Ekoloji – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sun, 16 May 2021 13:13:41 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Cengiz’den Kazdağı Köylülerine “Kamulaştırma” Tehdidi https://meydan1.org/2021/05/16/cengizden-kazdagi-koylulerine-kamulastirma-tehdidi/ https://meydan1.org/2021/05/16/cengizden-kazdagi-koylulerine-kamulastirma-tehdidi/#respond Sun, 16 May 2021 13:13:39 +0000 https://meydan1.org/?p=72407 Rize İkizdere’de yöre halkının direnişine rağmen taş ocağı açmak isteyen Cengiz Holding Kazdağı’nda işletmek istediği altın-bakır madenine tarlalarını satmaları için köylüleri tehdit etti. Cengiz Holding Halilağa bölgesinde işletmek için çalışmalarını sürdürdüğü altın-bakır madeni ile ilgili köylülere “Gelin topraklarınızı satın yoksa Maden Kanunu uyarınca Bakanlığa başvurup kamulaştırma isteyeceğiz” yazan köylüleri tehdit eden mektuplar gönderdi. Evrensel’in yaptığı […]

The post Cengiz’den Kazdağı Köylülerine “Kamulaştırma” Tehdidi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Rize İkizdere’de yöre halkının direnişine rağmen taş ocağı açmak isteyen Cengiz Holding Kazdağı’nda işletmek istediği altın-bakır madenine tarlalarını satmaları için köylüleri tehdit etti. Cengiz Holding Halilağa bölgesinde işletmek için çalışmalarını sürdürdüğü altın-bakır madeni ile ilgili köylülere “Gelin topraklarınızı satın yoksa Maden Kanunu uyarınca Bakanlığa başvurup kamulaştırma isteyeceğiz” yazan köylüleri tehdit eden mektuplar gönderdi.

Evrensel’in yaptığı habere göre, geçtiğimiz günlerde maden ocağı şirket avukatı tarafından maden çevresindeki köylülere gönderilen mektuplarda köylülerin arazilerini maden şirketine satmaları, aksi taktirde Bakanlığa başvurularak kamulaştırma talep edeceklerini söyleyerek tehdit edildi. Köylülere 28 mayıs 2021 tarihinde Hacıbekirler köyünde bulunan salonda pazarlığa çağıran mektupta, “Pazarlık görüşmelerine katılmadığınız ya da görüşmelere katılıp da satış konusunda anlaşamadığımız takdirde durum Noter marifetiyle tespit edilecek ve bunun sonucunda da 3213 sayılı Maden Kanunu ve ilgili mevzuat uyarınca taşınmazın 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine göre kamulaştırılması için ilgili Bakanlığa talepte bulunulacaktır.” ifadelerine yer verildi.

Şirketin gönderdiği mektupları “resmen tehdit ediyorlar” diye yorumlayan Muratlar köyünden Mustafa Alper Ülger, “Dünya Çiftçiler gününde, her türlü olumsuz koşullara rağmen var olmaya, üretmeye çalışan köylülere reva mı bunlar? Bir taraftan kuraklık, bir taraftan artan maliyetler ve bir taraftan toprağımıza, suyumuza ve sonuç olarak tüm canlı yaşamına göz diken maden şirketi. Soruyoruz yetkililere; sizi biz mi doyuralım yoksa maden şirketlerimi doyursun? Biz sizi iyi temiz ve adil gıdalar ile doyurabiliriz. Ama maden şirketleri sizi kesinlikle haksız ve haram para ile doyurur” dedi. Yöre köylüleri şirketin pandemi yasaklarına rağmen eylül 2020 tarihinde yapmak istediği ÇED toplantısını engellemişti.

The post Cengiz’den Kazdağı Köylülerine “Kamulaştırma” Tehdidi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2021/05/16/cengizden-kazdagi-koylulerine-kamulastirma-tehdidi/feed/ 0
Anarşist Ütopya: Solarpunk https://meydan1.org/2021/04/24/anarsist-utopya-solarpunk/ https://meydan1.org/2021/04/24/anarsist-utopya-solarpunk/#respond Sat, 24 Apr 2021 13:41:00 +0000 https://meydan1.org/?p=71737 Ütopyalar “insanın iyileştirilebilme olasılığı üzerine ciddi bir düşünsel arayıştır”1. Anarşist ideolojinin ise insanın yaşam istencinin en özgür şekilde dışavurumu olduğu tanımı yapılırsa ütopyaların anarşist toplum düzenine giden yolda önemli bir katalizör görevi yaptığı söylenebilir. Fakat bu tanımı yaparken ütopya kavramının tanımını “gerçekleşme ihtimali olmayan, hayal ürünü toplum tasarısı” şeklinde değil, “ulaşılmak istenen toplum tahayyülü” şeklinde […]

The post Anarşist Ütopya: Solarpunk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Ütopyalar “insanın iyileştirilebilme olasılığı üzerine ciddi bir düşünsel arayıştır”1. Anarşist ideolojinin ise insanın yaşam istencinin en özgür şekilde dışavurumu olduğu tanımı yapılırsa ütopyaların anarşist toplum düzenine giden yolda önemli bir katalizör görevi yaptığı söylenebilir. Fakat bu tanımı yaparken ütopya kavramının tanımını “gerçekleşme ihtimali olmayan, hayal ürünü toplum tasarısı” şeklinde değil, “ulaşılmak istenen toplum tahayyülü” şeklinde yapmak önem taşımaktadır. Çok geniş ve çeşitli ütopya tasvirleri olsa da anarşist nizamın başat siyasal değer olarak rol oynadığı ütopyalar kolay bulunur değil. Tam da bu noktada Solarpunk adlı sanat akımı, bilim ve teknoloji kullanımının ön plana çıktığı otoritesiz bir toplum düzeni ile anarşist bir ütopya yaratıyor. Bu akımın modadan mimariye kadar farklı alanlarda yansımaları olsa da ütopya hikayeleriyle daha çok ön plana çıkıyor.

Ekolojik ütopyalar arasında çok yeni bir tür olarak Solarpunk henüz 2010’larda oluşmaya başlamış, bilim kurgu ve fantazya alanında, post-ütopya olarak da kategorilendirilen, çiçeği burnunda bir edebiyat janrıdır. Geçmiş ya da geleceğe odaklanmaktansa günümüzdeki toplum ve çevre koşullarını ele alıp gerçekçi kurgular oluşturarak ütopik şehirler tasvir eder. Bu tasvirlerde en dikkat çeken özellik Solarpunk’ın 21. yüzyılın sorunlarını çözmeye yönelik olacak şekilde bir yaşam tahayyül etmesidir. Söz konusu tahayyüllerdeki sosyal sorunların çözümünde Murray Bookchin’in toplumsal ekoloji düşüncesine de bolca atıfta bulunularak toplum içindeki her türlü adaletsizliği gidermeye yönelik, çoğunlukla anarşist ve kesinlikle iyimser bir bakış açısı benimsenir2.

Politik olarak homojen olmayan bir yapıya sahip olan Solarpunk, ekonomik büyüme ve rekabetin hâkim olduğu bir düzendense komünal bir düzende, insanın içine dahil olduğu ekosistemle bir tevazu ilişkisi içinde, adil bir yaşam tasviri yapar. Büyük ölçekli ulusların yerini küçük ölçekli topluluklar ve eko-şehir-devletleri alır. Güneş teknolojisinin ana gelişim kaynağı olduğu şehir tasvirlerinde bu teknolojik gelişmenin yanı sıra toplumsal ilişkiler ve değer sistemlerinin değişimi de önemlidir3.

Solarpunk’ın, Bookchin’in toplumsal ekoloji felsefesinden yararlandığı ideolojik temellerinden bahsetmekte fayda var. Bookchin’e göre tüm ekolojik sorunlar, toplumsal sorunlardan kaynaklanmaktadır. Şiddeti sürdüren, ekonomik temelli ve toplumsal sorunlar çözülmediği müddetçe insan yaşamını da içine dahil eden ekolojik uyumdan bahsetmek mümkün değildir. Solarpunk da ekolojik bir holizme dayalı konseptiyle insanlık ve doğa arasında bir denge kurmayı amaçladığı için tamamlayıcılık esas alınıyor; yani, insanın destekleyici tür olduğu, insan dışı yaşamların da değer verildiği bütüncül bir toplum tasviri yapılıyor4. Bookchin’in toplumsal ekoloji felsefesinde böyle natüralist bir yaşam biçimi betimlenirken bu kesinlikle primitivist bir gericilik anlayışıyla olmak zorunda olmadığı gibi öyle bir toplum tasviri yapmak da mümkündür. Ancak bu durum Solarpunk için geçerli değildir, çünkü, daha önce de belirtildiği gibi, Solarpunk günümüz teknolojisinin tercihen daha da ilerletilmiş halinin efektif bir uygulaması şeklinde bir nitelik kazanmaktadır. Geriye dönük bir primitivizm pek olası olmadığı gibi olması durumunda da mevcut 21. yüzyıl koşullarının söz konusu olması daha muhtemeldir. Yani aslında Solarpunk’ta belirleyici özellik teknolojinin doğayla uyum içinde gelişmiş varlığıdır.

Öte yandan Solarpunk türü literatürde daha çok devletsiz ve anarşist bir toplum düzeni çizse de Batılı yazarların sıklıkla liberal eğilimlerle yeşil kapitalizm ve sürdürülebilirlik temalarını işlediği öyküler de vardır. Rhys Williams, Solarpunk’ın ana temasını oluşturan güneş teknolojilerinin hem merkezi hem de merkezi olmayan ekonomik modellerle uyumlu olduğunu söyler3. Ancak, neoliberal tahayyüller yeşil direnişi kendinden uzaklaştırıp türün ütopik özelliğini kırmaktadır, çünkü zaten ekolojik sorunlar günümüzdeki kapitalist sistemden ötürü meydana gelmekte. Kapitalist düzenin neden olduğu bu facialar, sistemin giderek büyüttüğü mega şirketler ve distopik hükumetlere karşı oluşturulan, yenilgiyi kabul etmeyen umut dolu bir perspektif sergiler Solarpunk. Aynı zamanda bu umut yerel halkın merkezi olmayan, küçük topluluklar halinde direnişiyle toplumsal hiyerarşileri ve hegemonyaları yıkmayı amaçlar. Nihai olarak istenen ütopik toplum düzenine erişmek için Bookchin’den esinlenerek “sürekli doğal evrim”i savunur. Burada savunulan ana düşünce “büyüme için büyüme”yi savunan kapitalist mantra değildir. Sürekli doğal evrim teorisi, “büyüme”yi değil “ilerleme”yi baz alır, dolayısıyla bu bakış açısıyla Solarpunk janrında ilerleme faydalı bir kavram ve asıl hedeftir. Solarpunk edebiyatı, toplumsal ilerlemenin, kapitalizm ve hiyerarşiden uzak, merkezi olmayan ve birbirine bağlı komünlerin oluşumuna yer vererek olacağını öne sürer2.

Toplumsal ilerlemenin yanı sıra, Solarpunk’ta fiziksel ilerleme olarak insan zihni ve bedeninin de evrimi önem arz eder. Post-hümanizmi de iyimser bir bakış açısıyla değerlendirip insanın yabancı, dünya dışı yaşam formlarıyla bütünleşmesini destekleyici bir tasvir çizilir. Bu fiziksel evrim de yine aslında Bookchin’in toplumsal ekoloji felsefesine dayanıyor. Zira Solarpunk’ın, insan vücudunun daha dayanıklı bir yaşam formuna evrilmesinin ancak teknolojik büyümeyle ulaşılabilecek bir şey olduğunu kabul eden duruşu, toplumsal ekolojinin evrim anlayışında da mevcuttur. Toplumsal ekolojinin felsefesi gereği evrim, organizmaları yeni çevre zorluklarına karşı daha uyumlu kılar ve bilhassa insanları, ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak çevrelerini değiştirmeye hazırlar4.

Solarpunk, tüm bu ilerlemeci değişimleri öngörürken kontrolsüz bir büyümeden yana değildir; sorumsuz tüketimlerden kaçınmaya çalışır. Toplumsal ekolojinin adalet nosyonunda böyle aşırılıklar olmadığı gibi durgunluk da yoktur. Durgunluk, toplumun gelişimi için en az aşırılıklar kadar zararlıdır. İnsan ilerleyişinin süregelmesi ve ideal topluma ulaşılamaması, Solarpunk’ın bir post-ütopya türü olarak en önemli özelliklerindendir. İdeal topluma ulaşılamamasının nedeni, dünya ve insanlığın sürekli değişiyor olması ve aynı zamanda, ütopik manada tarihin sonuna ulaşılmasının, ilerlemenin durması anlamına gelecek olmasıdır. Yani aslında Solarpunk’taki iyimserlik, Solarpunk idealine ulaşmak için insanlığın, toplumun ve teknolojinin sürekli evrimini hedeflemektedir2.

Solarpunkın adalet nosyonu, kapitalizmin doğayı sömürüsünü anlamak için bir araçtır. Kapitalizme alternatif ekonomik sistem düzenlerini bilim kurgu ile harmanlayarak iklim krizini çözmeye, insan ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek üretimi sağlamaya yönelik gerçekçi senaryolar çizer. Her Solarpunk hikayesinin bilinçli veya bilinçsiz nihai amacı malların eşit dağıtımının keşfidir, çünkü eşit dağıtım olmadan toplumlar ekolojik bir şekilde var olamaz. İnsanlar arasında olduğu gibi insan-doğa ilişkilerinde de adil bağlar oluşturacak ekonomik ve sosyal yapıların yeniden inşası esastır5.

Toplumsal ve ekonomik özelliklerine ek olarak, Solarpunk aynı zamanda mimari ve estetik alanlarındaki yaratıcı tasvirleriyle de ön plana çıkar. Eserlerde gelişmiş güneş teknolojisinin vurgusu sık sık yapılarak “aydınlık” ve “parlaklık” gibi kavramlar detaylı bir şekilde betimlenir. Örneğin, genelde binaların dış cepheleri komple güneş panelleriyle kaplanmıştır ve mimari itibariyle ağaç ve çiçeklere benzer yapılarla sık karşılaşılabilir. Bu estetik tasarımlar güneş panellerinin fonksiyonel özelliklerini gizleyip şehirlerin altyapı sistemlerine çığır açıcı yenilikler getirmiş olur. Altyapı sistemlerinin teknik özelliklerinin güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanıyor olması, sistemin kendi kendini sürdürebilme arzusunu yansıtmaktadır. Williams, güneş teknolojisi üretim araçlarının toplumsal olarak adil değişiminin, hakiki bir değişim için gerekli olduğunu söyler3.

Son olarak; Solarpunkın köklerini dayandırdığı nokta ekolojik ütopyalardır, ancak yazı boyunca detaylı anlatımından çıkarılabileceği üzere, Solarpunk’ı Solarpunk yapan yegâne unsur başta güneş olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarının insanın doğayla bütünleşik yaşamında ön plana çıkan konumudur. Öte yandan, Solarpunkta ön plana çıkarılan bu enerjilerin anarşist nizam için sorgulanması gerektiğini belirtmekte fayda var çünkü doğadaki canlı ve cansız tüm varlıkları kaynak olarak gören kapitalizm içinde bu kadar enerjiye neden ihtiyaç olduğunu, hatta ihtiyaç olup olmadığını sorgulamadan üretilecek alternatiflerle ancak yeşile boyanmış kapitalizm sürdürülebilir, lakin Solarpunk’la ilgili olarak bu meseleyi de başka bir yazıda ele alabiliriz.

Solarpunk’ın estetik bir şekilde mimariye yedirilmesi, Solarpunk ütopyalarının göze hitap eden, “aydınlık” ve “yeşil” alanları betimlemesi, ona en yakın tür olarak karanlık bir gelecek tasviri çizen cyberpunk’tan ayrışıp bu özellikleriyle aslında onun 180 derece karşısında durması Solarpunk’ın ne kadar orijinal bir edebi janr olduğunu gösteriyor. Distopya edebiyatının daha revaçta olduğu ve pandeminin etkisiyle yaşamlarımızın şimdiye dek hiç olmadığı kadar kontrol altına alınmaya çalışıldığı günümüzde, ütopyaların değer kazanması bile mevcut düzene bir başkaldırı niteliği taşıyacakken Solarpunk gibi son derece gerçekçi bir alternatif yaşam tahayyülünün bilinmesi bir umut ışığı olacaktır. Her ne kadar bu yazıda ağırlıklı olarak siyasal ve edebi perspektiften bir incelemesi yapılsa da, Solarpunkın güzel sanatlar ve mimari gibi birden fazla alanı kapsayan geniş bir sanat hareketi olduğunu bir kez daha hatırlatmakta fayda var.

Nisa Durdu

Kaynakça

1Kumar, K.(2005). Ütopyacılık (Çev. A. Somel). Ankara: İmge Kitabevi Yayınları. (Orijinal yayın tarihi, 1991)

2Schuller, W. K. (2019). “Evolution takes love:” Tracing some themes of the solarpunk genre. (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). QSpace: Queen’s Scholarship & Digital Collections. Erişim adresi https://qspace.library.queensu.ca/handle/1974/26518

3Williams, R. (2019). ‘This shining confluence of magic and technology’: Solarpunk, energy imaginaries, and the infrastructures of solarity. Open Library of Humanities, 5(1): 60,1-35. https://doi.org/10.16995/olh.329

4Bookchin, M. (2006). Social ecology and communalism. ABD: AK Press.

5Farver, K. (2019). Negotiating the boundaries of solarpunk literature in environmental justice. WWU Honors Program Senior Projects, 124. Erişim adresi https://cedar.wwu.edu/wwu_honors/124

The post Anarşist Ütopya: Solarpunk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2021/04/24/anarsist-utopya-solarpunk/feed/ 0
Yunanistan’da Acheloos Nehri İçin Eylem Düzenlendi https://meydan1.org/2020/08/21/yunanistanda-acheloos-nehri-icin-eylem-duzenlendi/ https://meydan1.org/2020/08/21/yunanistanda-acheloos-nehri-icin-eylem-duzenlendi/#respond Fri, 21 Aug 2020 19:53:42 +0000 https://meydan.org/?p=62940 Yunanistan’ın Trikala bölgesindeki Acheloos nehrinin yönünün değiştirilmesine ve Mesochora köyünde bu nehir üzerine hidroelektrik santral yapılmasına karşı geçtiğimiz günlerde bir eylem gerçekleştirildi. Anarşist Politik Örgüt’ün de bileşeni olduğu yerel mücadele platformunun eyleminde, devlete ve kapitalizme karşı Acheloos nehrinin ve yaşamın savunulacağı vurgulandı. Yunanistan’da bir önceki dönemin iktidar partisi olan sosyalist SYRIZA, seçimleri kazanana dek hidroelektrik […]

The post Yunanistan’da Acheloos Nehri İçin Eylem Düzenlendi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Yunanistan’ın Trikala bölgesindeki Acheloos nehrinin yönünün değiştirilmesine ve Mesochora köyünde bu nehir üzerine hidroelektrik santral yapılmasına karşı geçtiğimiz günlerde bir eylem gerçekleştirildi. Anarşist Politik Örgüt’ün de bileşeni olduğu yerel mücadele platformunun eyleminde, devlete ve kapitalizme karşı Acheloos nehrinin ve yaşamın savunulacağı vurgulandı.


Yunanistan’da bir önceki dönemin iktidar partisi olan sosyalist SYRIZA, seçimleri kazanana dek hidroelektrik santraller gibi ekolojik yıkım projelerine karşı mücadele sözleri vermişti. Ancak seçimlerin ardından bu politikasını bir kenara bırakarak projelerin sürmesini sağlamış, bu projelere karşı yükselen direnişleri -bir iktidar klasiği olan- polis şiddetiyle bastırmaya çalışmıştı. Acheloos nehrinin talana açılmasına yeşil ışığı yakan da SYRIZA hükümetiydi.

2019 Genel Seçimi’nin kazananı olan Yeni Demokrasi (Néa Dimokratía), SYRIZA’nın aksine bir merkez sağ partisi olsa da iki partinin de doğaya ve yaşama bakışları benzer; suyun ticarileştirilmesinin yanı sıra doğanın bütününün talan edilmesi politikası sürdürülüyor.

The post Yunanistan’da Acheloos Nehri İçin Eylem Düzenlendi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/08/21/yunanistanda-acheloos-nehri-icin-eylem-duzenlendi/feed/ 0
Nesli Neredeyse Tüketilen Çizgili Sırtlan, Adıyaman’da Görüntülendi https://meydan1.org/2020/05/03/nesli-neredeyse-tuketilen-cizgili-sirtlan-adiyamanda-goruntulendi/ https://meydan1.org/2020/05/03/nesli-neredeyse-tuketilen-cizgili-sirtlan-adiyamanda-goruntulendi/#respond Sun, 03 May 2020 16:56:50 +0000 https://meydan.org/?p=57889 Korunması gereken hayvanlar kategorisinde “kırmızı listede” yer alan çizgili sırtlan, Adıyaman’da doğa fotoğrafçıları tarafından görüntülendi. Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) kategorilerine göre “Nesli Tükenme Tehlikesi Altında Olan Türlerin Kırmızı Listesi”nde yer alan çizgili sırtlan, Besni ilçesi Fırat Havzası yakınlarındaki mağaralarda doğa fotoğrafçılarının objektifine yansıdı. Doğa fotoğrafçısı Musa Gürbüz, Fırat Havzası boyunca uzanan mağaralarda varlığını duyduğu çizgili […]

The post Nesli Neredeyse Tüketilen Çizgili Sırtlan, Adıyaman’da Görüntülendi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Korunması gereken hayvanlar kategorisinde “kırmızı listede” yer alan çizgili sırtlan, Adıyaman’da doğa fotoğrafçıları tarafından görüntülendi.

Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) kategorilerine göre “Nesli Tükenme Tehlikesi Altında Olan Türlerin Kırmızı Listesi”nde yer alan çizgili sırtlan, Besni ilçesi Fırat Havzası yakınlarındaki mağaralarda doğa fotoğrafçılarının objektifine yansıdı.

Doğa fotoğrafçısı Musa Gürbüz, Fırat Havzası boyunca uzanan mağaralarda varlığını duyduğu çizgili sırtlanı Hasan Çelik ve Metin Saruhan’ın rehberliğinde doğal yaşam alanındaki mağarasına giderek fotoğrafladığını söyledi. Kentteki bir okulda öğretmenlik yaptığını ve hobi olarak doğa fotoğrafçılığıyla ilgilendiğini ifade eden Gürbüz, “Doğadaki her canlı kutsaldır ve yaşamını devam ettirmesi lazım. Bu anlamda çizgili sırtlanı 2-3 metreden görüntülememiz sanılanın aksine insanlara saldırmadığının kanıtıdır diye düşünüyorum.” ifadelerini kullandı.

The post Nesli Neredeyse Tüketilen Çizgili Sırtlan, Adıyaman’da Görüntülendi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/05/03/nesli-neredeyse-tuketilen-cizgili-sirtlan-adiyamanda-goruntulendi/feed/ 0
Filipinler’de Taal Yanardağı Faaliyete Geçti https://meydan1.org/2020/01/14/filipinlerde-taal-yanardagi-faaliyete-gecti/ https://meydan1.org/2020/01/14/filipinlerde-taal-yanardagi-faaliyete-gecti/#respond Mon, 13 Jan 2020 22:06:25 +0000 https://meydan.org/?p=53324 Filipinler’in başkenti Manila’nın yaklaşık 70 kilometre güneyinde bulunan Taal Yanardağı’nın lav püskürtmeye başlamasıyla çevresindeki köyler boşaltıldı. Taal’den çıkan kül dumanı 100 kilometreden fazla ilerleyerek başkent Manila’ya kadar ulaştı. Bir gölün ortasında yer alan bir adada bulunan Taal, dünyanın en küçük yanardağları arasında yer alıyor ve son 450 yıl içerisinde 34 kez patladığı biliniyor. Yetkililer, patlama […]

The post Filipinler’de Taal Yanardağı Faaliyete Geçti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Filipinler’in başkenti Manila’nın yaklaşık 70 kilometre güneyinde bulunan Taal Yanardağı’nın lav püskürtmeye başlamasıyla çevresindeki köyler boşaltıldı.

Taal’den çıkan kül dumanı 100 kilometreden fazla ilerleyerek başkent Manila’ya kadar ulaştı.

Bir gölün ortasında yer alan bir adada bulunan Taal, dünyanın en küçük yanardağları arasında yer alıyor ve son 450 yıl içerisinde 34 kez patladığı biliniyor.

Yetkililer, patlama yaşanması durumunda çıkacak parçaların dalgalara yol açabileceği “volkanik tsunami” yaşanmasının da ihtimal dahilinde olduğu uyarısı yaptı.

The post Filipinler’de Taal Yanardağı Faaliyete Geçti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/01/14/filipinlerde-taal-yanardagi-faaliyete-gecti/feed/ 0
Bacası Filtresiz 6 Termik Santral Mühürlendi https://meydan1.org/2020/01/02/bacasi-filtresiz-6-termik-santral-muhurlendi/ https://meydan1.org/2020/01/02/bacasi-filtresiz-6-termik-santral-muhurlendi/#respond Thu, 02 Jan 2020 08:19:32 +0000 https://meydan.org/?p=52850 Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından ülke genelindeki termik santrallere çevre yatırımlarını tamamlaması için tanınan süre 31 Aralık’ta sona erdi. Manisa, Zonguldak, Kütahya ve Maraş’taki termik santrallerin çalışmaları geçici faaliyet belgeleri olmadığı gerekçesiyle durduruldu.  Manisa’nın Soma ilçesinde faaliyet gösteren Soma Termik Santrali’ne giden bakanlık yetkilileri gerekli çevre yatırımlarını tamamlamadığı tespit edilen santralin kömür giriş kapılarını mühürledi. Zonguldak’ın […]

The post Bacası Filtresiz 6 Termik Santral Mühürlendi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından ülke genelindeki termik santrallere çevre yatırımlarını tamamlaması için tanınan süre 31 Aralık’ta sona erdi. Manisa, Zonguldak, Kütahya ve Maraş’taki termik santrallerin çalışmaları geçici faaliyet belgeleri olmadığı gerekçesiyle durduruldu. 

Manisa’nın Soma ilçesinde faaliyet gösteren Soma Termik Santrali’ne giden bakanlık yetkilileri gerekli çevre yatırımlarını tamamlamadığı tespit edilen santralin kömür giriş kapılarını mühürledi.

Zonguldak’ın Kilimli ilçesine bağlı Çatalağzı beldesinde faaliyet gösteren Çatalağzı Termik Elektrik Santrali’nde de (ÇATES) üretim, bacalara filtre takılmaması nedeniyle durduruldu. Santral mühürlendi. 1946 yılında faaliyete geçen ve 2014’te özelleştirme sonucu Elsan Enerji’ye satılan, 2 üniteden oluşan 300 megavat gücündeki Çatalağzı Termik Santrali’nin bacalarında filtre bulunmuyordu.

Kütahya’nın Seyitömer ile Tavşanlı ilçelerinde bulunan termik santralleri, verilen sürede bacalara filtre takılmadığı gerekçesiyle sabah saatlerinde jandarma ekiplerince mühürlendi. İki santraldeki üretim durduruldu.

Maraş Valisi Vahdettin Özkan, Afşin Elbistan Elektrik Üretim AŞ’nin çalışmalarının “geçici faaliyet belgesi” alıncaya kadar durdurulduğunu açıkladı. 

The post Bacası Filtresiz 6 Termik Santral Mühürlendi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/01/02/bacasi-filtresiz-6-termik-santral-muhurlendi/feed/ 0
İklim Popülizmi: Beş Başlıkta İklim Grevi’nin Değerlendirilmesi – Zeynel Çuhadar https://meydan1.org/2019/11/11/iklim-populizmi-bes-baslikta-iklim-grevinin-degerlendirilmesi-zeynel-cuhadar/ https://meydan1.org/2019/11/11/iklim-populizmi-bes-baslikta-iklim-grevinin-degerlendirilmesi-zeynel-cuhadar/#respond Mon, 11 Nov 2019 05:30:11 +0000 https://test.meydan.org/2019/11/11/iklim-populizmi-bes-baslikta-iklim-grevinin-degerlendirilmesi-zeynel-cuhadar/ Dünya gündemini son yıllarda epey meşgul eden beş harfli bir sözcük var: İklim. Birleşmiş Milletler’in çeşitli raporlar yayınlayarak “farkındalık” yaratmaya çalıştığı, husumetlerini bir yana bırakan dünya liderlerinin “sorunun çözümü için” bir araya gelmesini sağlayan, dünya çapında çeşitli “aktivistlerle” hızlı bir şekilde örgütlenen iklim grevinin “Türkiye ayağını” örgütlemek için çeşitli çağrılar yapıldı, yapılıyor. En baştan söyleyelim, […]

The post İklim Popülizmi: Beş Başlıkta İklim Grevi’nin Değerlendirilmesi – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Dünya gündemini son yıllarda epey meşgul eden beş harfli bir sözcük var: İklim. Birleşmiş Milletler’in çeşitli raporlar yayınlayarak “farkındalık” yaratmaya çalıştığı, husumetlerini bir yana bırakan dünya liderlerinin “sorunun çözümü için” bir araya gelmesini sağlayan, dünya çapında çeşitli “aktivistlerle” hızlı bir şekilde örgütlenen iklim grevinin “Türkiye ayağını” örgütlemek için çeşitli çağrılar yapıldı, yapılıyor. En baştan söyleyelim, aslında yapılan çağrının nereye denk düştüğü ve iklim eylemlerinin yapısına ilişkin, benimsenen (ya da dayatılan) eylem biçimleri ve ideolojisi bağlamında dönüştürülebilecek bir karakteri olmadığı, uluslararası devlet/şirket siyasetinin bir parçası olduğu apaçık ortadaydı.

Uzun yıllardır kırdaki yerel direnişler ve kentlerdeki toplumsal etkisi yüksek eylem/etkinlik süreçleriyle dünyanın içinde bulunduğu krizleri durdurmaya çalışan ekoloji hareketi bir yanda dururken “iklim değişikliği siyasetine” adapte olanlar bilerek ya da bilmeyerek “projenin” bir parçası haline geliyor. Bu projenin temsilcilerinin kimler olduğuna gelmeden önce, iklim değişikliği hareketinin sözde mücadele yöntemlerinin neden ve nasıl ekoloji hareketine zarar verdiğine ilişkin birkaç söz söylememiz gerekmekte.

Bütün bu seferberlik ne için (ya da kimler için) yapılıyor?

İklim adaleti üzerine yapılan yorumlarda ortaya iki farklı bakış açısı çıktı şu zaman kadar. İklim değişikliğinin “yakıcılığına” dair felaket senaryoları çizenler yenilenebilir enerji kaynakları savunucuları ya da bu şirketlerde çalışmış insanlarken; iklim değişikliğini reddeden ve bunun gerçek bir dezenformasyondan kaynaklı bir yanıltma olduğunu söyleyen ABD, Brezilya gibi ülkeler bulunuyor.. Bu ikinci kısımda yer alanlar ise diğerleri gibi gerçekten inandıkları doğruları ifade etmek için değil, ilişkide oldukları fosil yakıt şirketleriyle işbirliklerinin bir sonucu olarak taraf seçiyor.

Böyle olması da doğal, zira yürütülen tartışmalarda bir yerde felakete sürüklenen dünyanın siyasi “temsilcileri” (Birleşmiş Milletler temsilcileri, devlet başkanları, şirket sahipleri vb.); diğer yanda çizilen olumsuz tablonun gerçek olması halinde bunun etkilerini doğrudan hissedecek olan sıradan insanlar yer alıyor. Dünyanın her geçen gün daha kötüye gitmesinin sorumluluğunu alacak olanın devletler ve şirketler değil de “sıradan” insanların olması gerektiği başka bir propaganda olarak alttan alta işleniyor.

İddiamız iklim meselesinde hiçbir sorun olmadığı, her şeyin yolunda gittiği değil elbette ancak yoğunluklu olarak STK’lar ya da “sivil girişimler” aracılığıyla yapılan bu tür hareketleri iklim meselesini umursamaktan ziyade belki de yeni bir piyasa olarak şekillendirdikleri (zaman zaman karşımıza karbon salınımı anlaşmalarıyla çıkan) iklim siyasetinin önemli bir parçası olarak gözlemleyebiliyoruz. İklim aktivizminin örgütleyici özneleri bağlamında STK’lar ve devlet/şirketler paralelinde işleyen bir mekanizma olduğu kolaylıkla farkedilebiliyor. Sözkonusu yapıların hiçbiri kapitalist şirketler ve devlet sorumluluğunda gerçekleşen ekolojik yıkımın nasıl başladığından bahsetmezken, aynı devletlerin yapacağı çeşitli düzenlemelerle yıkıma çare olunabileceği çok kolay dillendirebiliyor.

İklim Değişikliği aktivizmi, hangi sınıflar arasında yaygınlaşmayı hedefliyor?

İklim değişikliği eylemlerinin örgütlenmesini yapanlar, bulanıklaştırdıkları ekonomi-ekoloji, devletin yarattığı tahribatlar/katliamlar-yaşam savunucuları, merkeziyetçilik-ademi merkeziyetçilik gibi çelişkiler üzerinden ezen ezilen ilişkisinde tarafsız kalmayı tercih ediyor. Yoğunluklu olarak orta sınıfın siyaset yapma biçimi olarak aktivizmi kullanan bu yapılar, “zararsız protestolar”, “bilimsel doğruculuk” gibi silahlarıyla sistem içerisindeki pozisyonunu kaybetmek istemeyen ama “dünyanın geleceği için bir şeyler yapmak isteyen kararsızlar” için de iyi bir araç haline geliyor. Dünyanın pek çok yerinde geçmişteki örneklerde olduğu gibi, ezilenlerin yaşamlarındaki çelişkilere odaklanmayan ve gerçekçi çözümler üretmeyen iklim değişikliği aktivizmi, ekoloji hareketi ve sınıf mücadelesi gibi ortaklıkların sonucunda gerçekleşen devrimci alternatiflerin karşısında sistemin sürdürücüsü olmaktan başka bir işe yaramıyor.

“Aktivist”; devrimci, isyancı gibi kimlikleri örtmek için nasıl kullanılıyor?

En küçüğünden en büyüğüne, sarışından siyahına (hatta demokratından cumhuriyetçisine, solcu sendikasından sağcı sendikasına) neredeyse bütün iklim eylemcileri kendilerini “iklim aktivisti” olarak görüyor. Ancak iklim etkinliklerinin bulanıklaştırdığı “siyasi alan” gibi “aktivizm” kavramı da kurtuluşu, pek çok meseleyi örten ve mücadeleyi kısıtlayan bu kimlikte görüyor olabilir mi?

Yıllar önce gazetemizde yazdığımız aktivizm eleştirisinde şöyle bir tespitte bulunmuştuk: “Aktivist yapılanmaların ve kendine aktivist diyen kimselerin en belirgin özelliklerinden birisi konu odaklı çalışma yürütmesi” şeklindeydi. Bu durum ilk bakışta kulağa yanlış gelmese de, örgütlenen çalışmaların ideolojisinin “ideolojisizlik” olduğu düşünüldüğünde, ele aldığı herhangi bir konuyu apolitiklik maskesi altında sistemin sorumluluğundan çıkan bir alana taşımak istediği ortaya çıkıyor. Mücadelenin farklı meseleleriyle doğrudan bağlantılı olan iklim, insan/hayvan hakları, göçmen vb. konularda aktivizmin, başka bir ezen-ezilen ilişkisinin meşrulaştırılmasına kadar götürülebilecek bir yerde durduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan toplumsal muhalefetin mücadele belleğine kazınmış devrimci, isyancı gibi kavramları örtmek için de alternatif olarak aktivist kavramının seçildiğini ve yükseltildiğini görmekteyiz. Sistemin devrimle ya da isyanla değişmeyeceği ön kabulüne dayanan aktivist kimliğinin polis, patron, siyasetçi gibi sistem koruyucusu statülere sahip kişilerin de kolaylıkla sahiplenebileceği bir kimlik haline gelmesi, söz konusu ön kabulün doğal bir sonucu oluyor.

Hareketin sözcüleri nasıl bir zeminde hareket ediyor?

Dünya çapında sürdürülen bu hareketin sözcülüğünü İsveç’li “aktivist” Greta Thunberg yapıyor. Cuma günleri yaptığı “okul greviyle” gündem olmaya başlayan Greta, şimdiden pek çok popüler yayın ve medya organları tarafından geleceğin liderleri arasında gösterilmeye başlandı. Geçtiğimiz aylarda eski ABD Başkanı Obama’yla bir görüşme yapmak için buluştuklarında Obama, Thunberg’e, “Sen ve ben bir takımız” şeklinde konuşmuştu. Washington’da gerçekleşen görüşmenin ardından Obama görüşlerini anlatırken “Yalnızca 16 yaşında olan Greta Thunberg daha şimdiden gezegenimizin en büyük savunucularından biri. Kendi neslinin iklim krizinin yüküyle baş başa kalacağını bilerek korkmadan gerçek adımlar attı. Obama Foundation’daki vizyonumuzun vücut bulmuş halini gösteriyor.” dedi.

Greta, kariyer yoluna emin adımlarla ilerlemeye devam ederken, “Obama Foundation” özelinde, küresel enerji politikaları ve iklim hareketi arasındaki bağlantıyı da görmek açısından tekrar tekrar güçlü örnekler üretmeyi sürdürüyor.

“Küresel İklim Grevi’nin” yaşadığımız coğrafyadaki örgütleyicisi “Sıfır Gelecek Hareketi” nedir?

Eylül ayında gerçekleşen iklim grevi, yaşadığımız coğrafyada “Sıfır Gelecek Hareketi” adı verilen bir platform aracılığıyla örgütlendi. Sıfır Gelecek’in internet sitesine girdiğinizde yapılacak olan kısa bir inceleme, meseleye dair baştan beri eleştirdiğimiz bütün başlıklara dair prototip oluşturabilecek kalıpları tekrar ediyor.

Sitenin “talepler” kısmının ilk maddesi, yerel ya da ülke çapındaki iktidarlara sesleniyor: “Bağlı oldukları meclis ve konseylerde iklim krizini gerçekte olduğu gibi, yani bir varoluş acil durumu olarak ele almalı ve ‘iklim için acil durum’ ilan etmeli.” Birleşmiş Milletler ve bağlı bulunduğu alt kurumlar aracılığıyla sürdürülen çalışmaların hepsi bu duruma yoğunlaşıyor “iklim için acil durum”. Ancak bürokratik araçlarla halkı baskı altında tutmak için ortaya çıkmış “acil durum, olağanüstü hal vb.” gibi uygulamaların iklim değişikliğini durdurmak için nasıl bir argüman olarak kullanılacağı muallakta bırakılıyor.

“Yenilenebilir enerjinin gelişimi için tüm engelleri kaldırın ve herkesin temiz, yenilenebilir enerjiye erişebilmesi için finansman programları oluşturun.” Taleplere devam ediliyor, yoksulların hayatını çalan, yaşamlarını sürdürebilmek için sağlıklı alternatiflerin hepsinin önünü tıkayan “finansman programlarından”, “ekonomik planlamalardan” yenilenebilir enerji için kaynak ayrılması isteniyor…

Bu çağrılara neden destek vermemek gerekmektedir?

“Şayet bir işverensen, yanında çalışanların 20 Eylül’de gerçekleşecek eylemlere destek vermesinin yolunu açabilirsin.”

Net bir şekilde tekrar ifade etmek gerek: odağını devletlerin imzalaması gereken anlaşmalardan çekmeyen ve iklim adaletini sağlamak için atılması gereken “gerçek adımları”, yani topyekün sistemin değişikliğini öngörmeyen hiçbir hareketin iklim değişikliği meselesine bir çare olamayacağını düşünüyoruz. Dünyanın felakete sürüklenmesini önlemenin yolu, ne Cuma günleri dikkat çekmek için yapılan bir günlük bir “grevden” ne de fonlu yapılar aracılığıyla yürütülen kampanyalardan geçiyor. Ekolojik dengenin tekrar sağlanması için mücadele edeceksek, bu yıkımın sorumlularının değil de, sonuçlarında yaşanan felaketlerin gerçek muhatapları olan ezilenlerle beraber yeni bir toplum inşa etmekten geçtiğini anlamamız gerekiyor. Ekoloji mücadelesinde talanın, katliamın son bulması için mücadele eden herkesi, devlet/şirket/STK işbirliğinde gerçekleşen bu “truva atı” çağrılara, eylemlere itibar göstermemek noktasında dikkatli olmaya davet ediyoruz.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.

The post İklim Popülizmi: Beş Başlıkta İklim Grevi’nin Değerlendirilmesi – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/11/11/iklim-populizmi-bes-baslikta-iklim-grevinin-degerlendirilmesi-zeynel-cuhadar/feed/ 0
Ekoloji Mücadelesinin Sınırlanamaz Doğası – Hüseyin Civan https://meydan1.org/2019/06/17/ekoloji-mucadelesinin-sinirlanamaz-dogasi-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2019/06/17/ekoloji-mucadelesinin-sinirlanamaz-dogasi-huseyin-civan/#respond Mon, 17 Jun 2019 20:34:39 +0000 https://test.meydan.org/2019/06/17/ekoloji-mucadelesinin-sinirlanamaz-dogasi-huseyin-civan/ Ekoloji mücadelesi yaşamın mücadelesiyse, içerisinde canlı-cansız tüm varlıkları barındırıyorsa, bunların birbiriyle uyuma dayalı bir ilişki içerisinde kendilerini var etmelerine odaklanıyorsa ekoloji mücadelesinin sınırlarını çizebilmek zordur. Bu zorluk, ekoloji mücadelesini “çevreciliğin sınırlı sınırları”ndan çıkartabilmiş, dünyanın farklı yerlerinde yansımalarını gerek politik, gerek ekonomik yaşamsallıklar örerek kendini gerçekleyebilmesine olanak vermiştir. Bu sınırların zorlandığı tarihsel deneyimler, bu deneyimlerin ortaya […]

The post Ekoloji Mücadelesinin Sınırlanamaz Doğası – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Ekoloji mücadelesi yaşamın mücadelesiyse, içerisinde canlı-cansız tüm varlıkları barındırıyorsa, bunların birbiriyle uyuma dayalı bir ilişki içerisinde kendilerini var etmelerine odaklanıyorsa ekoloji mücadelesinin sınırlarını çizebilmek zordur. Bu zorluk, ekoloji mücadelesini “çevreciliğin sınırlı sınırları”ndan çıkartabilmiş, dünyanın farklı yerlerinde yansımalarını gerek politik, gerek ekonomik yaşamsallıklar örerek kendini gerçekleyebilmesine olanak vermiştir. Bu sınırların zorlandığı tarihsel deneyimler, bu deneyimlerin ortaya çıkardığı yeni düşünsel çabalar, bu “sınırlanamaz doğayı” görmek açısından çok önemli.

Ekoloji mücadelesindeki bu durum, anarşizm ideolojisinin kökenleri itibariyle ekolojiyle ilişkisine dayanır. Kropotkin’den Reclus’ye “insan merkezcil bakış açısı”na yönelik eleştiriler, anarşist düşüncenin ve toplumsal devrimin en önemli noktasında durur. Yine Kropotkin ve Bakunin’in endüstriyelizm eleştirileri, üretim-tüketim-dağıtım ilişkilerinin doğayla uyumlu bir şekilde örgütlenmeleri vurgusu, merkezi planlama eleştirileri, (bir grup radikal ekoloji teorisyeni bu durumu ısrarla görmezden gelmeye, yok saymaya çalışsa da) klasik anarşizm ve radikal ekoloji arasındaki kökensel birlikteliği ortaya koyar.

Yaşamın sadece insanı temel alacak şekilde değil, tüm varlıklarla uyumlu olacak bir şekilde örgütlenmesi gerekliliği, anarşist ideolojinin kökenini oluşturan metinlerden kolaylıkla bulunabilse de anarşistler ekoloji meselesine ilişkin güncel düşünsel ve eylemsel katkılardan geri kalmadılar. Özellikle “yeşil sendikalizm” ya da “sendikal ekoloji” tartışmaları bu katkılardan önemli bir tanesidir.

Yeşil Sendikalizm/Sendikal Ekoloji

Ekoloji ve sendika kavramlarını yan yana getirmek birbiriyle ilgisi olmayan iki kavramı beraber düşünmek gibi görünse de özellikle anarko-sendikalizm ve radikal ekoloji arasındaki benzerlikleri görmeye olanak sağlar. Desantralizasyon ve merkeziyet eleştirileri, yerellik, doğrudan eylem, özyönetim, federalizm vb. meselelere ortak bakış açısının yanı sıra Avrupa ve Kuzey Amerika’daki bazı sendikaların ekoloji hareketleri içerisindeki pozisyonu, ekoloji ve sendikalizm arasındaki bağı kuvvetlendiren etmenlerdir.

Sendikalizm derken kastedilen doğaldır ki mevcut sistem içerisinde ufak kazanımlara odaklanan, uzun erimde toplumsal devrim iddiası olmayan, “iyi kapitalizm olabilir” mantığıyla işletilen sarı sendika, bürokratik sendika gibi isimlerle adlandırılan sendikal mücadele tarzı değildir. Yeni üretim-tüketim-dağıtım ilişkilerinin şimdi, şu anda oluşturulmasını esas alan, merkeziyetçi, otoriter, hiyerarşik olmayan; özyönetimi esas alan bir hareketin ideolojisi olan anarko-sendikalizmdir. Yeşil sendikalizmin, IWW (Dünya Endüstri İşçileri Birliği) tarafından 1990’lı yıllarla beraber kavramsallaştırılması bu açıdan önemlidir. Bu, anarko-sendikalist düşüncenin içerisinde, sadece ekoloji meselesine dair bir açılım değildir. Bütüncül bir mücadele hattında düşünmenin, toplumsal devrimin pratiğe nasıl geçirilmesi gerektiğinin bir uzantısıdır. Mevcut süreç içerisinde sanki iki farklı mücadele alanı gibi görünen şeyin aslında kaçınılamaz birlikteliğidir. Toplumsal hareketler arasında böyle birliktelikler kaçınılmaz gerekliliktedir. İktidar mekanizmaları ve iktidarlı ilişki biçimlerini nasıl birbirinden ayıramıyorsak bunlara karşı mücadelelerde de bütüncül bir mücadeleyi hedeflemek rastlantı olamaz.

Anarşist Sendikalar ve Ekoloji Mücadelesi

Yeşil sendikalizm, ilk kez söylemsel düzeyde 1990’larda Fransa CNT’sinde (Confédération Nationale du Travail) belirginleşti. “İnsanın olduğu gibi doğanın da sömürülmediği bir gelecek” için mücadele, ekolojiyi sendikal mücadele içerisinde bir yere konumlandırıyordu. 2001 yılında CGT’nin organize ettiği uluslararası bir toplantı gerçekleşti. Aralarında CNT ve SAC’ın (İsveç İşçi Örgütü) da olduğu onlarca sendika ve örgüt bu toplantıya katıldı. Toplantıda Uluslararası Özgürlükçü Dayanışma (LIS) koordinasyonu kuruldu. “21.Yüzyılda Nasıl Bir Anarşizm?” sorusuna cevap aramak için yola çıkan LIS, ekoloji mücadelesinde ekonomik ve politik dayanışma, kooperatifler vb. birçok alanı kendine konu eden bir koordinasyondu.

90’lı yılların başında, anarşist ekoloji dergisi/hareketi Earth First! ve IWW (Dünya Endüstri İşçileri Birliği) Kuzey California ormanlarının savunulması için bir araya geldi. Bu noktada IWW’nin örgütlenme ve saha deneyimlerinden yararlanıldı. Radikal ekoloji hareketinin anarko-sendikalizmin deneyimleriyle harmanlanmasının nasıl olumlu sonuçlar doğurabileceğine odaklanıldı. Bunu yapmak, özellikle işçi kıyımlarının yoğun olduğu kereste sektöründe çalışan işçiler ile orman katliamlarına karşı olan doğa savunucularını şirketlere karşı bir araya getirebildi. İşçiler ve doğa savunucularını karşı karşıya getirmek, şirketlerin kullandığı en önemli yöntemlerden biriydi. Earth First ve IWW, Kuzey California’daki Headwaters Ormanı’nda gerçekleştirilmesi planlanan katliamı engellemişti.

Judi Bari

IWW ve Earth First! örgütlerinin yakınlaşması, eylem birlikteliği ve yeşil sendikalizm deneyimlerinin arkasındaki önemli isimlerden birisi Judi Bari’dir. IWW ve Earth First!’ün beraber gerçekleştirdikleri eylemlerin ilham verici eylem gücünü örgütleyenlerden birisiydi. Özellikle Kuzey California’da orman katliamı yapan şirketlere karşı gerçekleştirdikleri yaşam mücadelesi ve bu şirketlerin işçilerinin örgütlenme mücadelesi, coğrafyanın farklı bölümlerine mücadelenin yayılmasını sağladı. 1990 Mayısı’nda Judi Bari ve diğer bir yaşam savunucusu Darryl Cherney’nin araçlarında uğradığı bombalı suikast, bir dizi şirket ve FBI yöneticisinin kirli birlikteliğini ortaya koydu.

1991’de IWW, 1908’den beri kullandığı tüzüğü değiştirmeye karar verdi. Tüzük artık şöyle başlıyordu; “İşçi sınıfı ve patronların hiçbir ortak noktası yoktur. Milyonlarca çalışan insanın ihtiyaçları karşılanamıyorken, açlık mevcutken; bunların sebebi olan patronlar her şeyin sahibi iken iki sınıf arasında barış olamaz. Bu iki sınıf arasındaki mücadele, dünyadaki tüm işçiler bir sınıf olarak örgütlendiği, üretim araçları işçiler tarafından kontrol edildiği, ücret sistemi ortadan kaldırıldığı ve dünyayla uyumlu bir şekilde yaşanmaya başlandığı zamana dek sürecektir.”

Ekoloji vurgusu, izlenen politik perspektifin başat noktalarından birinin doğayla uyumlu bir yaşam olduğunu açıkça gösteriyordu. Kapitalizmin sömürdüğü tek şeyin emek olmadığı, doğanın ve insan-dışı türlerin de bu sömürüye maruz kaldığı dile getiriliyordu.

Yeşil Sendikalizm Neyi Savunur?

Yeşil sendikalizm teorisi ve hareketi, hem ekoloji hem de emek düşünce ve hareketinin içerisinde önemli bir yer teşkil eder. İşçilerin politizasyonunun iş tecrübeleri ve çalışmayla değil, aslında buna rağmen gerçekleştiğini savunan yeşil sendikalizm, işçilerin radikal değişimlerinde “üstesinden gelmeleri” gereken şeyin işçi kimlikleri olduğunu varsayar.

Anarko-sendikalizm tarihi, sınıf mücadelesinin fabrika düzeyinde yürütülen talep mücadelesinden fazlası olduğunun tarihidir. İşin bürokratik kontrolüne yönelik düşmanca tavır, yerele özgü olma, kendiliğinden militanlık, doğrudan eylem… Anarko-sendikalizmin bu yöntemleri, radikal ekolojinin de önemsediği yöntemlerdir. Anarko-sendikalizm için karar alma süreçlerinde konsensus, katılım, diyalog, yerellik ve özerklik ne kadar önemliyse radikal ekoloji hareketleri için de durum böyledir.

Anarko-sendikalizmin önemli isimlerinden Fernand Pellutier, fikirlerin, devrimci dönüşümü sağlamadaki etkisinin ekonomik süreçlerden daha fazla olduğunu düşünüyordu: “Kapitalist iktidarın temeli, ideolojik ve kültürel egemenliğe dayanır”. Pellutier, toplumsal ilişkileri yeniden inşa etmenin, işçilerin, kapitalist kültürle mücadele aracı olarak devrimci kimlik ve kültürlerini geliştirmeye başladığında mümkün olacağını savunur.

Böyle bir bakış açısıyla anarko-sendikalist hareket; devrimci dönüşümü, kimlik ve kültür üstünden inşa etme savunusuyla ekonomik olmaktan çok, ekoloji hareketi gibi yeni toplumsal hareketlerle benzerlik gösterir. Ayrıca otonom, hiyerarşi karşıtı ve tabana dayalı olma gibi özellikleriyle de yeni toplumsal hareketlerle benzer noktalara değinir.

IWW’nin işçi mücadelelerinde kullandığı eylem, sabotaj, yavaşlatma, planlı verimsizlik gibi bir dizi taktik, ekoloji hareketi içinde kullanılır bir hal aldı. IWW’nin daha önceki başka toplumsal hareketlerle teması (IWW özellikle ırka dayalı ayrımcılıkların yaşandığı endüstriyel şehirlerde ırkçılık karşıtı mücadele içinde de yer aldı), ekoloji hareketiyle temasında önemli bir fayda sağladı.

İşçilerin “iş”e ilişkin karar alma süreçlerine katılımının engellenmesinin ekolojik örgütlenmeler için önemli bir engel olduğu fark edildi. İşçi kontrolü olmadığı takdirde, işçiler farkında olmadıkları sonuçları olan görevlerin yerine getirilmesi noktasında zorlandılar. Özellikle doğrudan doğa katliamı uygulayan şirketler, işçilere işten çıkarma şantajı uygulayarak işlerini zorla yaptırma teknikleri uyguluyordu. Buradan çıkarılacak sonuç, işçilerin örgütlenmesi gerektiğiydi.

Yeşil sendikalist işçi örgütü anlayışı, ana akım sendikacılığın hiyerarşik, merkezileşmiş, bürokratik yapılarını reddeder; kapitalist “iş”e karşı daha geniş bir mücadeleyi savunur. “Kapitalist iş” ekolojik tahribata yol açıyorsa işçiliğin kaldırılmasını savunmayı paradoks olarak görmez. “İş”in radikal değişimini savunur.

Ekolojiyle uyumlu bir şekilde gıda, ulaşım ya da enerji üretimini savunur. Merkezi olmayan, yerel, doğrudan demokratik çalışmalar düzenler. Yeni bir ekonomik sistemin ve karar alma sürecinin olması gerektiğini savunur.

Yeşil sendikalizm, sanayinin seri üretim tekniklerinin ekoloji ile bağdaşmayacağını düşünür. Sadece anti kapitalist olmanın, ekoloji yanlısı olma anlamına gelmediğini savunur. Kapitalist üretim ilişkilerini sona erdirmek, radikal değişimin önemli bir yönüdür. Ekolojik kaygılar ekonomi sorunundan ayrılmaz. Doğa, üretim, işyeri aynı kapsamın kavramlarıdır.

Marksizme ve sendikalizme, sadece “işçi”ye yükledikleri anlam açısından karşı çıkmaz; büyük ölçekli, merkezi, seri üretimi savundukları için de karşı çıkar. Doğaya dönüş fikrini savunan düşünce akımlarına ve derin ekolojistlerin küçük köy merkezli yaşama dönme fikirlerini reddeder. Endüstrinin toksik kalıntılarının etkisinin görmezden gelinemeyeceğini düşündüğü, endüstriye ilişkin bir hamlenin yapılması gerekliliğini savunduğu için ekoloji içerisindeki bu düşüncelerden ayrılır.

Üretici konumda bulunanların hem kültürel hem de ekoloji olmak üzere çok sayıda değişimde görev alması gerektiğini savunan yeşil sendikalizm, radikal ekolojinin artık işçileri dışlayamayacağını söyler. İşçilerin kapitalist işleyişe direnme, meydan okuma, hatta iş bırakma olanaklarını arttırmayı teşvik eden düşünce, ekolojik sınırlara saygısızlık gösteren devletlere ve onların sınırlarına da karşıdır. Devletlerin yerini biyo-bölgesel toplulukların merkezileşmemiş federasyonunun alması için mücadele eder.

Doğa ile insan ilişkileri, radikal mücadele için çok önemli ve zor sorular doğurmaktadır. Kapitalizm altında bu ilişkiler, doğanın ve emeğin metalaştırıldığı; kaynaklar ve işler şeklini aldığı biçimde sürdürülür. Yeşil sendikalizm düşüncesi ve hareketi bir yandan kapitalizmin bu ilişki biçimlerini yok etmek için uğraşırken; farklı toplumsal hareketlerin iktidar mekanizmaları ve ilişkilerine karşı nasıl dayanışma mecraları oluşturabileceğini ve daha ötesi, bütüncül bir hatta bu mücadelenin nasıl verilebileceğinin en önemli örneklerinden biridir.

Hüseyin Civan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.

The post Ekoloji Mücadelesinin Sınırlanamaz Doğası – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/06/17/ekoloji-mucadelesinin-sinirlanamaz-dogasi-huseyin-civan/feed/ 0
İklim Borsası ve Yenilenebilir Enerji – Hüseyin Civan https://meydan1.org/2019/06/16/iklim-borsasi-ve-yenilenebilir-enerji-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2019/06/16/iklim-borsasi-ve-yenilenebilir-enerji-huseyin-civan/#respond Sun, 16 Jun 2019 10:11:19 +0000 https://test.meydan.org/2019/06/16/iklim-borsasi-ve-yenilenebilir-enerji-huseyin-civan/ İklim değişikliği, iklim krizi diye anılır oldu şimdilerde. Büyük haber kanalları, gazeteler, haber siteleri, bu söylemsel değişikliğe durumun aciliyetini vurgulamak için başvurduklarını söylüyor. Bu aciliyetli durumu şöyle tarifleyelim; canlı türlerinin yaşamını sürdürmekte oldukları ekosistemlerin yapısının bozulması, bununla birlikte bitki ve hayvan türlerinde azalma, canlı yaşamını etkileyecek aşırı sıcaklar, yağışların az olduğu dönemde kuraklık, çok olduğu […]

The post İklim Borsası ve Yenilenebilir Enerji – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

İklim değişikliği, iklim krizi diye anılır oldu şimdilerde. Büyük haber kanalları, gazeteler, haber siteleri, bu söylemsel değişikliğe durumun aciliyetini vurgulamak için başvurduklarını söylüyor.

Bu aciliyetli durumu şöyle tarifleyelim; canlı türlerinin yaşamını sürdürmekte oldukları ekosistemlerin yapısının bozulması, bununla birlikte bitki ve hayvan türlerinde azalma, canlı yaşamını etkileyecek aşırı sıcaklar, yağışların az olduğu dönemde kuraklık, çok olduğu dönemde sel gibi durumlar yani yağış dengesizlikleri, yağış ritminin bozulmasına bağlı olarak besin üretiminde aksaklıklar, canlı kırımına yol açacak hastalıkların artması…

Tüm bunlar konuşulurken çözüm için tek mecra gözükmektedir! Paris Anlaşması…

İklim Krizine Çözüm: Gaz Borsası

Küresel iklim krizine karşı anlaşmalar, temel olarak sera gazı salınımını azaltmaya yönelik yapılmaktadır. Sera gazı salınımları, endüstrileşme oranı yüksek olan devletlerle ilgilidir. Salınımın azaltılmasına yönelik önlemler, uluslararası toplantılarla karara bağlanır. Uzun bir süredir gündemimizde olan Paris Anlaşması da bu türden bir anlaşmadır.

Bu anlaşmanın öncüsü olan Kyoto Protokolü de benzer nedenle devletlerin iklimi konuşmak üzere toplandığı mecraydı. İklim gündemiyle devletlerin toplanması bundan çok daha önce başlar. 1972’de Stockholm’de düzenlenen BM “İnsan Çevre Konferansı”, 1979 Birinci Dünya İklim Konferansı, 1988 Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, 1992 Rio Yeryüzü Zirvesi…

Fosil yakıt tüketiminin küresel çapta yarattığı tehditlerin ciddi çıkmazlara girmesinin ardından, dünyadaki ‘hava kirliliğinin’ yani salınan zararlı gazların emisyonundan doğan tahribatın telafisi için 1997’de Kyoto’da bir toplantı gerçekleşti.

Kyoto Protokolü’yle sera etkisine neden olan gazların salınımının 1990’daki düzeye düşürülmesi hedeflendi. Ancak bu protokol sekiz yıl sonra yürürlüğe girdi. Bunda devletlerin imza atma noktasındaki isteksizlikleri, imza geciktirmeleri hatta imza atmamaları etkili oldu. Öte yandan, protokol imzacısı olan ya da olmayan devletleri bağlayıcı herhangi bir üst merci bulunmadığından imzacı olmak ya da olmamak mesele değildi!

Kyoto Protokolü devletlere (dolayısıyla bu devlet sınırları içerisindeki şirketlere) zehirli gaz salınımı sınırlaması getiriyordu. Bunun anlamı şuydu; sınır dolana kadar doğaya zarar verebilirsin! Dahası sınır dolmadığı takdirde, bu kotayı başka devletlere satabilirsin! Yeni bir ticaret açığa çıktı: zehirli gaz ticareti! Yani doğaya verilen zararı konu edinen protokol karbon ticareti, yenilenebilir enerji vb. yöntemlerle doğayı bir pazar haline getirerek bütün bir doğanın metalaşmasını çare olarak sunan bir mekanizmaya dönüştü.

Sistemin mevcut “sınırsız” üretim ve tüketiminden vazgeçmek yerine sınırsız bir şekilde kâr etmek için ‘temiz havayı satmayı’ çözüm olarak sunan bu sistem, uluslararası karbon ticareti hamlesiyle doruk noktasına ulaşmıştır. Kuruluşunda ilk olarak taraf devletler açısından kendi mevcut emisyon salınımlarının 1990’daki oranlarından en az %5 oranında azaltıma gidilmesi yönünde bir yükümlülük veren Kyoto protokolü, ABD’nin araya girerek devletlerin yükümlülüklerinin icrası konusunda ‘esnekliklere’ gereksinim duyulduğunu belirtmesinin ardından, “kolaylaştırıcı” maddelerin devreye girmesiyle şekil değiştirmişti.

Bu arada, bu zehirli gaz ticaretine girebilmek için protokole imzacı olmaya gerek dahi yoktu. İmzacı olmayan devletlerin de yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği programlarının geliştirilmesi veya birleştirilmesi amacıyla yatırım yapabileceği ve yatırım yaparken iş dünyasının, STK ve bireylere kadar ilgili her kesimin karbon denkleştirme amacı ile katılım sağlayabileceği bir yöntem olarak “Gönüllü Karbon Piyasaları” oluşturulmuştu!

Paris Anlaşması

Küresel İklim Krizi’ni dillendirenlerin, çözüm olarak Paris Anlaşması’nı işaret edenlerin görmezden gelemeyeceği gerçeklik; Kyoto Protokolü’nün başarısızlığıdır. İklim adaleti talep edenlerin, “yokoluş isyanlarında” bulunanların, iklim grevcilerinin bu anlaşmaların şirketler ve devletler için karlı bir mecraya dönüşmesini konuşmadan bu durumu eleştirmeden girişecekleri anlaşmanın imzalanması yönünde “sivil baskı” çabalarının nereye hizmet edeceği açıktır; zehirli gaz piyasalarına… Bu “eylemlerin” hedefine devlet ve şirketleri alamayacağı açık bir gerçekliktir.

Daha ötesi de var. Bugün “yenilenebilir enerji”nin kapitalizmin yeni bir sektörü haline döndüğü, yenilenebilir enerji şirketlerinin eko ya da doğa dostu ön sıfatlarla kurulacak yeni BP, Shell, ExxonMobil, Chevronlar olacağı açık bir gerçekliktir. Kaldı ki bahsi geçen fosil yakıt şirketleri bu yeni sektörün en önemli aktörleri konumundadır.

Neyin ihtiyaç, neyin kapitalizmin ve devletlerin daha fazla kar etme politikası olduğunun iyice belirginleşmesi gerekmektedir. Şu gerçekliği görmeden enerji şirketlerinin yarattığı bu muğlaklıktan kurtulamayız: Küresel İklim Değişikliği, yenilenebilir enerji şirketlerinin kendi STK’ları eliyle yürüttükleri bir lobicilik faaliyetidir. Bu iklim ve dolayısıyla doğanın içerisinde bulunduğu durumu es geçmek değildir. Bu 1800’lerde Paul Ehrlich’in yaptığı iklim değişikliği tespitin neden uzun bir süre bu “duyarlı” çevreler tarafından görülmediğini sorgulamaktır.

İhtiyaçların doğayla uyumlu bir şekilde karşılanması noktasında üretim-tüketim-dağıtım ilişkileri, devletler ve şirketlerden bağımsız bir şekilde örgütlenmezse içinde bulunduğumuz krizlerden ve kıyametlerden daha yıkıcı bir senaryoyla karşılaşmak şans meselesi değildir. Doğa üstündeki en büyük tahakküm olan devlet ve kapitalizm hedef alınmadığı takdirde; Stockholm, Rio, Kyoto, Paris…

Hüseyin Civan

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. saysında yayınlanmıştır.

The post İklim Borsası ve Yenilenebilir Enerji – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/06/16/iklim-borsasi-ve-yenilenebilir-enerji-huseyin-civan/feed/ 0
Kızılcaköy’de Saldırılara Rağmen Direniş Sürüyor https://meydan1.org/2018/12/05/kizilcakoyde-saldirilara-ragmen-direnis-suruyor/ https://meydan1.org/2018/12/05/kizilcakoyde-saldirilara-ragmen-direnis-suruyor/#respond Tue, 04 Dec 2018 21:44:20 +0000 https://seninmedyan.org/?p=45758 Aydın’ın Efeler ilçesine bağlı Kızılcaköy Mahallesi’nde kurulması planlanan Jeotermal Elektrik Santrali (JES) için köylüler direnişi sürdürüyor. JES kurulacak alanın çit ile çevrilmeye başlandığının bilgisini alan köylüler, şirket yetkililerinin güvenliği için bölgeye sevk edilen jandarma ekipleri ile karşı karşıya geldi. 110 günü geçkin süredir JES nöbeti tutan Kızılcaköylüler 38 dönümlük bir arazide kurulması planlanan JES için […]

The post Kızılcaköy’de Saldırılara Rağmen Direniş Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Aydın’ın Efeler ilçesine bağlı Kızılcaköy Mahallesi’nde kurulması planlanan Jeotermal Elektrik Santrali (JES) için köylüler direnişi sürdürüyor. JES kurulacak alanın çit ile çevrilmeye başlandığının bilgisini alan köylüler, şirket yetkililerinin güvenliği için bölgeye sevk edilen jandarma ekipleri ile karşı karşıya geldi.
110 günü geçkin süredir JES nöbeti tutan Kızılcaköylüler 38 dönümlük bir arazide kurulması planlanan JES için şirket tarafından hazırlıkların başladığı bilgisini alan mahalleli çeşitli engellemelere rağmen soluğu çalışmaların yapıldığı arazide aldı. Şirket çalışanlarının karşısına çıkan halk jandarmanın barikatı ile karşılaştı.  Köylüler firma yetkililerinin gitmesini istedi.

Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu çıkmadan yapılan çalışmanın yasaya aykırı olduğunu belirten köylü ile şirket yetkilileriyle tartıştı. Jandarma JES’e karşı direnen köylülere saldırdı. Jandarmanın saldırısı 3 kadın çeşitli yerlerinden yaralandı. Askerlerin itmesi sonucu ayaklar altıda kalan Kızılcaköylü bir kadın da bayıldı.

Özellikle kadınların ön planda olduğu direnişte jandarma köylüleri ‘yapacak bir şey yok’ diye ikna etmeye çalışırken, sayıları her geçen an artan köylüler ise topraklarında JES istemediklerini, kuyu açılmasına izin vermeyeceklerini dile getirdi.

 

The post Kızılcaköy’de Saldırılara Rağmen Direniş Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/12/05/kizilcakoyde-saldirilara-ragmen-direnis-suruyor/feed/ 0
21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Yaşam İçin Yetersiz Bakiye – İSTANBUL BÜYÜKŞEHiR BELEDiYESi https://meydan1.org/2018/11/08/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-yasam-icin-yetersiz-bakiye-istanbul-buyuksehir-belediyesi/ https://meydan1.org/2018/11/08/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-yasam-icin-yetersiz-bakiye-istanbul-buyuksehir-belediyesi/#respond Thu, 08 Nov 2018 17:51:51 +0000 https://test.meydan.org/2018/11/08/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-yasam-icin-yetersiz-bakiye-istanbul-buyuksehir-belediyesi/   Geçtiğimiz günlerde Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından yayınlanan bir rapor, iklim değişikliğinin ne boyutta olduğunu bir kez daha hatırlattı bize. Bir kez daha hatırlattı, çünkü buna benzer raporlar farklı zamanlarda yayınlanıyor ve gündemde en azından bir süreliğine de olsa tartışılıyor. 700 sayfalık bu rapor, 6000 bilimsel yayın incelenerek 1000 bilim insanına hazırlatıldı. Bu […]

The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Yaşam İçin Yetersiz Bakiye – İSTANBUL BÜYÜKŞEHiR BELEDiYESi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Geçtiğimiz günlerde Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından yayınlanan bir rapor, iklim değişikliğinin ne boyutta olduğunu bir kez daha hatırlattı bize. Bir kez daha hatırlattı, çünkü buna benzer raporlar farklı zamanlarda yayınlanıyor ve gündemde en azından bir süreliğine de olsa tartışılıyor. 700 sayfalık bu rapor, 6000 bilimsel yayın incelenerek 1000 bilim insanına hazırlatıldı. Bu raporun sansasyonel tarafı, insanlık için son 12 yıla girildiği vurgusuydu. Raporda, eğer böyle devam ederse 2030’a kadar sıcaklığın 1,5°C yükselecek olmasının ve sonucunda küresel iklim değişikliği kaynaklı çok farklı olumsuz sonuçların oluşabilme ihtimali üzerinde duruluyor. Yani ekosistemin geri döndürülemez tahribatı…

İşte böyle bir süreçte, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, geri dönüşüm kapsamındaki yeni icadı “Akıllı Geri Dönüşüm Konteynırları”nı halka arz etti! Atık pet şişe ve alüminyum içecek kutularını, bu akıllı konteynırlara atan her İstanbulkart kullanıcısının kartına para yükleyecek mekanizma, yükleme sayısı fazla olanlara bedava tiyatro bileti ve indirimli yemek gibi fırsatlarda sunacak!

Enerji israfını ortadan kaldırmak ve geri dönüşüm kültürünü yaygınlaştırmak amacıyla ürettiği bu “dahiyane” projeyle İBB, iklim değişikliği noktasında sorumluluğunu yerine getirmiş! İBB özel şirketlerinden İstanbul Bilişim ve Akıllı Kent Teknolojileri A.Ş. tarafından üretilen konteynırlar, bugün isminde ekoloji ve çevre geçen birçok dernek, oluşum, vakıf tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. İBB çevre dostu ve enerji israfını önleyici bu projesiyle övgü üstüne övgü aldı. Yılın en iyi çevre projesi ödülüne aday oldu!

Ancak burada söz konusu kurum İBB. Ekolojik açıdan değerlendirmek bir kenara, çevre konusunda en ufak bir duyarlılığı bulunmayan, olması da beklenmeyen İBB, bu projeyle gerçekte ne hedefliyor?

Ekolojik Talan Denince Akla?

Yeni dönem ve eski dönem fark etmeksizin, başa geçen başkanlar ayırt etmeksizin İBB’nin ekolojiyle arası pek de iyi olmadı! İstanbul’un farklı yerlerinde “çevre düzenlemesi” adı altındaki uygulamalarıyla, yeşil fobisini açık bir şekilde göstermekten imtina etmeyen İBB’nin, çok da uzak olmayan geçmişte yaptıklarına bakarak ekolojiden ne anladığını görebiliriz.

Bugün “doğa”nın tahribatını engellemeye yönelik projeler geliştiren İBB; Cihangir Roma Parkı’ndaki İBB Sosyal Tesis İnşaatı’ndan Maçka Parkı Tüneli projesine; Aşiyan Parkı’na yapılması planlanan füniküler inşaatından Validebağ Korusu’nun imara açılmasına birçok projenin planlayıcısı ve yeşil alanın yıkıcısı konumunda.

2017’de Fenerbahçe sahilini, kendi özel şirketlerine peşkeş çekeceği sosyal tesisler açarak talan etme projesi, 2016’da başlayan yankıları hala süren ve “ÇED gerekli değildir” kararı verilen Kabataş Martı Projesi, 2018’de Kuzguncuk Mahallesi’ni kentsel dönüşüm alanı ilan eden proje, yine 2018’de Küçükçekmece Gölü’nün etrafında 240 futbol sahası büyüklüğünde alanın imara açılmasını öngören proje… Bunlar, İstanbul’da ekolojik talan denildiğinde akla ilk olarak İBB’yi getiren projelerden sadece birkaçı.

Bu projelerle hedeflenen sadece “iş yapan” belediye imajı değil tabi ki. İBB bünyesindeki şirketler aracılığıyla doğanın talanı projelerinden yakın akraba ve eş, dost kayırmacılığını da hedefliyor. İstanbul’un dört bir yanını delik deşik eden Metro İstanbul A.Ş, İstanbul’un herhangi bir yerini imara açmak noktasında İBB’nin hiçbir sıkıntı çıkarmadığı -İstanbul’un TOKİ’si- KİPTAŞ, ormanlık arazilerden kırpılarak genişletilen yolları yapan İsfalt, İstanbul’daki içme suyunu şişelemede tekel haline gelecek Hamidiye A.Ş… Kurucuları, mütevelli heyetleri, dağıtım şirketleriyle devlet hazinesinden ayrılan payları hukuka uygun bir şekilde hesaplarına geçiriyor.

Pendik Sahili’nde 603 bin metrekarelik 3 yapay ada için dolgu çalışmaları; onbinlerce ağaç kesilerek Belgrad Ormanı’nın içinden demiryolunun geçirileceği düzenlemeler; ÇED raporuna gerek görülmeyen, 4,5 km deniz içerisine girilerek inşa edilen ve inşaat süresince dolgu malzemesi olarak inşaat ve hafriyat atıklarının kullanıldığı Maltepe ve Yenikapı Sahil alanları İBB’nin doğaya etkisinin ne olduğunu unutanlar için ufak bir hatırlatma.

Özellikle son birkaç aydır işçilere yönelik katliam, sömürü ve sağlıksız çalışma koşullarıyla gündeme gelen 3. Havalimanı; aynı hat üzerinde 3. Köprü ve Kuzey Marmara Otoyolu ile Kuzey Ormanları’na yönelik katliam projelerindeki belirgin rolü İBB’nin gözden kaçmasına izin vermiyor. Sözde ulaşım sorunları, trafik vb. sorunları ortadan kaldırmak üzere gerçekleştirilen tüm bu projeler, İstanbul’un son oksijen kaynağı konumunda bulunan Kuzey Ormanları’nın, orada yaşayan birçok varlığın ve İstanbul’un son tarım alanlarının katledilmesini, yeni yapı alanlarına döndürülmesini hedefliyor.

İBB’nin ekolojik talanları sadece yeşil alanların katledilmesi, denizin doldurulmasıyla sınırlı değil. İki sene önce yoğun bir şekilde gündeme gelen Sarıyer Kısırkaya’daki hayvan toplama merkezinde gerçekleşen hayvan kısırlaştırma ve katliamları bu ekolojik yıkımın farklı boyutlarını gözler önüne seriyor.

Rant ve yağma denilince İstanbul’da ilk akla gelen yıkım ve buna karşı çıkış 2013 yılında Taksim Gezi Parkı’nda gerçekleşen büyük isyandı. İBB bu sürecin baş yıkıcı aktörlerinden birisiydi. O dönemin “gezici”leri olup da şimdi İBB’nin yaratıcı projelerini ayakta alkışlayanlara hatırlatalım; Taksim Gezi İsyanı’nın 4. yıl dönümünde de yağma ve rant için İBB elinden geleni ardına koymadı. Koruma Kurulu Beyoğlu’nda İBB tarafından yetkisiz bırakıldı. Yani Gezi Parkı’nı AVM’ye dönüştürecek proje, İBB eliyle gerçekleştirildi.

Doğa Talanının Yeni Adı; Çevre Yönetimi

Kapitalist sistem içerisindeki her meselede olduğu gibi, yaratılan olumsuzluklar görünmez kılınmak amacıyla farklı terimlerle yeniden ifade edilir. İnsanları yaşadıkları yerden edip evleri yıkacak mısınız, bunun ismi yerinden dönüşüm; yeşil alan talan edilip yerine kar amaçlı bir tesis mi kurulacak, bunun ismi çevre düzenlemesi…

Özellikle kamu yönetiminde çevreci ya da ekoloji temelli eleştirilerden kaçınmak için sık kullanılan bir kavram da çevre yönetimi. Çevre yönetimi; çevre koruma, atık maddeleri değerlendirme, peyzaj, alternatif enerji kaynakları üretimi gibi birçok alana odaklanan bir yönetim organizasyonudur. Çevre yönetimi adı altında bir yandan ekolojik talan yapılırken bir yandan da bu talandan kar elde edilir.

Farklı coğrafyalarda bu işi yerel yönetimler “Çevre Yönetimi” şirketlerine verebildiği gibi, kendileri de bu iş için şirketler kurabiliyor. Onlardan birisi İBB. Çevre hizmetleri adı altında açtığı dört şirketle, kısa ve uzun dönemli projeler devlet korumasında gerçekleştiriliyor, bir yandan da bu şirketlerin ilişkili olduğu “büyük aile” zenginleştiriliyor. Tam bir kazan-kazan durumu.

İBB’nin “çevre” hizmetleri; İGDAŞ, İstanbul Enerji, Ağaç A.Ş., İSTAÇ gibi kendi şirketlerine emanet. Bu kapsamda, yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji üretimi, RES, HES, JES, güneş enerjisi üretimi, petrol ve gaz alımı, atık maddeleri değerlendirme, peyzaj ve çevre düzenlemesi gibi başlıklarda etkinlikler öngörülüyor. 2014 tarihli bir istatistikle, sadece çevre düzenlemesine İBB’nin, 2010-14 yılları arasında 313 Milyon lira harcadığı ortaya çıkmıştı. Peyzaj bütçesi katlanarak artıyor.

Geri Dönüşüm Doğanın Tahribatını Engelleme Yöntemi Değil, Kapitalizmin Bir Sektörüdür

Açıkça vurgulamakta yarar var, geri dönüşüm kapitalist sistem içerisinde büyük bir sektör. İBB de bu durumun farkında ki, sadece bu alanda etkinlik göstermesi için İSTAÇ gibi bir şirketi var. Yeşil pohpohlanmalar dışında, İBB’nin akıllı konteynırları ile doğa temelli bir proje amaçladığını düşünmek en basit tabirle saflıktır. İstanbul’da günlük ortalama 17 bin ton evsel atık ortaya çıkıyor. Bu atıklardan sadece 6 bin tonu, İBB’nin çöp toplama ve geri dönüşüm merkezlerinden işleniyor. İBB gözünü toplayamadığı 11 bin tona dikmiş durumda. Neden mi? Hem toplama işini yapan İSTAÇ, hem de toplananları değerlendirecek şirketleri aracılığıyla para kazanmak istiyor. Tüm bu parayı kazanırken de modern dünyanın “yeşil trendi”nin gerisinde kalmamış olmak….

Her şeye rağmen, akıllı konteynırların güzel proje olduğunu düşünenler için geri dönüşümün, yenilenebilir-sürdürülebilir enerji projelerinin bir parçası olduğunu hatırlatalım. Kapitalizmin sömürüsünü daha uzun erimli sürdürebilmek için geliştirdiği çevreci yöntemlerden biri olan geri dönüşüm, doğanın ve yaşamın sürdürülebilmesi için öne çıkarılan bir yöntem değildir.

Geri dönüşüm, kullanılanların tekrar tekrar kullanılabilirliği ve hatta yeninin üretimine gerek kalmayacağı yanılsaması oluşturarak vicdanları rahatlatmaya odaklanır. Ancak geri dönüşüm, bir malzemenin bir başka malzemeye dönüşmesini sağlar. Geri dönüşüme sokulan pet şişe, kağıt, ambalaj en fazla iki defa gerçekleşecek dönüşüm sürecinin sonunda geri dönüşümü olmayan kirliliğe sebep olur. Geri dönüşüme sokulan malzemeler daha az ağacın kesilmesine, daha az plastiğin kullanılmasına ya da bunları üretirken kullanılan enerjinin azalmasına yol açmaz. Sonsuz tüketim odaklı kapitalist üretimde, üretimin azalması ya da daha az enerji kullanımı aslında sadece bir hikayedir.

Doğadaki tahribat, kapitalist üretim-tüketim döngüsü ile ilişkilidir. Tüketim odaklı bir işleyişte, ne yenilenebilir ne sürdürülebilir ne de geri dönüşümlü bir üretim sürecinden bahsedilebilir. Geri dönüşüm, bu döngüyü sahte duyarlılıklar yaratarak meşrulaştırır. Bu sahte duyarlılık, bireyin bu döngüyü sorgulamamasına yol açar. Örneğin, plastik şişeyi geri dönüşüme sokarak çevresini temiz tutan kişi, ne suyun şişelenmesini ne de bu suyu şişelemek için kullanılan plastiğin üretimini umursar. Geri dönüşüme sokulan malzeme ne kadar hızlı gözlerden uzaklaşırsa, sorgulama ihtimali o kadar azalır.

Geri dönüşümde olduğu gibi, kapitalist sistemin içinde yaşamı yok etmeyen hiçbir yöntem yoktur. Çevreci alternatiflerin tamamı, kapitalizmin sürdürülebilmesine odaklanır. İBB’nin sadece son örnekte olduğu gibi “çevre dostu” uygulamaları bunun açık bir ispatıdır. Geri dönüşüm ve benzeri alternatif yöntemlere yüzlerini dönenler, bu yöntemlerin şimdilerde neden İBB gibi kurumlarca yürütüldüğünü iyi görmelidir. İBB benzeri devlet kurumlarının da, çevreci görünüşlü şirket ve STK’ların da bu hamleleri, ekoloji için yetersiz bakiyedir. Mesele denizlerin, ormanların, gökyüzünün, ekosistem içerisindeki canlıların, iklimin yani birçok ekolojik denklemin kapitalist üretim-tüketim ilişkileri sebebiyle yok edildiğinin fark edilmesiyle ilgilidir. 2030’dan önce değil, acilen anlamamız gereken şey işte tam da budur.

Merve Arkun

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 47. sayısında yayınlanmıştır.

 

The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Yaşam İçin Yetersiz Bakiye – İSTANBUL BÜYÜKŞEHiR BELEDiYESi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/11/08/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-yasam-icin-yetersiz-bakiye-istanbul-buyuksehir-belediyesi/feed/ 0
Tünel ve Yol İnşaatı Dereyi Beyaza Boyadı https://meydan1.org/2018/11/05/tunel-ve-yol-insaati-dereyi-beyaza-boyadi/ https://meydan1.org/2018/11/05/tunel-ve-yol-insaati-dereyi-beyaza-boyadi/#respond Mon, 05 Nov 2018 17:38:42 +0000 https://seninmedyan.org/?p=44972   Rize ve Çevresinde devam eden tünel ve yol inşaatlarının Çiftekavak Deresi’ni kirleterek dereyi beyaza boyadığı ortaya çıktı Rize’de 10 mahalleden geçen Çiftekavak Deresi’nin Bölgede yapımı süren yol ve tünel inşaatı atıklarının dereye bırakılması yüzünden kirlendiğini adeta beyaza boyandığı görülüyor. Yöre sakinleri ise bunun nedeninin çevrede devam etmekte olan inşaatlar olduğunu dillenlendirdiler: “Dere yüzeyi bembeyaz oldu. Bizim deremizdeki […]

The post Tünel ve Yol İnşaatı Dereyi Beyaza Boyadı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Rize ve Çevresinde devam eden tünel ve yol inşaatlarının Çiftekavak Deresi’ni kirleterek dereyi beyaza boyadığı ortaya çıktı

Rize’de 10 mahalleden geçen Çiftekavak Deresi’nin Bölgede yapımı süren yol ve tünel inşaatı atıklarının dereye bırakılması yüzünden kirlendiğini adeta beyaza boyandığı görülüyor.

Yöre sakinleri ise bunun nedeninin çevrede devam etmekte olan inşaatlar olduğunu dillenlendirdiler: “Dere yüzeyi bembeyaz oldu. Bizim deremizdeki taşlar simsiyah olmuş. Yapılan çalışmalardan çıkan bütün atıkları dereye atıyorlar. Bu derede artık ne bir balık yaşar ne de bir varlık yaşar. Kokudan artık rahatsız oluyoruz. Biz bu dereden su içer abdest alırdık. Şu an öyle bir şansımız yok.”

The post Tünel ve Yol İnşaatı Dereyi Beyaza Boyadı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/11/05/tunel-ve-yol-insaati-dereyi-beyaza-boyadi/feed/ 0