baskı – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 17 Nov 2020 10:28:03 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 “Kadın Gücü” Diyen OPET’e Karşı Kadın İşçinin Hak Mücadelesi https://meydan1.org/2020/11/17/kadin-gucu-diyen-opete-karsi-kadin-iscinin-hak-mucadelesi/ https://meydan1.org/2020/11/17/kadin-gucu-diyen-opete-karsi-kadin-iscinin-hak-mucadelesi/#respond Tue, 17 Nov 2020 10:28:01 +0000 https://meydan.org/?p=66671 “Kadın Gücü Projesi” adı altında reklamını yapan ve “her istasyona en az iki kadın çalışan” diyen akaryakıt şirketi OPET, hamileliği döneminde baskı ve tehditlerle işi bırakmasını söyledikleri çalışanları tarafından dava edildi ve kaybetti. OPET’in “Kadın Gücü Projesi” kapsamında Kadıköy’de OPET saha müdürü olarak çalışan kadın işçi, riskli süren hamilelik süreci boyunca çalışmaya devam ettiğini ve […]

The post “Kadın Gücü” Diyen OPET’e Karşı Kadın İşçinin Hak Mücadelesi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
“Kadın Gücü Projesi” adı altında reklamını yapan ve “her istasyona en az iki kadın çalışan” diyen akaryakıt şirketi OPET, hamileliği döneminde baskı ve tehditlerle işi bırakmasını söyledikleri çalışanları tarafından dava edildi ve kaybetti.

OPET’in “Kadın Gücü Projesi” kapsamında Kadıköy’de OPET saha müdürü olarak çalışan kadın işçi, riskli süren hamilelik süreci boyunca çalışmaya devam ettiğini ve bu süreç boyunca OPET tarafından sürekli baskıya uğradığını belirtti. Erken doğum riski sebebiyle hastaneye yattığını söyleyen kadın, doğumdan sonra işten ayrılmadığı takdirde iş hayatının bitirileceği yönünde tehditlerle karşılaştığını aktardı.

Erken doğum ile sonlanan hamileliği sonrası ise işten atıldığını ve sağlık sigortasının iptal edildiğini öğrenen kadın işe iade davası açtı ve kazandı.

The post “Kadın Gücü” Diyen OPET’e Karşı Kadın İşçinin Hak Mücadelesi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/11/17/kadin-gucu-diyen-opete-karsi-kadin-iscinin-hak-mucadelesi/feed/ 0
Antep Zeugma Müzesinde Çalışan Arkeolog Merve Kaçmış İş Yerindeki Baskılara Dayanamayarak İntihar Etti https://meydan1.org/2020/01/16/antep-zeugma-muzesinde-calisan-arkeolog-merve-kacmis-is-yerindeki-baskilara-dayanamayarak-intihar-etti/ https://meydan1.org/2020/01/16/antep-zeugma-muzesinde-calisan-arkeolog-merve-kacmis-is-yerindeki-baskilara-dayanamayarak-intihar-etti/#respond Thu, 16 Jan 2020 06:55:45 +0000 https://meydan.org/?p=53424 Antep Müze ve İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nde arkeolog olarak çalışan Merve Kaçmış (33), hafta sonunu geçirmek üzere Diyarbakır’da oturan ağabeyi Ömer Ozan Kaçmış’ın merkez Bağlar ilçesindeki Bağcılar Mahallesi’nde oturduğu evine geldi. Merve Kaçmış, pazartesi günü ağabeyinin oturduğu apartmanın 8’inci katından atlayarak yaşamına son verdi. Kardeşinin intiharıyla ilgili açıklamada bulunan Ömer Ozan Kaçmış, Merve’nin intihar […]

The post Antep Zeugma Müzesinde Çalışan Arkeolog Merve Kaçmış İş Yerindeki Baskılara Dayanamayarak İntihar Etti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Antep Müze ve İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nde arkeolog olarak çalışan Merve Kaçmış (33), hafta sonunu geçirmek üzere Diyarbakır’da oturan ağabeyi Ömer Ozan Kaçmış’ın merkez Bağlar ilçesindeki Bağcılar Mahallesi’nde oturduğu evine geldi. Merve Kaçmış, pazartesi günü ağabeyinin oturduğu apartmanın 8’inci katından atlayarak yaşamına son verdi.

Kardeşinin intiharıyla ilgili açıklamada bulunan Ömer Ozan Kaçmış, Merve’nin intihar etmeden önce mektup yazdığını belirtti. Ağabey Kaçmış, ”Kardeşim yaklaşık 2,5 yıldır Antep Zeugma Müzesi’nde çalışmaktaydı. Son 6-7 aydır kardeşim müzede bir zimmet devri olayı yaşadı. Kardeşim intihar etmeden önce hafta sonu buradaydı. Pazartesi sabahı bulunduğumuz binanın en üst katından atlayarak intihar etti. Konuyla ilgili suç duyurusunda bulunduk savcılığa gerekli yerlere bu konunun hukuk yoluyla takip edeceğiz. Hukuksal anlamda arayışımızı yapacağız ve konuyu takip edeceğiz. Mektup bırakmış, mektubu biz görmedik. Eve gelen olay yeri inceleme ekipleri mektubu almışlar. Mektubun içeriği hakkında herhangi bir bilgimiz yok. Mektup şu an savcılıkta, inceleniyor. Baskı ve mobbing kardeşimi duygusal yönden çöküntüye soktu ve intihara kadar sürükledi. ” açıklamasında bulundu.

The post Antep Zeugma Müzesinde Çalışan Arkeolog Merve Kaçmış İş Yerindeki Baskılara Dayanamayarak İntihar Etti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/01/16/antep-zeugma-muzesinde-calisan-arkeolog-merve-kacmis-is-yerindeki-baskilara-dayanamayarak-intihar-etti/feed/ 0
Travma Sonrası Büyüme: Acının Dönüştürücü Gücü-Esra Çelik https://meydan1.org/2019/03/04/travma-sonrasi-buyume-acinin-donusturucu-gucu-esra-celik/ https://meydan1.org/2019/03/04/travma-sonrasi-buyume-acinin-donusturucu-gucu-esra-celik/#respond Mon, 04 Mar 2019 08:58:14 +0000 https://test.meydan.org/2019/03/04/travma-sonrasi-buyume-acinin-donusturucu-gucu-esra-celik/   Kökleri evrensel ataerkil kültüre dayanan, kadın ve erkek arası eşit olmayan hiyerarşik ilişkilerin bir yansıması olan kadına yönelik şiddet, medeni olduğu iddia edilen toplumların bile ortaklaştığı tarihsel öğelerden biridir (Ertürk, 2007). Şiddet hangi formda gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin erkekler tarafından kadına yönelik korkutma, sindirme, kontrol etme yoluyla yaptırım aracı olarak kullanılmaktadır. (Yllö, 2005). Birleşmiş Milletler’in 2015 […]

The post Travma Sonrası Büyüme: Acının Dönüştürücü Gücü-Esra Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Mother and daughter holding hands in cafe

Kökleri evrensel ataerkil kültüre dayanan, kadın ve erkek arası eşit olmayan hiyerarşik ilişkilerin bir yansıması olan kadına yönelik şiddet, medeni olduğu iddia edilen toplumların bile ortaklaştığı tarihsel öğelerden biridir (Ertürk, 2007). Şiddet hangi formda gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin erkekler tarafından kadına yönelik korkutma, sindirme, kontrol etme yoluyla yaptırım aracı olarak kullanılmaktadır. (Yllö, 2005). Birleşmiş Milletler’in 2015 yılı raporlarına göre yaşam boyu en az bir kez partnerleri tarafından fiziksel ve cinsel şiddete maruz bırakılan kadınlar Türkiye’de kadın nüfusun %38’ini oluşturmaktadır.

Şiddet örseleyici bir yaşam olayıdır ve bu duruma maruz bırakılan kadınlarda pek çok psikolojik belirti görülebilmektedir. Golding (1999) tarafından yapılan bir çalışmada şiddete maruz bırakılan kadınların %64’ünde travma sonrası stres bozukluğu, %48’inde depresyon belirtileri görülmüştür. Alkol ve madde kullanımı, intihar eğilimi, migren atakları, fobiler, kaygı bozukluğu da partner şiddetinin diğer psikolojik sonuçları olarak gösterilmektedir (Mechanic, Weaver ve Resick, 2008). Ana akım psikolojide, psikolojik bozuklukları odak alan yaklaşımların çokluğuna rağmen, bazı araştırmacılar travmatik yaşam olaylarının ardından tanısal olarak travma sonrası stres belirtilerinin yanı sıra, bazı olumlu gelişmelerin de ortaya çıkabileceğini vurgulamışlardır.

Tedeschi ve Calhoun (1995), travmatik olaylardan sonra, travmanın neden olduğu acıyla başa çıkma girişimlerinden kaynaklanan bilişsel ve davranışsal olumlu değişimleri travma sonrası büyüme terimi ile ifade etmişlerdir. Bu değişim travmatik yaşantının doğal bir sonucu olarak değil, kişinin olay sonrası bu stresle baş etme sürecinde, stresle eş zamanlı olarak ortaya çıkmaktadır. Büyümenin derecesi kişiden kişiye değişmektedir. Travma sonrası büyüme, travmatik olay öncesi iyi oluş haline dönüşü değil, psikolojik işlevselliğin, hayata dair farkındalığın gelişimini ifade eder. Young (2007) tarafından şiddete maruz bırakılan kadınlarla yürütülen bir çalışmada, kendilerini daha güçlü hisseden ve kişiler arası ilişkilerinde düzelme belirten kadınların oranı %71.6 olarak bulunmuştur.

Bu süreçte stresli yaşam olaylarına maruz kalan kişilerin psikolojik sağlıkları açısından sosyal desteğe dair algıları ve başa çıkma tarzları da önemli faktörlerdir. Sosyal destek, kişilerin travmatik olay sonrası kendilerini açmalarına yardım ederek travmatik olayı anlamlandırmaya yardımcı olabilir. Partner şiddetine maruz bırakılan kadınlarla yürütülen araştırmalar sonucunda, çevrelerinden sosyal destek algılayan ve başa çıkma çabaları da çevreleri tarafından destek gören kadınların daha az psikolojik belirti gösterdikleri bulunmuştur (Prati ve 19 Pietrantoni, 2010; Beeble, Bybee, Sullivan ve Adams, 2009; Meadows, Kaslow ve Thompson, 2005). Kujipers, Knaap ve Lodewijks’in (2011) yaptığı bir çalışmada, algılanan sosyal desteğin “tekrar mağdur olma” (revictimization) durumuna karşı koruyucu bir faktör olarak işlev gördüğü de ortaya çıkarılmıştır.

Tedeschi ve Calhoun’un modeline göre kişiler travmatik yaşantılarının ardından üç boyutta gelişim gösterebilirler. Bu alanlar, “kendilik algısında yaşanan değişim”, “kişilerarası ilişkilerde yaşanan değişim” ve “yaşam felsefesinde yaşanan değişim” olarak ifade edilir.

Travma Sonrası Büyümenin Boyutları

Travma sonrası büyüme boyutlarının her biri; acının dönüştürücü gücüne işaret eder. Kişi bu üç alandan birinde büyüme ifade ederken, diğer alanlarda bu büyüme gerçekleşmeyebilir.

Kendilik algısında yaşanan değişim; şiddete maruz bırakılan kişinin kendini mağdur ve çaresiz olarak değil zor olaylarla baş edebilen, mücadeleci, her şeye rağmen hayatta kalan (survivor) olarak nitelemesi kendilik algısında yaşanan değişim için bir adım olmaktadır. Bu mücadelenin içinde hayatta kalan kadınlarda “Bu durumdan kurtulduysam hayattaki her türlü zorlukla baş edebilirim” düşüncesi oluşmaktadır. Kendisini, yaşadığı olayların mağduru ve çaresiz olarak değil, karşılaştığı zorluklarla başa çıkabilen, ayakları üzerinde durabilen güçlü biri olarak görmektedir. Bu eksende kişinin kendine güveninin artması ve güçlü kendilik algısı oluşması, sosyal destek kaynağı edinmek için de girişimde bulunmasını kolaylaştırmaktadır (Calhoun ve Tedeschi, 1999).

Kişilerarası ilişkilerde yaşanan değişim; travma sonrası büyüme üzerine yapılan araştırmalar stresli durumlarla başa çıkabilen kişilerin, diğerleriyle daha sağlam ve anlamlı ilişkiler geliştirdiklerini ortaya koymuşlardır. Benzer zorlu deneyimleri yaşayan insanların bir araya gelerek duygularını paylaşmaları; şefkat, merhamet duygularını güçlendirmekte ve empatik yaklaşımı ortaya çıkarmayı kolaylaştırmaktadır.

Yaşam felsefesinde değişim; yaşanan travmatik olaylar, varoluşsal deneyimin derinleşmesini de sağlayabilir. Şiddet gibi büyük bir tehditle karşılaşan kişiler hayattaki önceliklerini belirleyebilir, gerçekçi bir bakış açısı geliştirerek; ulaşılabilir amaçlar ile ulaşılamayan amaçlar arasında ayrım yapabilir, hayatta anlam bulabilirler.

Yaşanan travmatik olayın ardından, içinde bulunduğu olumsuz durumla başa çıkmaya çalışan kişi bu durumu olumluya çevirmek için kendine dair düşüncelerinde, insan ilişkilerinde ve hayata bakış açısında bir dönüşüm yaşar. Bu dönüşüm bu alanlardan birinde olabileceği gibi bir domino taşı etkisi de yaratabilir.

Peki bu büyümeyi etkileyen değişkenler nedir? Travma sonrası büyümeyi etkileyen eğitim düzeyi, başa çıkma stratejileri, yaş gibi değişkenler arasında en anlamlı ilişkinin gözlendiği alanlardan biri sosyal destek olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna göre travma yaşayan kişi sosyal izolasyona maruz bırakıldığı ölçüde daha az; sosyal destek aldığı, yalnız olmadığını ve kendisine destek olan arkadaşlarının varlığını hissettiği sürece, travma sonrası büyüme yaşamaya daha fazla eğilim gösterir. Kadına yönelik şiddete karşı mücadele içerisinde her zaman vurgu yaptığımız kadın dayanışması, yaşadığımız travmaları aşabilme noktasında da pratik ve hayati bir ihtiyaç olarak karşımızda durmaktadır.

 

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.

The post Travma Sonrası Büyüme: Acının Dönüştürücü Gücü-Esra Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/03/04/travma-sonrasi-buyume-acinin-donusturucu-gucu-esra-celik/feed/ 0
İran’da Neler Oluyor? – Gökhan Soysal https://meydan1.org/2018/10/14/iranda-neler-oluyor-gokhan-soysal/ https://meydan1.org/2018/10/14/iranda-neler-oluyor-gokhan-soysal/#respond Sun, 14 Oct 2018 11:39:05 +0000 https://test.meydan.org/2018/10/14/iranda-neler-oluyor-gokhan-soysal/ Devletlerarası gündemde ana başlıklardan birini bu aylarda İran oluşturuyor. Geçtiğimiz Ağustos ayı içerisinde ABD başkanı Trump, İran’la 5+1 ülkelerinin (BM Güvenlik Konseyi Daimi Ülkeleri ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin + Almanya) 2015 yılında gerçekleştirmiş olduğu nükleer anlaşmasından tek taraflı olarak çekildiğini açıkladı. Hemen ardından Trump “sadece dünya barışını istediğini” belirttiği tweetinde İran’a karşı uygulanacak yaptırımları […]

The post İran’da Neler Oluyor? – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Devletlerarası gündemde ana başlıklardan birini bu aylarda İran oluşturuyor. Geçtiğimiz Ağustos ayı içerisinde ABD başkanı Trump, İran’la 5+1 ülkelerinin (BM Güvenlik Konseyi Daimi Ülkeleri ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin + Almanya) 2015 yılında gerçekleştirmiş olduğu nükleer anlaşmasından tek taraflı olarak çekildiğini açıkladı. Hemen ardından Trump “sadece dünya barışını istediğini” belirttiği tweetinde İran’a karşı uygulanacak yaptırımları açıkladı. Yaptırım açıklamasıyla 2015 yılı itibariyle ambargonun gevşetilmesiyle hareketlenen İran ekonomisi güçlü bir şekilde sarsıldı. Üstelik yaptırımlar 2 ayaklı olup ilk ayağı Ağustos ayında başlayan yaptırımların ikinci ayağı kasım başında uygulamaya konulacak. Kasım ayındaki yaptırımlar daha sert geçecek olup Türkiye’nin birinci ham petrol ve ikinci doğalgaz tedarikçisi devlet olan İran’dan petrol ve doğalgaz alımının kısıtlanması, daha doğrusu sıfıra indirilmesi hedeflenecek.

Diğer 5+1 ülkelerinin çekilmediklerini açıkladığı anlaşma, ABD tarafından İran’a uygulanan ambargoların gevşetilmesi karşılığında İran’ın nükleer faaliyetlerini kısıtlamasını öngörüyordu. Başkanlığa aday olduğundan beri kısıtlamaları yeterli görmediği için “korkunç” olarak adlandırdığı anlaşmadan çekileceğini vaat eden Trump yeni ambargolarla İran’ı yeni bir uzlaşmaya zorlamayı amaçlıyor.

Ortadoğu’nun güvenliğinin önündeki en büyük engel olarak gördüğü İran’a karşı söylemleri de buna paralellik oluşturuyor. Vaadini gerçekleştirerek iç politikadaki popülist tavrını devam ettiren Trump, daha önceki yaptırımlarının amacı olarak “rejimi devirmek değil İran’ı tutumunu değiştirmeye zorlamak” olduğunu açıklamasına rağmen son olarak “Yönetime geldiğimde, soru İran’ın ne zaman Orta Doğu’ya hakim olacağıydı.” dedi ve “Şimdi soru, hayatta kalacaklar mı? Bir buçuk yıldaki büyük fark!” demekten çekinmedi.

Başta Avrupa Birliği üye devletleri olmak üzere içinde TC’nin de olduğu birçok devlet, ABD’nin yeni yaptırım politikası karşı ve uygulamada isteksizler. Bu devletlere karşı Trump son olarak “İran’la iş yapan, ABD ile yapamayacak” diyerek ne kadar ciddi olduğunu tekrar vurguladı. Bu meselede esas sorun, başkan olduğu günden beri hareketlerinin ne olacağı tahmin edilemeyen Trump’ın atabileceği yeni adımların belirsiz oluşu. Özellikle Suriye’de beklenen son olarak Rusya ve İran’ın beraber İdlib’e yönelik harekatı düşünüldüğünde Trump’ın tavrı iyice merak konusu. Son dönemde Trump’ın Kudüs’ü başkent olarak resmen tanıyarak büyükelçiliği Kudüs’e taşıması, ardından İsrail’in Arapça’yı resmi dil olmaktan çıkararak “birleşik ve bütün” olarak Kudüs’ü başkent olarak yeniden tanımlaması verileri göz önüne alındığında Suriye’de güçlendiği iddia edilen İran’a karşı İsrail’in de Ortadoğu’da yeni kriz doğurucu hareketlerde bulunması bu bağlamda gözardı edilmemeli.

İran’ın tek sıkıntısı ABD’den gelen yaptırım uygulamaları veya yıllardan beri süren İsrail tehditleri değil. Ambargoların kalkmaya başlamasıyla birlikte İran ekonomisi nefes almaya başlamış olsa da istenilen seviyeye gelmediği için çeşitli şehirlerde yolsuzlukların soruşturulması talepli gösteriler, yürüyüşler gerçekleştiriliyordu. Mevcut cumhurbaşkanı Ruhani sıkışmış durumda. “Ruhani lider” Hamaney, ekonomik darboğazdan ABD’nin yaptırımlarını değil cumhurbaşkanı Ruhani’nin yönetimini sorumlu tutuyor. Hamaney ayrıca Trump’ın yaptırımlarla elde etmeye çalıştığı görüşme masasına oturma ihtimalini ABD’ye sahtekar diyerek elinin tersiyle itmiş durumda. AB ülkeleri özellikle Almanya, İngiltere ve Fransa’nın destek sözünü alsa da Ruhani’ye yöneltilen bir diğer suçlama, İran’ın sadece kendi gücüne dayanmayıp Avrupa devletleriyle işbirliği içinde olması.

İran’da yaşanan ekonomik kriz nedeniyle gerçekleşen eylemlerin yüksek sayıda gözaltılarla bastırıldığı düşünüldüğünde, önümüzdeki ayların belki de günlerin İran için hiç de kolay geçmeyeceği açık. TC Devleti’nin de bu durumdan azade olmadığını ayrıca vurgulamak gerekiyor. Başta vurguladığımız gibi TC Devleti’nin petrol ve doğalgaz alımında İran ciddi bir pay oluşturuyor. Petrol alım seçenekleri bakımından TC’nin önünde başka olanaklar varken doğalgazda durum böyle değil. Zaten bunun için İran ile uzun yıllara dayanan sözleşmeler yapılmış durumda. Üstelik TC, doğalgaz alımı yapmasa dahi ödeme garantili sözleşmeler gereği İran’a belirlenen miktarı ödemek zorunda.

Devlet başkanının veya bakanların ambargoya uymayacaklarına yönelik sözlerine rağmen TC’de faaliyet gösteren özel şirketler geçen süre içinde petrol alımını kademe kademe azaltmaya başladı bile. Ama doğalgaz alımında bu olanak yok. Geçen yıllarda uygulanan ambargolarda TC’nin ABD’yle anlaşması gereği doğalgaz alımında muafiyeti vardı ancak Kasım ayında başlayacak yaptırımlar için henüz bir muafiyet de yok. Kısa süre içinde bu yönde bir anlaşma yapılmazsa hem ısınmak için hem de elektrik üretmek için çok önemli bir payı olan doğalgaz dolayısıyla TC Devleti’nde var olan ekonomik krize bir de doğalgaz krizi eklenecek. Söylemeye gerek yok, faturası yine halka çıkacak.

Gökhan Soysal

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır. 

The post İran’da Neler Oluyor? – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/10/14/iranda-neler-oluyor-gokhan-soysal/feed/ 0
Röportaj: Azerbaycan’da LGBTİQ Bireylere Devlet Baskısı https://meydan1.org/2017/11/07/roportaj-azerbaycanda-lgbtiq-bireylere-devlet-baskisi/ https://meydan1.org/2017/11/07/roportaj-azerbaycanda-lgbtiq-bireylere-devlet-baskisi/#respond Mon, 06 Nov 2017 21:09:59 +0000 https://test.meydan.org/2017/11/07/roportaj-azerbaycanda-lgbtiq-bireylere-devlet-baskisi/ Azerbaycan’da Eylül ayından bu yana, yüzlerce LGBTİQ birey gözaltına alındı. Son iki ay içerisinde sadece polis operasyonlarıyla değil, medya kanalları ve sağlık bakanının açıklamalarıyla nefret politikası sürdürülüyor. Gazeteci Durna Safarova, yazdığı yazılar ve bu şiddet mağduru bireylerle yaptığı röportajlarla, devlet şiddetini tüm boyutlarıyla ele alarak, meselenin tüm dünyada gündem edilmesini sağladı. Bakü’de yaşananları, LGBTİQ bireylere […]

The post Röportaj: Azerbaycan’da LGBTİQ Bireylere Devlet Baskısı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Azerbaycan’da Eylül ayından bu yana, yüzlerce LGBTİQ birey gözaltına alındı. Son iki ay içerisinde sadece polis operasyonlarıyla değil, medya kanalları ve sağlık bakanının açıklamalarıyla nefret politikası sürdürülüyor. Gazeteci Durna Safarova, yazdığı yazılar ve bu şiddet mağduru bireylerle yaptığı röportajlarla, devlet şiddetini tüm boyutlarıyla ele alarak, meselenin tüm dünyada gündem edilmesini sağladı. Bakü’de yaşananları, LGBTİQ bireylere yönelik bu devlet politikasını Durna Safarova’yla konuştuk.

Meydan Gazetesi: Azerbaycan’da Eylül ayından itibaren 100’e yakın LGBTİQ bireyin gözaltında tutulduğu süreç nasıl başladı?

Durna Safarova: Eylül ayının 15’inden 20’sine kadar yüzlerce kişi gözaltına alındı. Sokaklardan, evlerden, restoranda yemek yerken, kafede otururken, market çıkışında, işten eve giderken… Azerbaycan’da LGBTİQ bireylere yönelik ayrımcılık sistematik özelliğe sahip ve hayatımızın sıradan bir parçası. Heteronormatif toplumlarda LGBTİQ bireyler, günlük hayatta çeşitli ayrımcılıklara maruz kalmaktadır. Eylül ayında Azerbaycan’da polisin eşcinsel ve translara dönük operasyonları da onlara yönelik yapısal ayrımcılığın bir parçası. Ve bu tür operasyonlar periyodik olarak devam etmekte. Sadece bu sefer operasyonun çerçevesi daha büyük olduğu için ülke içinde ve dışında yankı buldu ve tepkiler geldi. Trans bireylerle röportajlarımda hiç şaşırmadıklarını belirttiler, hayatları zaten her gün polisle saklambaç oyunu oynar gibi geçiyor.

Devlet hangi bahanelerle LGBTİQ bireyleri gözaltına alıyor? Gözaltıları nasıl yasallaştırıyor? Yaşananlar karşısında mücadele veren örgütlenmelerin ve LGBTİQ ailelerin tutumları nasıl oldu?

Öncelikle şunu belirteyim ki, bu operasyonlar konusunda resmi makamlardan bilgi almak çok zor. Zaten Azerbaycan’da gazetecilerin bilgiye ulaşım hakları, her adımda ihlal edilmekte. Avukatlar ve gazeteciler, tutuklananların sayısını, nerede tutuklu kaldıklarına dair bilgileri şimdiye kadar netleştiremediler. Resmi rakam 83, ama bu gerçeği yansıtmıyor, tutsak bireylerin ifadeleriyle örtüşmeyen bir rakam bu.

Avukatların ulaştığı kişiler idari gözaltı ve idari cezalara maruz kalan kişiler. Bakü’nün dört bir yanından o gece tutuklanan LGBTİQ bireylerinin hepsine İdare Suçları Kanunu 535.1. maddesi uyarınca ceza verilmiş. Yani Bakü’de yüzlerce kişi aynı anda “Kamu düzeni ve kamu güvenliğini bozmuş, vazifesini yerine getirirken polisin meşru taleplerine itaat etmemiş ve polise direnmiştir” diyor mahkeme kararları. Bu mahkeme kararları alınırken, gözaltına alınan hiçbir bireyin avukatı yoktu.

Bu yüzden hukuksuzca davranmaktan hiç çekinilmemiş. Her duruşma bir dakikaya yakın sürmüş. Duruşmalarda itham tarafı da polis, tanıklar da polis. Tutuklananların neredeyse hepsi, gönüllü avukatlar aracılığıyla sonradan Temyiz Mahkemesine başvuruda bulundular, bu suçları kabul etmediklerini belirtip polisin yaptığı hak ihlallerinden dolayı şikayette bulundular.

LGBİTQ örgütlenmelere gelince, ülke içerisinde örgütlenme hemen hemen yok denilecek kadar az. LGBTİQ bireylerin, özellikle trans bireylerin örgütlenmiş bir mücadelesi yok. Ailelerin çoğu, beklenmedik olsa da, çocuklarının cinsel kimliklerinden dolayı baskıya maruz kalışına ciddi tepki verdiler. Özellikle röportaj yaptığım trans bireylerin anne-babalarından duyduğum şey “Çocuklarımızın yanındayız, hiçbir suçları yok, onlarla beraber bu baskılara karşı mücadele vereceğiz.” cümlesiydi. Tabi bunu herkes için söyleyemeyiz. Gaylerin bu açıdan durumu daha kötü. Çoğunun ailesi habersiz, aniden kaybolmuş çocuklarını arayan ailelere polis, “oğlunuz i.ne, haberiniz yok mu?” şeklinde aşağılayıcı sözler söylemiş.

Gözaltına alınan/tutuklananlara yönelik uygulamalar nedir?

Gözaltındayken de, cezaevinde de dayak, sözlü taciz, aşağılama ve hakaret. Dinlediğim hikayeler içler acısı. Polis gözaltına alınanları zorla tıbbi muayeneye götürmüş. Trans kadınların saçları sıfıra kazıtılmış. Karşı çıkanları o kadar dövmüşler ki, 20 günlük hapisten sonra vücutlarındaki izleri ben de gördüm.

Duruşma zamanı birçok aşağılayıcı ifadeye herkes şahit oldu. Mesela, duruşmaların birinde hakim şöyle soru sordu “Sen şimdi erkek misin, yoksa başka meyillerin var mı?”. Başka bir örnek, cezaevinde çayı plastik şişede veriyorlarmış. “Bizden tiksiniyorlardı, kullandıktan sonra atmak için plastik şişede veriyorlardı, zaten içemiyorduk, orada çay mı içilir?” diye söyledi bir trans kadın. Bir ifadede şunu gördük: Ameliyat geçirmiş ve artık tamamen kadın vücuduna sahip bir kişiye polisler birkaç kere şöyle demiş, “Hadi ya, nasıl kadın olmuş bu, çıkar pantolonunu bakalım.” O kadını birkaç kere soymuşlar. Daha birçok örnekle sürüyor şiddet, bitmiyor. Bununla ilgili uluslararası kuruluşlar kısa bir zamanda yayınlanması için detaylı raporlar hazırlamakta.

Bir şey daha ekleyeyim işkencelerle ilgili. Bu söylediklerimin dışında, bir de Organize Suçlarla Mücadele Birimi’nin tutukladığı kişiler var. Onlara tutuklu da diyemiyoruz, açıkça insan hırsızlığı yapıldı. Onların tutuklanması herhangi bir resmi makamda kayıtlı da değil. Bu kurumun kaçırdığı kişilerden kimseden haber alamadık, ebeveynler çok perişandı. Orada tutulup bazı şartlarla serbest bırakılanlar anlattı, orada insanlara elektrikle işkence yapılmış.

Bu konuda yapılan açıklamaların, haberlerin devlet üzerinde nasıl bir etkisi oldu?

Bu kadar tepki beklemiyorlardı herhalde. 2 Ekim’de aniden İçişleri Bakanlığı’ndan açıklama yayınlandı ve tutukluların serbest bırakıldığı söylendi. Devlet kendi mahkemesinin kararına bile önem vermiyor Azerbaycan’da. Her şey tamamen birilerinin insiyatifine bağlı. Emir gelmiş, bırakın demişler, tutuklular da bırakılmış.

Yaşananlar devlet tarafından medya kanallarıyla topluma nasıl yansıtıldı?

Korkunç bir dille. Devletin resmi açıklamaları dahil, hükümet yanlısı, devletin propaganda aracı işlevi yerine getiren medya kuruluşları nefret söylemi kullandılar, aşağılayıcı ifadeler, hakaretler yazdılar. Zaten Azerbaycan’da özgür basın neredeyse kalmadı. Son 3 yıldır özgür basın can çekişiyor, gazeteciler baskı altında, faaliyetleri yasaklanmış durumda, gizli-saklı gazetecilik yapanların sayesinde bu haberleri alabiliyoruz. Ama ana akım medyanın her şeyde olduğu gibi LGBTİQ meselesinde de kışkırtıcı, cinsiyetçi, faşizan dili sürüyor. Onları hastalık kaynağı, AIDS’li, HIV’li olarak sundular, yasadışı fuhuş yaptıklarını vurguladılar, uyuşturucudan dolayı polisin bu operasyonları yaptıklarını yayınladılar. Kısacası, LGBTİQ bireylerinin topluma zararlı ve izole edilmeleri gerektiği fikrini iletmeye çalıştılar.

Şu an gözaltında tutulanlarla iletişim nasıl sağlanıyor? Hukuki süreç nasıl işliyor?

Şu an avukatlar herkesle bireysel görüşme yapıyor. Biraz zor süreç. Ciddi travma yaşamışlar tutukluyken ve yakın çevre dışında kimseyle konuşmak istemeyen, gözaltı sürecini hiç hatırlamak istemeyenler var. Onlarla çalışma, iletişim biraz zor geçiyor. Ama bazıları ilk günden itibaren avukatlarla anlaşma yapmış ve işi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar götürmek niyetinde olduklarını belirtmişler. Ama hala tutuklanmış kişilerden bir çoğuna ulaşılmıyor, haber alamıyoruz.

Bakü dışında herhangi bir yerde bu tip saldırılar yaşanıyor mu?

Başka illerden, şehirlerden o gün bir haber almadık. Hatta Bakü dışına çıkıyorlardı tutuklanma gecesi, belli ki diğer şehirlerdeki polislere böyle bir emir gelmemiş. Ama birkaç gün önce Gence şehrinde 3 kişinin gözaltına alındığı haberi geldi. Maalesef iletişim ve koordinasyon problemlerinden dolayı bu tür haberler takip edilemiyor.

Birçok kişinin fişlenmek ve gözaltına alınmak gibi kaygılarla Azerbaycan dışına çıktığı söyleniyor. Türkiye’ye gelenler burada karşılarında ne buldular? Onlar için şiddet burada da sürüyor mu?

Evet, birçok kişi bu tutuklamalar sonucunda Azerbaycan’dan çıktı. Ama çoğunluk hiçbir yere gitmek istemiyor. Sohbet ettiğim birçok kişi “Neden gideyim, burası benim de ülkem, çekip gitmekle neyi halledeceğiz?” diyor. Türkiye’ye gelenler var, birkaç ay kalıp geri dönecekler muhtemelen, temelli Azerbaycan’ı terk etmek istemiyorlar. Türkiye de LGBTİQ bireyleri için zor bir yer. Öldürülüyorlar, dövülüyorlar, her türlü aşağılanmalara maruz kalıyorlar. O yüzden trans bireyler, Türkiye’de de pek güvende hissetmiyorlar. Mesela, görüştüğüm trans kadınlardan biri Eylül ayında bir saldırıya maruz kalmış, bütün vücudu bıçakla kesilmiş, arkadaşları onu kanlar içinde hastanelere götürmüşler, saatlerce hiçbir hastane kabul etmemiş, en son devlet hastanelerinden birine yatırmışlar, fakat oraya da polis baskın yapmış ve onu bekleyen onlarca trans arkadaşını coplamış. Olayların video görüntüsünü izledim, dehşet verici. Ama buna rağmen Türkiye’ye geçici olarak sığınmalarının tek nedeni, evlerine polis girmiyor, devamlı polisten kaçma, saklanma gibi bir dertleri yok. Tabi böyle geçici çözümlerle nereye kadar devam edebilirler, belli değil.

LGBTİQ hareketi Azerbaycan’da nasıl zorluklar yaşıyor? Yaşadığı zorluklar karşısında izlenen mücadele hattı nedir?

LGBTİQ bireylerinin ciddi örgütlü mücadelesinden bahsedemeyiz. Her şey bireysel seviyede oluyor. Zaten olan bitenlerin çoğundan habersiz kalıyoruz, çünkü ülke içinde koordinasyon yok, örgüt yok, LGBTİQ bireylerinin her gün yüzleştikleri problemleri belgeleyen, kanıtları toplayan bir yapı yok. Azerbaycanda LGBTİQ sorunlarını ele alan bir kaç STK var, ancak yurtdışında faaliyet göstermekteler. Ama ülke içerisinde, günlük hayatta, LGBTİQ bireylerinin, seks işçilerinin başına gelenleri takip etmek ve ona karşı mücadele vermek için şu an herhangi bir yapı yok.

Azerbaycan’da LGBTİQ bireyler politize olmamış, bir hareket olarak var olamamış zaten. LGBTİQ bireyleri sivil toplum aktivistlerinden, muhaliflerden, sanatçılardan da destek görmüyor. Toplumda bu konuda tartışmalar, müzakereler yok, olanlar da çok dar bir mecrada, tartışma mevzusu da “onlar da insan, yaşamak onların da hakkı” seviyesinde. Toplumsal cinsiyet çalışmaları, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği, LGBT hareketi ve onun tarihsel temelleri, queer teorileri, seksizm ve heteroseksizm eleştirileri gibi önemli konuların tartışıldığı yok. Birkaç STK’nın Avrupa fonlarıyla beraber Azerbaycan’daki çalışmaları nelerden ibaret, biliyor musunuz? Seks işçilerinin ücretsiz muayenesinin sağlanması, onlara ara sıra prezervatif dağıtılması. LGBTİQ kavramını STK’lar da sadece seks işçiliği ile eşleştiriyorlarsa, LGBTİQ bireylerini kavramsal olarak seks endüstrisinden ibaret görüyorlarsa, hangi mücadeleden bahsetmek mümkün? Demokrasi ve özgürlükler mücadelesi veren kesimin üzerinde ciddi sorumluluk var bu açıdan. LGBTİQ bireyleri, rutin olarak kendilerini hedef alan polisle başbaşa kalmış durumda, ülkede LGBTİQ problemlerine başka bir gezegenin problemleriymiş gibi yaklaşıldığı görülüyor.

Bu röportaj Meydan Gazetesi’nin 41. Sayısında yayınlanmıştır. 

 

The post Röportaj: Azerbaycan’da LGBTİQ Bireylere Devlet Baskısı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/11/07/roportaj-azerbaycanda-lgbtiq-bireylere-devlet-baskisi/feed/ 0
” Liselerde İsyan ? ” – Şeyma Çopur https://meydan1.org/2016/06/21/liselerde-isyan-seyma-copur/ https://meydan1.org/2016/06/21/liselerde-isyan-seyma-copur/#respond Tue, 21 Jun 2016 09:31:18 +0000 https://test.meydan.org/2016/06/21/liselerde-isyan-seyma-copur/ Her şey, İstanbul Erkek Lisesi müdürünün okulda düzenlenen mezuniyet gününde yaptığı konuşma sırasında, öğrencilerin müdüre sırtını dönmesiyle ve bir bildiri yayınlamasıyla başladı. O gün orada yaşananlar, aslında tüm senenin özetiydi. Arkadaşlarımız dağıttıkları bildiride, okulda yasaklanan etkinliklerden ve şenliklerden, yapılan fişlenmelerden, artan baskıdan söz ediyor ve tüm liselileri bu isyana ortak olmaya çağırıyordu. O gün orada […]

The post ” Liselerde İsyan ? ” – Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi-Liselerde İsyan Şeyma Çopur

Her şey, İstanbul Erkek Lisesi müdürünün okulda düzenlenen mezuniyet gününde yaptığı konuşma sırasında, öğrencilerin müdüre sırtını dönmesiyle ve bir bildiri yayınlamasıyla başladı. O gün orada yaşananlar, aslında tüm senenin özetiydi. Arkadaşlarımız dağıttıkları bildiride, okulda yasaklanan etkinliklerden ve şenliklerden, yapılan fişlenmelerden, artan baskıdan söz ediyor ve tüm liselileri bu isyana ortak olmaya çağırıyordu.

O gün orada yapılan ve yüzlerce kişiyi aynı bildiri etrafında toplayan eylem, yıllardır süren baskıların, daha da arttığı bu yeni dönemdeki patlamasıydı. Yapmak istediğimiz etkinliklerin yasaklanması ne ilkti, ne de son.

Bizi baskı altına alıp “eğmek” için her yolun mübah olarak görüldüğü eğitim sisteminde, bu dönemde değişen tek şey mübah olana gidilen yoldu. Değişen iktidarlar, asla bizimle aynı tarafta olamazlardı. AKP iktidarı döneminde öğrenci ve okul yönetimi arasındaki zıtlık, “muhafazakar” politikalardan dolayı daha netleşmiş görünse de; aslında AKP iktidarı öncesi de sonrası da bizim için hep aynı netlikteydi. Yıllardır üzerimize giydirilen üniforma, yasaklanan dergiler, düşüncelerimiz… Okul idaresi ile bizi çok net ayıran statülerimiz kadar ortadaydı.

Okula başlamamızla birlikte karakterlerimiz “itaatkar” hale getirilmek istenirken, bağlandığımız ipler giderek geriliyor ve kopmaya yaklaşıyordu. Kopma anına kadar ne zaman isyan etmeye kalkışsak; o ipin ucunu tutanlar ipi ya boynumuza düğümlüyor ya da gevşeterek bizi “rahatlatıyordu.” Tek seçeneğimiz, o ipleri kesip atmaktı. Ancak bu defa “herkes” o ipleri kesmek yerine iplerin üzerinde yürümeyi seçmişti. Koptu kopacak bir ip üzerinde yürünmekteydi bu defa.

Daha açık söylemek gerekirse, bu süreci yürütenler yıllar boyu devam eden tüm baskıları görmezden gelerek, Kemalist eğitim politikalarının muhafazakarlar kadar baskıcı olduğunu bilmiyormuş gibi, ipin üzerinde cambazlık yapmayı tercih ettiler. Söylemleri, eylemleri hatta isimleri bile her şeyi tektipleştiriyordu, tıpkı eğitim gibi… Karanlığa sırtımızı dönelim derken, aydınlanmadan bahsediyor; gericiliğe karşı duralım derken ilerlemeciliği savunarak yine aynı sistemin değirmenine su taşıyorlardı. Ancak savundukları, baskıların, yasakların bir başka kılığa, Kemalizme bürünümüş haliydi. “Dindar ve kindar nesillerin yetiştirilmesi amaçlanıyor“ diyerek savunulan laiklik ve bilimsellik, yaşadıklarımızı ne kadar özetleyebiliyor? Özetlemek bir yana, bu söylemlerin her biri baskılara karşı hissedilenleri sığlaştırıyor.

Tam bu noktada ip koptu kopacak… Baskıyla, itaatle, otoriteyle, iktidarla boynumuza düğüm düğüm olmuş ipi kesip atmak yerine, ipin üzerinden yürüyüp daha iyi bir eğitimi istemek, daha iyi bir baskıyı, daha iyi bir otoriteyi istemek kadar anlamsızdır.

Bunu söylemek, devletin okullarda yürüttüğü “proje”yi yok saymak değil. Bunu söylemek, devletin yüzyıllardır eğitimdeki değişmez, tek ve en büyük projesinin “kendine uygun insanlar yetiştirmek” olduğu gerçeği üzerinde ısrarcı olmak. Bugün toplumun beyaz yakalı kesimini oluşturacak liselerde eğitilenler üzerinden şekillenen politika, geçtiğimiz dönemlerde “Meslek Lisesi Memleket Meselesi” projesiyle toplumun mavi yakalılarını hedef almıştı.

İpten kurtulmak, ipi parçalamaktır. O ip üzerinden bir yere varılacağını düşünenler; laikliğe, bilimselliğe, hatta aydınlığa uzanabilirler. Ancak, herkes cambazı hayranlıkla seyrederken, cambazın, ipin kopmasıyla yere çakılmasını da anlatabilmesi gerekir.

Anlatmaya yüzü olur mu bilmem, ama sahneye çıkıp şovunu sürdürebilmek için ipi düğüm düğüm etmesi gerekeceği kesin…

Şeyma Çopur

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Liselerde İsyan ? ” – Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/06/21/liselerde-isyan-seyma-copur/feed/ 0
Kullan-at Kılavuz : “Sıkça Sorulan, Cevap Vermek Zorunda Olmadığımız Sorular” – Davut Erkan https://meydan1.org/2015/11/04/kullan-at-kilavuz-sikca-sorulan-cevap-vermek-zorunda-olmadigimiz-sorular-davut-erkan/ https://meydan1.org/2015/11/04/kullan-at-kilavuz-sikca-sorulan-cevap-vermek-zorunda-olmadigimiz-sorular-davut-erkan/#respond Wed, 04 Nov 2015 09:46:13 +0000 https://test.meydan.org/2015/11/04/kullan-at-kilavuz-sikca-sorulan-cevap-vermek-zorunda-olmadigimiz-sorular-davut-erkan/   Sıkça Sorulan, Cevap Vermek Zorunda Olmadığımız Sorular Adaletsizliklere karşı mücadele eden, örgütlenen ve eyleyen herkesin yolu sık sık karakollardan, adliyelerden geçer. Uluslararası insan hakları hukukunun ayrılmaz bir parçası ve temeli olan ifade özgürlüğü hakkını veya örgütlenme hakkını kullanan insanlar, devlet tarafından hukuk araç kılınarak, hukuk ihlal edilerek veya bazen hukuk askıya alınarak baskı altına […]

The post Kullan-at Kılavuz : “Sıkça Sorulan, Cevap Vermek Zorunda Olmadığımız Sorular” – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler…

 

Sıkça Sorulan, Cevap Vermek Zorunda Olmadığımız Sorular

Meydan Gazetes,- Sorulan sorular cevaplar

Adaletsizliklere karşı mücadele eden, örgütlenen ve eyleyen herkesin yolu sık sık karakollardan, adliyelerden geçer. Uluslararası insan hakları hukukunun ayrılmaz bir parçası ve temeli olan ifade özgürlüğü hakkını veya örgütlenme hakkını kullanan insanlar, devlet tarafından hukuk araç kılınarak, hukuk ihlal edilerek veya bazen hukuk askıya alınarak baskı altına alınmaya, sindirilmeye, hapsedilmeye çalışılır.

İşte bu süreçlerde; polisin, jandarmanın, savcının veya hakimin değişik kategorilerdeki sorularıyla karşı karşıya kalabiliriz. Bu soruların çok azına yasal olarak cevap verme zorunluluğumuz olsa da, çoğunlukla cevap vermek zorunda olmadığımız sorularla karşı karşıya kalırız. En sık karşılaştığımız birkaç örneği bu yazıda inceleyeceğiz.

DURDURMA-YAKALAMA ESNASINDA: Polis ya da jandarma, sizi yolda durdurduğunda ya da bir suç iddiasıyla yakaladığında, kimliğinizi ibraz etmek dışında hiçbir soruya cevap vermek zorunda değilsiniz. Çoğu zaman sarf ettiğiniz sözler çarpıtılarak ya da aleyhinize yorumlanarak yakalama tutanağında geçirilir ve bu da ilerde aleyhinize sonuçlar yaratabilir. Bu yüzden avukatınızla görüşmeden, onun hukuki yardımından faydalanmadan hiçbir soruya cevap vermemek yerinde olacaktır.

EMNİYETTE/POLİS-JANDARMA KARAKOLUNDA: Karakollarda en sık rastlanan durum, Terörle Mücadele polisinin ya da İstihbarat elemanlarının kişiyi bir odaya alarak mülakat adı altında yasadışı bir görüşme yapmasıdır. Bu görüşmeye avukatınız çağrılmaz ve değişik psikolojik ya da fiziki baskı yöntemleriyle karşılaşabilirsiniz. Gerçek dışı bilgiler verilerek itiraf alınmaya çalışılabilir ya da kendinize veya başkalarına dair bilgi vermeniz istenir. Bu görüşmeye kesinlikle gitmek zorunda değilsiniz, gitmemelisiniz. Rızanız dışında bu sorguya muhatap kaldığınız takdirde ise hiçbir soruya cevap vermeyiniz. Avukatınızla görüşmeden ve avukatınız yanınızda olmadan sorulan hiçbir soruya cevap vermeyiniz ve tek kelime konuşmayacağınızı beyan ederek yasadışı sorgunun derhal sonlandırılmasını talep ediniz.

İFADE SIRASINDA: Avukatınızla birlikte ifadeye girdiğinizde kimliğinize ilişkin sorulara doğru cevap vermeniz gerektiği ifade edilir. Yasal olarak sadece kimliğe yani kim olduğunuza dair sorulara cevap vermeniz gerekir: Bunlar ad-soyad, anne-baba adı, doğum yeri ve doğum tarihi gibi temel bilgilerdir. Mail adresi, telefon numarası, sosyal medya hesapları, özgeçmiş ve benzer sorular bunun kapsamında değildir, bunlara cevap verme zorunluluğunuz yoktur.

Bu başlıkta bahsedilmesi gereken bir husus da, en önemli haklardan olan susma hakkıdır. Karakolda, savcılıkta ya da mahkemede tarafınıza suçlamayla ilgili olarak yöneltilen sorulara cevap vermek zorunda değilsiniz. Susma hakkınızı isterseniz bazı sorular yönünden isterseniz de ifadenin tamamı bakımından kullanabilirsiniz. Tüm ifade bakımından susma hakkınızı kullandığınızı belirttikten sonra soru sormaya devam edilmesi, bir baskı yöntemidir ve başka soru duymak istemediğiniz takdirde bunu belirterek ifadenin sonlandırılmasını talep edin.

SOSYAL-EKONOMİK DURUM ARAŞTIRMASI: Hakkınızda bir ceza davası açıldığında ya da tazminat davası gibi bir davada taraf olduğunuzda mahkeme; polis ya da jandarmaya bir yazı göndererek Sosyal ve Ekonomik Durumunuzun araştırılmasını ister. Buna kısaca SED denilmektedir. Normalde bu araştırmanın, size sorularak değil, bağımsız kaynaklardan araştırılması gerekirken, hemen her zaman memurlar, bütün soruları size sorup kağıda yazarak bu işi bitirmeye çalışırlar. Üstelik bunun için evinizin ya da ailenizin evinin kapısı sürekli aşındırılır. Kimi zamansa defalarca telefonla arayarak karakola gitmenizi isterler. Belirtmek gerekir ki bu usul, yasaya aykırıdır ve bu durumda hiçbir şekilde karakola gitmek veya sorulara cevap vermek zorunda değilsiniz. Ancak siz cevap vermediğinizde, ailenizden ya da komşularınızdan bu bilgileri almaya çalışacaklardır, ki bu da bazen aleyhinize sonuçlar doğurabilir. Bu hususları da göz önünde bulundurarak bir tavır geliştirmeli ve her halükarda sadece ekonomik durumunuzu aydınlatacak gelir ve giderlere dair sorulara cevap vererek, bunun dışına çıkan sorular sorulmasını engellemelisiniz.

Sonuç olarak; akılda tutulması gereken devletin bir bütün olarak aleyhinize çalıştığıdır. Söylediğiniz her kelime ve özellikle atacağınız her imza aleyhinize delil olarak kullanılabilecektir. Bu nedenle sizin hak ve menfaatlerinizi koruyacağından emin olduğunuz profesyonel bir hukukçunun yani avukatınızın hukuki yardımından faydalanmadan hiçbir belgeye imza atmamanız, hiçbir soruya cevap vermemeniz önem taşımaktadır.

Av. Davut Erkan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kullan-at Kılavuz : “Sıkça Sorulan, Cevap Vermek Zorunda Olmadığımız Sorular” – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/11/04/kullan-at-kilavuz-sikca-sorulan-cevap-vermek-zorunda-olmadigimiz-sorular-davut-erkan/feed/ 0
Arçelik LG İşçileri Direniyor https://meydan1.org/2015/10/27/arcelik-lg-iscileri-direniyor/ https://meydan1.org/2015/10/27/arcelik-lg-iscileri-direniyor/#respond Tue, 27 Oct 2015 10:37:42 +0000 https://test.meydan.org/2015/10/27/arcelik-lg-iscileri-direniyor/ Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Arçelik LG Fabrikası’nda artan baskılar, ücret gaspları ile çalışma ve yaşam koşullarına karşı yüzlerce işçinin greve gitmesiyle başlayan direniş süreci, yüz günü aşkın bir süredir ilk günkü kararlılığıyla sürüyor. Zaman zaman Kartal’da, Kadıköy’de, Gebze Center’da, GOSB’da stantlar açıp bildiriler dağıtan Arçelik LG işçileri 27 Temmuz’da açtıkları işe iade davası için […]

The post Arçelik LG İşçileri Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Arçelik LG işçileri Direniyor

Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Arçelik LG Fabrikası’nda artan baskılar, ücret gaspları ile çalışma ve yaşam koşullarına karşı yüzlerce işçinin greve gitmesiyle başlayan direniş süreci, yüz günü aşkın bir süredir ilk günkü kararlılığıyla sürüyor.

Zaman zaman Kartal’da, Kadıköy’de, Gebze Center’da, GOSB’da stantlar açıp bildiriler dağıtan Arçelik LG işçileri 27 Temmuz’da açtıkları işe iade davası için 7 Ekim’de Gebze Adliyesi’ne çağrı yaptılar. Gebze Adliyesi’nde 1, 2 ve 3. İş Mahkemelerinde başlayan duruşmalarda ilk olarak işveren şahitlerinin dinlendi. Duruşmalar 10 Kasım, 22-24-29 Aralık tarihlerine ertelendi. Mahkemeleri devam eden işçiler, fabrika önündeki çadırı kaldırmalarına rağmen direnişe büyük bir kararlılıkla devam ediyorlar.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.

The post Arçelik LG İşçileri Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/10/27/arcelik-lg-iscileri-direniyor/feed/ 0
Kitap: “Karanlık Vardiya” https://meydan1.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/ https://meydan1.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/#respond Sun, 13 Sep 2015 18:02:21 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/ Köyler boşaltılıyor, elleri arkadan kelepçeli insanlar yüzükoyun yerlerde yatırılıyor, askeri araçların içerisinden çocukların üzerine kurşunlar yağdırılıyor, uçaklar köyleri bombalıyor, evler basılıyor, yargısız infazlar yapılıyor, ormanlar yakılıyor… Televizyonda “Bizimkiler” dizisi yok, tetris oyununun modası çoktan geçti, o yılların fenomen yarışması “Hugo’nun yerinde yeller esiyor, Eurovision şarkı yarışmaları artık eskisi kadar popüler değil, çünkü 90’lardan bahsetmiyoruz. 2015’teyiz. […]

The post Kitap: “Karanlık Vardiya” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Kitap Karanlık Vardiya Mine Yılmazoğlu

Köyler boşaltılıyor, elleri arkadan kelepçeli insanlar yüzükoyun yerlerde yatırılıyor, askeri araçların içerisinden çocukların üzerine kurşunlar yağdırılıyor, uçaklar köyleri bombalıyor, evler basılıyor, yargısız infazlar yapılıyor, ormanlar yakılıyor…

Televizyonda “Bizimkiler” dizisi yok, tetris oyununun modası çoktan geçti, o yılların fenomen yarışması “Hugo’nun yerinde yeller esiyor, Eurovision şarkı yarışmaları artık eskisi kadar popüler değil, çünkü 90’lardan bahsetmiyoruz. 2015’teyiz.

Ali Yılmaz, hazırladığı “Karanlık Vardiya” kitabında, sanki 90’ları değil de günümüzü anlatıyor. Kitap temel olarak, Antonio Gramsci’nin devletin zora başvurmadan ‘nasıl yönetebildiğini’ açıklamak için kullandığı “hegemonya” kavramını ele alıyor. Devletin, baskı aracılığıyla politik iktidar egemenliğini sağlamasının yanı sıra, kültürel iktidarı aracılığıyla da ideolojik bir hegemonya kurduğundan söz ederken; insanların kendini ve çevresini yanılsama içinde algılamasını sağlayan bu gücü sorguluyor.

Kitapta hegemonya, rızanın örgütlendiği yani şiddet ya da zora başvurmadan inşa edilen süreçler olarak tanımlanıyor. Devletin kendi varoluşunu sürekli ve vazgeçilmez kılabilmek için, bazen baskıya bazen de rıza üretmeye başvurmasının örnekleri sıralanıyor bir bir. Toplumun genelinin nasıl olup da kendilerine doğrudan hiç de faydası olmayan, hatta zarar veren ekonomik, politik, sosyal ve kültürel söylemleri -kimi zaman toplumsal huzur adına, kimi zaman eskiye dönme korkusuyla, kimi zaman da din ya da laiklik elden gidiyor paranoyasıyla- can-ı gönülden destekleyebildiklerini açıklamaya yarıyor.

Karanlık Vardiya, Brezilya’da 1964 seçiminden sonra yapılan darbenin ardından “ölüm filoları”nın binlerce kişiyi öldürmesinden, Vietnam’da tarım arazileri ve ormanların kimyasal silahlarla bombalanmasına kadar birçok rıza üretme örneğinden söz ediyor. 1980 darbesinin de rıza üretme amacıyla yapıldığına değinirken, o yıllar boyunca, spor salonlarının, depolar ve kışlaların, nasıl sorgu ve işkence merkezlerine çevrildiğini anlatıyor.

Devletin tüm bu zorbalık ve dayatmalarına karşı, 90’lı yıllarda cezaevlerinden başlayarak, üniversitelerde, fabrikalarda ve özellikle Kürt coğrafyasında karşı koyuşlar ve direnişler engellenemedi ve etkisi günümüze kadar devam eden isyanlara dönüştü. Tüm yasaklamalara karşın 1 Mayıs’ta sokağa çıkılmaktan vazgeçilmedi. Grev yasağına rağmen 1986’da Netaş’ta iş bırakan işçiler bu süreç boyunca hem patrona hem de devlete meydan okudu. Sonraki yıllarda “işçi baharı” olarak ivme kazanan işçi eylemleri 1990’lı yılların özelikle ilk yarısında kamu işçilerinin de katılımıyla büyümeye başladı. Cezaevlerindeki tek tip kıyafet dayatması ise, açlık grevleri ve ölüm oruçları ile yanıt buldu ve devlete geri adım attırdı. Üniversitelerde de örgütlenmeyi engellemek için dayatılmak istenen, üniversite yönetimlerinin kontrolündeki “tek tip” öğrenci dernekleri sistemine karşı direnişe geçilerek işgaller gerçekleştirildi.

Tüm bu ve benzeri direniş ve karşı koyuşlar, devletin 80 darbesiyle birlikte sarsılmaz gibi gösterdiği hegemonyasını kırmaya başlayınca; devlet, bu kez de resmi kolluk ve istihbarat güçlerinin yanı sıra koruculuk sistemi gibi para-militer güçlerle ve JİTEM gibi, varlığını hep inkar ettiği kontrgerilla örgütlenmeleriyle tüm toplum kesimleri üzerindeki baskısını daha da arttırmaya koyuldu. Bir yandan da faşist baskı uygulamalarının gün yüzüne çıkmasını engellemek amacıyla diyaneti, hukuk ve eğitim sistemlerini seferber etti; özellikle medyayı bu psikolojik savaşın özel bir silahı olarak kullanmayı ihmal etmedi.

Polisin sokak eylemlerine yaptığı saldırılarda katlettiği insanlar, infazlar, ev baskınları, soruşturmalar, polis sayısının artırılması, gözaltında tecavüz ve ölüm, okullara çevik kuvvetin girişi, basına uygulanan sansür, gazetelerin kapatılması, birçok gazetecinin silahlı ya da bombalı saldırıda ya da işkencede öldürülmesi, JİTEM tarafından öldürülenlerin cesetlerinin ayaklarından iple tanka bağlanarak sürüklenmesi ve çırılçıplak teşhir edilmeleri, köy baskınları, köylülere dışkı yedirme, korucuların tehditleri, ceset kuyuları, Kürt siyasetçilerin öldürülmesi, partilerin kapatılması, yeni hapishanelerin inşaası, yeni karakolların yapımı, arazilerin mayınlanması, yaylaların yasaklanması, olağanüstü hal, köy boşaltmalar, ilçelere giriş çıkışın yasaklanması yalnızca Karanlık Vardiya kitabında sıralanan olaylar ya da 90´lardaki bir televizyon kanalındaki haberlerden aklımızda kalanlar değil, günümüzde de aktörleri değişmiş olsa da, benzer biçimde sürdürülen, devletin hegemonya politikası.

 Mine Yılmazoğlu

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kitap: “Karanlık Vardiya” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/feed/ 0
Arçelik’te Patrona ve Sendikaya Karşı Direniş Sürüyor https://meydan1.org/2015/09/09/arcelikte-patrona-ve-sendikaya-karsi-direnis-suruyor/ https://meydan1.org/2015/09/09/arcelikte-patrona-ve-sendikaya-karsi-direnis-suruyor/#respond Wed, 09 Sep 2015 19:11:22 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/09/arcelikte-patrona-ve-sendikaya-karsi-direnis-suruyor/ Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Arçelik LG Fabrikası’nda artan baskılar, ücret gaspları ile çalışma ve yaşam koşullarına karşı yüzlerce işçinin greve gitmesiyle başlayan direniş süreci, şu an ikinci ayında ve ilk günkü kararlılığıyla sürüyor. Greve çıkan 173 işçinin işten çıkarılmasına karşı önce fabrika içerisinde başlayan ve ardından fabrika önüne taşınan direniş sürecini Arçelik LG direnişçilerinden […]

The post Arçelik’te Patrona ve Sendikaya Karşı Direniş Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Arçelik LG işçisi Direniyor

Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Arçelik LG Fabrikası’nda artan baskılar, ücret gaspları ile çalışma ve yaşam koşullarına karşı yüzlerce işçinin greve gitmesiyle başlayan direniş süreci, şu an ikinci ayında ve ilk günkü kararlılığıyla sürüyor. Greve çıkan 173 işçinin işten çıkarılmasına karşı önce fabrika içerisinde başlayan ve ardından fabrika önüne taşınan direniş sürecini Arçelik LG direnişçilerinden Hüseyin Tohumcu ve Zafer Altundaş ile konuştuk.

Meydan Gazetesi: Merhaba, öncelikle grev sürecini biraz anlatabilir misiniz?

Hüseyin Tohumcu: Merhaba, benim adım Hüseyin Tohumcu. 9 yıla yakındır Arçelik LG işçisi olarak kalite bölümünde çalışıyorum. Öncelikle biz Türk Metal sendikasının bizim haklarımızı savunduğuna inanmıyoruz. Bu yüzden 15-20 kişilik bir grup işçi arkadaş ile fabrikada Türk Metal sömürüsünü sonlandırmak için 2 yıla yakın bir süredir içeride ve dışarıda çalışmalar yaptık. Bursa’da başlayan Metal Direnişi sürecinde 350 işçi arkadaşımız ile beraber Türk Metal’den toplu istifalar ile ayrıldık. Daha sonra sayı 500’ü buldu. Fabrika patronları istifalarımızı duyunca 3 günlük ücretli izin ilan etti. Biz bu süreçte de yürüyüşlerle patron sendika iş birliğini protesto ettik. Fabrika yönetimi ise baskıları arttırmaya başladı. Beyaz yaka, mavi yaka demeden baskılar artıyordu. Özellikle montaj bölümünden mavi yakalı arkadaşlarımız yoğun baskı altındaydı. Bu baskılara artık dayanacak gücümüz kalmamıştı. Psikolojik olarak da buna dayanamıyorduk. Son olarak İş Sağlığı ve Güvenliği 6331 sayılı kanuna dayanarak çalışmama hakkımızı kullanacağımızı belirttik. Patron ile görüşmek istedik. Ancak patron bizim bu çalışmama hakkımızı kullanmayı işgal olarak gösterip ilk gün itibariyle iş akdimizi tazminatsız fes etti. Türk Metal ve Arçelik’in el ele kol kola işçi sömürüsüne, zulmüne karşı bizim burada amacımız sınıf dayanışmasıdır. Burada her gün sabah akşam bu amaçla duruyoruz.

Fabrikanın bahçesinden işgal gerekçesiyle sizi polis zoruyla çıkardılar. Bu süreç nasıl gelişti?

Evet, 5 Temmuz Pazar günü iftara on dakika kala çıkardılar. Biz hep birlikte orucumuzu açmak istiyorduk. 10 dakika kala çevik kuvvet etrafımızı sararak, darp ederek bizi kapının önüne çıkardı. Aslında bizim burada direnişimizin bir amacı da işverenin işçisine ne kadar değer verdiğini göstermek! Sizin de nezdinizde bunları kamuoyuna duyurmak istiyoruz.

Polis saldırısına karşı yılmadan direnişi sürdürdünüz. Zafer arkadaş, direniş sürecini biraz da senden dinleyelim.

Zafer Altundaş: Yaklaşık 8 yıldır bu fabrikada montaj bölümünde çalışmaktayım. Hüseyin arkadaşın belirttiği gibi yoğun bir mobing uygulandı. Montaj bölümü daha farklı bir baskı ile karşı karşıyaydı. Sudan sebeplerle arkadaşlarımıza ihtarlar çekildi. Mesela benden, son 3 günde 3 tane yazılı ve sözlü savunma istendi. Bunların hepsi, Türk Metal ve fabrika yöneticilerinin toplantılarında çalışılmış baskı politikalarıydı. Siz de biliyorsunuz, mobingin olduğu bir iş yerinde iş kazası olma ihtimali daha yüksektir. Biz de bunun için anayasanın 6331. maddesince iş güvenliği kurallarına uyulmadığı yerde; baskının olduğu yerde işçinin çalışmama hakkını kullanabileceğini savunduk. Fakat biz bunu savunduğumuzda patronların polisle, yargıyla nasıl işbirliği içinde olduklarını daha iyi anladık. Mesela patronlar “bu adamlar 2500 lira maaş alıyorlar, neden ayranı kabarıyor” demişler. Halbuki öyle bir şey yok. 2500 lira bizim bürütte gördüğümüz miktar. Cebimize giren maaş ise en fazla 1500 lira oluyor. Ayrıca Türk Metal’in sonuna kadar hakkımızı savunduğu söyleniyordu. Türk Metal milliyetçi duyguları sömüren bir sendikadır. Şimdi biz burada vatan haini olduk. Madem böyle bir durum vardı yıllarca neden bizi burada çalıştırdılar? Bu sorum Koç’a. Türk Metal de neden yıllarca bizden aidat aldı o zaman? Ayrıca aidatlar bordro üzerinden alınıyordu. Ama e-devletten bakınca üyelik görünmüyordu. Bu paralar nereye gidiyor? Bizi darp ederek fabrikadan çıkaran çevik kuvvet polisine tepsi tepsi baklava gönderildi. Ödül olarak gönderdiler. Bu bizi üzdü; sonuçta biz buraya yıllarca emek verdik. Hasta olduğumuz halde geldik; izin almamız gerektiği halde çalıştık.

Bunlara hediye verilmesi bizi aşırı üzmüştü. Hala da bunun üzüntüsünü yaşıyoruz. Fakat hiçbir zaman başımızı eğmedik. Hukuki mücadelemizi de sürdürüyoruz. Bundan sonra süreç bunların istediği gibi değil, işçi sınıfının istediği gibi olacak.

Hukuki süreç ne durumda şu an?

Hüseyin Tohumcu: 27 Temmuz’da ilk dava dilekçemizi bir basın açıklamasıyla verdik. Şimdi o 155 arkadaşımızın dava dilekçesi var içerde. Davaya üç hakim baktığı için 3 hafta içinde herkesin mahkeme tarihi belli olacak. Avukatlarımızla devamlı görüşme halindeyiz. Hukuki yönde bir sıkıntımız yok. Bunun dışında da yapmamız gerekeni yapıyoruz. Bizim hakkımızda, tazminatları için bunu yapıyorlar diyorlar. Alakası yok. Biz buraya emeğimizi döktük. 8 yılını, 10 yılını, 20 yılını buraya veren arkadaşlarımız var. Ki 1 gün bile çalışmış olsa buraya bir emek harcamıştır. Biz burada gösterdiğimiz emek karşılığında gördüğümüz muameleyi tüm kamuoyuna duyurmak istiyoruz.

Tabi ki. Ayrıca direnişi başka alanlara da taşıyorsunuz. Nerelerde stand açıyorsunuz?

Aslında burada durmamızın amacı yalnızca işe iade değil. Stantlar açıyoruz. Kartalda, Gebze Center’da stand açıyoruz. G.O.S.B.’nin (Gebze Organize Sanayi Bölgesi) iki girişinde de devamlı pankart açıyoruz. Bildiri dağıtıyoruz. Kimsenin buna kayıtsız kalmamasını istiyoruz. Yani Arçelik reklamlarındaki o pembe yüzün arkasında ne var herkese göstermek istiyoruz. Yani o kullandıkları alet edevatı, klimasını, televizyonunu, buzdolabını üreten işçilerin ne durumda olduğunu kamuoyuna göstermek istiyoruz.

Evet. Arçelik fabrikasında çalışma koşullarını sadece orada çalışanlar biliyor.

Tabi ki. Dışarda şöyle bir düşünce var: Arçelik 2500-3000 lira maaş veriyor diyorlar. Gerçekte ise 1500 liraya çalışıyor insanlar. 10 yıldır burada çalışıyorum hiç hak hukuk yok. Sendikalı çalışıyorsunuz diye söyleniyor ama kimse bilmiyor işin iç yüzünü. İşte o yüzden halkın bizi anlaması lazım. Biz burada insanlara Arçelik’in o pembe yüzünün arkasını, Türk-Metal sendikasıyla el ele verip işçisine neler yaptığını anlatmak istiyoruz.

Zafer Altundaş: Bizim üzerimizden halkta farklı bir algı oluşturmaya çalışıyorlar. Mesela marjinal grupların desteğini alarak böyle bir süreç takip ettiğimizi söylüyorlar.

Yani işçinin örgütlü olmasını kabullenemiyorlar. Sömürecek işçi arıyorlar. Tıpkı diğer patronların istediği gibi.

Hüseyin Tohumcu: Bizi dışarı atmakla şöyle bir şey yaptılar. Dediğiniz gibi, bunlar bilinçli işçi istemiyor. Hakkını hukukunu isteyen, arayan işçiden bunlar kar edemeyecek. Zarar edeceklerini biliyorlar. Bu yüzden diyorlar ki işçi kafasını hiç kaldırmasın. Ben ne dersem onu yapsın, hak hukuk nedir bilmesin, benim başım ağrımasın diyorlar. Kendileri açısından düşünürseniz bizi dışarı atmak zorundalardı. İşte biz bunu yıkmak istiyoruz. Biz bir şey yapmak istediğimizde diğer işçi arkadaşlar gelip diyordu ki “Yahu bu iş yasada var mı?” Hep zaten yasalara sıkıştırmışlar her şeyi. Kanun dışına çıkarsan sen yok olursun diyorlar ama bizim direnişimiz ve mücadelemiz meşrudur.

Meydan Gazetesi olarak kararlı direnişinizi, mücadelenizi selamlıyor, röportaj için teşekkür ediyoruz. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Kamuoyunun direniş ile maddi manevi dayanışma göstermesi gerekiyor. Eğer bize destekler olursa bu direniş daha da büyür. Kazanımlar sadece bize değil tüm işçilere yararlı olacak. O yüzden herkesi dayanışma göstermeye çağırıyoruz. Size de çok teşekkür ediyoruz.

Röportaj: Rıfat Güven

Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post Arçelik’te Patrona ve Sendikaya Karşı Direniş Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/09/arcelikte-patrona-ve-sendikaya-karsi-direnis-suruyor/feed/ 0
“Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir https://meydan1.org/2015/09/09/korku-egemenligi-teror-devleti-merve-demir/ https://meydan1.org/2015/09/09/korku-egemenligi-teror-devleti-merve-demir/#respond Wed, 09 Sep 2015 17:34:59 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/09/korku-egemenligi-teror-devleti-merve-demir/ Devletin varlığını sürdürmesi için, toplumun geniş kesimlerinde itaati zorlaması ya da bunu yapabileceğine inandırması gerekir. Ancak özgürlük için direnenler ve mücadele edenler, devletin bu çabasını boşa çıkarırlar. Direniş ve özgürlük insanların aklına bir kere düşmeyegörsün; devletin bu direnişi gösterenleri katletmesi bunu unutturmaz. Bir kere toplumsal meşruluğunu yitiren devlet, varlığını sürdürebilmek için çok daha büyük bir […]

The post “Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Korku Egemnliği Terör Devleti

Devletin varlığını sürdürmesi için, toplumun geniş kesimlerinde itaati zorlaması ya da bunu yapabileceğine inandırması gerekir. Ancak özgürlük için direnenler ve mücadele edenler, devletin bu çabasını boşa çıkarırlar. Direniş ve özgürlük insanların aklına bir kere düşmeyegörsün; devletin bu direnişi gösterenleri katletmesi bunu unutturmaz. Bir kere toplumsal meşruluğunu yitiren devlet, varlığını sürdürebilmek için çok daha büyük bir korku yaratmaya çalışır. Böyle dönemlerde, kendi hukukunu dahi yok sayıp “olağanüstü hal”lerle gündelik yaşamı terörize etmesi, devletin ana politikası olur. Dolayısıyla terörün ne, teröristin kim olduğunu biraz daha ayrıntılı irdelemek gerekiyor.

Devletin Terörist Dedikleri

1793’te yani Fransız Devrimi’nin hemen sonrasında ilan edilen Convention adlı bildiri ile terör kelimesi ilk siyasal anlamına kavuşur: “Komplo kuran tüm kişileri dehşete düşürmenin zamanı geldi. Kanun adamları, terörü başlatın.” Aslında bu ilk kullanım, devlet ve terör arasındaki doğrudan ilişkiyi anlamak açısından önemli.

Devletin “terör” iddiasıyla toplumu baskı altına alıp sindirmek istemesinin, kendisine karşı mücadele edenleri terörist ilan edip katletmesinin çokça örneği var.

Sene 1886… 8 saatlik iş günü için, ABD’deki işçiler, greve giderler. Günlerden 1 Mayıstır. Ayın dördünde devletin ve şirketlerin greve giden işçilere yönelik uyguladığı baskıyı ve şiddeti protesto etmek isteyen işçiler bu kez Haymarket Meydanı’na giderler. Günlerden katliamdır. Çünkü Meydanda düzenlenen mitinge polis saldırır, çok sayıda işçi yaşamını yitirir. Olaydan sonra “terörist” yaftalamasıyla birçok işçi tutuklanır ve idam edilir. Devlet aslında emeği için mücadele eden, hizaya sokamadığı işçileri katlederek en çok da ayakta kalanları ve mücadeleye tutunanları korkutarak yıldırmaya çalışmak istemiştir. Ancak yılgınlık değil, direniş örgütlenir. Böylece 1 Mayıs’lar devlet terörüne karşı her yerde direniş olmuştur.

İki İtalyan işçi olan Sacco ve Vanzetti, örgütlü mücadele eden anarşistlerdi. Haymarket işçilerinin yaşadıklarına benzer şekilde, devlet, bu iki işçiyi de, “haklı bir gerekçe sunarak” terörist ilan etti ve ardından katletti.

Devletin bu sıfatı en çok yakıştırdıklarından biri, anarşizmin en ateşli savunucularından, tüm yaşamını devlete karşı mücadeleye adamış Emma Goldman’dı. Sadece Goldman değil Errico Malatesta, Mihail Bakunin ve daha birçok anarşist devlet tarafından terörist olarak yaftalanmış, dört duvar arasına kapatılarak mücadeleden yalıtılmaya çalışılmıştı.

Anarşist hareketin tarihinde terörist diye yaftalananlar sadece bireyler değildi. İşçi örgütlenmelerinden sendikalara, kooperatiflerden federasyonlara kadar farklı birçok anarşist yapı da bu yaftalamadan kurtulamamıştır. Faşist Franco döneminde CNT’den Arjantin’deki anarşist sendika FORA’ya, 19. Yüzyılda ABD’de IWW’den Bakunin’in örgütlediği İşçi Kardeşliklerine kadar öz-örgütlenmelerin büyük çoğunluğu devlet ve kapitalizmin işlerliğinin dışında bir toplumsal işleyişe giriştiklerinden dolayı terörist oldukları iddiasıyla baskılara maruz kalmışlardır.

Devletlerin terör yaftalamalarına maruz kalanlar, muhakkak ki sadece anarşistler olmamıştır. İberya’da Bask halkının özgürlük mücadelesini veren ETA’dan, Kuzey İrlanda halkının özgürlük mücadelesini veren IRA’ya, 1960’larda kadın mücadelesini veren örgütlerden siyahların mücadelesini veren örgütlenmelere kadar, mücadele eden tüm kesimler, devlet tarafından tehdit olarak görülmeye başladığı an terörist diye yaftalamış, sürgün edilmiş, hapsedilmiş ve katledilmiştir.

Birkaç ay öncesinde İspanya‘da anarşistlere yönelik girişilmiş Pandora ve Pinata operasyonlarıyla da aynı senaryo oynanmaya çalışılmıştır. Devlet “terör operasyonları” aracılığıyla sadece anarşistleri tutuklamamıştır. Aynı zamanda mücadele eden insanları kriminalize etmek ve toplumda bir korku havası estirmek istemiştir.

Terör Operasyonları

Özellikle toplumsal mücadelenin yükselişe geçtiği, devlet iktidarının kendini yalnızca şiddet kullanarak yeniden üretebildiği bir atmosferde, devletlerin en çok başvurduğu strateji, terör operasyonlarıdır. Yukarıda da belirtildiği gibi operasyonların hedefi toplumda bir korku durumu yaratarak, bireyleri devletin belirlediği ve sınırlarını çizdiği siyasal alanın içinde kalmalarını sağlamaktır. Yani basitçe, devlet vatandaşlarından kendisine biat etmesini beklerken, belirlediği alanın dışına çıkanları “ibretlik olsun” diye cezalandırır.

Operasyon süreçlerinde, kolluk güçleriyle diyalog halinde çalışan medyanın da desteğiyle, operasyon gerçekleştirilen organizasyon ve bireyler hedef alınır. Operasyonlarla terör diye yaftalanan, iktidar sahiplerinin çıkarına olmayan eylemlerdir. Terörist dedikleri, aynı iktidar sahiplerinin tahakkümüne karşı direnen ve bu tahakkümü ortadan kaldırmak için mücadele edenlerdir.

Bir yandan Kürt siyasetine yönelik terör operasyonları cadı avı niteliğinde sürerken, diğer yandan Kürdistan’da askeri operasyonlar ve sokağa çıkma yasakları, 90’ları aratmadı. Sabaha karşı yapılan ev baskınlarının ve gözaltıların, devrimcileri ve halkı yıldırmaya yönelik hamleler olduğu aşikardı. Bu koşullarda sokaklar daha kızgınlaştı ve çatışmalar arttı. Bu eksende devletin koyduğu yasaklara bir de kent giriş-çıkışların kapatılması ve basının çatışma bölgelerine girişlerinin engellenmesi eklendi. 144 toplantı ve gösteriye asker-polis saldırısı yaşandı. Son 40 günde 2 bin 544 kişi gözaltına alınırken, 338 kişi tutuklandı. Yapılan çatışmalarda 24 kişi yaralandı. 7 gün içinde 45 kişi yaşamını yitirdi. Yapılan operasyonlar sonucunda devlet Bağcılar’da Günay Özarslan adında bir devrimciyi infaz etti. Şırnak’ta 7 yaşında Baran Çağlı, Diyarbakır’da 11 yaşındaki Beytullah Aydın, Ağrı Diyadin’de 15 yaşındaki Orhan Aslan, 16 yaşındaki Emrah Aydemir, Mardin’ de 16 yaşındaki Mazlum Turan devlet tarafından katledildi. Asker Silopi’de evleri basıp 3 genci yataklarında infaz etti.

Gözaltına alınanlar, kaybedilenler, işkenceye uğrayanlar, sabaha karşı yapılan ev baskınları, gösteri ve toplantılara saldırı, sokağa çıkma yasağı, kent giriş çıkış yasakları, köy boşaltmalar, kasten başlatılan orman yangınları, askeri operasyonlar, saldırılarda, operasyonlarda yaralananlar, katledilenler, infaz edilenler, infaz edilenlerin cansız bedenlerine yönelik şiddet ve bu şiddetin teşhiri…

Bütün bunlardan sonra tekrar düşünelim terör kelimesinin anlamını. Ve teröristin kim olduğunu…

Merve Demir

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/09/korku-egemenligi-teror-devleti-merve-demir/feed/ 0
” Göçmen Hayatlar ” – Özgür Oktay https://meydan1.org/2015/09/04/gocmen-hayatlar-ozgur-oktay/ https://meydan1.org/2015/09/04/gocmen-hayatlar-ozgur-oktay/#respond Fri, 04 Sep 2015 19:49:35 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/04/gocmen-hayatlar-ozgur-oktay/ Savaşın yaşamı doğrudan yok ettiği bölgeleri terk etmek zorunda kalan göçmenler, refah umuduyla gitmeye çalıştıkları Avrupa devletlerin sınırlarında hayatta kalma mücadelesi veriyor. Avrupa devletleri ise bir yandan, savaşla hiç ilgileri yokmuşçasına, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği gibi kurumlarla kurtarıcı rolüne bürünürken, diğer yanda Frontex gibi sınır polisi kurumlarıyla göçmen gemilerini batırarak katliam yapıyorlar. Bu katliamların toplumda […]

The post ” Göçmen Hayatlar ” – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi - Göçmen Hayatlar

Savaşın yaşamı doğrudan yok ettiği bölgeleri terk etmek zorunda kalan göçmenler, refah umuduyla gitmeye çalıştıkları Avrupa devletlerin sınırlarında hayatta kalma mücadelesi veriyor. Avrupa devletleri ise bir yandan, savaşla hiç ilgileri yokmuşçasına, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği gibi kurumlarla kurtarıcı rolüne bürünürken, diğer yanda Frontex gibi sınır polisi kurumlarıyla göçmen gemilerini batırarak katliam yapıyorlar.

Bu katliamların toplumda yarattığı huzursuzluk, kısmen Avrupa’da son dönemde yükselen ırkçılıkla, kısmen de kapitalizmin beyaz kölelerini daha fazla hırpalamaması için emek gücüne katılan ucuz göçmen emeği ile yatıştırılıyor.

Ana akım medyadaki haber ve yorumlar da kullandığı tanımla hangi işlevi gördüğünü belli ediyor. Son zamanlarda açıkça ırkçı olmayan bazı kesimlerin kullandığı göçer (migrant) terimi de, aslında genel olarak göç eden hayvan ve insan topluluklarını niteliyor. Diğer tarafın kullandığı kelime ise “mülteci”.

Avrupa’nın ahlaki mirasını aldığı Kilise ve Antik Yunan tapınaklarında bir uygulama olan iltica, devletlerin baskısından kaçan suçluların ve kölelerin “sığınması” anlamına geliyor. Yunan tapınakları kölelerin başka sahiplere satılmasını sağlarken, kilise ise bu kaçakları kendi kölesi olarak kullanmış.

 

Avrupa’da Yükselen Faşizm

Avrupa’da göçmenlere yapılan faşist saldırılardan Romenler’in sınır dışı edilmesine gittikçe yükselen ırkçılık, artan “göçmen sorunu” ile tepe noktasına ulaştı. Nisan ayında Fransa’nın Sosyalist Partili Cumhurbaşkanı François Hollande’ın, Akdeniz’de göçmen kaçakçılığı için kullanılan botların tespit edilerek askeri kuvvetler tarafından imhası için BM Güvenlik Konseyi’ne verdiği teklif, Avrupa Konseyi’nin ilk taslağında yer alırken muhalif kesimlerden gelen tepkilerinden sonra geri çekildi. Ancak fiili durum teklif edilenden çok da farklı değil.

Avrupa Komisyonunda konuşulan Akıllı Sınırlar Paketi ise fişlemenin artmasına, vize ihlalinin kolayca saptanmasına ve polise verilen kaynakların artmasına yol açacak. AB Devletleri, göçmenlere “kaçak girişi cezalandırma” gerekçesiyle baskı uygularken, “insan kaçakçığını engellemesi” dolaylı söylemiyle, doğrudan yaşamına saldırıyor.


Avrupa kapitalizmi ezilenleri en çok uzaktan sömürmeyi sever. Ancak bu sömürüyü mümkün kılan savaşın kaçınılmaz sonucu olarak yüz binlerce göçmen kapısına dayanmakta diretiyor. Kapitalizmin mülteci / göçmen yasaları ise, her zaman yaptığı gibi ezilenlerin direnişini kendi karına çevirmeye yarıyor. Göçmenler “yasadışı” olarak sınırlardan geçiyorlar ama hem an sınır dışı edilme tehlikesi altında, tüm işçi haklarından mahrum, düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalıyorlar.

Özgür Oktay

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Göçmen Hayatlar ” – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/04/gocmen-hayatlar-ozgur-oktay/feed/ 0