ceo – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Fri, 24 Feb 2017 10:49:48 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 “Kapitalist Küreselleşmenin Öncesi de Sonrası da Kriz” – İlyas Seyrek https://meydan1.org/2017/02/24/kapitalist-kuresellesmenin-oncesi-de-sonrasi-da-kriz-ilyas-seyrek/ https://meydan1.org/2017/02/24/kapitalist-kuresellesmenin-oncesi-de-sonrasi-da-kriz-ilyas-seyrek/#respond Fri, 24 Feb 2017 10:49:48 +0000 https://test.meydan.org/2017/02/24/kapitalist-kuresellesmenin-oncesi-de-sonrasi-da-kriz-ilyas-seyrek/   İsviçre’nin Davos kasabası 47 yıldır, her Ocak ayında devlet yöneticilerinin ve patronların yani kapitalist sistemin efendilerinin toplanarak kapitalizmin rotasını ve ezilenlerin kaderini belirlediği bir ekonomik merkez. Bu toplantılarda efendiler sistemin nasıl daha iyi işleyebileceğinin, ezilenleri nasıl daha kolay yönetebileceklerinin ve sömürebileceklerinin hesabını yaparak politikalar belirliyor. Daha kurulduğu ilk yıllarda, kapitalist sistemi ve sömürüyü küreselleştiren […]

The post “Kapitalist Küreselleşmenin Öncesi de Sonrası da Kriz” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

İsviçre’nin Davos kasabası 47 yıldır, her Ocak ayında devlet yöneticilerinin ve patronların yani kapitalist sistemin efendilerinin toplanarak kapitalizmin rotasını ve ezilenlerin kaderini belirlediği bir ekonomik merkez. Bu toplantılarda efendiler sistemin nasıl daha iyi işleyebileceğinin, ezilenleri nasıl daha kolay yönetebileceklerinin ve sömürebileceklerinin hesabını yaparak politikalar belirliyor. Daha kurulduğu ilk yıllarda, kapitalist sistemi ve sömürüyü küreselleştiren neoliberal politikalar oluşturma kararlarının bu toplantılarda alınması, Dünya Ekonomik Forumu’nun kapitalizmin dönüşümü ve gelişimindeki önemini gözler önüne seriyor.

Bu yıl 100’den fazla devlet ve 3 bin kadar patron, CEO, siyasetçi, akademisyen ve sivil toplum kuruluşu temsilcisinin katıldığı toplantılarda konuşulan konulara bakılırsa kapitalizmin yarattığı krizlere karşı kapitalizmde yaşanacak yeni bir dönüşüm tartışılıyor.

Küreselleşme Tehlikede!

Yaşanan ekonomik ve sosyal krizlerle, artan gelir eşitsizliğiyle, işsizlikle ve bunlara bağlı olarak sisteme karşı dünyanın kimi coğrafyalarında artan sosyal hareketlenmelerle birlikte küreselleşme son 10 yıldır ciddi boyutlarda sorgulanıyor. Küreselleşmenin sorunları önemli görülüyor ki, Dünya Ekonomik Forumu bu sene küreselleşme olgusunun üzerinde durmak ve muhasebesini yapmak durumunda kaldı. Kapitalizmin küreselleşme paradigmasının politik, sosyal, ekonomik ve ekolojik pek çok krize yol açması kapitalizmi “sürdürülebilir” kılmaya yönelik olarak yeni programları, paradigmaları tartıştırıyor.

İngiltere’nin AB’den çıkma kararı alması ve ABD Başkanı Trump’ın Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşması’nı iptal etmesi gibi çok taraflı serbest ticari etkinlikler aleyhine gerçekleşen olaylar tartışmaların tonunu ve kapitalizmde dönüşüm ihtimalini yükselten olaylardı.

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in Davos’ta küreselleşmeyi savunan tavrı ve Trump’ın çok taraflı serbest ticareti hedef alan müdahaleciliğini ima ederek eleştiren konuşmaları, bugün yaşananları anlayabilmemiz için önemli. Dünyada korumacı ekonomik anlayışların yerini kapitalizmin küreselleşmesi paradigmasının almaya başladığı dönemde, Çin’in sistemdeki konumu ile bugün Çin’in kendisini küresel kapitalizmin en önemli ve en büyük temsilcisi olmaya aday yapan çıkışı karşılaştırıldığında bu çıkış, kapitalist sistemdeki dönüşümlerin ve bu sistemde yerini alan aktörlerin yaşadıkları dönüşümlerin açık bir göstergesidir.

“Sorumluluklu” Kapitalizme “Duyarlı ve Sorumlu Liderlik”

Kapitalist sistemin dönüşüm sancılarının hissedildiği Davos’ta küreselleşme aynı zamanda yarattığı sorunların popülist eğilimleri arttırmasıyla ilişkili olarak sorgulandı. Davos bu yılki temasını “duyarlı ve sorumlu liderlik” bağlamında kurarak kapitalizmdeki bu “belirsiz” hali aşmayı ve kapitalizmin dönüşümünü yeni tür liderlerle gerçekleştirme hedeflerinden aldı. Popülist eğilimleri olan, sorunlar yaratan ve sorumsuzca davranan liderlere karşı Davos, sistemdeki sorunları bilen ve dönüşümü öngören yani, ezilenleri en kolay yönetebilecek ve sömürebilecek liderlerin peşinde.

Görünen o ki, nasıl daha önce “sorumluluklu kapitalizm” gibi sömürüyü görünmez ve yeni bir meşruiyete dayandıran söylemler kullanıldıysa bugün Davos’ta küresel kapitalizmin dönüşümünde liderlerin olmaları gerektiği biçim belirtilmekte.

Dönüşümün 4. Sanayi Devrimi’yle Entegrasyonu

Davos’ta küresel kapitalizmdeki dönüşüm tartışıldığı gibi bu dönüşümü tamamlayacak konular da tartışıldı. Gelişen bilişim teknolojilerinin üretim sektöründe kullanılmasının önlenemeyecek olmasıyla birlikte kapitalizmin efendileri yeni ve aşılması zorunlu bir sorunla daha karşılaşmış oluyor: “4. Sanayi Devrimi”. Kapitalistler yapay zeka, genetik tasarım, veri koruma gibi kavramların ortaya çıktığı bu dönemde bilişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte meydana gelecek sonuçlara sistemi hazırlamak zorunda kalıyor. Çünkü, çok sayıda işçiyi işsiz bırakacak ve işçilerin yerini alacak bu yeni endüstri sisteminin yeni ve ciddi ekonomik krizler yaratacağını söylemek yersiz olmaz. Dolayısıyla, kapitalizmi sürdürmek isteyen efendiler de küresel kapitalizmin dönüşümünü 4. Sanayi Devrimi’yle uyumlu gerçekleştirmek istiyor.

Küreselleşme Sonrası Dönem Başlıyor!

Şimdilerde çokça konuşulan küreselleşmenin yarattığı sorunlar ve ona karşı alınan tutumların hepsi “post-globalization” yani “küreselleşme sonrası” olarak betimlenen döneme giriyor olduğumuzu göstermektedir. Neoliberal politikalar ve küreselleşmenin küresel sorunlara yol açtığı görüşleri ve kapitalizmde dönüşümlerin gerçekleştirilmesi fikri savunuluyorsa da küreselleşme döneminin ortaya çıkardığı süreçlerin tamamen sona ermemesi küresel sistemin ve serbest ticaretinin devam ettiğini, ama dönüşüyor olduğunu tarif etmektedir. Devletler, ekonomik sistemin barındırdığı ve kendi meşruiyetlerini de tehdit eden gelişmelere karşı küreselleşme döneminin ortaya koyduğu serbest ticarete karşı olmak yerine onu sürdürmek istemekte, yalnızca serbest ticari etkinlikleri daha fazla kontrolleri altına almayı ve ekonomiye bu tarz bir müdahaleyi (korumacılığı) öngörmektedir.

Fakat bugün devletlerin bir hamlesi olarak gerçekleşen bu dönüşümün ezilenler için ne ifade ettiği, onlara neler getirdiği önceki dönüşümlerin neler getirdiğiyle ilişkilendirilerek düşünülmelidir. Kapitalist ekonominin tarihine bir bakarsak görürüz ki, kapitalizmin tüm aktörlerince dönem dönem öngörülen, daha çok kontrol, kazanç ve daha da önemlisi sistemin devamlılığını hedefleyen yeni programlar, paradigmalar yani kapitalizm içi dönüşümlerin hepsi ezilenlerin karşısına yeni kriz, baskı, sömürü ve katliam yöntemleri yani yeni felaketler olarak çıkmaktadır.

İlyas Seyrek

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 36. sayısında yayınlanmıştır.

 

The post “Kapitalist Küreselleşmenin Öncesi de Sonrası da Kriz” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/02/24/kapitalist-kuresellesmenin-oncesi-de-sonrasi-da-kriz-ilyas-seyrek/feed/ 0
21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Bir İmzayla Sen Vicdanını Onlar Cüzdanlarını Rahatlatıyor https://meydan1.org/2013/11/20/21-yyda-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-bir-imzayla-sen-vicdanini-onlar-cuzdanlarini-rahatlatiyor/ https://meydan1.org/2013/11/20/21-yyda-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-bir-imzayla-sen-vicdanini-onlar-cuzdanlarini-rahatlatiyor/#respond Wed, 20 Nov 2013 16:07:07 +0000 https://test.meydan.org/2013/11/20/21-yyda-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-bir-imzayla-sen-vicdanini-onlar-cuzdanlarini-rahatlatiyor/ Dünyanın en büyük imza kampanyası platformu olan Change.org, yerel ve küresel çapta yaşanan tüm sorunlara çare oluyor! Platformun 196 ülkedeki 40 milyon kullanıcısının başlattığı kampanyalarla birlikte Fransız eyaleti havaya böcek ilacı sıkmayı bıraktı, Kapadokya otel inşaatlarıyla bozulmaktan kurtarıldı, Garanti Bankası engelli dostu ATM’leri kullanıma açtı, Endonezyalı lider göçmen işçiden özür diledi, bisikletliler İzmir’de İZBAN toplu taşıma […]

The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Bir İmzayla Sen Vicdanını Onlar Cüzdanlarını Rahatlatıyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Dünyanın en büyük imza kampanyası platformu olan Change.org, yerel ve küresel çapta yaşanan tüm sorunlara çare oluyor! Platformun 196 ülkedeki 40 milyon kullanıcısının başlattığı kampanyalarla birlikte Fransız eyaleti havaya böcek ilacı sıkmayı bıraktı, Kapadokya otel inşaatlarıyla bozulmaktan kurtarıldı, Garanti Bankası engelli dostu ATM’leri kullanıma açtı, Endonezyalı lider göçmen işçiden özür diledi, bisikletliler İzmir’de İZBAN toplu taşıma araçlarına binme hakkını elde etti…

Başka nice sorunlara çözüm bulmak için kurulan Change.org internet sitesi, başlattığı kampanyalarla “toplumların dönüşümü”nü amaçlıyor. Sitenin Türkçe giriş yazısında niyetlenenlerle de bu toplumsal dönüşüm arasında sıkı bir bağ var. Site, dünyayı değiştirmeyi amaçlayan kullanıcılarına şöyle sesleniyor: “Hiç kimsenin çaresiz olmadığı ve değişim gerçekleştirmenin günlük yaşamının parçası olduğu bir dünya için çalışıyoruz. Bu daha başlangıç ve senin de bize katılacağını umuyoruz.”

Değişim

İsminden de anlaşılacağı üzere sitenin felsefesi “değişim”. Change.org, yeryüzündeki tüm problemlere, bu değişim arzusunu taşıyan insanların bir araya gelip imzalar vererek çözüm bulmasını amaçlayan bir platform.

“Önceden insanları bir dava etrafında toplamak fazlasıyla zaman, para ve karmaşık altyapılar gerektiren zorlu bir uğraştı” diyen site giderek küreselleşen iletişim teknolojilerinden feyz almış olacak ki, sanal kampanyalarla yaratılacak değişime odaklanmış. Site, bankaların aidatlarının iptalini isteyen müşterilerden yolsuzluk yapan devlet görevlilerinden hesap sorulmasını isteyenlere kadar birçok farklı kesimden gelecek imzalarla, insanları harekete geçirmeyi, şirketleri ve devletleri “daha hesap sorulabilir ve duyarlı” hale getirmeyi amaçlıyor.

Dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar “gelecekten kaygı duyan”ları bu sanal platformda bir araya getiren site, herkesin fikrini açıkça söyleyebileceği bir zemin yaratıyor. Yaşamlarının gerçekliğini dönüştürmek için çabalamayanlara, toplumsal sorunlara dair bir imza vermelerini salık vererek fark yaratmayı amaçlıyor!

Change.org, bütün bu işleri dünyanın dört bir yanından bir araya gelerek dünyayı değiştirmeyi amaç edinmiş kadrosuyla gerçekleştiriyor. Bu az sayıdaki “cesur” insan, belki yanı başınızda, belki de dünyanın diğer ucundaki sorunlara çözüm için çabalarken, yeni “sanal kahraman”lar da dünyayı daha iyi ve yaşanabilir bir yer yapmak için ellerinden geleni ortaya koyuyor.

Peki, “değişim”e bu kadar gönülden inanan bu “cesur” insanlar da nereden çıktı?

Çare Change.org Kadrosu

Her yıl dünyanın en zengin iş adamlarının listesini açıklayan bir dergide Change.org’un mucidi ve CEO’su Ben Rattray’in, “2012 yılı en başarılı iş adamları listesi”nde yer alması, muhtemelen bir “tesadüf” değildi. Fortune dergisi, dünya liderlerini bir kenara bırakıp sosyal sorumluluk sahibi insanları listelemeye başlamamıştı elbette. Rattray’i bu listeye sokan kriter onun “dünyayı değiştirme” hayali değil, kurucusu olduğu Change.org’un 2013 Mayıs ayı içerisinde on sekiz farklı ülkeye yaptığı 15 milyon dolarlık yatırımdı.

Çevreci aktivizm, haciz karşıtı imza, sendika savunusu gibi söylemlerle kampanyalar düzenleyen bu sitenin “ideolojisiz” olduğu öne sürülse de, sitenin adına dikkatlice bakmak gizlenen bu ideolojiyi görmeye yetiyor.

İsmini ABD Başkanı Barrack Obama’nın 2008 seçimlerinden alan site, seçim zamanında üyelerine “yeni yönetimin öncelik vermesi gereken on konu”yu oylamaya sunduğunda ortaya çıkan tablo, Obama’nın istek listesi olmuştu. Ayrıca, sitenin “ideolojisiz olduğu”na bir karşı çıkış da, ABD’de sendikal hakları için greve giden öğretmenlerin derslere girmemesinden şikayetçi olarak eğitimde reform isteyen mücadele karşıtı bir STK olan StudentsFirst ve Stand For Children ile olan ortaklığından geliyor.

STK Görünümlü Şirket: B-Şirket

Sitenin ismindeki “org” uzantısına aldanmayın. “Organization”dan (örgüt) gelen org. uzantısının genellikle kar amacı gütmeyen yardım vakıfları ya da STK’lar tarafından kullanıldığı bilinir. Ancak Change.org’ta kullanılan bu uzantı, sosyal sorumluluklu bir internet sitesinden öte, şeffaflığı engelleyen multi milyon dolarlık bir şirketi gizlemekte kullanılıyor. Yani bu sosyal sorumluluk görünümü, sitenin karına kar katmasına zemin sağlıyor. Kampanyalarla toplanan imzalı dilekçelerin ilgili vakıf ve STK’lara satılması da zaten bu “şirket”in işleyişini açıkça gösteriyor.

Standford’lu sınıf arkadaşları Ben Rattray ve Mark Dimas tarafından kurulan sitenin amaçları, “belli duyarlılıklar üzerinden bir araya gelen kullanıcıların kar amacı gütmeyen sosyal ağ platformlarıyla, sosyal değişime odaklanmak” olduğu öne sürülse de Change.org’un site üzerinden gerçekleştirdiği alış veriş, STK görünümlü şirketi açığa çıkartıyor.

İlk kez 2010 yılında ABD’de gündeme gelen, Benefit Corporations(B-Corps) yani B-Şirketler, kar hırsıyla çalışan şirketlerin aksine “toplumsal fayda” için çalışılması gerektiğini vurguluyor. Şeffaflık ve hesap verilebilirliğin esas alındığı, kamu yararı için sosyal vicdanı ilke edinerek faaliyet yürüttüklerini söyleyen B-Şirketler, fikirlerin eyleme dönüştürülmesi konusunda da hayli istekli.

Bir B-Şirketi olduğu söylenen Change.org’un faaliyetleri ise tam bu noktada dikkat çekiyor.2010 yılından bu yana kullandığı imza modeliyle çalışan Change.org, The Bay Citizen’in raporuna göre 2011 yılından itibaren bu yolla kazanç sağlamaya başlıyor ve ilk kez “kar amacı gütmeyen” pozisyonundan çıkıyor.

Şirket, sosyal değişimle ilgili politikalarını, STK’ların adalet ve eşitlik için toplum yararına düzenlediği her kampanyayı sahiplenebileceğini söylerken, esas olarak STK’ların sponsorluğundan bahsediyor. Kendi kampanyalarını Change.org’ta yayımlatarak hedef kitlelerini büyütmeyi amaçlayan grupların bu sanal platform şirketine sundukları teklifler, ABD İletişim İşçileri Sendikası’nın yaptığı gibi kimi zaman 280.000 dolara kadar çıkıyor.

İklim değişikliği, evsizler, göçmenler, gay hakları gibi birçok sosyal konuya ilişkin kampanya düzenleyen Change.org aynı zamanda kampanyalarına imza atan kullanıcıların ve üyelerin kişisel bilgilerini ve mail adreslerini ilgili kurum, vakıf ve STK’lara satarak da bütçesini büyütüyor. Change.org’a attığınız bir imza sonrasında mail adresiniz konuyla ilgilenen benzer kuruluşlara satılıyor. Netroots Vakfı’nın açıklamasına göre satılan mail başına belirlenen bu fiyat, 1.75 dolar.

2012 Ekim ayında Huffington Post, sitenin ortaklık sözleşmelerinde değişikliğe gittiğini duyurdu ve artık Change.org’u hazırlayanların kişisel olarak karşı olduğu reklamları bile alacağını açıkladı.

 

Change.org: Clicktivizm mi, Slacktivizm mi?

Clicktivizm, sosyal medyayı kullanarak eylemler düzenleyen aktivistler için kullanılır. Bu eylemlerin başarısı kampanyalar için kaç “click” aldıklarıyla ölçülür. Slacktivizmden farklı olarak burada düzenlenen kampanyalar, sadece internet üzerinde kalmaz, gerçek hayatta da eyleme dönüşür. Tabi clicktivizm, slacktivizmin internet üzerinden düzenlediği kampanyalar için de kullanılır. İmza kampanyaları düzenlemek ya da politikacılara-şirket CEO’larına mail göndermek bunlar arasında sayılabilir. Clicktivizme en büyük eleştiri, sokak eylemlerini sanal ortamdaki imza kampanyalarına dönüştürmesi konusundadır.

Slacktivizm ise; slacker ve activizm kelimelerinin birleşiminden oluşturulan bir kavramdır. Slacker’ın Türkçe karşılığı, tembeldir. Kelime, herhangi bir sosyal olayı destekleyerek iyi hisseden, pratikte fazla bir şey yapmadan bu az çabasından hoşnut olmasını niteler. Slacktivizm kavramı ise, sosyal ağlarda yayınlanan mesajları kopyalayıp yapıştırarak, kişisel bilgilerine yazarak ya da profil resmini değiştirerek, sanal ortamda gündeme dair bir söz üretme anlamına gelir.

Sosyal medyanın, genç gruplar arasında yaygın olarak kullanımıyla yaygınlaşan bu kavram ilk kez 1995’te Cornerstone Festivali’nde, gençlerin topluma etki edebileceği protesto dışı eylemler için kullanıldı. Örneğin bir protestoya katılmak yerine, ağaç dikmek gibi… Burada kullanılan anlamı olumluydu. Ancak 2001’de Newsday’deki bir makalesinde Monthy Phan, kelimeyi şimdiki olumsuz anlamında kullandı ve slacktivizm, kişilerin reel siyasi alanlardan uzaklaşarak sanal ortamda muhalefet yapmaya sıkışmasını tanımlamakta kullanılmaya başlandı.

Change.org ve benzeri sosyal ağlardan örgütlenen sanala hapsedilen muhalefetin birer yansımasına dönüşürken, benzer sosyal ağlar da bu karşılaştırma ekseninde değerlendirilmektedir. Kişilerin var olan adaletsizliklere karşı mücadele etmektense klavye aktivizmine hapsolmasına sebep olan Change.org’un aldığı en büyük eleştirilerden biri de, slacktivizme ilişkindir.

Toplumsal Muhalefeti “Vicdan” Diyerek Pazarlayanlara Karşı Direnişin Gerçekliği

Change.org ve benzeri sosyal ağlar (MoveOn, İmza.la gibi) şimdiden yayılmaya başladı bile. İnternetin mantığından faydalanılarak örgütlenen bu ağlarla sosyal vicdan sahibi ve sorumluluğu yüksek bir sanallık yaratılıyor. Kamuoyunun vicdanı ise, bu sanallığa hapsedilmeye çalışılıyor.

Toplumsal muhalefet gerçeklikten uzaklaştırılıp sanala hapsedilmek istenirken; “şeffaflık”, “kamu yararı”, “sosyal görev” denilerek kendini var eden STK’lar ise birer şirkete dönüşüyor. Kişisel bilgilerden toplum vicdanına kadar her şeyi pazarlayan bu şirketler, muhalefeti de kendi söylemlerini kullanarak sindirmek istiyor.

İnsanların uğruna yaşamını yitirdiği, devlet terörüne-polis şiddetine-kapitalist sömürüye karşı girişilmiş bir mücadelede ortaya çıkan “Bu daha başlangıç” sloganını bile pazarlanacak bir metaya dönüştüren bu ve benzeri sosyal ağlara karşı esas alınması gereken, “iyi hissedilecek” kampanyalar düzenleyen şirketler değil, sokaklarda örgütlenen mücadelenin kendisidir.

 Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 14. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Bir İmzayla Sen Vicdanını Onlar Cüzdanlarını Rahatlatıyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/11/20/21-yyda-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-bir-imzayla-sen-vicdanini-onlar-cuzdanlarini-rahatlatiyor/feed/ 0
Türkiye’nin En Büyük Şirketi Kuruldu https://meydan1.org/2012/11/12/turkiyenin-en-buyuk-sirketi-kuruldu/ https://meydan1.org/2012/11/12/turkiyenin-en-buyuk-sirketi-kuruldu/#respond Mon, 12 Nov 2012 11:50:36 +0000 https://test.meydan.org/2012/11/12/turkiyenin-en-buyuk-sirketi-kuruldu/ 2 Kasım’da yürürlüğe giren Kamu Hastaneleri Birliği Yasası ile birlikte hükümetin sağlığı piyasalaştırma projesinin en önemli adımı atılmış oldu. Bu yasa ile birlikte her ildeki hastane, şehrin nüfusuna ve hastanelerin büyüklüklerine göre ‘birlikler’ aracılığıyla yönetilecek. Örneğin İstanbul’da 5, İzmir ve Ankara’da 2’şer birlik olacak. Bu birliklerin başına ise şirket CEO’su niteliğinde genel sekreterler atanacak. Kendi […]

The post Türkiye’nin En Büyük Şirketi Kuruldu appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
2 Kasım’da yürürlüğe giren Kamu Hastaneleri Birliği Yasası ile birlikte hükümetin sağlığı piyasalaştırma projesinin en önemli adımı atılmış oldu. Bu yasa ile birlikte her ildeki hastane, şehrin nüfusuna ve hastanelerin büyüklüklerine göre ‘birlikler’ aracılığıyla yönetilecek.

Örneğin İstanbul’da 5, İzmir ve Ankara’da 2’şer birlik olacak. Bu birliklerin başına ise şirket CEO’su niteliğinde genel sekreterler atanacak. Kendi birliği içerisindeki bütün hastanelerinin yönetimi bu CEO’da olacak. Yaklaşık 40 milyar liralık sağlık bütçesinin yönetimi, bu Kamu Hastane Birlikleri’nin bünyesinde yapılacak. Yani Türkiye’nin en büyük şirketi olacak Kamu Hastane Birlikleri’nin denetimi ve yönetimi, bu CEO’ların elinde olacak. Bu CEO’ların yetkilerinin arasında, içinde milyar dolarların döndüğü ilaç ihalelerinin yönetimi, devlet ve üniversite hastanelerinin satılması, kiraya verilmesi ya da işletmesinin devredilmesi var. Bu CEO’ların ise tek bir görevi var, hastaneye daha fazla ve daha fazla kar ettirmek. Eğer kar ettiremezlerse mi? Altı aylık denetimler sonucunda başarısız bulunan genel sekreter ve ekibinin sözleşmesi, sürenin bitmesi beklenmeden feshedilecek.

Neydi, ne oldu?

Aslında basit. Eskiden Sağlık Bakanlığı’nın ve SGK’nın elinde bulunan hizmet üretim yapısı, SSK Hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi ve Sağlık Bakanlığının hastaneleri işletmelere çevirmesiyle birlikte bölündü. Artık tek finansman organı SGK olurken, tedavi hizmeti hastanelerin kendi başlarına halletmesi gereken bir ‘iş’ haline geldi. Öyle ki, devlet doktorların parasını dahi ancak 5 yıl daha ödemeyi garanti ettiğini, 5 yıl sonra hekimlerin ücretinin, çalıştığı hastanenin kendi döner sermaye ve performansıyla ödeneceğini belirtti. Kamu Hastaneleri Birlikleri de, bu kendi haline işletilecek hastanelerin yönetimini yapacak yapılar haline geldi.

Sermaye güvende, herkes birbirine rakip

Finans tekelini artık tek başına elinde bulunduran SGK, özel hastanelere ve diğer yatırımcılara ‘bu işte çok para var’ güvencesini verdi. İlaç sektörü Türkiye’de çok iş var diyerek akın akın yatırım yaparken, özel hastane sayısı hiç durmadan arttı. Bu şekilde son yılların en fazla oranda artan yabancı sermayesi Türkiye’ye sağlık üzerinden giriverdi. (En basit örneğiyle Türkiye’nin en büyük sağlık şirketlerinden birisi Acıbadem grubu, Malezyalı kamu yatırım fonu Khazanah’lara %75 oranında satıldı.

Aslında işin içine yerli-yabancı sermayenin girmesi ve kamu hastanelerinin de bütün kamusal özelliklerini yitirerek işletmelere çevrilmesi ile birlikte ilk önce tüm hastaneler birbirine rakip haline getirilirken, ardından SGK ile hizmet sektörü birbirine rakip kılındı. Türkiye koşullarında çok bilindik uygulamalar, işin kanuni gereği olarak karşımıza çıkacak şekilde organize edildi.

Örneğin SGK kendi gelir ve gider dengesini tutturmak için hizmet başı fiyatları düşük tutmaya ve gönderilen faturalarda kesinti yapma yoluna gidecek. Hastaneler ise bunun üzerine kendisinden fatura kesintisi yapan SGK’ya karşı, gereksiz işlem, tedavi ya da harcama yaparak ya da kalitesiz mal kullanımını yükseltip hizmet maliyetini düşürerek, ya da hiç yapmadığı hizmetleri varmış gibi faturalandırarak rakibini alt etmeye çalışacak. Hasta mı dediniz?

Hasta değil müşteri, hastane değil şirket

İçinde bir çok farklı uygulaması olan ‘Sağlıkta Dönüşüm’ün temel 4 ana yöntemi var. İlk olarak tek bir satın alıcı olan SGK’nın tekelleştirilmesi, ikinci olarak sağlık hizmeti sunan yapıların işletmeleştirilmesi, üçüncüsü Sağlık Bakanlığı’nın çoğu sorumluluklarından çekilmesiyle ‘düzenleyici’ rolünü sahiplenerek Kamu Hastaneleri Birlikleri yoluyla işletmenin politik üssü olması ve son olarak da doktoru robotlaştıran hastayı müşteri haline getiren sistemin tam rekabet verimiyle devam etmesi. Aslında ilk 3 yöntem, Kamu Hastane Birlikleri politikası ile kabaca anlaşılıyor. Doktorlara getirilen performans sistemiyle birlikte, “ne kadar çok muayene, ameliyat, reçete o kadar para’ deniliyor. Yani ne kadar ekmek, o kadar köfte politikası hastalar üzerinden uygulanıyor. Doktor, kapının üstünde yanıp sönen numaratörlerle-üstüne bir de acilden sevkleri ile ‘ahbap kontenjanını’ da eklersek bir hastaya ortalama iki dakika harcıyor. Hasta artık doktor için insan değil, bir bilgisayar görüntüsünü ifade ediyor. Hasta giriyor, röntgen çekiliyor, reçetesi çarçabuk yazılıyor. Sağlık Ceo’larının görevlendirdiği ‘hastane yöneticileri’ yoluyla, doktorların performansı, hastaneye ne kadar kar ettirdiği üzerinden ölçülüyor. Eğer bir doktor hastaneye yeteri kadar kar ettirmezse, nakil işlemi başlatılabiliyor. Ya da mesela bütün bir hastanenin Birliğe yararı, zararından fazla hale gelirse, hastane hemen onu daha iyi işletecek şirketlere kiralanıyor ya da satılıyor. Piyasanın aklı, hastanede kurulan ilişkiyi, hekim hasta ilişkisinden, müşteri, hizmet sunucusu ilişkisine çeviriyor. Ne kadar hasta o kadar para, yani aslında hastayı iyileştirmek de uzun vadede para etmiyor.

Artık Cebimizden Daha Fazla Para Çıkacak

SGK bugün sağlık harcamalarının ancak yarısını primler yoluyla finanse edebiliyor. Devlet geçmişte SGK’dan geriye kalan %50 gideri kendisi finanse ederken, artık bu ödemeden elini eteğini çektiğini, yalnızca çok gerekirse müdahele edeceğini ilan etti. Yani geriye kalan %50’lik kısım yine SGK tarafından ödenmesi gereken payın içinde. Bunun finansmanı da hastanelerin ‘verimliliklerini’ arttırması yoluyla yapılacak deniliyor. Hastanelerin para kazanmak için 40 takla atacağı gerçeği bir yana, bu açık bundan sonra giderlerin azaltılması-yani hekim ücretlerinin düşürülmesi, görevden alınması ya da primlerin zamanla daha da arttırılması- ya da ‘fark’ adı altındaki hastanelere verilmiş ek ücret alma opsiyonunun genişletilmesi yöntemiyle olacaktır.

Örneğin eskiden bedava olan muayene ücreti, 15 TL’ye kadar varan sabit ücretlerle belirlendi. Bununla birlikte acil kabul ettikleri haller dışında hiç kimse hastaneye direk gidip hastane tarafından tedavi edilmeyecek.

Acil durumlarda artık yalnızca ölmek üzere olmak ya da yaralanmak söz konusu olduğunda kabul ediliyor. Bunun dışında acile herhangi bir durum için muayeneye gidildiğinde eğer ölmek üzere değilsen muayene ücreti 75 kuruştan 15 tl + tedavi ücretine yükseltildi. Eskiden özel hastanelerde bedavaya yapılacak denilen bypass işlemlerinde, bugün 10.000 tl’nin 9000 tl’sinin geri ödeme zorunluluğuyla geri geliyor. Diş sağlığı ise sağlık sigortasının genel kapsamının neredeyse tamamen dışına çıkartılıyor.

Üstelik genel sağlık sigortasına sahip hastalar, yalnızca prim değil, aynı zamanda katılım payları ve ilave ücretler ile hastanelerin koyduğu farkları da ödeyecek. Sigortalı kimselere verilecek tüm hizmetlerin miktarı, kapsamı ve süresi SGK tarafından sınırlandırılabilecek. Temel teminat paketi dışında kalan hizmetler için ‘tamamlayıcı’ sigorta yapılması istenecek, dolayısıyla bunun için de ayrıca cepten ödeme yapmak gerekecek. Örneğin robotik cerrahi yöntem ile yapılan işlemlerde prostat lazer tedavisi veya plazmakinetik tedavisi için devletin belirlediği fiyat bin 300 TL. Ancak sağlık kuruluşu hastaneden türlü kılıflarla 3 bin 900 liraya kadar ücret talep edebilecek. Bu şekilde arada açılan ‘fark’ kapanacak. Yani aslında buz dağının görünmeyen yüzü yavaş yavaş ortaya çıkacak..

Ahlaksız Doktorun Bıçak Parası gitti “Kanuni Fark” Geldi

Sağlıkta Dönüşüm programunın en önemli propagandalarından birisi “bıçak parası gitti, artık hekimlerin açgözlülüğüne dur diyeceğiz” şelinde tezahür etmişti. Elbette toplumun her kesiminde ‘bıçak parası’ mağdurları bu durumun sağlıkta iyiye işaret olduğunu yorumladı. (gerçekten de güzel bir hayaldi) Eskiden bir tıp fakültesinde profesör veya doçent tarafından ameliyat edilecekseniz, döner sermayenin kestiği ameliyat ücreti bıçak parası olarak adlandırılıyordu. 29 Eylül 2012`de yayımlanan Sağlıkta Uygulama Tebliği (SUT) ile eskiye dönüşün işaretleri, hem de bu sefer ‘kanuni bıçak parası’ şeklinde kanunlaştırıldı. Artık ‘öğretim üyesi muayenelerinde ücreti arttırma ve farklılaştırma uygulamalarında kurum kendisi yetkilidir` ibaresi ile hastane devlet tarafından kanuni bir yetki ile donatılarak ‘bıçak parası’ almaya muktedir kılındı. Bıçak parası artık ahlaksız değil kanuni oluyor.

Eczane: Devletin Yeni Tahsildarı

Devlet hasta neleri, Eğitim Araştırma Hastaneleri, Üniversite Hastaneleri, Özel Dal Hastaneleri’nde muayene olduğunuzda, randevu aldığınızda, tahlil yaptırdığınız, röntgen çektirdiğinizde vs. hastaneye herhangi bir ücret ödemezsiniz. Çünkü ödemeniz gereken meblağ, kimlik numaranıza borç olarak kaydedilir. İlaçlarınızı almak için eczaneye gittiğinizde ise sizden tahsil edilir. Emeklilik varsa bu borç maaştan kesilir, sigortalı çalışanlarda elden tahsil edilir. Emekli olmayanlarda %20, emeklilerde %10 katılım payı, buna ek olarak hastane muayene ücreti ve devletin ilaçtan aldığı ayrıca fiyat farkı, eczanelerde şişkin bir faturayla karşılaşmanıza sebep olacaktır. Dolayısıyla, parayı ödememek için de iş işten geçmiştir. Üstelik son zamanlarda emeklilerin maaşlarından yapılan sağlık kesintileri, uçuk rakamlara varabilmektedir.

Artık Hastanede Rehin Alınmayacağız: Doğru Hapishaneye

Hastane parasını ödeyemediği için hastanede rehin alma politikasını bitireceğiz, artık rehin alma yok dediler. Ancak uygulamalardan anlıyoruz ki, devlet artık işi daha temiz halletmek istiyor. Faturayı ödemeyen hastalar evet rehin alınmıyor. Çünkü kendilerine hastaneden çıkış almadan senet imzalatılıyor. Süre geçiminin akabinde ise icra takibi başlıyor. Takipte de ödeme alınmazsa, doğru hapishaneye.

Sağlık Kötüye Gidiyor, Harcama Kat ve Kat Artıyor

Üstelik bunca özelleştirmeye, ilaca, sağlık harcamalarındaki olağanüstü artışa rağmen bir türlü ‘iyileşemiyoruz.’ 2007-2009 yılları arasında reçetelerin fatura tutarı %43.6 oranında arttı. Son 10 yıl içerisinde kutu ilaç tüketiminde korkunç derecede bir artış mevcut. Tedavi için hastaneye başvuranların sayısı ise, hiç durmadan artıyor. Paranın, artan teknolojinin ve hekime ulaşımın daha kolay olduğunun iddia edildiği ve cebimizden kat ve katıyla çıkan paraya rağmen, bir türlü iyileşemiyoruz. Üstelik bu artış, nüfus artış oranının da çok çok üstünde. Toplumda 10 kişiden 8’i hastayım diyor. Sağlık sistemi hastanın hastalığının sürdürülebilir bir şekilde devam etmesinden kar ediyor. İlaç şirketleri, Türkiye’deki hasta profilinden ve kendilerine muhtaç olmasından ise, son derece memnun görünüyor. Hastaneler ise anlaşılan o ki, hastayı ‘iyi’ etmek istemiyor.. Halimizin iyiye gitmediği kesin.. Belki de şöyle sormak gerekiyor, tüm bu harcamalar bize yaramıyorsa, kime yarıyor?

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 5. sayısında yayımlanmıştır.

The post Türkiye’nin En Büyük Şirketi Kuruldu appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/11/12/turkiyenin-en-buyuk-sirketi-kuruldu/feed/ 0