Dünya Bankası – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 22 Feb 2017 11:30:58 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 “DİKKAT! Tohum Şirketleri Çalışıyor” – Vahap Güler https://meydan1.org/2017/02/22/dikkat-tohum-sirketleri-calisiyor-vahap-guler/ https://meydan1.org/2017/02/22/dikkat-tohum-sirketleri-calisiyor-vahap-guler/#respond Wed, 22 Feb 2017 11:30:58 +0000 https://test.meydan.org/2017/02/22/dikkat-tohum-sirketleri-calisiyor-vahap-guler/ Dünya, Ortadoğu’daki savaşları, patlayan bombaları, “otoriter liderler”i, Davos Zirvesi’ni ve 4. Sanayi Dönemi’nin ilanını konuşurken; Dünya Bankası -belki beklenmedik bir şekilde değil ama- kaşla göz arasında “Tarım Sektörünün Etkinleştirilmesi” başlıklı bir rapor yayınladı. Rapor her ne kadar, “Tarım İçin İyi Uygulamalar” başlığında toplansa da, geçmiş deneyimlerimize dayanarak, Dünya Bankası’nın raporla birlikte dünyamız hakkında “pek de […]

The post “DİKKAT! Tohum Şirketleri Çalışıyor” – Vahap Güler appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Dünya, Ortadoğu’daki savaşları, patlayan bombaları, “otoriter liderler”i, Davos Zirvesi’ni ve 4. Sanayi Dönemi’nin ilanını konuşurken; Dünya Bankası -belki beklenmedik bir şekilde değil ama- kaşla göz arasında “Tarım Sektörünün Etkinleştirilmesi” başlıklı bir rapor yayınladı. Rapor her ne kadar, “Tarım İçin İyi Uygulamalar” başlığında toplansa da, geçmiş deneyimlerimize dayanarak, Dünya Bankası’nın raporla birlikte dünyamız hakkında “pek de iyi” önerilerde bulunmadığını tahmin edebiliriz.

Öncelikle raporun piyangodan çıkmadığını, G8 Zirvesi’nde ele alınan “Yeni Gıda Güvenliği ve Beslenme İttifakı” başlığı doğrultusunda hazırlandığını belirtmek gerekiyor. Özetlemek gerekirse rapor tohum yönetiminin neredeyse tamamını çiftçilerden alıp, zaten bu alanda tekel olan altı tohum firmasına devredilmesini öneriyor; hatta önermekle kalmıyor tüm çiftçilere bunu dayatıyor.

Literatürde, “Büyük Altılı” olarak geçen şirketler hayli tanıdık. BASF, Bayer, Dupont, Dow Chemical, Monsanto ve Syngenta’nın oluşturduğu bu kartel, 2013 verilerine göre, dünyada tarım kimyasallarının %75’ine, tohum piyasasının %63’üne, tohum ve pestisit konusunda özel sektörde yapılan araştırmaların %75’ine sahip. Şirketler ayrıca tohum ve biyo-teknolojiden toplamda 65 milyar Dolar gelir ediyorlar.

Söz konusu şirketlerin kendi aralarındaki pazar payları şöyle: Tohum piyasasının, %29’u Monsanto/Bayer’e aitken; ChemChina/Syngenta %9, DowDuPont Agri %21, endüstrinin geri kalanı %41 ile bu piyasayı paylaşıyorlar. Tarım ilaçlarındaysa pazarın paylaşımı şöyle: ChemChina/Syngenta %23, Bayer/Monsanto, %24, DowDuPont Agri %16, diğerleri %11,37.

Bu projeye kaynak ayıran ve sponsor olan beş adet vakıf ve kurum bulunuyor. Bu sponsorların arasında elbette “bu işte kesin bir bit yeniği” var dedirtecek bir isim de var: Bill Gates ve ona bağlı Bill Melinda Gates Vakfı. (21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri : KAPİTALİSTLERİN HAYIRSEVERLİK KUMPASI – Meydan Gazetesi, Sayı: 4)

Durum böyleyken, Dünya Bankası ne demeye böyle bir rapor yayınlıyor demeyin. Çünkü, “gelişmekte olan ülkelerdeki” tohum tedarikinin yüzde 80 ila 90’ı hala çiftçiler arası tohum alışverişi yoluyla sağlanıyor. İşte bu rapor da, özellikle bu bölgelerdeki çiftçilerin üzerinde baskı kurmak ve onların tohum üzerindeki söz hakkının büyük altılıya devredilmesini sağlamak için çalışıyor. Çünkü bu şirketler için daha fazla pazar genişlemesi, çiftçi tarafından yönetilen tohum sistemlerinin küçülmesine bağlı.

Dünya Bankası’nın 2016 EBA raporunun hemen ardından bir araya gelen 157 kurum “Dünya Bankası Ortaklıkların Tohumu Ele Geçirmesine İzin Veriyor” başlıklı bir karşı rapor yayınlayarak EBA’nın içeriğine dair endişelerini dile getirdiler. Karşı raporda şunlara dikkat çekiliyor:

“… Söz konusu raporda, büyük altılıyı “düzenleyici yüklerin” engellediğini belirlemek için dünyanın en büyük zirai ilaç şirketlerinin (Bayer, Monsanto, Syngenta, Pioneer, Yara başta olmak üzere küresel şirketlerin) uzmanlığına başvurmuştur…”

“… En iyi puanı, özel şirketlerin -ancak çiftçilerin değil- kamusal gen bankalarına erişimi kolaylaştıran ülkeler için veriyor.”

“… Projenin belirtilen hedefi politika yapıcıları ‘akıllı ve dengeli politikalar’ uygulamaya yönlendirmek olsa da EBA, gelişmekte olan ülkelerde çiftçilerin tohum tedarikinin %80 ila %90’ını sağlayan ve tarımsal biyolojik çeşitliliğin korunması için anahtar olan çiftçi tarafından yönetilen tohum sistemlerini yok sayıyor …”

Aslında, bütün bu yorumların ve tespitlerin sonu aynı yere çıkıyor; büyük altılı kurduğu kartelle arkasına hatırı sayılır devletleri, vakıfları şirketleri de alarak dünyadaki açlık sorununu çözüyor; “tarımı daha verimli hale getiriyoruz” sloganlarıyla, doğada “canlılık” ile ilgili ne varsa onu patentleyip, mülküne geçirmeye çalışıyor.

Bildiğimiz gibi, yaşadığımız topraklarda da söz konusu uygulamalar özellikle 12 Eylül ve sonrasında hayata geçirilmeye çalışılmış ve son yıllarda harfiyen uygulanmaya başlamıştı. Bugün coğrafyamızda köylü “ticari” amaçlarla kendi tohumunu kullanamazken, katır tohum dediğimiz patentli tohum kullanmak zorunda kalıyor. Patentli tohumlar ise, yalnızca bir sene kullanılabiliyor. Bu yüzden çiftçi her sene adını andığımız şirketlerden birinin kapısını çalmak zorunda kalıyor. Sonuç olarak, köylüler köylerini ve topraklarını terk etmek zorunda kalırken; onların boşalttığı alanlarda endüstriyel tarımcılar yer alıyor.

Halihazırda durum böyleyken, kapitalistler şimdi “son darbeyi” vurmaya hazırlanıyor. Bu son darbeyi karşılamak da başta biz yaşam savunucularına ve çiftçilere düşerken; aslında bütün bir yaşam için tüm insanlığa düşüyor.

Vahap Güler

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 36. sayısında yayınlanmıştır.

The post “DİKKAT! Tohum Şirketleri Çalışıyor” – Vahap Güler appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/02/22/dikkat-tohum-sirketleri-calisiyor-vahap-guler/feed/ 0
” Global Barış Global Sermaye ” – İlyas Seyrek https://meydan1.org/2015/09/15/global-baris-global-sermaye-ilyas-seyrek/ https://meydan1.org/2015/09/15/global-baris-global-sermaye-ilyas-seyrek/#respond Tue, 15 Sep 2015 06:37:32 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/15/global-baris-global-sermaye-ilyas-seyrek/ S Dünyanın pek çok yerinde savaşlar ve katliamlar, devletlerin büyük çıkar çatışmaları üzerinden devam ediyor. Savaş, biz ezilenler için yıkım olurken, gelişmiş silah endüstrisi, savaş teknolojisi ve savaş sonrası inşaat sektörüyle birlikte devletler ve tabii ki şirketler için büyük bir fırsat, büyük bir rant, büyük bir ekonomik kaynak oluşturuyor. Ekonomiyi beslemek anlamında savaş, devletler ve […]

The post ” Global Barış Global Sermaye ” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
SGPI

Dünyanın pek çok yerinde savaşlar ve katliamlar, devletlerin büyük çıkar çatışmaları üzerinden devam ediyor. Savaş, biz ezilenler için yıkım olurken, gelişmiş silah endüstrisi, savaş teknolojisi ve savaş sonrası inşaat sektörüyle birlikte devletler ve tabii ki şirketler için büyük bir fırsat, büyük bir rant, büyük bir ekonomik kaynak oluşturuyor. Ekonomiyi beslemek anlamında savaş, devletler ve şirketler için çoğu zaman vazgeçilemez bir yöntem.

Ancak devletler ve şirketler savaş yöntemini her zaman doğrudan kullanmıyorlar. Bazen barış da, rant ve sömürü için yöntemsel anlamda oldukça “kullanışlı” olabiliyor.

Küresel Barış Endeksi, Ranta Endeksli

Avustralya, Sidney merkezli Ekonomi ve Barış Enstitüsü… Enstitü’nün en önemli çalışması olan Küresel Barış Endeksi; Economist dergisi ve derginin istihbarat birimi tarafından derlenen veriler kullanılarak, barış enstitüleri ve düşünce kuruluşlarında görev alan ekonomistlerin yer aldığı uluslararası bir panelde hazırlanıyor.

Enstitünün hazırladığı tüm raporlar ve yapılan araştırmalardan derlenen veriler, devletler, şirketler, Birleşmiş Milletler, OECD ve Dünya Bankası gibi kurumların yanı sıra, onlara sahada asistanlık hizmeti veren küresel sivil toplum kuruluşları ve politika enstitüleri (think-tankler) tarafından kullanılıyor.

Enstitü, her yıl periyodik olarak yayınladığı ve “huzurlu ülkeler sıralaması” olarak da adlandırılan raporunu, geçtiğimiz haziran ayı sonunda açıkladı. Barış, ekonomi, siyasi istikrar gibi kriterler göz önünde bulundurularak hazırlanan raporda TC devleti, 36 Avrupa devleti arasında sonuncu sırada yer alırken, dünya sıralamasında 162 ülke arasında kendine ancak 135. sırada yer bulabildi. İlk üç sırada ise İzlanda, Danimarka ve Avusturya yer aldı. Barış Endeksi çalışması, dünyadaki çatışma ve savaş bölgelerinin ayrıntılı bir haritasını çıkartırken, bu coğrafyalarda ortaya çıkan durumların detaylı raporlarını hazırlıyor.

Peki Bu Ne Anlama Geliyor?

Daha önce de belirtmiştik, Barış Endeksi’ni hazırlayan enstitü uzmanları Economist Dergisi ekibinden ve bu dergi, kapitalist şirketlerin en önem verdiği, verilerine güvendiği dergilerden biri. Yapılan çalışmaların, hazırlanan raporların şirketlerin çıkarına hizmet vermeyeceğini düşünmek gerçekçi değil.

Savaş kadar barışı da kendi çıkarlarına kullanmakta kararlı olan küresel sermaye güçlerine “barış dönemlerinde” bu desteği sağlayan en önemli kurumlardan birisi Ekonomi ve Barış Enstitüsü.

Hazırladığı “Küresel Barış Endeksi” çalışmasıyla dünyadaki çatışma ve savaş bölgelerinin ayrıntılı bir haritasını ve bu coğrafyalarda ortaya çıkan durumların raporlarını üreten Enstitü, kapitalistlere ve devletlere yatırım yapabilecekleri alanları belirterek sermayelerini artırmalarına yol açıyor.

Savaş ve çatışma bölgeleriyle ilgili tüm bu çalışmalar, gerek savaş sırasında o bölgede gerçekleşen büyük rantın hissedarlarını azaltacak şekilde, riski sevmeyen patronları oradan uzaklaştırarak, gerekse bölgenin savaş sonrası ihtiyaçlarını belirterek, gerçekleşecek olan bu daha büyük ve kapsamlı sömürüye ve sermaye akışına rehber oluyor.

Enstitü ayrıca, savaşların olmadığı coğrafyalarda da analizler yapıyor ve buralardaki ekonomik durum ile kapasiteleri saptayıp sermayedarlara yapabilecekleri yatırımlar hakkında seçenekler sunuyor.

Yayımlanan raporlarda ekonomik istikrarsızlıklara bolca dikkat çekilirken, devletlerin içeride yaşadığı çatışmalara ve siyasi istikrarsızlığa da neden olarak ekonomik krizler gösteriliyor. Bununla beraber, savaş ve çatışmaların da yine barış ekonomisine zarar verdiğini, barışı gerçekleştirmenin ekonomik açıdan istikrarı yakalamakla geleceğini söyleyerek bir tuzak kuruluyor. Böylelikle ezilen halkların paylaşma ve dayanışma içinde bir arada yaşamaları için olmazsa olmazlardan biri olan “barış” kavramı, söz konusu Enstitü tarafından, şirketlerin ve devletlerin sömürülerini artırmaları için onlara bir araç olarak sunuluyor.

Kapitalist Barış

Enstitünün şimdiye kadar yaptığı çalışmalarda kullandığı bir barış tanımı var. Pozitif ve negatif olmak üzere iki ayrı bağlamda ele alınıyor barış. Çalışmaya göre “negatif barış”, şiddetin olmadığı bir atmosferi tanımlamak için kullanılıyor. “Pozitif barış”ın ifade ettiğiyse, şiddet varlığının ve korkusunun toplumdaki durumundan çok daha fazlası. Pozitif barış, sadece siyasal olanla ilgili değil, aynı zamanda toplumun sosyo-ekonomik durumuyla da ilintili. Pozitif barış durumunun oluşması için toplumun ekonomik açıdan da iyi bir konumda bulunması şart koşuluyor.

Küresel Barış Endeksi ile enstitü, özellikle Pozitif Barış tanımının üzerinde duruyor. Barışçıl toplumları destekleyen ve ayakta tutan davranışları, yapıları ve organizasyonların desteklenmesi noktasının altını çiziyor.

Pozitif Barış tanımının kerameti burada ortaya çıkıyor. Sosyo-ekonomik durumun iyi olması için gerekli koşullar kapitalist dengelerle kuruluyken, bu dengenin, yani kapitalizmin o coğrafyalarda daha iyi işlemesi için desteklenmesi gereken kuruluşlar olarak kapitalist şirketler ve bu şirketlerle ilintili STK’lar ön plana çıkartılıyor.

Çalışma, işte bu barış tanımıyla birlikte hiç şüphesiz, şiddetin yanı sıra sistemin devamı için gerekli olan, kapitalist ekonominin çarklarını risk olmadan çalıştıracak bir barıştan bahsediyor. Yaptığı saptama ve analizlerle de kendince tasarlayıp çizdiği bu barış portresinin vücut bulması için şirketlere ve devletlere yol göstericiliğinde bulunuyor.

Bir yandan şirketlere sağladığı verilerle sermaye akışına uygun coğrafya arayan Ekonomi ve Barış Enstitüsü; öte yandan barış terimini yeniden anlamlandırıyor. Devletin ve şirketlerin barışının rant ve sömürü olduğu ortada. Kapitalizmin barış hali ve savaş hali…

İlyas Seyrek

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Global Barış Global Sermaye ” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/15/global-baris-global-sermaye-ilyas-seyrek/feed/ 0
Çiftçi – Sen Başkanı Abdullah Aysu ile Söyleşi – Üretici ve Tüketici Arasındaki Soygunculara karşı Kooperatif https://meydan1.org/2013/09/07/ciftci-sen-baskani-abdullah-aysu-ile-soylesi-uretici-ve-tuketici-arasindaki-soygunculara-karsi-kooperatif/ https://meydan1.org/2013/09/07/ciftci-sen-baskani-abdullah-aysu-ile-soylesi-uretici-ve-tuketici-arasindaki-soygunculara-karsi-kooperatif/#respond Fri, 06 Sep 2013 22:40:26 +0000 https://test.meydan.org/2013/09/07/ciftci-sen-baskani-abdullah-aysu-ile-soylesi-uretici-ve-tuketici-arasindaki-soygunculara-karsi-kooperatif/ Şirketlere karşı alternatif olarak kurulan, çiftçileri şirketlere karşı koruması için oluşturulan kooperatifler şirketleştirildi. Birer serbest piyasa aktörü haline getirildi. Tarımda endüstriyel üretimin gittikçe yaygınlaştığı, sağlıklı gıdalara ulaşmanın imkansız hale geldiği, tüketicinin satın aldığı, üreticinin ise ürettiği gıdaya yabancı bırakıldığı günümüz dünyasında üretici ve tüketici arasındaki ilişkide devreye giren vurgunculara, yani kapitalist şirketlere karşı bir mücadele […]

The post Çiftçi – Sen Başkanı Abdullah Aysu ile Söyleşi – Üretici ve Tüketici Arasındaki Soygunculara karşı Kooperatif appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Şirketlere karşı alternatif olarak kurulan, çiftçileri şirketlere karşı koruması için oluşturulan kooperatifler şirketleştirildi. Birer serbest piyasa aktörü haline getirildi.

Tarımda endüstriyel üretimin gittikçe yaygınlaştığı, sağlıklı gıdalara ulaşmanın imkansız hale geldiği, tüketicinin satın aldığı, üreticinin ise ürettiği gıdaya yabancı bırakıldığı günümüz dünyasında üretici ve tüketici arasındaki ilişkide devreye giren vurgunculara, yani kapitalist şirketlere karşı bir mücadele örgütleniyor. Çiftçinin üretim esnasında artan mazot, tohum, gübre fiyatlarına karşı; tüketicinin güvensiz ve sağlıksız gıdalara karşı mücadelesinde ortak bir alan olan kooperatifler hem tarımsal üretimde hem de üretimin satış aşamasında hayli önem taşıyor.

Tarım alanında artan kapitalist sömürüye kaşı çiftçilerin toplumsal örgütlenmesini savunan Çiftçi-Sen Kurucu Başkanı Abdullah Aysu ile kooperatifçiliği konuştuk.

Meydan: Çiftçinin çoğu zaman zarar ederek, çok düşük fiyata satabildiği bir ürün nasıl oluyor da tüketiciye çok yüksek fiyatlara satılıyor?

Abdullah Aysu: Şu anda yalnız Türkiye’de değil, dünya genelinde çiftçiliği ortadan kaldıracak, yerine şirket tarımcılığını ikame edecek küresel bir politika uygulanmaktadır. Söz konusu politikanın gerçekleşmesinde fiyat politikaları birinci sırada yer almaktadır. Çiftçiler üretim esnasında kullanmak zorunda oldukları üretim girdileri olan tohum, gübre, mazot ve diğerlerini satın alırken pahalıya almak zorunda bırakılmakta, bin bir çileyle ürettikleri ürünlerini satarken vurguncu tüccar ve sanayici tarafından bu ürünler ucuza kapatılmaktadır. Bunun temel nedeni piyasayı düzenleyecek bir kamu kurumu ve çiftçilerin toplumsal örgütlenmelerinin olmamasıdır. Ürünleri üretici köylüden ucuza alan şirketler ürünleri pazarlarken, piyasayı bu kez tüketici lehine düzenleyecek bir kamu veya çiftçilerin ekonomik örgütlenmesi olmadığı için, yüksek fiyata satmaktadır. Çiftçilerin hak arama örgütleri olan Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu üretimden pazarlamaya, zincirin tüm halkalarına üretici ile birlikte tüketicinin belirleyeceği bir mekanizmanın-örgütlenmenin oluşması için mücadele etmektedir.

Meydan: Tüketicinin ilk elden üreticiye ulaşabilmesi için oluşturulacak kooperatifler nasıl yapılandırılmalıdır, bu kooperatifler üretici ve tüketici açısından ne gibi çözümler yaratır?

Abdullah Aysu: Sözünü ettiğim zincirin en önemli halkası kuşkusuz kooperatiflerdir. Kooperatifler üretici ile tüketici arasındaki vurguncuları ortadan kaldırır. Çiftçinin alın terinin karşılığını almasını, tüketicilerin ise daha ucuz ve sağlıklı gıdaya erişmesini sağlar. Sömürüyü ortadan kaldırmaz, fakat minimuma indirir. Kaliteli gıdayla tüketiciyi buluşturur. Halkın nereden beslendiğini, kendisine besin maddesini kimin ürettiğini bilmesine zemin sağlar, isteyen gerektiğinde gidip yerinde görebilir. Hem üretici ve tüketici arasında doğrudan bir bağ kurulmuş olur, hem beslendiği ürünlerin nereden kimler tarafından nasıl üretildiğini görebilir. Biz bu tarzın oluşmasından sonra artık ürünlerimizle beslenen halka tüketici değil, yarı üretici diyoruz. Çünkü onlar tercihleriyle bizi yönlendirmiş oluyor, üretime katkı koymuş oluyorlar.

Meydan: Endüstriyel tarımla üretici, tüketicinin ihtiyaçlarına yönelik değil, devletin kalkınma planlarının ya da pazarın ihtiyaçları doğrultusunda üretime zorlanıyor. Bu yolla şirketleşen kooperatifler üretici ile tüketici arasındaki bağı kuramıyor. Endüstriyel üretime çiftçiyi entegre etmek üzere kurulan “truva atı kooperatiflerin” işletim basamakları nelerden oluşmaktadır?

Abdullah Aysu: Geçmişten bu yana çiftçilerin kooperatifleri vardır. Bu kooperatifler, ürün bazındadır. Fakat bu kooperatifler 2002 yılına kadar devlet vesayeti altında kooperatiflerdi. Devlet vesayeti altındaki kooperatiflerin anlaşılır olabilmesi için şöyle açıklanabilir: Çiftçiler kooperatifleri kurar. Seçimle yönetimlerini oluşturur. Yönetim oluştuktan sonra Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından bu kooperatiflere bir genel müdür atanır. Atanan genel müdür, kooperatif tarafından satın alınacak olanürünlerin kaça alınacağına, alınan ürünün ne kadarının işleneceğine ve kaça satılacağına karar verirdi. Buna “devlet vesayeti altında kooperatifçilik” denir. Çiftçiler, devlet vesayetçiliğine hep karşıydılar. Genel müdürlerini kendileri atamak istiyordu. Kooperatiflerini devletin yönetmesini değil, kendileri yönetmek istiyorlardı. Bu konuda hileyi şeriyeli bir kooperatif kanunu çıkarttılar. Bu 4572 sayılı Kooperatifler Kanunu’dur. Bu kanunla çiftiler kendi genel müdürlerini atayabildiler, fakat bu kez Dünya Bankası patentli Yeniden Yapılandırma Kurulları’nın kriterlerine göre kooperatifler yeniden dizayn edildi. Entegre tesisleri A.Ş.‘lere dönüştürülerek şirketleştirildi. İşçilerin çoğu çıkarıldı. Kamu bankalarından kredi almalarına yasak getirildi. Şirketlere karşı alternatif olarak kurulan, çiftçileri şirketlere karşı koruması için oluşturulan kooperatifler şirketleştirildi. Birer serbest piyasa aktörü haline getirildi. Türkiye’deki kooperatifler devlet vesayetçiliğinden özerkleşmedi, demokratikleştirilmedi doğrudan serbest piyasa kooperatifçiliğine dönüştürüldü.

Meydan: Sohbet için teşekkür ederiz. Umuyoruz ki kooperatif deneyimleri hem üreticinin ürününü gasp eden şirketlere karşı hem de tüketiciyi marketlerden, ürünün fiyatının kat be kat fazlasına, alışveriş yapmaya zorlayan kapitalizme karşı örgütlenen yaşamsal bir mücadeleye dönüşür.

 

Bu söyleçi Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.

The post Çiftçi – Sen Başkanı Abdullah Aysu ile Söyleşi – Üretici ve Tüketici Arasındaki Soygunculara karşı Kooperatif appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/09/07/ciftci-sen-baskani-abdullah-aysu-ile-soylesi-uretici-ve-tuketici-arasindaki-soygunculara-karsi-kooperatif/feed/ 0
19 Yıllık Borç Bitti mi? – Merve Arkun https://meydan1.org/2013/06/20/19-yillik-borc-bitti-mi-merve-arkun/ https://meydan1.org/2013/06/20/19-yillik-borc-bitti-mi-merve-arkun/#respond Thu, 20 Jun 2013 17:19:41 +0000 https://test.meydan.org/2013/06/20/19-yillik-borc-bitti-mi-merve-arkun/ Türkiye, Uluslararası Para Fonu IMF’ye olan borcunun son taksitini 14 Mayıs günü ödedi. IMF’ye olan 19 yıllık borç, 421 milyon dolarlık taksitin ödenmesiyle ilk kez sıfırlandı. Merkez Bankası’nın Ankara’daki tarihi taş binasında düzenlenen borç ödeme töreninde Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın “Ülkemiz için hayırlı olsun” diyerek ödeme tuşuna basması televizyonlarda naklen yayınlanırken, ekonomide yeni bir dönem […]

The post 19 Yıllık Borç Bitti mi? – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Türkiye, Uluslararası Para Fonu IMF’ye olan borcunun son taksitini 14 Mayıs günü ödedi. IMF’ye olan 19 yıllık borç, 421 milyon dolarlık taksitin ödenmesiyle ilk kez sıfırlandı. Merkez Bankası’nın Ankara’daki tarihi taş binasında düzenlenen borç ödeme töreninde Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın “Ülkemiz için hayırlı olsun” diyerek ödeme tuşuna basması televizyonlarda naklen yayınlanırken, ekonomide yeni bir dönem hasıl oldu. Borcun ödenmesinin üstüne bir de “Toplamda 5 milyar dolarlık bir taahhütte bulunduk” diyerek artık Türkiye’nin IMF’ye borç vereceğini söyleyen Babacan’ın vaatleriyle rahatlayan yürekler ve gülümseyen suretlerle başlayan yeni ekonomik dönemin garantisi verildi.

Adı yıllardır yoksulluk, işsizlik, ekonomik krizlerle birlikte anılan IMF’ye borç bitmiş olsa da, ödenen son taksitle yıllardır bu coğrafyanın kaderini belirleyen ekonomik kararların uygulayıcısının ne politikaları ne de etkileri sonlandı. Yarım asırdan fazla süren IMF macerasının sonlandığı konuşuladursun, bu maceradan geriye kalan iflaslar, intiharlar, yoksulluk ve sefalet oldu.

Bretton Woods:
1944 yılında ABD’de bulunan Bretton Woods kasabasında imzalanan Bretton Woods Anlaşması ile aynı ismi taşıyan bir ekonomik sistem oluşmuştur. Bretton Woods Sistemi’nin temelini Amerikan Doları teşkil eder. Sistem, tüm para birimlerinin değerini dolara endeksler. II. Dünya Savaşı sonrasında dünya çapındaki ekonomik büyüme her şeyden önce Amerikan sermaye ihracatını yaratmış, doların değeri de bu yüzden yükselmiştir. Vietnam Savaşı’nın başlamasıyla Amerika’nın para arzı ansızın artınca, bunun sonucunda da doların değeri düşmüştür. Amerika’da altın standardı oluşturulamamış, böylece de Bretton Woods sistemi çökmüştür.

IMF: Krizlerin, Soykırımların ve Yoksullaştırmanın Tarihi
“Parasal konularda küresel işbirliğini arttırmak, mali istikrarı sağlamak, uluslararası ticareti kolaylaştırmak, yüksek istihdamı ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi desteklemek ve tüm dünyada yoksulluğu azaltmak” amacıyla yola çıkan IMF(International Monetary Fund), Temmuz 1944’te Amerika Birleşik Devletleri’nde Bretton Woods’ta düzenlenen bir Birleşmiş Milletler toplantısında kuruldu.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra oluşan ekonomik tablo birçok kriz ve ekonomik çıkmazların habercisiydi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1930’larda milyonlarca insan açlık ve sefaletle boğuşurken, Büyük Bunalım’ın etkisiyle devalüasyonlar artmıştı. Avrupa devletlerinin aksine İkinci Dünya Savaşı’nı fırsat bilip altın stoklarını arttıran Amerika Birleşik Devletleri ise kendini kapitalist ekonominin kurtarıcısı ilan etmişti. İşte böyle bir ekonomik dönemde ABD’de kurulan IMF kısa vadeli krediler vererek uluslararası ticareti arttırmayı, sürdürülebilir ekonomiyi büyütmeyi amaç edinerek yola çıktı. Ancak bu birliktelik “yardım ettiği” her ülkenin ekonomisini kendine bağımlı kılarak el attığı her coğrafyada sömürünün adı oldu, zengini daha da zenginleştirirken yoksulu daha da yoksullaştırdı.

Büyük Bunalım:
Dünya Ekonomik Bunalımı olarak bilinen, 1929’da başlayan ve 30’lu yıllar boyunca devam eden ekonomik krizdir. Amerikan Borsası’nın çökmesiyle patlak veren kriz, yeryüzündeki toplam üretimi %42 oranında, dünya ticaretini de %65 oranında azaltmış, 50 milyon insanın evsiz ve aç kalmasına sebep olmuş, dünya tarihindeki en büyük ekonomik krizdir.

Adı son birkaç yılda dönem başkanlarının taciziyle, yolsuzluğuyla birlikte anılan IMF’nin kirli iç yüzü yalnızca bunlardan ibaret değil tabi ki. Kurulduğu günden bu yana yıkımın adı olan IMF, bugüne kadar birçok coğrafyada askeri diktatörlüklere işbirliği yaptı, Ruanda’da Habyarimana Rejimi’yle 800.000 insanın katledildiği bir soykırımın sorumlusu oldu; Somali’de “IMF Uyum Programı”yla birlikte devalüasyon yaşanırken, para %85 değer kaybetti. Ve Somali’de gıda krizi patlak verirken, yıllarca sürecek bir açlığın, milyonlarca insanın ölümünün başlangıcı IMF’nin politikalarıyla oldu. 2000’li yılların başında para birimi Peso’yu ABD dolarına sabitleyen Arjantin de, IMF politikalarından nasibine düşeni fazlaca aldı. IMF’nin gelişiyle ile birlikte Arjantin’de vergiler arttırıldı, özelleşmede rekor kırıldı. “Acil ekonomi planları”na rağmen Arjantin’i kurtaramayan IMF, patlak veren krizin ve iflas eden bir ekonominin ardından “krizin başka ülkeleri yayılması riskinin olmadığı”nı ısrarla söyleyerek, dünya ekonomisine rahat bir nefes almasını salık verdi. Ancak krizin ardından hükümetin kaçtığı Arjantin’de “IMF ile yoksulluğun kaderine terk edilen” milyonlarca insanın sokaklara döküldüğü, marketleri yağmaladığı görüntüler dünya kamuoyunun hafızalarından yıllarca silinmeyecek bir tablo oluşturdu.

Devalüasyon:
Bir devletin resmi para biriminin diğer ülke dövizlerine eşitlenmesiyle değer kaybetmesidir. Bu yolla ithal malları pahalılaşırken yerli malların fiyatı da aşağı çekilmiş olur.

Ödenen Son Taksitle Bittiği Söylenen IMF Macerasının Ardında Yatanlar:
Türkiye’nin yarım asırdan fazla süredir devam ettirdiği IMF macerasının-en azından borçlanma kısmının- bugünlerde sonlandığı konuşuluyor. Türkiye, 1947’de üye olduğu, 1961’de ilk kaynak sağladığı IMF’ye borçlu kalma durumunu, “mali ve siyasi istikrarı ile bütçe disiplininin kendine sağladığı güç sayesinde tek taraflı olarak sonlandırmış” olsa da bu serüven boyunca IMF’nin milyonlarca insan üzerinde bıraktığı etki halen sonlanmadı.

IMF ile ilk kez İsmet İnönü zamanında tanışan Türkiye, dış borcunu ödeyemiyor olsa da “her mahallede bir milyoner” yaratma hevesiyle hareket eden Adnan Menderes döneminde, 1958 yılında, IMF ile ilk stand-by anlaşmasını yaptı. Hükümet yaptığı ekonomik hamlelerle yoksul halkı umutlandırmaya başlamışken, “dış ülkelerle yapılan ticarete” hevesle ithalat arttı, yaşam koşulları pahalılaşmaya başladı, ekonomik adaletsizlik gittikçe belirginleşti. İnsanlar açlık, yoksulluk korkusuyla büyük şehirlere göç etmeye başlayınca, şehirlerde ilk gecekondu mahalleleri kuruldu. 1960’lı yıllardan itibaren toplumun tüm kesimlerinin gelirini(ya da tüketimini) arttırmayı hedefleyen ekonomik politikalar doğrultusunda hareket eden hükümet, 1970’li yıllarda IMF’siz yıllar yaşadı.

Stand-by:
Stand-by Düzenlemesi, IMF’nin en sık kullanılan finansman mekanizmalarından biridir. IMF kaynaklarının kullanımını belirli şartlara bağlamaktadır. Kredi kullanan ülke, IMF İcra Direktörleri Kurulu’na sunduğu Niyet Mektubu’nda ödemeler dengesi problemlerini makul bir süre içerisinde düzeltmeyi amaçlayan politikaları uygulayacağını taahhüt eder. Böylelikle, IMF kaynaklarını kullanan ülkelerin, ekonomilerindeki yapısal sorunları çözerek borçlarını ödeme kapasitelerini artırmalarının temin edilmesi amaçlanır.

80’lerin başında Süleyman Demirel zamanında IMF ile uzun süreli anlaşmaya ilk kez imza atan Türkiye, 12 Eylül 1980 Darbesi’nin ardından aldığı 24 Ocak Kararları’yla yeniden IMF ile masaya oturdu. “Yaşanan istikrarsızlık, üretimin azalması ve karaborsacılığın oluşması gibi nedenlerin ortadan kaldırılması için kamu harcamalarının sınırlandırılması, ücretlerin düşürülmesi, serbest döviz kuru gibi ekonomik önlemler alınması” amaçlandı ve Turgut Özal başbakanlık müsteşarı iken ekonomisini bir türlü düzeltemeyen, artan yoksulluğun önünü alamayan Türkiye, kurtuluşu yine IMF’nin “sıcak” kollarında aradı.

24 Ocak Kararları:
Turgut Özal’ın mimarlığını yaptığı, Süleyman Demirel’im imzasını attığı 24 Ocak 1980 tarihli kararlar, karma ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçildiğinin ilanıdır. IMF programına yönelik olarak alınan bu kararlar, kredi maliyetlerinin yükselmesi, yatırımlarda gerileme, işsizliğin artması gibi olumsuzlukları beraberinde getirmiştir.

Bundan tam 14 yıl sonra, 1994 yılında, milyonlarca insanın geleceğini belirleyecek 5 Nisan Kararları alınırken, IMF yine masanın en başındaydı. Başlamakta olan krizin önünü almak ya da en azından etkilerini azaltmak için bu kararları alan Türkiye, IMF ile masaya oturarak yeni bir stand-by anlaşması daha gerçekleştirdi. Ancak 5 Nisan Kararları ile krizin etkilerini azaltmak bir yana dursun, %51 oranında devalüasyon yapıldı, dövize olan akını kesmek için %400 faizli borçlanma kağıtları piyasaya sürüldü, emeklilik yaşı arttırıldı, çay, şeker ve akaryakıta %25 oranında zam yapıldı. IMF’yle birlikte kararlaştırılan bu “ekonomik tedbir paketi” ardında intihar eden esnafları, iflas edip borcunu ödeyemeyenleri, borcundan hapse girenleri bıraktı. Bu kararlarla kemerler uzunca bir süre gevşeyemeyecek şekilde sıkıldı.

Milyonlarca insan krizin etkisinden kurtulamamışken, 2000’lere gelindiğinde IMF yine ekonomik belirleyiciliğine devam etti. Dünya Bankası’ndaki görevini bırakıp 2001’de Ecevit Hükümeti’nde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı’na getirilen Kemal Derviş de IMF’ye olan borcun katlanarak artmasını engelleyemedi. Süt üreticileri alış fiyatının düşmesini sokaklarda süt banyosu yaparak protesto etti, Ankaralı bir esnaf başbakanlıktan çıkan Bülent Ecevit’e yazar kasa fırlattı. Ancak yapılan eylemlerin hiçbiri ne hükümeti ne de IMF’nin kan emici politikalarını durduramadı. 2002’de borç 20 milyar doları aştı, 2003’te ise 24 milyar dolarla zirve yaptı.

19 Yıllık Borç Bitti. Peki Diğerleri?
IMF ile 66 yıl önce kurulan ilişkinin bugün artık Türkiye lehine çevrildiği konuşulmaya başlandı. Ancak 66 yıldan beri ekonomik kararlarla belirlenen yaşamların hesabı tutulamadı. 421 milyon dolarlık son taksitin ödenmesiyle, artık her şeyin “daha iyi” olacağına vurgu yapan hükümet, IMF’nin bu topraklarda gerçekleştirdiği sömürüyü, çaresizleştirmeyi, yoksullaştırmayı yok saydı.

IMF ile yapılan alış veriş süresince bu topraklarda yapılan özelleştirmelerle, uygulanan “yeniden yapılandırma programları”yla ekonomi küresel sermayeye açıldı. Yüzlerce liman, maden işletmesi, karayolu ve demiryolu işletmesi özelleştirildi. Devlet Eti Bakır, Türk Telekom, TÜPRAŞ, TEDAŞ, TEKEL gibi büyük işletmelerini, küresel kapitalist şirketlerin pazarına sundu. IMF, finansal krizleri bahane ederek uygulamaya koyduğu özelleştirmelerle, suyun ticarileştirilmesine yönelik küresel politikaların bu topraklardaki uygulayıcısı oldu; birçok derenin, akarsuyun, nehrin satılmasına zemin hazırladı. Çalışma koşullarının kuralsızlaştırılması, sendikasızlaştırma, işten atmaların kolaylaştırılması gibi süreçlerin mimarı olan IMF’nin yaptıkları, ekonomi politikalarıyla parçaladığı yaşamlar gibi hesaplanamayacak kadar fazladır. Bugünlerde yüzü güleç bakanların televizyonlarda “IMF’ye olan borcumuzu takır takır ödedik. Artık biz borç vereceğiz” şeklindeki beyanlarıyla ekonominin iyileştiğine dair yaratılan yanılsamalar, milyonlarca insanın yaşamının iyileşeceğine dair bir umut değildir, olamaz. Yıllardır artan zamlarla, işten atmalarla, yoksullukla, sefaletle terbiye edilmeye çalışılan bir halkı ezip geçen ekonomik kararlar altına imza atan IMF’nin ve onun politikalarının uygulayıcısı devletin gerçekleştireceği tüm uygulamalar, tüm ekonomik paketler küresel şirketlerin payına olacaktır. Borcun bitmesiyle mutlu olanlar ve milyonlarca insanın da buna sevinmesini bekleyenler için sömürü, yıkım ve talanla dolu ekonomik-sosyal tarihin gerçekliği asla bitmeyecektir.

2002 yılında iktidara gelen AKP hükümetinin ilk döneminde Türkiye’nin dış borcu 129 milyar dolar iken 11 yıllık iktidarın ardından bugüne gelindiğinde, katlanarak büyüyen dış borçlar 336 milyar dolara yükseldi. IMF’ye ödenen milyon dolarlar ve uyanık politikacıların “borcumuzu kapattık” yalanının ardında, milyonlarca dolarlık dış borç gerçeği var. IMF’ye ödenen 421 milyar dolar, 2012 yılı istatistiklerine göre, kamu borç stoğunun yalnızca %2.27’sine denk. Yani “ülkenin borçlarını kapattığı, hatta artık başkalarına borç vereceği” iddiası koca bir yalandan ibaret. Azalmaktan öte sürekli olarak artan dış borçlar, “vatandaşın artık refaha ulaşacağı” yalanını gizlemeye yetmiyor. Tüketici kredileri ve kredi kartları üzerinden bankalara olan borç 6,4 milyar liradan 254 milyar liraya yükseliyor. IMF’nin artık hayatımızdan çıktığına ilişkin iktidarın söylediği yalanlar, alınan dış borçlarla kamu ve özel sektörde yaşanan zamları, borçlanmaları ve yaklaşmakta olan yeni ekonomik krizleri engelleyemiyor.

IMF’ye son taksitin ödenmesinden hemen bir gün sonra, 15 Mayıs’ta, IMF Türkiye Direktörü Mark Lewis’in yaptığı açıklama son derece dikkat çekiciydi. “Türkiye 2014 yılı itibariyle İcra Direktörlüğü Başkanlığı’nı üstlenecektir… IMF’nin oy ve sermaye reformu ile birlikte Türkiye, IMF’nin en büyük 20 ülkesinden biri olacaktır” diyen Lewis, IMF ve Türkiye arasında uzun yıllar süren alış verişin budan sonraki zamanlarda nasıl evrileceğinin bir sinyalini verdi. Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz da Lewis’in açıklamalarının ardından “IMF’den borç alan değil IMF’ye kaynak kullandıran bir ülke haline gelmiş durumdayız. Bundan sonraki süreçte IMF’ye 5 milyar dolarlık bir kaynak sunmamız söz konusu. Ayrıca karar alma süreçlerinde de daha etkili bir şekilde yer alacağız.” diyerek, Türkiye’nin IMF içerisinde değişen konumunu doğruladı. G-20 Zirvesi’nde krizlerin fırsatlara nasıl dönüştürüleceğine dair konuşmalar yapmış Türkiye’nin bu kez de Uluslararası Para Fonu IMF’de terfi ederek pozisyonunu güçlendirmesi tesadüf olmasa gerek. Küresel kapitalist şirketlerle işbirliğini güçlendiren, uluslararası ekonomik arenada pozisyonunu sağlamlaştıran Türkiye’nin, artık yeni coğrafyalarda oynanacak yeni oyunların tarafları arasındaki konumu çok da uzak görünmüyor.

Merve Arkun
[email protected]


Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 10. sayısında yayımlanmıştır.

The post 19 Yıllık Borç Bitti mi? – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/06/20/19-yillik-borc-bitti-mi-merve-arkun/feed/ 0