davranış – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sat, 23 Sep 2017 19:21:46 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Kötülüğün Biyolojisi – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2017/09/23/kotulugun-biyolojisi-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2017/09/23/kotulugun-biyolojisi-ozgur-erdogan/#respond Sat, 23 Sep 2017 19:21:46 +0000 https://test.meydan.org/2017/09/23/kotulugun-biyolojisi-ozgur-erdogan/ İnsanın kimi eylemlerini “iyi” ya da “kötü” yapan şeyin ne olduğuna dair çeşitli tartışmalar sürüp gidiyor. Kimileri bu eylemlerin toplum tarafından belirlendiğini söylerken kimileri iyi ya da kötü davranışın iradi bir şey olduğunu, tüm koşullara rağmen son kertede bireyin tercihlerine bağlı olduğunu söyler . Öte yandan, Biyo-Felsefe denilen alanda mesele daha farklı tartışılır. Kimileri “genlerin” […]

The post Kötülüğün Biyolojisi – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>


İnsanın kimi eylemlerini “iyi” ya da “kötü” yapan şeyin ne olduğuna dair çeşitli tartışmalar sürüp gidiyor. Kimileri bu eylemlerin toplum tarafından belirlendiğini söylerken kimileri iyi ya da kötü davranışın iradi bir şey olduğunu, tüm koşullara rağmen son kertede bireyin tercihlerine bağlı olduğunu söyler . Öte yandan, Biyo-Felsefe denilen alanda mesele daha farklı tartışılır. Kimileri “genlerin” ya da “insan doğasının” iyi ya da kötüye bir eğiliminin olduğunu ve belirleyicinin katiyen bu olduğunu söylerken, bir başkası da insan doğasının ya da genlerin belirleyiciliğini yadsımamakla beraber, toplumsal yapının da bu eğilimleri yönlendirdiğini iddia eder.

Belki de tarihin en kadim sorularından biridir “İnsan iyi midir, yoksa kötü mü?” sorusu. Fakat biz bu kapsamlı sorunun cevabını aramak yerine, çevremizi saran kötülüğün nedenlerine eğilip, bir başka kadim sorunun peşine düşeceğiz ve kötülüğün biyolojik ve evrimsel kökenine dair kısa bir tartışma yürüteceğiz.

Bu tartışmanın en önemli aktörlerinden biri kuşkusuz Pyotr Kropotkin’dir. Kropotkin, insanın evrimi üzerine yaptığı çalışmalarda, kendinden öncekilerin aksine evrimin ana faktörü olarak rekabeti ve bencilliği değil, Karşılıklı Yardımlaşma ve dayanışmayı alır. Özellikle Evrimin Bir Faktörü Olarak Karşılıklı Yardımlaşma ve Etik adlı eserlerinde bir dizi örnekle bunu kanıtlamaya girişen Kropotkin, oldukça ikna edici veriler de sunar. Canlıların hayatta kalma mücadelesinde rekabetin önemini de yadsımayan yazar canlılardaki toplumculluğun onları doğanın zorlu koşulları karşısında ayakta tutan şey olduğunu savunur. “…karşılıklı destek, doğada iklime, tufanlara, fırtınalara, soğuğa ve bu gibi şeylere sürekli olarak yürütülmesi gereken ve sürekli olarak var oluşun hep değişen koşullarına yeni adaptasyonlar gerektiren mücadeledeki en iyi silahları sunar. Dolayısıyla, bir bütün olarak bakıldığında doğa, kesinlikle fiziksel gücün, süratin kurnazlığın, ya da savaşta yararlı olan başka herhangi bir özelliğin zaferini örneklemez. Aksine, karınca, arı, güvercin, ördek, sıçan ve diğer kemirgenler, ceylan, geyik, v.s gibi su götürmez biçimde zayıf olan türlerin koruyucu zırhları, kendilerini savunmak için gagaları, ya da uzun sivri dişleri yoktur – savaşçı da değillerdir – ancak yaşam mücadelesinin en iyisini başarırlar ve toplumcullukları ve karşılıklı korumaları sayesinde, çok daha güçlü yapılı rakiplerini ve düşmanlarını bile yerlerinden edebilirler…”

Yani Kropotkin aslında şunu söylemektedir: Doğal olan türün gelişimi için iyi olandır. Türün kendini var etmesi için iyi olan ise rekabet ve savaş değil aksine yardımlaşma, fedakarlık, hoşgörü gibi duyguları içinde barındıran ve canlıların yaşamına sinmiş olan Karşılıklı Yardımlaşma’nın ta kendisidir. Kötü olan şey “bu içgüdünün” dış etkenler vasıtasıyla bastırılmasıdır. Kuşkusuz Kropotkin’in engellenmeden ya da bastırılmadan kast ettiği şeyin kendisi insanlık serüvenimizin bir noktasında ortaya çıkan iktidar ve benzeri yapılardır.

Kropotkin bu doğa yasasını dillendirirken aynı zamanda iyi ve kötüye dair ortaya atılan doğaüstü tezlere de karşı çıkar: “…ve bu -ahlak yasasının evrenselliğinin- metafiziksel bir ileri sürülüşü ya da bir varsayım değildir. Toplumculluğun ve neticede duyum yoğunluğunun ve çeşitliliğin devamlı gelişimi olmadan hayat imkansızdır. hayatın özü orada yatar.”

Kropotkin’den önce Kessler ve aynı dönemde Élisée Reclus gibi araştırmacılar da bu fikri desteklemiş özellikle Reclus bu konuda oldukça özgün fikirler ortaya atmıştır. Sonraki yıllarda rekabeti bencilliği savunan “Sosyal Darwinist”lere karşı bir çok farklı fikir ortaya atılmıştır.

Kropotkin’in “Evrimin Bir Faktörü Olarak Karşılıklı Yardımlaşma, fikri zaman içerisinde o kadar kabul görmüştür ki, insanın özünde bencil olduğunu söyleyenler bile, onun fikirlerini kabul etmek zorunda kalmışlardır. Karşılıklı Yardımlaşma’nın insan davranışları içerisinde çok önemli olduğunu söyleyen bu anlayış, aynı zamanda insanların bu davranışları yine “bencilliğinden” sergilediklerini ifade etmişlerdir.

Bu cenaha dahil olanlar arasında, Erdemin Kökenleri adlı eserinde bu konuyu işleyen Matt Ridley ve meseleye aynı doğrultuda yaklaşan Gen Bencildir diyen Richard Dawkins de bulunmaktadır. Her iki yazarda Karşılıklı Yardımlaşma’nın ve benzeri davranışların evrimin önemli bir faktörü olarak ele alınması gerektiğini söylemekle beraber, bu davranışların kendini devamlı kopyalamak isteyen genlerin bencil bir davranışı olarak görülmesi gerektiğini söylerler. “… Örneğin, rahimdeki bir cenini göz önüne alalım. Anne ile cenin arasındaki ilişkiden daha müşterek ve evrensel bir şey olamaz. Anne onu dünyaya getirmek ister çünkü cenin kadının genlerini bir sonraki nesile aktarır. Cenin annenin başarılı ve sağlıklı bir hamilelik geçirmesini ister yoksa ölür. Her ikisi de oksijen almak için annenin ciğerlerini kullanır ve yaşamları annenin kalbinin atmasına bağlıdır. İlişki tümüyle dengelidir; hamilelik müşterek bir çabadır.”

Ridley ve diğerleri için amentü “Çıkar”dır. Fakat Ridley’in verdiği bir çok örnek ve yukarıda örnekte olduğu gibi, hayatta kalma arzusu bir çıkar olarak nitelendirilemez. Hayatta kalmak, hayatta kalmaktır. Çıkar ancak, hayatta kalma koşulu sağlandıktan sonra diğerlerine karşı bir üstünlük sağlıyorsa çıkar haline gelir. Yani biz hayatta kalma ve benzeri temel nitelikleri çıkar diye adlandırıyorsak diğerlerine başka bir şey dememiz gerekir.

Açıkçası bu tartışmalar ve yukarıda art arda dizdiğimiz örnekler daha da uzatılabilir. Hatta, bunların üzerinde daha çağdaş örnekler ve tartışmalar da eklenebilir. Fakat, bu örneklerden ziyade bu örneklerin bizde yarattığı hissiyat daha önemlidir. Devletlerin, dinlerin ve tüm iktidar odaklarının yineleyip durduğu “doğuştan günahkar”, “doğuştan kötü” olan insan modelinin karşısına yeni daha güçlü bir model sunmaktadır. “Doğuştan paylaşımcı” ve “doğuştan duygudaş” insan. Bu insanın içimizde var olduğunu bilmek, çevremizdeki kötülük çemberini kırmak için yeterli olmasa bile bu çemberi kırıp kötü olmayan insanların kötü olmayan dünyasını yaratmak için bizlere umut ışığı olduğu açıktır.


Özgür Erdoğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Kötülüğün Biyolojisi – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/23/kotulugun-biyolojisi-ozgur-erdogan/feed/ 0
Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4): Suçun Yetiştirme Yurtları: Hapishaneler – Pyotr Alekseyevich Kropotkin https://meydan1.org/2017/09/22/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-sucun-yetistirme-yurtlari-hapishaneler-pyotr-alekseyevich-kropotkin/ https://meydan1.org/2017/09/22/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-sucun-yetistirme-yurtlari-hapishaneler-pyotr-alekseyevich-kropotkin/#respond Fri, 22 Sep 2017 10:40:19 +0000 https://test.meydan.org/2017/09/22/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-sucun-yetistirme-yurtlari-hapishaneler-pyotr-alekseyevich-kropotkin/   Anarşist düşüncenin bugün bütün savunucuları tarafından kabul edilen temel ilkeleri tıpkı farklı eğilim ya da yorum farklılıklarını ortaya çıkarmış diğer ilkeler gibi pratikte gelişen olaylar karşısında alınmış tutumlar neticesinde ortaya çıkmıştır. Suç, suçun kökenleri, cezalandırma ve cezalandırma sistemleri üzerine anarşist düşünce içerisinde bugün kendi karakterini kazanan birçok temel fikir, tarihte anarşist düşünürlerin bu başlıklar […]

The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4): Suçun Yetiştirme Yurtları: Hapishaneler – Pyotr Alekseyevich Kropotkin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Anarşist düşüncenin bugün bütün savunucuları tarafından kabul edilen temel ilkeleri tıpkı farklı eğilim ya da yorum farklılıklarını ortaya çıkarmış diğer ilkeler gibi pratikte gelişen olaylar karşısında alınmış tutumlar neticesinde ortaya çıkmıştır. Suç, suçun kökenleri, cezalandırma ve cezalandırma sistemleri üzerine anarşist düşünce içerisinde bugün kendi karakterini kazanan birçok temel fikir, tarihte anarşist düşünürlerin bu başlıklar etrafındaki tartışmaları sayesinde şekillenmiştir.

Daha önce bu bölümde “Onaltılar Manifestosu” isimli yazısını yayınladığımız Kropotkin, bu gibi tartışmaların odağında yer alan bir isim. Günümüzde, toplumsal mücadelelerin eksenini oluşturan anarşist düşüncenin genel karakterini yansıtmak, yaşadığımız -veya çevremizde gelişen- olayları anlamak ve yorumlamak için önemli bir yol haritası oluşturduğuna inandığımız bu tartışmaların dördüncüsünde “Suç ve Ceza Tartışmaları”na yer veriyoruz.

Anarşistler ve anarşist olmayan devrimcileri teorik düzlemde en net çizgileriyle birbirinden ayıran, kökeninde, devlet, araç-amaç çelişkisi gibi kavramlara dair görüş ayrılıklarıyla da bağlantılı “Suç ve Ceza” tartışmalarının bu anlama ve yorumlama sürecine katkısı olacağını düşünüyoruz.

Emma Goldman’ın editörlüğünü yaptığı Mother Earth dergisinin 8. sayısından alıntılayarak çevirdiğimiz bu metin, hapishanelerin işlevi üzerine anarşist düşünce içerisindeki önemli incelemelerden biridir. Tartışmanın ilerleyen bölümlerinde diğer anarşist düşünürler tarafından farklı zaman ve yerlerde benzer konular üzerine yazılan yazıları yayınlayacağız.


Suçun Yetiştirme Yurtları: Üniversiteler

Son zamanlarda birçok tanınmış avukat ve sosyoloğun gündemini meşgul eden, büyük “suç ve ceza” sorusunu şimdilik bir kenara bırakacak ve elimden geldiğince şu sorunun cevabını arayacağım: “Hapishaneler toplumdaki anti-sosyal davranışların sayısında azalma sağlayabiliyorlar mı?”

Bu soruya; hapishanelerde neler olup bittiğini bilen, önyargısız her insan güçlü bir ‘Hayır’ yanıtını verecektir. Aksi takdirde, konu ile ilgili ciddi bir çalışma yapılacak olursa, hapishanelerin -en iyisinin bile- “suç”un yetiştirme yurtları olduğuna ve anti-sosyal davranışların daha kötü bir hale gelmesine sebep olduklarına; sözgelimi suç olarak bilinen her ne varsa onun liseleri, üniversiteleri oldukları sonucuna varılacaktır. Tabi ki bir zamanlar hapsedilmiş kim varsa hapishaneye geri döneceği iddiasında değilim. Her yıl binlerce kişi yanlışlıkla hapse atılıyor. Ancak hapishanede geçmiş birkaç yılın -buranın bir hapishane olmasından dolayı- bireyi yargı önüne çıkaran kusurları artırdığını savunuyorum.

Bu nedenler; risk alma isteği, çalışmaya karşı duyulan antipati, (büyük oranda yapılacak işin iyi bir uzmanlaşma gerektirmesi sebebiyle) adaletsizlik ve ikiyüzlülükten dolayı toplumu hor görme, fiziksel enerji isteği ve bütün bu sebepler hapishanede tutsak edilerek pekiştirilir.

Yirmi beş yıl önce bu fikri geliştirdiğim ve şimdilerde baskısı tükenen kitabımda (Rus ve Fransız Hapishanelerinde) Fransa’da ikinci kez hapsedilen tutukluların sayılarıyla ilgili yürütülen bir soruşturmayla açığa çıkarılan gerçekleri inceleyip bu düşünceyi destekledim. Bu incelemenin sonuçlarına göre mahkemeye çıkanların neredeyse yarısı yargı önüne çıkarılmadan önce, beşte ikilik kısmı ise polis sorgusuna çıkarılmadan önce zaten bir ya da iki kez hapsedilmiş oluyor. Fransa’da ortaya çıkan bu yüzde kırklık korkunç oranın yanı sıra, Michael Davitt’e(1) göre kürek cezasına çarptırılmış tutsakların yüzde doksan beşi daha önce hapishane ‘eğitimi’ görmüş kişilerden oluşuyor.

Küçük bir düşünme süreci, meselenin başka türlü olamayacağını gösterecektir. Bir hapishane, tutsaklar üzerinde yozlaştırıcı bir etkiye sahiptir ve hep öyle olacaktır. Birini ilk kez hapse atmış olun. Binaya girdiği andan itibaren bütün insanlığını kaybeder, o artık sadece “Numara XY” dir. Kendi iradesiyle hiçbir şey yapamayacaktır. Onu aşağılık bir duruma düşürmek için aptal bir giysinin içine koyarlar. Onu bağlı olduğu bütün ilişkilerden mahrum bırakırlar ve böylece üzerinde olumlu etkisi olabilecek her bireyin eylemini dışarıda bırakırlar.

Sonra emeğini koyar ortaya, ancak bu onun ahlaki gelişimine yardımcı olabilecek bir emek değildir. Hapishane emeği, temelinde bir intikam aracıdır. Tutsak, uyguladığı cezaları “reform” yaparmış gibi gösteren bu “toplumun ileri gelenleri”nin zekası hakkında ne düşünmelidir?

Fransız hapishanelerinde tutsaklara bir çeşit faydalı ve maaşlı bir iş verildi. Ancak bu iş için bile saçma bir şekilde düşük ücret uygulandı ve hapishane otoritelerine göre başka türlü olması mümkün değildi. Hapishane emeği, diyorlar; değersiz köle emeğidir. Bunun sonucunda tutsak, çalışmaktan nefret etmeye başlar ve şöyle söyleyerek yaptığı işe son verir; “Gerçek hırsızlar biz değil, bizi burada zorla tutanlardır.”

Böylece tutsağın beyni, dolandırıcı şirket yöneticilerine saygı duyan, onu ise yeterince kurnaz olmadığı için kötü bir şekilde cezalandıran toplumun adaletsiz olduğu fikriyle tekrar tekrar dolup taşar. Ve dışarı çıktığı an çoğunlukla intikamını ilkinden daha ağır bir şekilde alır. İntikam, intikam doğurur.

Ondan alınan intikam üzerine, o da toplumdan intikam alır. Her hapishane, bir hapishane olduğu için, tutsakların fiziksel enerjilerini yok eder. Onlara kutup soğuklarından bile kötü davranır. Geçtiğimiz günlerde İngiliz Tabipler Birliği Kongresi’ndeki konuşmasında Miss Allen’ın gayet açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi; temiz havaya duyulan istek, varoluşun monotonluğu, özellikle izlenim edinme isteği, tutsağın bütün enerjisini alır ve uyarıcılara (alkol, kahve) yönelik bir arzu üretir. Ve nihayet, anti-sosyal eylemlerin çoğu irade zayıflığına dayandırılabilir, hapishane eğitimi ise tamamen, iradeyi her ortaya çıktığı yerde öldürmeye yöneliktir.

Daha da kötüsü. Ben hapishane reformcularına ciddi anlamda, Amerikan hapishanelerinde 14 yıl tutulmuş ve deneyimlerini büyük bir samimiyetle kitabında anlatmış olan Alexander Berkman’ın “Hapishane Anıları”nı (Prison Memoirs)(2) okumalarını tavsiye ediyorum. Okuyan, eğer bu cehennemden kurtulmaya karar vermezse, dürüst duyguların nasıl baskılanması gerektiğini görecektir. 5-6 yıllık böylesi bir eğitimden sonra bireyin iradesi ve iyi niyetini arttıracak ne olabilir?

Ve serbest bırakıldıktan sonra, onlarla birlikteliği yüzünden hapse girdiği dostlarının yanına dönmecekse nereye gidebilir? Onu kendileriyle eşit görenler yalnızca o dostlarıdır. Ama eğer onlara katılırsa mutlaka birkaç hafta içinde geldiği yere geri dönecektir. Ve sonunda döner. Gardiyanlar bunu iyi bilir.

Bana sıkça “hapishaneler için nasıl reformlar öneriyorsunuz” diye soruluyor; şimdi, 25 yıl önce olduğu gibi, hapishanelerin nasıl düzeltilebileceğini gerçekten bilmiyorum. Onların temeline kadar yıkılması gerekir. Şöyle de denebilir ya da şöyle bir yol çizilebilir; her ne yapıyorsanız daha az zalim, daha fazla düşünceli olun. Ancak bu, şunu beraberinde getirecektir: Her hapishaneye müdür olarak bir Pestalozzi(3)ve gardiyan olarak da 60 Pestalozzi’yi görevlendirelim, ne kadar saçma olurdu. Ama bunun dışında hiçbir şey işe yaramaz.

Oldukça iyi niyetli Massachusetts hapishane görevlileri, önerilerimi sormak için yanıma geldiklerinde onlara tek söyleyebildiğim şuydu: Eğer hapishane sistemini tamamen ortadan kaldıramıyorsanız, o zaman kesinlikle çocukları ya da gençleri hapishanelerinize almayın. Eğer bunu yaparsanız, bu bir cinayettir. Ve sonra, hapishanelerin ne olduğunu deneyimleyerek öğrendikten sonra, gardiyan olmayı reddedin ve suçla mücadele etmenin tek doğru yolunun onu önlemek olduğunu anlatmaktan asla yorulmayın. Maliyetine, sağlıklı belediye konutlarında, okulda veya ailede, hem ebeveynlerin, hem çocukların; her kızın ve erkeğin bir meslek öğrendiği, komünal ve mesleki iş birliği, her türden uşraş için topluluklar ve her şeyden önemlisi gençlerde, insan doğasını ahlaki duyarlılığa taşıyabilecek bir özlemin, idealizmin gelişmesi. Bunlar cezalandırnanın asla yapamayacağı şeyleri başaracaktır.

  1. Michael Davitt (1846-1906), IRA’nın öncüsü olan İrlandalı Fenian Kardeşliği’nin üyesi, toprak ağalarına karşı köylü hareketini örgütleyenlerdendi.
  2. Bu metnin Türkçesi, Kavram Yayınları’ndan yayınlanan “Anarşistin Yaşamı-Alexander Berkman’ın Yazıları” isimli kitabın birinci kısmında yer almaktadır.
  3. Johann Heinrich Pestalozzi (1746-1827), Toplumun eğitimle düzeltilebileceğine, her insanın iyiliğe elverişli olduğuna inanan, bireylerin toplumdaki yaρıcı rolünü yerine getirebilmesi için, ahlaki eğitimin, hayati bir değeri olduğunu öne süren pedagog.

Yazının orjinali için:

www.theanarchistlibrary.org/library/petr-kropotkin-prisons-universities-of-crime

Çeviri: Zeynel Çuhadar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır. 

 

The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4): Suçun Yetiştirme Yurtları: Hapishaneler – Pyotr Alekseyevich Kropotkin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/22/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-sucun-yetistirme-yurtlari-hapishaneler-pyotr-alekseyevich-kropotkin/feed/ 0
” Hangisi ? ” – Dilan Yaman https://meydan1.org/2015/06/11/hangisi-dilan-yaman/ https://meydan1.org/2015/06/11/hangisi-dilan-yaman/#respond Wed, 10 Jun 2015 22:56:39 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/11/hangisi-dilan-yaman/ “Pardon bir bakar mısınız? Fazla uzun sürmeyecek.” Eğer kalabalık bir caddede yürüyorsak hepimiz duymuşuzdur bu cümleleri. Vaktimiz varsa, ardından cevaplamamız istenilen bir dizi soruyla karşı karşıya kalırız. Bazen halihazırdaki, bazen de piyasaya yeni girmeye hazırlanan bir ürünle ilgilidir bu sorular. Gazoz ya da kahve, ped ya da çikolata, banka ya da sigorta, neyle karşılaşacağımızı bilemeyiz. […]

The post ” Hangisi ? ” – Dilan Yaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Mann von der Presse hält ein Klemmbrett und ein Mikrofon

“Pardon bir bakar mısınız? Fazla uzun sürmeyecek.”

Eğer kalabalık bir caddede yürüyorsak hepimiz duymuşuzdur bu cümleleri. Vaktimiz varsa, ardından cevaplamamız istenilen bir dizi soruyla karşı karşıya kalırız. Bazen halihazırdaki, bazen de piyasaya yeni girmeye hazırlanan bir ürünle ilgilidir bu sorular. Gazoz ya da kahve, ped ya da çikolata, banka ya da sigorta, neyle karşılaşacağımızı bilemeyiz. Ama durmuşsak, sorulara da yanıtlar vermeye başlamışsak, bir anketin deneği olmuşuz demektir.

Yaş, cinsiyet, meslek gibi kişisel özelliklerimizi de öğrenmek isteyen bu anketlerde, bazen içerek, bazen de dokunarak o ürünle ilgili bize yöneltilen soruları seçenekler dahilinde işaretlememiz istenir.

Peki, neden? Neden bu sorular ve cevaplar, neden yüzdeler ve oranlar?

Anket sorularına verilen yanıtlar, tek tek sayılır, işlenir ve anket şirketince birer istatistiki bilgiye dönüştürülerek anketi yaptıran şirkete sunulur. İstatistiksel bilgiden elde edilen sonuçlar, her durumda, değiştirilme, gereğinden az ya da çok gösterilme, abartılma “risk”ini ve “imkan”ını taşır. Yoksa şirketleri binlerce dolar harcama yaparak anket yapmaya şevklendiren şey bu “imkan” mı?

Gerçekten de, hemen her gün karşılaştığımız anketler, uygulanma biçimi, soruların seçimi, vermemizi bekledikleri yanıtların sıralanması gibi bir çok ayrıntıyla, aslında, davranış biçimlerimizi, alışkanlıklarımızı, tercihlerimizi ölçmenin ötesinde bizi kendi ürünlerini satın almaya istekli de kılmaya yöneltiyor. Bunu da, anketlerden kendi hesaplamalarına göre elde ettiklerini söyledikleri sonuçlar pekiştirmiş oluyor. Yani anket de reklamın, tanıtımın bir parçası oluveriyor böylece.

Öyle ya, neticede, şirketlerin ana amacı kar elde etmek olduğuna göre, her bir yeni satış da kar olarak dönecektir. Daha fazla kar için de pazarı genişletmek gerekir. Peki pazarın durumu ne, işte hemen her gün yolumuza çıkan anketörlerin bize yaptırmaya çalıştığı anketlerin ana amacı da bu: pazar araştırması. Bize sorulan her soru ve bizim masumane verdiğimiz her cevap, şirketlere kar olarak dönebilir. Anketlerin gizli bir görevinin de, tüketim alışkanlıklarını değiştirip satın alma isteği uyandırmasıdır diyebiliriz.

Çalışanına yok, ankete var

Ancak, bir ürünün üretilmesi için gereken ham maddeyi, doğayı talan ederek elde eden şirketler, zaten çalışanlarına da en düşük ücretleri vererek kar marjlarını yükseltmeyi sürdürürken, pazar araştırması için bütçelerinden büyük büyük meblağlar ayırmaları ilginçtir. Elbette buradan da bir çıkarları vardır şirketlerin: şirketler, yeni ürünlerini pazara sunmadan önce yapacakları/yaptıracakları pazar araştırması anketleriyle pazarın risklerini önceden görebilme ve ona göre konum alabilme imkanı da bulmuş olurlar. Bu da onları daha da büyük, daha tekel, yani daha da adaletsiz kılar.

Anketlerin pazar araştırması dışında en yaygın kullanım alanlarından biri de bir okulda okuyanlar, bir mesleği yürütenler ya da bir kentte yaşayanlar gibi alanlara yönelerek, o alanlarla ilgili verileri toplar gibi yapıp aslında sorduğu sorularla ankete katılanları fişlemek. Yani “sizce…” diye başlayan sorular, aslında genel ekonomik ya da politik gidişatla ilgili, katılımcının görüşünü almak gibi masum bir soru gibi görünse de, eleştirel düşünceye ya da tam zıddı bir görüşe sahip olanları kolayca bulup ayıklamaya da pekala yarayabilir anketler. Bildiğimiz dilleri yazarak etnik kökenimizi bulmaları hiç de zor değil, okuduğumuz gazetelere bakarak politik görüşümüzü bulmaları pekala mümkün. İnancımız, mezhebimiz, hatta cinsel yönelimimiz, anketlerin bize sorduğu sorularla açığa çıkabilir ve bir gün aleyhimizde kullanılabilir bir veriye dönüşebilir. Hatta, bir üniversitenin yeni dönem öğrenci kaydı sırasında yaptığı ankette “hiç protesto eylemine katıldınız mı” sorusu, sizi doğrudan karakola da düşürebilir. Yani görüşümüz alınıyor diye verdiğimiz cevaplarla, kendi evimizin kapısına çarpı işareti yapmış olabiliriz.

İster bir ürün için yapılan pazar araştırması olsun, ister de bir alan soruşturması gibi olsun, anketler, asıl amaçlarını soruların ardına gizleyerek insanları aldatmakta, yönlendirici yanıt seçenekleriyle algımıza saldırıp davranışlarımızı etkileyerek kendi çıkarlarına uygun hale getirmeye çalışır.

“Fazla zamanınızı almayacak” bir soru da biz soralım: Bu yazıyı okuduktan sonra anketlere hala güvenebilirim diyebilir misiniz?

Dilan Yaman

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Hangisi ? ” – Dilan Yaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/11/hangisi-dilan-yaman/feed/ 0