fahrettin koca – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Mon, 09 Nov 2020 15:25:06 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Depremzede miyiz? Devletzede mi? https://meydan1.org/2020/11/09/depremzede-miyiz-devletzede-mi/ https://meydan1.org/2020/11/09/depremzede-miyiz-devletzede-mi/#respond Mon, 09 Nov 2020 15:25:04 +0000 https://meydan.org/?p=66352 İzmir’de 30 Ekim tarihinde gerçekleşen deprem nedeniyle, devlet kurumlarının verilerine göre 114 kişi yaşamını yitirdi, 1035 kişi yaralandı. Veya… İzmir’de 30 Ekim tarihinde gerçekleşen devlet nedeniyle, deprem kurumlarının verilerine göre 114 kişi yaşamını yitirdi, 1035 kişi yaralandı. Hangi cümlede daha çok anlam düşüklüğü var? Birçoğumuza göre şüphesiz ikinci cümlede. Neden? Çünkü birçoğumuzun bilinci, ikinci cümlenin […]

The post Depremzede miyiz? Devletzede mi? appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

İzmir’de 30 Ekim tarihinde gerçekleşen deprem nedeniyle, devlet kurumlarının verilerine göre 114 kişi yaşamını yitirdi, 1035 kişi yaralandı.

Veya…

İzmir’de 30 Ekim tarihinde gerçekleşen devlet nedeniyle, deprem kurumlarının verilerine göre 114 kişi yaşamını yitirdi, 1035 kişi yaralandı.

Hangi cümlede daha çok anlam düşüklüğü var? Birçoğumuza göre şüphesiz ikinci cümlede. Neden? Çünkü birçoğumuzun bilinci, ikinci cümlenin öznesince oluşturulmuş da ondan. Neden? Çünkü ikinci cümlenin öznesi, birçoğumuzun doğru bildiğini yanlış, yanlış bildiğini doğru yapmış da ondan.

Deprem Doğaldır, Kriz Devlettir

Deprem, herkes tarafından bir kriz anı olarak tariflenir. Gerçekleştiği an, bir kriz anıdır. Ve hiç şüphesiz, devletli toplumlarda kriz anlarında ilk önce gerçekler ölür. Devletlerce bir kriz anı haline getirilen depremlerde de bu böyledir, depremde ilk önce gerçekler ölür. İzmir depremi gerçekleştiği andan itibaren böyle oldu. Depremin ilk saatlerinde büyüklüğü bile farklı kurumlar tarafından farklı rakamlarla açıklandı. Bugün 1000 kişiye İzmir depreminin büyüklüğünü sorsak en çok 6.6, 6.7, 6.9, 7.0 olmak üzere birçok farklı cevap alırız. Bunun nedeni de elbette bu 1000 kişinin dikkatsizliği, ilgisizliği, unutkanlığı, cahilliği olmaz; devletin farklı farklı kurumları tarafından, hiçbirimizin anlamak bile istemeyeceği farklı bürokratik gerekçelerle gerçeğin bile isteye öldürülmesi olur.

İzmir depreminde yine devletin bir kurumunun verilerine göre 58 bina yıkıldı. Herhalde öldürülemeyen gerçeklerden biri bu. Öyle değilse –bu konuda bile yanıltılabiliyorsak- vay halimize…

Yıkılan binaları incelediğimiz zaman hepsinin aşağı yukarı aynı iki ilçede olduğunu görüyoruz. Ama bu inceleme üstü örtülemeyecek bir gerçeği daha gösteriyor bize. 58 binanın neredeyse her biri farklı sokak, semt veya mahallede karşımıza çıkıyor. Neredeyse bir tane bile yan yana iki bina yıkılmamış. Kilometrelerce alanı etkileyen bir deprem farklı 400-500 metrekarelik alanları –bir binanın alanının ortalama 400-500 metrekare olduğunu varsayarsak- farklı şiddetlerde etkilemiyor olsa gerek. Bu bize neyi gösterir? 58 ayrı çürüğü! Eksik malzemeyi, deniz kumunu, paslı demiri, ucuz yaşamı, kesik kolonu, rantı, talanı, rüşveti, birkaç bin lira uğruna binlerce insanın yaşamının çalındığını…

Enkaz Üzerinde Bir Bakan

Arama kurtarma çalışmalarının ilk saatlerinde ekranlarda devletin bir bakanını gördük. Onlarca kamera, mikrofon ve ışık bakanın karşısına birikmişti. Ne kadar da iyi bir bakandı bu bakan, depremin haberini alır almaz tüm programını iptal etmiş, anında olay yerine gelmişti. Acaba bakan hazretleri ne yapacaktı? Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, enkaz altındaki bir çocukla canlı yayında telefonla konuşuyordu. Enkaz altından gelen telefondaki ses imdat diye bağırıyordu. Pek yardımseverdi bakan, canını dişine takmış, o enkaz senin bu enkaz benim geziyordu. Kameralar da onunla geziyordu tabii…

Öyle fedakar bir bakandı ki, yıkıntıların üzerinde dolaşırken bir arama kurtarma görevlisinin, muhtemelen enkaz altındaki biriyle canhıraş telefonla konuştuğunu gördü. Görevliye doğru yöneldi, koronavirüs nedeniyle taktığı maskesini çıkarıverdi. Bir çırpıda telefonu görevlinin elinden aldı, enkaz altındaki kişiyle konuşmaya başladı. Yüzünü, o ana kadar arkasına aldığı kameralara doğru döndü. Sol işaret parmağını kaldırmış telaşlı ama mümkün olduğu kadar ne yaptığını bilen bir yüz ifadesiyle bir şeyler söylüyordu. Olur da gazeteciler bu anları kaçırır diye takım elbiseli bir kişi de telefonla kaydediyordu bu anları.

Televizyondaki ses maç anlatır gibi anlatıyordu: “Sayın bakan telefonu aldı. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli şu anda telefonla konuşuyor. Az önce ekranlarınıza getirmiştik, havadan incelemelerde bulunmuştu, şu anda Bayraklı’da bizzat enkazın başında kendisi…”

Bir depremde enkaz altındaki kişiyle temas kurulabilmişse, hem ne durumda olduğunu anlayabilmek hem de sakin kalabilmesi ve sağlıklı bir şekilde enkaz altından çıkabilmesi için gündelik şeylerin konuşulması, sohbet edilmesi gerektiği biliniyor. Bakanın bu konudaki bilgisi veya deneyiminin görevliden daha fazla olup olmadığını bilmiyoruz, biz bakanı sadece telefonun mikrofonuna sakin ol diye bağırırken gördük o kadar.

Bir Başka Enkaz

Günler ilerledikçe enkazlar kaldırıldı, her enkazın altından ezilenlerin yaşamları çıkarılıyor, aynı televizyonlarda “72 saat sonra gelen mucize” diye servis ediliyordu. Kriz anlarında gerçeğin öldüğünü söylemiştik. Kriz anlarında bazı kavramların anlamları da değişebilir. Örneğin mucize, “devletin rant uğruna işlenmiş bu kadar büyük bir cinayetin üzerini örtmek için ihtiyaç duyduğu şey” anlamını alıverir hemen.

Devletin suçunu örtecek mucizeye dönüşemeyenler, bir rakama dönüşüverir. 13, 58, 76, 102, 114…

Enkazlar kaldırıldıkça yeni enkazlar altında kalmaya başladık. 91 saat sonra enkazdan çıkarılan 4 yaşındaki Ayda Gezgin’in durumu iyiydi. Öyle iyiydi ki, canı köfte ayran istiyordu. Bunu da bir başka bakandan, korona krizinden tanıdığımız Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’dan öğrendik. Depremde annesi yaşamını yitirmişti Ayda’nın. Bunu bakan söylemedi bize, bunu biz öğrendik.

Milyonlarca Ayda’nın çocukluğunu, gençliğini, yaşamını çalan yüzlerce şirket hemen açıklamalar yayınladı. Biri ömür boyu eğitim masrafını karşılayacaktı, biri kıyafet. Bir zincir restoran Ayda’ya köfte ayran gönderiyoruz diye paylaşım yaptı sosyal medya hesabından. Gazeteler sayfa sayfa mucizeyi yazdı, canlı yayınlar yapıldı. O kadar gürültüden sonra, sessiz sakin babasının kucağında dün taburcu oldu Ayda. Trendyol isimli alışveriş sitesinde hediyelik ürün satışı yapan bir şirket hemencecik bir kupa bardak tasarlamış, üzerine Ayda’nın enkazdan çıkarılırken çekilmiş bir fotoğrafını iliştirivermişti. Arama kurtarma görevlisinin kocaman parmağını tutan Ayda’nın küçücük elinin yanında “Umudunu Asla Kaybetme” yazıyordu. Satılık Umut! Üstelik kargo bedava, kapıda ödeme ve iade garantisi!

Bu sıralarda envai çeşit devlet yöneticisi açıklama üstüne açıklama yapıyordu. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum Türkiye’ye sesleniyor, riskli binalarda oturmayalım diye salık veriyordu. Sıreti isminde gizli Devlet Bahçeli hiç geri kalmadı, “keşke birkaç metrekare fazla pay alma uğruna riskli binalarda oturmak tercih edilmeseydi” diye konuştu. Tercih, hani şu ipotekli, kefilli, 10 yıl geri ödemeli, %40 faizli tercih.

Enkaz Devlettir

Kaldır kaldır bitmedi enkaz. İlerleyen günlerde tamamen yerle bir olmamış bir binadaki dairesinden eşyalarını almak isteyen insanlardan asansör ücreti talep edildiğini öğrendik. Bunu bakanları gösteren televizyonlar söylemedi. Bunu bir cep telefonu kamerasının karşısında “Ben bu devlete yıllardır vergi ödüyorum. Hani nerede bu devlet? Eşyalarımı alamayacak mıyım? Vali, kaymakam, bakan neredesiniz? 65 sene yemedim içmedim vergi verdim, bir kuruş çalmadım. Nerede bu devlet? Yaşamak istemiyorum artık. Artık yeter. Ölmek istiyorum ben. Çıkıp o balkondan atlamak istiyorum.” diye isyan eden bir devletzededen öğrendik. Evet devletzededen, bize günlerdir depremzede diye anlatıp duruyorlar ama biz onun devletzede olduğunu biliyoruz. Söylediklerinden anlaşıldığı üzere o da biliyor.

Devlet nerede diye soruyordu devletzede. Devlet tam da oradaydı aslında. Kameraların karşısında, enkazın üzerindeydi. Bize çimento hisselerinin arttığını gösteren karmaşık grafiklerin; Bayraklı bölgesinde kira fiyatlarını yarı yarıya arttıran, deprem sırasında işyerini terk eden işçilerin maaşlarından kesinti yapan karanlığın içindeydi. Yarattığı enkazın tepesine çıkıp poz veren bakanın ta kendisiydi. Deprem olurken bir mağazada kıyafet deneyen bir kadının, üzerinde kıyafetle mağazadan çıkmasına izin vermeyen güvenlik görevlisine, o kadını durdurtan dürtüydü. Tepemize çöken kolonlar, vücudumuza giren kirişler, ağzımıza doluşan toz duman, ayağımızı sıkıştıran beton, tümüyle enkazın ta kendisiydi devlet. Deprem olur olmaz, gölgesini hiç eksik etmedi İzmir’in üzerinden.

Depremin Devası, Devletin Derdi: Dayanışma

Depremden sonra İzmir’in belli noktalarında dayanışma çadırları kuruldu. İzmir’de yüzlerce gönüllü, evi yıkılan devletzedelerin ihtiyaçlarını paylaşmak için stantlar kurdular. Battaniye, gıda malzemeleri, çorba, yemek, kitap, kimin elinde ne varsa, olmayanla paylaşıyordu. Aşık Veysel rekreasyon alanında depremde yaşamını yitiren Arda Baran Demir’in anısına, onun adı verilen bir kitaplık kurulmuştu. Devlet hemen dikildi kitaplığın tepesine. Polis amiri “savcıya anlatırsın bandrolsüz kitap dağıtmak nasılmış” diyerek insanları tehdit ediyordu. Polisler kitapların hepsini toplayıp kitaplığı dağıttılar.

Devlet Manavkuyu’da açılan dayanışma standlarına da uğradı tabii ki. Dayanışma malzemelerini dağıtarak toplamda 9 gönüllüyü gözaltına aldılar. Akıl alır gibi değil evet. Depremden sonra evsiz kalan insanların ihtiyaçlarını paylaşmak için gönüllülerin kurduğu dayanışma standına saldırdı devlet.

Bu kadar şeyin üzerine gerçekten insan düşünmeden edemiyor değil mi? Depremzede miyiz, devletzede mi?

The post Depremzede miyiz? Devletzede mi? appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/11/09/depremzede-miyiz-devletzede-mi/feed/ 0
1000 Maskeli DEVLET https://meydan1.org/2020/11/08/1000-maskeli-devlet/ https://meydan1.org/2020/11/08/1000-maskeli-devlet/#respond Sun, 08 Nov 2020 09:55:48 +0000 https://meydan.org/?p=66328 Devlet ne yaparsa yapsın bazılarını kendisinin meşruluğuna inandıramaz. İktidarın tüm kötülüklerin kaynağı olduğunu bilenler, her daim devlete isyanı örgütlemiştir. Devlet, iktidarını kaybetmenin korkusuyla kendisine inanmayanları sindirmek ve kendisinden taraf olmayanları yok etmek ister. Şiddet, devletin varlığının zorunlu olduğuna inananlar için devletin meşruluk iddiasını kabul etmeyenlere yönelik “meşru” bir araçtır. Devlet şiddeti karşılığını devletin militer güçleriyle […]

The post 1000 Maskeli DEVLET appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Devlet ne yaparsa yapsın bazılarını kendisinin meşruluğuna inandıramaz. İktidarın tüm kötülüklerin kaynağı olduğunu bilenler, her daim devlete isyanı örgütlemiştir. Devlet, iktidarını kaybetmenin korkusuyla kendisine inanmayanları sindirmek ve kendisinden taraf olmayanları yok etmek ister. Şiddet, devletin varlığının zorunlu olduğuna inananlar için devletin meşruluk iddiasını kabul etmeyenlere yönelik “meşru” bir araçtır.

Devlet şiddeti karşılığını devletin militer güçleriyle bir meydanda bulur; bir gecede düzenlenen operasyonda, işkencede, gözaltında, hapishanede… İlan edilen yasalarda, sıkıyönetimde, yasaklarda bulur. Kimi zamansa devletin meşruluk yalanına inananlar da devlete inanmaz olur. Bir deprem anında, bir kent yıkıldığında, milyonlarca insan açlık sınırında sabrını tükettiğinde “Devlet nerede?” diye sorar kendine. Bu zaman, devletin “kriz”idir. Yıllarca kulağına “Böyle gelmiş böyle gider.” diye fısıldadıklarının karşısında devletin maskesinin düştüğü anlardır krizler. Kurduğu sistemin meşruluğuna artık ikna edemediği toplumu şiddetle bastırmaya çalışır.

Devletin normalleştirmeye ve normalleşmeye çalıştığı bir kriz sürecini yaşıyoruz. Covid-19 vaka sayılarının gizlenmesini göz önünde bulundurduğumuzda bile krizin boyutunun ne denli büyük olduğunu anlamak zor değil. Korona Krizi, devletlerin yaşadığı ilk kriz değilse de bu denli büyük bir salgının uzun yıllar sonra ilk kez görülmüş olması, devletin içinde bulunduğu krizi yönetebilmesini daha da güçleştiriyor. Korona Krizi’nin başında sokağa çıkma yasaklarıyla kontrolü elinde bulundurduğu imajını yaratan, bu yolla toplumun kendisine olan inancını pekiştirmek isteyen devlet, normalleşme sürecinde izlediği politikalarla birçok insan için giderek zorbalıkla, adaletsizlikle örtüşür hale geldi. Meşruluk zeminini, toplumu kendi varlığının zorunluluğuna ikna ederek yaratamayan devlet bu süreçte ikinci bir yöntemi, meşruluğunu şiddetle ilan etme yöntemini daha sık kullanır hale geldi.

Homo Homini Lupus

İnsanın bencil bir varlık mı yoksa toplumsal bir varlık mı olduğu sorusu ahlak ve siyaset felsefesinin temel sorularından birisidir. Bireylerin ve toplumların gündelik yaşantıları ve ortaya çıkardığı kurumlar, bu sorulara verilen cevaplar ve tartışmalar ekseninde şekillenmiştir.

İnsanın bencil olduğu fikri, beraberce yaşamak için üst bir yapının -çoğunlukla devlet- gerekliliğini savunur. Bu fikrin ünlü savunucularından Hobbes’a göre insan sadece kendisini koruma eğilimine sahip bencil bir varlıktır. Bu varlık dünyadaki diğer bütün varlıkları kendisinin devamlılığı için bir kaynak olarak görür. Bu da her şeyi kendisi için kullanmaya çalışması ve sonucunda kendi gibi bencil olan diğer insanlarla çatışmasına sebep olur. Böylece “herkesin herkesle savaşı” başlar. Hobbes bunu söyleyerek savaş ve şiddetin, insanın temel içgüdüsü olduğu kabulüyle hareket eder. Yarattığı toplumsal düzen de haliyle devletli bir sistemdir. Yarattığı sistemin temel cümlesi de herkesin çok iyi bildiği gibi şudur: “İnsan insanın kurdudur.”

İnsanı Hobbes gibi temelden kötü ve bencil olarak görmese de insanlığın sonradan yozlaştığını düşünen Rousseau da devletsiz bir işleyişi düşünemez ve şöyle demiştir: “Bir toprak parçasının etrafını çevirerek ‘burası benimdir’ diye düşünen ve insanları kendisine inanacak kadar saf bulan ilk insan, medeni toplumun baş kurucusuydu.”

İktidarsız İlişkilerden İktidarın Tahakkümüne

Öte yandan insanın toplumsal bir varlık olduğu fikriyse üst bir yapı olmaksızın uyumun gerçekleşebileceği fikrinin ilk adımıdır. Bu uyum, ilk devletsi yapılar ortaya çıkana dek devletsiz bir yaşamı milyonlarca yıl sürdüren toplumlarda ve hemen hemen tüm coğrafyalarda hüküm süren devletlere rağmen bugün devletsiz yaşayan halklarda görülür.

Ancak devletlerin varlığı, devletsizlik düşüncesini ve devletsiz yaşamı yok edememişse de bugün mülkiyete ve otoriteye dayanan iktidar mekanizmalarının bireyler ve toplumlar üzerindeki tahakkümünü hemen hemen bütün coğrafyalarda görmekteyiz. Peki belli bir grubun, insanlığın geri kalanı üzerindeki bu tahakkümü insanlar tarafından nasıl kabul edilebildi? Devletli toplumun temel savlarını oluşturan Hobbes, Rousseau gibi filozofların düşünceleri tartışılıp kabul edildi ve öyle mi devletli topluma geçildi? Bahsedilen “toplum sözleşmesi”ni görüp de kabul eden var mı?

Hayır, sürecin böyle işlemediği çok açık. Bizler bugün iktidarların ortaya çıkışı ve örgütlenmesiyle birlikte şiddetin, zorbalığın, adaletsizliğin de sistematik şekilde toplumsal yaşamda var olmaya başladığını ve çeşitli araçlarla sürdürüldüğünü biliyoruz. İktidarların örgütlenmesi ve kurumsallaşmasıyla ortaya çıkan devletler de varlığını sağlayabilmek için hüküm sürdüğü coğrafyalarda, işgal ettiği topraklarda çeşitli araçlara başvurmuştur. Ancak bu araçların varlık amacının iktidarın varlığını korumak olmadığı aksine -tam da devletin gerekliliğini savunan fikirlere yakışacak şekilde- toplumsal düzeni korumak için oluşturulduğu yalanını uydurarak başvurduğu araçları meşrulaştırmaya çalışır.

“Bütün savaşları, dövüşemeyecek kadar korkak olan, bu yüzden kendileri adına dövüşmek için gençleri cepheye süren hırsızlar çıkarır.”

Emma Goldman

Şiddet ve onun en militer şekilde organize edilmiş hali olan ordu, devletin temelini oluşturur ve aynı zamanda onun varlığını sürdürmesi için bir araçtır.

İnsanlar arasındaki uyum ve güven ilişkileri, iktidarlı ilişkilerin toplumda yaygınlaştığı süreçte yerini güvensizliğe, uyumsuzluğa, yalnızlığa bırakmış ve devlet bu güvensizlik içinde “insanları korumak” için gerekli olduğunu iddia ettiği bir şiddet tekeli oluşturmuştur. Bu şiddet tekeli ordudur; ordunun insanları savaşta ve barışta koruyacağı fikriyse toplumun ordunun varlığının meşru olduğuna ikna olmasını sağlar.

Devletin Ordusu Kriz Anlarında da Devleti Korur

Dünya üzerindeki iktidarların hepsi tahakküm kurdukları coğrafyalarda işlerin yolunda gitmediğini fark edip de “kriz”e girdiğinde orduların aktif rol üstlendiği savaşlar krizin üstesinden gelmek, yeni krizlerle de olsa var olan gerçeklerin üstünü örtmek için işlevsel bir araç haline gelir.

Bunun örneklerinden belki de en yaygın olanı, tarihteki iki büyük dünya savaşıdır. Dünya savaşlarının ikisinde de iktidarını pekiştirmek, güç kazanmak isteyen Batı Avrupa devletleri ve Birleşik Devletler son çare olarak birbirlerine saldırmıştır; tahakkümleri altında yaklaşık üç nesil boyunca savaş borçlarını ödettikleri halkları daha yönetilebilir kılmak için düzenledikleri bu savaşlar silsilesi, dünyanın gördüğü en büyük kıyımları -soykırımlar, kitlesel açlık, atom bombaları vb.- beraberinde getirmiştir. Bunu yapmak için körükledikleri ve Samuel Johnson’un alçakların en son sığınağı olarak nitelediği vatanseverlik ve milliyetçilik akımlarının halkların isyanını durdurabileceği varsayımıyla hareket etseler de durum her yerde bekledikleri gibi bitmemiştir. Meksika, Rusya, İberya, Çin başta olmak üzere dünyanın çoğu coğrafyasında etkisi hala devam etmekte olan devrimleri durduramamışlardır. İçine düştüğü krizden çıkmak için uğraşan devletler, bu sefer de orduyu ortaya çıkan bu devrimleri bastırmak için bir araç olarak kullanmıştır; ordunun halkı koruduğu yalanının en açık haliyle görüldüğü devrim süreçlerinde devlet devrimi yaratmak için mücadele edenleri, halkı katletmiştir.

Ancak iktidarların kriz anlarında sarıldığı bir araç olarak ordunun işlevini görmek için tarihsel ve mekânsal bir yolculuk yapmaya gerek yok. İçinde bulunduğumuz coğrafyanın ve kriz halinin dünya savaşlarından -haliyle bütün savaşlardan- farkı olsa olsa “büyüklüğüdür.” Korona Krizi’ni yönetemeyen ve krizin etkileriyle baş edemeyen devlet, çareyi savaş politikalarında buldu. İşte devlet! İstatistiklerde görülmesini bile engellediği işsizlerin öfkesini bir yere yönlendirmek, umutsuzlaştırdığı gençlerin intiharını akıllardan silmek ve daha fazla gerçeğin üzerini örtmek yani içine düştüğü krizden kurtulmak için TC devleti de orduyu öne sürmekte ve yaşadığımız coğrafyada savaş atmosferi yaratmakta.

Üstelik kendini yönetemeyen ve danışıklı dövüş yapabileceği suç ortakları da bu atmosferi yaratmak için hazır. Doğu Akdeniz üzerinden kendi varlığını Avrupa Birliği için değerli hale getirmeye çalışan, bunun için “Akdeniz Polisi” olmaya hazır Yunanistan ve yıllardır halkın güvenini gittikçe kaybeden ve sokaklarındaki ateşin gecelerimizi aydınlattığı Fransa. Bu üç devlet için de Doğu Akdeniz gerilimleri vatanseverliği ve milliyetçiliği körükleyip savaş politikalarını işleterek halkların isyan tehlikesini bastırabileceklerini, herkesin gündeminde olan “adaletsizlikleri” geçiştirebileceklerini düşünüyorlar.

Yasa, Zorbalıktır

İktidarlar varlığını sürdürebilmek için bireylerin gündelik yaşamından toplumsal ilişki biçimlerine kadar yaşamın her alanını kontrol etmek ister. Bu kontrolü gerçekleştirmenin en kolay yolu, iktidarlar tarafından hazırlanan yasaların bireysel ve toplumsal olarak kabul edilmesini dayatmaktır. Yasa, iktidarların varlığını meşrulaştırırken aynı zamanda iktidarsız bir toplumsal düzenin olamayacağı kabulünü yaratır.

Hobbes’un Leviathan’ı ve Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi bu toplumsal kabulün dayanaklarını oluşturmaktadır. Yasalarla tahakküm altına alınan bireyler bunun adil olduğuna ve kendilerini kendilerinin yönettiğine inandırılmaya çalışılır. Buna inananlar için bir meclis ve bu meclisin çıkarttığı yasalardan güç alan kurumların varlığı oldukça olağan görünmeye başlar.

Ordu, devletin fiziksel gücünü oluşturur; yasa ise o gücü kullanmak için düzenlenmesi gereken metinlerdir. Yasalar gündelik işleyişin yürütülmesi için “gerekli önlemleri alarak” her şeyin iktidarların çıkarı doğrultusunda işlemesini hedefler. Şu an başkalarından duymaya alışık olduğumuz ancak aslen Rousseau’ya ait bir kavram olan “milli irade” ya da devletin eski deyimiyle “ulusal egemenlik” ancak böyle sağlanabilir.

Devletin Yasası Kriz Anlarında da Devleti Kollar

Meşruiyetini yasalardan alan devlet içinse bunların hepsi –adalet, hukuk, yasa vs..- ordudan farksızdır. Kendi iktidarını korumak ve yeniden üretmek. Halkları tahakkümü altında tutmaya devam etmek…

Her kriz gibi Korona Krizi de devletin maskesini düşürüp gerçek yüzünü gösterdi. Yasaların, iktidarların “toplumsal düzen” anlatılarından ve insanların razı olduğundan çok daha farklı olduğunu gördük. Birçoğumuz böylesi bir krizde devletlerden hayatlarını kurtarmak için gerekli koşulları var edecek yasaları bekledik. Bekledik… Ancak çıkan yasalar genellikle kısmi sokağa çıkma düzenlemeleri, eğitimin ertelenmesi, seyahat etmenin zorlaştırılmasından ibaretti. İlaç destekleri ve sağlık hizmetleri bu yasalarda yoktu. Yoksulların durumu düşünülmedi. Hastalığa yakalanıp yakalanmadığımızı test etmemiz için bile gerekli düzenlemeler yapılmadı. “Bunları yapmadılar!” dediğimizde “Devlet hangi birine yetişsin?” diyenler olabilir ancak devletin bu süreçte yaptığı şeyler elbette oldu. Mesela krizi yönetme bahanesiyle polise verilen yetkiler artırıldı. Merkeze bağlı ayrı bir polis kuvveti kuruldu. Propaganda bakanlığı farklı bir isimle de olsa faaliyete geçti. Olası “savaş” durumları için diğer devletlerden füze sistemleri alındı. Bekçilere silah kullanma, üst arama, kimlik sorma vb… yetkiler verilip onlar da iyiden iyiye polisleştirildi. Devlete ekonomik kar sağlayan yerler açıkken eğitim kurumları kapatıldı.

Bütün bu yaşananlara ve devletin özüne karşı gelen, yetkisi attırılmış polisleri ve yargı kurumlarını karşısında bulacaklarını bile bile sokağa çıkan, zulümlere karşı çıkan devrimcilere yapılan baskı da bunun sonucuydu. Devletin, gerçek yüzünü insanlara duyurmaya çalışıp gerçekleri savunan devrimcilere yönelik baskısını “adalet” için yaptığını söylemesi, bu sebepler de düşünüldüğünde şaşırtıcı değil.

Bütün Devletler Zenginler İçin

Devletin olmadığı bir düzende insanların birbirlerini köleleştirecekleri, güçsüz olanların ezileceği ve ellerinde hiçbir şeylerinin kalmayacağı bugün iktidarların en çok kullandığı ancak geçerliliğini çoktan yitirmiş olan bir düşünce. Bu anlayışa göre devlet tam da bununla mücadele etmek için oluşmuştur. Daha fazla açacak olursak bu anlayış serbest girişimin önünü açacak ve grupların tröstleşmesini, tekelleşmesini engelleyerek toplumsal ve ekonomik bir adalet oluşturacaktır.

Ancak bugün içerisinde yaşadığımız sınıflı toplum yapısında ekonominin önemli bir yere sahip olduğunu hepimiz biliyoruz ve tabi ekonomik olarak sınıflara ayrılmış toplumun iktidarların çıkarlarıyla yakın ilişkisini de. Bu ayrışma çok basit olarak açıklanabilir: Kendi hayatlarını diğerlerinin üstünden kazananlar ve kendi hayatlarını kazanmak için çalışmak zorunda kalanlar.

Tanımına göre, ihtiyaçlarımızın üretilmesini ve karşılanmasını kapsaması gereken ekonomi, iktidarların toplumsal yaşamda var olmaya başlamasıyla iktidara sahip olanların mülklerini koruma ve arttırma aracı haline gelmiştir. Bu araç kullanılırken üretim de ihtiyaç odaklı değil kar odaklı hale gelmiştir. Böyle bir ekonomik işleyişte toplumun bir bölümü ihtiyaçları oranında değil cebindeki para oranında tüketebilmektedir. Devletin adaletsizliklerden kurtulmak için adaletsiz bireyler haline gelmeyi dayattığı bu ekonomik sistemde zengin doğmayanlar “fırsat eşitliğiyle” ezilir ve daha da fakirleşir.

Devletin Ekonomisi Kriz Anlarında da Adaletsizliktir

Proudhon’un bütün mallarının çalıntı olduğunu söylediği zenginler için Korona Krizi ve sağlık problemi de daha farklı işliyor elbette. Oluşturdukları fildişi kulelerinden, bahçeli sitelerinden hiç çıkmadan hayatlarını idame ettirebiliyorlar. Ola ki virüs bulaşırsa da istedikleri zaman testlere ulaşabiliyor, sağlık hizmetinin en kalitesinden faydalanabiliyorlar. Öte yandan ezilenler ve pastadan payını alamayanlar için ise durum farklı.

Devlet Korona Krizi başladığından beri fabrikalara gitmemiz için elinden geleni yapıyor. Zenginlerin normal dönemlerde de kullanmadığı toplu taşıma araçları yine dolup taşıyor. Kriz öncesi nasıl çalışıyorsak yine aynı şekilde çalışıyoruz hatta daha da zor şartlarda, daha da riskli halde… Korona Krizi haritalarında neden işçi semtlerinin virüs dolu göründüğünü anlamak için herhangi bir açıklamaya ihtiyaç yok haliyle.

Devletin ekonomiye müdahalesi sonucu oluşan durum bununla da sınırlı değil. Bir yandan işten çıkarmaları yasaklayarak gerçeği gizlerken diğer yandan da Dardanel Ton, Vestel gibi büyük şirketlerin işçilerin çalışması için “Çalışma Kampları” kurmasına ön ayak oluyor. Bir yandan maaşlarımızdan yaptıkları kesintiler ile ödedikleri ödenekleri bir marifet gibi anlatırken bir yandan da bizi kapatmak için ekonomiyi yönlendiriyorlar. Dünyanın pek çok yerinde durum aynı. Madrid’te işçi mahallelerinde insanların sokağa çıkması yasak iken aynı mahalleden insanların zenginlere kahve servisi yapmak için bütün şehri trenle dolaşmak zorunda kalmalarında bir sorun görünmüyor.

Devlet, Kriz Anlarında da Devlettir

Devletlerin her haliyle şiddetin, zorbalığın, adaletsizliğin örgütleyicisi ve yaratıcısı olduğunu biliyoruz. Ordu, yasa, ekonomi ve daha pek çok araçla kurduğu toplumsal düzeni korumaya çalıştığını görüyoruz. Sosyal, biyolojik, ekonomik, psikolojik olarak her birimizin krize sürüklendiği bu sürecin aynı toplumsal düzenle ilişkili olduğunu görmemiz ise çok zor değil. Çünkü artık reddedilemeyecek kadar açık işliyor bir şeyler… Tarihteki nice kriz anı gibi bugün de devletlerin içine düştüğü ve düştükçe bizi de içine çektiği kriz onlar için “korkutucu”. Her an bu krizin altında ezilenler “Artık yeter!” diyebilir, her an bir şeyler iktidarların kontrolünden çıkabilir.

Bize gelince… Tabi ki her birimiz bu krizi en ağır şekilde deneyimliyoruz ve yaşamlarımız için endişeliyiz. Ancak bugün yaşadıklarımızı yarın unutmayarak bir şeyleri değiştirmeye başlayabiliriz.

Devletin her kriz anında olduğu gibi bugün bir kez daha düşen maskesinin ardında gördüğümüz yüzü unutmayalım. Çünkü o yüzde nicelerimizin çektiği adaletsizlik var. Devlet bu krizden bir çıkış yolu bulur mu yoksa ip inceldiği yerden kopar mı, şimdilik bilinmez. Ancak düşen maskeleri birer birer yeniden takmaya çalışsa da o yüzü artık kimsenin unutmayacağı aşikar.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 54. sayısında yayımlanmıştır

The post 1000 Maskeli DEVLET appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/11/08/1000-maskeli-devlet/feed/ 0
Sağlık Bakanı: Sokağa Çıkma Yasağı Olmayacak https://meydan1.org/2020/06/17/saglik-bakani-sokaga-cikma-yasagi-olmayacak/ https://meydan1.org/2020/06/17/saglik-bakani-sokaga-cikma-yasagi-olmayacak/#respond Wed, 17 Jun 2020 17:50:18 +0000 https://meydan.org/?p=59782 Sağlık Bakanı Koca, “Virüsün şiddetini düşürdüğüne yönelik bir kanıtımız yok. Ama vakalarımızın şiddetinin düştüğüne dair verilerimiz var” dedi. Koca, sokağa çıkma yasağının gündeme gelmediğini açıkladı. Koca, Ankara, Bursa, İstanbul için maske zorunluluğu tavsiyesi olduğunu, ”İl Hıfzıssıha Kurullarımız bölgesel illerinde salgının seyrine göre her türlü tedbiri alma noktasında yetkililer. Bu anlamda maske kullanımıyla ilgili şu an 45 ilde […]

The post Sağlık Bakanı: Sokağa Çıkma Yasağı Olmayacak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Sağlık Bakanı Koca, “Virüsün şiddetini düşürdüğüne yönelik bir kanıtımız yok. Ama vakalarımızın şiddetinin düştüğüne dair verilerimiz var” dedi. Koca, sokağa çıkma yasağının gündeme gelmediğini açıkladı.

Koca, Ankara, Bursa, İstanbul için maske zorunluluğu tavsiyesi olduğunu, ”İl Hıfzıssıha Kurullarımız bölgesel illerinde salgının seyrine göre her türlü tedbiri alma noktasında yetkililer. Bu anlamda maske kullanımıyla ilgili şu an 45 ilde gerekli görüldüğü için bu karar alındı. Benzer şekilde ilave olabilecek illerimiz de olabilir. Bunlardan üç tanesi için Bilim Kurulu’nun önerisi oldu: İstanbul, Ankara ve Bursa. İstanbul’da artış çok ciddi olmamakla birlikte tedbir amaçlı alınmasını Bilim Kurulu önermiş oldu.” bu ifadelerle dile getirdi.

Sağlık Bakanı Koca, yaşamını yitirenlerin %91.2’sinin risk grubunda olduğunu, 60 yaş üzeri ve en az bir alt hastalığı olanların oranının ise %71.70 olduğunu açıkladı.

The post Sağlık Bakanı: Sokağa Çıkma Yasağı Olmayacak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/06/17/saglik-bakani-sokaga-cikma-yasagi-olmayacak/feed/ 0
Covid-19|Vaka Sayısı 1429, Yaşamını Yitirenlerin Sayısı ise 19 Oldu https://meydan1.org/2020/06/17/covid-19vaka-sayisi-1429-yasamini-yitirenlerin-sayisi-ise-19-oldu/ https://meydan1.org/2020/06/17/covid-19vaka-sayisi-1429-yasamini-yitirenlerin-sayisi-ise-19-oldu/#respond Wed, 17 Jun 2020 17:16:03 +0000 https://meydan.org/?p=59779 Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Korona virüs vakalarını açıkladı. Bugünkü vaka sayısı 1429 oldu. Yaşamını yitirenlerin sayısı ise 19 olarak belirlendi.

The post Covid-19|Vaka Sayısı 1429, Yaşamını Yitirenlerin Sayısı ise 19 Oldu appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Korona virüs vakalarını açıkladı. Bugünkü vaka sayısı 1429 oldu. Yaşamını yitirenlerin sayısı ise 19 olarak belirlendi.

The post Covid-19|Vaka Sayısı 1429, Yaşamını Yitirenlerin Sayısı ise 19 Oldu appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/06/17/covid-19vaka-sayisi-1429-yasamini-yitirenlerin-sayisi-ise-19-oldu/feed/ 0
Covid-19: Son 24 Saatte 15 Hasta Yaşamını Yitirdi Vaka Sayısı 1562 https://meydan1.org/2020/06/14/covid-19-son-24-saatte-15-hasta-yasamini-yitirdi-vaka-sayisi-1562/ https://meydan1.org/2020/06/14/covid-19-son-24-saatte-15-hasta-yasamini-yitirdi-vaka-sayisi-1562/#respond Sun, 14 Jun 2020 17:31:09 +0000 https://meydan.org/?p=59645 Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca, son 2 saate dair Korona virüs vakalarını açıkladı. Koca’nın açıklamalarına göre; son 24 saat içinde 45 bin 176 test yapıldı ve bu testlerde 1562 kişide Covid-19’a rastlandı. Hali hazırda hasta olan 15 kişinin ise yaşamını yitirdiği öğrenildi.

The post Covid-19: Son 24 Saatte 15 Hasta Yaşamını Yitirdi Vaka Sayısı 1562 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca, son 2 saate dair Korona virüs vakalarını açıkladı.

Koca’nın açıklamalarına göre; son 24 saat içinde 45 bin 176 test yapıldı ve bu testlerde 1562 kişide Covid-19’a rastlandı. Hali hazırda hasta olan 15 kişinin ise yaşamını yitirdiği öğrenildi.

The post Covid-19: Son 24 Saatte 15 Hasta Yaşamını Yitirdi Vaka Sayısı 1562 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/06/14/covid-19-son-24-saatte-15-hasta-yasamini-yitirdi-vaka-sayisi-1562/feed/ 0
Covid 19: Son 24 Saatte 28 Hasta Yaşamını Yitirdi https://meydan1.org/2020/05/26/covid-19-son-24-saatte-28-hasta-yasamini-yitirdi/ https://meydan1.org/2020/05/26/covid-19-son-24-saatte-28-hasta-yasamini-yitirdi/#respond Tue, 26 May 2020 19:11:35 +0000 https://meydan.org/?p=59046 Tanımlanmış adı Covid-19 olan yeni tip korona virüse bağlı olarak son 24 saatte 28 hasta yaşamını yitirdi, 948 kişiye Covid-19 teşhisi konuldu. Yaşamını yitirenlerin toplam sayısı 4.397’ye çıkarken, tespit edilen toplam vaka sayısının ise 158.762 olarak belirlendiği açıklandı.

The post Covid 19: Son 24 Saatte 28 Hasta Yaşamını Yitirdi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Tanımlanmış adı Covid-19 olan yeni tip korona virüse bağlı olarak son 24 saatte 28 hasta yaşamını yitirdi, 948 kişiye Covid-19 teşhisi konuldu. Yaşamını yitirenlerin toplam sayısı 4.397’ye çıkarken, tespit edilen toplam vaka sayısının ise 158.762 olarak belirlendiği açıklandı.

The post Covid 19: Son 24 Saatte 28 Hasta Yaşamını Yitirdi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/05/26/covid-19-son-24-saatte-28-hasta-yasamini-yitirdi/feed/ 0
Koronavirüsten Yaşamını Yitirenlerin Sayısı 1.769’a, Vaka Sayısı 78.546’ya Yükseldi https://meydan1.org/2020/04/17/koronavirusten-yasamini-yitirenlerin-sayisi-1-769a-vaka-sayisi-78-546ya-yukseldi/ https://meydan1.org/2020/04/17/koronavirusten-yasamini-yitirenlerin-sayisi-1-769a-vaka-sayisi-78-546ya-yukseldi/#respond Fri, 17 Apr 2020 16:10:38 +0000 https://meydan.org/?p=57276 Tanımlanmış adı Covid-19 olan yeni tip koronavirüse bağlı olarak yaşamını yitirenlerin toplam sayısı 1.769 olarak açıklanırken, tespit edilen toplam vaka sayısının 78.546 olarak belirlendiği öğrenildi. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın bugün gerçekleştirdiği açıklamaya göre son 24 saatte 126 kişi yaşamını yitirdi. Bugün belirlenen vaka sayısı ise 4.353 olarak açıklandı.

The post Koronavirüsten Yaşamını Yitirenlerin Sayısı 1.769’a, Vaka Sayısı 78.546’ya Yükseldi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Tanımlanmış adı Covid-19 olan yeni tip koronavirüse bağlı olarak yaşamını yitirenlerin toplam sayısı 1.769 olarak açıklanırken, tespit edilen toplam vaka sayısının 78.546 olarak belirlendiği öğrenildi.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın bugün gerçekleştirdiği açıklamaya göre son 24 saatte 126 kişi yaşamını yitirdi. Bugün belirlenen vaka sayısı ise 4.353 olarak açıklandı.

The post Koronavirüsten Yaşamını Yitirenlerin Sayısı 1.769’a, Vaka Sayısı 78.546’ya Yükseldi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/04/17/koronavirusten-yasamini-yitirenlerin-sayisi-1-769a-vaka-sayisi-78-546ya-yukseldi/feed/ 0