cinsiyetçilik – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Mon, 01 Feb 2021 07:48:24 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Tuğba Özay’dan Homofobik ve Cinsiyetçi Açıklamalar: “Makyajlı Kırıtık Erkek İstemiyoruz’ https://meydan1.org/2021/02/01/tugba-ozaydan-homofobik-ve-cinsiyetci-aciklamalar-makyajli-kiritik-erkek-istemiyoruz/ https://meydan1.org/2021/02/01/tugba-ozaydan-homofobik-ve-cinsiyetci-aciklamalar-makyajli-kiritik-erkek-istemiyoruz/#respond Mon, 01 Feb 2021 07:48:22 +0000 https://meydan1.org/?p=69602 Model Tuğba Özay, Instagram hesabı üzerinden paylaştığı fotoğrafının altına ” Kadın kadın gibi, adam adam gibi olsun! Dekolte, makyaj gibi şeyler kadına yakışıyor! Erkekleri makyaj yapıp, kırıtık hallerde görmek istemiyoruz. Fabrika ayarlarına geri dön sevgili ülkem, gittikçe yozlaşıyorsun” diyerek homofobik ve cinsiyetçi söylemlerde bulundu.

The post Tuğba Özay’dan Homofobik ve Cinsiyetçi Açıklamalar: “Makyajlı Kırıtık Erkek İstemiyoruz’ appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Model Tuğba Özay, Instagram hesabı üzerinden paylaştığı fotoğrafının altına ” Kadın kadın gibi, adam adam gibi olsun! Dekolte, makyaj gibi şeyler kadına yakışıyor! Erkekleri makyaj yapıp, kırıtık hallerde görmek istemiyoruz. Fabrika ayarlarına geri dön sevgili ülkem, gittikçe yozlaşıyorsun” diyerek homofobik ve cinsiyetçi söylemlerde bulundu.

The post Tuğba Özay’dan Homofobik ve Cinsiyetçi Açıklamalar: “Makyajlı Kırıtık Erkek İstemiyoruz’ appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2021/02/01/tugba-ozaydan-homofobik-ve-cinsiyetci-aciklamalar-makyajli-kiritik-erkek-istemiyoruz/feed/ 0
Yonca Evcimik Anlamsız ve Cinsiyetçi Parçasını Savundu https://meydan1.org/2020/11/27/yonca-evcimik-anlamsiz-ve-cinsiyetci-parcasini-savundu/ https://meydan1.org/2020/11/27/yonca-evcimik-anlamsiz-ve-cinsiyetci-parcasini-savundu/#respond Fri, 27 Nov 2020 10:36:57 +0000 https://meydan.org/?p=67085 24 Kasım günü yayınladığı “Ayıp Şeyler” isimli parçasıyla 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nü bir PR malzemesi olarak kullanan ve cinsiyetçilik saçan Yonca Evcimik, gelen bütün tepkilere rağmen aymazlığını korudu. Twitter üzerinden açıklama(!) yapan Evcimik, cinsiyetçiliğine tepki gösterenlerin şarkıyı anlamakta güçlük çektiğini söyleyerek şarkının sözlerini alt alta okumaları gerektiğini belirtti. Kadına çoluk çocuğa hayvana […]

The post Yonca Evcimik Anlamsız ve Cinsiyetçi Parçasını Savundu appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
24 Kasım günü yayınladığı “Ayıp Şeyler” isimli parçasıyla 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nü bir PR malzemesi olarak kullanan ve cinsiyetçilik saçan Yonca Evcimik, gelen bütün tepkilere rağmen aymazlığını korudu.

Twitter üzerinden açıklama(!) yapan Evcimik, cinsiyetçiliğine tepki gösterenlerin şarkıyı anlamakta güçlük çektiğini söyleyerek şarkının sözlerini alt alta okumaları gerektiğini belirtti.

  • Kadına çoluk çocuğa hayvana şiddet
    tecavüz dayak kesmedi mi sizi
    uyan artık hemcinsim
    Sen kadınsın zekisin ama bazende gerçekten aşırı cinssin
    bakma sevgilime be kadın çıkacak adın
    Mesaj atma kocama, gözünü dikme ocağıma – Yonca Evcimik

Ancak, şarkı olarak dinlenildiğinde de; cinsiyetçiliği, cinsel ve fiziksel şiddet gören kadınları suçlayıcı ve üsten tavırları açık olan sözler, alt alta okunduğunda da aynı etkisini korumakta.


The post Yonca Evcimik Anlamsız ve Cinsiyetçi Parçasını Savundu appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/11/27/yonca-evcimik-anlamsiz-ve-cinsiyetci-parcasini-savundu/feed/ 0
Kentin Cinsiyeti – İlayda Demir https://meydan1.org/2019/03/03/kentin-cinsiyeti-ilayda-demir/ https://meydan1.org/2019/03/03/kentin-cinsiyeti-ilayda-demir/#respond Sun, 03 Mar 2019 11:25:59 +0000 https://test.meydan.org/2019/03/03/kentin-cinsiyeti-ilayda-demir/ Edebiyattan siyasete erkeklerin, kadınlarla şehirleri özdeşleştirmesi yaygın bir davranıştır. Şehir (örneğin İstanbul, İzmir vs…) şiirlerde sevgiliye benzetilir. Ya da erkek bir komutan şehre sahip olmayı, onu fethetmeyi amaçlar. Erkeklerin kadınlarla şehirleri özdeşleştirmesinin ardında kadınları fethedilen, sahiplenilen, kazanılan bir nesne olarak görüp kendilerini de sahip, fetheden, kahraman olarak görme istekleri bulunmaktadır. “İzmir mahallenin en güzel kızı, […]

The post Kentin Cinsiyeti – İlayda Demir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Edebiyattan siyasete erkeklerin, kadınlarla şehirleri özdeşleştirmesi yaygın bir davranıştır. Şehir (örneğin İstanbul, İzmir vs…) şiirlerde sevgiliye benzetilir. Ya da erkek bir komutan şehre sahip olmayı, onu fethetmeyi amaçlar. Erkeklerin kadınlarla şehirleri özdeşleştirmesinin ardında kadınları fethedilen, sahiplenilen, kazanılan bir nesne olarak görüp kendilerini de sahip, fetheden, kahraman olarak görme istekleri bulunmaktadır.

“İzmir mahallenin en güzel kızı, kim istemez ki…”; “Ben Ferhat, İzmir Şirin”; “Uyuyan bir güzel var. Bir öpücük bekliyor. Biz öpeceğiz, uyandıracağız, silkeleyeceğiz, ayağa kaldıracağız”; “Yaşadığı kentle flört etmeyen, o kenti hissetmeyen biri, o şehrin başkanı olmamalı. Çok kolay yanlış yapar. Çok kolay ihanet eder. Çok kolay terk eder. Ben öyle değilim” gibi sözler de yerel seçimlerde İzmir ve İstanbul büyükşehir belediye başkanlıklarına aday olan AKP’li ve CHP’li “erkek”lerin sözleri. Gözleri kararmış bir biçimde belediyeleri kazanmak için hırslanmış bu erkekler, başkan olunca şehrin sahibi de olacaklarını sanıyorlar. Bu sözlerin söylenmesinde de cinsiyetçi devletli siyasetin, ataerkil sistemin ve iktidarın fetih siyasetinin/söylemlerinin etkisi apaçık ortada.

Tarihte Kentler ve Kadınlar

Fethetmek üzerinden olmasa bile kentleri kadınlarla özdeşletirmenin yanlış noktaları bulunmaktadır. Kentlere bu şekilde yöneltilen kadın yakıştırmalarının cinsiyetçi olmasının yanı sıra kentlerin ortaya çıkması, gelişmesi ve dünyanın genelinde hakim yerleşim alanı olmasıyla kadınların toplumsal yaşamdaki yeri arasındaki ilişkiye de değinmek gerekmektedir. Kadınlar için kentler ne anlam ifade etmektedir? Kadınlar kentin neresinde bulunmaktadır?

Tarihsel ve arkeolojik pek çok veriye dayanarak açık bir şekilde söyleyebiliriz ki kent; tarihi, felsefesi, örgütlenmesi, planlanması ve politikaları, kadınların yaşamlarından ve var oluşlarından kaynaklanan gerçeklikleri ve onların ihtiyaçlarını yok sayan, ötekileştiren ataerkil değer ve pratiklerle yüklüdür.

Siyasi, dini veya ekonomik iktidar yapılarının birer merkez haline gelmesi sonucu ortaya çıkan kentlerin, bir başka iktidar biçimi olan ataerkiyle ilişkisi apaçık ortadadır. Kentlerin ilk ortaya çıktığı dönemler sistematik iktidar yapılarının ve devletlerin ortaya çıktığı dönemlerdir ve erkekler devletli toplum yapısının etkin özneleri olmuşlardır.

Bin yıllardır iktidarlar ataerkil sistemi üretirken mekanı da ataerkil biçimde üretip planlamaktadır. Yani kent planlamasının kentin cinsiyetçi “doğa”sını yeniden üretme ve sürdürme işlevi de bulunmaktadır.

Richard Sennett’in Ten ve Taş kitabında bahsettiği gibi, Yunanlılar’ın insan vücudu anlayışı, farklı sıcaklıklara sahip vücutlar için farklı yaşam biçimleri ve farklı kent mekanlarını beraberinde getiriyordu. Bu farklar şehirde var olan cinsiyet ayrımında görülür kılınmaktaydı. Çünkü kadınların erkeklerin daha soğuk versiyonları oldukları düşünülüyordu ve kadınlar şehirde çıplak olarak boy göstermiyorlardı. Eski Yunan evlerinin yüksek duvarları ve çok az penceresi bulunmakta; evlerde odalar bir iç avlunun etrafında sıralanmaktaydı. Evin içinde adeta haremlik-selamlık sistemine benzer bir sistem hakimdi. Evli kadınlar, konukların ağırlandığı oda olan “andron”da asla görünmezler; andronda verilen içkili davetlerde sadece kadın köleler ve yabancı kadınlar bulunurdu.

Ayrıca Eski Yunan kentlerinde erkekler arası tartışma toplantılarına katılabilen ve kentin “eril mekanlar”ında bulunabilen, soylularla cinsel ilişkiye giren hetereler olmuştur. Hetere dışındaki kentli kadına, açıkça ya da üstü örtülü bir biçimde yasak olan, yasak olmasa bile girişi belli koşullara bağlı tutulan kentsel mekanlar bulunmaktadır. Bu mekanlar; tapınak, yönetim mekanları ve paraların saklandığı hazine işlevlerini gören akropolis ya da “halk” toplantılarının yapıldığı agora bölümleri olmuştur.

16. yüzyıl Avrupa kentlerinde kitaplıklara girme ayrıcalığına sahip olan kadınlar, tıpkı hetereler gibi, yalnızca saraylı seks işçileri olan kortizanlar olmuştur. O dönemde kentlerde kütüphaneler, üniversite kampüslerinin belli alanları, politika ve halk meclisleri, kulüpler, dernekler, kahvehaneler gibi alanlar kadınlara engellenmiştir.

Modern dönemde 20. yüzyıl kentleri de net bir şekilde farklılaşmış toplumsal cinsiyet rollerini yansıtan ve daha da güçlendiren bir yapıya sahip olmuştur. Kapitalizmin gelişimi ile birlikte yeni üretim biçimi kadına yüklediği rollerle ataerkil sistemi güçlendirmiştir. Kadın evin dışında, kentte başka bir mekanda da çalışmaya başlamış, mevcut kentsel yapı, kadınların ikili rolünün zorluklarını daha da ağırlaştırmıştır. Evlerin ve konut alanlarının tasarımı bütün zamanını ev yaşamını düzenlemeye ayıran bir kişi üzerinden gerçekleşmiştir. Kentsel mimari de, merkezi, erkeğin rol model olduğu ve onun ihtiyaçlarını temele alan bir biçimde uygulanmaktadır. 183 cm boyunda erkek baz alınmakta; standart bedenler ve standart cinsiyet normları üzerinden standart mekânlar oluşturulmaktadır.

Kentlerin Cinsiyetçi Yapısından Özgürlük Çıkar Mı?

Kentler, genel itibariyle, tarih boyunca toplumsal cinsiyete dayalı norm ve kimliklerin üretim, tüketim ve yeniden üretim süreçlerinde en önemli mekân olmuşlardır. Kent planları kadınların eve kapanması üzerine yapılagelmiştir. Geleneksel aile norm olarak alınır ve kent “kadının yeri evidir” anlayışıyla tasarlanmıştır. Kadınların kentin erkek bakış açısıyla oluşturulan işleyiş mekanizmasının içinde yer almadıklarını; kapitalist ekonomide veya mecliste olmalarının ise bütünlüklü bir kadın özgürlüğü yaratmadığını hatırlatmak gerekmektedir. Bu anlamda üzerinde durulması gereken nokta, kadınların “kamusal alan”a ve erkeklerin erkek siyasetinin hedefi olan kentin planlanmasında ve örgütlenmesinde daha çok katılımını sağlamak değildir.

İktidarlar tarafından üretilen ve yeniden üretilen kentlerin merkeziyetçi ve iktidarlı yapısı sebebiyle kadının özgürleşme mekanı olamayacağını hatırlatmak gerekir. Buradan elbette pastoral bir biçimde “köye geri dönüş” yaklaşımı çıkarılmamalıdır. Kadınlar ataerkil sistemi ve onunla ilişkili olan tüm iktidar biçimlerini ortadan kaldırmayı hedeflerken erk’ek (iktidarlı) kentsel mekanı da ortadan kaldırıp bedensel-düşünsel ihtiyaçlarını tam olarak karşılayacakları, düşlerini ve hayallerini gerçekleştirebilecekleri kolektif özgür yaşam alanlarını kuracaklardır.

İlayda Demir

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. sayısında yayınlanmıştır.

The post Kentin Cinsiyeti – İlayda Demir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/03/03/kentin-cinsiyeti-ilayda-demir/feed/ 0
Bilim Erkekleri Küfürü Bilimselleştirdi – Meltem Çuhadar https://meydan1.org/2017/03/07/bilim-erkekleri-kufuru-bilimsellestirdi-meltem-cuhadar/ https://meydan1.org/2017/03/07/bilim-erkekleri-kufuru-bilimsellestirdi-meltem-cuhadar/#respond Tue, 07 Mar 2017 05:00:03 +0000 https://test.meydan.org/2017/03/07/bilim-erkekleri-kufuru-bilimsellestirdi-meltem-cuhadar/ Evde, sokakta, trafikte, futbol tribünlerinde, romanlarda, filmlerde… Küfür; yaşamımızın her alanına sızmış, varlığı kabullenilmiş, kadını aşağılamanın algılarda oldukça normalleşmiş halidir. Bilimciler, geçtiğimiz günlerde küfrün “aslında iyi bir şey “olabileceğini söyleyen bir takım çalışmalar yaptılar. Yapılan son araştırmalara göre, küfretmek daha çok espri yapmak ve samimi olmakla alakalıymış! Cambridge Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Still; ABD, Hollanda, […]

The post Bilim Erkekleri Küfürü Bilimselleştirdi – Meltem Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Evde, sokakta, trafikte, futbol tribünlerinde, romanlarda, filmlerde… Küfür; yaşamımızın her alanına sızmış, varlığı kabullenilmiş, kadını aşağılamanın algılarda oldukça normalleşmiş halidir.

Bilimciler, geçtiğimiz günlerde küfrün “aslında iyi bir şey “olabileceğini söyleyen bir takım çalışmalar yaptılar. Yapılan son araştırmalara göre, küfretmek daha çok espri yapmak ve samimi olmakla alakalıymış! Cambridge Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Still; ABD, Hollanda, İngiltere ve Hong-Kong’da yaptığı belirli örneklem grupları üzerinde yaptığı çalışmalarının sonucunda; “Küfür ve samimiyetsizlik arasındaki ilişki zorlu bir mesele. Küfür etmek çoğu kez uygunsuz görülebilir, ancak aynı zamanda birilerinin size samimi görüşlerini ifade ettiğinin de kanıtı olabilir. Dillerini daha lezzetli olacak şekilde süzmedikleri gibi görüşlerini de filtrelemiyorlar” şeklinde bir açıklama yaptı ve küfrün “daha samimi ilişki kurmaktan” kaynaklandığını “bilimsel” olarak kanıtlamaya çalıştı.

Sıkışmış bir trafikte, bir erkeğin hiç tanımadığı birine ağız dolusu küfür etmesi, kadını aşağılamayı fanatiklik haline getirmiş ve bu konuda oldukça “yaratıcı” olan taraftarların tribünlerde karşı takımın futbolcusuna veya karşı takımın taraftarlarına cinsiyetçi ithamlarda bulunması, yolda yürüyen bir kadına giydiklerinden dolayı küfür edilmesi ve sayamayacağımız bunun benzeri sayısız örnekler… Tüm bunlar ne kadar da samimi davranışlar değil mi?

Yapılan bir başka çalışmada ise, “küfretmenin sanıldığının aksine düşük değil yüksek zekâ göstergesi olduğu” iddia edildi. New York Marist College’de psikologlar tarafından yapılan araştırmada; “bir kişinin İngilizcesinin akıcılığı ile küfürlü konuşmasındaki akıcılık arasında bir ilişki olduğu” savunuldu. Hatta küfür eden kişinin daha etkileyici bir tarzda ilişki kurabildiği ve tek bir küfrün, bir duruma dair duygu ve düşünceleri en net şekilde ifade edebileceği söylendi. Yani, bu araştırmaya göre, küfür eden insanlar, etmeyenlere oranla hem daha yüksek bir zekâya sahip hem de iletişim becerileri konusunda daha donanımlı!

Bir tartışma esnasında, karşı tarafa verecek bir cevabı kalmadığında küfür etmeye sığınanlar, kendini küfür ederek ifade edenler, üzüntü, öfke, sevinç gibi duygularını bile küfürle dillendirenler oldukça yüksek zekâya sahip insanlar olsa gerek!

Bu araştırmaları yapanların bunlarla neyi amaçladıklarını bilmiyoruz ama bu araştırmaları yapanların “erkek” olduğunu tahmin edebiliyoruz. Küfrün toplumlar içerisindeki meşruluğu yetmiyormuş gibi bu cinsiyetçi davranış bir de erkek bilimciler tarafından “bilimsellik” unvanıyla taçlandırılıyor.

Kadının aşağılanması üzerine kurulu bir sistemde, erkek aklın bu açıklamaları; bu aşağılanmanın pekiştiricisi oluyor. İster samimi olsun ister samimiyetsiz, ister yüksek zekâya sahip olsun ister düşük zekâya; küfür cinsiyetçilik; cinsiyetçilik cinsiyetçiliktir.

 Meltem Çuhadar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 37. sayısında yayınlanmıştır.

 

The post Bilim Erkekleri Küfürü Bilimselleştirdi – Meltem Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/03/07/bilim-erkekleri-kufuru-bilimsellestirdi-meltem-cuhadar/feed/ 0
Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (16) : Güney Afrika’da Karşılıklı Yardımlaşma – 1 https://meydan1.org/2015/09/19/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-16-guney-afrikada-karsilikli-yardimlasma-1/ https://meydan1.org/2015/09/19/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-16-guney-afrikada-karsilikli-yardimlasma-1/#respond Sat, 19 Sep 2015 10:18:15 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/19/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-16-guney-afrikada-karsilikli-yardimlasma-1/   Güney Afrika’da Karşılıklı Yardımlaşma Stefanie Knoll Karşılıklı yardımlaşma önemli ve geçerli bir anarşist kavramdır. Bu kavram, daha iyi bir dünyaya dair olguları, Güney Afrika dahil her yerde görebileceğimizi ve bu yeni dünyanın, mevcut kültürel pratiklerin üzerine ve genişleterek nasıl inşa edilebileceğini gösterir. Kropotkin’in Çalışması Hala Geçerlidir Piotr Kropotkin sadece önemli bir anarşist militan ve […]

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (16) : Güney Afrika’da Karşılıklı Yardımlaşma – 1 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları 16 Güney Afrika'da Karşılıklı yardımlaşma Zabalaza

 

Meydan Gazetesi’nin Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizisine, Zabalaza dergisinin 2009 Nisan tarihli sayısından, iki bölüm halinde yayınlayacağımız bir yazı ile devam ediyoruz. Zabalaza Anarşist Komünist Cephesi (ZACF)’den Stefanie Knoll imzalı yazının ilk bölümünde Kropotkin’in karşılıklı yardımlaşma kavramını tanıtılırken, bu kavram üzerinden Güney Afrika ekonomisinde önemli etkileri olan bağış kültürüne ve uluslararası STK yardımlarına eleştiri getiriliyor. Yazının bu ilk bölümü ayrıca, Kropotkin’in çalışmasından verdiği örneklerle, kapitalist ekonomi teorilerinin temel ilkesi olan rekabetin, insan ve hayvan toplumlarının hayatta kalmasında temel ilke olmadığını gösteriyor.

Güney Afrika’da Karşılıklı Yardımlaşma

Stefanie Knoll

Karşılıklı yardımlaşma önemli ve geçerli bir anarşist kavramdır. Bu kavram, daha iyi bir dünyaya dair olguları, Güney Afrika dahil her yerde görebileceğimizi ve bu yeni dünyanın, mevcut kültürel pratiklerin üzerine ve genişleterek nasıl inşa edilebileceğini gösterir.

Kropotkin’in Çalışması Hala Geçerlidir

Piotr Kropotkin sadece önemli bir anarşist militan ve düşünür olmakla kalmayıp iyi bilinen bir coğrafyacı ve bilim insanıydı. En ünlü kitabı olan “Karşılıklı Yardımlaşma”, Sosyal Darwinizm’e [1] ve insan doğası hakkındaki genellemelere [2] sağlam bir eleştiri getirir. 19.yy’dan başlayarak insan doğasının özünde iyi mi yoksa kötü mü olduğu hakkında bir tartışma süregelmiştir. İdealistler insanın aslında iyi olduğunu ve savaşların uygarlık yüzünden olduğunu savunurlar. Diğer yandan -dünya çapında egemen politik düşünce olan- gerçekçiler, insanların özünde kötü olduğunu ve devlet araya girmediğinde her zaman birbirlerini öldüreceklerini (Hobbes’un herkesin herkese karşı savaşını) savunurlar ve böylece devleti, barışı getirmek ve sürdürmek için gerekli, çatışmaları çözümleyen bir kurum gibi gösterirler. “En güçlü olan hayatta kalır” teorisi böylece devletin varlığını meşrulaştırdığı gibi, devletle iç içe olan felaketleri, kolonileştirmeyi, emperyalizmi ve kapitalizmi de meşrulaştırır; her zaman devlete bağlı olmayan (ama çoğu zaman dine bağlı) ırkçılık, cinsiyetçilik [3], heteroseksizm [4] ve engelli ayrımcılığı [5] da yine bu teori ile meşrulaştırılan felaketlerdir. Fakat ilk defa Kropotkin’in kapsamlı biçimde gösterdiği gibi, insan doğası diye bir şey yoktur ve bu gerçek artık antropolojide[6] genel geçer kabul görmektedir. İnsanlar, ne doğası gereği iyi, ne de doğası gereği kötüdür; iki doğaya birden sahiplerdir. Bu yüzden mesele, bugün toplumda ortaya çıkan çatışmaları, yoksulluğu ve diğer sorunları nasıl çözeceğimizi bulmaktır.

Karşılıklı Yardımlaşma Nedir?

Karşılıklı Yardımlaşma, insanların birbirine yardım etmesi kavramı, ilk olarak Kropotkin tarafından kapsamlı bir şekilde incelenmiş ve aynı adlı kitapta 1902’de yayımlanmıştır [7]. Kropotkin, karşılıklı yardımlaşmanın insan evriminde önemli bir etken olduğunu düşünür ve çalışması “en güçlü olan hayatta kalır” düşüncesine önemli bir eleştiri getirmiştir. Bu kitabında Kropotkin, çeşitli hayvan ve insan toplumlarında karşılıklı yardımlaşmanın önemini gösterir. Karşılıklı yardımlaşmaya dayalı toplumların nasıl daha barışçıl olduğunu gösterirken verdiği örnekler, yine antropologlar tarafından dünya çapındaki barışçıl toplumların ortak özellikleri olarak kabul edilmektedir. Modern antropoloji Kropotkin’in insan doğası diye bir şeyin olmadığını söyleyen teorisini onaylamıştır. Kropotkin, bu büyük tartışmada herhangi bir tarafı tutmak yerine, insanlarda ve hayvanlarda hem karşılıklı mücadelenin, hem de karşılıklı yardımlaşmanın olduğunu, ama türlerin hayatta kalması için, karşılıklı yardımlaşmanın daha önemli olduğunu göstermiştir. İnsanlar arasında çatışmadan daha fazla yardımlaşma vardır.

Karşılıklı yardımlaşma, insanların bireyci davranmak ya da daha kötüsü çatışmak yerine yalnızca maddi olarak değil, manevi olarak da yardımlaşması demektir. Yaşamın birçok alanında insanların rekabet etmek yerine herkesin yararına olacak şekilde beraber hareket etmesi demektir. Toplumsal dayanışmanın herkes için daha iyi olduğunun ve çatışmak yerine birbirimize yardım ettiğimizde yaşam kavgasını daha iyi vereceğimizin farkına varmak demektir. Diğer insanları düşman olarak değil, yoldaşların ve arkadaşların olarak görmek demektir. Karşılıklı yardımlaşma, eşit bir karşılık beklemeden paylaşmak demektir. Karşılıklı yardımlaşma ayrıca, birbirimizle savaşmak yerine ahenk içinde yaşamanın bir örneğidir. Karşılıklı yardımlaşmanın en genel örnekleri, daha iyi sonuçlar için beraber avlanmak, tehlikelerden korunmak için beraber yaşamak, her tür işte birbirine yardım etmek, ihtiyaç zamanlarında birbirine destek vermektir. [Güney Afrika kültüründen somut örnekler, yazının devamında tartışılacaktır.]

Karşılıklı yardımlaşma, yardımın tamamen eşit olmasını ima etmez. Karşılıklı yardımlaşma daha çok “herkesten yapabildiği kadar, herkese ihtiyacı kadar” şeklinde bilinen komünist prensibe göre işler. Bunun prensibin kökeni, hepimizin bir olduğu, bütün insanlığın birbirine ait olduğu ve hepimizin her birimiz için çalışmamız gerektiği düşüncesidir. Kropotkin, karşılıklı yardımlaşma pratiği sayesinde insanların bazı gerçeklerin farkına vardıklarını yazar: Bu deneyimler, insanların birbirlerine bağlı olduklarını, her birinin mutluluğunun herkesin mutluluğuna bağlı olduğunu ve herkesin eşit olduğunu fark etmelerini sağlar. Bunlar, birazdan detaylıca tartışacağımız, Afrika’daki Ubuntu kavramına çok yakındır. Ancak karşılıklı yardımlaşma, bu yardımın tek yönlü olduğunu da ima etmez. Tek yönlü yardımlaşma başka bir şeydir, onun adı hayırseverliktir.

“Kilise” ve Hayırseverlik

Tıpkı devlet gibi, kilise de insanların arasına girerek karşılıklı yardımlaşmayı yok etmeye çalışır. Genelde kiliseler, camiler, sinagoglar ve tapınaklar [9] imeceyi yok eder ve yerine hayırseverliği koyarlar.

Hayırseverlik karşılıklı değildir. Sahip olanın olmayana vermesi, bir bağımlılık durumu yaratır. Hayırsever kişi, insanları güçlendirmez, onların tekrar ayakları üzerinde durmalarını sağlayacak şekilde yardım etmez. Kropotkin’e göre hayırseverin “yukarıdan esinlenir bir havası vardır ve bu yüzden yardımı alan insana karşı belli bir üstünlük ima eder” [7]. Muhtaç insanlara yiyecek ve giyecek dağıtan bir örgüte para vermek, hayırseveri suçluluk duygusundan kurtarır. Meşhur tabirle, hayırseverler gizlide çaldıklarının bir kısmını ortalık yerde geri verirler. Tabii ki, kıtlık gibi büyük kriz durumlarında, yetersiz gıda yüzünden insanlar açlık çekiyorsa, aç olanlara yemek verilmelidir. Fakat genelde yemek vermek, dışarıdan bedava yemek ithal etmek bağımlılık yaratır ve yerel ekonomiyi yok eder. İnsanların bağımsızlığını ve kendine yeterliliğini yok eder.

Hayırsever yardımlar sadece kiliseden gelmez. Aynı nedenlerle, STK yardımları da herkesin eşit ve özgür olduğu yeni bir dünyanın yaratıldığı süreçlere zarar verir.

Zabalaza Anarşist Komünist Cephesi (ZACF)

IMG_1311

Güney Afrika’da 2003’den beri örgütlü olan ZACF’nin ismi, Zulu ve Xhosa dillerinde mücadele anlamına gelir. Daha önce ZabFed ismiyle, çoğu Soweto ve Johannesburg’da bulunan anarşist kolektiflerin, 80 ve 90’larda verdiği ırkçılık karşıtı mücadele sonrasında, Platformist-especifista düşüncesine yakınlaşması ve birleşmesi ile başlayan ZACF, işçi mücadelesinin yanı sıra Gauteng’da Özelleştirme-Karşıtı Forum ve Topraksız Halk Hareketi gibi toplumsal hareketlerle birlikte çalışmıştır. ZACF’la ilişkili ve 1990’larda bir yeraltı kolektifi olarak başlamış olan Zabalaza Kitapları, anarşizm, devrimci sendikalizm ve kadın özgürlüğü konusunda klasik ve güncel kitaplar, kitapçıklar ve müzikler yayınlamaktadır.

Hayvanlar ve İnsanlarda genel olarak karşılıklı yardımlaşma

Kropotkin, kitabında böceklerin ve diğer hayvanların arasındaki karşılıklı yardımlaşmayı uzunca betimler. Hayvanlar arasındaki karşılıklı yardımlaşmayı anlatmak, Kropotkin’in evrimsel gerçeklere dayanan tezini kuvvetlendirir çünkü nihayetinde insanlar da belli hayvan türlerinden gelirler. Bu örnekler, insanlar insan olmadan önce bile doğal bir içgüdü olarak karşılıklı yardımlaşmanın var olduğunu gösterir.

Kropotkin, çok geniş bir çeşitlilikte örnekler verir ve hayvanlar aleminde genel kuralın rekabet değil karşılıklı yardımlaşma olduğunu gösterir. Şöyle yazar: ‘Karıncalar ve kanatlı karıncalar “Hobbes’cu Savaştan” firar etmişlerdir ve bu sayede durumları daha iyidir.’ [7]

Doğada görebileceğimiz gibi birçok hayvan türü sürüler halinde yaşar. Kropotkin, hayvanların sadece kendi türleriyle değil başka türlerle de yardımlaştıklarını gösterir (örneğin korunma amacıyla beraber hareket eden Zebralar ve Zürafalar). Hayvanların beslenme ihtiyacı ya da potansiyel eş için rekabet ederken birbirlerini öldürdüklerini inkar etmez. Ancak bize anlatılan “öldür ya da öl” olaylarının, hikayenin tamamı olmadığını net olarak ortaya koyar. Bazı hayvan türleri yaşamın akışı içinde ancak belirli durumlarda birbirlerini öldürürler ve bunu en sık yapanlar türlerinin en çok hayatta kalanları değillerdir. Çoğu hayvan türü ise sadece yardımlaştıkları ve birbirlerini gözettikleri için hayatta kalabilirler.

Kropotkin karşılıklı yardımlaşmanın hayvanlarda genel bir kural olduğunu gösterir ve bu kuralı insanlara doğru genişletir. Özellikle insan türünün, yeryüzünde var olduğu zaman diliminin çoğunda (silahları icat edene kadar) çok korumasız olduğu için bu kurala bir istisna teşkil edemeyeceğini yazar. Yani insanlar eskiden beri, birbirlerine yardım etmek ve tehlikelerden korunmak için toplum içinde yaşamışlardır. Kropotkin şöyle yazar: “Dizginlenmeyen bireycilik, modern bir oluşumdur” [7].

Kropotkin, avcı toplayıcı toplumlardan tarım toplumlarına, Ortaçağ Avrupa toplumlarına ve günümüze kadar her dönemdeki insan toplumlarında karşılıklı yardımlaşmanın nasıl var olduğunu gösterir. Karşılıklı yardımlaşmanın, sömüren köle sahiplerine ve patronlara karşı, ya da insanları hem diğer toplumlara hem de kendi toplumlarına karşı savaşa süren otoriter şeflere, krallara ve diğer politikacılara karşı emekçilerin ve yoksulların bir korunma aracı olduğunu gösterir. Bu otoriteler insanları sömürmekle kalmaz, [sömürüyü sürdürebilmek için] vergi ödemeyenleri ya da orduya katılmayı reddedenleri cezalandırırlar. Kropotkin, insanların sadece küçük bir kısmının savaş çıkarmayı sevdiğini, çoğu insanın tek istediği şeyin, ailesi, arkadaşları ve komşularıyla birlikte barış içinde yaşamak olduğunu net bir şekilde ortaya koyar. Şöyle yazar: “Savaş, insanlığın hiçbir döneminde varoluşun olağan bir durumu değildi. Savaşçılar birbirlerini yok ederken ve papazlar bu katliamları kutlarken halklar günlük yaşamlarını sürdürür ve kendi yaşam mücadelelerine devam ederlerdi. [7]

Dahası Kropotkin, yoksul insanların arasındaki dayanışmayı yok edip yerine bürokrasiyi koyan devletin karşılıklı yardımlaşma pratiklerini nasıl yok etmeye çalıştığını gösterir. Otorite, kendi yiyeceklerini yetiştiren yoksulları rahat bırakmak yerine vergi koyarak daha fazla çalışmaya zorlar.

Ancak, kendimizi “kötü” insanlardan korumak için savaşmamız gerektiğini ve insanın kendi kötücül doğasından korunmak için devletlere ihtiyacımız olduğunu söyleyenler sadece politikacılar değildir: tarihçiler de “insan yaşamının savaşlarla geçen kısmını abartmış ve barışçıl zamanları önemsememişlerdir. […] belli ki kitlelerin yaşamına hiç dikkat etmemişler çünkü toplumun çoğu barış içinde yaşamına devam ederken çok azı savaşa katılır” [7]. Bize sürekli, insanların savaşçı yaratıklar olduğu ve doğası gereği birbirlerini öldürdüğü söylenir. Fakat gerçekler tam tersini gösterir ve Kropotkin bunu ilk işaret edenlerdendir. Çoğu insan barış içinde yaşamayı tercih eder. Kropotkin “Gerçekte insan, anlatılan savaşçı varlıktan o kadar uzaktır ki…” [7] der. Toplum içindeki karşılıklı yardımlaşma, kaçımızın barışçı çizgilerde yaşamayı tercih ettiğini, savaşmak yerine yardımlaşmayı tercih ettiğini gösterir.

Dahası, karşılıklı yardımlaşma olmadan yoksullar ve işçi sınıfından insanlar hayatta kalamaz. Kapitalist sistem işçilerin bile kendi başlarına hayatta kalmasını imkansız hale getirir. İşte bu yüzden karşılıklı yardımlaşma kapitalist toplumda hala vardır, bu nedenle büyüyor ve daha iyi bir dünya inşa etmek istiyorsak büyümek zorunda.

Karşılıklı yardımlaşma, devlet ve kilise gibi devletsi yapıların onu yok etmeye çalışmasına rağmen; bireyciliği yaratan, “en uygun olanın hayatta kalması” teorisine yeni anlamını veren ve 100 yıldan fazladır süren kapitalizme rağmen bugün hala varlığını sürdürüyor. Gerçekten de, çoğu zaman kapitalizm içinde geçinebilmek için sömürmek ve bencil olmak gerekliymiş gibi gözükür. Fakat Kropotkin’in yazdığı gibi: “İnsandaki evrimsel gelişimi barış ve bolluk dönemlerine rastlayan karşılıklı yardımlaşma eğilimi o kadar eski bir kökene dayanır ve insan türünün evrimi ile o kadar iç içe geçmiştir ki, tarihin bütün talihsizliklerine rağmen bugüne kadar korunarak kalmıştır. [7]

DİP NOTLAR :

  1. Evrim Teorisinin (Darwinizm) toplumsal ilişkilere uyarlanması, “en güçlü olan hayatta kalır” teorisi.
  2. Burada bahsedilen, insan doğası hakkındaki tartışma, insanların özünde iyi mi, kötü mü olduğunun tartışmasıdır.
  3. Kadınlara yapılan ayrımcılık.
  4. Homoseksüellere yapılan ayrımcılık.
  5. Engellilere yapılan ayrımcılık.
  6. İnsanların sosyal ve kültürel özelliklerini araştıran bilim.
  7. Kropotkin, Piotr (2006 [1902]) Karşılıklı Yardımlaşma. Evrimin Bir Öğesi. Mineola, New York:  Dover
  8. Herhangi bir çatışma biçimi bilmeyen toplumlar, örneğin Kalahari’deki Buşmenler.
  9. Bu bütün dinler için geçerlidir, çünkü hemen hepsi hayırseverliği öğretir.

Çeviri : Özgür Oktay

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (16) : Güney Afrika’da Karşılıklı Yardımlaşma – 1 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/19/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-16-guney-afrikada-karsilikli-yardimlasma-1/feed/ 0
Direnişin, Dayanışmanın Ligi ÖZGÜR LİG https://meydan1.org/2015/05/03/direnisin-dayanismanin-ligi-ozgur-lig/ https://meydan1.org/2015/05/03/direnisin-dayanismanin-ligi-ozgur-lig/#respond Sun, 03 May 2015 16:35:23 +0000 https://test.meydan.org/2015/05/03/direnisin-dayanismanin-ligi-ozgur-lig/ Endüstriyel futbola olduğu kadar ırkçılığa, cinsiyetçiliğe ve rekabete karşı Özgür Lig, 5 Nisan’da Ankara Sokullu Ahmed Arif Parkı’ndaki açılış şenliğiyle başladı.“Futbol borsada değil, arsada oynanır” şiarıyla yola çıkan Özgür Lig’le bir röportaj gerçekleştirdik. Özgür Lig projesi nasıl oluştu, nasıl olgunlaştı? “Gelengi Keşif” diye bir oluşum var. Bu Gelengiler, politik olmayı pratik yaşantılarımıza nasıl yansıtabiliriz, kapitalist […]

The post Direnişin, Dayanışmanın Ligi ÖZGÜR LİG appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- özgürlig

Endüstriyel futbola olduğu kadar ırkçılığa, cinsiyetçiliğe ve rekabete karşı Özgür Lig, 5 Nisan’da Ankara Sokullu Ahmed Arif Parkı’ndaki açılış şenliğiyle başladı.“Futbol borsada değil, arsada oynanır” şiarıyla yola çıkan Özgür Lig’le bir röportaj gerçekleştirdik.

Özgür Lig projesi nasıl oluştu, nasıl olgunlaştı?

“Gelengi Keşif” diye bir oluşum var. Bu Gelengiler, politik olmayı pratik yaşantılarımıza nasıl yansıtabiliriz, kapitalist üretim-tüketim bağlarından nasıl sıyrılırız, nasıl çatlak yaratıp kendimize alan açarız derdinde olan bir ekip. Toplantılarında oluşan “İstanbul’da Karşı Lig var, Gazoz Lig var. Biz neden Ankara’da yapmıyoruz?” sorusuyla, yakinen bildikleri ekiplere öneri getirdiler. Kara-Kızıl taraftar, 100. Yıl İnisiyatifi, FC-Bakunin dahil oldu ve fikri güzel bulan diğer takımlar da lige katıldı. Futbolun daha amatör bir ruhla oynanabildiğini göstermekti aslında amaç. “Futbol borsada değil, arsada güzel” şiarıyla başladık işe. Maçları arsada yapmayı düşündük, ancak artık futbol oynayabileceğimiz arsaların tükendiğini fark ettik. Mecburiyetten halı sahada başladık.

Özgür Lig’in işleyişinden biraz bahseder misiniz? Takımlar, kadrolar vs. nasıl oluştu?

Beleştepe, Kara-Kızıl gibi biraz daha muhalif taraftar grupları, zaten böyle bir organizasyon peşindeydi. Öneri gelince, biz Kara-Kızıl taraftar olarak, başlık ve içeriğinde benimsediğimiz şeylere yer verildiği için, lige direk girmek istedik. Diğer taraftar grupları ikili ilişkilerle haberdar edildi, toplantılara çağrıldı. Birkaç hafta içinde 14 takım oluştu. Herhalde böyle bir beklenti varmış, takımını alan geldi.

Takımlar lige nasıl katılır? Şartları nelerdir? Bu şartlar kimler tarafından oluşturulur?

Şartları, yaptığımız toplantılarda beraberce belirledik. İstanbul’daki ligleri de referans alarak, nasıl bir yöntem izleyeceğimize karar verdik. Lig 14 takımla sınırlı gibi görünüyor, ama takımlardan bağımsız biri de oyuna girebiliyor. Mesela Kara-Kızıl’dan biri oynamadığında, başkası onun yerine oynayabiliyor. Yeni bir takım lige dahil olmak istediğinde, toplantılara katılıyor ve anlayışlarımız ortaksa dahil oluyor.

Mevcut futbol anlayışına nasıl karşı çıkar Özgür Lig?

Endüstriyel futbola karşı olduğumuzu beyan ediyoruz. Endüstriyel futbol anlayışı, insanları sömürerek bir piyasa açmak, rekabete zorlayıp zıt kutuplara ayrıştırarak daha çok gelir elde etmek üzerine kurulu.

Biz muhalif taraftar grupları olarak; tam da bu ayrımcılık, bu sömürü noktasında karşı duruş sergiliyoruz ve taraftar gruplarının dışında insanlar da bu mücadelenin bir parçası oluyor.

Kadınların ve LGBTİ bireylerin oluşturduğu takımlar da Özgür Lig’de oynayacak sanırız?

Kaos GL halihazırda var olan takımıyla katılıyor lige mesela. Takımları da, tribünleri de gerçekten çok iyi. Başta konuşurken “futbol bir erkek oyunudur” anlayışının dışına çıkalım, daha karma ve insanların alışık olmadığı görüntüyü sunabilelim istedik.

Son süreçte siyaset dolayımıyla gündemde olan futbolu Özgür Lig nasıl değerlendirir? Siyaset ve futbol arasındaki ilişkiye nasıl bakar?

Bir örnekle anlatayım. Dünkü haberlerde gördüm; cumhurbaşkanı Süper Lig’deki takımların kaptanlarını toplantıya çağırmış. Taraftar gruplarına hep yöneltilen bir eleştiri vardır; futbolu siyasete karıştırıyormuşuz, ideolojimizi tribünlere aktarıyormuşuz. Esasen futbol, siyasetin tam göbeğinde bir şey. Toplumsal olaylara gösterdiğimiz reaksiyonlar, tribüne de yansıyor. Berkin için, Ethem için pankartlarımızla gittik tribüne. Gezi sonrasında, taraftarlara yönelik bir algı açıklığı söz konusu, Çarşı’dan başlayarak. (Başlangıç noktasına Çarşı’yı koyabiliriz.) Dolayısıyla muhalif taraftar gruplarının popülaritesi -aslında o kelimeyi kullanmak istemiyorum- artmış durumda. Bizim duruşumuz Gezi’den önce de böyleydi. Oluşumumuzun çoğu aktivistlerden oluşuyor, bunu da tribüne taşıyoruz, saklamıyoruz.

İstanbul’da da benzer organizasyonlar; Gazoz Ligi, Karşı Lig gibi ligler mevcut. Bunlarla iletişiminiz nasıl? Daha büyük organizasyonlar düşünüyor musunuz?

Doğrudan bir iletişimimiz olmadı bildiğim kadarıyla. Başlangıçta uzlaşıyı hazırlarken manifestolarına baktık, biraz onlardan da beslenmiş olduk, biraz biz bir şeyler ekledik-çıkardık. En son Karşı Lig twitter’dan tebrik mesajı yolladı, şimdilik bağımız bu kadar.

İstanbul’da iki lig var. Ankara’da bizi bir sürü takım sonradan duydu, katılamadı. 25 takım falan olabilirdik iyi duyurabilseydik. Buradaki liglerin çoğalmasını, olursa diğer şehirlere yayılmasını, sonra bu liglerin birbiriyle karşılaşmasını, dayanışmasını sağlayabilsek ne güzel olur.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Biz muhalif taraftar grupları olarak, bir süredir Ankara’daki kent gündemine dair çalışmalar yapıyoruz. Cebeci Stadı’nın yıkılıp yerine AVM ya da otel yapılmasına karşı etkinlik yapıyoruz. Endüstriyel futbolun Passolig’ine karşı duruşumuzu belli eden etkinlikler yapıyoruz. Taraftarı müşteri olarak gören bu zihniyete temelden karşıyız. Passolig alanların bilgilerinin ifşa edildiğini biliyoruz. Bunun için taraftar dernekleri kurduk, dava açtık, hatta bir ara yürütmenin durdurulması kararı alındı ama hukuk sisteminin de nasıl işlediğini biliyoruz. Bunlara karşı bir arada olmak, bir olmak gerekiyor. Özgür Lig’in hem buna olanak sağladığını, hem de dayanışmanın güzel bir biçimi olduğunu düşünüyoruz.

Meydan Gazetesi için bu röportajı gerçekleştiren Taçanka’dan yoldaşlara teşekkür ederiz

Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post Direnişin, Dayanışmanın Ligi ÖZGÜR LİG appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/05/03/direnisin-dayanismanin-ligi-ozgur-lig/feed/ 0
Futbola Siyaset Bulaştıranların Ligi “Gazoz Ligi” https://meydan1.org/2015/02/13/futbola-siyaset-bulastiranlarin-ligi-gazoz-ligi/ https://meydan1.org/2015/02/13/futbola-siyaset-bulastiranlarin-ligi-gazoz-ligi/#respond Fri, 13 Feb 2015 14:01:50 +0000 https://test.meydan.org/2015/02/13/futbola-siyaset-bulastiranlarin-ligi-gazoz-ligi/ Çocukken, araba geçmeyen sokak aralarında, plastik topumuzla maçlar yapardık. Kalelerimizi ya kuytu köşelerden bulduğumuz taş parçalarıyla ya da boş bir duvara boyumuz el verdiğince beyaz tebeşirle çizerdik. Topu kaleye yolladığımızda, gol sevinci içerisinde, şut çekerken ayağımızdan fırlayan ayakkabının peşine düşerdik. O zamanlarda, kaybeden takım kazanana gazoz ısmarlardı. Gazoz Ligi, televizyonlarda binbir küfür eşliğinde oynanan ve […]

The post Futbola Siyaset Bulaştıranların Ligi “Gazoz Ligi” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Çocukken, araba geçmeyen sokak aralarında, plastik topumuzla maçlar yapardık. Kalelerimizi ya kuytu köşelerden bulduğumuz taş parçalarıyla ya da boş bir duvara boyumuz el verdiğince beyaz tebeşirle çizerdik. Topu kaleye yolladığımızda, gol sevinci içerisinde, şut çekerken ayağımızdan fırlayan ayakkabının peşine düşerdik. O zamanlarda, kaybeden takım kazanana gazoz ısmarlardı.

Gazoz Ligi, televizyonlarda binbir küfür eşliğinde oynanan ve her yerinden reklam fışkıran maçlarda gördüklerimizi barındırmayan ama çocukken mahallemizde “gazozuna” oynadığımız maçlardaki samimiyeti, dayanışmayı ve dostluğu vaat eden alternatif bir futbol ligidir.

Gazoz Ligi’nin ortaya çıkışı, futbol oyunu dışında her türlü oyunun oynandığı endüstriyel futbolun entrikalarla dolu 2010 Dünya Kupasının hemen öncesine rastlar. Yazarlar ve sanatçılar, Yazarlar Dünya Kupası’na katılmak üzere Ayazma adıyla amatör bir takım oluşturmuştur. Ayazma’nın hazırlık sürecinde, Ayazma oyuncuları ve onunla hazırlık maçları oynayan, organize eden ‘eş dost’ takımları ‘’Biz niye kendi aramızda yapmıyoruz? Bir şekle şemale sokalım” derler. Ve böylece insanların 11’e 11, ofsayt dahil tüm kurallara uygun şekilde, büyük sahada oynayabildiği, takımlarının skorlarını, kendi gol ve assist skorlarını internet sayfalarından takip edebildiği Gazoz Ligi’ni kurarlar.

Ligin kurucularından Taylan Ege Cingöz, yaptığımız sohbette amatör ruh çerçevesi içerisinde 11’e 11 maç deneyiminin önemli olduğunu söylüyor. Çünkü sıradan insanların, lisanslı futbolcu olmadıkları sürece, televizyonlarda gördükleri o büyük sahalarda top oynama şansları yok. Sponsorlukla ilgili görüşlerini sorduğumuzdaysa şunları ekliyor: “’Başka bir Futbol mümkündür’ mantalitesinden hareketle yola çıkıyoruz. O başka futbolda ne var? Ne var değil, daha doğrusu ne yok? Sponsor yok. TFF yok. Mahalle futbolu kuralları geçerli. Diğer her şey var ama o büyük karar vericiler, bizim yerimize karar veren o egemen güçler, onların hiçbiri yok. Biz bütün kararları kendimiz veriyoruz.”

gazozligi1

Irkçılık, milliyetçilik, cinsiyetçilik, küfür, kasten faul yapmak gibi konularda taviz gösterilmiyor. Oyun esnasında yapılan fauller ile ilgili her takımdan birer kaptanın katıldığı kurul, faul yapan kişinin ceza alıp almayacağına birlikte karar veriyor. Tabii bu ligi sadece iş çıkışı arkadaşlarla halı saha maçı yapmak gibi görmüyorlar. Evet, futbolu gerçekten seviyorlar. Ama asıl dertleri sadece futbol oynamak değil. Buranın onlar için aynı zamanda dönüştürücü bir yer olduğunu düşünüyorlar. Mesela maç öncesi sohbet ederken ya da maç dışında buluştuklarında yaşama ve futbola bakış açılarını konuşarak birbirlerini dönüştürüyorlar. Örneğin bir oyuncu maç sırasında reflekslerine kadar inmiş küfür alışkanlıklarını dönüştürerek kısa zaman sonra küfür etmeyen, hatta elinde Nietzsche kitabıyla dolaşan birine dönüşebiliyor. Dönüşmemekte ısrarlı olup ligin duruşuna ve kararlarına sürekli ters düşen kişiler ligden atılabiliyor. Fakat bu yine tüm takımların ortak kararıyla gerçekleşiyor.

Lig toplam 13 takımdan oluşuyor: Ahparig, Avamgücü, Dinamo Express, Epicballz, Espora, Etkisiz Eleman, İstanpauli FM, İTÜ İMK, Kara Mizah, Kargaspor, Maça Maça, Spartakistanbul ve Tiyatro. Bütün takımlar belli bir konsept taşıyor içerisinde. Politik bir kimlikten, bir mahalleden, bir üniversiteden, meslek grubuna kadar genişletebiliriz takımları oluşturan bu konseptleri. Örneğin; Ahparig, Kurtuluş mahallesindeki Ermeni’lerin kurduğu bir takım. Spartakistanbul ise eski İstanbul Üniversitesi’ndeki öğrenci direniş hareketinden gelme ve hala aktif siyasetin içerisinde olan kişilerin kurduğu bir takım. Haliyle her bir takımın lige kattığı farklı bir etki oluyor. Tabii bu saydığımız takımlar içerisinde lisanslı tek bir futbolcu bile bulunmuyor. Bu da lig içerisindeki rekabetin dengesini koruyor ve oynanan futbolu eğlenceli kılıyor. Ligin samimiyetinden kaynaklı, bir takımdaki samimiyet, farklı takımdaki oyuncular arasında da gelişmiş. Eğer bir karşılaşmada takımlardan herhangi biri oyuncu eksikliği yaşarsa, başka bir takımdan kişi katılabiliyor. Bir önceki maçta forma giyen oyuncuyu sonraki maçlarda sahada hakem olarak ya da daha önce de bahsettiğim gibi başka bir takımın formasını giyerken görebiliyorsunuz. Bahsetmemek olmaz, hakemler arasında TFF’nin eşcinsel olduğundan ötürü cezalandırdığı Halil İbrahim Tunçdağ da var.

Günümüzde futbola siyaset bulaştırmama konusunda bir tartışma yürürken, Gazoz Ligi ‘’Futbola siyaset bulaştırmayacaksak ne yapacağız?’’ diyor. Örnek olarak, Spartakistanbul takımının kara-kızıl formalarıyla sahadayken tam santra düdüğü çalmadan önce ‘’Yaşasın Komünizm!’’ diye bağırdıklarını anlatıyorlar. Kısacası insanların burada sadece futbol için bulunmadıklarından özellikle söylüyorlar.

Gazoz ligi katılıma açık bir ligtir. Kendisi gibi endüstriyel futbolun karşısında olan, sponsorsuz, amatör ruhla oynanan alternatif liglerle dayanışma içerisindedir. Gazoz Ligi ve benzeri alternatif liglere olan katılımın artmasıyla, endüstriyel futbolun dışında, insanların dostluk ve dayanışma ilişkilerini kurabileceği, ticarileşmeyen, rekabetsiz ve eğlenceye dayalı bir futbolun örgütlenmesi de güçleniyor.

Söyleşi:  Burak Çiçek & Furkan Çelik

Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.

The post Futbola Siyaset Bulaştıranların Ligi “Gazoz Ligi” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/02/13/futbola-siyaset-bulastiranlarin-ligi-gazoz-ligi/feed/ 0
Küfürle Değil, İnatla Diren – Zeynep Kocaman https://meydan1.org/2013/07/24/kufurle-degil-inatla-diren-zeynep-kocaman/ https://meydan1.org/2013/07/24/kufurle-degil-inatla-diren-zeynep-kocaman/#respond Wed, 24 Jul 2013 17:23:04 +0000 https://test.meydan.org/2013/07/24/kufurle-degil-inatla-diren-zeynep-kocaman/ Küfür etmenin sokak edebiyatı olduğunu savunarak dilinden düşürmeyen kişi aslında ataerkil çıkmazın da içerisine düşmüş demektir. Ataerkil sistemin bir gereği olarak sokakta erkek iktidarı egemendir, yani sokak kültürü aynı zamanda bir erkeklik kültürüdür de. Erkeklik kültürel bir olgudur ve en büyük korkusu kadınsılaşmaktır. Sonuç olarak sistemin ataerkil yapısı içinde erkek, cinselliğe ve kadın bedenine karşı […]

The post Küfürle Değil, İnatla Diren – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Küfür etmenin sokak edebiyatı olduğunu savunarak dilinden düşürmeyen kişi aslında ataerkil çıkmazın da içerisine düşmüş demektir. Ataerkil sistemin bir gereği olarak sokakta erkek iktidarı egemendir, yani sokak kültürü aynı zamanda bir erkeklik kültürüdür de. Erkeklik kültürel bir olgudur ve en büyük korkusu kadınsılaşmaktır. Sonuç olarak sistemin ataerkil yapısı içinde erkek, cinselliğe ve kadın bedenine karşı duyduğu büyük endişe nedeniyle çoğu zaman şiddete yönelir. Çünkü varoluşunu ve iktidarını, öldürerek kazanabilir. Erkek, erkekliğinin yeteri kadar onaylanmadığını, tehdit altında olduğunu hissettiği her an, kadınsılaşmamak adına sertleşir. Bu kişisel ve ruhsal bir trajedidir aynı zamanda, ama bu trajedinin kurbanları sadece kadınlar değildir. Erkeklerde kendi hemcinslerine yönelik birer ezme zorunluluğu yaratan bu durumdan oldukça rahatsızlardır. Erkeklik kültürü kadını da kadın görünümlü bir erkek haline dönüştürebilir. Mesele bu iktidardan sıyrılarak, kültürel aynı zamanda da toplumsal olarak belirlenmiş kalıplardan çıkmaktır. İktidarı reddetmektir.

Küfür kadın cinselliği üzerinden yükselir

Küfür bu kültürün dilde ki halidir ve böylelikle kadın diline oranla erkek dilinde daha fazla barınır. Cinsel iktidarın kadına yönelik bir tahakküm aracı olarak kullanılan küfür genellikle kadın cinselliği üzerinden yükselir.

Küfür doğrudan cinsiyetçidir aynı zaman da dilde ki şiddetin açığa vurulmuş halidir. Kişi tahakkümün her türlüsüne karşı öfke duyabilir ve bu öfkesini farklı şekillerde ifade edebilir, bu durumun en zararsız olduğu düşünülen ifadesi küfürdür. Sahibi ‘dilin kemiği yok, bir an da ağızdan çıkıyor’ dese de, kullandığımız dil bir iktidar bir tahakküm haline dönüşebilir. Cinsel iktidar olan erkek karşısında, yıpratılan, aşağılanan ve onur kırıcı söze maruz kalan kişi için dilin kemiği yok demek onu yok saymak demektir. Ataerkil sistemde kadının varlığı zaten olabildiğince yok sayılır ve görmezden gelinir. Küfür de genellikle kadını hedef aldığından ne kadar aşağılayıcı, yıpratıcı ve onur kırıcı olsa da ne hissettirdiğinden çok toplumsal kabulde ki esasına göre değerlendirilir ve önemsenmez.

Bütün küfürler ataerkildir

Cinsel yönelimi erkeklik kültürü dışında yaşayan kişiler de doğrudan bu cinsiyetçi dilin, küfürün hedefi olurlar. Mesela aşağılayıcı dilde ki ifadesi ibne olan doğrusu eşcinsel olan ifade kadını değil, erkeğin iktidarsızlığını hedef alır. Yani erkeğin iktidarıyla özdeşleştirilen cinsel organı onu erkek yapan ya da yapamayan şeydir.

Küfürü sadece bir tepki unsuru olarak masumane bir şekilde savunsak dahi her masum küfür tepkisini yaratmadığı takdirde onaylamadığımız bir tarza evrilecektir. Çünkü küfür karşısındakini oldukça öfkelendirecek tepkiselliği yaratmalıdır. Küfürün kültürel olduğu düşünülürse yaşadığımız coğrafyanın geleneksel kalıpları üzerinden türemektedir. Mesela müslüman bir toplumda kişinin dinine, cinsiyetçi bir toplumda da kişinin namusuna dil uzatılamaz. Oysa ki yaşadığımız toplumda küfürlerin çoğunluğu bu örneklerden türetilir ve bu yüzden tepkiselliği yüksektir.

Küfüre tepki vermeliyiz

Küfürü dilimizden çıkarmalı iktidarsız bir dil ve ilişki biçimi oluşturmalıyız. Küfüre karşı tepki vermeli ve kullanıldığı her alanda müdahaleci olmalıyız. Gezi parkı direnişi sırasında direnişte ki kadınlar duvarlara yazılan, sloganlarda sözü geçen cinsiyetçi sözleri eleştirerek kadınların katılımıyla bir küfür atölyesi gerçekleştirmişlerdi. Hatta duvarlara yazılan küfürleri silerek doğrudan eyleme geçmişlerdi. Direnirken, direnişin önemli başka bir yerinden tutarak kendi hassasiyetlerini dile getiren bu çaba oldukça anlamlıydı.

Küfürle değil, inatla diren

Biz kadınlar hayatlarımızın her alanında birçok nokta da direnmemiz gerektiğini çok iyi biliyoruz. Küfüre karşı cinsiyetçi olmayan yeni küfürler üreterek ya da erkeği hedef alan tarzda bir tepkisellik yaratarak değil, iktidarın her türlüsünü hayatlarımızdan söküp atarak mücadele etmeliyiz. Küfürün dildeki tahakkümün bir yansıması olduğunu düşünürsek bulacağımız en doğru çözüm bu tahakkümü tümüyle ortadan kaldırmak olacaktır. Direniş sokaklarda, meydanlarda, yaşadığımız semt parklarında, her yerde tüm karalılığı ve coşkusuyla sürerken kadınlar olarak, direnç noktalarımızı dillendirmek son derece önemlidir.

Yeni bir yaşam, yeni bir ilişki biçimi ve yeni bir mücadele için küfürle değil, inatla direnmeliyiz.

Zeynep Kocaman

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.

The post Küfürle Değil, İnatla Diren – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/07/24/kufurle-degil-inatla-diren-zeynep-kocaman/feed/ 0