çernobil katliamı – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 05 Feb 2020 16:01:59 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Çernobil’de Orman Yangını https://meydan1.org/2017/06/30/cernobilde-orman-yangini/ https://meydan1.org/2017/06/30/cernobilde-orman-yangini/#respond Fri, 30 Jun 2017 06:50:44 +0000 https://seninmedyan.org/?p=10453 Ukrayna’da 26 Nisan 1986’da dünyanın en büyük nükleer felaketinin yaşandığı Çernobil’deki kapalı bölgede bulunan ormanlık alanda yangın çıktı. Çernobil’in Lubyanska bölgesindeki ormanda öğle saatlerinde ağaç kesme çalışmaları esnasında çıkan yangın, 25 hektarlık alanı etkiledi. Ukrayna Olağanüstü Haller Servisi’nden yapılan açıklamada, yangını söndürme çalışmalarının sürdüğü belirtildi. Sovyetler Birliği döneminin sonlarında, Ukrayna’da Kiev’e 110 kilometre uzaklığındaki Çernobil Nükleer Santrali’nde […]

The post Çernobil’de Orman Yangını appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Ukrayna’da 26 Nisan 1986’da dünyanın en büyük nükleer felaketinin yaşandığı Çernobil’deki kapalı bölgede bulunan ormanlık alanda yangın çıktı. Çernobil’in Lubyanska bölgesindeki ormanda öğle saatlerinde ağaç kesme çalışmaları esnasında çıkan yangın, 25 hektarlık alanı etkiledi. Ukrayna Olağanüstü Haller Servisi’nden yapılan açıklamada, yangını söndürme çalışmalarının sürdüğü belirtildi.

Sovyetler Birliği döneminin sonlarında, Ukrayna’da Kiev’e 110 kilometre uzaklığındaki Çernobil Nükleer Santrali’nde 26 Nisan 1986’da bir deneme esnasında  patlama olmuştu. Patlamadan dolayı havaya yayılan nükleer bulut, bölge ve dünya üzerinde milyonlarca insanı olumsuz etkilenmiş, kanser vakalarında artış yaşanmıştı.

The post Çernobil’de Orman Yangını appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/06/30/cernobilde-orman-yangini/feed/ 0
“Çernobil İşçileri İki Kez Öldürür” https://meydan1.org/2017/04/26/cernobil-iscileri-iki-kez-oldurur/ https://meydan1.org/2017/04/26/cernobil-iscileri-iki-kez-oldurur/#respond Wed, 26 Apr 2017 12:05:12 +0000 https://seninmedyan.org/?p=3394 Bugünlerde bir başka 26 Nisan’ı, Çernobil’in yıldönümünü karşılamaya hazırlanıyoruz. Çernobil’in o ağır yükü; sorumluluğu sayfa sayfa önümüze dökülüyor. Binlerce akıl almaz yaşam hikayesi ve deneyim internet aleminin bilgi denizinde kağıttan bir gemi gibi bata çıka seyrediyor. Her 26 Nisan’da bu hikayeler; ucu sivri, tırtıklı bir bıçak gibi vicdanımızı ve “insanlığımızı” biçiyor. Biz bu hikayelerden bahsetmeyeceğiz. […]

The post “Çernobil İşçileri İki Kez Öldürür” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Bugünlerde bir başka 26 Nisan’ı, Çernobil’in yıldönümünü karşılamaya hazırlanıyoruz. Çernobil’in o ağır yükü; sorumluluğu sayfa sayfa önümüze dökülüyor. Binlerce akıl almaz yaşam hikayesi ve deneyim internet aleminin bilgi denizinde kağıttan bir gemi gibi bata çıka seyrediyor. Her 26 Nisan’da bu hikayeler; ucu sivri, tırtıklı bir bıçak gibi vicdanımızı ve “insanlığımızı” biçiyor.

Biz bu hikayelerden bahsetmeyeceğiz. Fakat, merak edenlerin, bir nükleer katliamın sayılarla değil de ancak ve ancak buna maruz kalanların aktardığı deneyimlerle anlaşılabileceğini görmeleri için Svetlana Aleksiyeviç’in Çernobil’den Sesler kitabına bir bakmalarını öneriyor; hatta onları kitabı okurken dünyaya her gün bir yenisi eklenen santrallerin açığa çıkardığı ve çıkaracağı felaketler üzerine düşünmeye, dahası bu santrallere karşı eylemeye davet ediyoruz.

Evet, biz bu hikayelerden bahsetmeyeceğiz dedik ama yine de hikayelerden gideceğiz. Daha doğrusu, “Evet nükleer öldürür, ama nükleer yoksulları ve ezilenleri daha mı çok öldürür?” sorusunun peşine düşeceğiz. Bizlere doğal afet diye yutturulmaya çalışılan sellerin varoşlardaki evleri basması gibi, depremlerin bilmem kaç şiddetindeki yer sarsıntılarına dayanıklı lüks siteleri es geçip, kağıttan kuleler gibi dizilmiş yoksul apartmanları yerle bir etmesi gibi… Acaba radyasyon da, herkesi öldürdüğünden daha fazla mı öldürmüştür ezilenleri?

Radyasyon, kapitalizmin ve devletin üzerlerine zırh olduğu insanları es geçmese de, günlük hayatını baldırı çıplak geçiren biz ezilenleri, efendilerden daha mı çok öldürmüştür? Yine bu katliamlarda efendiler birer birer ölürken biz yine yüzlerle, binlerle, milyonlarla mı ölmüşüzdür?

Pripyat’ta işçiler patlama sonrasında şehri temizliyor. – 1986

Çernobil Katliamı ve “Kahraman Yoksullar”

Bir çoğumuzun bildiği üzere, 26 Nisan 1986 akşamı, Sovyetler Birliği’ndeki Pripyat kasabasının yakınlarındaki Çernobil nükleer santralinde büyük bir patlama meydana geldi. Patlama esnasında 31 kişi öldü. Fakat patlamanın etkisi dalga dalga yayıldı. Sovyetler Birliği devletinin katliamı gizleme çabası, radyasyonun etkisini katmerledi. 26 Nisan 1986’da Çernobil’de patlayan nükleer, o günden bugüne Rusya’dan yaşadığımız topraklara kadar ölüm ve kanser olarak yağdı üzerimize.

Patlamanın hemen ardından Sovyet yetkililer, bölgenin temizliği için robotlar gönderdiler Çernobil’e. Fakat robotlar bile maruz kaldıkları radyasyon yüzünden bozulunca, onların insan versiyonları gönderildi. İtfaiye erleri, düşük rütbeli askerler, inşaat işçileri ve maden işçileri basit birer gaz maskesi ve radyasyon karşısında hiç bir koruyuculuğu olmayan kıyafetlerle enkazı temizlemeye koyuldular. Çernobil Katliamı’nın izlerinin silinmesi için çalışan yüzbinlerce insanın büyük bir kısmı öldü. Tarihe isimleri kahraman olarak kazındı. Fakat Sovyet bürokrasinin üst tabakasından kimsenin adı bu binlerce mezar taşının üstünde görülmedi. Hatta bu bürokratlar; işçiler teker teker ölüyorken, radyasyona maruz kalmış hayvanları ucuz fiyatlara satıp coğrafyanın bütününe dağıtmakla uğraşıyorlardı.

Evet, hikaye oldukça tanıdık gibi; hatırlarsanız Soma’da katledilen maden işçileri de, kendilerini katledenler tarafından “şehit” unvanıyla “taçlandırılmışlardı”.

Fukuşima Katliamı ve “Başını Sokacak Bir Saçak Altı” Uğruna

11 Mart 2011’de, Honşu Adası açıklarında meydana gelen tsunami ve deprem sonrasında, Fukuşima Nükleer Santrali’nde büyük bir patlama meydana geldi. Patlama sonrasında, 160 bin kişi evlerini terk etti. Radyoaktif maddeler binlerce ton su ile denize aktı; toprağa ve havaya karıştı. Balıkların normal seviyenin iki bin beş yüz katı radyasyona maruz kaldığı ortaya çıktı. Üstelik, nükleer sızıntının etkilerinin 24 bin yıl daha süreceği öngörüldü.

Nasıl Çernobil’i yapan akılla, Fukuşima’yı yapan akıl paralel düşündüyse; pisliğin temizlenmesi konusunda da aynı yöntemi izledi efendiler. Önce robotlar denendi, olmayınca ülkede ki evsizler devreye sokuldu. Buyurun kendi ağızlarından dinleyelim: “Bizi işe almak isteyenler için kolay bir hedefiz. Buraya çantalarımızla geliyoruz, tren garları yakınlarında dolaşmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Yani bizi bulmak kolay oluyor. Onlar da gelip “Aç mısınız?”, “İş ister misiniz?” diye soruyor. Eğer yiyecek hiçbir şeyiniz yoksa size iş öneriyorlar.”

Evsizler günde tahmini 90 dolara çalıştırıldılar, aldıkları paranın büyük bir kısmını kaldıkları yere ve yemeğe ödediler. Şimdi onların hangi köşede kıvrılıp öldüğünü ya da ölümü beklediğini kimse bilmiyor.

Goiania Katliamı ve “Nükleerin Hurdasına Denk Gelmek”

Yıl 1987, aylardan eylül, Brezilya’nın Goinai şehrinde iki yoksul hurdacı olan Roberto Dos Santos Alves ve Wagner Mota Pereira terk edilmiş bir radyoterapi kliniğinde, yüksek miktarda radyoaktif sezyum klorid içeren bir radyoterapi makinası bulurlar ve bunu dükkanlarına taşırlar. Makinenin içerisinde mavi ışıklar saçan küre biçimindeki küçük nesne dikkatlerini çeker. Bunu makinenin içerisinden çıkarıp, bir kaç gün içerisinde başka birine satarlar. Küreyi alan Devair Ferreira bu nesneyi evine götürür. Kürenin eve girmesinden sonra, evde yaşayanların sağlık durumunun kötüye gittiğini fark eden kız kardeş bu durumdan şüphelenerek küreyi inceletmek için onu otobüsle bir hastaneye taşır. Böylece küreyi bulan iki hurdacıdan otobüste bulunan insanlara kadar toplamda 250 kişi yoğun derecede radyasyona maruz kalır; bunlardan en az dördü hayatını kaybederken, diğerleri istisnasız biçimde ağır hastalıklara yakalanırlar.

Şurası açıktır ki; hiç bir zengin, hiç bir devlet adamı yaşamını hurda satarak sağlamaz. Ve aynı zenginler hurdacıdan aldıkları ışık saçan mavi toplarla ailesini sevindirmeye çalışmaz. O zenginler ki, ne yoksulların bindiği otobüslere binerler ne de onların gittiği hastanelere giderler!

Çelyabinsky ve “Uranyumu Halının Altına Süpürmek”

1957 yılında, Çelyabinsky yakınlarındaki Mayak Nükleer Santrali’nde büyük bir patlama meydana geldi. Her ne kadar dünyanın ilk nükleer katliamı olsa da, Sovyet yönetimi tarafından 90’lı yıllara kadar gizlendi. Tabi bu sırada, radyasyon yaklaşık 1.000 kilometrelik bir alana yayıldı. Onlarca yıl boyunca, nükleer sızıntı devam etti, radyasyonlu atık su bölgedeki nehre bırakıldı. Faciadan en çok etkilenen Müslümova Köyü, Nükleerci devlet şirketi Rosatom tarafından ancak 2006 yılında, Yeni Müslümova Köyü kurularak oraya taşındı.

Faciadan en çok etkilenen, nehir boyunca uzanan köylerde yaşayan ve hayatını tarım ve hayvancılıkla sürdüren köylüler oldu. Katliamdan günümüze kadar doğan çocukların hemen hemen hepsi beraberinde bir hastalıkla dünyaya geldiler. Kanser olmak şaşılmayacak bir şeye dönüştü.

Rusya devleti kimi mağdurlara tazminat ödemeyi kabul etti. Fakat verilen tazminat, radyasyondan uzak bir yerde ev almaya bile yetmiyordu!

Pek tabi, nükleerin dilsiz kurbanları da vardı. Ağaçlar, ormanlar sokak hayvanları su varlıkları ve diğerleri. Pripyat’ta, Çelyabinsky’de Fukuşima’da ve daha bir çok başka yerde büyük bir sessizlik içerisinde katledildiler. Çoğu kimse onları anmadı. Bir daha yeşillenemeyecek bir ağaç, sakat doğan bir buzağı ve soluduğu hava zehirlenen bir balık bilançolara dahil edilmedi.

Şuna emin olabilirsiniz ki, tarih yukarıda andığımız hikayelerin benzerleri ile doludur. Kimisi halen gizli kapaklı, kimisi aşikar. Fakat, en nihayetinde aşikar olan şey ise nükleer herkesi öldürse de ezilenleri daha çok öldürdü, öldürüyor ve biz ezilenler bizlerin hayatı üzerinden hesaplar yapanların karşısına dikilmedikçe öldürmeye devam edecek!

Bu yazı Meydan Gazetesi’nde yayımlanmıştır.

The post “Çernobil İşçileri İki Kez Öldürür” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/04/26/cernobil-iscileri-iki-kez-oldurur/feed/ 0
“Çernobil İşçileri İki Kez Öldürür” – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2016/04/26/cernobil-iscileri-iki-kez-oldurur-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2016/04/26/cernobil-iscileri-iki-kez-oldurur-ozgur-erdogan/#respond Tue, 26 Apr 2016 11:17:08 +0000 https://test.meydan.org/2016/04/26/cernobil-iscileri-iki-kez-oldurur-ozgur-erdogan/ Bugünlerde bir başka 26 Nisan’ı, Çernobil’in yıldönümünü karşılamaya hazırlanıyoruz. Çernobil’in o ağır yükü; sorumluluğu sayfa sayfa önümüze dökülüyor. Binlerce akıl almaz yaşam hikayesi ve deneyim internet aleminin bilgi denizinde kağıttan bir gemi gibi bata çıka seyrediyor. Her 26 Nisan’da bu hikayeler; ucu sivri, tırtıklı bir bıçak gibi vicdanımızı ve “insanlığımızı” biçiyor. Biz bu hikayelerden bahsetmeyeceğiz. […]

The post “Çernobil İşçileri İki Kez Öldürür” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Pripyat'ta işçiler patlama sonrasında şehri temizliyor. - 1986 Pripyat’ta işçiler patlama sonrasında şehri temizliyor. – 1986

Bugünlerde bir başka 26 Nisan’ı, Çernobil’in yıldönümünü karşılamaya hazırlanıyoruz. Çernobil’in o ağır yükü; sorumluluğu sayfa sayfa önümüze dökülüyor. Binlerce akıl almaz yaşam hikayesi ve deneyim internet aleminin bilgi denizinde kağıttan bir gemi gibi bata çıka seyrediyor. Her 26 Nisan’da bu hikayeler; ucu sivri, tırtıklı bir bıçak gibi vicdanımızı ve “insanlığımızı” biçiyor.

Biz bu hikayelerden bahsetmeyeceğiz. Fakat, merak edenlerin, bir nükleer katliamın sayılarla değil de ancak ve ancak buna maruz kalanların aktardığı deneyimlerle anlaşılabileceğini görmeleri için Svetlana Aleksiyeviç’in Çernobil’den Sesler kitabına bir bakmalarını öneriyor; hatta onları kitabı okurken dünyaya her gün bir yenisi eklenen santrallerin açığa çıkardığı ve çıkaracağı felaketler üzerine düşünmeye, dahası bu santrallere karşı eylemeye davet ediyoruz.

Evet, biz bu hikayelerden bahsetmeyeceğiz dedik ama yine de hikayelerden gideceğiz. Daha doğrusu, “Evet nükleer öldürür, ama nükleer yoksulları ve ezilenleri daha mı çok öldürür?” sorusunun peşine düşeceğiz. Bizlere doğal afet diye yutturulmaya çalışılan sellerin varoşlardaki evleri basması gibi, depremlerin bilmem kaç şiddetindeki yer sarsıntılarına dayanıklı lüks siteleri es geçip, kağıttan kuleler gibi dizilmiş yoksul apartmanları yerle bir etmesi gibi… Acaba radyasyon da, herkesi öldürdüğünden daha fazla mı öldürmüştür ezilenleri?

Radyasyon, kapitalizmin ve devletin üzerlerine zırh olduğu insanları es geçmese de, günlük hayatını baldırı çıplak geçiren biz ezilenleri, efendilerden daha mı çok öldürmüştür? Yine bu katliamlarda efendiler birer birer ölürken biz yine yüzlerle, binlerle, milyonlarla mı ölmüşüzdür?

Çernobil Katliamı ve “Kahraman Yoksullar”

Bir çoğumuzun bildiği üzere, 26 Nisan 1986 akşamı, Sovyetler Birliği’ndeki Pripyat kasabasının yakınlarındaki Çernobil nükleer santralinde büyük bir patlama meydana geldi. Patlama esnasında 31 kişi öldü. Fakat patlamanın etkisi dalga dalga yayıldı. Sovyetler Birliği devletinin katliamı gizleme çabası, radyasyonun etkisini katmerledi. 26 Nisan 1986’da Çernobil’de patlayan nükleer, o günden bugüne Rusya’dan yaşadığımız topraklara kadar ölüm ve kanser olarak yağdı üzerimize.

Patlamanın hemen ardından sovyet yetkililer, bölgenin temizliği için robotlar gönderdiler Çernobil’e. Fakat robotlar bile maruz kaldıkları radyasyon yüzünden bozulunca, onların insan versiyonları gönderildi. İtfaiye erleri, düşük rütbeli askerler, inşaat işçileri ve maden işçileri basit birer gaz maskesi ve radyasyon karşısında hiç bir koruyuculuğu olmayan kıyafetlerle enkazı temizlemeye koyuldular. Çernobil Katliamı’nın izlerinin silinmesi için çalışan yüzbinlerce insanın büyük bir kısmı öldü. Tarihe isimleri kahraman olarak kazındı. Fakat Sovyet bürokrasinin üst tabakasından kimsenin adı bu binlerce mezar taşının üstünde görülmedi. Hatta bu bürokratlar; işçiler teker teker ölüyorken, radyasyona maruz kalmış hayvanları ucuz fiyatlara satıp coğrafyanın bütününe dağıtmakla uğraşıyorlardı.

Evet, hikaye oldukça tanıdık gibi; hatırlarsanız Soma’da katledilen maden işçileri de, kendilerini katledenler tarafından “şehit” unvanıyla “taçlandırılmışlardı”.

Fukuşima Katliamı ve “Başını Sokacak Bir Saçak Altı” Uğruna

11 Mart 2011’de, Honşu Adası açıklarında meydana gelen tsunami ve deprem sonrasında, Fukuşima Nükleer Santrali’nde büyük bir patlama meydana geldi. Patlama sonrasında, 160 bin kişi evlerini terk etti. Radyoaktif maddeler binlerce ton su ile denize aktı; toprağa ve havaya karıştı. Balıkların normal seviyenin iki bin beş yüz katı radyasyona maruz kaldığı ortaya çıktı. Üstelik, nükleer sızıntının etkilerinin 24 bin yıl daha süreceği öngörüldü.

Nasıl Çernobil’i yapan akılla, Fukuşima’yı yapan akıl paralel düşündüyse; pisliğin temizlenmesi konusunda da aynı yöntemi izledi efendiler. Önce robotlar denendi, olmayınca ülkede ki evsizler devreye sokuldu. Buyurun kendi ağızlarından dinleyelim: “Bizi işe almak isteyenler için kolay bir hedefiz. Buraya çantalarımızla geliyoruz, tren garları yakınlarında dolaşmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Yani bizi bulmak kolay oluyor. Onlar da gelip “Aç mısınız?”, “İş ister misiniz?” diye soruyor. Eğer yiyecek hiçbir şeyiniz yoksa size iş öneriyorlar.”

Evsizler günde tahmini 90 dolara çalıştırıldılar, aldıkları paranın büyük bir kısmını kaldıkları yere ve yemeğe ödediler. Şimdi onların hangi köşede kıvrılıp öldüğünü ya da ölümü beklediğini kimse bilmiyor.

Goiania Katliamı ve “Nükleerin Hurdasına Denk Gelmek”

Yıl 1987, aylardan eylül, Brezilya’nın Goinai şehrinde iki yoksul hurdacı olan Roberto Dos Santos Alves ve Wagner Mota Pereira terk edilmiş bir radyoterapi kliniğinde, yüksek miktarda radyoaktif sezyum klorid içeren bir radyoterapi makinası bulurlar ve bunu dükkanlarına taşırlar. Makinenin içerisinde mavi ışıklar saçan küre biçimindeki küçük nesne dikkatlerini çeker. Bunu makinenin içerisinden çıkarıp, bir kaç gün içerisinde başka birine satarlar. Küreyi alan Devair Ferreira bu nesneyi evine götürür. Kürenin eve girmesinden sonra, evde yaşayanların sağlık durumunun kötüye gittiğini fark eden kız kardeş bu durumdan şüphelenerek küreyi inceletmek için onu otobüsle bir hastaneye taşır. Böylece küreyi bulan iki hurdacıdan otobüste bulunan insanlara kadar toplamda 250 kişi yoğun derecede radyasyona maruz kalır; bunlardan en az dördü hayatını kaybederken, diğerleri istisnasız biçimde ağır hastalıklara yakalanırlar.

Şurası açıktır ki; hiç bir zengin, hiç bir devlet adamı yaşamını hurda satarak sağlamaz. Ve aynı zenginler hurdacıdan aldıkları ışık saçan mavi toplarla ailesini sevindirmeye çalışmaz. O zenginler ki, ne yoksulların bindiği otobüslere binerler ne de onların gittiği hastanelere giderler!

Çelyabinsky ve “Uranyumu Halının Altına Süpürmek”

1957 yılında, Çelyabinsky yakınlarındaki Mayak Nükleer Santrali’nde büyük bir patlama meydana geldi. Her ne kadar dünyanın ilk nükleer katliamı olsa da, Sovyet yönetimi tarafından 90’lı yıllara kadar gizlendi. Tabi bu sırada, radyasyon yaklaşık 1.000 kilometrelik bir alana yayıldı. Onlarca yıl boyunca, nükleer sızıntı devam etti, radyasyonlu atık su bölgedeki nehre bırakıldı. Faciadan en çok etkilenen Müslümova Köyü, Nükleerci devlet şirketi Rosatom tarafından ancak 2006 yılında, Yeni Müslümova Köyü kurularak oraya taşındı.

Faciadan en çok etkilenen, nehir boyunca uzanan köylerde yaşayan ve hayatını tarım ve hayvancılıkla sürdüren köylüler oldu. Katliamdan günümüze kadar doğan çocukların hemen hemen hepsi beraberinde bir hastalıkla dünyaya geldiler. Kanser olmak şaşılmayacak bir şeye dönüştü.

Rusya devleti kimi mağdurlara tazminat ödemeyi kabul etti. Fakat verilen tazminat, radyasyondan uzak bir yerde ev almaya bile yetmiyordu!

Pek tabi, nükleerin dilsiz kurbanlarıda vardı. Ağaçlar, ormanlar sokak hayvanları su varlıkları ve diğerleri. Pripyat’ta, Çelyabinsky’de Fukuşima’da ve daha bir çok başka yerde büyük bir sessizlik içerisinde katledildiler. Çoğu kimse onları anmadı. Bir daha yeşillenemeyecek bir ağaç, sakat doğan bir buzağı ve soluduğu hava zehirlenen bir balık bilançolara dahil edilmedi.

Şuna emin olabilirsiniz ki, tarih yukarıda andığımız hikayelerin benzerleri ile doludur. Kimisi halen gizli kapaklı, kimisi aşikar. Fakat, en nihayetinde aşikar olan şey ise nükleer herkesi öldürse de ezilenleri daha çok öldürdü, öldürüyor ve biz ezilenler bizlerin hayatı üzerinden hesaplar yapanların karşısına dikilmedikçe öldürmeye devam edecek!

Özgür Erdoğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33.sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Çernobil İşçileri İki Kez Öldürür” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/04/26/cernobil-iscileri-iki-kez-oldurur-ozgur-erdogan/feed/ 0
“Devletin Yalanı Nükleerin Reklamı” – Büşra Cengiz https://meydan1.org/2015/04/22/devletin-yalani-nukleerin-reklami-busra-cengiz/ https://meydan1.org/2015/04/22/devletin-yalani-nukleerin-reklami-busra-cengiz/#respond Wed, 22 Apr 2015 16:04:01 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/22/devletin-yalani-nukleerin-reklami-busra-cengiz/ Reklamlaar! Günümüzde şirketleri ayakta tutan ve varlığını sürdürmesini sağlayan yegane şey reklamdır. Bir ürünün reklam süreci, ürünü çekici hale getirme çabalarıyla başlar ve onun görsel olarak bize sunulmasıyla devam eder. Reklamın son aşaması ise, “tüketici”lerin artık o ürünün reklamını yapıyor hale gelmesidir. Peki bir reklam niçin yapılır? Benzeri ürünlerle rekabeti sağlamak, tanıtım yapmak, insanları tüketime […]

The post “Devletin Yalanı Nükleerin Reklamı” – Büşra Cengiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Devletin Yalanı Nükleerin reklamı

Reklamlaar!

Günümüzde şirketleri ayakta tutan ve varlığını sürdürmesini sağlayan yegane şey reklamdır. Bir ürünün reklam süreci, ürünü çekici hale getirme çabalarıyla başlar ve onun görsel olarak bize sunulmasıyla devam eder. Reklamın son aşaması ise, “tüketici”lerin artık o ürünün reklamını yapıyor hale gelmesidir.

Peki bir reklam niçin yapılır? Benzeri ürünlerle rekabeti sağlamak, tanıtım yapmak, insanları tüketime teşvik etmek gibi bilindik nedenleri saymazsak, bir reklam yalan söylemek için yapılır! O yüzden, reklamı yapılmış hiç bir dondurma gerçeğine benzemez. Reklamda gösterilen hiç bir otomobil, orada göründüğü kadar parlak olmaz ve ne yazık ki “tüketici”ler mevzu bahis arabayı aldıktan sonra, o reklamlardaki insanlar kadar mutlu olamaz. Böylesine bir hayal kırıklığı, “tüketici”lerin fıtratında vardır. Böylesine alçakça yalan söyleme yeteneği de, yalnızca ve yalnızca kapitalizmde vardır.

Devletin Reklamları

Bu yalan söyleme konusunda en az kapitalizm kadar becerikli bir “şey” daha vardır; kapitalizmin büyük iş ortağı olan devletin ta kendisi. Çoğu zaman, bildiğimiz anlamda bir reklama ihtiyaç duymaz. Boyalı basındaki kalemşorleri, iki yüzlü politikacıları ve ana haber bültenleri yoluyla yalanını yayar ve yaptıklarını toplum içerisinde meşrulaştırır. Mesela 40 yıl boyunca katlettiği bir halkı topyekûn “terörist” ilan edebilir ya da herkesin gözü önünde çaldığı paraları, yukarıda saydığımız kanallar vasıtası ile “çalmadığını” söyleyebilir. Yazık ki insanlar buna inanabilir de.

 Gerçekler ya da Çernobil’den Kalanlar!
Nükleer denemeleri, nükleer silahları, diğer bir çok “nükleer kaza”yı bir kenara bırakıp sadece Çernobil Katliamı’na bakacak olursak; nasıl bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu, efendilerin bu topraklardaki tüm canlıları nasıl göz göre göre ölüme götürdüğünü anlayabiliriz.


Ukrayna’da 18.000 km2’lik tarım arazisi kullanılamaz hale geldi. Çevredeki ormanlarının %40’ı kirlendi. Katliamdan, en az 600 milyon insan etkilendi. Hatta katliamdan bir kaç gün sonra, Çernobil’den 2726 km uzaklıktaki İngiltere’nin Galler kasabasında bile yüksek oranda radyasyon tespit edildi. Hayvanların otlaklara girmesi yasaklandı. En çok etkilenenler ise “likidatörler” (zorunlu gönüllüler) idi. Bunlardan 112.000’i yaşamını yitirirken, geri kalanların hemen hemen hepsi kanser, yüksek tansiyon, mide ve bağırsak hastalıklarına yakalandı ve halen yakalanıyor! Çernobil’de yaşanan katliamda 49 bin nüfuslu Pripiat’ın boşatılması tam 30 saat sürdü, bölge hayalet şehre dönüştü ve bunun en az 900 yıl daha süreceği düşünülüyor. Çok sayıda insan, hemen ilk saatler içinde yüksek dozda radyoaktif iyodine maruz kaldı. Bu yayılımın neden olduğu en önemli sağlık sorunlarından biri, çocukluk çağı tiroit kanserleri. Katliamdan bir kaç ay sonra radyoaktif iyodin düzeyi yüksek sütlerden içen çocuklarda, yüksek radyasyon tespit edildi. Bununla birlikte, 2002 yılına kadar 4000’den fazla tiroit kanseri teşhis edildi.


Binlerce canlı kansere yakalandı ve hayatını kaybetti. Yeni doğan canlıların çoğu ya kanser ya da sakat olarak doğdu. Ayrıca, 2056 yılına kadar Çernobil katliamı kaynaklı 240.000 kişinin daha kansere yakalanacağı tahmin ediliyor.


Yaşadığımız topraklarda da, özellikle Karadeniz Bölgesi’nin, bu katliamdan etkilendiği biliniyor. Patlamadan sonra ciddi bir artış gösteren kanser vakaları, bölge insanının halen en büyük problemlerinden biri. 


Hatta inanmakla kalmaz; artık o halkın “terörist” olduğunu ya da devlet erkanının hırsız olmadığını savunmaya, bunu meşrulaştırmaya da başlayabilir.

Geçtiğimiz günlerde devlet, pek de alışkın olmadığımız bir şekilde, yeni projelerinden birinin reklamını yapmaya başladı. Akkuyu Nükleer Santrali’nin! Peki bir devlet neden ortaya koyduğu projenin reklamını yapmaya ihtiyaç duyar. Cevap basit! Çünkü yalan söylüyordur! Çünkü gün gibi ortada olan gerçekleri örtmek gibi bir kaygısı vardır! Çünkü nükleer santrallerin ve nükleer çalışmaların canlı yaşamına etkisi bu kadar barizken, yaşanan “kaza”ların sonuçları böylesine belirginken, bunu insanlara yutturmanın tek yolu yalan söylemektir.

Cengiz İnşaat

Akkuyu Nükleer Santrali’nin, deniz hidroteknik yapılarının projesi ve inşası ihalesini ise hükümete yakınlığı ile bilinen Cengiz İnşaat isimli şirket aldı. Şirket, tıpkı Kolin ve Limak gibi bu topraklarda son dönemlerde yaşanan iş cinayetleriyle ve tartışmalı enerji ihaleleri ile sık sık adından söz ettiriyor. 2012 yılında 5 işçinin katledildiği Eti-Bakır işletmelerinin sahibi olan Cengiz İnşaat, aynı zamanda Adana Kozan’da yaptırdığı barajın kapaklarının açılması sonucunda bir çok işçinin ölümüne neden olmuştu. Adı bir çok yolsuzlukla anılan şirket, 3. havalimanı projesinin ortaklarından biri olarak da anılıyor. Ayrıca şirket, son dönemde her yerde mantar gibi türeyen bir çok barajın da sahibi. Bununla beraber, inşaat ve enerji alanında devletin önemli ortaklarından biri olarak lanse edilen Cengiz İnşaat’ın sahibi Mehmet Cengiz, 22 Aralık’ta ortaya çıkan tapelerde halka sarfettiği sinkaflı küfürlerle gündeme gelmişti!

“İlerleme” ve Kalkınma Fetişizminin Ardına Saklananlar

Elbette yalan söylemenin de bir yolu yordamı vardır; her yerde her yalan tutmaz. Genelde enerji meselesinde kullanılan yalan ise “gelişme” ve “kalkınma” ya da “enerjide dışa bağımlılığa son” yalanlarıdır. Bu reklam filminde de, yine aynı şey karşımıza çıkar. Filmin içinde 8 defa “daha” kelimesini geçiren efendiler, kendi bencil-rekabetçi algılarıyla “ileri”, “güçlü”, “üretim”, “yükselmek” gibi kavramları kullanarak; ne kadar çok çalışır, ne kadar çok üretim yaparsak o kadar gelişeceğimizi, o kadar kalkınacağımızı söyler. Ama bu kalkınmanın bize ne getireceğinden bahsetmez ya da bugüne kadar ileriye doğru atılan her adımın biz yoksullar için “geriye” doğru atılmış bir adım olduğundan bahsetmez! Ne Çernobil’in adını ağzına alır, ne Fukuşima’dan bahseder. Ne zenginler kalkınsın diye yerin binlerce metre altında katledilen 301 madenciden, ne de bizleri mahallerimizden atıp yerimize diktikleri rezidansların inşaatlarında ölen işçilerden bahseder. Ayrıca bize “enerjide dışa bağımlılığa son” naraları atanların asıl amacının “enerji sorununu” (sanki varmış gibi) çözmek değil; akıllara durgunluk verecek bir üretimle başka topraklardaki insanların enerjide dışa bağımlı hale gelmesini sağlamaktır.

Nihayetinde nükleer ne kadar ölümcülse, bunun meşruluğu için yapılan propagandalar ve reklamlar o kadar yalancıdır. Ve ne yazık ki bu yalanlara kanmak, basit bir reklamın yalanlarına kanmanın yarattığı hayal kırıklığından daha ağır olacaktır; yeni bir nükleer felaket gibi!

Büşra Cengiz

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Devletin Yalanı Nükleerin Reklamı” – Büşra Cengiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/22/devletin-yalani-nukleerin-reklami-busra-cengiz/feed/ 0
“Yaşamı Yok Eden Enerji NÜKLEER” – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2014/04/26/yasami-yok-eden-enerji-nukleer-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2014/04/26/yasami-yok-eden-enerji-nukleer-ozgur-erdogan/#respond Sat, 26 Apr 2014 16:09:54 +0000 https://test.meydan.org/2014/04/26/yasami-yok-eden-enerji-nukleer-ozgur-erdogan/ “Sayın Bașkan, Tarafıma bildirilen bazı son çalışmalar, uranyumun yakın gelecekte yeni ve önemli bir enerji haline geleceğini östermektedir. Son dört aydır, Fransa’da Joliot’un, Amerika’da Fermi ve Szilard’in çalıșmaları, yüksek miktarda uranyum ile büyük nükleer zincirleme reaksiyonu üretebilmenin mümkün olacağını göstermektedir. Bu sayede çok büyük bir miktarda enerji ve çok büyük miktarda benzeri radyum elementleri üretilebilir. Șimdi, neredeyse kesindir ki çok kısa sonraki bir gelecekte bașarılacaktır. Bu yeni fenomen yeni […]

The post “Yaşamı Yok Eden Enerji NÜKLEER” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“Sayın Bașkan, Tarafıma bildirilen bazı son çalışmalar, uranyumun yakın gelecekte yeni ve önemli bir enerji haline geleceğini östermektedir. Son dört aydır, Fransa’da Joliot’un, Amerika’da Fermi ve Szilard’in çalıșmaları, yüksek miktarda uranyum ile büyük nükleer zincirleme reaksiyonu üretebilmenin mümkün olacağını göstermektedir. Bu sayede çok büyük bir miktarda enerji ve çok büyük miktarda benzeri radyum elementleri üretilebilir. Șimdi, neredeyse kesindir ki çok kısa sonraki bir gelecekte bașarılacaktır. Bu yeni fenomen yeni tip, așırı güçlü bombaların yapımını ortaya çıkarabilir. Bir gemi tarafından tașınabilirler ve limanı yok edebilecek kadar güçlü olabilirler. Ne var ki hava yoluyla tașınmak için çok fazla ağır olacaklardır.”

Bu sözler Albert Einstein tarafından 2 Ağustos 1939’da dönemin ABD başkanı Roosevelt’e hitaben kaleme alınmış bir mektuptan bazı alıntıları içeriyor. Mektubun yazıldığı tarihten kısa bir süre önce ABD’ye sığınan Einstein ile birlikte bir grup fizikçi, yakın zamanda patlak veren savaşta Nazi Almanya’sının atom bombası üretimi için çalıştığına emindiler. Ne var ki bu kaygı felaketle sonuçlanacak bir paranoyadan başka bir şey değildi. Zira fazla maliyetli ve gereksiz olduğu düşüncesi ile bu proje, Nazi Almanyası için uçuk bir hayal olarak değerlendirilip ciddiye dahi alınmamıştı. Nazi tehdidine karşı bilimcilerin, savaşı sonlandıracak bu barışçıl girişimi Hiroşima ve Nagasaki de somutlaşmıştı.

Nükleerin barışçıl amaçlarla kullanımı

Hiroşima ve Nagasaki’nin ardından bu katliamların tüm paydaşları ve onların savunucuları birer birer günah çıkarmaya başladılar. Einstein, deneyin uygulanma aşamasının Roosevelt’in ölümünün ardından onun yerini alan Truman’ın dönemine denk gelmesinin büyük bir talihsizlik olduğunu belirtmiş, “Eğer Roosevelt bu operasyonu yürütseydi böyle devasa bir enerjiyi sadece Almanları korkutmak için kullanacağını Hiroşima ve Nagasaki’nin asla yaşanmayacağını” söylemişti. Mektubu kendisinin yazmadığını, imzalamaya ısrarla ikna edildiğini ifade etmiş sonra da “evet düğmeye ben bastım” demişti.

Silahı Almanlardan önce yapıp, silahın gücünü zararsız bir şekilde dünyaya kanıtlaması beklenirken bu çabanın aslen ünlü Manhattan Projesi’nin ilk adımı olduğunun farkında olunup olunmadığı tartışılabilir. Ancak söz konusu mektubun Roosevelt’ gönderilmesinde ısrarcı bir başka fizikçi Leo Szilard 1945’te nihayet erişebildiği farkındalıkla itiraf ediyordu: “Artık korkumuz Almanların bize ne yapabileceği değil, ABD’nin başka ülkelere yapabilecekleridir”.

22 yaşında yeni mezun genç bir fizikçi olarak Manhattan projesinde yer alan Herbert E.Kubitschek; projedeki işinin aslında neye yaradığını Hiroşima ve Nagasaki’den sonra öğrenmiş, fizik alanında çalışma yürütmekten vazgeçerek Szilard dâhil, projedeki pek çok fizikçi gibi biyolojiye yönelmişlerdi.

Oysaki tüm bu bilimciler başlangıçta nükleeri barışçıl amaçlarla kullanacaklarından, böylece savaşı ya da faşizmi durduracaklarından eminlerdi.

Nükleerin daha barışçıl amaçlarla kullanımı
Halen pek çok devletin elinde kullanıma hazır nükleer silahlar bulunsa da günümüzde pek çok kesimce nükleer silahsızlanma yanlısı bir tutum hakim. Hiroşima ve Nagasaki’nin ardından sıkça dillendirilen nükleer teknolojilerin “daha” barışçıl amaçlarla kullanım alanları arasında nükleer tepkimelerden enerji üretimi kimin hangi ihtiyacını karşılamak için bir çözüm olarak sunuluyor?

İlerlemeci, kalkınmacı, merkeziyetçi, devletçi tüm yaklaşımlarda nükleer enerji yeri doldurulamaz bir öneme sahip. Kapitalizmin bitmek tükenmek bilmeyen enerji ihtiyacını karşılamada nükleer santraller sunduğu güç kapasitesi ile vazgeçilmez konumda. Bu faydacı yaklaşımda yaşamın yok edilişinin bir önemi olmadığı gibi yaşamı yok edebilme potansiyeli de santrale sahip olan siyasal ya da ekonomik iktidarlar için bir avantaja dönüşüyor. Bir nükleer enerji santraline sahip olmak, nükleer teknolojiye sahip olarak nükleer silah yapabilmenin de önünü açıyor.

1986 Nisan’ının 25’ini 26’sına bağlayan gece gerçekleştirilen deneyde meydana gelen patlamanın duyulması yetkililer tarafından büyük bir çabayla engellendi. Patlamanın ardından Kiev’de yayınlanan bir yerel gazete ancak 3 Mayıs günü reaktörlerden birinde yangın çıktığı yönünde bir haber yayınlamıştı. Patlamanın hemen ardından devlet erkânının kıymetli yakınları uçaklarla bölgeden uzaklaştırılırken patlamanın gerçekleştiği Pripyat kentinin insansızlaştırılmaya başlanması patlamadan 36 saat sonra başladı. 30 saat içerisinde bölgedeki tüm insanlar santral çevresinden uzaklaştırıldı.

Üzerinden 28 yıl geçmesine rağmen Çernobil nükleer katliamının etkileri halen sürüyor. Karadeniz başta olmak üzere Asya ve Avrupa kıtalarının tamamında yüksek oranda artış gösteren kanser vakaları, ölü ve sakat doğumlar bu katliamın yalnızca insanlar üzerindeki etkilerini göstermektedir.

Bölgeden apar topar uzaklaştırılan insanların ardından geride kalanlar için yalnız yaşam değil ölüm de imkânsız hale elmiştir. Günümüzde Kızıl Orman olarak anılan Çernobil yakınlarında yer alan çam ormanlarındaki ağaçlar kuruyup yaşamını yitirmesine karşın halen dimdik ayaktadır. Radyasyon etkisi ile pek çok çürükçül organizma da yaşamını yitirmiş, bütüncül yaşamın döngüsü işleyemez hale gelmiştir.

Pripyat’ta patlama sonrası yayılan tüm radyoaktif maddelerin etkisiz hale gelmesi için 48000 yıl gerekmektedir. Tüm bunlara rağmen ne yazık ki Çernobil de, Fukuşima da nükleer katliamların sonuncusu olmadı. Devletlerin kaza diye geçiştirdikleri katliamlar göz göre göre “ulusal çıkarlar” için, “ekonomik büyüme” için, “gelişme” için, “kalkınma” için, feda edilen yaşamların birer “teferruat” olduklarını göstermektedir.

Bilinmelidir ki; kapitalizmin enerji ihtiyacını karşılamak için hiçbir nükleer, termik, hidrolik, güneş, rüzgar, jeotermal santral yeterli gelmeyecektir. Anadolu’da 9 köyün deresinde kurulu Hidroelektrik santralin ürettiği elektrik, İstanbul’da bir alışveriş merkezinin anlık ihtiyacını ancak karşılayabiliyorsa, üretilen elektrik bizlerin değil, sistemin varlığını sürdürebilmek için gereksinimidir. Bizlerin yaşamlarımızı sürdürebilmek için gereksinim duyduklarımız ise o dokuz dere gibi yaşamın içindeki diğer tüm varlıklardır.

Günümüzden 30 yıl sonra da Sinop’ta gerçekleşecek sızıntının, Akkuyu’da meydana gelecek kazanın, İğneada’da patlayacak reaktörün yaşamlarımızı yok etmemesi için şimdiden mücadeleye!

Yaşamı yok eden enerjilere hayır!

 

Özgür Erdoğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 17. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Yaşamı Yok Eden Enerji NÜKLEER” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/04/26/yasami-yok-eden-enerji-nukleer-ozgur-erdogan/feed/ 0
Geçmiş Bahar Geçmiş Yaz… Gelmiş Nükleer Vakti! https://meydan1.org/2013/08/31/gecmis-bahar-gecmis-yaz-gelmis-nukleer-vakti/ https://meydan1.org/2013/08/31/gecmis-bahar-gecmis-yaz-gelmis-nukleer-vakti/#respond Sat, 31 Aug 2013 13:31:21 +0000 https://test.meydan.org/2013/08/31/gecmis-bahar-gecmis-yaz-gelmis-nukleer-vakti/ Tam 68 yıl önce, 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’da, 9 Ağustos 1945’te Nagasaki’de patladı bombalar. Nagasaki Belediyesi’nin resmi listesine göre; gerçekleşen ekolojik katliama paralel olarak, o an öldürülen veya daha sonra nükleerin etkisiyle ölen insanların toplam sayısı 143.124’e ulaşmıştı. Bu katliam ne bir ilkti, ne de son oldu. Kapitalizm ve devlet yüzyıllardır, küçücük atomlardan bile kocaman […]

The post Geçmiş Bahar Geçmiş Yaz… Gelmiş Nükleer Vakti! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Tam 68 yıl önce, 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’da, 9 Ağustos 1945’te Nagasaki’de patladı bombalar. Nagasaki Belediyesi’nin resmi listesine göre; gerçekleşen ekolojik katliama paralel olarak, o an öldürülen veya daha sonra nükleerin etkisiyle ölen insanların toplam sayısı 143.124’e ulaşmıştı. Bu katliam ne bir ilkti, ne de son oldu.

Kapitalizm ve devlet yüzyıllardır, küçücük atomlardan bile kocaman katliamlar yaratıyor!

Devlet, “bilgi ve iletişim çağı” olduğu iddia edilen günümüzde de, katliamlarını sürdürüyor ve bu katliamlarını halkların gözünde meşrulaştırmak için, kılıflar uydurmaya devam ediyor. Bilimi, teknolojiyi, hiç sorgulamadan duyduğu hayranlıkla kabullenmesi gereken bizlerden, sunulan bilimsel nimetleri, sunanlara şükrederek tüketmemiz bekleniyor.

***

Özal döneminde yaşanan Çernobil Katliamı sonrasında, katliamın kılıfçıları sansasyonel açıklamalar yapmıştı, hatırlarsanız.

Dönemin Başbakanı Turgut Özal; “Radyoaktif çay daha lezzetlidir.”

Cumhurbaşkanı Kenan Evren; “Radyasyon kemiklere yararlıdır.”

Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral; “Çaylarda tehlike yok ki imha edelim.”, “Dinine, imanına inanan ‘Radyasyon var’ demez.”, “Çaydaki radyasyon tehlikesiz.”

Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) eski başkanı, “nükleerci bilim adamı” lakabıyla tanınan Ahmet Yüksel Özemre; “Ne bulursanız yiyebilirsiniz.”, “Çayda tehlike yok ama dışsatımı yasaklıyoruz.” demişti.

***

Bir süredir gündemi oldukça meşgul eden ve nimet denilerek kılıfına uydurulan iki proje de, Mersin-Akkuyu ve Sinop’ta faaliyete geçmesi planlanan nükleer santraller.

Bugünün kılıfçıları da, eski kılıfçılar gibi -patlama, sızıntı ya da bomba olmasa dahi- nükleer santrallerin başlı başına birer katliam olduğu gerçeğinin üstünü örtmeyi amaçlıyor. Bu amaçla, -ev tipi ya da sanayi tipi değil- “nükleer tipi” dikiş makinelerinin başında, harıl harıl çalışıyor.

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan; “Ülkemizin artan enerji ihtiyacı ve dışarıya ödediğimiz kaynak düşünüldüğünde, nükleer santral ile biz adeta ‘sessiz devrim’ gerçekleştiriyoruz.”

Uluslararası Enerji Ajansı Başekonomisti Fatih Birol; “Birçok ülkenin kaderini enerji belirleyecek. Nükleer enerji, diğerlerine göre daha ucuz.”

AK Parti Sinop Milletvekili Mehmet Ersoy; “Santralimizin inşaatı sürecinde, yaklaşık 10.000 kişi çalışacak.” diyor.

Örtmeye çalıştıkları katliam o kadar büyük ki; Erdoğan, Taksim’den başlayıp dört bir yana yayılan isyan hareketinin harladığı ateşi, “devrim”i dillendirmek zorunda kalıyor. Fatih Birol, daha ucuza enerji üretimini vurgularken; Mehmet Ersoy da milyonlarca işsizin yarasına sözde merhem sürüyor.

Bunlar dışında, Akkuyu Nükleer Santrali’nde çalışmak amacıyla Rusya’da mühendislik eğitimi almaya hak kazanan -önceki 117 öğrencinin ardından- 80 öğrenci daha sınavla seçiliyor. İTÜ, ODTÜ, Yıldız Teknik, Hacettepe gibi “seçkin” üniversitelerini bırakıp “nükleer mühendisi” olmayı tercih eden öğrencilerin, TC’nin ilk “Nükleer Uzman Grubu” olacağı açıklanıyor. Yani, bedeli doğayı ve yaşamı katletmek olsa da, burslu ve iş garantili bir eğitim alacakları…

***

Katliam kılıfçılarının diktiklerini bir yana bırakırsak, bir de bu kılıfları yırtanlar var. Kılıfın altındakileri de yıkanlar. “Yıkmak, yaratmaktır!” diyorlar. Herkesi, her şeyi talana yeminli “kapitalizmi” ve…”devleti” yıkmak. Paylaşma ve dayanışma ilişkileriyle örülen, ekolojik uyumla dönen dünyayı yaratmak.

Onlar için; yazdan sonra, nükleer vakti gelmiyor. Mevsimlerin döngüsü de farklı işliyor;

Geçiyor bahar, geçiyor yaz… Geliyor yeniden isyan vakti!

The post Geçmiş Bahar Geçmiş Yaz… Gelmiş Nükleer Vakti! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/08/31/gecmis-bahar-gecmis-yaz-gelmis-nukleer-vakti/feed/ 0