekleyeceksin”. Ve şimdi sağlığımızı güvenle Müezzinoğlu’na emanet edelim.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı: Faruk Çelik

Devlet-Bakanı-Faruk-Çelik

İkinci kez kabinede yer alan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’i, Soma’da 301 işçinin yaşamını yitirdiği maden katliamının meydana geldiği ocakta daha önce incelemelerde bulunan ve olumlu rapor veren 2 müfettiş ile kamu çalışanlarına soruşturma izni vermemesiyle hatırlayabiliriz.

Taşeronu yaygınlaştıran ve sendikal mücadelenin önüne geçen yasal düzenlemeler yapan Faruk Çelik’in bakanlığı döneminde iş cinayetleri sonucu yaşamını yitiren işçi sayısı 5 bine yaklaşıyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanı: İdris Güllüce

ido

Tuzla belediye başkanlığı görevini yürüttüğü 12 yıl boyunca Yaşamkent, Onur Kent, Cancan Sitesi, Hayat Sitesi, Billurkent ve Has Sitesi gibi kaçak sitelere göz yumduğu ortaya çıkmış; Güllüce döneminde belediye-uyanık müteahhit iş birliğiyle yapılan sitelerle Tuzla, “Kaçak Kooperatifler Cenneti” olarak anılır hale gelmişti.

KİPTAŞ Genel Müdürü İsmet Yıldırım ile 26 Aralık 2012’de yaptığı telefon konuşmasını içeren tapede, denetimin artmasını “kendi ayağına kurşun sıkmak” olarak nitelemesiyle; büyükşehir belediyeleri ile ilgili bir yasanın Bakanlar Kurulu’ndan nasıl çıkarıldığını gözler önüne sermişti.

Mecidiyeköy’deki Torun Center’da 10 işçiyi katleden Torunlar İnşaat’ın sahibi ve GYODER Başkanı Aziz Torun’la yaptığı ortak toplantılarda; “deprem ülkesinde yaşadığımızı, dolayısıyla kentsel dönüşümün hızlıca yapılması gerektiğini” vurgulayan İdris Güllüce, kentsel dönüşümün partisi olmadığını ifade ediyor.

Orman ve Su İşleri Bakanı: Veysel Eroğlu

veyso

Veysel Eroğlu’nu; yabancı sermaye ortaklı toplu konut yapan şirket KİPTAŞ’ın Yönetim Kurulu Başkanlığı’ndan biliriz öncelikle.

Geçen yıl yayınlanan tapelerden biriyle, Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Başkanı İlker Aycı ile olan telefon görüşmesinde, “orman arazisinde usulsüz maden işletilmesi ve para akladığı” ortaya çıkmıştı ayrıca.

2B arazilerinin satışa çıkartmasını, 2B araziler satıldıkça orman arazisinin arttığını iddia ederek meşrulaştırmaya çalışan Eroğlu’nu, bu bilgiler ışığında daha iyi anlarız. Orman arazilerini hem satan, hem de alıp alıp tepe tepe kullanan Veysel Eroğlu, su konusunda da pirüpak değil.

Hamidiye Su A.Ş’de Yönetim Kurulu Başkanlığı yapmasının yanı sıra, HES savunucusu olan Eroğlu’nun İSKİ genel müdürüyken adının karıştığı yolsuzluğu da unutmayalım.

Başbakan Yardımcısı: Bülent Arınç

Bulent Arinc

AKP’nin kuruluşundan bu yana 3Y(yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar) ile mücadele ettiklerini utanıp kızarmadan söyleyen Arınç, yine başbakan yardımcısı.

Arınç’ı; rant projelerinde, TOBB başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun danışman kadrosunda maaşlı olarak çalışan oğlu Ahmet Mücahit Arınç’ın Gezi Parkı AVM projesi ortaklığından; her bulduğu fırsatta kadını aşağılayan, yok sayan söylemlerinden; “kamyonların günde 7 bin sefer yaptığı, işçilerin arı gibi çalıştığı” İstanbul-Bursa-İzmir otoyolu projesinde; devletin bütçe imkanları ile yapamayacağını, kamu ve özel şirketler aracılığı ile yapılabileceğinden dem vurması ile hatırlarız.

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı: Lütfi Elvan

elvan2

Lütfi Elvan’ı, “haberleşme”ye dair icraatlarından internete doğrudan müdahale için yapılan yasal düzenlemeler, Twitter-Facebook takipleri için siber güvenlik ve internete yönelik sansür yasasıyla biliriz.

Berkin Elvan’ın 269 günlük direnişinin ardından yaşamını yitirmesi üzerine yapılan eylemler ve cenazeye yönelik polis saldırısına dair, “Üzücü bir hadise, ama Türkiye’nin artık bunlardan sıyrılması gerekiyor” şeklinde açıklamalar yaparak umudun çocuğunu, devletin-polisin katliamlarını unutturmaya; kendini ve devletini aklamaya çalışmasıyla hatırlarız.

Demiryollarını özelleştirmeye yönelik adımları, Yüksek Hızlı Tren Projesi de “ulaştırma”ya dair hatırladıklarımız. ÇED raporunun olumsuz olmasına rağmen, İstanbul’a 3. havalimanının yapılacağını belirten Elvan, havalimanının isminin de Recep Tayyip Erdoğan olacağını açıklamıştı. 2 milyar liranın üzerinde maliyeti olan, Kazlıçeşme-Göztepe arası planlanan “Avrasya Tüneli” projesiyle ilgili açıklamasında, İstanbul Boğazı’nın “altını delmeye” başladıklarını dile getiren Elvan, bu gidişle altını deldiği ceplerden daha çok milyar lira rant sağlayacak.

Başbakan Yardımcısı: Yalçın Akdoğan

Çözüm süreci

2011 yılında Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan “Polisi Yaftalamanın Dayanılmaz Cazibesi” başlıklı köşe yazısında polisleri cemaatçi olarak yaftalamanın 28 Şubat sürecindeki psikolojik operasyonlardan farksız olduğunu, herkesin –polis de olsa- istediği inanca sahip olabileceğini vurgulayan yeni Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan; polislere yönelik paralel yapı operasyonlarından sonra cemaat için “şantaj çetesi, tezgâhçı, yalancı, asalak, istihbarat şebekesi, hayalet, canavar” sözlerini sarf etmişti.

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın eniştesi Oktay Ferşat ile Gençlik ve Spor Bakanının kayınpederi Ali Yüksel’in 112 Acil Servis istasyonu kurma bahanesiyle yüzlerce müteahhidi dolandırdığı iddiasının yanı sıra, “Alo Fatih” gibi medyaya baskı tapelerinden ve Başbakan Danışmanı sıfatıyla, Bahçelievler Belediye Başkanı’nın oğlunun eşinin Kabataş’ta maruz kalmadığı şiddetle ilgili uydurduğu hikâyenin aslında ne kadar da gerçek olduğunu açıklamakla uğraşmasından da hatırlarız Yalçın Akdoğan’ı.

Gümrük ve Ticaret Bakanı: Nurettin Canikli

????????

Hemşerisi olan Olgun Peker ile ilgili, şike yasasının veto edilmesine karşı meclisin şike yasasını derhal geri göndermesini gündeme getirerek, partide öne çıkmıştır.

Giresunspor’un eski başkanı ile yaptığı telefon görüşmelerinin tapelerinin ortaya çıkması ile kulübün düzenlediği gecelerde sık sık dile getirdiği “tam destek” söyleminin nereye denk geldiği, milyonlarca liranın nasıl peşkeş çekildiği ortaya çıkmıştır.

4+4+4 temel eğitim sisteminin mucidi olmasının yanı sıra, verdiği önerge ile 22.00-06.00 arası içki yasağını sunan kişidir. Vergi uzlaşmalarından örtülü ödenek harcamalarına kadar birçok alandaki harcamalarla ilgili usulsüzlükleri Sayıştay tarafından ortaya çıkarılmasına rağmen, Maliye Bakanlığı izin vermediği için uzlaşmalar ve harcamalar incelenemiyor.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı: Ayşenur İslam

ayşenur 2

62. kabinedeki tek kadın, kadın düşmanı AKP’nin ve devletin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı konumunda. Tecavüzcünün ailesinden “erkek tarafı” olarak bahseden Ayşegül İslam, adından bile kadının kaldırıldığı bakanlıkta, kadına dair tek söz etmeyerek hafızalarımıza kazındı.

5 günde 8 kadının öldürüldüğü Temmuz ayında, koruma altındaki hiçbir kadının öldürülmediğini “şükrederek” açıklayan Ayşenur İslam; bu kadınlardan ikisinin, eşleri hakkında uzaklaştırma kararı olan kadınlar olduğundan habersizmiş gibi, bakanlığı “temize çıkarma” çabası içerisinde.

AB Bakanı: Volkan Bozkır

v2

Almanya’nın Türkiye’yi dinlemesiyle ilgili yaptığı açıklamada “Ayıp etmişler diyorum” dedi. Dinlemişlerse ayıp ettiklerini, ama “Biz de dinliyoruzdur muhakkak” diyerek çok da kızamadığını belirtti.

Bozkır, 2014 Eurovision Şarkı Yarışması’nı, Avusturyalı şarkıcı Conchita Wurst’un kazanması üzerine attığı, “Eurovision Şarkı Yarışması’nı kazanan Avusturyalıya baktıkça, ‘İyi ki bu yarışmaya artık katılmıyoruz’ diyorum” tweetiyle, homofobik devletin AB Bakanlığı görevini layıkıyla yerine getirdi.

 

 

Adalet Bakanı: Bekir Bozdağ

bekir 1,

Yargıdaki paralel operasyonlarda ve 17 Aralık soruşturmalarında ismi geçenlere ilişkin tahliyeleri hızlandırıp, Gezi’de katledilenlere yönelik soruşturmaları yavaşlatan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ; adliyelerdeki skandal kararları savunmasıyla ünlü.

Tokat’ta D.K. adlı kız çocuğunun, kendisinden dokuz yaş büyük erkek arkadaşı tarafından istismar edilmesine ilişkin davada, mağdurun yaşı büyütülerek sanığın beraat ettirilmesine ilişkin verilen karar; 6 aylık ikizleriyle 25 ay hapis cezası verilen Mülkiye Demir Kılınç kararı; kendi adının da geçtiği, İzmir’deki liman yolsuzluğu davasındaki takipsizlik kararı ve daha niceleri…

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı: Fikri Işık

bilim-sanayi-ve-teknoloji-bakani-fikri-isik-IHA-20140103AW000324-2-t

Ses kayıtlarını çıplak kulakla dinlediğinde sahte olduğunu “hissetmişti”. Kocaeli Gebze’de yapılmakta olan Bilişim Vadisi’nin öncülerinden. Vadi çevresindeki arsalarsa, çoktan olası konut yapılanmaları için kapatılmış durumda. Arsaların değerinin en az 10-15 katına çıkacağını önceden “hissedenler”, arsaları kapatmış olsa gerek.

ODTÜ Mezunlar Birliği Vakfı, Hereke Eğitim Kültür ve Yardımlaşma  Derneği, Kızılay, Yeşilay, Ayışığı Yetim ve Öksüz Çocuklar Yardımlaşma Derneği, KİHMED gibi sivil toplum kuruluşlarının üyesi olan sosyal sorumluluk sahibi Fikri Işık, Hayrettin Işık ve kardeşi İzzet Işık’ın büyük şirketlerin açtığı ihalelere müdahale ederek komisyon aldığı ve şirketlere ihaleler kazandırdığı sık sık konuşulmakta.

Işık’ın, Kocaeli Hereke’de bulunan Nuh Çimento’dan aldığı işlerle büyük paralar kazandığı da söylentiler arasında.

Milli Eğitim Bakanı: Nabi Avcı

n5

Son süreçte cemaatin dershaneleri ile en çok uğraşan isimlerden Nabi Avcı’yı, lise ve üniversite sınavlarındaki hatalarla anarız sık sık.

Bir önceki süreçte tapelerden biliriz; TÜRGEV tartışmaları ve Bilal Erdoğan’ın eğitim ile ilgili tapeleriyle. TÜRGEV (Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı) Yönetim Kurulu Üyesi Bilal Erdoğan’ın, imam hatip liselerinin müfredatı, öğrenci sayısı ve YURTKUR’a ait yurtlarla ilgili talimatlar verdiği tapeleri dinlemeyen yoktur.

Eskişehir’den Suriye’ye gönderilen yardım tırı için bir tören düzenletmiş, bu törende “TIR’ımızda gıda maddeleri var. İşgüzarlıklara karşı bir kez daha söylüyorum, gıda maddeleri var. Diğer TIR’larda olduğu gibi bunda da gıda maddeleri var” diyerek; El Nusra çetesine çanak tutmuştur. Nabi Avcı, şimdiyse muhtemelen IŞİD şeytanına çanak tutmaktadır.

 

 

Başbakan Yardımcısı: Numan Kurtulmuş

numan kurtulmuş 4

HAS Parti’deyken AKP’liler için “Harun gibi geldiler Karun gibi oldular”, “Bizim en büyük sıkıntımız aramızdaki gizli ve sinsi AKP’lilerdir”, “2023’te AKP hala iktidarda olursa, başbakanın çocukluk arkadaşı, askerlik arkadaşı, mahalleden arkadaşı, belediyeden arkadaşı ve şoförlerinden başka hiç kimsenin milletvekili olamadığını göreceğiz” diyordu. Sonrasında (muhtemelen Erdoğan’ın liseden münazara arkadaşı olması üzerinden) AKP’ye transfer oldu ve 62. kabinede başbakan yardımcılığına yükseldi.

Kültür ve Turizm Bakanı: Ömer Çelik

ömer 1

“2. Uluslararası Caz Festivali” kapsamında gerçekleştirilen konserde “Türkçe’de bir değişiklik yapıp, ‘caz yapma’ deyimini kaldırıyorum” diyerek hafızalara kazınmıştı.

İzmir’de, Mustafa Latif Topbaş’a ait arazi üzerinde 4. yüzyıla ait bir antik kent bulunmasının ardından yapılan telefon görüşmesinde, Ömer Çelik “antik duvarların birinci dereceden arkeolojik sit alanı olması sebebiyle kaldırılamayacağı, ancak mozaiklerin kaldırılacağından” bahsediyor. Latif Topbaş’ın, arazinin devlet tarafından satın alınmasını talep etmesi üzerine, Çelik, “Bir bakayım abi ona da onu nasıl yapacaklar konuşup tekrar bilgi vereyim” diyor.

Kendisi için Marriot Oteli’nden aşçı, Rixos Oteli’nden masör geldiği, masörün yabancı uyruklu olduğu ve çalışma izninin çıkartılması için tarafınca talimat verildiği de bir süre gündemi meşgul etmiştir.

Bir dönem ODTÜ’den mezun yalanı ortalarda dolaşmıştır. Zegna ve Armani’den başka kumaşı gardırobuna sokmayan, “Aşk ve puro beni uçurur” sözlerinin sahibi olan bakan, üst düzey entelektüellik taslama ve siyasi ahkâm konusunda ordinaryüs seviyesine sahip bir karakter.

 

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.

The post Yeni kabinenin Gerçek Yüzü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/19/yeni-kabinenin-gercek-yuzu/feed/ 0