Arjantin – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sun, 20 Dec 2020 20:12:40 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Kadınların Öfkesi Arjantin’i Ateşe Verdi -Nazlı Şen https://meydan1.org/2020/12/20/kadinlarin-ofkesi-arjantini-atese-verdi-nazli-sen/ https://meydan1.org/2020/12/20/kadinlarin-ofkesi-arjantini-atese-verdi-nazli-sen/#respond Sun, 20 Dec 2020 19:53:10 +0000 https://meydan1.org/?p=67789 Arjantin’in Mendoza kentinde geçtiğimiz günlerde 33 yaşındaki Pablo Ramón Arancibia, sosyal medya üzerinden tanışıp evine davet ettiği 14 yaşındaki Florencia Romano’yu katletti. Kadın mücadelesini sürdüren kadınların öfkesi Arjantin’i ateşe verdi. Ardı arkası kesilmeyen kadın eylemlerinin parladığı Arjantin’de “Adalet Sarayı”nı yakan kadınlar yine öfkeleriyle parladı. Bitmek bilmeyen şiddete, tacizlere, tecavüzlere, kadın cinayetlerine DUR demek için birleşen […]

The post Kadınların Öfkesi Arjantin’i Ateşe Verdi -Nazlı Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Fotoğraf: (“Florencia ve Burada Olmayan Bütün Kadınlar İçin Yaşasın Mücadele!”)


Arjantin’in Mendoza kentinde geçtiğimiz günlerde 33 yaşındaki Pablo Ramón Arancibia, sosyal medya üzerinden tanışıp evine davet ettiği 14 yaşındaki Florencia Romano’yu katletti. Kadın mücadelesini sürdüren kadınların öfkesi Arjantin’i ateşe verdi. Ardı arkası kesilmeyen kadın eylemlerinin parladığı Arjantin’de “Adalet Sarayı”nı yakan kadınlar yine öfkeleriyle parladı. Bitmek bilmeyen şiddete, tacizlere, tecavüzlere, kadın cinayetlerine DUR demek için birleşen kadınlar, her gün daha fazla kadın ile beraber adalet için sokaklardaydı.
Her yerde olduğu gibi Arjantin’de de kadınların öfkesi dinmiyor. Her geçen gün adaletin ne olduğunu bilmeyen, kendi adaletsizliğini uygulayan iktidar tarafından adalet saraylarında kadınlara dair kararlar veriliyor. Biz kadınlar ise onların adaletine hiçbir zaman güvenmiyoruz ve kadın dayanışmasıyla örgütlenerek birbirimizin sesi oluyoruz. Arjantin’de artan kadın cinayeti, tecavüz, şiddet ve kürtaj yasası gündeminden dolayı kadın örgütleri haykırıyor. Çünkü her kadın biliyor, iktidarın adaleti gerçek adalet değil erkek adalettir.
Arjantin’de 2018 senesinde meclise sunulan kürtaj yasası “her kadının hakkı olsa da” oylamaya konuldu. Kadınların bedeni hakkında karar verme yetkisini kendinde gören erkek iktidarın meclisinde yapılan oylama esasen kadınlar için olumlu sonuçlanmıştı. Ancak adaletsiz Senato’da aynı karar reddedildi; kadınların öfkesiyse harlanmaya devam etti. Geçtiğimiz günlerde yine sokaklarda türlü türlü eylemle ses çıkaran kadınlar, örgütlü mücadeleyle kürtaj yasasını tekrar gündeme getirdi. Mecliste “onaylanan” kürtaj yasası, yeniden Senato’da oylamaya sunuldu. Bu kez reddetmek onlar için kolay olmayacak çünkü korkuyorlar, çünkü kadınların örgütlü isyanı onları korkutuyor. Kadınlar özgürlükleri için birleşince sarayları yıkıp yakarlar.
2015 yılında 14 yaşındaki Chiara Páez’in tecavüze uğrayıp katledilmesinin ardından yapılan eylemlerde “Ni Una Menos!” (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz!) sloganları atan örgütlü kadınlar çok ses getirmişti. Öyle ki yaşadığımız coğrafya dahil pek çok coğrafyada katliamlara karşı kadınlar aynı sloganla, farklı dillerde sokaklara çıkmıştı. Arjantin’de her 18 saatte bir kadının katlediliyordu, kadınların örgütlenmesi toplumsallaştı. Kadınlar, adaletsizliklere karşı mücadelelerinde farklı kampanyalar da yürüttü. Mesela El Salvador’da tecavüze uğrayıp kürtaj olan 19 yaşındaki genç kadın Evelyn Beatriz Hernández Cruz 30 yıl hapisle cezalandırılmıştı. Üstelik Chiara Páez tecavüzün ardından kürtaj olmuştu. Adalet saraylarında adaletten söz eden erkek iktidar, tecavüz sonucu hamile olan kadının kürtaj olmasıyla ilgili başlayan bir davada erkeği değil kadını suçladı. Bu mu adalet anlayışları? Bu mu adalet? Evet, onlara göre adalet buydu. İktidarın adaletsizliği burada da kendisini gösterdi ve kadınların öfkesini besledi.
19 Aralık günü 14 yaşındaki Florencia Romano’nun katledilmesinin ardından ortaya çıkan gerçekler kadınların öfkesini sokaklara taşıran son damla oldu. Florencia Romano’nun katledildiği sırada attığı çığlıkları duyan bir komşu, polisi ısrarla arayıp adresi vererek ihbarda bulunmuştu. Birkaç sokak ötede bir karakol bulunmasına rağmen adrese polis gönderilmedi. Bu ihbarın ses kaydı Arjantin’de sosyal medyada yayınlandı. Bu ses kaydını duyan kadınlar sokaklara döküldü ve Mendoza’daki Adalet Sarayı’nı ateşe verdi. Kadınlar öfkenin ateşiyle, adaletsizliğin bir sembolü olan adalet sarayını, ama daha da önemlisi erkek egemenliği yok etmek için büyük bir adım attı.Belki hiçbir zaman ortaya çıkarılmayacak, görülmeyecek ve duyulmayacak bir kadın cinayeti ortaya çıkabildi; ortaya çıkan ses kayıtları sayesinde ihbarı ilk alan polis açığa alındı. Ses kaydı yayınlanmasaydı iktidarın eli kolu olan polislerden herhangi biri açığa da alınmazdı ancak kadınların bir gecede sokakları doldurmasıyla açığa alınmak “zorunda kaldı”. Çünkü kadınlar iktidarın erkek adaletine güvenmedi, ses çıkardı. Çünkü kadınlar örgütlülükle sokaklarda adaletsizliğe karşı çıktı. Çünkü kadınlar adaletsizliklere göz yummayıp isyanlarını haykırdı. Çünkü kadınlar özgürlükleri için birleşince sarayları yıkıp yakabilirler. Çünkü biz kadınlar, her zaman biliyoruz ve söylüyoruz: Saraylarınız Yıkılacak, Kadınlar Özgürleşecek!

The post Kadınların Öfkesi Arjantin’i Ateşe Verdi -Nazlı Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/12/20/kadinlarin-ofkesi-arjantini-atese-verdi-nazli-sen/feed/ 0
Dünya Anarşistleri Korona Krizi’ni Değerlendiriyor – Arjantin https://meydan1.org/2020/04/16/dunya-anarsistleri-korona-krizini-degerlendiriyor-arjantin/ https://meydan1.org/2020/04/16/dunya-anarsistleri-korona-krizini-degerlendiriyor-arjantin/#respond Thu, 16 Apr 2020 17:38:44 +0000 https://meydan.org/?p=57264 Devrimci Anarşist Faaliyet’in (DAF) çağrısıyla dünyadan anarşist örgütler, Korona Krizi’nde kendi coğrafyalarında yaşananları, devletlerin kriz sürecindeki yanlış politikaları ve halkların dayanışmasını, çektikleri videolarda aktarıyorlar. Anarşistler arası örgütlü iletişim sayesinde, Korona Krizi ve devletlerin politikalarına karşı, halkların paylaşma ve dayanışmayla örgütledikleri yaşamların anlatıldığı ve DAF tarafından yayınlanan videoların yedincisi Rosario Anarşist Federasyon’dan.

The post Dünya Anarşistleri Korona Krizi’ni Değerlendiriyor – Arjantin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Devrimci Anarşist Faaliyet’in (DAF) çağrısıyla dünyadan anarşist örgütler, Korona Krizi’nde kendi coğrafyalarında yaşananları, devletlerin kriz sürecindeki yanlış politikaları ve halkların dayanışmasını, çektikleri videolarda aktarıyorlar.

Anarşistler arası örgütlü iletişim sayesinde, Korona Krizi ve devletlerin politikalarına karşı, halkların paylaşma ve dayanışmayla örgütledikleri yaşamların anlatıldığı ve DAF tarafından yayınlanan videoların yedincisi Rosario Anarşist Federasyon’dan.

The post Dünya Anarşistleri Korona Krizi’ni Değerlendiriyor – Arjantin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/04/16/dunya-anarsistleri-korona-krizini-degerlendiriyor-arjantin/feed/ 0
Arjantin’de Kürtaj Yasağı Kalkıyor https://meydan1.org/2020/03/01/arjantinde-kurtaj-yasagi-kalkiyor/ https://meydan1.org/2020/03/01/arjantinde-kurtaj-yasagi-kalkiyor/#respond Sun, 01 Mar 2020 20:16:16 +0000 https://meydan.org/?p=55387 Arjantin Devlet Başkanı Alberto Fernandez, kürtajın yasallaşması için yasa tasarısı sunacağını açıkladı. Fernandez, Arjantin’de kürtajın 100 yıl önce yasaklandığını fakat bazı durumlarda kadınların hayatını riske atarak gizli yerlerde kürtaj yaptırdığını belirterek “Önümüzdeki 10 gün içinde, gebeliğin başlangıcında kürtajın yasal hale getirecek ve kadınların bu kararı almalarının ardından sağlık sistemine erişmesine izin verecek yasa tasarısını sunacağım” […]

The post Arjantin’de Kürtaj Yasağı Kalkıyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Arjantin Devlet Başkanı Alberto Fernandez, kürtajın yasallaşması için yasa tasarısı sunacağını açıkladı.

Fernandez, Arjantin’de kürtajın 100 yıl önce yasaklandığını fakat bazı durumlarda kadınların hayatını riske atarak gizli yerlerde kürtaj yaptırdığını belirterek “Önümüzdeki 10 gün içinde, gebeliğin başlangıcında kürtajın yasal hale getirecek ve kadınların bu kararı almalarının ardından sağlık sistemine erişmesine izin verecek yasa tasarısını sunacağım” dedi.

Arjantin’de kadınların bu konudaki eylemleri sürerken 2018’de kadınlara hamileliklerinin ilk 14 haftasında kürtaj hakkını öngören yasa tasarını reddedilmişti. Arjantin’de hali hazırda kürtaja sadece tecavüz vakalarında ve annelerin sağlık sorunu yaşadığı durumlarda izin veriliyor.

The post Arjantin’de Kürtaj Yasağı Kalkıyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/03/01/arjantinde-kurtaj-yasagi-kalkiyor/feed/ 0
Tarihten Günümüze 1 Mayıs’lar – Zeynel Çuhadar https://meydan1.org/2019/04/21/tarihten-gunumuze-1-mayislar-zeynel-cuhadar/ https://meydan1.org/2019/04/21/tarihten-gunumuze-1-mayislar-zeynel-cuhadar/#respond Sun, 21 Apr 2019 19:15:02 +0000 https://test.meydan.org/2019/04/21/tarihten-gunumuze-1-mayislar-zeynel-cuhadar/ “Bir işçi günde sekiz saat ya da on saat çalışsa dahi yine de köledir.” Samuel Fielden 1800’lü yıllarda “Günde 8 saat” mücadelesiyle örgütlenen eylemler ve grevlerle dünyanın dört bir yanında patronları korkutan bir gün haline gelen 1 Mayıs, bütün devrimcilerin kapitalizme karşı direnişi büyütmesi, işçilerin iş yerlerinden çıkıp sokakları doldurmasıyla adaletsizliklere karşı isyanın günü olarak […]

The post Tarihten Günümüze 1 Mayıs’lar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“Bir işçi günde sekiz saat ya da on saat çalışsa dahi yine de köledir.”

Samuel Fielden

1800’lü yıllarda “Günde 8 saat” mücadelesiyle örgütlenen eylemler ve grevlerle dünyanın dört bir yanında patronları korkutan bir gün haline gelen 1 Mayıs, bütün devrimcilerin kapitalizme karşı direnişi büyütmesi, işçilerin iş yerlerinden çıkıp sokakları doldurmasıyla adaletsizliklere karşı isyanın günü olarak tarihe geçmiştir. Sürecin yükselen sloganı olan sekiz saatlik iş günü meselesi, uzaktan bakınca bir talep siyaseti gibi görünse de işçilerin özörgütlenmesi, fabrikaların patronlardan ve kapitalizmden özgürleşmesi yani anarşizm için örgütlenen işçilerin bir stratejisi olarak önem taşıyordu. Keza Haymarket grevinden bir yıl önce, Samuel Fielden’in The Alarm sayfalarından yazdığı gibi 8 ya da 10 saatlik iş günü hakkının kazanılması, mücadelenin bittiği anlamına gelmiyordu.

Bugün toplumsal muhalefet içerisinde mücadele eden bir çoğumuzun bildiği gibi 3 Mayıs 1886’da Chicago’nun Haymarket Meydanı’nda sendikalı işçileri işten atan, yetmezmiş gibi Pinkerton adı verilen işçi katili güvenlik şirketine daha önce greve giden işçileri öldürten McCormick Harvester Şirketi’nin fabrikasının yanında bir miting örgütlendi. 8 saatlik iş günü mücadelesinin etkisi patronların tahmin ettiğinden daha büyük olmuştu. Sadece Chicago’da 40.000 işçi grevdeydi. Yerel bir gazete şöyle yazıyordu: “fabrika ve imalathanelerin uzun bacalarından hiçbir duman yükselmiyordu ve her şey Sebt günü (Musevilerin çalışmadıkları Cumartesi günü) benzeri bir görünümdeydi”.

Mitingde polise yönelen bir bomba, uzun yıllar anarşistlere karşı sürdürülecek operasyonların ve katliamların bahanesi sayıldı. O gün mitingdeki bombadan, eylemi örgütleyen Arbeiter-Zeitung gazetesi yazarı anarşistler sorumlu tutuldu. Albert R. Parsons, August Spies, Samuel J. Fielden, Michael Schwab, Adolph Fischer, George Engel ve Louis Lingg suç işledikleri kanıtlanmadan idam cezasına çarptırıldı. Oscar Neebe ise 15 yıl tutsaklığa mahkum edildi.

Dünyanın farklı yerlerinden işçi örgütleri, idam cezasına karşı mücadele eden devrimciler uluslararası kamuoyunda idamlara karşı mücadele yürüttü. Samuel J. Fielden ve Michael Schwab’ın ölüm cezası bu eylemlerin etkisiyle ömür boyu hapis cezasına çevrildi. Ancak devlet, Haymarket’in intikamını almakta kararlıydı. Katliam gerçekleştirilmeden önce Louis Lingg tutsak edildiği hücrede kendi yaşamına kendisi son verdi, yoldaşları ise bütün tepkilere rağmen idam edildi.

1 Mayıs’ın Antik Kökenleri

1 Mayıs, 8 saatlik iş günü mücadelesiyle sembolleşmeden önce de özellikle Avrupa kültüründe topraktaki işlere ara verilen, çalışmanın durduğu şenliklerle kutlanan bir gün olarak tarihe geçmişti. Bahar aylarının ilk günü olarak, toprağa ekilen ilk mahsulün kutlandığı Pagan kültürünün bir parçasıydı. Eski Keltler ve Saksonlar “ateş günü” anlamına gelen “Beltane” olarak geçiriyorlardı 1 Mayıs’ları. Ellerinde meşaleleriyle köylüler patika yolları, tepeleri, dağların eteklerini tepesine kadar sarıyor ve daha sonra aşağıdaki tarlalara doğru kaydıracakları ahşap tekerlekleri ateşe veriyordu. Köylülerin ellerindeki meşaleler zaman içerisinde işçilerin ve köylülerin taşıdıkları bayraklara, pankartlara dönüştü.

Bugün 1 Mayıs’ların devlet tarafından yasaklandığı gibi o günlerde de dini otorite, 1 Mayıs yasaklarıyla halkı baskı altında tutmaya çalışıyordu. Katolik Kilisesi tarafından yasaklanan Beltane’ler ya da Baharı karşılayan günler, 1700’lerin sonlarına kadar hala köylüler tarafından özgürce organize edilmeye devam ediyordu. Halk, papalık otoritesinden korunmak için hayvan maskeleri ve çeşitli kostümler giymek gibi yöntemler geliştirmişti. Walpurgisnacht veya cadılar gecesi olarak bilinen bu günün ortaya çıkışında da yasaklanan 1 Mayıs kutlamaları bulunuyordu.

1886’da Mayıs kutlamaları, Beltane’ler ve May Fayre’ler yerini 1 Mayıs etkinliklerine bıraktı.

İşçi Patron Kavgasında 1 Mayıs’lar; Katliamlar, Direnişler, Eylemler

1 Mayıs, tarih boyunca ne yalnızca Haymarket Mitingi’yle başlayan ve sonra olaylarla devam eden tarihsel sürecin bir parçası ne de gelenekselleşmiş bir günden ibaretti. 1 Mayıs tarih boyunca işçilerin mücadelesini sokaklara fabrikalara, atölyelere, meydanlara taşıdığı bir kavga günüydü. Gün geldi bir grevin başladığı gün olarak seçildi, gün geldi bu grevde katledilen işçilere karşı öfkenin sokağa döküldüğü gün. Bazen yasaklanan meydanlar için bir direniş günüydü 1 Mayıs, bazen de işçilerin iş bıraktığı ve meydanları doldurduğu bir miting günü. Ama nasıl örgütlenirse örgütlensin her zaman kavganın, mücadelenin sloganlarının kara bayraklarla sokaklara taştığı bir gün oldu 1 Mayıs.

Haymarket’ten Sonra İlk 1 Mayıs: Mücadele Günü Mü Bayram Mı?

Haymarket’te katledilen anarşistler bütün dünyada işçi mücadelesi veren sendikalar ve farklı eğilimlerden devrimciler arasında büyük bir yankı uyandırmıştı. Farklı tutsak örgütleri tarafından ABD hukuk tarihinin en kanlı cinayetlerinden biri olarak görülen idamlara karşı tepkiler özellikle anarşistler arasında hızla büyüyordu.

Haymarket’ten sonraki ilk 1 Mayıs eylemi, 1890 yılında Arjantin’de örgütlendi. Çeşitli anarşist ve sosyalist örgütlerle sendikaların çağrısıyla Buenos Aires’te bir araya gelen işçiler, sonrasında bu günün emek günü olarak kabul edilmesi noktasındaki ilk somut adımı atmış olacaklardı.

Arjantin’de gerçekleştirilen eylemler bir tartışmayı da beraberinde getiriyordu. 1 Mayıs’lar, Haymarket’te ve dünyanın farklı yerlerinde 8 saatlik iş günü mücadelesini yükselten ve bu yüzden devletin şiddetiyle karşılaşan devrimcilerin anısını yaşatma ve onların kavgasını sürdürme günü mü olacaktı yoksa işçi bayramı mı?

İkinci Enternasyonal’le birlikte mücadeleci özünden uzaklaştırılmaya çalışılan ve devletin ilan ettiği bir bayram haline gelen 1 Mayıs eylemlerinin ideolojik hattıyla ilgili tartışmalar bugün de işçi mücadelesinde tazeliğini koruyor. Öyle ki 1918’de Rusya’da Bolşevikler iktidarı ele geçirdikten sonraki ilk 1 Mayıs, bu tartışmaların bir yansıması olarak anarşistler, menşevikler ve sol sosyalist devrimciler tarafından boykot ediliyor.

1 Mayıs 1891 Emma Goldman’ın Sosyalistlere Karşı Kavgası

Haymarket idamlarından 3 yıl sonra Paris’te toplanan Uluslararası Sosyalist Kongre, 1 Mayıs tarihinin bütün dünyada emek günü olarak kabul edilmesi çağrısını yaptı. Başta anarşistler olmak üzere işçi mücadelesi içerisindeki bütün devrimciler arasında yankısını bulan bu çağrı, zaman içerisinde 1 Mayıs’ların devletlerin resmi tatil günleri arasına dahi girmesine zemin hazırlayan mücadelenin ilk adımıydı.

1891 yılı ise bu kararın hakkaniyetli olarak ilk kez örgütleneceği tarihi işaret ediyordu. Emma Goldman bu günü “Emekçiler işlerini bırakacak, makinelerini durduracak, fabrikaları ve maden ocaklarını terk edecekti. Devrimci marşlar ve şarkılar eşliğinde bayraklarıyla yürüyecek, gösteriler örgütleyeceklerdi. Her yerde toplantılar yapılacak, emekçilerin talepleri dillendirilecekti.” şeklinde anlatıyor.

Özellikle Akdeniz ülkelerindeki etkinlikler anarşistler tarafından örgütleniyordu. Anarşist yayınlar, bu günün örgütlenmesine dair bildirileri ve bilgilendirici metinleri okuyucularıyla paylaşıyordu. Amerika’da da bir araya gelen çeşitli örgütlenmelerden devrimciler, 1 Mayıs’ı kendi topraklarında görkemli bir şekilde gerçekleştirme kararı aldılar. Emma Goldman, sendikaların katılımını örgütlüyordu. Devletin “radikal unsurların temizlenmesi gerektiği” uyarısı, pek çok ana akım sendikanın süreçten çekilmesine yol açacaktı. Ancak Alman, Yahudi ve Rus işçilerin örgütlediği devrimci sendikalar, 1 Mayıs’a katılmakta kararlıydı. New York’taki Union Square’da toplanan eylemin örgütlenmesini sosyalistler gerçekleştiriyordu. Anarşistlerin kendi konuşmalarını yapmaları için bir kürsü verilecekti ancak 1 Mayıs gelip çattığında sosyalistler sözlerini tutmadı.

Bunun üzerine 1 Mayıs’ta katledilen yoldaşlarının mücadelesini anlatmakta kararlı olan yoldaşlar, sosyalistlerin alana getirdiği kürsüyü işgal etti. Bir arabanın tepesine kurulan kürsüye çıkan Emma Goldman burada konuşmasını yapmaya başladı. Arabayı hareket ettiren sosyalistler Goldman’ın konuşmasını engelleyemediler. Arabanın tepesinde konuşmasını yapan Emma’yla beraber işçiler de kürsüye doğru ilerleyerek konuşmayı dinliyorlardı.

Ertesi gün sosyalistlerin bu işgüzarlığı gazetelerde kapitalistlerin kara propagandasına dönüştü. Mitingi küçük göstermeye çalışan kapitalistlere göre “konuşma yapan kadının tiz sesi yüzünden” arabayı çeken atlar ürkmüş ve hareket etmeye başlamıştı…

1894 Bituminous Taşkömürü Madencileri Grevi

Günde 8 saatlik iş günü mücadelesinin taşıyıcıları, 1894’te maden işçileri olmuştu. 1893-97 yılları arasında ABD’nin içine girdiği ekonomik kriz, en çok maden işçilerini vuruyordu. Açlığa, yoksulluğa ve kötü koşullara karşı ayaklanan işçiler Haymarket ruhuyla madenleri işgal etti. Nisan 1894’te başlayan grevler süreci, kısa sürede Colorado, Illinois, Ohio, Pennsylvania ve Batı Virginia’yı sardı. 180.000 işçi grevdeydi. Yalnızca Illinois’te 25.200 grevci vardı.

Fiziksel kavgalar ve sabotaj eylemleriyle büyüyen eylemlilikler, birçok ilham verici olaya da sahne oldu. Illinois, Duqoin’de 700 madenci bir yük trenini yakaladı ve grevde oldukları madene doğru gitmesini sağladı. Tren içindeki değerli malzemelere el kondu; devlet, kolluk kuvvetleri aracılığıyla işçilere saldırmaya başladı. Madene gelen polis, 88 kişiyi gözaltına aldı.

Takip eden süreçte farklı farklı trenler benzer yöntemlerle durduruldu ve işçiler tarafından sabote edildi. Maden işçilerinin bu eylemleri sadece 8 saat talebindeki ısrar için önemli değildi. Ayrıca bu eylemler grevi bastırmak için bir nevi grev kırıcılığı amacıyla kullanılan diğer madenlerden çıkan fazla kömürün, istenilen yerlere ulaşımının kesilmesi amacıyla yapıldığından dolayı önemliydi.

Coğrafyamızda İlk 1 Mayıs’lar

1909 yılı, Osmanlı Devleti yönetimi altında yaşayan coğrafyadaki işçiler için bir ilki simgeliyordu. Eylem için Üsküp’ü seçen işçiler, Yunan, Yahudi, Türk, Bulgar, Makedon ve pek çok Balkan ülkesinden anarşist ve sosyalistler 1 Mayıs’ı örgütlemek için toplanıyordu. Halkın özgürlük mücadelesinin, özgür federasyonlar aracılığıyla örgütlenmesi için verilen mücadelenin yükselen sloganları arasında tüm dünyada olduğu gibi 8 saatlik iş gününün kabulüne dair de talepler yer alıyordu.

Bu ilk 1 Mayıs’tan sonra gittikçe güç kazanan işçi hareketleri çok zaman geçmeden devlet şiddetiyle karşılaştı. 1909 yılındaki eylemleri, 1910’da Selanik, Veles ve farklı Rumeli şehirlerindeki 1 Mayıs’lar, 1911’de Üsküp, Selanik, İstanbul, Kumanova, Veles, Edirne’deki 1 Mayıs’lar, 1912’de Selanik ve İstanbul’daki 1 Mayıs eylemleri izleyecekti.

Özellikle 1911 yılında 12.000 işçiyi etkisine alan grev dalgası, Osmanlı’da da iktidarın dikkatini ayıramayacağı bir gerçeklik haline gelmişti. Eylemlerden sonra gerçekleştirilen operasyonla sendikacılar gözaltına alınıyor, Sultan’ın hayatının tehlikede olduğu gerekçe gösterilerek devrimci yayınlar kapatılıyordu.

25 Mart 1911 Triangle Shirwaist Katliamı

ABD’deki 8 saatlik iş günü mücadelesi Haymarket’ten sonra da işçilerin gündemini meşgul eden bir konu olarak konuşulmaya devam ediyordu. Devletin yoğunlaşmış baskı ve şiddetinden güç alan patronlar, kar hırsıyla işçilerin yaşamlarını tehlikeye atmakta çekince yaşamıyordu.

New York’taki Triangle Shirtwaist şirketinde çalışan 146 işçi, işyerlerinde çıkan yangında yanarak yaşamını yitirdi. Çoğunluğu iyi İngilizce konuşamayan göçmen genç kadın işçilerden oluşan işçilerin kurtarılması için devlet güçleri bir çaba sarf etmemiş, yasanın yaptırım gücü ise her zamanki gibi patrona karşı işe yaramamıştı.

Ancak Triangle Shirtwaist Şirketi’nin yöneticileri Max Blanck ve Isaac Harris’in fabrikası, daha önce de bu tip “kazalarla” dolu kirli bir tarihe sahipti. İkilinin daha önce yangın sigortası yaptırılması için patronları teşvik etmek amacıyla bilinçli bir şekilde ateşe verdikleri fabrikaları olmuştu.

1902 yılında The Triangle fabrikası iki kez yanmış, Diamond Waist fabrikası da biri 1907’de bir diğeri ise 1910’da olmak üzere iki kere yakılmıştı. 25 Mart 1911 yangını bu istekle çıkarılmamış gibi lanse edilse de barındırdığı tehlikeler ve yarattığı sonuç göz önünde bulundurulduğunda işçilerin vahşice katledildiği bir katliama sahne olmuştu.

25 Mart günü, bir cumartesi öğleden sonrası, sekizinci kattaki çöp kutusu yanmaya başladığında fabrikada 600 işçi vardı. Yangının üzerine yangın hortumu çevrildi, ancak hortum çürümüştü ve valfi de paslanmıştı. Asansör yalnızca dört seferden sonra yıkıldı ve kadın işçiler canlarını kurtarmak için pencerelerden atlamaya başladı. Yanlış merdivenlerden kaçanlar içeride kaldılar ve diri diri yandılar. Sekizinci katta sıkışıp kalmış diğer işçiler bulundukları yerde mahsur kalmıştı. Ayrıca, itfaiyecilerin merdivenleri yalnızca yedinci kata kadar yükseliyordu ve güvenlik ağları bir kerede üçer kişi atlayan işçileri tutmak için yeterince güçlü değildi.

Blanck ve Harris, yangın çıktığında bazı imtiyazlı işçilerle birlikte binanın en üst katındaydı. Çatıya tırmanıp bitişikteki binaya atlayarak kaçmayı başardılar. Katliam büyük bir öfkeyle karşılandı. Bölgede mücadele eden yoldaşlar kayıplarının ardından onbinlerle sokaklara çıktı. Triangle Shirtwaist kavgası, 1 Mayıs’ta 80.000 işçiyi sokaklara dökmüştü.

1977 Taksim Kanlı 1 Mayıs

1976 yılında 50 yıllık yasakların ardından ilk kez toplumsal bir şekilde örgütlenen 1 Mayıs, patronları tedirgin etmeye yetmişti. O yıl Saraçhane, Beşiktaş, Kabataş ve Şişli’de bir araya gelen işçiler Taksim Meydanı’nda toplandı. Yaklaşık 400.000 işçinin 1 Mayıs etkinliklerine katıldığı söyleniyordu.

Takip eden yıl da örgütlenen ve gücünü artıran işçi örgütlenmeleri, 500.000 kişiyle 1 Mayıs alanındaydı. Yüzbinlerce işçinin doldurduğu alanda konuşmalar devam ederken kalabalığın üzerine faşist çeteler tarafından rastgele ateş açıldı. Tam o sırada polisin panzerler ve ses bombalarıyla başlayan saldırısı sonucu 36 kişi vurularak, sıkıştırmayla ezilerek ya da panzerin altında kalarak yaşamını yitirdi.

Devletin yükselen işçi hareketini bastırmak için kullandığı şiddetin öfkesiyle ilerleyen yıllarda işçiler sokakları 1977 1 Mayısı’nın hesabını sormak için doldurdu. Devletin adaletsizliğinin yıllar içerisinde faillerini bir türlü “bulamadığı” katliamı kimlerin gerçekleştirdiği hala bilinmemektedir.

1998 Londra Eylemciler Sokakları Geri Alıyor

1998’de çoğu anarşist Class War Federation (Sınıf Savaşı Federasyonu) ve örgütlenmenin yayınladığı gazeteden devrimciler uzun yıllardır yasaklı olan 1 Mayıs’larda sokakları geri almak için örgütlendi. Farklı örgütlerin bir araya gelmesini sağlayan ve bu amaçla bir toplantı örgütleyen Class War Federation’dan anarşistler, eylem alanı olarak Bradford’u seçmişti.

Burada temeli atılan platform, sonrasında farklı eylem süreçlerini örgütlemek amacıyla bir araya gelişin de ilk adımıydı. Bradford’daki 1 Mayıs, basında “kara bayraklardan oluşan bir deniz” olarak yer aldı. Gerçekleştirilen yürüyüşün ardından konuşmalar ve Haymarket’te katledilen anarşistlerin anısını yaşatan müziklerin çalındığı bir konser gerçekleştirildi.

Yasaklara karşı gerçekleşen 1 Mayıs eylemleri devletin tehdidiyle karşı karşıya kalsa da pek çok anarşist örgütlenme ve sendikanın ısrarcı çabası sonucu 1998’den beri 1 Mayıs eylemleri İngiltere genelinde örgütlenmeye devam ediyor.

Tarihten Günümüze 1 Mayıs’ta İşçilerin Özgürlüğü İçin Mücadeleye!

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir asırdan fazla bir süredir mücadeleyle kazandığımız kavganın günü olan 1 Mayıs yaklaşırken ezilenler, alanlarda bir araya gelmeye, birleşmeye hazırlanıyorlar. Patronların sömürüsüne karşı öfkenin sembolü haline gelmiş olan 1 Mayıs gününde, dünyanın her yerinde yürüyüşler ve mitingler hazırlanıyor. “Günde 8 Saat” için meydanları dolduranların mücadelesi, 2019’da da tüm hızıyla her yerde devam ediyor.

Her sene olduğu gibi bu sene de 1 Mayıs’ta sokaklara, meydanlara!

Zeynel Çuhadar

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.

The post Tarihten Günümüze 1 Mayıs’lar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/04/21/tarihten-gunumuze-1-mayislar-zeynel-cuhadar/feed/ 0
Arjantin’de Binlerce Kişi Emeklilik ve Vergi Yasasına Karşı Sokakta https://meydan1.org/2017/12/15/arjantinde-binlerce-kisi-emeklilik-vergi-yasasina-karsi-sokakta/ https://meydan1.org/2017/12/15/arjantinde-binlerce-kisi-emeklilik-vergi-yasasina-karsi-sokakta/#respond Fri, 15 Dec 2017 20:51:36 +0000 https://seninmedyan.org/?p=23645 Arjantin’de devletin işçilere dayattığı “vergi ve emeklilik reformu” adı altındaki yasa tasarısı Senato’da görüşülürken, yasaya karşı binlerce kişi sokaklara çıkarak eylem yaptı. Sendikaların da katıldığı eylemler sırasında Buenos Aires’teki Senato binasına yapılmak istenen yürüyüşe polis saldırdı. Polisin plastik mermilerle ve biber gazıyla saldırması karşısında çöp konteynerleriyle barikat kuran eylemciler  polisle çatıştı. Eylemler sırasında senato’daki görüşme […]

The post Arjantin’de Binlerce Kişi Emeklilik ve Vergi Yasasına Karşı Sokakta appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Arjantin’de devletin işçilere dayattığı “vergi ve emeklilik reformu” adı altındaki yasa tasarısı Senato’da görüşülürken, yasaya karşı binlerce kişi sokaklara çıkarak eylem yaptı. Sendikaların da katıldığı eylemler sırasında Buenos Aires’teki Senato binasına yapılmak istenen yürüyüşe polis saldırdı. Polisin plastik mermilerle ve biber gazıyla saldırması karşısında çöp konteynerleriyle barikat kuran eylemciler  polisle çatıştı. Eylemler sırasında senato’daki görüşme yarıda kesilmek zorunda kaldı.

Devletin getirmek istediği yasa değişikliği ile şirketlerin “yükünün” azaltılması, kıdem tazminatlarında, fazla mesai ücretlerinde ve emeklilik haklarında kesintiye gidilmesi öngörülüyor.

The post Arjantin’de Binlerce Kişi Emeklilik ve Vergi Yasasına Karşı Sokakta appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/15/arjantinde-binlerce-kisi-emeklilik-vergi-yasasina-karsi-sokakta/feed/ 0
Anarşist Yayınlar Dizisi (15): Arjantin’de Anarşist Yayınlar https://meydan1.org/2017/10/01/anarsist-yayinlar-dizisi-15-arjantinde-anarsist-yayinlar/ https://meydan1.org/2017/10/01/anarsist-yayinlar-dizisi-15-arjantinde-anarsist-yayinlar/#respond Sun, 01 Oct 2017 08:51:43 +0000 https://test.meydan.org/2017/10/01/anarsist-yayinlar-dizisi-15-arjantinde-anarsist-yayinlar/ Arjantin’de Anarşizm Arjantin’de anarşist hareket -aynı dönemde dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi- dönemin toplumsal mücadelelerine şekil veren sendikalar içerisinde kendi karakterini buluyordu. 1922 yılında Bakunin’in düşünceleri etrafında bir araya gelen Arjantinli işçiler, Birinci Enternasyonal’in ilkelerini benimsedi. Daha sonrasında anti-otoriter saflarda kalarak St. Imier Kongresi’ne katıldılar. Arjantin’in anarşist-sendikalist işçi örgütlerinin hepsi temelde “devrimci sendikalizmin” karşısındaydı.* […]

The post Anarşist Yayınlar Dizisi (15): Arjantin’de Anarşist Yayınlar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Arjantin’de Anarşizm

Arjantin’de anarşist hareket -aynı dönemde dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi- dönemin toplumsal mücadelelerine şekil veren sendikalar içerisinde kendi karakterini buluyordu. 1922 yılında Bakunin’in düşünceleri etrafında bir araya gelen Arjantinli işçiler, Birinci Enternasyonal’in ilkelerini benimsedi. Daha sonrasında anti-otoriter saflarda kalarak St. Imier Kongresi’ne katıldılar.

Arjantin’in anarşist-sendikalist işçi örgütlerinin hepsi temelde “devrimci sendikalizmin” karşısındaydı.*

Anarşist Yayıncılık

Arjantin’de anarşist yayıncılık iki başlıkta sınıflandırabileceğimiz bir doğrultuda ilerlemiştir. İtalyan göçmen işçileri örgütlemek ve bölgede yaşayan işçilere hitap etmesi hedeflenen, yine göçmen işçiler tarafından çift dilli yayınlanmış dergi ve gazeteler bir yanda, Arjantin’de yaşayan anarşist örgütlenmelerin çıkardığı İspanyolca yayınlar diğer tarafta.

Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü (IISH), “Latin Amerika’da Anarşist Gazeteler” başlığı altında oldukça kapsamlı, zengin bir arşive sahiptir. Bu arşivin büyük bir kısmı Max Nettlau’nun arşivinden aktarılmıştır. Bu arşivin Arjantin kısmında -ve hatta Güney Amerika’nın genelinde diyebiliriz- çok fazla yayın bulunmaktadır. Broşürler, bildiriler, elyazmaları dışarıda tutulduğunda 971 ayrı anarşist gazete ve dergi bulunmaktadır. Bunların içinde en geniş kısmı 413 adet yayınla Arjantin kaplıyor. Bu yayınların hepsini anlatacak yerimiz olmadığından dolayı bu çalışma özelinde başlıca olanlara yer veriyoruz.

Anarşist yayıncılığın başlıca ilkelerinden olan, herkesin rahatça anlayabilmesi ve özgürlükçü fikirlerin işçiler arasında rahatça tartışılabilmesi için sade ve anlaşılır bir dil kullanma kaygısı, burada yayınlanan yayınların da genel karakterini oluşturuyordu. Gazetelerin isimlerini ve mizanpajını da bu amaca uygun bir şekilde belirlediler.

Arjantin’de yayınlanan anarşist gazetelerin çoğu, yazılardan oluşuyordu. Ancak gazetelerinde bazılarında -orantısı değişmekle birlikte- ezen ezilen ilişkisindeki çarpıklıklara dikkat çeken politik karikatürler de yoğunluktaydı.

Aynı şekilde Arjantin’de yayınlanan anarşist gazetelerde din karşıtlığı yoğunluklu işlenen temalardan biriydi. Özellikle politik karikatürlerde dini figürler, karikatürlerde özgürlüğün ve gelişimin düşmanı olarak resmediliyordu. İçeriğinin önemli bir kısmını çizimlerin oluşturduğu yayınlara en büyük iki örnek, 1918 ve 1930 yılları arasında yayınlanan haftalık El Burro (Eşek) ve iki haftalık El Peludo’ydu.

Yazıların ağırlıkta olduğu anarşist yayınlarda ise anarşizmin ideolojisi geniş bir yer tutuyordu. Bu yayınlar -özellikle La Protesta (Protesto)- çalışma grupları örgütlüyor; propaganda materyallerinin hazırlanması sürecinin örgütleyici yapısını kullanıyorlardı. Anarşizmin toplumsallaştığı topraklarda bu önemli bir ayrıntı olarak karşımıza çıkar. Bu topraklarda yüzlerce gazete, dergi, bildiri ve broşürler bulunmasının açıklaması, insanların kendini gerçekleştirdiği özgür alanları yaratmasıyla ve zihinsel özgürleşmesini sağlayacak materyalleri kullanması arasındaki paralellikte yatar.

Anarşist Yayınlar isimli yazı dizimizde bu ay, anarşizmin dünya çapında, en geniş ölçekte toplumsallaştığı İspanya, Ukrayna gibi topraklardan biri olan Arjantin’deki anarşist yayıncılığı inceliyoruz. Yaptığı tarih çalışmaları ve günümüzde anarşist mücadelelerin tarih yazımında en büyük kaynak diyebileceğimiz kapsamlı arşiviyle Max Nettlau bu çalışmada faydalandığımız başlıca isim oldu.

 

La Protesta

1897 ve 2015 yılları arasında aralıklarla yayınlanmış La Protesta, resmi anlamda olmasa da karakteri itibarıyla Arjantin’in en büyük anarşist örgütlenmesi olan FORA’nın (Federación Obrera Regional Argentina) sesi olmuştu. Gazetede anarşist tarihin bilinen simalarının yazıları yayınlandı. Bunlardan bazılarına örnek vermek gerekirse; Pietro Gori, Antoni Paraire, Alberto Grihaldo gibi yerel karakterleri ve Errico Malatesta, Magon Kardeşler gibi bilindik isimleri bir çırpıda sayabiliriz. La Protesta’da makalelerin yanı sıra yayınlanan anarşist kitapların tanıtımları, kültür sanat yazıları da kendine yer buluyordu. Dünya çapında örgütlenen “Sacco ve Vanzetti’ye Özgürlük” kampanyasının Arjantin ayağı da yine La Protesta gazetesi üzerinden örgütleniyordu. FORA bünyesinde ortaya çıkan La Organización Obrera (İşçi Örgütü) isimli gazete daha sonra farklı anarşist gruplarca çıkarılmaya devam etti.

“Bugün bizi baskı altında tutan bütün tiranlar evrensel adaletin zafer kazandığı gün işçilere hesap verecek. Sosyal devrim ile adalet kazanacak ve proletaryanın düşmanları olan burjuvazi, devlet, kilise ve ordu kaybedecek!”

La Protesta’dan

La Questione Social

Errico Malatesta’nın 1884’te Firenze’de yayın hayatına başlayan La Questione Social (Sosyal Soru) isimli gazetesi, sonrasında 1895 yılında Arjantin’de almanak şeklinde yayınlandı. Malatesta’nın bölgeden ayrılmasıyla 1899 yılında Arjantin’deki yayın hayatı sona eren La Questione Social’in içeriğini anarşist düşünürlerin yazıları, şiirleri ve işçi hareketi için önemli tarihleri içeren bir ajanda bölümü oluşturuyordu. İtalyanca/İspanyolca yayınlanan gazetelere bir örnek olan bu yayın ve diğer İtalyanca yayınlara ulaşmak için gazetemizin 27. ve 39. sayılarında yayınlanan yazıları inceleyebilirsiniz.


Acción Libertaria

İspanya, Fransa ve Arjantin’de olmak üzere 3 ayrı ülkede yayınlanan Acción Libertaria (Özgürlükçü Eylem), yayınlandığı ülkelerdeki anarşist-komünist örgütlenmelerin yayın organı olarak hareket etti. Arjantin’de önce CRRA (Anarşist İlişkiler Bölgesel Komitesi) sonra FACA (Arjantin Anarşist Komünist Federasyonu) ve en son FLA (Özgürlükçü Arjantin Federasyonu)’na bağlı editörler tarafından yayınlandı. 1933’te yayın hayatına başlayan gazete, 1971’te 14 yıllık bir ara verdikten sonra 1985’te tekrar yayınlanmaya başladı.


La Voz de la Mujer

Dünyanın ilk anarşist kadın yayını olmasıyla da özel bir yerde duran La Voz de la Mujer (Kadınların Sesi), “Ne Tanrı, Ne Patron, Ne Eş” alt başlığıyla yayınlandı. Virginia Bolten’in editörlüğünü yaptığı gazetede Louise Michel ve Emma Goldman gibi tanınmış anarşistlerin yazıları yayınlanıyordu. Yayın hayatı boyunca bütün yazıları kadınlar tarafından yazıldı. 1896–1897 yılları arasında Buenos Aires’te, 1899’da ise Rosario’da yayınlanan gazete yazarları kendilerini ideolojik olarak anarşist-komünist olarak nitelendiriyordu.

 

Diğerleri…

Arjantin’de yayınlanan ve en çok bilinen bu yayınların yanı sıra istikrarlı bir şekilde yayınlanmış ve ismini anmadan geçemeyeceğimiz diğer yayınlara da Centro de Propaganda Obrera’nın(İşçi Propaganda Merkezi) yayın organı El Descamisado (Gömleksizler), Mobilya İşçileri Sendikası tarafından yayınlanan ve “Sendikayla Güçlüyüz” mottosuna sahip Acción Obrera, “Yöneticiler ve rahipler sınıfına doğru yükselmiş bir bıçak” alt başlığıyla yayınlanan El Azote (Kırbaç), 1 Mayıs 1909’da Alberto Grihaldo’nun editörlüğünde yayınlanmaya başlayan Ideas y Figuras ve La Voz del Campesino (Köylü’nün Sesi), L’amico del Popolo (İt. Halkın Arkadaşı), Solidaridad Obrera (İşçi Dayanışması), El Emancipado (Özgürleşmiş), Idea Libre (Özgür Düşünce), Juventud Libre (Özgür Gençlik), Libre Iniciative (Özgür İnisiyatif), Tierra Libre (Özgür Yeryüzü), Liberacion (Özgürleşme), Claridad (Berraklık), La Antorcha (Meşale), La Aurora (Şafak), Adelante (İleri), Despartar (Uyanmak), El Pervenir (Gelecek), La Nueva Era (Yeni Çağ), Voluntad (İrade) gibi gazeteleri örnek gösterebiliriz.

*

Bu tartışmayla ilgili daha ayrıntılı bilgi için; bkz. Meydan Gazetesi Sayı 28, Anarşistlerin Teori ve Pratik Tartışmaları(2) : ” Devrimci Sendikalizm ve Anarşizm” – Halil Çelik

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. Sayısında yayınlanmıştır. 

The post Anarşist Yayınlar Dizisi (15): Arjantin’de Anarşist Yayınlar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/10/01/anarsist-yayinlar-dizisi-15-arjantinde-anarsist-yayinlar/feed/ 0
Şili’de Kadınlar Kazandı – Pelin Derici https://meydan1.org/2017/09/21/silide-kadinlar-kazandi-pelin-derici/ https://meydan1.org/2017/09/21/silide-kadinlar-kazandi-pelin-derici/#respond Thu, 21 Sep 2017 20:12:31 +0000 https://test.meydan.org/2017/09/21/silide-kadinlar-kazandi-pelin-derici/   Dünyanın dört bir yanında, kadınların mücadelesi, kadınların dayanışmasıyla sürüyor. Erkek egemen sistemde, kadınların yaşadıkları adaletsizliklere karşı, milyonlarca kadın sokakları doldurup öfkelerini haykırıyor. Son yıllarda, Güney Amerika’da yükselmekte olan kadın mücadelesi, Arjantin’de kadın katliamlarına karşı oluşturulan Ni Una Menos (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz) eylemleri ve kampanyası ile geniş yankı uyandırırken, Şili’de son yıllarda gerçekleştirilen kürtaj […]

The post Şili’de Kadınlar Kazandı – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Dünyanın dört bir yanında, kadınların mücadelesi, kadınların dayanışmasıyla sürüyor. Erkek egemen sistemde, kadınların yaşadıkları adaletsizliklere karşı, milyonlarca kadın sokakları doldurup öfkelerini haykırıyor.

Son yıllarda, Güney Amerika’da yükselmekte olan kadın mücadelesi, Arjantin’de kadın katliamlarına karşı oluşturulan Ni Una Menos (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz) eylemleri ve kampanyası ile geniş yankı uyandırırken, Şili’de son yıllarda gerçekleştirilen kürtaj eylemleri de bu yankının devamı oldu.

Kadınların örgütlü mücadelesi ile; kadın katliamlarının, taciz ve tecavüzlere karşı Şili’de binlerce kadının sokaklara döküldüğü eylemler sokak eylemleri gerçekleştirildi. 2013 yılından bu yana yapılan eylemlerde, dünyanın en kalabalık kadın eylemlerinden birine Şili sahne oldu.

1973’te, darbe ile yönetime geçen ve 1990 yılına dek yönetimini sürdüren diktatör Pinochet, 1989 yılında çıkardığı yasayla, koşulu ne olursa olsun kürtajı yasaklamıştı. Kadınların kürtaj yasağının kaldırılması için verdiği mücadele, yıllardır sürmekteydi, son yıllarda daha da aktif hale gelmişti.

Temmuz ayında, Şili’de, meclise önerilen yasa tasarısında, kürtajın kısmen yasallaşması vardıi. Tecavüz, anne sağlığına zarar gelmesi veya doğumun başarılı gerçekleşmeyeceğinin bilinmesi durumlarında; kürtajın yapılması önerilmiş ve yasa tasarısı meclis tarafından kabul edilmişti. Yasa tasarısının kabulünün ardından, Muhafazakar parti UDİ, Anayasa Mahkemesi’ne, ret talebinde bulundu. Muhafazakar partinin kürtaj yasağının kaldırılmasının önüne koyduğu engel, Şili’de on binlerce kadının sokaklara dökülmesine neden yol açtı.

Anayasa Mahkemesi’nin 22 Ağustos’ta açıkladığı karar ile; kürtaj kısmen yasallaşmış oldu. Ancak bu yasallaşmadan önce, Şili’de kadınlar, kürtaj yasağına karşı pek çok alternatif klinik oluşturmuş, “legal olmayan yollarla” kürtaj yapıyor/yaptırıyorlardı. Hatta, 2010-14 yılları arasında kürtaj yaptığı ve yaptırdığı gerekçesiyle 70 doktor ve kadın tutuklu bulunuyordu.

Şili’de eylem sürecini kazanıma dönüştüren kadınlar için ise mücadele devam ediyor. Kısmen yasallaşmanın istenilen sonuç olmadığını söyleyen kadınlar; kadın katliamlarına, tacize, tecavüze karşı dayanışmayı büyütmek için sokakları doldurmaya devam ediyorlar.

Dünyanın dört bir yanında direnen kadınlara selam olsun!

Dayanışmamız kazanacak!


Pelin Derici

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Şili’de Kadınlar Kazandı – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/21/silide-kadinlar-kazandi-pelin-derici/feed/ 0
“Arjantin’de Anarşizm” – Furkan Çelik https://meydan1.org/2017/02/23/arjantinde-anarsizm-furkan-celik/ https://meydan1.org/2017/02/23/arjantinde-anarsizm-furkan-celik/#respond Thu, 23 Feb 2017 08:11:29 +0000 https://test.meydan.org/2017/02/23/arjantinde-anarsizm-furkan-celik/ Dünyadaki endüstriyel gelişim 19. yüzyılın son çeyreğinde Arjantin’de hızla ilerliyordu. Fabrikaların ve sanayinin artmasıyla Arjantin’e büyük bir işçi göçü başlamıştı. Arjantin nüfusu 1869 yılında 2 milyon iken, 1895 yılına kadar 4 milyondan fazla olmuştu. Buenos Aires’in %50’sini göçmenler oluşturmaktaydı. İspanya’dan, İtalya’dan ve kısmen Almanya’dan gelen göçmen işçiler, ülkelerindeki anarşist hareketlerinin de etkisiyle Arjantin’de anarşist işçi […]

The post “Arjantin’de Anarşizm” – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Dünyadaki endüstriyel gelişim 19. yüzyılın son çeyreğinde Arjantin’de hızla ilerliyordu. Fabrikaların ve sanayinin artmasıyla Arjantin’e büyük bir işçi göçü başlamıştı. Arjantin nüfusu 1869 yılında 2 milyon iken, 1895 yılına kadar 4 milyondan fazla olmuştu. Buenos Aires’in %50’sini göçmenler oluşturmaktaydı. İspanya’dan, İtalya’dan ve kısmen Almanya’dan gelen göçmen işçiler, ülkelerindeki anarşist hareketlerinin de etkisiyle Arjantin’de anarşist işçi örgütlenmeleri oluşturmaya başlamışlardı. 1. Enternasyonal’in Lahey Kongresi’yle muğlak sosyalizm döneminin ideolojilerle belirginleşmesinin ardından, anti-otoriter kanat tüm dünyada kendini belirginleştirmiş ve Arjantin’de de anarşizmin sesleri yankılanmaya başlamıştı.

1. Enternasyonal ayrışmasından sonra Bakunin’den etkilenenler, Arjantin’de ilk anarşist örgütlenme olan “Centro de Propaganda Obrera” (İşçi Propaganda Merkezi’ni) kurdular. Buradan El Descamisado (Gömleksizler) adlı yayın ve birçok propaganda broşürü çıkartıldı. El Descamisado dergisinde yayınlanan yazılar, işçilerin patronlara ve devletlere karşı verdikleri mücadele ve bu yolda uğradıkları katliamları anlatmak için -kanlarımızla da olsa düşüncelerimizi yazarak paylaşacağız- diyerek dergideki tüm yazıları kırmızı renkte basmaktaydılar. Bu da büyük bir ilgi çekerek gazetenin dağıtımını bir hayli arttırmıştı. Centro de Propaganda Obrera yayınlarda tüm göçmen işçilere ulaşabilmek için farklı diller kullanmaktaydı.

1885-1889 yılları arasında İtalyan anarşist Errico Malatesta’nın ve 1898-1902 yılları arasında Pietro Gori’nin Arjantin’de geçirdiği yıllar, coğrafyada gelişen anarşist harekete önemli katkılar sağladı. Malatesta Arjantin’e ayak bastığı sene La Questione Sociale (Toplum Meselesi) adlı bir dergi çıkartarak işçiler arasında anarşist-komünist fikirleri yaygınlaştırmaya başladı.

Malatesta, bir yandan marksistlerle beraber yapılan örgütlenmelerin olumsuz sonuçlanacağını dillendirirken bir yandan da anarko-sendikalistleri, sendika örgütlenmelerini ve grevlerini anarşist bir devrim yolunda düşünmeleri gerektiğini anlatmaya çalışmıştı.

Anarşizm Filizleniyor: Fırıncılar Grevi

Arjantin’de anarşist hareketin ilk önemli olaylarından biri Ocak 1888’de gerçekleşen fırıncılar greviydi. 1886’da Livorno’lu anarşist Ettore Mattei fırıncıların kendi sendikalarını oluşturmasını sağlamış ve 2 sene sonra yapılan genel grev işçilerin taleplerini kazanmasıyla sonuçlanmıştı. İşçilerin üretim gücünü bir silaha dönüştürmesinin ne kadar etkili olduğunu gören farklı sektörlerden işçiler de anarşist dergiler çevresinde toplanarak örgütlenmeler oluşturmaya başlamışlardı. İşçiler üzerinde artan sömürü, diğer işçi örgütlenmelerini de harekete geçirmeye başlamıştı. Demiryolu işçileri ve metal işçileri, fırıncıları örnek alarak greve çıkmıştı. 1889 sonuna kadar 15 grev gerçekleşti. Grevlerde işçilerin talepleri kabul edilmese de, direnişler olumsuzlukla sonuçlanmıyor, işçi örgütlenmeleri güçleniyordu.

1888 Nisan ayında Malatesta anarşist işçi sendikalarının birleşerek bir federasyon kurması gerektiğini savunmuştu. Bu, anarşist hareket içerisinde bir tartışma başlattı. Bir kesim sendikaların sanayinin ilerlemesine çomak sokacağını ve anarşist bir devrime giden yolda bir dinamo olacağını söylerken, bir kesim bireysel anarşistler ise sendika gibi geniş örgütler yerine daha çok silahlı eylem tarzıyla hareket etmek gerektiğini savundu. Bireysel anarşistler 1890’dan itibaren El Perseguido adlı yayını yaklaşık 100 sayı çıkardılar.

FORA Kuruluyor

27 sendikanın ortak bir metin yayınlamasının ardından 21 Mayıs 1901 Arjantin İşçi Federasyonu (FOA) kuruldu. İlk başta içerisinde sosyalistlerin de bulunduğu federasyon İtalyan anarşist Pellicer Paraire ve Pietro Gori’nin de etkisiyle anarşist karakterini belirginleştirmeye başladı. Federasyon içerisinde sosyalist odaklı sendikalar kısa süre sonra ayrılarak Genel İşçi Sendikası’nı (UGT) kurdular. 1902 yılında peşi sıra grevler örgütleyen FOA’ya karşı Arjantin devleti “İkamet Yasası” (Ley de Residencia) çıkartarak örgütlenme yapan anarşist göçmenleri sınır dışı etmeye başlamıştı. Baskılara rağmen FOA örgütlenmeye devam etti. Buenos Aires’te inşaat, demiryolu ve liman gibi önemli sektörlerde örgütlenildi. 1904 yılında düzenlenen 1 Mayıs mitingine FOA yaklaşık 50.000 işçi ile katıldı.

1897 yılında anarşist gazete La Protesta Humana kuruldu. Gazete 1903 yılında “humana” kısmını isminden çıkartıp günlük olarak yayın hayatına devam edecekti. Gazete FOA’nın resmi yayın organı olmasa da günlük olarak FOA’nın sesi olacaktı.

Arjantin İşçi Federasyonu (FOA), 1904 yılında dördüncü kongresinde anarşist-komünist ilkeleri tamamen kabul ederek ismini Arjantin Bölgesel İşçi Federasyonu (FORA) olarak değiştirdi.

Patagonya İsyanı

Dünyada hızlı gelişen endüstri sistemi, Güney Amerika semalarında da kendini net bir şekilde gösteriyordu. Şili ve Arjantin arasında kalan Patagonya Bölgesi’nin meraları patronların iştahını kabartmıştı. Patagonya’daki feodal sistemin patronlarıyla Alman, Belçikalı, Kuzey Amerika, İspanyol, Portekiz, Fransız, Uruguaylı, Rus, Şilili ve çok az Arjantinli patron anlaşarak Patagonya’yı sömürme planlarını gerçekleştirmeye başlamışlardı. Endüstriyelleşme, işçiliği ve işsizliği beraberinde getirmişti. Patagonya’ya da Şili’den, İspanya’dan, Buenos Aires’ten, Rusya’dan, Paraguay’dan, İtalyan’dan, Almanya’dan işçiler çalışmak için gelmişlerdi. Dünyanın her tarafında bölgeler, halklar, değişiyor, küresel sömürüye karşı enternasyonalist kavga değişmiyordu.

Patagonya’da yün, deri ve et endüstrisinin hızla büyümesi beraberinde özel arazilerin artmasını, bankaları, dondurucu endüstrisini, büyük depoları, sigorta şirketlerini, elektrik ve telefon şirketlerini, ayakkabı fabrikalarını, tershaneleri, mağazaları da bölgeye getirmişti.

Artan sömürüye karşı Rio Gallegos İşçi Derneği’ndeki liman işçileri genel grev ilan etti. İşçiler özel güvenlikler ve grev kırıcı işçilerle karşı karşıya gelmeye başladılar. Patronların hak taleplerine karşı giriştikleri mücadele, işçileri de daha radikal eylemlere itmişti. Aynı süreçte Puerto Deseado’daki genel grevde işçiler trenleri raydan çıkarıp devirmişlerdi.

Rio Gallegos işçileri patronların canını sıkmış olacak ki Arjantin polisi hemen dernekte bilinen isimleri tutuklatıp baskılarını arttırdı. Baskılara rağmen Rio Gallegos İşçi Derneği hemen yeni işçi kadrosunu oluşturup grev bröşürleri dağıtmaya devam etti. Öyle ki grev bröşürü gizli yollarla hapishanedeki yoldaşlarına bile ulaştırılıp hapishanede işçi örgütlenmesi yapılıyordu. Tahliye olan işçiler hapishaneden örgütlenmiş olarak çıkıyordu.

1920’de dünyadaki ekonomik kriz, Patagonya meralarına kadar ulaşmıştı. Artık dünya yün pazarı doymuş ve fiyatlar düşmüştü. Patronlar hemen kriz politikalarını devreye sokarak işçi çıkarmalara, ücret düşürülmesi gibi yollara başvurdular. Endüstri hızla ilerlerken lüks içinde yaşayıp ceplerini dolduranlar, krizde ilk olarak faturaları işçilere ödetmek istemekteydi.

20 Mayıs 1920’de İspanyol anarşist-sendikalist Antonio Soto, FORA’nın bir üyesi olan Rio Gallegos İşçi Derneği’nin genel sekreteri seçildi.

Nisan 1920’de Vali Correo Falcon, “ülkenin farklı bölgelerinde devrimci fikirlerdeki unsurlar, bu topraklardaki kamu düzenini bozmaya yönelik bir kampanya başlattı” açıklamasını yapmasının ardından Rio Gallegos İşçi Derneği’ne yönelik saldırılar yoğunlaştı. Tüm toplantılar yasaklandı, direnen işçiler tutuklandı.

Tutuklanan İşçiler Serbest Bırakıldı

Senelerdir verilen örgütlü mücadele artık kemikleşmişti, öle kolay kolay kırılamazdı. 1920’deki tutuklama tufanına karşı Patagonya çobanları ve işçileri yoldaşlarının serbest bırakılması için genel grev ilan ettiler. Genel grevin etkisi çok yüksek oldu, tüm hayatı durdurmuştu. Üstelik tek talep tutuklananların serbest bırakılmasıydı.

İlk önce tutuklu bulunan birkaç işçi serbest bırakıldı. Bununla grevi kıracağını düşünen patronlar yanılmıştı. Patronlar ve devlet sonrasında tüm işçileri serbest bırakmak zorunda kalmıştı.

Patagonya’da özel arazi sahipleri genel grevi durdurmak için işçilere şartların iyileştirileceği sözünü verir. Fakat kısa sürede sözlerinin aksi haraket etmeleri, işçileri daha da öfkelendirmiştir. Baskı ve sömürü politikaları zamanla öfkeli bir direniş örgütlemiştir. İşçiler artık grevlerin yanı sıra doğrudan eylemlere de başvurmuşlardır. İtalyan Anarşist Alfredo Fonte (El Toscano olarak bilinir) ve Jose Ricardi (68 olarak bilinir -hücre numarasından dolayı-) birlikler oluşturarak çiftlik patronlarına, kolluk kuvvetlerine karşı silahlı eylemler gerçekleştirirler.

Patronlar Yine Sözlerini Tutmaz

Grevler ve doğrudan eylemler patronları durdurmuştu. Patronlar ve Albay Hector Benigno Varela işçilerle bir görüşme yapmak istediler. Çiftliklerde iyileştirmeye gidileceğini ama direnişi bitirip herkesin çalışma yerlerine dönmelerini söylediler. İşçilerin büyük çoğunluğu bu anlaşmanın kabul edilmesinden yanaydı ve kabul edildi. Tüm tutsak işçiler bırakıldı, cezai durumlar silindi. El Toscano ve arkadaşları ise anlaşmayı onaylamadıkları için silahlarını bırakarak kayıplara karıştılar.

Patronların verdikleri sözden hemen bir ay sonra şartlar değişmediği için Swift’in buzdolabı fabrikalarında bir grev patlak verdi. Grev hemen bastırılmaya çalışıldı.

FORA durumun kötüye gideceğini ön görerek tüm bölgelerdeki işçileri toplayarak büyük bir kongre düzenledi. Kongre’de hiçbir dış destek alınmaksızın dayanışmayla kurulan sendikaların işçilerin savunma güçlerini oluşturma kararı alındı.

Bu sıralarda da İngiliz patronlar buluşarak Albay Varela için büyük bir resepsiyon verdiler. Burada Varela’yla, örgütlenen işçileri ve sendikal hareketi bitirmek için bir anlaşmaya vardılar.

21 Mart-21 Temmuz 1921 tarihleri arasında Rio Gallegos ve Puerto Santa Cruz bölgelerinde Albay Varela birlikleri plantasyonlara saldırıya geçtiler. İşçiler ise albay ve ordusuna karşı direnmeye başladılar. İşçilerin ellerindeki az sayıdaki silah, ele geçirdikleri askerlerden aldıkları silahlardı. Orduda ise ağır silahlar bulunmaktaydı.

Ordunun operasyonları tüm Patagonya’da devam etti. Silahsız yakalanan işçiler dahi mezarları kendilerine kazdırılarak topluca katledildiler. Arjantin ordusunun saldırıları sonrasında 1500 işçi Patagonya’da öldürülmüştü.

Albayla Yüzleşme

Alman Anarşist Kurt Gustav Wilckens, Patagonya Direnişi sırasında tutsak düşmüştü. Çıktığındaysa katledilen yoldaşlarının intikamını almak için yemin etmişti. ABD’nin madenlerinde çalışırken IWW’ye örgütlenerek anarşist olan Wilckens, Albay Varela’yı takip etmeye başlamıştı. 27 Ocak 1923 günü katil Varela evinden çıktığı sırada Wilckens el yapımı bombasını albaya fırlattı. Wilckens albay yere yığıldığında kulağına eğilerek şunu şöyleyecekti:

“Patagonya halkının selamı var!”

 

Furkan Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 36. sayısında yayınlanmıştır.

The post “Arjantin’de Anarşizm” – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/02/23/arjantinde-anarsizm-furkan-celik/feed/ 0
”Düşlediğini Eylemek Özgürlük, Özgürlük Anarşizm ; Anarşizm Örgütlenmektir ” – Halil Çelik https://meydan1.org/2016/06/22/dusledigini-eylemek-ozgurluk-ozgurluk-anarsizm-anarsizm-orgutlenmektir-halil-celik-2/ https://meydan1.org/2016/06/22/dusledigini-eylemek-ozgurluk-ozgurluk-anarsizm-anarsizm-orgutlenmektir-halil-celik-2/#respond Wed, 22 Jun 2016 11:36:46 +0000 https://test.meydan.org/2016/06/22/dusledigini-eylemek-ozgurluk-ozgurluk-anarsizm-anarsizm-orgutlenmektir-halil-celik-2/     İki yüzyılı aşan bir süredir özgürlük ve adalet mücadelesinde olan anarşizm,  dönem dönem farklı tartışmalardan geçmiştir. Dünya genelinde 1960’lar sonrasında, coğrafyamızda ise 1980 sonrasında gelişen süreçte anarşizm adına farklı bir tartışma gündemleşmiştir: Örgüt ve örgütlenme. Bu tartışmanın nasıl geliştiğine ve tartışmanın kendisine dair düşüncelerimizi, bugün coğrafyamızdaki devrimci anarşist mücadele deneyimimiz ortaya koyuyor ve […]

The post ”Düşlediğini Eylemek Özgürlük, Özgürlük Anarşizm ; Anarşizm Örgütlenmektir ” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Adsız

 

İki yüzyılı aşan bir süredir özgürlük ve adalet mücadelesinde olan anarşizm,  dönem dönem farklı tartışmalardan geçmiştir. Dünya genelinde 1960’lar sonrasında, coğrafyamızda ise 1980 sonrasında gelişen süreçte anarşizm adına farklı bir tartışma gündemleşmiştir: Örgüt ve örgütlenme. Bu tartışmanın nasıl geliştiğine ve tartışmanın kendisine dair düşüncelerimizi, bugün coğrafyamızdaki devrimci anarşist mücadele deneyimimiz ortaya koyuyor ve elbette bir cevap oluyor. Öte yandan yine coğrafyamızda anarşizmin farklı mücadele biçimlerinin de neredeyse tamamının örgütlenme temelli yaklaşımları, bu tartışmanın günümüzde kendi cevabını bulduğunu gösteriyor.

Örgütlenme ve örgüt tartışmalarının ötesinde anarşist tarihe bakılırsa; Arjantin ve Şili’nin belli bölgelerini kapsayan Patangoya’da anarşist işçilerin öz örgütlülüğü olan FORA, Ukrayna’da işçi ve köylülerin öz örgütlülüğünün bir araya geldiği Mahnovist Hareket ve bugünün Portekiz ve İspanya’sını kapsayan İberya Yarımadası’nda gerçekleşen İberya Devrimi’ndeki CNT FAI; örgütlü anarşizmi işçiler, köylüler ve tüm ezilenlerde toplumsallaştırarak bulundukları bölgelerde birer halk hareketine dönüşmüşlerdir. Asıl incelenmesi, irdelenmesi gereken örgütlenmenin ve örgütün tartışılması değildir. Halk hareketine dönüşmüş anarşist örgütlerin, örgütlenmeye nasıl yaklaştıkları, örgütlülüklerini nasıl ve hangi araçlarla sürdürdükleridir.

Öz Örgütlülük Anarşizmin Temel Örgütlülüğüdür

Örgütlenmenin farklı yol ve yöntemleri farklı amaçlar için kullanılabilir. Farklı ideolojilerin, farklı felsefi yaklaşımların, hatta farklı düşüncelerin örgütlenme biçimleri farklı olabilir. İdeoloji, felsefe, düşünme biçimi olmanın ötesinde, bir yaşam olarak anarşizmin örgütlenme yöntemleri ise elbette kendi özgünlüğündedir. Siyasi, ekonomik ve sosyal ilişkilerin örgütlenmesi, anarşist bir örgütün işleyişi demektir. Gerek siyasi, ekonomik ve sosyal işleyişin örgütlenmesinde, gerekse örgütün toplumsallaşarak bir halk hareketine dönüşmesinde, öz örgütlülük olmazsa olmazdır.

Öz örgütlülükler, siyasi veya ekonomik iktidarlara karşı, ezilenlerin kendi örgütleridir. Bu örgütlülükler iki farklı şekilde gelişebilir. Öncelikle, farklı iktidar gruplarına veya farklı iktidar yapılarına karşı özgürlük mücadelesi geliştirecek olan örgütlülüktür. Bu örgütlülük, farklı iktidar gruplarını veya iktidar yapılarını ortadan kaldırmanın ötesinde, bir ilişki biçimi olarak iktidarı yok etmeyi de hedefler. Bu örgütlülüğün öznelerini belirleyecek olan şey ise, aynı ezilmişliğin bir parçası olmalarıdır. Çünkü bir ezilmişliğe karşı, ancak ve ancak o ezilmişliği yaşayan kişi veya gruplar mücadele edebilir. Geliştirilecek mücadelede o ezilmişliği farklı boyutları ile yaşamış kişi veya gruplar, onunla nasıl mücadele edileceğini de en iyi belirleyebilecek olanlardır. Öz örgütlülük bu şekilde oluşabilir. İkinci bir şekliyle de öz örgütlülük coğrafi bir belirlenimle oluşabilir. Yani belli bir coğrafi bölgenin siyasi, ekonomik ve sosyal yaşamının organize edilmesi de yine o coğrafyada yaşayan kişi ve grupların oluşturduğu örgütlenmeler ile sağlanabilir. Burada da yine aynı yaklaşım söz konusudur. O coğrafi bölgenin öznesi olmak, oranın işleyişini organize edebilmenin bir koşuludur. Çünkü -hangi coğrafi bölge olursa olsun- orada yaşamını sürdürenler, oranın işleyişini en doğru şekilde yürütebilecek olanlardır. Yani bir coğrafi bölgenin öz örgütlülüğü, o bölgenin kendisinden çıkmalı ve o bölgenin siyasi, ekonomik, sosyal ilişki biçimlerini bu öz örgütlülük belirlemelidir. Farklı bölgeler elbette birbirinin ilişki biçimlerine etki edebilir. Ama nihai işleyiş inisiyatifi, o bölgenin öz örgütlülüğünde olmalıdır.

Ukrayna’daki işçi ve köylüler, Çiftlik İşçileri Sendikası, Gulya Polye Köylü ve İşçi Konseyleri, Maden ve Doğrama İşçileri Sendikası, Tarım Komisyonları gibi öz örgütlülükler yaratmışlardı. Bir anarşist örgütlenmenin halk hareketine dönüşme süreci, bu öz örgütlülüklerle sağlanmıştır. Mahnovist Hareket ile beraber yine bu öz örgütlülüklere yeni örgütlenmeler eklenmiştir. Köylülerden ve işçilerden oluşan yerel bölgesel komünler, konseyler oluşturulmuştur. Bir yandan gündelik yaşamın siyasi, ekonomik ve sosyal olarak organize edildiği işçi ve köylü komünleri, öte yandan Hetman Hükümeti’yle Denikin ve Wrangel’in beyaz ordularıyla, burjuva Petlurist Hareketi’yle ve Bolşevik Kızıl Ordu ile savaşı organize eden konseyler örgütlenmiştir. Benzer örnekler, anarşist örgütlerin bir halk hareketine dönüştüğü tüm coğrafyalarda görülebilir. İberya’da gerçekleşen toplumsal devrim de bu örneklerin en belirginlerindendir.

Halk Hareketi Kendiliğindenliğiyle Toplumsal Devrimi Yaratır

Halk hareketi olan CNT FAI’den FORA’ya ve Mahnovist Harekete kadar halk hareketine dönüşmüş anarşist örgütler, kendiliğindenlikleriyle varlığını sürdürmüştür. Kendiliğindenlik hareketin kendi iç dinamikleri ile yönlendirildiği bir süreci tarif eder. Elbette dışsal etkiler ile bir ilişki geliştirilecektir. Ancak dışsal hiçbir etki hareketin işleyişini ve örgütlenmesini belirlememelidir. Kendiliğindenlik dışsal bir etki sonucu değil de kendi iç dinamiklerinin belirlediği bir süreç olması nedeniyle, anarşist bir örgütlenme için vazgeçilemezdir. Kendiliğindenlik anarşizme yönelik bilinçli bilinçsiz çarpıtmalar sonucu sık sık kadercilik veya spontanelik ile karıştırılır. Anarşist bir örgütlenmede kendiliğindenlik tamamıyla iradi bir durumu tarifler. Bu iradi durum, özneleri belirginleştirmek açısından oldukça önemlidir. Bu iradi durum, örgütlülüğü oluşturan öznelerin bu örgütlülükteki sorumluluğuna da vurgu yapmış olur. Mahnovist Hareket’in Özgür Topraklar deneyiminde bir yandan Bolşeviklerin resmi komünleri varken, Pokrovskoe köyünde köylülerin bu resmi komünlere değil de kendiliğindenliğiyle oluşturdukları Çalışma Komünleri’ne dahil olması, bu durumun tarihsel bir örneğidir. Gulya-Polye gibi diğer köylerde de benzeri süreçler yaşandı. Halk hareketine dönüşmüş anarşist örgütlülük bu kendiliğindenlik ile toplumsal devrimi yaratabilmiştir.

Toplumsal Devrim Gündelik Devrimler ile Yaratılır, Yaşatılır

Toplumsal devrim en geniş anlamıyla tüm toplumsal yapının siyasi, ekonomik ve sosyal ilişkilerinin iktidarlı ilişkilerden ve yapılardan arındırılarak yeniden yaratılmasıdır. Anarşizme içkin bir kavram olan toplumsal devrim, anarşist bir örgütün benimseyeceği bir devrim perspektifidir. Makro boyutuyla tüm toplumun yaşamının yeniden yaratılmasının hedeflenmesini içeren toplumsal devrim, kişilerin veya grupların mikro yaşamlarında gündelik devrim anlayışıyla kendini bulmalıdır. Gündelik devrim, gündelik yaşamın siyasi ekonomik ve sosyal örgütlenmesini toplumsal devrim iddiasıyla yeniden yaratmayı gerektirir. Her bireyin yaşamını yeniden yarattığı gündelik devrimler,  toplumsal bir kırılma anını beklemek gibi ertelemeci bir işleyişi reddeder. Gündelik devrim şimdinin yeniden yaratılmasını örgütlemektir. Gündelik devrimlerini gerçekleştirerek özneleşen bireylerin örgütlülüğü, toplumsal devrime giden yolu yaratacaktır. Mikrodan makroya bir dönüşüm ve tüm yaşamın yeniden yaratılmasıdır toplumsal devrim. Anarşist örgütlenmenin halk hareketine dönüşmesinde bu toplumsal devrim iddiası toplumsallaşmada, halk hareketine dönüşmede oldukça önemli bir etkendir. İberya toplumsal devrimi bunu net olarak göstermiştir.  İspanya’nın köylerinde eşek sırtında gezerek köy köy anarşizmi anlatanların yarattığı öz örgütlülükler, 1920’lere kadar sendikalar, birlikler, komün ve kolektiflerden oluşmuş yine aynı süreçlerde CNT FAI ile beraber halk hareketine dönüşmüştür. Bu halk hareketiyle ezilenler, İberya yarımadasında toplumsal devrimi toplumun tüm kesimlerinde yaşama dönüştürmüş, yeni bir yaşam yaratmışlardır. CNT FAI yaratılan yeni yaşamı da yine aynı toplumsal devrim perspektifi ile savunmuş. Coğrafyanın farklı bölgelerinde komün, kolektif ve kooperatiflerle üretim dağıtım ve tüketim ilişkilerini yeniden yaratmıştır.

Örgüt, Toplumun İhtiyaçlarından Doğup Yine Toplumun İhtiyaçlarına Cevap Verdiği Ölçüde Halk Hareketi Olur

CNT FAI’nin İberya’da bütün bir yaşamı yeniden yarattığı deneyim öz örgütlülükleriyle bir halk hareketine dönüşmüş anarşist bir örgütün toplumun ihtiyaçlarına cevap olması gerektiğini açıkça gösteriyor. İberya’da devrim yıllarında bir yandan yaşamın ekonomik yeniden yaratılması bir yandan siyasi ilişkilerin yeniden yaratılması sürerken savaşın yakıcılığı karşısında yine ihtiyaçları karşılamak üzere silah fabrikalarına el konulmuş, yetmeyince bazı fabrikalar silah fabrikasına dönüştürülmüştü. Bu örnek de, yine halk hareketinin gerek toplumsal devrimin kırılma anlarında, gerek toplumsal devrimin yeniden yaratım zamanlarında; hareketin toplumun ihtiyaçlarını görmesi ve ona cevap olmasının kaçınılmaz olduğunu gösteriyor.

Bu kaçınılmaz durum Patagonya’daki FORA deneyimininde de kendini başka bir şekilde gösterir. FORA henüz Arjantin İşçi Federasyonu (FOA) olduğu 1902 Ocak ayında, işçilerin sendikalı olmalarının önüne geçen La Princesa fırınlar zincirine yönelik bir boykot çağrısı yapmıştı. Boykot kampanyası sebebiyle FOA’lı iki işçi tutuklanınca tüm fırınlardan toplam 7 bin işçi genel greve giderek üretimi durdurmuştu. Buenos Aires şehrinin neredeyse tamamen ekmeksiz kaldığı bir süreçte işçilerin öz örgütlülüğüyle oluşturduğu kooperatif, sadece işçiler ve aileleri için ekmek üretmiştir. İşçilerin öz örgütlülüğü burada işçilerin ve ailelerinin ihtiyaçlarının tek dayanağı olmuştur. Bu örgütlülük, FORA’yı Patagonya’da bir halk hareketine dönüştürmüştür. FORA deneyimi de, CNT FAI deneyimi de halk hareketinin öz örgütlülüklerinin halkın ihtiyaçlarından doğmasını ve yine halkın ihtiyaçlarına cevap verebilmesinin tarihsel örneğidir.

Anarşizmin coğrafyamızda öz örgütlülükler yaratma iddiasıyla yola çıktığı bir deneyimin henüz ilk adımlarındayız. Mücadelemizin toplumsal devrimi yaratmadaki koordinatlarını, tarihsel olarak halk hareketine dönüşmüş anarşist örgütlerin örgütlenme deneyimlerinde -eksikleri ve fazlalıklarıyla, doğruları ve yanlışlarıyla- görüyoruz, öğreniyoruz. Örgütlülük ve toplumsallık perspektifini derinleştirerek toplumsal devrimi bir iddia veya bir perspektif olmaktan çıkarıyor; yaşamın her anında yeniden yaratıyoruz, yaratacağız. Yüreğimizde yeni bir dünya taşıyoruz, şimdi şu anda bu dünya büyümekte…

 

 

Halil Çelik

halil@meydan.org

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.

The post ”Düşlediğini Eylemek Özgürlük, Özgürlük Anarşizm ; Anarşizm Örgütlenmektir ” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/06/22/dusledigini-eylemek-ozgurluk-ozgurluk-anarsizm-anarsizm-orgutlenmektir-halil-celik-2/feed/ 0
Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (5) : Patronsuz İşçiler- İşçilerin Öz-yönetimi https://meydan1.org/2013/10/19/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-5-patronsuz-isciler-iscilerin-oz-yonetimi/ https://meydan1.org/2013/10/19/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-5-patronsuz-isciler-iscilerin-oz-yonetimi/#respond Sat, 19 Oct 2013 17:40:43 +0000 https://test.meydan.org/2013/10/19/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-5-patronsuz-isciler-iscilerin-oz-yonetimi/ Arjantin’de İşçilerin Öz-Yönetimi Latin Amerika son 30 yılda neo-liberal politikaların uygulamalarına maruz kaldı – yapısal uyum programları, tasarruf tedbirleri, ekonomide endüstrileşme ve “iç birikim” modelinden, duygusuz finans kapitali kayıran bir modele kayma, serbest ticaret antlaşmaları ve bölgenin ABD’ye gittikçe artan ekonomik bağımlılığı. Her zaman olduğu gibi, bu politikaların en kötü sıkıntılarını halk çekti – yüksek […]

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (5) : Patronsuz İşçiler- İşçilerin Öz-yönetimi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

2001 Aralık’ında Arjantin halkı sokaklara döküldüğünde, bu durum dünyanın birçok yerinde şaşkınlık yaratmıştı. Güney Amerika’daki diğer ülkelere kıyasla ekonomisi daha güçlü olan bir ülkede böyle bir durumun yaşanmasını en son bekleyen, kesinlikle IMF’ydi. Küresel kapitalizmin planları hiç de istediği gibi gitmemişti. Durumdan rahatsız olan sadece küresel sermaye grupları değildi, halkın içine düştüğü durum belirsizdi. Hükümet düşmüştü, ekonomi altüst olmuştu. Böyle bir durumda yapılacak tek şeyi Arjantin halkı yapmıştı. Siyasi ve ekonomik belirsizlikte, çözümü kendi öz-örgütlülüklerinde aradılar. Bu süreçte yaşanılan deneyimler, farklı coğrafyalardaki halklar için esin kaynağı oldu. Arjantin’de yaşanan bu süreçte beliren patronsuz işçilerin oluşturduğu öz-yönetim fabrikaları, sadece halkın acil ihtiyaçlarının karşılandığı özel bir deneyim olarak durmuyor karşımızda. Öz-yönetime dayalı, hiyerarşik olmayan bir şekilde işçilerin beraberce ve özgür bir şekilde karar alabildikleri bir deneyim olarak da önem taşıyor. Gazetemizin bu bölümünde özellikle anarşistler arasında, 2008’de iyice beliren kriz sonrası dönemdeki tartışmalara yer vereceğimizden ilk yazımızda bahsetmiştik. Yine aynı yazımızda, somut pratik model önerileri ve bu önerilerin eleştirileri üzerinde durmaya çalışacağımızdan bahsetmiştik. Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizisindeki bu yazımızda, bu iki kaygıyı birleştirip Arjantin’deki patronsuz işçilerin deneyimi ve bu deneyimin anarşist komünist bir değerlendirmesinin yapıldığı José Antonio Gutiérrez D.’nin Red and Black Revolution’da ve anarkismo.net’te 2005’te yayınlanmış Patronsuz İşçiler; Arjantin’de İşçilerin Öz-yönetimi başlıklı yazısına yer verdik. Taksim Direnişi sonrasındaki hareketliliğinin etkilerini deneyimlediğimiz bir zamanda, tam da Kazova Direnişi’yle patronsuz işçilerin üretimi ellerine aldığı bir süreçte, bu bölümde yer verdiğimiz bu yazının anlam bulmasını umuyoruz. Anarşist Ekonomi Tartışmaları’nın benzer deneyimlerle teorik bir düzlemden çıkıp yaşamsal kılınması sadece bu yazı dizisini hazırlayanların değil, aynı zamanda gazetemizin de temel kaygısıdır.

Arjantin’de İşçilerin Öz-Yönetimi

Latin Amerika son 30 yılda neo-liberal politikaların uygulamalarına maruz kaldı – yapısal uyum programları, tasarruf tedbirleri, ekonomide endüstrileşme ve “iç birikim” modelinden, duygusuz finans kapitali kayıran bir modele kayma, serbest ticaret antlaşmaları ve bölgenin ABD’ye gittikçe artan ekonomik bağımlılığı. Her zaman olduğu gibi, bu politikaların en kötü sıkıntılarını halk çekti – yüksek seviyede işsizlik, ücretlerin ve yaşam standardının düşüşü. Yerel hükümetlerin gerçek öncelikleri, yani hileyle yaratılan dış borcun ödenmesi, hem yerli hem yabancı patronlar için yüksek karlılık seviyelerinin korunması söz konusu olduğunda, halkın en acil ve temel ihtiyaçları harcanabiliyordu. Latin Amerika’da, patronların 80’ler ve 90’larda yaptıkları şiddetli saldırılar nedeniyle, 70’ler ve 80’lerin başındaki politik senaryonun tam tersi bir duruma geldik. İşçi sınıfının hücumda olduğu durumdan savunmaya çekildiği duruma geldik. Özellikle 90’lara damgasını vuran özellikler, mücadelelerin bölünmesi ve değişik halk öznelerinin mücadelesinde bir birlik anlayışının yokluğu ve yöneten sınıfın saldırısı oldu. Fakat tüm kıtada değişik yerlerde, Ekvator’da, Venezuela’da, Bolivya’da, Peru’da ve Arjantin’de çıkan isyanlar, güçten düşen bir model için gelecek bir krize işaret ediyordu. Tüm bu ayaklanmaların ortak bir işareti var: Halk hareketinin tekrar hücuma geçme şansı yakaladığı yeni bir senaryoyu belli belirsiz gösteriyorlar. Arjantin halkının son üç yıldaki deneyimleri bu bağlamda önemlidir ve bütün iç çelişkileriyle birlikte Güney Amerika’nın içinde olduğu gerilimin potansiyelini ve sınırlarını gösteriyor. Ve şüphesiz, yeni bir halk hareketinin ortaya çıkması, uluslararası finansın ekonomik yaptırımlarına karşı muhalefetin güçlendiğini ifade ediyor. Devrimci politikanın yayılması için uygun, yeni bir dönemi, ezilenlerin ve sömürülenlerin kurtuluşu için yeni bir yolu işaret ediyor.

“Argentinazo” Arjantin’de, 20 Aralık 2001’de kendiliğinden ayaklanan halk, başkan Fernando De La Rua’yı istifaya zorlayarak dünyayı şaşırttı. Sanki bir anda Latin Amerika’nın en zengin ekonomisi sallanıyordu. Ama gerçekte Arjantin krizinin belirtileri çok önceden hissediliyordu ve o gün olanlar, biriken bir krizin, halkın “volkanik” öfkesiyle patlamasıydı. Halkın öfkesi, tüm Latin Amerika’da aynen yaşanan, 70’lerin diktatörlükleri ve onların endüstrisizleşme süreçlerinden çıkan, 90’larda Carlos Saul Menem hükümetinin çılgınca getirdiği neo-liberal politikalar ile kötüleşen, derin ekonomik krizin ifadesiydi. 90’ların sonunda kriz olduğu tartışma götürmüyordu: İşsizlik %20’nin üstüne çıkmış ve artıyor, küçük ve orta ölçekli endüstrilerin üretim faaliyeti tamamen durmuş, 1996-2001 arasındaki dönemde sürekli bir küçülme ile birlikte dış borç kontrolden çıkmıştı. Bunların hepsi, Latin Amerika’nın “model ekonomi”sinde çalışmayan bir şey olduğunun net belirtileriydi [1].
 

Argentinazo: Arjantin’de 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz sonrası dönemde, halkın yaşanan kriz nedeniyle hükümetin düştüğü, devletin çöktüğü bir zamanda halkın sokaklara dökülüp eylemler düzenlediği dönemi ifade etmek için kullanılan bu sözcük. Bu halk hareketlenmesini nitelemek için kullanılmaya başlanmış. Argentinazo hareketi, bu dönemde yaşanan siyasi ve ekonomik değişimi ifade etmek için de kullanılan bir sözcük.

 

90’lar boyunca krizin genişlemesi ile birlikte, işsiz işçiler hareketi Arjantin’deki halk mücadelelerinde yeni bir başat oyuncu olarak ortaya çıktı. 90’ların ortasında, yol kapatma eylemleri ile iş talep eden ve Piqueteros denilen yeni bir örgütlenme türü ortaya çıktı. Nerdeyse her zaman doğrudan eylemi ve çoğu zaman da yatay örgütlenme biçimlerini tercih ediyorlardı [2]. Kısa zamanda bürokratlaşmış sendikalara ve işçi sınıfının önemli bir kısmının (işsizlikleri nedeniyle marjinalleştikleri için) sendikalarda temsil edilmemesi sorununa gerçek bir alternatif oldular. Bu hareket, gittikçe derinleşen bir toplumsal kriz için çalan çanların ilkiydi. Halkın eriyen yaşam standartları ve sürekli değişen hükümetlerin kötüleşen ekonomik durumla baş etmekte yaşadığı güçlükler bir yana, o yılın politik krizini anlamak için yeni bir etkeni hesaba katmamız gerekiyor: Burjuvazinin (yöneten sınıfın) odakları arasındaki iç sürtüşmeler. Bunlardan biri yeni iktidar partisinde (UCR, liberal bir parti), diğeri ise Peronistler (PJ, halkçı uçları olmakla birlikte güçlü sağ eğilimi olan milliyetçi bir hareket) tarafından temsil ediliyordu. De La Rua hükümetinin ilk zamanlarından itibaren PJ tüm gücünü bu hükümete karşı gelmek ve dengesini bozmak için kullandı (patronların konfederasyonları, sendikalar ve mecliste muhalefet) çünkü yitirdikleri gücü ve politik etkiyi geri kazanmak ve bir sonraki hükümet olmanın yolunu döşemek için bu yolu mantıklı görüyorlardı. Burjuva içindeki çatışma, derin ekonomik kriz, boğaza kadar dış borç, orta sınıfın tedirginliği, bankaların batması (ve insanlar hesaplarındaki mevduatı çekmeye koştuğu için hükümetin bir “corralito” [3], mevduatlar üzerinde bir “sınır” koymak zorunda kalması) ve işçi sınıfının hayat koşullarının dayanılmaz hale gelmesinden oluşan patlayıcı karışımın hepsi birlikte 19 Aralık 2001’de patladı ve ayrı ayrı özneler (işsizler, orta sınıflar, mahalleler, vb.) dışarı çıkıp “corralito”nun kaldırılmasını ve hükümetin istifasını istedi. Ansızın yoksul varoşlardan ve Arjantin şehirlerinin Güney Amerika İtalya’sına benzemeyen bölgelerinden gelen banliyö morochoları ve negroları (Arjantin sosyetesinin jargonunda derisinin rengi mermerden koyu olanlar) zengin Buenos Aires’i kuşatmıştı. Hareket sokakları doldurdu ve 48 saatlik direniş ve polisle çatışmadan sonra De La Rua’nın halk karşıtı hükümetini devirdi. Hemen ardından Buenos Aires’de neredeyse her mahallede halk meclisleri serpilirken Piqueteros hücuma geçiyordu. Ve aslında hiçbir grup ya da partinin bir paye almadığı bir kazanım hakkında kendinden fazla emindi. Solun çoğu daha da ileri gidip Aralık olaylarında yeni bir devrimci öznellik, “devrim” yapmanın yeni bir yolunu deşifre etmeye çalıştı. Bir hükümetin devrilmesini, devrimci anlayışla kapitalizmin üstesinden gelmekle karıştırdılar – doğrusu bu eski kendiliğindenciliğin yenilenmiş halinden başka bir şey değildi. Fakat bu devrim mücadelesi sokaktaki işçi sınıfı ile değil fabrikalardaki, tarlalardaki, madenlerdeki ve atölyelerdeki işçiler ile kazanılacak; başkanları devirerek değil, kapitalist toplumun mantığını etkileyerek ve burjuvaziyi kamulaştırırken devleti ve diğer bütün burjuva kurumlarını yok ederek, aynı zamanda tabandan yukarı doğrudan demokrasi kurumlarını inşa ederek.

Yeni Ekonomik Durum Bazı insanlar açıkça, Aralık ayaklanmasının gerçekte gittiğinden daha ileri gittiğini ve devrimin hemen köşede olduğunu zannettiler. Gerçekte politik senaryo çok daha karışık, yönetici sınıflar tekrar hücuma geçerken Arjantin’deki durum hiç de iyiye gitmedi: Nüfusun %40’ı hala yoksulluk içinde yaşarken, %25’inin karnı açlıktan etkileniyor. İşsizlik hala %21’in altında değil ve işçi sınıfının %70’i güvencesiz çalışıyor. Milli gelirin %51.7’sini nüfusun %10’u alıyor ve eşitsizlik artıyor – 1991’de Buenos Aires en zengin %20’si, en yoksul %20’sinden 17.5 kat zenginken, 2003’te bu oran 52.7 oldu. Dış borç büyümeye devam ediyor, Mayıs 2002’de 114,600,000,000 dolardan bu yılın başında 178,000,000,000 dolara çıktı [5]. Bu bağlamda Arjantin hala süren krizde boğuluyor ve kısa dönemde hatta makul bir uzun dönemde bile krizin sonlanması konusunda ümit yok. De La Rua halk isyanıyla devrildiğinde (Rodriguez Saa’nın kısa hükümetinin ardından), Duhalde başkan oldu ve bu hükümetin bütün amacı “normalliği” korumaktı, yani kurumları ve ekonomik modeli sürdürmek; kısaca… aynısının daha fazlasına geçişi garantilemek. Ve 2003’te göreve gelen yeni başkan, Kirchner’ın takip ettiği eğilim şu oldu: Neo-liberalizmi suçlamaya devam et, ama kapitalizme dokunma. Yoksul ülkelerin üzerindeki uluslararası baskıyı suçla ama halkın yaşam koşullarını iyileştirmek yerine dış borcun ödenmesine öncelik ver. En önemlisi de, halk hareketine sürekli baskı uyguluyor, böl ve yönet taktiğini kullanıyor ve protestoları öcü gibi gösteriyor. Kirchner’in politika tarzında ileri doğru bir eğilim gören bazı solcuların uluslararası düzeydeki sanrılarına rağmen onun hükümeti aslında daha çok eski dünyanın ve onun kurumlarının korunmasına yönelik ümitsiz bir çaba, ama farklı giysilerin altında saklanmış bir çaba.

Öz-yönetim Altındaki Fabrikaların Deneyimi Son birkaç on yılık neo-liberal modelin ve onun finans vurgusunun sonucunda endüstriyel faaliyetlerin durumu kötüleşti ve doğal olarak Arjantin endüstrisi inişe geçti. İlk “fabricas recuperadas” (geri alınmış fabrikalar) deneyimleri yedi yıl önce, 19-20 Aralık’taki toplumsal patlamadan çok önce, ekonomik kriz Arjantin’de derinleşirken yaşandı. Bunlar savunma durumundaki, işlerini kaybetmemeye çalışan, işsizliğe düşmemeye çalışan işçi sınıfının ifadesiydi. Hücumdaki işçi sınıfının söylemi olmaktan uzaktılar. İlk işgal edilen fabrika, soğuk depo firması Yaguana, 1996’da alınmış, 1998’de IMPA ve 2000’de Buenos Aires’in Avellaneda bölgesinden 90 metalurjist işçinin işgal ettiği GIP metal şirketi takip etmişti. 2001 Ocak’ta “Union y Fuerza” (Birlik ve Kuvvet) Kooperatifi’ni kurdular ve tazminatı ödeyip, son yıllarda 1000 işletmenin battığı bir yerde bir fabrika açtılar [6]. O yıl, Neuquen’deki fayans şirketi Zanun ve Buenos Aires’teki tekstil şirketi Brukman, patronları tarafından terkedildi ve ardından işçileri tarafından işgal edildi. Brukman 18 Aralık’ta, “Argentinazo”dan sadece bir gün önce işgal edildi. Zanun üretkenliği artırdı ve yeni iş olanakları yarattı (şu anda fabrikayı 250 işçi çalıştırıyor). Jacobo Brukman, Brukman’ın eski sahibi, geçen yıl 18 Nisan’da işçileri atmıştı, ama sonunda, Ekim 2003’te, şirketin iflası ilan edildi, şirket kamulaştırıldı ve “18 Aralık” işçilerinin kooperatifine geri verildi ki işçiler “Aqui estan, estas son, las obreras sin patron” (İşte buradalar, bunlar patronsuz işçiler) söyleyerek tekrar üretime başlasınlar… Bu sırada eski sahibi makinaları parçaladı ve patronun ucuz işgücü ile tekrar üretime geçmeye çabalarını engellemek için işçiler altı aydır fabrikanın dışında kampta kalıyorlardı. Bugün, işgal edilmiş 170 şirket ve kolektif iş deneyimine katılan 10.000 işçi var. Hepsinde yönetim hiyerarşisi yok oldu ve kazanç bütün işçiler arasında eşit paylaşılıyor. Geçmişte bazı şirketler gelirlerinin %65-70’ini patronların ve yöneticilerin maaşlarına harcıyorlardı. 2001 Aralık’ta “Argentinazo” geldiğinde işgaldeki işletmeler, onlara güçlü bir destek veren aktivistler aracılığıyla kendi etraflarında bir dayanışma ağı örmeye başladılar. Halk meclisleri de kapılarını onlara açtı. Kısa zamanda ortak talepleri için kolektif mücadeleyi örgütlenmeye başladılar. İlk iş, iflas kanununu değiştirmekti. Kanuna göre iflas ilan eden şirketlerin kredi borçlarını ödemesi için makinaları ve yerleşkesi 4 ay içinde açık arttırmaya çıkarılmalıdır. İşçilerin fabrikayı işgal ettiği durumda, tazminat talebi olsun olmasın, bir süre sonra sahibi mülkünü geri alabiliyor. İşçilere göre bu kanun borcun ödenmesini, çalışma hakkından ya da üretimin devamından üstün tutuyor. Hükümetin şu anda tasarladığı kanun değişikliği, işçilerin çoğu tarafından reddediliyor çünkü şirketlerde bir hissedar modeline izin veriyor ve işçilerin hepsinin birden bağımsız çalışma koşullarından yararlanma hakkı taleplerine saldırıyor. MNER (Ulusal İşgal Fabrikaları Hareketi) ile örgütlenen işletmeler sayal kooperatif biçimini aldılar ve bu kanunda değişiklik talep ettiler. Bu hareket içinde örgütlenmeyen bazı işletmeler anayasanın 17. maddesinin uygulanmasını talep ediyor (bunların en önemlisi Zanun – Brukman’dı, ama geçen yıl yasal bir kooperatif kurma yoluna döndü). Bu madde kamu yararı görüldüğünde kamulaştırma yapılabileceğini söylüyor. Nasıl yol yapımı için kamulaştırma yapılabiliyorsa, istihdam yaratmak için da kamulaştırma yapılabileceğini söylüyorlar. İşçilerin, işlerini sürdürmek için, ama aynı zamanda radikal bir şekilde, bağımlılık, hiyerarşi ve sömürü ilişkilerini karşılıklı yardımlaşma ve eşitlik (bu fabrikalarda bütün ücretler eşittir) ilişkileri ile değiştirmek için ortaya koyduğu irade ile birlik olan geniş bir hareketin ana tartışma konusu budur. Böylece işçiler, bir krizin ortasında işveren kaçtığında, “Ocupar, Resistir, Producir” (İşgal Et, Diren, Üret) ilkesi altında, dünyaya toplumu devam ettirme yeteneklerini kendiliğinden gösterdiler.
Sorunlar ve Umutlar     a. Politik aktörler ve yeni ortaya çıkan toplumsal hareket arasındaki ilişkiler 2001 Aralık’taki Arjantin isyanı hiçbir sol partinin önderliğinde değildi. Bu parti ve grupların çoğu, birçok işçi sınıfı örgütünde yer alıyordu ama isyan kendiliğinden ve bu örgütlerden bağımsız gelişti. Bununla birlikte, halk meclisleri gibi bu isyandan doğan ve geleneksel partilerden (hem sol, hem sağ) çok farklı bir politika arayışına giren örgütler için yeni bir senaryo oluştu. Fakat bu kendiliğindenlik durumunu korudukları için uzun vadede tabandan yukarı bütün örgüt yaşantısında tutarlılık sağlayabilecek bir politik proje geliştiremediler. Ve diğer yandan, solcu partilerin çoğu politik gruplar ve toplumsal hareket arasındaki – toplumsal hareketin pasif rol üstlendiği ve “politik” öznenin bütün sorumluluğu üstlendiği – geleneksel bağı varsaymakta ısrar ettiler. İnsanların sezgileri bunu reddetti; ama sezgiler yeterli değildir ve eninde sonunda resmi ya da solcu partilerin geleneksel rolünü “kabul” ettiler, ya da kurdukları yaşantı kendi çelişkileri içinde boğuldu. Bu durum halk meclislerinin çoğunda belirgin bir şekilde gözüküyordu. Böylelikle Arjantinlilerin çatışmalardaki ilk çığlıkları “Que se vayan todos” -Hepsini atmak istiyoruz- çürümüş bürokrasilerden, politikacı sınıftan kurtulma iradesini ifade ederken, en sonunda bunların hepsi yerlerinde kaldı. Ve bu noktada anarko-komünist alternatifin söyleyeceği çok şey var çünkü bu akım, devleti ve geleneksel politik biçimi reddederek, doğrudan demokrasiyi ve doğrudan eylemi savunarak Arjantin halkına çok daha fazlasını sunar. Ve halkın kendi deneyimine dayalı ama anarşizmin beslendiği, geçmiş uluslararası devrim deneyiminin kaynakları kullanarak geliştirilecek, stratejik devrimci ve politik programa politik bir çerçeve sağlamak konusunda kilit rol oynayabilecek olan politik akım anarko-komünizmdir. Böyle bir alternatif henüz oluşmadı ama Arjantin’deki birçok yoldaş kesinlikle bunun için çalışıyor.

b. Mülkiyet ve yönetim Bu işletmeler hakkında soldaki ana tartışmalardan biri, devrimci projeye uygun acil çözümün ne olacağıdır – Fabrikalar kooperatif olarak işçilerin kendi elinde mi olmalı, yoksa işçiler tarafından yönetilip devlet mülkiyetinde mi olmalıdır. Arjantinli anarko-komünist grup OSL (Sosyalist Özgürlükçü Örgüt)’ün gazetesi EN LA CALLE’deki bir makaleden aldığımız aşağıdaki bölüm sorunu ortaya çok net ortaya koyuyor ve anarşist alternatife bağlıyor: “Bu bağlamda, çeşitli solcu akımlar ‘işçilerin kontrolü alması mı, kooperatifler mi’ tartışmasını başlatmaya çalıştılar. Brukman’ın iç komisyonundan Celia Martinez (o dönem Troçkist PTS adayıydı [8), ‘Biz ulusallaşmak için savaşıyoruz… Kooperatif istemiyoruz… Ki rekabetin hayaleti bizi avlamasın…’ diyor, kamulaştırma için gereken yasal kooperatif statüsünü, kooperatifçiliğin politik görüşlerinden ayırt edemiyordu. Onların önerisi, ödeme yapmadan kamulaştırmayı, devletin kuruluş sermayesini vermesi, maaşları ödemesi ve bazı durumlarda üretilenleri satın almasını talep etmekti. Başka bir deyişle, devletin vermesi, işçilerin planlayıp yönetmesi. Kamulaştırma için işçilerin kooperatif gibi yasal bir statüye uymaları gerekiyor. Brukman, Zanun, Ghelco, Panificaciun 5, Grisinupolis ve 150 başka işgal edilmiş fabrika bu statüyü almasına rağmen, asıl sorun hukuki değil. İşçilerin yönetiminde devletleştirme ancak işçilerin ve halkın egemen olduğu bir devlet çerçevesinde mümkündür (bu stratejiyi anlıyor olmamız, paylaştığımız anlamına gelmez). Burjuva devletinden kamulaştırma istemek kapitalist bağlamda bir çözüm olmayacaktır ama fabrikayı işçilerin kendisine vererek işçilerin güçlerini kullanmalarını sağlayacaktır. Ücretleri ve ilk sermayeyi talep etmek, işçilerin içinde bulunduğu durumun mimarının aynı devlet-hükümeti olduğu ve işçi hareketinin tamamen savunmaya çekildiği düşünüldüğünde hayalden başka bir şey değildir. Diğer yandan, Kooperativizm işçilerin sorunlarına kesin çözüm sunan bir proje değildir. İşçi kitlelerinin çıkarlarına göre bir cevap vermekten çok uzaktır. Kapitalist üretim ilişkilerinin hiçbir zaman sorgulamaz, sadece yüzeysel özelliklerini (tekeller, rekabet, vb.) sorgular. Bir kooperatif ağıyla kapitalizme paralel bir alt sistem yaratmak daha da zordur. Üretimi ve toplumu işçilerin yönetmesi düşüncesi, devrimci bir toplumdaki tek gücün işçi sınıfı örgütleri olduğunu varsayar. İşçilerin yönetimi bir azınlığın uyguladığı gücün, burjuvanın gücünün yani devletin herhangi bir biçiminin ortadan kaldırılması olarak anlaşılmalıdır. Biz işçiler, sadece tarlalarda, fabrikalarda ve işyerlerinde değil, toplumun geri kalanında da işçilerin yönetimini devralmalıyız.” [9] Görüldüğü gibi, yoldaşlara göre çözüm, politik proje olarak biri ya da diğeri değil (kooperativizm ya da devletleştirme ile işçilerin yönetimi), işçilerin işlerini kaybetmemesi için gerekli koşulları sağlamak – yani (politik olarak kooperativizmi farz etmeden) yasal kooperatif statüsünü almak -, öz örgütlenmeyi korumak ve toplumun örgütlenmesi için küresel bir alternatif arayışında şimdi kazanabileceğimiz herhangi bir reformun, halkçı mücadelenin diğer öznelerinin mücadeleleri ile tamamlanacak olan, sadece kısmi adımlar olduğunu anlamaktır.

c. Yöneticilerden ve Kapitalistlerden Arınmış Bir Topluma Doğru? Arjantin deneyimi karşılaştığı birçok çelişki ve soruna rağmen bir yönetici sınıfın ya da müdürlerin sınıfının lüzumsuzluğunu tartışmasız bir şekilde gösteriyor. Patronlar ne zaman endüstriyi idare edip üretimi devam ettiremediklerini ispatlasalar, işçiler örgütlenip en az onlar kadar iyi, hatta daha iyi yapabildiklerini gösterdiler. Ezilenlerin hareketinin tarihi böyle örneklere doludur (Şili endüstri ağları, İspanya ve devrim dönemindeki endüstri ve kırsal kolektifleri, 1917 Rusya’sında Sovyetler ve İşçilerin Konseyleri, vb.) ve Arjantin deneyimi bize bir kere daha işçi sınıfının, 150 yıllık proleter mücadelenin ardından, özündeki kapasiteden hiçbir şey kaybetmediğini gösteriyor. Bu bize üretimin temel bir özelliğini gösteriyor: İşçiler olmadan patronlar endüstriyi işletemezler, patronlar olmadan işçiler daha iyisini yapar. Bu deneyimler aynı zamanda başka yerlerdeki anarşistlerin halk ayaklanmaları uyanırken karşılaştığı sorunları da açığa çıkarıyor ve bize özgürlükçü bir toplumun inşasının klişe ve sloganları tekrar ederek olmayacağını gösteriyor. Kolay cevaplar yok ve çokça ihmal edilen yasal sorunları, ekonomik engelleri ve işçi sınıfı direnişinin tarihini de hesaba katarsak, yerel etkenler deneyimleri çok farklılaştırıyor. Devrim birdenbire olmaz, farklı yer ve zamanlarda oluşan farklı etkenlerin birikmesidir. Bu etkenlerin hepsini devrimci ve anarşist bir strateji ile uyumlu bir şekilde ilişkilendirmeliyiz. Bu da biz anarko-komünistlerin savunduğu [10] gibi halkın mücadelelerinde bir hızlandırıcı görevi üstlenen anarşist örgütlenmenin önemini gösteriyor. Saf kendiliğindenlik yeterli değil. Devrim öncesi dönemde, işçi sınıfının direniş deneyiminde karşılaştığı tarzda sorunlar hakkında ciddi şekilde düşünmeye başlamalıyız (örneğin işgal fabrikaları deneyiminin açıkça gösterdiği gibi, mülkiyet ilişkileri ve üretimin idaresi arasındaki ilişki; halk hareketi ile politik örgütler arasındaki ilişki). Net politikalar ve pratik cevaplar üretmek için mücadelenin somut koşullarını ve bulunduğu yerin özelliklerini hesaba katmalıyız. Aynı zamanda farklı mücadeleler konusunda program seviyesinde bir anlayışa sahip olup bu mücadeleleri özgürlükçü bir devrime giden yolu döşemek için birleştirebilmeliyiz. Tüm bu deneyimler, (hem ekonomik, hem politik [11]) yöneticilerden ve kapitalistlerden arınmış bir toplumun anarşist özlemi yüksek bir ütopya değil, günümüzdeki işçi sınıfının kendi kapasitesini temel alan, gerçek bir olasılık. Tarih tekrar tekrar, toplumsal adalet ve özgürlük için zamanın geldiğini gösteriyor. Şimdi ve burada onu gerçekleştirmek için yapmamız gereken sadece anı hazırlamak, örgütlenmek ve mücadele etmek. Demek ki, anarşistler imkansızı talep ettiğinde bize gösterdikleri şey, gerçekte mümkün olanın burjuvazinin inanmamızı istediğinden daha geniş olduğudur. Ezilenlerin ezenleri karşısındaki daimi mücadelesi anarşizmin örgütlü güçlerinin önemli görevler almasını gerektiriyor ve mücadelede her toplumsal deneyim, her devrimci eylem, kapitalist rejimin cesedi içinde, yöneticiler ve kapitalistlerden arınmış bir toplumun inşasında yeni tuğlalar döşerken, yeni sorunları, yeni öngörüleri açığa çıkarıyor.
Dipnotlar 1 Hombre y Sociedad No. 14, Suplemento. Aralık 2001. 2 Ancak son birkaç yılda, bazı Piquetero eğilimleri bürokratlaşmaya başladı. 3 En çok orta sınıfın hissettiği bir talep. 4 Buenos Aires nüfusunun büyük bir bölümü İtalyalı göçmenlerin soyundandır. 5 EN LA CALLE, Buenos Aires, No. 52, Haziran-Temmuz 2004. 6 CNT, No. 301, Mayıs 2004. 7 CNT, No. 298, Şubat 2004. 8 Troçkist parti. 9 EN LA CALLE, Buenos Aires, No. 49, Eylül 2003. 10 Arjantin’de OSL, Şili’de OCL ve İrlanda’da WSM’deki ve “Platformist” Anarşizm akımının ruhunu kavrayan diğer yoldaşlarımızın çabaları bu yöndedir. 11 Arjantin’in deneyimlediği Halk Meclisleri bir kurum olarak devletin ortadan kalktığı, “politik yöneticiler”den arınmış bir topluma ilişkin iyi bir içgörü sağlar. İşçiler işgal ettikleri fabrikalarda nasıl işyerlerini ve üretimi kendi ellerine aldılarsa, Buenos Aires’in birçok mahallesinde insanlar politik gidişatı öz-örgütlenmenin yatay alanında kendi ellerine aldılar.

 

José Antonio Gutiérrez D: Şilili anarşist yazar ve eylemci. Özellikle İrlanda’da anarko-komünist hareketin etkin isimlerinden biri olan Jose, Güney Amerika’daki halk hareketleri ve işçi hareketi üzerine yazdığı yazılarla tanınıyor. Anarkismo.net’in, CEPA ve El Ciudadano isimli dergilerin editörlüğünü de yapan Jose, “Problems and Possibilities of Anarchism”ve “Libertarian Origins of the First of May in Latin America” isimli kitapların da yazarı.
 
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 13. sayısında yayımlanmıştır.
Çeviri : Özgür Oktay 

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (5) : Patronsuz İşçiler- İşçilerin Öz-yönetimi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/10/19/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-5-patronsuz-isciler-iscilerin-oz-yonetimi/feed/ 0
” İstanbul’dan Selanik’e İŞGAL, ÖZYÖNETİM, ÜRETİM ” – Özlem Arkun https://meydan1.org/2013/10/14/istanbuldan-selanike-isgal-ozyonetim-uretim-ozlem-arkun/ https://meydan1.org/2013/10/14/istanbuldan-selanike-isgal-ozyonetim-uretim-ozlem-arkun/#respond Mon, 14 Oct 2013 08:02:15 +0000 https://test.meydan.org/2013/10/14/istanbuldan-selanike-isgal-ozyonetim-uretim-ozlem-arkun/             KAZOVA   İlmek İlmek Özgürlüğü Dokumak   “… Onlar yoktan var edenlerdir, onlar Kazova işçileri, onlar gerçek tanrılardır. Bize ilmek ilmek direnişi öğrettiler.” Beşiktaş Belediyesi Taşeron İşçisi- Rıdvan Çalışkan   Onlar Kazova işçileri, 31 Ocak’tan bu yana direnen ve direnerek üretenler. 31 Ocak’ta bir haftalık izne gönderildiklerinden bu yana tamamen değişen […]

The post ” İstanbul’dan Selanik’e İŞGAL, ÖZYÖNETİM, ÜRETİM ” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

          KAZOVA

  İlmek İlmek Özgürlüğü Dokumak

 

“… Onlar yoktan var edenlerdir, onlar Kazova işçileri, onlar gerçek tanrılardır. Bize ilmek ilmek direnişi öğrettiler.”

Beşiktaş Belediyesi Taşeron İşçisi- Rıdvan Çalışkan

 

Onlar Kazova işçileri, 31 Ocak’tan bu yana direnen ve direnerek üretenler. 31 Ocak’ta bir haftalık izne gönderildiklerinden bu yana tamamen değişen hayatlarıyla birlikte dünyayı değiştirmeye çalışanlar.

Onlara, izinden geri döndüklerinde ödenmemiş maaş ve mesai ücretlerini alacakları söylenmişti. İzin dönüşünde fabrikaya gittiklerinde ise, kendilerini bekleyen şirket avukatı ile karşılaştılar. Patronlar Ümit Somuncu ve Umut Somuncu çoktan gitmiş, 100.000 kazağı, 40 ton ipliği, yükte hafif pahada ağır makinelerin tümünü giderken yanlarına almış, alamadıkları makinelerin ise motorlarını, kartlarını sökmüş, devrelerini ters bağlamış kullanılamaz hale getirmişlerdi. Bir haftalık izin süresinde, işçilerin üç gün art arda işe gelmediğine ilişkin tutanak tutulmuş tazminatsız bir şekilde işlerine son verilmişti. Kazova işçileri o gün ne yapacaklarını bilemediler. Evlerine döndüler. Fakat bu bir son değil, hepsinin hayatında yepyeni bir başlangıç oldu.

“Artık 31 Ocak’taki gibi değiliz. 31 Ocak’ta çaresiz, bilinçsiz, bilgisizdik. Bu nedenle kimseye güvenmiyor ve korkuyorduk. Bu nedenle de eziliyorduk. Ama artık öğrendik, öğrenmeye devam ediyoruz. Öğretmenimiz direniştir. Direniş bize öğretti ve öğretmeye devam ediyor.” diyor Kazova işçilerinden Bülent Ünal ve ekliyor “Önceleri ürkek ve çekingendik. Slogan atamıyor, pankart tutamıyorduk. Öğrendik. Haftada bir gün Şişli Meydanı’nda toplanıp fabrikaya yürüyorduk. Ama bu, sesimizi kimseye duyurmayan bir eylemdi. Biz Çarşamba yürüyüşleri yaparken, fabrikadan yine mal kaçırıldığını öğrendik. Bu sefer kaçıranlar, fabrikanın müdürleriydi. 28 Nisan’da fabrika önüne çadırımızı kurduk. Artık direnişimiz çadır direnişine döndü.”

28 Nisan’da direniş çadırlarını kurmalarının ardından, fabrikadan kaçırılma ihtimali olan makinelerin ve kalan iplik ve kazakların çalınmasını engellediler. Bu arada patronlar, hırsızlık yaptıkları iddiasıyla Kazova işçileri hakkında, savcılığa suç duyurusunda bulundular. Bunun üzerine çevre fabrikaların da güvenlik kayıtları incelendi, hırsızlığı yapanların patronun kendi adamları olduğu ortaya çıktı. Ne var ki bu adamlar hakkında hiç bir işlem yapılmazken, işçilere soruşturmalar açıldı.

Fakat onlar vazgeçmediler, daha çok eylem yaptılar, işten atılan başka işçilerle dayanışma eylemlerine katıldılar, coplandılar, gaza boğuldular, vazgeçmediler, direnmeye devam ettiler.

Ve Haziran sonunda alacaklarına karşılık fabrikadaki hurda makinelere el koymaya karar verdiler, hazırlandılar. 30 Haziran günü fabrikayı işgal ettiler, makinelere ve içerideki mallara el koydular. Patronların onlardan çaldıklarını, zaten onların olanı, geri aldılar.

Bu makineleri satarak alacaklarının en azından bir kısmını tahsil etmek istediklerinde ise polis önlerini kesti, işçilere saldırdı ve dördünü gözaltına aldı. Bunun üzerine 8 işçi kendilerini fabrikaya kilitledi ve açlık grevine başladı. İşçilerden Bülent Ünal süreci anlatırken bu durumu şöyle açıklıyor “Patronun bizim emeğimizi çalması, makineleri bizden kaçırması suç değildi, ama bizim alacağımızın en azından bir kısmını almaya çalışmamız suçtu. … Polis patronlarımız Ümit Somuncu ve Umut Somuncu’nun şikâyetleri üzerine fabrikaya gelmiş. Yine hakkımızda soruşturma açıldı. Yine biz sanıktık. Patronlara bir şey diyen yoktu.”

Onlar bir taraftan açlık grevine devam ederken, diğer taraftan direnişi büyütmeye devam ettiler. Diğer direnişlerle dayanıştılar, dayanışmayı direnişle öğrendiler.

Kazova işçilerinden Yaşar Gülay, bu süreçte karşılaştıkları zorlukları anlatırken ekliyor: “Şunu da biliyoruz; birçok sorunla daha karşılaşacağız. Ekonomik, polisiye, birçok sorun yaşayacağız. Ama tümünü çözebileceğimizi düşünüyoruz. Çünkü yalnız değiliz. Çünkü biz direnişimizin talebini değiştirdik. Talebimiz sadece alacaklarımız değil. Bu, onur direnişidir. Bu egemenlerle halk arasında süren savaşın küçük bir örneğidir. Ve bu savaşta biz halkımızla birlikteyiz. Yalnız değiliz ve olmayacağız da.”

Kazova işçileri 31 Ağustos’ta ilk defa yıllardır ürettim yaptıkları makineleri kendileri için çalıştırdılar ve o günden bu yana kendileri için üretiyorlar. Bir taraftan fabrika önündeki direnişlerine devam ederken diğer taraftan direnişlerinin ateşiyle dokuyorlar kazaklarını.

Fabrikayı işgal ettiklerinde el koydukları yarım kalmış kazakları tamamlayarak başladılar işe ve bu kazakları forumlarda satarak elde ettikleri gelirle, patronların tahrip ettiği makineleri onardılar. Üç dokuma makinesini çalışır hale getirdiler ve üretime devam ediyorlar. Bülent Ünal’ın cümleleriyle; “Artık bu makinelerde kendimiz üretiyoruz. Başımızda patron olmadan üretiyoruz. Üretmeye de devam edeceğiz. Artık başımızda bizim emeğimizi çalacak patron istemiyoruz. Artık kendi emeğimizin sahibi olacağız.” diyorlar.

Onlar, asalak ve hırsız patronlara haklarını yedirmemeye kararlılar. Onlar artık maaş ve tazminat alacakları için değil, gelecekleri için mücadele ediyorlar. Onlar patronların onlardan çaldığı makineleri istiyorlar, patronlara açtıkları davanın hukuki süreci devam ediyor. Davayı kazandıkları takdirde makineleri alıp, kendi atölyelerinde üretime özgür bir şekilde devam etmeyi planlıyorlar.

Artık onlar kooperatifleşmeye doğru giderken adım adım direnerek üretmenin ve üreterek direnmenin gücüyle, yalnız olmadıklarını bilerek, örgütlülüğün gücüyle çalıştırıyorlar makineleri. Ekmek, adalet ve özgürlük için çalıştırıyorlar makineleri. Ve patronsuz bir dünyayı dokuyorlar ilmek ilmek kazaklarıyla.*

*Direnişteki Kazova işçilerinin kendilerinin ürettiği kazakları Taksim 26A’dan alabilirsiniz.

 

   Vio. Me.

Dayanışmayı Örerek Direnmek

Meydan Gazetesi-VioMe33

 

“Ekmeği yoğuran biziz, ekmeksiz kalan da

Kömürü çıkaran biziz, soğuktan donan da

Biziz hiçbir şeyi olmayan, ama dünyayı ellerine alacak olan”

Tasos Livaditis

Yukarıdaki dizeler geçtiğimiz Şubat ayında fabrikalarını işgal ederek, makineleri kendileri için çalıştıran Vio. Me. işçilerinin bildirisinden bir alıntı. Ege’nin karşı kıyısında, farklı bir dilde aynı duygularla yola çıkanlar onlar. Ekmek için, adalet için, özgürlük için…

Mayıs 2011’de, ekonomik krizle birlikte kar oranı düşen şirketin patronlarının ortadan kaybolmasının ardından, Vio. Me işçileri fabrika önündeki nöbetlerine başladılar. Çalıştıkları süreçte maaşlarını ve ikramiyelerini tam olarak alamayan işçiler, patronların fabrikanın resmen kapanışı yapılmadan ortadan kaybolması üzerine işsizlik maaşlarını da alamadılar. Fakat ürettikleri 400.000 Euro değerindeki mallar hala fabrikadaydı ve bu onların tek güvencesiydi. Bu yüzden onlara fabrika önündeki nöbetlerini sonlandırdıklarında haklarını alabileceklerini söyleyen Filkeram Johnson Sendikası’na değil, kendilerine ve örgütlülüklerine güvendiler, nöbetlerine aylar boyunca devam ettiler.

Böyle başladılar direnmeye ve yaptıkları toplantılarda, kooperatif olarak işletmeye karar verdiler fabrikayı. Ve adım adım hazırlandılar; hiçbir şeyleri yokken her şeyi ellerine almak için…

İnşaat malzemeleri üreten Vio. Me fabrikasında üretime başlayabilmek için gereken pahalı hammaddeleri almak için işsizlik maaşlarını biriktirdiler ve onlarla dayanışma göstermeye çağırdılar tüm işçileri ve işsizleri.

Diğer taraftan kuracakları kooperatifin yasallığını oluşturmaları gerekiyordu çünkü devletin yasaları, işçilerin kendi kooperatifini kurmasına izin vermiyordu. Ve bunun tek yöntemi bir araya gelmek, dayanışmayı büyütmek ve örgütlenmekti.

Vio. Me işçileri, birçok direnişe gitti, birçok panele ve söyleşiye katıldı. Gittikleri her yerde mücadelelerini anlattı. Birçok grup, sendika, örgüt ve bireyle dayanışma içinde ördü direnişini. Selanik ve Atina’da Vio. Me Dayanışma İnisiyatifleri kuruldu. Ve Yunanistan’da Volos ve Patras’ı da kapsayan bir konvoy gerçekleşti. Vio Me işçileri ile dayanışma için kurulan bu konvoya Yunanistan’ın tamamından katılım oldu, binlerce kişiyle birlikte Çalışma Bakanlığı’na yürüyen Vio. Me işçileri kendi toplantılarında, doğrudan demokratik karar alma süreçleriyle, özenle oluşturdukları kooperatif taslağını bakanlığa sundu. Görüşmelerin ardından iki hafta içinde kendilerine cevap verileceğini öğrenen işçiler, Selanik’e geri döndüler.

Ancak bakanlıktan herhangi bir geri dönüş alamadılar. Ve onlar direnişin en başından beri yaptıkları gibi, yine kendilerine ve örgütlü güçlerine güvenerek fabrikayı işgal edeceklerini duyurdular. 12 Şubat 2013 günü geldiğinde ise kendileri ile dayanışma gösteren herkesle birlikte fabrikayı işgal ettiler ve özyönetimin makinelerini çalıştırmaya başladılar. Onlar da yıllarca patronlar için çalıştırdıkları makineleri ilk defa kendileri için çalıştırdılar ve bugün hala çalıştırmaya devam ediyorlar.

Direnişleri boyunca devletin türlü baskısı ve çıkmazları ile karşı karşıya gelen işçiler bu günlerde de patronlardan kalan elektrik borcu nedeniyle devlet baskısıyla uğraşıyor. Her şeye rağmen Vio. Me işçileri ve onlarla dayanışma içinde olan herkes, direnmeye devam ediyor.

Ve onlar kendi mücadelelerinin sadece patronun asalak pozisyonunu açıkça sorgulattığı için değil aynı zamanda kapanan fabrikalar ve işsizliğe karşı en gerçekçi çözüm olduğu için kritik olduğunu biliyorlar çünkü “Bu mücadele yöntemi patronsuz bir dünya yaratmanın yöntemidir, işçilerin üretim araçlarını ele geçirmesi demektir”.

Ve biliyorlar ki; “Tek bir sendikanın mücadelesi toplumu kapitalizmin zincirlerinden kurtarmak ve bu krizi sonlandırmak için yeterli değildir, bu sendikanın mücadelesi bütün işçilerin ve işçi birliklerinin mücadelesi olmalıdır”.

Dayanışmayı örerek, mücadelelerini sırtlayarak 2011’den bu yana direnmeye, geçtiğimiz Şubat ayından bu yana ise üreterek direnmeye devam ediyor Vio. Me işçileri. Dünyanın dört bir yanından, Arjantin’den, Şili’den, Meksika’dan, Almanya’dan, Sırbistan’dan Türkiye’den, Mısır’dan, mücadelelerini selamlarken yoldaşları, biliyorlar yalnız değiller, biliyorlar, devam ediyorlar üretmeye, direnmeye ve onlar biliyorlar ki;

“… Viomihaniki Metalleutiki işçileri dünyayı tek başlarına dönüştüremez. Ama onlar yalnız kalırsa hiçbir şey değişmez, Bu bütün işçilerin ve işsizlerin mücadelesidir. Bu hepimizin mücadelesidir. Biz kazanacağız!”

Geleceğin Gerçeğini Yaratmak:

Kazova işçileri de Vio. Me işçileri de özyönetimle ve kooperatifleşmeye doğru aynı yolda ilerlerken gözlerimizin önünde yarının gerçekliği oluşuyor. Bakunin’in dediği gibi onlar “sadece fikirleri değil geleceğin gerçeklerini yaratıyorlar.” Onlar işgal ederek, direnerek ve üreterek sömürüsüz ilişkileri bugünden inşa ediyor ve burada, bugünden başlayarak, adım adım, sabırla, ilmek ilmek patronsuz bir dünyayı yaratıyorlar.

Diğer bir taraftan ise özyönetime geçen bu işçiler, yalnızca fabrikalardaki ilişki biçimlerini değil; yöneten ve yönetilen, sömüren ve sömürülen arasındaki bütün ilişkilerin özünde bir kırılma yaratıyor. Toplumun alışılagelmişini reddediyor ve olmazsa olmaz kabul edilen iktidar ve hiyerarşi ilişkilerinde çatlaklar açıyor ve dayanışmayla örülü, kendi kararlarını alan ve sorunlarına pratik çözümler üreten, bugünden başlayarak özgürleştirici başka bir toplum modelini bugünden yaratıyor.

Onlar, patronsuz işçiler, kapitalizmde açtıkları çatlaklara özgülük tohumlarını ekiyorlar, bu tohumları dayanışmanın bereketiyle, öz örgütlülüğün ışığıyla büyütüyor, düşlediklerini beraberce eyleyerek, bu tohumları yeşertiyorlar. Kapitalizmin çatlaklarında yeşeren bu tohumlar derinlere saldıkça köklerini, parçalıyor bu sömürü sistemini ve yeni patronsuz bir dünyayı yaratıyor işçiler bugünden.

Özlem Arkun

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 13. sayısında yayınlanmıştır.

The post ” İstanbul’dan Selanik’e İŞGAL, ÖZYÖNETİM, ÜRETİM ” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/10/14/istanbuldan-selanike-isgal-ozyonetim-uretim-ozlem-arkun/feed/ 0