dayanışma ekonomisi – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 07 Apr 2020 15:37:01 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Anarşist Ekonomi Tartışmaları (33): Ekonomiyi Yenmek https://meydan1.org/2020/04/07/anarsist-ekonomi-tartismalari-33-ekonomiyi-yenmek/ https://meydan1.org/2020/04/07/anarsist-ekonomi-tartismalari-33-ekonomiyi-yenmek/#respond Tue, 07 Apr 2020 15:32:42 +0000 https://meydan.org/?p=56905 Dayanışma ekonomisi, Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizimizde daha önce ele aldığımız bir konu. Bu sayıda ise popüler bir model olarak pratik edilen dayanışma ekonomisine yönelik bir eleştiriye yer veriyoruz. Alıntıladığımız metin, ekonomiyi bir amaç olarak görmeyi reddeden anarşist bir grup olan Görünmez Komite’nin 2015’te yayımladığı “Arkadaşlarımıza” adlı kitapta bulunuyor. Komünü zaptedilmez yapan şeyin tam da […]

The post Anarşist Ekonomi Tartışmaları (33): Ekonomiyi Yenmek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Dayanışma ekonomisi, Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizimizde daha önce ele aldığımız bir konu. Bu sayıda ise popüler bir model olarak pratik edilen dayanışma ekonomisine yönelik bir eleştiriye yer veriyoruz. Alıntıladığımız metin, ekonomiyi bir amaç olarak görmeyi reddeden anarşist bir grup olan Görünmez Komite’nin 2015’te yayımladığı “Arkadaşlarımıza” adlı kitapta bulunuyor.

Komünü zaptedilmez yapan şeyin tam da onun esasını oluşturması, onun baştan başa sarıldığı halde hiçbir zaman gasp edilemeyecek olması, önceden de Roma Hukuku’ndaki res communes’in ayırt edici özelliğiydi. “Ortak şeyler” okyanus, atmosfer, tapınaklar gibi ele geçirilemeyecek şeylerdi. Birkaç litre suyu, bir kıyı şeridini ya da tapınağın taşlarını ele geçirebilirsiniz ama denizi değil, kutsal yeri değil. Res communes paradoksal biçimde şeyleştirilmeye, şeylere dönüşmeye direnirler. Kamu hukukunda, kamu hukuku dışında kalanları belirtir: Ortak kullanımda olanlar yasal kategorilere indirgenemez. Dil genellikle “komünal”dir: Kişi onun sayesinde, onun aracılığıyla kendini ifade edebilse de kimse onu kendi mülkü yapamaz. Kişi onu sadece kullanabilir.

Son yıllarda bazı ekonomistler yeni bir “komün” teorisi geliştirmeye çalışıyorlar. “Komün”ün, pazarın değer vermekte zorlandığı ama onsuz işlemeyeceği şeyler olduğu söyleniyor: Çevre, zihinsel ve bedensel sağlık, okyanuslar, eğitim, kültür, büyük göller vb. ama aynı zamanda dev altyapılar (otobanlar, internet, telefon ya da sağlık ağları vb.). Hem gezegenin durumundan endişelenen hem de pazarın işleyişini geliştirmeyi arzulayan bu ekonomistlere göre, bu “ortak şeyler” için sadece pazara dayanmayan yeni bir “yönetişim” biçimi icat etmek gerekiyor.

2019 Nobel Ekonomi ödülü sahibi Elinor Ostrom’un “komünü yönetmek” için sekiz ilke tanımladığı son “çok satan” kitabının adı Ortak Malların Yönetimi. Henüz oluşturulmamış olan “ortak şeylerin yönetim kadrosunda” kendilerine bir yer olduğunu anlayan Negri ve şürekası özünde tamamen liberal olan bu teoriyi benimsedi. Hatta kapitalizm tarafından üretilen her şeyin son tahlilde insanların üretken işbirliğinin sonucu olduğu şeklinde bir akıl yürütmeyle, “ortak şeyler” kavramını bunları kapsayacak şekilde genişlettiler. İnsanların bunları ele geçirmesinin yolu ise pek sık görülmeyen bir “ortak şeylerin demokrasisi” olarak gösteriliyordu. Fikir yoksunu ebedi takipçileri koşup onların arkasında sıraya girdiler. Şimdi kendilerini “sağlık, barınma, göç, sosyal hizmetler, eğitim, tekstil endüstrisindeki koşullar vb.” talep ederken buldular; ele geçirilmesi gereken o kadar çok “ortak şey” var ki… Böyle giderse yakında nükleer santrallerin işçiler tarafından yönetilmesini isteyecekler ve tabi NSA (Ulusal Güvenlik Ajansı isimli ABD istihbarat teşkilatı), çünkü internet herkese ait olmalı. Onlara göre sofistike teorisyenler “ortak şeyleri” Batı’nın sihirli şapkasından son çıkan metafizik prensip olarak görme eğiliminde. Bir “arche” diyorlar, “bütün politik hareketi örgütleyen, kumanda eden ve hükmeden” anlamında, yeni kurumları ve yeni bir dünya hükümetini doğuracak olan yeni bir “başlangıç”. Bütün bunların kaygı verici yanı, hayal edebildikleri tek devrimin bugünkü dünyanın yönetim kademesine Proudhon ve İkinci Enternasyonal’den ilham alan insanların danışmanlık yapması. Günümüzdeki komünler “ortak şeylerin” hiçbirine erişim talebinde bulunmuyor ya da yönetimine heves etmiyor. Doğrudan doğruya ortak bir yaşam biçimi örgütlüyorlar, yani gasp edilemeyecek olanla ortak bir ilişki geliştiriyorlar ve dünya ile başlıyorlar.

Bu “ortak şeyler” yeni nesil bürokratların eline geçti diyelim, bizi öldüren şeyler hiçbir açıdan gerçek anlamda değişmeyecek. Metropolün tüm sosyal yaşamı dev bir cesaret kırma projesi gibi çalışıyor. İçindeki herkes, varoluşlarının her yönüyle, genel emtia sistemi örgütlenmesi tarafından tutsak ediliyor. Kişi elbette o ya da bu örgütte aktivist olabilir, “arkadaş” grubuyla sokağa çıkabilir ama nihayetinde herkes kendi başınadır, kendi postunu kurtarır ve bunun farklı olacağını düşünmek için bir neden yoktur. Fakat her hareket, her sahici deneyim, her isyan süreci, her grev, her işgal, o hayatın kendini kanıtlayan sahte kanıtında açılan bir çatlaktır; ortak bir yaşamın mümkün ve arzulanır olduğunu, değerli ve coşkulu olabileceğini kanıtlar. Bazen sanki buna inanmamızı engellemek için diğer yaşam biçimlerini, sönümlenenlerinden kalan izler dahil, imha etmek üzere her şey üst üste geliyor gibi gözüküyor. Geminin dümenindeki gözü dönmüşlerin en korktuğu şey, yolcuların onlardan daha az nihilist olması. Gerçekten de bu dünyanın bütün örgütlenmesi, yani ona mutlak bağımlılığımız, olası diğer bütün yaşam biçimlerinin gündelik olarak inkarıdır.

Toplumsal cila çatlayıp soyuldukça bir güç biçimini almanın aciliyeti yüzeyin altından ama görünür biçimde yayılıyor. Meydanlar hareketi bittiğinden beri birçok şehirde grev komitelerinin ve mahalle meclislerinin ama aynı zamanda kooperatiflerin tahliyeleri durdurmak için, her şey için ve her anlamda karşılıklı yardımlaşma ağlarının ortaya çıktığını görüyoruz. Üretim, tüketim, barınma ve kredi kooperatifleri ve hatta yaşamı her yönüyle ele alan “entegre kooperatifler”. Bu çeşitlilikte, daha önceden marjinal olan bir pratikler yumağı, şimdiye kadar bunları neredeyse kendine saklayan radikal gettonun çok ötesine yayılıyor. Böylelikle daha önce olmayan bir ciddiyet ve etkinlik kazanıyorlar ve bu pratikler kolaylaşıyor. İnsanlar para ihtiyacını beraberce karşılıyorlar, biraz kazanmak ya da onsuz yapmak için örgütleniyorlar. Yine de araç yerine amaç olarak alınırsa kooperatif bir marangozhane ya da oto tamirci, maaşlı iş kadar bezdirici olabilir. Her bir ekonomik oluşum, eğer komün onun bütünlüğünü reddetmiyorsa unutulmaya mahkumdur, zaten unutulmuştur. Yani komün, ekonomik toplulukları (komüniteleri) birbirleriyle iletişim (komünike) haline getiren, onların içinden akan ve onları taşıran şeydir; ben-merkezci eğilimlerini engelleyen bağdır.

20. yüzyılın başında Barselona işçi hareketinin etik yapısı yürümekte olan deneyimlere bir rehber olabilir. Ona devrimci karakterini veren tek başına özgürlükçü okullar, CNT-FAI damgalı parayı basan teknisyenler, sektörel sendikalar, işçilerin kooperatifleri ya da pistoleros grupları değildi. Bütün bunları birleştiren bağdı, bütün bu faaliyetlerin ve oluşumların arasında yeşeren ama hiç birine atfedilemeyecek olan ortak yaşamdı. Bu onun yenilmez olan temeliydi.

“Krizin” vurduğu birçok Avrupa ülkesinde toplumsal ve dayanışmaya dayalı ekonominin ve onlara eşlik eden kooperativist ve mutualist ideolojilerin ısrarla geri döndüğünü görüyoruz. Bunun “kapitalizme bir alternatif” oluşturabileceği fikri yayılıyor. Biz bunu daha çok mücadeleye alternatif, komüne alternatif olarak görüyoruz. Sadece Dünya Bankası’nın son yirmi yılda dayanışma ekonomisini özellikle Güney Amerika’da nasıl bir politik pasifleştirme tekniği olarak kullandığına bakmak ikna edici olacaktır. “Üçüncü Dünya” ülkelerinin gelişmesine yardım projesi, 1961-1969 yıllarında ABD Savunma Bakanı olan ve Vietnam, Portakal Gazı ve Rolling Thunder bombalaması ile bilinen Robert McNamara’nın karşı isyan tasarımıdır. Bu ekonomik proje esasında ekonomik değil tamamen politiktir ve basit bir amacı vardır. ABD’nin “güvenliğini” garantilemek yani komünist isyanları yenmek için onları doğuran en büyük etken olan “aşırı yoksulluk”tan mahrum bırakmak. Yoksulluk yoksa isyan yok. Katıksız Galula. McNamara 1968’de “Cumhuriyetin güvenliği” diye yazıyordu, “sadece onun askeri gücüne değil, hatta öncelikle, burada kendi evinde olduğu kadar dünyanın her yerinde gelişmekte olan ülkelerde istikrarlı ekonomik ve politik sistemlerin yaratılmasına dayanır.” Bu açıdan bakıldığında yoksullukla savaşın bir çok amacı var. İlk olarak asıl sorunun yoksulluk değil zenginlik olduğu gerçeğini gizliyor; küçük bir azınlığın iktidarla birlikte üretim araçlarının çoğunu elinde tuttuğu gerçeğini. Ayrıca sorunu politik değil toplumsal mühendislik meselesine çeviriyor. Dünya Bankası’nın 1970’ten beri yoksulluğu azaltmak için yaptığı müdahalelerin neredeyse sistematik olarak başarısızlığa uğraması ile dalga geçenler, gerçek amacı olan isyanı önlemek konusunda çoğunlukla kesin başarı sağladığını dikkate alsalar iyi olur. Bu mükemmel işleyiş 1994’e kadar sürdü.

1994, 170.000 yerel “dayanışma komitesinin” desteğiyle ABD ile yapılan serbest ticaret anlaşması ile üretileceği öngörülen şiddetli toplumsal bozulmanın etkilerini yumuşatmak için tasarlanan Meksika’da Ulusal Dayanışma Programı’nın (PRONOSOL) başlatıldığı zamandı. Zapatistaların isyanına yol açtı. O zamandan beri Dünya Bankası “yoksul halkların otonomisini ve yetkelendirilmesini destekleyen” mikrokrediye* odaklandı (2001 Dünya Kalkınma Raporu). Kooperatifler, yardımlaşma dernekleri, kısacası toplumsal ve dayanışmacı ekonomi. Aynı rapor diyor ki “yoksul insanların yerel örgütlere mobilizasyonunu teşvik edin ki aynı zamanda o kurumlarda denetleyici olarak rol alabilsin, yerel karar alma süreçlerine katılabilsin ve böylece günlük hayatta hukukun üstünlüğünün sağlanması için işbirliği yapsınlar.” Yani yerel liderleriyle işbirliği yapıp kendi ağlarımıza dahil edin, muhalif grupları etkisizleştirin, “insan sermayesinin” değerini yükseltin, daha önce emtia dolaşımından kaçan her şeyi, marjinal olanları bile dolaşıma sokun.

Onbinlerce kooperatifin ve hatta kazanılan fabrikaların bile Argentina Trabaja programına entegre olması Cristina Kirchner’ın 2001 isyanına cevap olarak ayarlanmış karşı isyancı başyapıtıdır. Ondan aşağı kalmasın, Brezilya’nın 2005 yılında 15.000’e varan işletmesi ile kendi Ulusal Dayanışma Ekonomisi Sekreterliği, yerel kapitalizmin başarı hikayesine parlak biçimde ekleniyor. “Sivil toplumun mobilizasyonu” ve “farklı bir ekonominin” geliştirilmesi Naomi Klein’ın safça düşündüğü gibi “şok stratejisine” uygun bir cevap değil, şok mekanizmasının diğer vuruşu. Neoliberalizmin temel unsuru olan şirket-biçimi kooperatiflerle beraber yayılıyor. Yunanistan’da bazı solcuların yaptığı gibi ülkesinde son iki yılda öz yönetimli kooperatiflerin patlamış olmasından aşırı memnun olmamak gerekir. Çünkü Dünya Bankası tam olarak aynı hesabı aynı memnuniyetle yapıyor. Toplumsal ve dayanışma tipinde esnek bir marjinal ekonomik sektörün varlığı politik, dolayısıyla ekonomik, iktidarın merkezileşmesine karşı bir tehdit oluşturmuyor. Hatta onu bütün zorluklardan koruyor. Bu kadar korunaklı bir tamponun arkasında Yunan armatörler, ordu ve ülkenin büyük şirketleri her zamanki işlerine devam edebiliyorlar. Bir miktar milliyetçilik, toplumsal ve dayanışma ekonomisinden bir dokunuş ve işte sonuç: İsyan biraz daha beklemek zorunda.

Ekonomi “davranışların bilimi” ünvanını ya da hatta “uygulamalı psikoloji” mertebesini iddia etmeden önce ihtiyacın, bu ekonomik yaratığın dünya üzerinde çoğaltılması gerekiyordu. Bu ihtiyaç hali, bu muhtaç emekçi, doğanın yarattığı bir şey değil. Uzun zaman boyunca sadece yaşam şekilleri vardı, ihtiyaçlar değil. İnsan bu dünyanın bir parçasında yaşar ve orada kendini nasıl besleyeceğini, nasıl giyineceğini, eğleneceğini ve başının üstüne bir dam koyacağını bilirdi. İhtiyaçlar tarih içinde kadın ve erkekleri dünyalarından kopararak üretildi. Bunun yağma, sömürü, kapatma ya da kolonizasyon biçimlerinden hangisini aldığı bu bağlamda önemli değil. İhtiyaçlar, ekonominin kopardığı dünyanın karşılığında insana verdiği şeydi. İnkar etmenin faydası yok, bu ön kabulle başlıyoruz. Fakat eğer komün ihtiyaçlar için sorumluluk almayı içeriyorsa, bu özerklik kaygısından değildir, çünkü bu dünyaya ekonomik bağımlılık, sürekli ezilmenin varoluşsal olduğu kadar politik bir nedenidir.

Komün ihtiyaçlarımızı karşılarken bunu içimizdeki muhtaç olma durumunu yok etme niyetiyle yapar. Bir eksiklik hissedildiğinde yaptığı ilk hareket, o eksiklik her ortaya çıktığında o eksikliği ortadan kaldırmanın yolunu bulmaktır. Eve ihtiyacı olanlar mı var? Sadece onlar için bir tane yapmazsın; herkesin kendine hızlıca bir ev yapabileceği bir atölye kurarsın. Toplantı yapmak, oyalanmak ya da eğlenmek için bir yere mi ihtiyaç var? Bir yer işgal edilir ya da inşa edilir ve “komüne dahil olmayanlara” da açılır. Gördüğünüz gibi mesele ihtiyacın bolluğu değil ortadan kaldırılmasıdır, yani kolektif güce katılım dünyaya karşı tek başına olma hissini yok eder. Bunun için hareketin esrikliği yeterli olmaz; araçların bol ve çeşitli olması gereklidir.

Selanik’te işçileri tarafından yeniden işletilmeye başlanan Vio.Me fabrikası** ile, her ne kadar oradan ilham aldıklarını söyleseler de, Arjantin’de felaketle sonuçlanan bir dizi çeşitli özyönetim girişimi arasında bir ayrım yapmak gerekir. Farklı olan, fabrikanın tekrar üretime geçmesinin sadece bir alternatif ekonomi girişimi olarak değil, en başından Yunanistan’daki “hareketin” bütün unsurları tarafından desteklenen politik bir direniş olarak yaratılmış olmasıydı. Fayans bağlantı malzemesi üreten bu fabrika dönüştürülerek aynı makinelerle dezenfektan jel üretimine başlandı ve özellikle “hareket” tarafından işletilen dispanserlere gönderildi. Buradaki komünal özellik, hareketin çeşitli kesimlerinin arasındaki yankılardır. Eğer komün “üretiyorsa” bu sadece ikinci derecede önemlidir; “ihtiyaçlarımızı” tatmin ediyorsa bu fazladan bir şeydir çünkü ortak bir yaşam arzusuna ek olarak yapılmıştır; üretilenleri ve ihtiyaçları amaç olarak almadan. Komün, kendi büyümesinin gerektirdiği müttefiklerini bu dünyaya açıkça karşı çıkışında bulacaktır. Ekonomiyi gerçekten krize sokacak olan komünlerin büyümesidir ve bu ciddi olan tek karşı büyümedir.

* Bkz. Zapatistlerin Perspektifinden Ekonomi Politik, Meydan 34. ve 35. sayı

** Bkz. Selanik VIO.MET İşçileri ile Röportaj: Kooperatifleşmeye Doğru, Meydan 3. sayı

Çeviri: Özgür Oktay

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 52. sayısında yayınlanmıştır.

The post Anarşist Ekonomi Tartışmaları (33): Ekonomiyi Yenmek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/04/07/anarsist-ekonomi-tartismalari-33-ekonomiyi-yenmek/feed/ 0
Syn Allois Kooperatifi https://meydan1.org/2014/12/22/syn-allois-kooperatifi/ https://meydan1.org/2014/12/22/syn-allois-kooperatifi/#respond Mon, 22 Dec 2014 16:25:01 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/22/syn-allois-kooperatifi/ Her yaz, Chiapas’ın özgür topraklarından Yunanistan’a gelen çiğ kahve, Atina limanından alındıktan sonra, kavruluyor, paketleniyor ve dağıtıma hazırlanıyor. Kapitalist üretim ağları dışında üretilen ve dağıtımı gerçekleştirilen Zapatista kahvesi, Yunanistan’daki Syn Allois kooperatifi aracılığıyla dağıtılıyor Avrupa’nın birçok noktasına. 2011 yılında Yunanistan’ın Atina kentinde bir dayanışma ekonomisi kooperatifi olarak ortaya çıkan Syn Allios, Yunanca’da “başkalarıyla birlikte” anlamına […]

The post Syn Allois Kooperatifi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Her yaz, Chiapas’ın özgür topraklarından Yunanistan’a gelen çiğ kahve, Atina limanından alındıktan sonra, kavruluyor, paketleniyor ve dağıtıma hazırlanıyor. Kapitalist üretim ağları dışında üretilen ve dağıtımı gerçekleştirilen Zapatista kahvesi, Yunanistan’daki Syn Allois kooperatifi aracılığıyla dağıtılıyor Avrupa’nın birçok noktasına.

2011 yılında Yunanistan’ın Atina kentinde bir dayanışma ekonomisi kooperatifi olarak ortaya çıkan Syn Allios, Yunanca’da “başkalarıyla birlikte” anlamına geliyor. “Mevcut baskın ekonomik modelin bizim de dâhil olduğumuz Yunan toplumunda öfke çaresizliğe yol açtığı bir zamanda bu şekilde hareket etmeye karar verdik” diyen kahve kooperatifinden Ilias Ziogas ile dayanışma ekonomisi modelini, kooperatifin amacını işleyişini konuştuk.

Meydan: Merhaba. Syn Allios Kooperatifi’nin amacı nedir?

Ilias Ziogas: İki hedefimiz var; birincisi, düzgün bir yaşam için ihtiyaçlarımıza anlamlı ve toplumsal olarak faydalı işlerle kolektif bir çözüm sağlamak. İkincisi, farklı ekonomik modeller deneyimleyerek toplumumuza neo liberal kapitalizmin yok edici yolu haricinde alternatiflerin mümkün olduğunu göstermek.

Syn Allois’te ürüne erişim ve ürünün dağıtımı nasıl yapılıyor?

Ürün bizim için ucuza alıp pahalıya satarak kar edeceğimiz bir nesne değil; insanlar ve doğa arasındaki bütünsel ilişki zincirinin nesneleşmiş hali. Amacımız bu zincir içerisinde güven ve karşılıklı faydaya dayanan stabil ve uzun vadeli ilişkilerin ortaya çıkmasını garantilemek.

Bu felsefeyle, kahvemizi Chiapas’taki Zapatista üreticilerden ve ayrıca Yunan kooperatif ve üreticilerden temin ediyoruz. Atina’daki dükkânımız aracılığıyla halka satış yapıyoruz, bunun yanında dağıtımımız, geniş bir dayanışma ekonomisi inisiyatifleri ağı ve çok düşük ekonomik kar ile katılım yapmak isteyen küçük dükkanlar aracılığıyla da oluyor.

“Dayanışma ekonomisi” olarak tanımlanan ekonomik modelinizden kısaca bahsedebilir misiniz?

Bu ekonomi kâr elde etmeyi değil, insanların ihtiyaçlarının en iyi biçimde giderilmesini amaçlıyor; insanları “üretim ve tüketim etkenleri” değil ekonomik sürecin her alanında yer alan eşit katılımcılar olarak görüyor, kolektif düzlem üzerine yoğunlaşıyor. Daha da önemlisi, ekolojik yıkımla gelen büyümeyi değil sürekliliği hedefliyor.

Syn Allois’te çalışma koşulları nasıl?

Kooperatifte çalışan 5 kişi, vardiyalı olarak eşit işi bölüşüyor. (Hala oldukça mütevazı olan) Ücretimiz de herkese eşit dağıtılıyor. Amacımız herkes için makul bir ücrete ulaşmak ve eğer büyümeye devam edersek, kooperatife daha çok insanı dâhil ederek, satış fiyatlarımızı düşürmek veya diğer dayanışma ekonomisi projelerine yardımcı olarak faydayı toplumsallaştırmak.

Chiapas ile nasıl iletişime geçtiniz?

Zapatista hareketiyle bağlantımız çok eskiye dayanıyor. Zapatista kahvesinin Yunanistan’daki dağıtımı gayri resmi olarak 2004’te Chiapas’taki bir dayanışma projesine dâhil olan insanlar aracılığıyla başladı. Kahveyi ilk başlarda Avrupa’da Zapatista kahvesini ilk ithal eden kolektif olan Almanya’daki Café Libertad alıyordu, ama sonra “O Sporos” (Tohum) adında, gönüllülerden oluşan bir kooperatif doğrudan Yunanistan’a ithalat yapmaya ve genel olarak dayanışma takası üzerine denemeler yapmaya başladı. Hepimiz, bir işçi kooperatifi olan “Syn Allois”in de içinden doğduğu bu kooperatifin üyesiyiz. Yani ilham kaynağımız Zapatista hareketi oldu.

Kahvenin Chiapas’tan Yunanistan’a getirilmesini nasıl organize ediyorsunuz? Kahvenin kavrulması, paketlemesi vb. süreçler nasıl işliyor?

Zapatista kahve kooperatifleri, kahve Meksika’daki Vera Cruz limanından çıktığından itibaren bütün prosedürlerden ve giderlerden kendileri sorumludur. Bu noktadan itibaren kahve Atina’daki limana ulaşana kadar sigorta, nakliyat gibi bütün giderleri karşılamakla yükümlüyüz. Bu giderler kahvenin asıl değerinin yaklaşık %5’i kadar oluyor.

Yılda yaklaşık 15 ton Zapatista kahvesi ithal ediyoruz. İthalatı koordine etmek ve diğer Zapatista kahvesi kooperatifleriyle ortak bir iletişim ortamı sağlamak için, Avrupa’daki Zapatista kahvesi satan dayanışma grupları ve kooperatiflerden oluşan RedProZapa ağına dâhiliz. Böylece, ithalatın fiyatı ve miktarı bütün üreticiler ve dayanışma alıcıları arasındaki bir dayanışma süreci sonunda ortaya çıkıyor ve bütün hususi ihtiyaçlar dengeleniyor. Kahve pazar fiyatını hatta adil ticaret standart fiyatını bile takip etmiyoruz; bunun yerine üreticilerin ihtiyaçlarına ve dayanışma alıcılarının sınırlarına cevap verebilen, genellikle market fiyatından çok daha yüksek olan fiyatlar ödüyoruz. Ayrıca kahvenin değerinin %60’ını teslimattan yaklaşık 6 ay öncesinde ödüyoruz ki üreticiler masraflarını önceden karşılayabilsin.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post Syn Allois Kooperatifi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/22/syn-allois-kooperatifi/feed/ 0
Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (11) : Dayanışma-Kooperatif Ekonomisinin Tarihsel Kökenleri ve Uygulama Girişimleri https://meydan1.org/2014/10/27/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-11-dayanisma-kooperatif-ekonomisinin-tarihsel-kokenleri-ve-uygulama-girisimleri/ https://meydan1.org/2014/10/27/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-11-dayanisma-kooperatif-ekonomisinin-tarihsel-kokenleri-ve-uygulama-girisimleri/#respond Mon, 27 Oct 2014 19:30:58 +0000 https://test.meydan.org/2014/10/27/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-11-dayanisma-kooperatif-ekonomisinin-tarihsel-kokenleri-ve-uygulama-girisimleri/ Dayanışma-kooperatif ekonomisinin temelleri, dünya üzerinde kapitalizm öncesi oluşumların var olduğu yüzyıllarda kaybolmuş olsalar da(1), on dokuzuncu yüzyılın sözde ütopyalarında teorik olarak incelenmiştir(2). Bu düşünce akımları Sanayi Devrimi’ni benimseyenler ile eleştirenler olarak iki ana akım oluşmuştur (3): Birisi insanlığın mutluluğunu maddi zenginlikte, bireyin toplum içerisinde kaybolmasında ve devletin yüceltilmesinde arar. Diğer akım, belli bir maddi refah […]

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (11) : Dayanışma-Kooperatif Ekonomisinin Tarihsel Kökenleri ve Uygulama Girişimleri appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Dayanışma ekonomisinin kökenlerinin 1800’lü yıllarda yayımlanan metinlere dek ulaştığı biliniyor. Kropotkin’in “Ekmeğin Fethi” kitabı ile iyiden iyiye ortaya koyduğu, paylaşma ve dayanışma ilkeleri ile örgütlenmiş toplum tahayyülü; sonrasında “Karşılıklı Yardımlaşma” adıyla kaleme aldığı kitabıyla; bunun, yaşamın tüm özneleri için ne kadar doğal bir güdü olduğunu ortaya konmuştu.

Ne yazık ki günümüzde, Dayanışma Ekonomisi kavramının da tıpkı kooperatif kavramı gibi kapitalizmin içerme stratejilerinin hedefi olduğunu görüyoruz. Her ne kadar Dayanışma Ekonomisi de Kooperatifler de tarihte, özgür yaşamın yeniden yapılandırıldığı deneyimlerde etkin bir rol oynamışlarsa da günümüzde oldukça tehlikeli çarpıtmalarla karşı karşıyadır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 2012 yılını “Kooperatifler Yılı” ilan etmesi ile bu çarpıtmalardan en belirgin olanını gözler önüne sermişti.

Daha önce Meydan Gazetesi’nin yazı dizilerinden 21.yy Teslimiyet Teori ve Pratikleri başlığı altında pek çok yazıda kapitalizmin Truva atı projelerini gerçekleştirdikleri STK’ları deşifre etmiştik. Yıllardır Truva atı olarak nitelediğimiz söz konusu STK’ların “sistemin yarattığı adaletsizliklere karşı oluşacağını öngördüğü muhalefeti, kendinin yaratması ve samimi mücadeleleri etkisizleştirmesi” ortak paydasında buluştuğunu görmekteyiz. Bu bağlamda kapitalizm güdümündeki ‘özel sektör’ ile devlet güdümündeki ‘kamu sektörü’ karşısında bir ‘üçüncü sektör’ olarak nitelenen Dayanışma Ekonomisi’nin ve uygulamalarından biri olan kooperatifçiliğin Truva atı saldırılarına maruz kalması daha anlaşılır hale gelmektedir.

2011 yılındaki Yunanistan Ekonomik Krizi ile sertleşen; Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) troykasının yarattığı baskı Yunanistan toplumunda pek çok ezileni özörgütlü deneyimlere itmiş, art arda ortaya çıkan işgal evleriyle, işgal edilen fabrikalarla, kolektif üretim ve paylaşım alanlarıyla bir araya getirmiş, örgütlü bir toplumun önünü açmıştı.

Chryssanthi Petropoulou’nun kaleme aldığı “Yunanistan Şehirlerinde Alternatif Kolektif Ağlar ve Dayanışma-Kooperatif Ekonomisi’nin Teorik Kökenlerini Keşfetmek” başlıklı makalesi her ne kadar akademik bir inceleme olsa da yaşama ışık tuttuğu iddiası barındıran diğer akademik metinlerden oldukça uzak bir karakterde. Yunanistan coğrafyasında faaliyet yürütmüş ve halen mücadelesine devam eden yüzlerce kolektifin incelendiği bu araştırma, pratik deneyimlerin değerlendirilmeye çalışıldığı, pratikten üretilen bir teorik metin olduğu için Meydan Gazetesi olarak dikkate alarak okuyucularımızın gündemine taşımak istedik.

Oldukça geniş kapsamlı olan bu çalışmanın Yunanistan özelinde taşıdığı detayları, deneyimlenmiş olmalarından dolayı, her ne kadar önemsesek de araştırmanın tümünün gazetemizde yayımlanamayacak kadar uzun olması sebebiyle kısıtlı bir bölümünü ele aldık.

Makalenin “Dayanışma-Kooperatif Ekonomisi’nin Tarihsel Kökenleri ve Uygulama Girişimleri” başlıklı üçüncü bölümü yeryüzünün pek çok coğrafyasındaki deneyimleri değerlendirmesi ve daha genel bir bakış açısı sağlaması nedeniyle bu konuda daha ileri tartışmaların önünü açabilecek, bu kavram için bir temel çıkış noktası olarak ele alınmalıdır.

Dayanışma-kooperatif ekonomisinin temelleri, dünya üzerinde kapitalizm öncesi oluşumların var olduğu yüzyıllarda kaybolmuş olsalar da(1), on dokuzuncu yüzyılın sözde ütopyalarında teorik olarak incelenmiştir(2). Bu düşünce akımları Sanayi Devrimi’ni benimseyenler ile eleştirenler olarak iki ana akım oluşmuştur (3): Birisi insanlığın mutluluğunu maddi zenginlikte, bireyin toplum içerisinde kaybolmasında ve devletin yüceltilmesinde arar. Diğer akım, belli bir maddi refah seviyesini gerekli görmekle birlikte, mutluluğun, insanın özgürce eylemesi sonucunda oluştuğunu ve bu özgürlüğün herhangi bir ahlak kuralı ya da devletin çıkarı için feda edilemeyeceğini savunur (4). Bu yazıda incelenen kolektiflerin çoğu farklı amaçlarla ortaya çıkmış olsa da bu düşünceden özellikle etkilenmiş görünmektedirler.

Dayanışma-kooperatif ekonomisinin kökenlerini, Avrupa ve Amerika’da Sanayi Devrimi sonrası yaygınlaşan toplumsal hareketlerin örgütlenme biçimlerinde de görmek mümkündür. İşyerlerinde ve özellikle sanayide ortaya çıkan bu hareketler, daha sonra üretim yerlerinden şehirlere geçtiler. Bu süreçte ortaya çıkan bazı dönüm noktaları şöyle sıralanabilir: Kapitalizmin 1840’taki ilk krizi sonrasında sözde deneysel ütopyacı topluluklar ve ilk kooperatif hareketin gelişmesi, 1871’deki Paris Komünü, 1910’daki Meksika devriminden sonra gelişen topluluklar, Sovyetlerin oluşum aşaması, Orta Avrupa’da işyerleri kolektifleri denemeleri, İspanya Devrimi (1936-1939) nin anarşist-liberter komünleri, 2. Dünya Savaşı sonrasında Yugoslavya’da, Çin ile Küba’da devrimin ilk aşamasında dayanışma ekonomisi yapıları, Latin Amerika’daki özgürlük teolojisinin desteklediği dayanışma yapıları, ABD’de Malcolm X (1952-1963) ve Panterler (1966-1968) hareketleri, Hindistan’daki şiddet karşıtı hareket ve diğer pek çoğu. Şehirde öz-yönetimin pratik uygulamalarının ve insanın insanı sömürüsünü ortadan kaldırma denemelerinin çoğu yenilgiye uğratıldı. Ancak bunlar gelecek kuşakların insanlığı özgürleştirmek için yeni denemeler yapmalarını tetikledi (5) ve “çatlaklar” da denilen bu yaratıcı direnişlerle ilgili devasa bir tartışma başlattı (6).

20. yüzyılın ortalarında ortaya çıkan pek çok post-modern proje, 1968 isyanlarından oldukça etkilenmişe benziyordu. Bu isyanlar, birden fazla disiplini ve yeni toplumsal hareketleri kucaklıyordu: kadın hareketi, ekoloji hareketi, cinsel özgürlük hareketi, öğrenci hareketi, tabandan gelen işçi hareketi, şehir hareketleri, işsizlerin hareketleri vb. (7). Pek çok çalışmanın gösterdiği üzere (8), 1960’lardan itibaren dayanışma ekonomisi yapılarını kullanan alternatif kolektifler çoğaldılar. 1980 ve 1990 yılları arasında, bu kolektiflerin çoğu devlet yardımı veya büyük sponsorluklar yoluyla sistem tarafından yutuldular. Diğerleri öz-örgütlenme geleneğine sadık kaldılar.

1995’e gelindiğinde, bütün bu hareketler ve inisiyatifler henüz ortak tartışmalarda tanışmamışlar, hatta bazıları arasında ciddi görüş ayrılıkları var gibi görünüyordu (9). Genelde belli bir bölgede veya belli bir konuyla alakalı alanda soyutlanmış durumdalardı ve toplantıları bu dar alanlar ölçeğinde gerçekleşiyordu. İlk ortak tartışma girişimi, 1996’da, Güneydoğu Meksika’daki Lacandon ormanında Birinci Galaksilerarası Buluşma çağrısını yapan Zapatista hareketi tarafından gerçekleştirildi. Daha sonra ortaya çıkan hareketler yukarıda bahsedilen hareketleri takip etti:

• 1999’da Seattle’daki Dünya Ticaret Örgütü karşıtı hareketler ve takip eden anti-küreselleşme hareketleri (10),
• Latin Amerika’daki yerli hareketlerin forumları ve dünyanın diğer bölgelerindeki forumlar (11),
• Küresel sosyal forumlar ve alternatif küreselleşme hareketi (12) ile,
• Son zamanlarda gerçekleşen Avrupa’daki “öz-yönetim toplantıları” (13)
• Ve diğer koordinasyon faaliyetleri.
Bu günlerde, küreselleşen kapitalizmin yarattığı şartlarda, dünya çapında tüm disiplinleri ve tüm örgütlenme biçimlerini kucaklayarak, birden çok direnişi bir arada örgütleyebilen iletişim ağları ile birlikte, bölgeselliğin önemi tekrar gözden geçiriliyor. Direnişler ağlar sayesinde küyerel (glocal) nitelik kazanıyorlar (14): Günümüzün Zapatista hareketi (Meksika’da 1994’ten itibaren), Brezilya’daki evsiz insanların MST hareketi, Arjantin’de annelerin hareketi ve işgal edilen fabrikalar hareketi, Bolivya’daki pek çok hareket (Cochabamba hareketi), Venezuela’da (“missione” adı verilen yapıların kolektiflere dönüşümü, CECOSESOLA), Avrupa’daki birçok öz-örgütlenme (“eko-topluluklar”ın yanı sıra Christiania, Marinaleda vb.), son zamanlardaki meydan hareketlerinin sonucu olarak ABD’de ve tüm dünyada ortaya çıkan kolektifler (15).

Sonuçta insanın insanı sömürüsüne ve küresel sermayenin egemenliğine karşı direnen, dayanışma, elbirliği ve karşılıklı yardımlaşma temelinde işleyen kolektifler, mevcut sistemdeki çatlaklar olarak görülebilir (6). “…Yaratıcı direnişler, toplumsal şartları derinlemesine değerlendirerek insanların kölelik yerine öz-örgütlü bir yaşamı seçme olanaklarını artıran sosyal yapılardır. Başka bir deyişle, yeni ve özel türden bir sosyopolitik hareket, nihai amacı, çıkış stratejisiyle uyumlu radikal bir toplumsal dönüşüm olan faaliyetlerdir” (16).

Yaratıcı direnişlerin kökleri sadece günlük yaşamdaki değişimler yoluyla toplumu dönüştürmeye çalışan tarihi girişimlerde değil, sürekli ekonomik büyüme sürecine meydan okuyan ekoloji hareketinde de bulunur. Birinci “Dayanışma – Kooperatif Ekonomisi Alternatif Festivali”ne katılan kolektiflerin bildirisinde belirtildiği gibi; “Çok uzun bir yolculuğun başında olduğumuzu biliyoruz. Yanılsamaları yaygınlaştırarak, kardeşlerimizin içinde bulunduğu fakirliği ve sefaleti sömürmeye çalışacak popülist ve sadakacı güçlerin karşısında duracağız… Ayrıca biliyoruz ki, sömürüye, adaletsizliğe, sınırsız bereket aldatmacasına dayanan bir dünyanın son anlarında yaşıyoruz. Bu dünya parçalanıyor ve şimdi yükseltmemiz gereken yapılar, sadece mevcut kördüğümün yerine geçmekle kalmayıp; dayanışma, işbirliği ve karşılıklı yardımlaşma ilişkilerinin inşa edildiği elle tutulur örnekler olmalıdır!”.

Yazıda incelenen kolektiflerin sahip olduğu veya sonunda sahip olmayı hedefledikleri ortak özellikler şunlardır:

– Siyasi partilerden, örgütlerin ve küçük-orta ölçekli esnafların faşist olanlarından bağımsız olmak.

– Ekonomik destek kuruluşlarından ve sponsorlardan bağımsız olmak.

– Program kararlarının ve etkinliklerin tabanın yaptığı toplantılarda belirlenmesi (bir araya gelinmesi için devamlı üye şartı aranmaz).

– Sadece grup içinde değil, dışarıya da dönük etkinlikler. Bir veya daha fazla bölgede devamlı olarak varlık sürdürmek.

– Afişler, posterler, internet veya diğer medya araçlarıyla sistematik olarak varlık göstermek.

– Kolektif içi karşılıklı yardım ve karşılıklı dayanışma.

– Diğer gruplarla eşit seviyede ilişkiler kurulması ve internet yoluyla iletişimde kalınması (18).

– Sistemden kopma özlemi. Başka bir dünya özlemi. Reddetme – yaratma süreci ile mevcut sistemde çatlaklar yaratılması ve bu yolla edinilen itibar (6). Şehir içindeki alanları dönüştüren ve yeni anlamlar kazandıran eylemlerle, ve özellikle bu çatlaklarda yapılan faaliyetlerle (6) yaratılan “şiir” özlemi (20). Şimdi, şu anda, başka bir dünyanın tohumları olan ilişkileri yaratma isteği (19).

1. Luxembourg, 1976, Marx, 1964, Kropotkin, 1955, Lambos, 2012
2. Polanyi, 1968
3. Mumford, 2003
4. Berneri, 1982
5. Hobsbawm, 2011
6. Holloway, 2010
7. Psimitis, 2006
8. Tilly, 2004
9. Wallerstein, 2008
10. G8, World Trade Organization, etc.
11. http://zeztainternazional.ezln.org.mx/
12. http://www.forumsocialmundial.org.br/
13. http://www.foire-autogestion.org/
14. Koèhler & Wissen, 2003; Petropoulou, 2012a
15. Stavrides, 2010, Leontidou, 2012
16. Varkarolis, 2012
17. Tilly, 2004
18. Castells, 2009
19. Carlsson and Manning, 2010
20. Petropoulou, 2010

Çeviri: Güven Salgun

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 22. sayısında yayımlanmıştır.

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (11) : Dayanışma-Kooperatif Ekonomisinin Tarihsel Kökenleri ve Uygulama Girişimleri appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/10/27/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-11-dayanisma-kooperatif-ekonomisinin-tarihsel-kokenleri-ve-uygulama-girisimleri/feed/ 0