empati – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Thu, 01 Mar 2018 15:37:51 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Kafamızın İçinde Ne Var? – Özlem Arkun https://meydan1.org/2018/03/01/kafamizin-icinde-ne-var-ozlem-arkun/ https://meydan1.org/2018/03/01/kafamizin-icinde-ne-var-ozlem-arkun/#respond Thu, 01 Mar 2018 15:37:51 +0000 https://test.meydan.org/2018/03/01/kafamizin-icinde-ne-var-ozlem-arkun/ İnsan beyni -birçok canlıda olduğu gibi- görmeyi, duymayı, hissetmeyi, hatırlamayı, konuşmayı, tepki vermeyi ve daha birçok yaşamsal fonksiyonu kontrol eden bir organ. Günümüzde bunu biliyoruz ama bunu bilmek bize yetmiyor. Aslında beyin ve “insanın kafasının içinde ne olup bittiği” hep bir merak unsuru olmuş. Yontma taş devrinde bile obsidyen, çakmaktaşı ya da kemikten yapılan kesici […]

The post Kafamızın İçinde Ne Var? – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

İnsan beyni -birçok canlıda olduğu gibi- görmeyi, duymayı, hissetmeyi, hatırlamayı, konuşmayı, tepki vermeyi ve daha birçok yaşamsal fonksiyonu kontrol eden bir organ. Günümüzde bunu biliyoruz ama bunu bilmek bize yetmiyor.

Aslında beyin ve “insanın kafasının içinde ne olup bittiği” hep bir merak unsuru olmuş. Yontma taş devrinde bile obsidyen, çakmaktaşı ya da kemikten yapılan kesici aletlerle insanların kafataslarının kesilerek beyin ameliyatları yapıldığı düşünülüyor. Bilinen en eski beyin ameliyatının 12 ya da 13 bin yıl önce gerçekleştiği söyleniyor.

Özellikle akıl çağı ve rasyonelliğin yükselişiyle beraber insan beyni de bir araştırma nesnesi olarak çokça kesilip biçilip incelenmeye başlanmış. Önceleri savaş alanlarından toplanan beyinler incelenmiş, Fransız Devrimi’nin ardından ise “araştırmacılar” giyotinle “taze” kesilen kafaları meydanlardan toplar olmuşlar. Elbette bu dönemlerde incelenen beyinler -savaş alanlarında erkekler bulunduğu için- hep erkek beyinleri olmuş.

Başlarda çakmak taşlarıyla incelenen beyin, teknolojinin gelişmesiyle birlikte, çalışırken bile görüntülenebilir, incelenebilir hale geldi. Araştırma teknolojileri değişse de incelenen beynin cinsiyeti 1970’lere kadar değişmedi. Kadın beyni çok rağbet görmedi. Boyutunun küçük olması, daha hafif olması ya da adet döneminde değişen hormonlar -dolayısıyla veriler- gibi sebeplerle, erkek araştırmacılar tarafından incelenmeye değer görülmedi.

Son 20-30 yıldır genellikle kadınların yürüttüğü çalışmalarda kadın beyni de incelenmeye ve yorumlanmaya başlandı. Bununla beraber şimdiye kadar kabul gören bazı değerlendirmeler ispatlanmaya, bazıları ise çürütülmeye başlandı. Örneğin -vücut ağırlığı gibi farklılıklar göz önünde bulundurularak yapılan hesaplamalarda bile- kadın beyninin erkek beynine oranla neredeyse %9 daha küçük olduğu doğruydu. Ne var ki beyindeki hücre sayıları erkek ve kadında aynıydı. Yani kadınların kafataslarının içinde, beyin hücreleri daha yoğun ve sıkıştırılmış olarak bulunuyordu. Böylece 19. yüzyıl boyunca hakim olan “beyin hacminin zihin kapasitesi ile ilgili olduğu” görüşü tamamen çürütülmüştü.

Fark Nerede Başlıyor?

Aslında insan türünün dişisinde ve erkeğinde eşit sayıda olan otuz bin genin %1’inden daha azı cinsiyetler arasında farklılıklar gösterse de, bu küçük fark her iki cinsin “kafasının farklı şekilde” çalışmasına neden oluyor. Bu fark gebeliğin sekizinci haftasında görülmeye başlanıyor. Her ne kadar bebeğin beyin hücreleri onun cinsiyetine ait kromozomlar (erkekler için XY, kadınlar için XX) taşıyor olsa da; her iki cinsin beyni de “kadın” beyni gibi çalışıyor. Fakat 8. haftadan itibaren erkek çocuklarında salgılanmaya başlanan testosteron hormonuyla birlikte beyin farklılaşmaya, “erkeksileşmeye” başlıyor. Yine de bebeğin erkek olması tek belirleyici olmuyor. Testosteron salgısının annenin psikolojisi, beslenme biçimi, çevresel, kalıtsal nedenler gibi çeşitli nedenlerle az ya da çok olması, hatta hiç olmaması; bir erkeğin kadın beynine ya da bir kadının erkek beynine sahip olabileceği anlamına gelebiliyor.

Testosteronun devreye girmesi hafıza, konuşma, dinleme, cinsellik, saldırganlık gibi birçok konuda beynin farklılaşmasına neden oluyor. San Francisco’daki California Üniversitesi’nin Psikiyatri Departmanı’nda 1994 yılında bu alandaki ilk kliniklerden olan “Kadınlar için Duygudurum ve Hormon Kliniği”ni kuran nöropsikyatr Louann Brizendine “Kadın Beyni” isimli kitabında, kadın ve erkek beyni arasındaki farklara şöyle değiniyor:

“Beynin işitme ve dil merkezlerinde kadınlar erkeklere kıyasla %11 daha fazla nörona sahiptir. Duygu ve hafıza merkezi ‘Hipokampüs’, tıpkı konuşulan dili işlemeye ve başkalarının duygularını gözlemlemeye yönelik beyin devreleri gibi, kadınlarda daha geniştir. Bu, kadınların genel olarak duygularını ifade etmede ve duygusal olayların detaylarını hatırlamada daha iyi oldukları anlamına geliyor.”

Empati ve adalet duygusunun yer aldığı İnsula’nın yanı sıra hafıza ve duygu merkezi olan Hipokampüs’ün kadın beyninde daha büyük ve aktif olması, kadınların karşısındaki insanın çektiği acıyı kendisinde hisseder gibi hissetmesine ya da kolayca empati kurmasına yol açıyor. Bu durum erkek beyninde farklılaşıyor, çünkü erkek beyninde daha farklı bölümler gelişmiş ve daha aktif. Brizendine “Erkek Beyni” kitabının giriş bölümünde erkek beynini şöyle anlatıyor:

“Erkek beyninde fiziksel etkinlik ve saldırganlığa ayrılmış merkezler daha büyüktür. Erkeğin beyninin eş koruma ve bölge savunma devreleri hormonal bakımdan, buluğ çağından itibaren her an kullanıma hazırdır. Ast-üst ilişkisi ve hiyerarşi, erkekler için çoğu kadının sandığından daha fazla öneme sahiptir. Erkekler aynı zamanda beynin endişeyi kaydeden ve koruyucu saldırganlığı tetikleyen en ilkel bölgesinde ‘Amigdala’da daha büyük işlemcilere sahiptir. Bazı erkeklerin sevdiklerini korurken ölümüne savaşmalarının nedeni budur. Dahası, sevdikleri biri duygusal sıkıntı içinde olduğunda erkek beyninin sorun çözme ve durumu düzeltme bölgesinde derhal kıvılcım çakar.”

Gerçekler Gerçekten Gerçek mi?

Elbette yalnızca bu örnekler üzerinden kadın ve erkek beynini karşılaştırmak ya da bir kanıya varmanın bir gerçekliği olamaz. Ancak böylesi örnekler “bilimsel araştırmaların” nasıl bir kanaat yaratabileceğini görmek açısından birer veri olabiliyor. Bunlar gibi açıklamalar kadınların duygusal, erkeklerin şiddete meyilli olduğu “yargısını” güçlendirirken; bunların “bilimsel gerçekler” olduğu inanışını pekiştiriyor olabilir mi? Belli noktalarda bu durumu “kabul ederek meşrulaştıran” bir araca bile dönüşebilir mi?

Bu araştırmaların her dönemde kendi doğrularını yeniden ürettiğini aklımızda tutarak, beynin cinsiyeti üzerine yaptığı araştırmaların ardından bütün bu verilerin değişip dönüşebilirliğini tartışan Brizendine’den bir alıntıyla bitirelim: 

“…cinsiyete dayanan bu davranış biçiminin ne kadarı doğuştan gelir, ne kadarı sonradan öğrenilmiştir? Kadınlar ve erkekler arasındaki iletişim kopuklukları biyolojik kökenlere mi sahiptir?

… Ama özgür irade ve politik olarak doğru davranmak adına, biyolojinin beyin üzerindeki etkisini görmezden gelmeyi deniyoruz; kendi doğamızla savaşıyoruz… Beyin her şeyden önce yetenekli bir öğrenme makinesidir. Hiçbir şey sabit değildir. Biyoloji güçlü bir etkendir ama bizi kendi gerçekliğine hapsedemez. Bu gerçekliği aşıp, zekâmızı ve kararlılığımızı hormonların ve beynin yapısı, davranışlarımız, gerçeklik algımız, yaratıcılığımız ve genel olarak yaşantımız üzerindeki etkilerini yönetmek ve gerektiğinde değiştirmek için kullanabiliriz.”

 

Özlem Arkun

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 44. sayısında yayınlanmıştır.

The post Kafamızın İçinde Ne Var? – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/03/01/kafamizin-icinde-ne-var-ozlem-arkun/feed/ 0
Erkeklik Öldürür Kadın Yaşatır! https://meydan1.org/2018/03/01/erkeklik-oldurur-kadin-yasatir/ https://meydan1.org/2018/03/01/erkeklik-oldurur-kadin-yasatir/#respond Thu, 01 Mar 2018 11:23:47 +0000 https://test.meydan.org/2018/03/01/erkeklik-oldurur-kadin-yasatir/ Kadın olmak kolay olmadı hiçbir zaman. Nerede olursak olalım… Köylü, şehirli, doğulu, batılı, hayatlarımız hep zordu… Genç olalım, yaşlı olalım; sorumluluklar çoğu kez zorunluluk oldu bize… Evli olalım bekar olalım, dul olalım; yaşadıklarımız hep benzedi birbirine… Biz, ne kadar farklı olsak da, farklı dilleri konuşsak da, birbirimize hiç benzemesek bile, hiç birimizde farklılaşmayan bir parçamız […]

The post Erkeklik Öldürür Kadın Yaşatır! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Kadın olmak kolay olmadı hiçbir zaman. Nerede olursak olalım… Köylü, şehirli, doğulu, batılı, hayatlarımız hep zordu… Genç olalım, yaşlı olalım; sorumluluklar çoğu kez zorunluluk oldu bize… Evli olalım bekar olalım, dul olalım; yaşadıklarımız hep benzedi birbirine… Biz, ne kadar farklı olsak da, farklı dilleri konuşsak da, birbirimize hiç benzemesek bile, hiç birimizde farklılaşmayan bir parçamız vardı.

Hep aynı şeylerdi bize öğretilen. Narin, kırılgan olduğumuz söylendi bize. Ağaca çıkmak öğretilmedi örneğin, düşeriz diye. Yüzmek öğretilmedi, ayıp diye… Beceriksiz olduğumuz, akılsız olduğumuz öğretildi… Dizimizi kırıp evimizde oturmamız, çocuklarımıza annelik, kocalarımıza karılık yapmamız, elimizin hamuruyla başka işlere karışmamamız…

“Hayır” demek öğretilmedi örneğin. Söz dinlemek öğretildi; uslu kız olmamız, babamız, kocamız, abilerimiz ne derse onu yapmamız… Kavga etmek öğretilmedi; kafa tutmak, diretmek öğretilmedi. Töre ne derse boyun eğmemiz, birilerinin namusu olmamız, kaderimiz neyse razı gelmemiz, başa geleni çekmemiz…

Onların öğrettiği gibi davranmadığımızda şeytan olduğumuzu, fettan olduğumuzu, cadı olduğumuzu söylediler. Kafamıza kaktıkları ahlak öğretilerine uymadığımızda oynak, kaltak, sürtük olduğumuzu söylediler.

“Kadın”lığımızın ayıp, utanılacak bir şey olduğunu öğrettiler, bayan dediler bize. “Karı gibi” iş yaptığımızda aşağıladılar, “erkek gibi kadın” olduğumuzda takdir ettiler. Bizi erkekleştirmeye çalıştılar…

“Dişileştirmeye” çalıştıklarında ise bize bedenlerimizle ne yapacağımızı, nasıl en güzel görüneceğimizi, kaç beden olacağımızı, saçımızı yüzümüzü ne şekle sokacağımızı, kendimizi nasıl pazarlayacağımızı söylediler.

Erkekliğin öğretileri birbiri ardına sıralanırken hayatlarımız gittikçe zorlaşıyordu.

Annelerimiz, kardeşlerimiz, komşularımız, arkadaşlarımız, çocuklarımız vardı. Hepsi bize, hepsi birbirine benzeyen.

Her biri her gün aşağılanan, sıkıştırılan, kapatılan, korkutulan, sindirilen, itilip kakılan, pazarlanan, satılan, ezilen, tartaklanan, dayak yiyen, taciz edilen, tecavüze uğrayan, katledilen, bedeni parça parça edilen… Sonra yine aşağılanan, “hak etti” denilen, neden kısa etek giydiği, neden o saatte sokakta olduğu sorgulanan… Yaşadıklarında “rızası”nın olmadığını ispatlamak zorunda bırakılan… Niye o yemeği tuzsuz yaptığının, niye o adama “öyle” baktığının hesabı sorulan…

***

Biz onları çok iyi tanıyorduk, onlar bizdik. Her gün aynaya baktığımızda gördüğümüz bakıştan tanıyorduk onları, kafamızın içinde duyduğumuz seslerden tanıyorduk, boğazımızda düğümlenen yumrudan tanıyorduk.

Ve her geçen gün kendimize benzeyen başka kadınlar tanıdık. Tanıdıkça birbirimizi, birbirimizden öğrendik vazgeçmemeyi, yılmadan yeniden yeniden denemeyi.

Her attığımız adımda daha da dik durarak, başımızı öne eğmemeyi öğrendik. “Kirpiğiniz yere düşmesin” diyen kadınlar tanıdık. Kaderimize razı gelmemeyi, kafa tutmayı öğrendik.

“Hayır” demeyi öğrendik birbirimizden, “yetti be” deyip elimizi belimize koymayı öğrendik.

Kavga etmeyi öğrendik, sineye çekmemeyi… Bize öğretilenlerle kavgaya tutuştuk önce; bize yakıştırılan, üstümüze yapıştırılan ne varsa. Ve bize bunu dayatan erkeklikle, bize bunun başka türlü olamayacağına inandırmaya çalışanlarla; kendimiz için, kardeşlerimiz için tutuştuk kavgaya.

Birbirimizi tanıyorduk biz. Her birimizin yaşadıkları, herhangi birimizin yaşadıklarıydı aslında. Bu yüzden aynı dili konuşmasak da dinledik birbirimizi ve anladık. “Erkeklikten” kaçmak zorunda kaldığımızda, birimiz bir diğerine “sığınak” olduk.

Hikayelerimiz unutulsun istediler, ama biz unutmadık, dilden dile çoğalttık, hiç birimizin hikayesi yarım kalmasın diye tamamladık birbirimizle…

Birbirimize göz, kulak olmayı, birbirimizin sessizliğine ses olmayı öğrendik.

Birimiz diğerinin gözündeki bakışı gördü, birimiz diğerimizin bağırışını duydu, birimiz diğerimizin atamadığı çığlığı oldu.

Empatiyi öğrendik. Karşılık beklemeksizin birbirimizin sıkıntısına çözüm bulmak refleksimiz oldu. Kendini kurtarmanın ancak yanımızdakilerin elini tutarak mümkün olduğunu öğrendik. Birimizin hepimiz, hepimizin birimiz için olduğunu. Benlerden biz olmayı, bizi özgürleştirenin “biz olmak” olduğunu…

Biz birbirimizden, kadın olmanın ne demek olduğunu -ne daha eksik ne de daha fazla- sadece “kadın” olduğumuzu öğrendik. Kadın olmanın bizi biz yaptığını öğrendik. Biz kadındık, biz birbirimize yaşamdık.

Her gün yeniden yeniden üretilen “erkeklik”, bir başka kardeşimizi katlederken kadın anlar kadını, kadın bulur kadının derdinin çaresini, kadın kadına empati yaşatır kadını!

Erkeklik Öldürür Kadın Yaşatır!

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 44. sayısında yayınlanmıştır.

The post Erkeklik Öldürür Kadın Yaşatır! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/03/01/erkeklik-oldurur-kadin-yasatir/feed/ 0
Kung Fu’da Gözlem ve Empati Hayvanı Tekrarlamak – Deniz Benol https://meydan1.org/2016/02/11/kung-fuda-gozlem-ve-empati-hayvani-tekrarlamak-deniz-benol/ https://meydan1.org/2016/02/11/kung-fuda-gozlem-ve-empati-hayvani-tekrarlamak-deniz-benol/#respond Wed, 10 Feb 2016 22:10:38 +0000 https://test.meydan.org/2016/02/11/kung-fuda-gozlem-ve-empati-hayvani-tekrarlamak-deniz-benol/ Po, makarna restoranında çalışan bir işcidir. Po, Kung Fu’ya hayrandır. Fakat bu sanata yatkın değildir. Ancak Po, hiç beklemediği bir anda ortaya çıkan bir kehanet nedeniyle kendisini, Kung Fu’nun korkusuz beşlisinin arasında bulur. Bu korkusuz beşli, Kung Fu tekniklerinin en önemli yaratıcılarındandır. Po, göbekli bir panda; korkusuz beşli ise kaplan, turna kuşu, peygamber devesi, yılan […]

The post Kung Fu’da Gözlem ve Empati Hayvanı Tekrarlamak – Deniz Benol appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Po, makarna restoranında çalışan bir işcidir. Po, Kung Fu’ya hayrandır. Fakat bu sanata yatkın değildir. Ancak Po, hiç beklemediği bir anda ortaya çıkan bir kehanet nedeniyle kendisini, Kung Fu’nun korkusuz beşlisinin arasında bulur. Bu korkusuz beşli, Kung Fu tekniklerinin en önemli yaratıcılarındandır. Po, göbekli bir panda; korkusuz beşli ise kaplan, turna kuşu, peygamber devesi, yılan ve maymundur.

2008 yılında, bir animasyon filmi olarak yayınlanan Kung Fu Panda’da yer alan karakterler, “ah hayvanlarda Kung Fu mu yapar” dedirtebilir ve sadece bizi eğlendirmek için yaratılmış olan o şirin hayvan karakterler gibi gözükebilir.

Peki ya bu hayvanlar gerçekten Kung Fu ustasıysa?

Evet, Budist rahipler, Kung Fu‘daki birçok tekniği hayvanlardan öğrenmiştir ve insanlara gösterdikleri saygının aynısını hayvanlara da gösterirler. Bu saygı, Budist felsefenin temelini oluşturan “hiçbir canlıya zarar vermemek” öğretisinden gelir. Rahipler, saygı gösterdikleri bu canlıları gözlemlemiş ve onların nasıl kavga ettiklerini, nasıl yemek bulduklarını ve bir tehdit altındayken kendilerini nasıl savunduklarını dikkatle incelemişlerdir. Bu gözlemler sonucu, ilk olarak Kung Fu’daki beş hayvan (kaplan, turna kuşu, peygamber devesi, yılan, maymun) tekniğini oluşturmuş; sonraki zamanlarda yine hayvanları gözlemleyerek bu tekniklerin arasına leopar, kartal, kedi, ayı… gibi sayısız teknik eklemişlerdir.

Yukarıda bahsettiğimiz bu teknikleri, iki bölüm halinde sizlerle paylaşacağız. İlk bölümde ise, kaplan ve turna kuşu Kung Fu tekniklerini inceleyeceğiz.

Kaplan

Shaolin’in beş hayvan tekniğinin en önemlilerinden biri, kaplan Kung Fu tekniği olsa da teknik, 1758’e kadar bulunmamıştır. Kaplan Kung Fu tekniği, savunma sanatlarında Hong Xi-Guan ile bilinir hale gelmiştir. Hong Xi-Guan, Shaolin Kung Fu’nun 10 kaplanından biriydi ve onun geliştirdiği Kaplan Kung Fu teknikleri, bir kaplanın hırçın, atak ve korkunç tekniklerine dayanıyordu. Kaplan, bu teknikleri ya kendini korumak için ya da karşısındakini yıpratmak için kullanırdı. Hong Xi-Guan’ın ellerini kaplan pençesi gibi bükerek uyguladığı bu taktik, kaplanların ataklarında kullandığı manevralara ve güçlü pençe darbelerine dayanıyordu. Hong Xi-Guan aynı zamanda Hong Jia Kung Fu tekniğini icat etmişti ve bu teknik, Kaplan Kung Fu pençesi tekniğiyle beyaz turna yeteneklerini birleştiren bir teknikti.

Klasik Kaplan Kung Fusunda hareketler yoğunluklu olarak bir kaplanın güçlü hareketlerine dayanır. Tabi ki bu, diğer hayvan sistemleriyle de ilişkilidir; maymun, yılan, balık, aslan, ejderha ve diğerleri…

Kaplan tekniğinde hareketler basit, doğrudan ve anidir. Bu teknik, gücün iyi kullanımına odaklanır. Bu teknik için, güçlü duruş, vücut pozisyonu ve sağlam bacaklar gereklidir. Kaplan tekniğinin temel vuruşundan bir tanesi, solar plexus (diyafram) bölgesine yapılır. Diğeri ise, front kick (ön tekme) tekme vuruşudur.

Turna Kuşu

Shaolin Tapınağı’nda, karşı tarafa zarar vermek istememesinden dolayı savunma sanatlarında pek de iyi olmayan genç bir rahip vardır. Genç rahip günlük işlerini bitirince Kung Fu çalışmak yerine, dağda meditasyon yapar. Bunu her gün tekrarlayan rahip, zamanla oradaki hayvanların, özellikle de turna kuşlarının güvenini kazanır.

Rahip meditasyon yaparken, bir kaplan, rahibin yanındaki turnalara gizlice yaklaşıp saldırır. Turnalar kaçışmaya başlar. Ancak içlerinden biri kaçmaz ve garip sesler çıkartır. Kaplan sesi duyunca durur ve kaçmayan turnaya doğru bir hamle yapar. Turna kendini kanatlarıyla havaya sıçratarak kaplanın burnuna bir pençe atar, kaplan yediği darbeyle afallar ve tekrar saldırır; ancak kanatları açık ve tek bacağı yukarıda bekleyen turna kuşuna yaptığı her hamlede yüzüne bir pençe yer. Sonunda bitkin düşen kaplan, kavgayı bırakır.

Bu olayı izlerken kendisinin de tehlikede olduğunu hisseden rahip, turna kuşunun bile kendini korumanın yolunu biliyor olduğunu görünce; herhangi bir tehlikeyle herhangi bir zamanda karşılaşabileceğini ve bu sebeple de kendini savunmayı öğrenmesi gerektiğini anlar.

Turna tekniği, kazanmaya odaklı bir teknik değildir. Birçok teknik, turna tekniğinden bazı özellikler taşır. Turna tekniği, içinde çok hareket barındırmayan ve bunun gereksiz olduğunu düşünen, bilinçli olarak bundan kaçınan bir tekniktir. Kavgaya dayalı olmayan sonuçlara ve kavga kaçınılmaz olduğunda karşısındakini ısrarlı bir şekilde yıpratmaya odaklanır; karşısındaki ile mesafeyi korumaya özen gösterir ve asla sırtını dönmez.

Saldıranın aklı, sözle ya da vücut hareketleriyle karıştırılmaya çalışılır. Saldırı, en az zarar verecek şekilde karşılanmaya çalışılır.

Karşı taraftakini rahatsız edecek tokat ayak hareketleri hatta göze parmak bastırmak gibi yöntemler kullanılır. Bunlarla hedeflenen, saldıran kişinin plan ve strateji yapmasının önüne geçmek; daha basit hareketler yapmasına yol açmaktır.

Turna tekniğinin beş ana ilkesi vardır.

Sürekli hazır olma: Hiçbir şeye şaşırmamak. Her zaman, her şeye hazırlıklı olmak.

En Önemli Şey Güvenlik: Hiçbir şekilde zarar görme.

Zafer Temel Amaç Değil: Size saldıranın gücünü ona karşı kullanın; ama kazanmak için değil.

Temel Amaç Barış

Anahtar Kurtuluş: Karşınızdaki tehlike bitmeden hiçbir şekilde sırtınızı tehlikeye dönmeyin. Hızlı bir şekilde tehlikeden kurtulmaya çalışın.

Lamas Qigong

Lamas Qigong, sağlığı korumaya odaklanan Tao felsefesiyle ilgili bir sistemdir. Qigong “nefes alma ve verme işi” olarak çevrilebilir. Lamas Qigong öğrenenler, nefesin nasıl doğru bir şekilde alınıp verileceğini öğrenir. Özellikle hayvanların nefes alma hareketlerinden uyarlanarak sağlıklı kalmayı amaçlayan bir tekniktir. Fakat Çin’in yaşanan savaşlar ve çeteleşmeler nedeniyle, tehlikeli bir yer haline dönüşmesiyle beraber sağlıklı kalmak başkaları tarafından öldürülmemekle ilişkilendirilmiş ve bu sağlıklı kalma tekniği zamanla bir dövüş sanatına evrilmiştir. Lamas, bir dövüş sanatına dönüşse de sağlıkla ilgili kısım hala önemlidir.

Yazının ikinci bölümünde yılan, maymun ve peygamber devesi tekniklerini inceleyeceğiz.

Deniz Benol

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kung Fu’da Gözlem ve Empati Hayvanı Tekrarlamak – Deniz Benol appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/02/11/kung-fuda-gozlem-ve-empati-hayvani-tekrarlamak-deniz-benol/feed/ 0