AYM – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Fri, 01 May 2020 08:28:07 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Anayasa Mahkemesi’nden Üç İptal https://meydan1.org/2020/05/01/anayasa-mahkemesinden-uc-iptal/ https://meydan1.org/2020/05/01/anayasa-mahkemesinden-uc-iptal/#respond Fri, 01 May 2020 08:28:06 +0000 https://meydan.org/?p=57724 Anayasa Mahkemesi (AYM) aldığı son kararla üç yasa maddesini iptal etti. Anayasa Mahkemesi,polise, sosyal medya üzerinden internet abonelerinin kimlik bilgilerine ulaşma yetkisi veren yasa maddesini iptal ederek bu yetkiye sadece yargının sahip olabileceğini belirtti. Bununla beraber, kamuda sözleşmeli personel olarak göreve başlayacak olanlara güvenlik soruşturması hükmünü de “Sınırlarının belirsiz olduğu ve keyfiliğe neden olabileceği” gerekçesiyle […]

The post Anayasa Mahkemesi’nden Üç İptal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Anayasa Mahkemesi (AYM) aldığı son kararla üç yasa maddesini iptal etti.

Anayasa Mahkemesi,polise, sosyal medya üzerinden internet abonelerinin kimlik bilgilerine ulaşma yetkisi veren yasa maddesini iptal ederek bu yetkiye sadece yargının sahip olabileceğini belirtti.

Bununla beraber, kamuda sözleşmeli personel olarak göreve başlayacak olanlara güvenlik soruşturması hükmünü de “Sınırlarının belirsiz olduğu ve keyfiliğe neden olabileceği” gerekçesiyle iptal etti.

Son olarak; MİT ya da Emniyet’in “terör bağlantılı” yaftalaması atarak susturmaya çalıştığı devrimci ve muhalif medya organlarının TV lisans başvurularının reddedilmesini düzenleyen yasa maddesi de AYM’nin aldığı son kararla iptal etti.

The post Anayasa Mahkemesi’nden Üç İptal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/05/01/anayasa-mahkemesinden-uc-iptal/feed/ 0
Devletin Her Hali Şiddettir – Davut Erkan https://meydan1.org/2017/07/15/devletin-her-hali-siddettir-davut-erkan/ https://meydan1.org/2017/07/15/devletin-her-hali-siddettir-davut-erkan/#respond Sat, 15 Jul 2017 09:29:36 +0000 https://test.meydan.org/2017/07/15/devletin-her-hali-siddettir-davut-erkan/ “Olağanüstü hal” hukuk literatüründe, bir devletin karşılaştığı bir kriz durumunu aşmak için, olağan yönetim usulünün ötesinde yani olağanüstü yönetim usullerine başvurduğu döneme verilen addır. Modern devletler, meşruiyetinin kaynağı olarak toplum sözleşmesi fikrine, teknik anlamda ise devletlerin sınırlarını belirleyen uluslararası sözleşmeleri ve devletin temel ilkelerini ve örgütlenme biçimini düzenleyen anayasaları işaret eder. Bu kapsamda devlet, vatandaşlarının […]

The post Devletin Her Hali Şiddettir – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“Olağanüstü hal” hukuk literatüründe, bir devletin karşılaştığı bir kriz durumunu aşmak için, olağan yönetim usulünün ötesinde yani olağanüstü yönetim usullerine başvurduğu döneme verilen addır.

Modern devletler, meşruiyetinin kaynağı olarak toplum sözleşmesi fikrine, teknik anlamda ise devletlerin sınırlarını belirleyen uluslararası sözleşmeleri ve devletin temel ilkelerini ve örgütlenme biçimini düzenleyen anayasaları işaret eder. Bu kapsamda devlet, vatandaşlarının güvenliğini, hak ve özgürlüklerini koruma işlevini yerine getirdiğini iddia eder. Olağanüstü dönemlerde ise, devletin bu işlevini uzun vadede devam ettirebilmesi için geçici olarak vatandaşlara tanınan hakların az ya da çok kısıtlandığı ya da bazı hakların tamamen ortadan kaldırıldığı kabul edilir.

Olağanüstü hal, hem şekli anlamda hem de içerik anlamında devletten devlete farklılık gösterir. Bu yazının konusunu ise, 20 Temmuz 2016 tarihinden itibaren içerisinde yaşadığımız OHAL düzeni oluşturacak.

YENİ “TÜRK TİPİ” OHAL

Türkiye hukukunda OHAL düzeninin en belirgin özelliği, kanuni düzenleme yapma yetkisinin tek başına hükümetin elinde olmasıdır. Olağan dönemde yasalar, meclis içerisinde belirli aşamalar takip edilerek, mecliste bulunan partiler ve milletvekillerince bir tartışma sürecinden geçerek ve sonunda da belli bir çoğunluk oyun sağlanmasıyla çıkarılır. Ancak OHAL döneminde, meclisin bu işlevi ortadan kalkar ve hükümet KHK (Kanun Hükmünde Kararname) yayınlama yoluyla bütün toplumu bağlayıcı düzenlemeler yapar. Bu yetkinin kapsamı teorik olarak OHAL ilan edilmesine neden olan husus ile sınırlı olsa da, pratikte araçlara kış lastiği zorunluluğu dahi KHK ile düzenlenebilmektedir.

OHAL’i olağan dönemlerden ayıran bir başka özellik ise, KHK’lara karşı Anayasal denetimin olmamasıdır. Herhangi bir yasanın kısmen ya da tamamen Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurma ve iptalini sağlamak mümkün iken, OHAL KHK’lerine karşı anayasaya aykırılık iddiasında bulunulamıyor.

Bunun da ötesinde, KHK düzenlemelerinden etkilenen kişiler, bireysel olarak da haklarının ihlal edildiğini, mağdur edildiklerini iddia edememektedir. Yani KHK’lara karşı her türlü hukuk yolu kapalıdır. OHAL sürecinde İdare Mahkemeleri, Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bile, kendilerine başvuran kişilerin başvurularını reddetti. Önceki OHAL dönemlerinde AYM, KHK’ları en azından şekli anlamda ya da düzenlemenin konusu ve kapsamı itibariyle denetim yaparken, yeni Türkiye AYM’si kayıtsız ve şartsız olarak Olağanüstü Hal’de yayınlanan KHK’lara karşı yargı yolunu tamamen kapatmış durumda.

Tüm bunlar karşısında, içinde bulunduğumuz OHAL döneminin, bir hukuk düzeni olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Hukukun tamamen ortadan kaldırıldığı, hükümetin istediği konuda istediği düzenlemeyi yapabildiği, hukuksal olarak hiçbir hak arama yolunun olmadığı ve ne zaman biteceğinin de hükümetin keyfine kaldığı bir dönemden bahsediyoruz. Sürekli hükümet diyoruz ama artık yasallaşan partili cumhurbaşkanlığı sisteminde hükümet derken aslında sadece cumhurbaşkanından bahsettiğimiz de herkesin malumu bir husus.

KHK’larla kapatılan yüzlerce dernekten biri olan ÇHD’nin düzenlediği sempozyumda, OHAL dönemi için “Ay’ın karanlık yüzü” benzetmesi yapılmıştı. Bana öyle geliyor ki, bu düzen için lamba metaforu daha uygun düşmektedir. İktidar, gece karanlığında bütün ışıkları söndürerek elindeki sopayla kendinden olmayan herkesi pata küte dövmektedir.

Yanlış anlaşılmasın, olağan dönemde hukukun, hakların, demokrasinin vs. olduğu ya da varsa dahi matah şeyler oldukları iddiasında değilim. Mücadele etme yolunu seçen ezilenler için olağan dönem de olağanüstü dönemdir. Yok sayılan, kentleri bombalanan ve katledilen halklar, sömürülen ve iş cinayetleriyle katledilen işçiler, erkek egemen dünyanın ezdiği ve katlettiği kadınlar, LGBTİ’ler, yok edilen yaşam alanları vs… Devletin olağan hali budur.

OLAĞANÜSTÜ OHAL’DEN OLAĞAN OHAL’E

İçinden geçmekte olduğumuz OHAL düzeni, hak ihlallerini ve baskıyı yaygınlaştırmakta ve arttırmakta, ama daha da önemlisi bunu sürekli hale getirmektedir. Er ya da geç OHAL kalksa dahi, yaratılan bu olağanüstü hal, çok uzun bir süre daha devam edecek. Bu sürecin temeli ise esasen 15 Temmuz’a değil, 7 Haziran seçimlerine dayanmaktadır. Hatırlayalım, AKP tek başına iktidar imkânını yitirdikten sonra Kürt kentlerine yönelik saldırılara ve katliamlara başladı. Körüklenen milliyetçi ruhla oylarını öyle ya da böyle arttıran AKP, 1 Kasım seçimlerinden sonra tek başına iktidar oldu.

Ancak bu arada, Erdoğan’ın deyimiyle partide “metal yorgunluğu” vardı ve diğer yandan iktidarın en önemli ortağı olan cemaatle ilişkileri de bozulmuştu. İktidarın iki unsurundan biri zayıflamışken diğer unsur da destek olmak yerine köstek oluyordu. Bina yıkılmaya yüz tutmuştu, AKP 2002’den beri elinde tuttuğu iktidarı yavaş yavaş kaybediyordu. AKP’nin devletten cemaati temizlemek için attığı her adım, cemaatin hala elinde tuttuğu başka bir mekanizmayla boşa çıkarılıyordu, kapıdan kovulan bacadan giriyordu. İşte bu ahval ve şerait altında, başarısız bir darbe girişimi ve sonrasında ilan edilecek bir OHAL hükümet için olsa olsa “Allah’ın bir lütfu” olabilirdi.

OHAL’in sağladığı imkânlardan faydalanılarak yapılan düzenlemeler, bir bütün olarak değerlendirildiğinde, “devletin AKP’leştirilmesi” anlamına geliyor. Bürokrasinin en üstünden en altında kadar, AKP’li olamayan ya da ona biat etmeyen herkesin ihracı geri dönüşü olmayan bir kadrolaşma yarattı. İhraçlar, tutuklamalar ve yer değiştirmelerle, sadece cemaatçi hakimler savcılar değil, hükümetin hoşuna gitmeyen tüm yargı mensupları saf dışı bırakıldı. Çok yeni bir KHK ile Yargıçlar Sendikası üyesi hakimlerin çoğu sürgün edildi. Yargıtay’dan Danıştay’a, Anayasa Mahkemesinden YSK’sına kadar yüksek yargı makamları hizaya çekildi. Şu anda işler olmasa da, MHP ile yapılan ittifakla birlikte mecliste milliyetçi-muhafazakar cephe oluşturuldu.

Toplumun tabanındaki örgütlenmeler de nasibini aldı elbette bu dalgadan. KHK’lar eliyle muhalif dernekler, vakıflar, basın-yayın organları kapatılıp, malvarlıklarına el konulan muhalefetin tüm yasal örgütlenme alanları yok edildi. Son dönemde ise insan hakları alanında çalışmalar yürüten kurumlar açıktan ve hatta yargı makamları eliyle “ajanlık” suçlamalarıyla karşı karşıya kalıyor ve kriminalleştirilmeye çalışılıyor.

Bunun karşısına konulan şey ise, 15 Temmuz gecesi yaratılan “militan partili vatandaş” modeli. Darbe gecesi dağıtılan MP-5’lerle donatılmış militanlardan oluşan bir partizan ordusu da var. Darbeye karşı “tankları durdurarak hukuk düzenini koruyan” vatandaş, artık hukukun da önemli bir öznesi haline geldi. Sokakta eylem yapanları, satırla sopayla saldırarak cezalandırabilir; kıyafetini beğenmediği kadını tekme tokat dövebilir ya da “vatan haini” olduğunu düşündüğü herkese karşı re’sen harekete geçebilir. SADAT gibi artık ayyuka çıkmış paramiliter yapılanmadan söz etmiyorum bile.

İşte tüm bunlar, OHAL’in sonlandırılmasına karar verildiğinde dahi sona ermeyecek olanlardır. Yani OHAL sadece hukuksal bir mesele olmanın ötesinde, yeni ve sürekli bir hukuksuzluk düzeninin yaratıldığı bir süreçtir. Temizlik ve yeniden yapılanma tamamlandığında OHAL şeklen kaldırılacaktır. İşte o zaman, OHAL’in artık olağan hal olduğu gerçeğiyle yüz yüze kalacağız.


Davut Erkan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.

The post Devletin Her Hali Şiddettir – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/07/15/devletin-her-hali-siddettir-davut-erkan/feed/ 0
Kullan-at Kılavuz : “Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı” https://meydan1.org/2014/03/06/kullan-at-kilavuz-anayasa-mahkemesine-bireysel-basvuru-hakki/ https://meydan1.org/2014/03/06/kullan-at-kilavuz-anayasa-mahkemesine-bireysel-basvuru-hakki/#respond Thu, 06 Mar 2014 08:49:15 +0000 https://test.meydan.org/2014/03/06/kullan-at-kilavuz-anayasa-mahkemesine-bireysel-basvuru-hakki/   Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı :  2010 yılında yapılan referandumundan sonra Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru hakkı tanınmış oldu. Ancak bu hukuki yol, son aylardaki uzun tutukluluk meselesine dair mahkemenin vermiş olduğu kararlarla tekrar gündeme girdi. Peki, bize karşı açılmış veya bizim açmış olduğumuz davalarda konuyu nasıl bir hukuki yol izleyerek Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğiz? […]

The post Kullan-at Kılavuz : “Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler… 

 

Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı : 

2010 yılında yapılan referandumundan sonra Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru hakkı tanınmış oldu. Ancak bu hukuki yol, son aylardaki uzun tutukluluk meselesine dair mahkemenin vermiş olduğu kararlarla tekrar gündeme girdi. Peki, bize karşı açılmış veya bizim açmış olduğumuz davalarda konuyu nasıl bir hukuki yol izleyerek Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğiz? Bu kullan-at yazı da, bunu incelemeye çalışacağız.

Anayasanın 148/3 fıkrasına göre: “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

Bu madde çerçevesinde, AYM’ye “herkes” başvurabilir. Bu, yabancı uyruklu kişilerin de başvuru yapabileceği anlamına gelir. Ancak yabancılar T.C vatandaşlığı ile bağlantılı olan (mesela seçme seçilme konusu gibi) konularda başvuru yapamaz.

Başvuru konusu Anayasada belirtilen temel hak ve özgürlükler ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki haklara ilişkin olabilir. Örneğin yaşama hakkı, işkence ve eziyet yasağı, zorla çalıştırma yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği, hak arama hürriyeti, suç ve cezaların kanuniliği, özel hayata, aile hayatına, konut ve haberleşmeye saygı, düşünce, din ve vicdan hürriyeti, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, toplantı ve örgütlenme hürriyeti, serbest seçim hakkı, temel hak ve hürriyetlerin korunması, eğitim ve öğretim hakkı ve ödevi, eşitlik ve etkili başvuru hakkı bu kapsamda sayılabilecek haklardandır. Başka bir konuda başvuru yapılırsa mahkeme konu bakımından yetkisiz olduğu için başvuruyu reddedecektir. Yukarda belirtilen haklara ilişkin ihlalin ise 148/3’e göre “Kamu Gücünden” kaynaklanması gerektiği belirtilmiştir. Bu çerçevede Gezi sürecinde yaşam hakkımıza, eziyet ve işkence yasağına, hak arama hürriyetine açıkça kasteden devlete karşı açılan davalar (bir sürpriz olmazsa) reddedileceğinden, konuyu hiç üşenmeden binlerce ayrı dosya olarak AYM’ye taşımak gerekiyor. Bırakalım onlar zor durumda kalsın.

AYM inceleme alanı dışında olduğundan, mahkemenin verdiği kararın adil olup olmadığını, davadaki maddi ya da hukuki hataları, hukuk kurallarının doğru uygulanıp uygulanmadığını inceleyemez. Öbür taraftan bu hususlar temel hak ve özgürlüklerin ihlali ile doğrudan bağlantılı ise ve açıkça keyfilik varsa inceleme konusu yapılabilir.

Başvuru süresi ise 30 gündür. Normal hukuki prosedürde Yüksek Mahkemelerin (Yargıtay, Danıştay ile Askeri Yargıtay ile Danıştay) vermiş olduğu nihai kararlarla kanun yolları sona erer. Bu nihai karar sürenin başlangıcıdır. Bu noktada hatırlatmak gerekir ki, tüketilmesi gereken kanun yolları etkin değilse veya makul sürede yargılama yapılmıyorsa (uzun tutukluluk) kanun yolları tükenmeden de AYM’ye başvurabilirsiniz.

Başvurunun AYM’nin internet sitesinde yer alan formun doldurularak yapılması gerekiyor. Tüm delillerde bu formun eki olarak dosyaya konulmalı. Ayrıca şu anda 200 tl civarı bir harç da ödenmek zorunda. Başvuruyu direk AYM’ye yapabileceğiniz gibi bulunduğunuz yerdeki mahkemelere giderek de yapabilirsiniz. Oradaki görevliler teslim ettiğiniz dosyayı AYM’ye gönderecektir.

Bireysel başvuru hakkının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AIHM) başvuru yolunu kapatıp kapatmadığı konusuna gelince; AIHM’e başvuru hakkı Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle teminat altına alınmıştır. Devlet AIHM’e başvuruyu engelleyemez. Ancak bu noktada AYM’ye başvuru hakkının tanınmış olması devletin bir kurnazlığı olarak duruyor. Çünkü iç hukuk yolları tamamen tüketilmeden aihm’e gitmek mümkün değil. AYM’ye başvuru hakkı da artık bir iç hukuk yolu haline geldiğinden bu süreç tamamlanmadan AIHM’e gitmek artık olası değil. Türkiye ödemek zorunda kaldığı yüksek tazminatlar sebebiyle icat ettiği bu ara formülü de geçen iki yıllık “performansına” baktığımızda boşa düşürecek gibi duruyor.

Devletin kendi koyduğu kuralları insanlara öldüresiye dayatıp kendisinin hiçbir şekilde tanımaması şaşırtıcı değil. Mücadelemizin bir yönü de bu ikiyüzlülüğün açıkça teşhir edilmesidir.

 

Ali Rıza Ercan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kullan-at Kılavuz : “Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/03/06/kullan-at-kilavuz-anayasa-mahkemesine-bireysel-basvuru-hakki/feed/ 0
“İmparatorluktan Cumhuriyete Kimi Kim Seçti ?”- Emrah Tekin https://meydan1.org/2014/03/01/imparatorluktan-cumhuriyete-kimi-kim-secti-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2014/03/01/imparatorluktan-cumhuriyete-kimi-kim-secti-emrah-tekin/#respond Sat, 01 Mar 2014 15:46:20 +0000 https://test.meydan.org/2014/03/01/imparatorluktan-cumhuriyete-kimi-kim-secti-emrah-tekin/ Osmanlı Devleti-Meşrutiyet Dönemi Yaşadığımız coğrafyada seçimlerin geçmişini Osmanlı Devleti’nin, Tanzimat Fermanı ile ilan ettiği I. Meşrutiyet Dönemi’ne dek tarihlendirmek mümkün. Osmanlı Devleti yöneticileri, yıkılmaya doğru yol alan devletin kurtuluşu için, halkın isteklerini göz önünde bulundurup değerlendiren bir yönetim anlayışına geçilmesi gerektiğini düşünmeye başlamışlardı. Tanzimat Fermanı adı verilen, şimdilerin revaçta tabiriyle “açılım” 3 Kasım 1839’da bu […]

The post “İmparatorluktan Cumhuriyete Kimi Kim Seçti ?”- Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Osmanlı Devleti-Meşrutiyet Dönemi
Yaşadığımız coğrafyada seçimlerin geçmişini Osmanlı Devleti’nin, Tanzimat Fermanı ile ilan ettiği I. Meşrutiyet Dönemi’ne dek tarihlendirmek mümkün. Osmanlı Devleti yöneticileri, yıkılmaya doğru yol alan devletin kurtuluşu için, halkın isteklerini göz önünde bulundurup değerlendiren bir yönetim anlayışına geçilmesi gerektiğini düşünmeye başlamışlardı. Tanzimat Fermanı adı verilen, şimdilerin revaçta tabiriyle “açılım” 3 Kasım 1839’da bu amaçla ilan edilmişti. Yıkılmak üzere olan ve ekonomik olarak da büyük sıkıntıda olan devleti, halktan daha etkin bir şekilde toplanacak vergilerle ayakta tutmayı planlayan devlet yöneticileri bu amaçla taşralarda “Muhassıl Meclisleri” oluşturmaya başladılar. Bu meclislerde üyelerin yarısı atama, yarısı da seçimle işbaşına gelecekti. Üye adaylarında devlet tarafından aranan özellikler ise erkek ve mülk sahibi olmalarıydı. Az da olsa doğrudan demokrasi yöntemlerini anımsatan bu seçimde adaylar, seçmenlerin önüne teker teker çıkıyor, söz konusu adayın seçilmesini isteyenler bir tarafa, istemeyenler diğer bir tarafa geçiyordu. Ancak yöntem olarak seçimler her ne kadar böyle kurgulansa da uygulamada adayların, son söz ve yetki sahibi padişah tarafından atanmasıyla işbaşına getirildiği aşikardır.

Osmanlı Devleti döneminde 1876’da ilan edilen ilk anayasa (Kanun-i Esasi) sonrası ilk seçimler 1877’de yapıldı. Ancak aynı yıl çıkan Osmanlı-Rus savaşı bahane edilerek Padişah II. Abdülhamit tarafından meclis kapatılıp anayasa askıya alındı. Yaklaşık 31 yıl sonra İttihat ve Terakki Partisi’nin faaliyetleri sonucu 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet sonrası aynı yılın Kasım-Aralık aylarında seçimler gerçekleştirildi ve onu 1912, 1914 ve 1919 yıllarında gerçekleşen seçimler izledi. Bu seçimlerde iktidardaki İttihat ve Terakki’nin karşısına muhalefet olarak önce Ahrar, daha sonra da Hürriyet ve İtilaf partileri çıktı. Ancak özellikle 1912 seçimleri, muhalif Hürriyet ve İtilaf partisine oy atmak isteyenlerin İttihat ve Terakki Partililer tarafından sopalarla dövülmesi nedeniyle “Sopalı Seçimler” olarak anıldı.

1923 Sonrası Tek Parti Dönemi
Cumhuriyet dönemi sonrası ilk seçimler, Lozan Antlaşması görüşmeleri sürerken gerçekleşti. İsmet İnönü, Lozan’da görüşmeleri yürüten heyetin başındaydı. Meclis içinde “Birinci Grup” olarak adlandırılan Müdafaa-i Hukuk grubuna muhalif olan “İkinci Grup” Lozan Antlaşması’nın imzalanmasına karşı çıkıyordu. Bu durumda antlaşmanın imzalanması tehlikeye girebileceğinden Mustafa Kemal meclise, seçimlere gidilmesi yönünde karar aldırdı. 28 Haziran 1923’te yapılan seçimleri muhalif “İkinci Grup” boykot etti ve katılmadı. Seçime tek parti olarak katılan Müdafaa-i Hukuk grubu bu seçimde Halk Fırkası adını alarak (Sonra CHF, sonra da CHP) tek parti yönetimini fiilen başlatmış oldu. 1924 yılında CHF’ye alternatif olarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulsa da kısa bir süre sonra bu parti Mustafa Kemal’in emriyle, ”dini siyasi çıkarlara alet ettiği” gerekçesiyle kapatıldı. Cumhuriyet döneminin bu ilk muhalif partisi aynı zamanda benzerlerini ilerleyen zamanlarda ve yakın tarihte de sıkça göreceğimiz, devlet tarafından kapatılan partilerin ilki olacaktı. Bundan 6 yıl sonra 1930’da Mustafa Kemal’in emriyle, ikinci defa çok partili sisteme geçiş deneyimi yaşandı. Türkiye o dönemde “1929 Buhranı” denen ekonomik krizden önemli ölçüde etkilenmişti. Krize çözüm bulmakta zorlanan Kemalist devlet, krizin yaratabileceği toplumsal muhalefeti yeni ve “muhalif” bir siyasi parti üzerinden parlamento çatısı altında eritmek istiyordu. Bunun sonucunda 12 Ağustos 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Partinin kurucuları ve kadrolarının Mustafa Kemal’in güvendiği kişilerden olmasına özen gösterildi – ki zaten birçoğu yakın bir zamanda bu partiye katılmak için CHP’den istifa etmişti. Partinin devlet tarafından kurgulanan bu “muhalif” yapısına karşın, tek parti uygulamalarından ve 1929 Buhranı’nın ekonomik sonuçlarından bunalan kitleler bu partiye büyük ilgi gösterdiler. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın üye sayısı iki hafta içinde 15.000’e yaklaştı. 1930 yılı Ekim’inde yapılan yerel seçimlerde özellikle taşrada CHF’yi geride bırakan SCF, seçim sonuçlarına itiraz etti. Zira genel toplamda CHF seçimi kazanmış görünüyordu. CHF ve SCF yöneticileri birbirlerini seçimlere yolsuzluk ve usulsüzlük yapmakla suçladılar. Bir süre sonra 16 Kasım 1930’da SCF kendini feshetti. Yaklaşık 6 ay sonra 25 Nisan 1931’de yapılan seçimlerde CHF’nin karşısına bağımsız adaylar çıktı.1935 yılında yapılan seçimlere “partinin ebedi ve değişmez genel başkanı” sıfatıyla Mustafa Kemal’in belirlediği adaylarla ve isminde “fırka” ibaresini “parti” olarak değiştiren CHP tek başına katıldı. 1943 yılındaki seçimlere de tek parti olarak giren CHP’de, bir önceki seçimden farklı olarak adayları, 1938’de ölen Mustafa Kemal’in yerine cumhurbaşkanı olan “Milli Şef” İsmet İnönü atandı.

Türkiye’de tek partili dönem boyunca devlet tarafından, seçimlere siyasi kültürün önemli bir figürü olarak ayrı bir değer atfedilmiştir. Bunun göstergesi olarak başarısız çok partili sistem girişimleri de dahil olmak üzere, her seçim sonrası meydanlarda “Sandık Alayı” adı verilen törenler gerçekleştirilmiştir. Bu törenlerde oy sandıkları çiçekler ve bayraklarla meydanlarda dolaştırılırken, seçimlerle yaşanan bu “demokrasi bayramı” halka “kutlatılıyordu”. Ancak devletin tüm bu özendirme çalışmalarına rağmen, örneğin 1927 seçimlerine katılım %20 civarında kalmıştı.

Çok Partili Dönem
1945 yılında İkinci Paylaşım savaşının sona ermesiyle sıcak savaş yerini “Soğuk Savaş” dönemine bıraktı. TC devleti de bu soğuk savaş konjonktüründe çok partili “demokrasilerin” hüküm sürdüğü tarafta yer aldı. Siyasal yaşamını da işte bu çok partili “demokrasilere” uygun şekilde dizayn etmesi gerekiyordu. Bu dönem ilk siyasi parti 1945 yılında kurulan Milli Kalkınma Partisi idi. Bu partiyi daha önce CHP ile görüş ayrılığına düşen Celal Bayar ve Adnan Menderes gibi isimlerin 1946 yılı Ocak ayında kurduğu Demokrat Parti takip etti. Aynı yıl yapılan ve “Hileli Seçim” olarak da adlandırılan seçimleri DP’lilerin tüm itirazlarına karşın CHP’nin kazandığı ilan edildi. Ancak DP sonrasında yapılan üç seçimi üst üste kazandı (1950-54-57). DP’nin bu seçim başarılarında ABD yanlısı politikalarının etkili olduğunu söylemek mümkün. 1945 sonrası ABD’nin NATO üyesi üçüncü dünya ülkelerine SSCB-Doğu Bloku tehdidine karşı dağıttığı “Marshall Yardımı” adındaki ekonomik teşvikler ve fiilen savaşa girmemiş olan TC devletinin hazinesinde biriken altın ve döviz rezervi sonucu oluşan nisbi ve göreceli ekonomik refahı da bu etkenlere ekleyebiliriz. Fakat bu “refah dönemi” uzun sürmedi. Baş gösteren ekonomik sıkıntı nedeniyle DP hükümeti 1958 yılında ilk kez İMF heyetini davet etti, aynı yıl ilk “İstikrar Paketi” hazırlandı. Ekonomik bunalım kısa bir süre sonra siyasal sorunları beraberinde getirdi ve 27 Mayıs 1960 tarihinde Cumhuriyet döneminin ilk askeri darbesi gerçekleşti. Darbe sonrası seçimler 15 Ekim 1961’de yapıldı. Bu seçime Adalet Partisi, Yeni Türkiye Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ve CHP katıldı. Bu seçimleri dört yılda bir yapılan 1965, 69, 73 ve 1977 seçimleri izledi. 1965 seçimleri önce ilk siyasi partiler yasası çıkarıldı ve seçim sisteminde yapılan değişiklikle nispeten az oy alana partilerin de parlamentoda temsil edilmesi amaçlandı. Bunun sonucunda Türkiye İşçi Partisi (TİP) meclise 15 milletvekili soktu. Ancak 1969 seçimleri öncesi, iktidardaki AP’nin getirdiği baraj sistemi sonucu TİP, neredeyse 1965 seçimleriyle aynı oyu almasına karşın bu kez sadece 2 milletvekili çıkarabildi.

1960 sonrasının Türkiye siyasi yaşamındaki bir diğer değişiklik ise TBMM ve Cumhuriyet Senatosu’ndan oluşan çift meclisli sistemdi. 12 Eylül 1980 darbesine kadar süren bu sistemde Cumhuriyet Senatosu adı verilen meclis üyelerinin seçilme şartlarından birinin “üniversite mezunu olmak” olması nedeniyle halk arasında “Okumuşlar Meclisi” olarak da anılıyordu. TBMM’nin aldığı kararları denetleyen bir üst kurul gibi de işleyen Cumhuriyet Senatosu’nun 15 üyesi de cumhurbaşkanınca atanıyordu.

12 Eylül 1980 Darbesi Sonrası
Askeri darbe yönetiminin işbaşına gelmesiyle birlikte siyasi partiler kapatıldı ve siyasi faaliyetler yasaklandı. 1983 yılı Nisan ayından itibaren ise, ancak darbecilerin sakıncasız bulduğu ve veto etmediği partilerin kurulmasına ve siyaset yapmalarına izin verildi. 1983 Kasım ayında yapılan seçimlere “zararsız ve sakıncasız” partilerden sembolik olarak bir merkez sağ-liberal (Anavatan Partisi-ANAP), bir sosyal demokrat-sol Halkçı Parti(HP), bir de darbecilerin açıktan desteklediği milliyetçi ve devletçi (Milliyetçi Demokrasi Partisi-MDP) olmak üzere üç partinin katılmasına izin verildi. Bu seçimi 1991 yılındaki seçimlere kadar 8 yıl tek başına iktidarda kalacak olan ANAP kazandı. Ancak bu seçimlerden bir yıl sonra 1984 yılında yapılan yerel seçimler, darbecilerin kurguladığı icazetli “siyasal faaliyet alanını” deşifre etti. Çünkü bu seçimde bir önceki seçime veto edilerek alınmayan iki parti Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) ve DYP ikinci ve üçüncü parti oldu. Eğer bu bir genel seçim olsaydı darbecilerin desteklediği HP ve MDP barajı bile geçemeyecekti.

Koalisyon-İttifak-Cephe Dönemleri
1991 yılı Ekim ayında gerçekleşen ve DYP-SHP koalisyon hükümetini iktidara getiren seçimlerle birlikte 2002 Kasım ayında AKP’nin tek başına iktidar olmasına kadar yapılan seçimlerden, ikili ya da üçlü koalisyon hükümetlerinin kurulduğu sonuçlar çıktı. Bu koalisyon iktidarlarından yakın tarihte akılda kalanları 28 Şubat döneminde generallerin müdahalesiyle bozulan Refah-Yol (Refah Partisi-DYP) hükümeti ve bu müdahale sonrası kurulan ANASOL-D(ANAP-DSP, Demokrat Türkiye Partisi) koalisyon hükümetleriydi.

Şu anda iktidarı elinde bulunduran AKP’nin de, geçmişte dört siyasi eğilimi birleştiren ANAP ile benzer olarak ancak ilan edilmemiş bir çıkarlar ittifakı olduğunu söylemek mümkün. 1983 seçimlerine gidilirken ANAP lideri Turgut Özal, partisinde dört farklı siyasal eğilimi (sosyal demokrat-sol, liberal, milliyetçi, İslamcı-sağ) birleştirdiğini söyleyerek bu anlamda bir ittifaklar bütünü olduğunu fiilen ilan etmişti. İçinden geçtiğimiz bu süreçte alenileşen AKP-Cemaat çatışmasıyla ortaya çıkan durum da mevcut AKP iktidarının yekpare ve heterojen bir yapıya sahip olmadığını ortaya koyuyor.

Yaşadığımız topraklarda devleti yönetenler iktidarlarını, ezilenler üzerinde çeşitli koalisyon, ittifak ya da cephe formülasyonlarıyla hayata geçirdi. Toplumsal muhalefetin ve politizasyonun çok yüksek olduğu 1970’li yıların ortalarından itibaren kurulan Milliyetçi Cephe (MC) hükümetleri bu formülasyonun yükselen işçi sınıfı mücadelesi ve sokak muhalefetine karşı kurulmuş olanlarıydı. 1975 yılında AP, MSP, MHP ve CGP (Cumhuriyetçi Güven Partisi)’nin koalisyonuyla kurulan 1.MC hükümeti 1977 Haziran seçimlerine dek iktidarda kaldı. 1977 Haziran seçimlerinde CHP hükümet kuracak yeterlilikte milletvekili sayısına sahip olamadığından, Temmuz 1977’ye dek iktidarda kalacak olan 2.MC hükümeti AP, MSP ve MHP’nin koalisyonuyla kuruldu ve Ocak 1978 tarihine kadar iktidarda kaldı. Aslen tek başına bir AP hükümeti olan ama dışarıdan MSP ve MHP’nin desteklediği 3.MC hükümeti Kasım 1979’dan darbenin gerçekleştiği 12 Eylül 1980’e kadar iktidardaydı.

Söz konusu MC hükümetlerinin işbaşında olduğu tarihsel döneme baktığımızda 34 kişinin öldüğü 1 Mayıs 1977 ve 7 devrimcinin yaşamını yitirdiği 16 Mart 1978 katliamlarını hatırlarsak, adı geçen “cephelerin” kimlere karşı ve ne amaçla kurulmuş olduğunu da anlayabiliriz. MC hükümetleri döneminde sivil-faşistlere askeri eğitimlerin verildiği “Komando Kampları”nın fiilen kurumsallaştığı gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda aynı tarih kesiti içinde gerçekleşen devlet destekli başka katliamları gerçekleştiren devletin gayrı-resmi örgütlenmesi olan “kontr-gerillanın” temellerinin de bu dönemde atıldığı gerçeğini görmek mümkün.

 

Emrah Tekin

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.

The post “İmparatorluktan Cumhuriyete Kimi Kim Seçti ?”- Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/03/01/imparatorluktan-cumhuriyete-kimi-kim-secti-emrah-tekin/feed/ 0