fetö – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 15 Jul 2020 10:27:29 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 ETÖ’den FETÖ’ye Devlet Teröristtir https://meydan1.org/2020/07/15/etoden-fetoye-devlet-teroristtir/ https://meydan1.org/2020/07/15/etoden-fetoye-devlet-teroristtir/#respond Wed, 15 Jul 2020 10:22:59 +0000 https://meydan.org/?p=61223 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen TC siyasi tarihindeki son darbe girişiminin yıl dönümünü yaşıyoruz. Bugün devlet tarafından Demokrasi ve Milli Birlik günü olarak adlandırılan bu girişim siyasi arenada muhalefetin bir kesimi tarafından “kontrollü darbe” olarak yorumlanıyor. Her dönem devletin içerisindeki büyük-küçük farklı iktidar odaklarının bulunduğunu düşündüğümüzde aslında her darbenin kontrollü olduğunu söylemek mümkün. Geçmişin iktidar ortağının […]

The post ETÖ’den FETÖ’ye Devlet Teröristtir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

15 Temmuz 2016’da gerçekleşen TC siyasi tarihindeki son darbe girişiminin yıl dönümünü yaşıyoruz. Bugün devlet tarafından Demokrasi ve Milli Birlik günü olarak adlandırılan bu girişim siyasi arenada muhalefetin bir kesimi tarafından “kontrollü darbe” olarak yorumlanıyor. Her dönem devletin içerisindeki büyük-küçük farklı iktidar odaklarının bulunduğunu düşündüğümüzde aslında her darbenin kontrollü olduğunu söylemek mümkün.

Geçmişin iktidar ortağının bugün teröriste dönüştüğü bu siyasi ortamda bu iktidar gruplarını tekrar düşünmek, devletle ilişkilerini anlamak gerekiyor.

Devletin farklı mekanizmaları ve organları içerisinde konumlanmış, siyasi iktidarı amaçlayan ya da rejimi kontrol altında tutmaya çalışan pek çok iktidar grubu vardır. Siyasi iktidarlar da çıkarlarına göre bu iktidar gruplarını üretir, onlarla ilişkiye girer ya da tersleşir. Bu iktidar grupları, siyasi iktidarlarla girdikleri ilişkiler sonucunda devletin farklı mekanizmalarına yerleşerek ve şiddet araçlarını kullanarak faaliyet yürütür.

Siyasi iktidarın ve devletin içerisindeki farklı iktidar odaklarının birbirleriyle girdiği iktidar yarışında devletin şiddet araçları açıkça ortaya çıkar.

İşte bu çerçevede TC’nin iç siyasetinde adını çokça duyduğumuz iki iktidar grubu vardır: ETÖ (Ergenekon Terör Örgütü) ve FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü).

Ergenekon, 2000’li yılların başında özellikle AKP’ye karşı darbe planları yapması, polis ve ordu içerisinde örgütlenmesi, 2006’da Danıştay Saldırısı ve 2007’de Malatya’da üç Hristiyanın öldürüldüğü Zirve Yayınevi katliamı üzerinden gündem olmuştur. O dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un da bu örgüte üye olmaktan yargılanması da meselenin ciddiyeti konusunda önemli olmuştur. Ergenekon, devlet içerisindeki siyasi İslamcı düşünce ve hareketlerin önünü kesmek istediği gibi devrimcilerin, Kürt halkının ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin de karşısında yer almış, onlara işkence uygulamış bir örgüttür. Cumhuriyetin kurucu, baskıcı ve ırkçı yönlerini kendisine vizyon edinmiş, gerek doğrudan kendisinin sahip olduğu “illegal” silahlarıyla gerekse devletin polis ve askeri olarak pek çok şiddet eylemi gerçekleştirmiştir.

Ergenekon, Fethullah Gülen örgütünün AKP ile işbirliği yapıp Hizmet Hareketi olarak anıldığı dönemde özellikle 2007-2011 yılları arasında devlet tarafından bir terör örgütü olarak kabul edilmiştir. Bu dönemde Ergenekon örgütüne operasyonlar yapılmış çok sayıda polis, asker, gazeteci, akademisyen tutuklanmıştır. Bu operasyonlarda Fethullah Gülen ve örgütünün rolü büyüktür.

Yıllar sonra ise AKP ile çeşitli sebeplerle ters düşen, ittifakı bozulan Fethullah Gülen örgütü yolsuzluk operasyonu ve 15 Temmuz darbesi sonrasında terör örgütü olarak ilan edilmiştir.

Geçmişten bugüne Fethullah Gülen örgütüne karşı politikalarında sık sık değişiklik yapan, söylemlerini değiştiren AKP’nin bir başka absürt tavrı, bu örgüte koyduğu isimdir. Devlet, nasıl ki zamanında oldukça saçma bir biçimde Ergenekoncular olarak tanınan grubun ismini genel geçer bir şekilde kullanmak için Ergenekon Terör Örgütü diye yaftalamış ve böyle bir tanım uydurmuşsa Fethullah Gülen ile arayı bozduktan sonra da bu yapılanmanın ismini Fethullahçı Terör Örgütü koymuştur.

AKP’den önceki pek çok iktidarla da yakın ilişkilere girmiş olan örgüt, bürokraside, orduda, polis teşkilatında, eğitim ve yargı sisteminde örgütlenmiş ve ayrıca kendi medya organlarını, sosyal-kültürel yapılarını da kurmuş bir örgüttür. Dini karakteri yüksek olan ya da takiye yaparak gizlice dini ve örgütsel çalışmalar yapan kişiler tarafından bir güç haline getirilmiştir. Büyük ekonomik ve siyasi gücüyle birlikte küresel kapitalist sistemle uyumlu dini düşünce ve yaşam biçimini toplumda yükselterek toplumun kendisine biat etmesini amaçlamıştır.

Fethullah Gülen’in Komünizmle Mücadele Derneği’nin kurucuları arasında yer almasından bu yana örgüt üyeleri devletin şiddet politikasını sürdürerek, devrimcilere işkenceler yaparak, Kürdistan’da şehirleri yıkarak ve katliamlar yaparak devlet içindeki konumlarını yükseltmişlerdir.

15 Temmuz süreci sonrasında ise büyük operasyonlarla karşılaşan örgüt, bugün -resmi açıklamalara göre- devlet tarafından en zararlı ve tehlikeli örgüt olarak görülmektedir. 2016 sonrasındaki operasyonlarda devlet, örgütü bitirmek için bürokraside, polis teşkilatında, orduda, akademide ve yargıda büyük ihraçlar gerçekleştirmiştir. Binlerce kişi yargılanırken binlercesi de tutuklanmıştır.

Geçmişte “şiddet yoluyla anayasal düzeni değiştirmek” maddesiyle Ergenekon’u yargılayanlar daha sonraları “şiddet yoluyla anayasayı değiştirmek” maddesiyle yargılanmıştır.

 “Hizmet Hareketi” FETÖ olduktan sonra ise 2018’deki bir mahkemede “Ergenekon Terör Örgütü” diye bir örgütün varlığının ispat edilemediğine dair bir karar verilmiştir.

Bu örgütlerin terör örgütü olup olmadıkları iktidarların ittifaklarına göre değişse de bize göre devletlerle işbirliği içinde ya da devletin doğrudan kendisi olan, ezilenlerin ve devrimcilerin karşısında olarak, onlara sistematik bir biçimde şiddet uygulamış bu örgütler birer terör örgütüdür.

Kısacası ETÖ ya da FETÖ tanımlarından önce de bizim için bu örgütler yaşamlarımızı tehdit eden örgütlerdi, teröristti. Ama toplumun geniş bir bölümü de böylesi iktidar kavgalarına şahit oldukça cumhuriyetin ilkelerinin ya da kapitalist sistemle uyumlu dini yapının bu toplum için sömürü, baskı ve katliam anlamına geldiğini bir kez daha görmüş oldu.

Devletin her iki örgütle de ilgili olarak değişen çıkarcı politikalarını, absürt isimlendirme çabalarını göstermek ve teröristte terörist diyebilmek için ETÖ’ye ETÖ, FETÖ’ye FETÖ demek gerek. Onların devletin birer yüzü olduğunu hatırlamak ve bu 15 Temmuz’da da bir kez daha belirterek  devlet şiddettir, terördür demek gerek. Nasıl ki bugün devlet tarafından ETÖ diye bir yapının hiç var olmadığını iddia ediliyorsa yarın da FETÖ tekrar Hizmet Hareketi olabilir ya da 15 Temmuz bayram olmaktan çıkabilir ancak ezilenler için bu iki örgütün terörist olduğu gerçeği değişmeyecektir.

Abdülmelik Yalçın

The post ETÖ’den FETÖ’ye Devlet Teröristtir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/07/15/etoden-fetoye-devlet-teroristtir/feed/ 0
TÜYAP’a “FETÖ” Soruşturması https://meydan1.org/2017/12/28/tuyapa-feto-sorusturmasi/ https://meydan1.org/2017/12/28/tuyapa-feto-sorusturmasi/#respond Thu, 28 Dec 2017 15:44:02 +0000 https://seninmedyan.org/?p=24879 2014- 2016 yılları arasında, darbe şaibesine kadar Gülen Cemaati’ne yakınlığı ile bilinen TUSKON (Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu) toplantı, kongre ve fuarları TÜYAP’ta düzenlemişti. Bunun üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı TÜYAP hakkında soruşturma başlattı. TÜYAP  açılan soruşturma üzerine açıklama yaptı. Yaptığı açıklamada soruşturmanın  “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını cebren ortadan kaldırmak, Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisini cebren işlevsiz hale getirmek, […]

The post TÜYAP’a “FETÖ” Soruşturması appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

2014- 2016 yılları arasında, darbe şaibesine kadar Gülen Cemaati’ne yakınlığı ile bilinen TUSKON (Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu) toplantı, kongre ve fuarları TÜYAP’ta düzenlemişti. Bunun üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı TÜYAP hakkında soruşturma başlattı.

TÜYAP  açılan soruşturma üzerine açıklama yaptı. Yaptığı açıklamada soruşturmanın  “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını cebren ortadan kaldırmak, Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisini cebren işlevsiz hale getirmek, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren görevini yapmaktan engellemek, devletin “FETÖ” olarak adlandırdığı Gülen Cemaati’ne üye olmak, yardım ve yataklık yapmak suçlarından” başlatıldığı belirtildi.

 

The post TÜYAP’a “FETÖ” Soruşturması appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/28/tuyapa-feto-sorusturmasi/feed/ 0
ABD- TC Vize Krizi Çözüldü https://meydan1.org/2017/12/28/abd-tc-vize-krizi-cozuldu/ https://meydan1.org/2017/12/28/abd-tc-vize-krizi-cozuldu/#respond Thu, 28 Dec 2017 15:23:10 +0000 https://seninmedyan.org/?p=24876 8 Ekim’de başlayan ABD- TC vize krizi çözüldü. ABD Ankara Büyükelçiliği yaptığı açıklamada: “Ekim ayından bu yana Türk hükümeti, Türkiye misyonumuzdaki yerel çalışanlara yönelik başka bir soruşturma bulunmadığı, Büyükelçilik ve Konsolosluklarımızdaki yerel çalışanlarımızın, Türk yetkililerle iletişim de dahil olmak üzere resmi görevlerini yerine getirdikleri için gözaltına alınmayacağı veya tutuklanmayacağına dair üst düzeyde sağladığı güvenceye bağlı […]

The post ABD- TC Vize Krizi Çözüldü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

8 Ekim’de başlayan ABD- TC vize krizi çözüldü. ABD Ankara Büyükelçiliği yaptığı açıklamada: “Ekim ayından bu yana Türk hükümeti, Türkiye misyonumuzdaki yerel çalışanlara yönelik başka bir soruşturma bulunmadığı, Büyükelçilik ve Konsolosluklarımızdaki yerel çalışanlarımızın, Türk yetkililerle iletişim de dahil olmak üzere resmi görevlerini yerine getirdikleri için gözaltına alınmayacağı veya tutuklanmayacağına dair üst düzeyde sağladığı güvenceye bağlı kalmıştır. Ayrıca Türk hükümeti ileride yerel çalışanlarımızdan birini gözaltına almak ya da tutuklamak istediğinde Türk makamlarının Amerikan hükümetini önceden bilgilendireceğini de kaydetmiştir” denildi.

Hatırlatma:

TC’nin ABD krizine sebep olan ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu görevlisi Metin Topuz, FETÖ Soruşturması kapsamında 25 Eylül’de gözaltına alınmış, çıkarıldığı mahkeme tarafından 4 Ekim’de tutuklanmıştı. Bu karara tepki gösteren ABD Topuz’un tutukluluğunun ardından 8 Ekim’de  Türkiye’ye vize yasağı getirerek misilleme yapmıştı.

 

 

 

 

 

The post ABD- TC Vize Krizi Çözüldü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/28/abd-tc-vize-krizi-cozuldu/feed/ 0
Her Taşın Altında Devletin Paranoyası Var – Fuat Çakır https://meydan1.org/2017/11/08/her-tasin-altinda-devletin-paranoyasi-var-fuat-cakir/ https://meydan1.org/2017/11/08/her-tasin-altinda-devletin-paranoyasi-var-fuat-cakir/#respond Wed, 08 Nov 2017 08:27:17 +0000 https://test.meydan.org/2017/11/08/her-tasin-altinda-devletin-paranoyasi-var-fuat-cakir/   Matematik kitabında, F noktasından G noktasına giden otomobilin hızının sorulduğu problem… Bir başka ders kitabında, galaksinin adının neden “Samanyolu” olduğu… F serisi 1 dolarlarla verilen “gizli mesajlar”… Bir derbi maçı öncesi gerçekleştirilen tribün koreografisindeki “Ayağa Kalk” sloganının çağrıştırdıkları… Darbe girişiminde yargılananların mahkemeye çıkarken giydikleri HERO tişörtü ve bu tişörte atfedilen “anlam” sonrası başlayan gözaltı- […]

The post Her Taşın Altında Devletin Paranoyası Var – Fuat Çakır appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Matematik kitabında, F noktasından G noktasına giden otomobilin hızının sorulduğu problem… Bir başka ders kitabında, galaksinin adının neden “Samanyolu” olduğu… F serisi 1 dolarlarla verilen “gizli mesajlar”… Bir derbi maçı öncesi gerçekleştirilen tribün koreografisindeki “Ayağa Kalk” sloganının çağrıştırdıkları… Darbe girişiminde yargılananların mahkemeye çıkarken giydikleri HERO tişörtü ve bu tişörte atfedilen “anlam” sonrası başlayan gözaltı- tutuklama dalgası…

Yukarıda sıralananlar aslında -15 Temmuz sonrası artan- devletin önceleri paralel yapı/devlet dediği, sonrasında ise FETÖ olarak kodladığı Gülen cemaati ile ilişkilendirdiği paranoyak bulgulardan birkaçı. Bu paranoyanın kökenini, biri eski olmak üzere iki iktidar odağı arasındaki kavganın başlangıcına tarihlemek de mümkün. Devletin şu andaki iktidar alanlarını domine eden AKP cenahı, bu paranoyayı canlı tutarak kendisini azade kılmak istediği her musibetten eski ortağını sorumlu tutma yoluna gitti. Bu “musibetler” arasında, Gezi Parkı’nda direnişçilerin çadırlarının yakılmasından Manisa’da zehirlenen askerlere; Kayseri’de köpeklerin katledilmesinden İstanbul Pendik’te bir minibüste şort giydiği için bir kadına saldıran erkeğe varana dek, geniş bir skalanın yer aldığını gördük. Sonuçları ve verdiği görüntü açısından toplum nezdinde olumsuz algıya neden oluşturabilecek tüm bu ve buna benzer olayların sorumlusu olarak aynı adres gösterildi devlet tarafından: “FETÖ”

Toplumun “buluttan nem kapan” bir paranoyayla, yaratılan bu korku öznesiyle (cemaat) sindirilmesini amaçlayan devlet, OHAL’le oluşturulan uygun iklimin psikolojik boyutunu böyle oluşturmak istedi. Bu politikada belirli bir “başarı” sağlandığından da söz edilebilir. Evlilik teklifini kabul etmeyen kadını “FETÖ’cü” olarak ihbar etmek, aynı üniversitedeki arkadaşlarını akademik başarıları nedeniyle ihbar ederek onların yerine yerleşmek gibi örnekler, yaratılan bu korku sendromunun psikiyatri alanında incelenmesini gerektirir. Diğer taraftan ise, bu suçlamalarla karşılaşmaktan korkanların ciddi paralar ödeyerek Avrupa veya ABD’ye yerleştiği ya da evinin yakınında alışveriş yaptığı esnafın, marketin, tedavi olduğu hastanenin “malum bağlantıları” nedeniyle ev hatta şehir değiştirmek gibi örnekler karşısında, psikologlar tarafından literatüre “FETÖ Sendromu” şeklinde bir kavram sokuldu.

Devletin, öteden beri toplumdaki kaygıları yöneterek benzer korku odakları yarattığı, apaçık ortada olan bir gerçek. Bu yanıyla bir tehdit ve şantaj öznesi olan devlet, bu ve buna benzer odakları tarih boyunca kullandı. Bugün “FETÖ” olarak kullanımda olan bu özne, daha birkaç yıl öncesine kadar, devletin o dönemdeki ittifak ve düşman denklemleri çerçevesinde, şimdilerde kimsenin anımsamadığı ETÖ (Ergenekon Terör Örgütü) ya da 1990’ların “derin devleti” idi. Ya da biraz daha eskiye gidildiğinde, toplumun, 12 Eylül darbesine karşı koyması halinde, terörizmle tehdit edildiğini biliyoruz.

Devletin aşıladığı korku ya da alıştırmaya çalıştığı paranoyak haller, aslında tüm topluma uyguladığı baskı, sömürü ve adaletsizliklerin kabullenilmesi, sorgulanmaması ve görünmez kılınması içindir. Fakat bu korku ve paranoid durumların toplumun tamamına uygulanmak istenen birer duygu durumu (psikolojik vakalar) olması sebebiyle, her daim sürdürülemeyeceği açıktır. Sürdürülemeyen durumlarda da ucu kendine dokunacak, ters tepecek toplumsal davranışlar gerçekleşecektir.

 

Fuat Çakır

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Her Taşın Altında Devletin Paranoyası Var – Fuat Çakır appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/11/08/her-tasin-altinda-devletin-paranoyasi-var-fuat-cakir/feed/ 0
‘Hero’ Tişörtü “FETÖ” Propaganda Aracı Olarak Kabul Edildi https://meydan1.org/2017/10/22/hero-tisortu-feto-propaganda-araci-olarak-kabul-edildi/ https://meydan1.org/2017/10/22/hero-tisortu-feto-propaganda-araci-olarak-kabul-edildi/#respond Sun, 22 Oct 2017 18:27:18 +0000 https://seninmedyan.org/?p=18332 Darbe girişimi davasının görüldüğü duruşmada ‘Hero’ yazılı tişörtle girmek isterken gözaltına alınan Emirhan Baysal’ın davası görüldü. Hakkında hazırlanan iddianame, Ankara 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edildi. 15 Temmuz Darbe şaibesi kapsamında tutuklanan ve Erdoğan’a suikast girişimine ilişkin 13 Temmuz’da Muğla’da görülen duruşmaya, sanık Astsubay Gökhan Güçlü’nün üzerinde İngilizce ‘Hero (kahraman)’ yazan tişörtle girdiği hatırlatıldı. ‘Hero’ […]

The post ‘Hero’ Tişörtü “FETÖ” Propaganda Aracı Olarak Kabul Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Darbe girişimi davasının görüldüğü duruşmada ‘Hero’ yazılı tişörtle girmek isterken gözaltına alınan Emirhan Baysal’ın davası görüldü. Hakkında hazırlanan iddianame, Ankara 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edildi.

15 Temmuz Darbe şaibesi kapsamında tutuklanan ve Erdoğan’a suikast girişimine ilişkin 13 Temmuz’da Muğla’da görülen duruşmaya, sanık Astsubay Gökhan Güçlü’nün üzerinde İngilizce ‘Hero (kahraman)’ yazan tişörtle girdiği hatırlatıldı.

‘Hero’ tişörtünün devlet tarafından FETÖ olarak adlandırılan Gülen Cemaati mensubu kişilerce propaganda aracı olarak kullanılmaya başlandığı savunuldu. Sanık Baysal hakkında: “Terör örgütü üyesi olmamakla birlikte FETÖ/PDY’nin propagandasını yaptığı” iddiasına yer verilen iddianamede, Baysal’ın, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7/2. maddesince 1 yıldan 5 yıla kadar hapisle cezalandırılması” talep edildi.

The post ‘Hero’ Tişörtü “FETÖ” Propaganda Aracı Olarak Kabul Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/10/22/hero-tisortu-feto-propaganda-araci-olarak-kabul-edildi/feed/ 0
Gezi Hüseyinlerin Değil Halkın Direnişi – Furkan Çelik https://meydan1.org/2017/09/30/gezi-huseyinlerin-degil-halkin-direnisi-furkan-celik/ https://meydan1.org/2017/09/30/gezi-huseyinlerin-degil-halkin-direnisi-furkan-celik/#respond Sat, 30 Sep 2017 09:13:36 +0000 https://test.meydan.org/2017/09/30/gezi-huseyinlerin-degil-halkin-direnisi-furkan-celik/ 15 Temmuz darbe girişiminin ardından başlayan tutuklama-yargılama süreçleri algı operasyonlarını da beraberinde getirdi. Bunlardan biri İstanbul eski Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun ve İstanbul Emniyet eski Müdürü Hüseyin Çapkın’ın “FETÖ”den tutuklanması oldu. Devlet Hüseyinleri tutuklamıştı ancak görev yaptıkları dönemde patlak veren Taksim Gezi direnişini de unutmadı. Coğrafyanın her yerine sıçrayan direnişi “FETÖ” ile ilişkilendirerek hem yapılan […]

The post Gezi Hüseyinlerin Değil Halkın Direnişi – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

15 Temmuz darbe girişiminin ardından başlayan tutuklama-yargılama süreçleri algı operasyonlarını da beraberinde getirdi. Bunlardan biri İstanbul eski Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun ve İstanbul Emniyet eski Müdürü Hüseyin Çapkın’ın “FETÖ”den tutuklanması oldu. Devlet Hüseyinleri tutuklamıştı ancak görev yaptıkları dönemde patlak veren Taksim Gezi direnişini de unutmadı. Coğrafyanın her yerine sıçrayan direnişi “FETÖ” ile ilişkilendirerek hem yapılan eylemlerin altını boşaltmak istedi, hem de işlediği cinayetlerin faturasını kolay yoldan kesti. Direnişi “FETÖ” örgütlemişti, eyvah kandırıldık!

Hüseyinler haklarında 3’er kez ağırlaştırılmış müebbet ile yargılanıyorlar ve haklarında daha bir dolu suçlama var. Bunlardan bizi ilgilendireni Gezi Parkı ile ilişkilendirdikleri kısım. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın “eylemcilerin sokakları ele geçirmesine göz yumması” ve aynı dönemde İstanbul Valisi olan Hüseyin Avni Mutlu’nun “Gençler, Gezi parkında kuş sesleri, ıhlamur kokusu ve arı vızıltısıyla huzurlu bir sabah varmış doğru mu? Aranızda olmak isterdim” şeklinde tweetler atması eylemcileri meşru gösterdiği suçlamalarıyla Gezi Parkı eylemlerinin önünü açtığı dillendiriliyor. Bu suçlamalar “havuz medyasında” büyük bir algı seçiciliği ile servis ediliyor. Neden mi? Gezi Parkı olaylarının arkasında “FETÖ”var!

Hafızalarımızdan silinmeyecek direnişe değinmeden önce eski dostlar yeni düşmanlar Hüseyinlerin sabıkalarına bir bakmak gerek. Çapkın Hüseyin’in İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne kadar yükselişi boşuna değildi. Gittiği her ilde devletin bekası için çalıştı. Halka yapılan işkence ve zor kullanmalarda bireysel inisiyatifini fazlasıyla kullandı. 1995 yılında Manisa’da 16 yaşındaki lise öğrencisi bir genç operasyonla gözaltına alındı. 11 gün boyunca Manisa Emniyet Müdürlüğü’nde işkence gördü. Raporlar, ifadeler vs… İşkence kanıtlandı. Genç kurtuldu kurtulmasına ama işkenceci polisleri kollayan, mahkeme kararlarını dahi geçiştiren, işkencecilerin görevlerine devam etmelerini sağlayan görevine henüz yeni artanmış olan Hüseyin Çapkın’dı. İzmir’de başka bir genç, Baran Tursun, polisler tarafından “dur” ihtarına uymadığı için vuruldu. Olay, tutanaklara “trafik kazası” olarak geçirilmişti ama hastanede Baran’ın kafasının arkasında belirgin kurşun yarası vardı. Baran Tursun cinayetinin peşini bırakmayan ailesi dava süreci boyunca polisler tarafından tehdit edildi, haklarında polise hakaretten bir dolu dava açıldı. Olayı örtbas etmek isteyen, katil polisleri kollayan dönemin İzmir Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’dı.

Bugün “güven timi” olarak sokaklarda terör estiren sivil polis anlayışının “sokak timleri” ve “huzur timleri” olarak projelendirilmesini sağlayan ve esnafın polise bilgi vermesi için bu timi kullanmayı savunan da Hüseyin Çapkın’dır. Polislere GBT (Genel Bilgi Tarama) üzerinden ödüllü puan sistemi getirerek halkın yol üzerinde saatlerce bekletilip aranması talimatını getiren de bilin bakalım kim?

Gelelim diğer Hüseyin’e. Hüseyin Avni Mutlu’ya. Kürt halkına yönelik yoğun saldırıların olduğu dönemlerde Kürt illerinde görevini “layığı” ile yerine getirdi. Tarih 28 Eylül 2009. Diyarbakır-Bingöl sınırı Lice’nin Şenlik köyü. Bir mezrada 12 yaşındaki Ceylan isimli kız çocuğu parça parça edildi. Mayın olsa yerde çukur olur, patlayıcı olsa eli yüzü harap olur. Ama öyle değildi. Doğrudan tepeden inme bir bombayla parça parça edildi. Yıllarca katliama ilişkin ne soruşturma açıldı ne de dava. Yetkililer göz göre göre sessiz kaldılar. O zamanın Diyarbakır Valisi Hüseyin Avni Mutlu’ydu. Tarih 1 Mayıs 2013. 1 Mayıs Emek ve Dayanışma gününü Taksim Meydanı’nda kutlamak isteyen 17 yaşındaki Dilan arkadaşlarıyla beraber Tarlabaşı’ndan Taksim Meydanı’na gitmek istiyordu, istediği buydu. Taksim Meydanı’na ulaşan her sokak polisler tarafından abluka altına alınmıştı. Meydana ulaşmak isteyenlere polis saldırıyordu, o sırada isabet etti Dilan’ın başına gaz bombası. Aylarca komada kaldı, ölümle pençeleşti Dilan. Emri veren de, “ne yapacaktık ya?” diyen de İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’ydu. AKP döneminin savaş politikasına hizmet etmek için sıkça bölgeye giden Hüseyin, “barış” sürecine uygun vali imajı ile Diyarbakır Valiliği’ne atanmış ancak devletin sözde barış altındaki savaş politikasını eksiksiz yerine getirmişti. “Barışçıl” olmaktan zerre anlamadığını son olarak Gezi eylemlerinde de gördüğümüz, yüzlerce insanın yaralanmasına, ölüme sebebiyet veren kişi de Hüseyin Avni Mutludur.

Gelelim “Hüseyinler”in arkasına saklanan algı operasyonuna, yani Taksim Gezi Direnişi’ne. Taksim Gezi Direnişi’nin patlak verdiği dönemde Hüseyinler’den biri İstanbul Valisi diğeri İstanbul Emniyet Müdürü’ydü. Ne büyük rastlantı değil mi? Değil aslında, her ikisi de bu dönemde iktidarın sadık ve güvenilir iki dostuydu.

Hafızalarımızdan silinmeyecek direnişin ilk günlerinde gerçekleşen zabıta-polis iş birliğindeki saldırılar Hüseyinler tarafından koordineli bir şekilde gerçekleştirildi. 31 Mayıs günü İstanbul’un farklı semtlerinden Taksim’e gelen yüz binlerce insan, başta İstiklal Caddesi olmak üzere, tüm ara sokakları, Tarlabaşı’nı, Dolmabahçe’yi, Halaskargazi Caddesi’ni, Gümüşsuyu yokuşunu doldurup dört bir yandan Taksim’e yürümek istiyordu. Bu muazzam kararlılığa karşı devlet güçleri bir meydanı sadece 24 saat tutabilecekti. 31 Mayıs akşamüstü polisin yoğun saldırısı ile İstiklal Caddesi kontrol altına alınmıştı, fakat ara sokaklarda eylemciler sabaha kadar bekleyerek sokakları tutmaya devam etti. Sokaklardaki inat “sık bakalım sık bakalım” diye slogan atarken polisler yorgun ve aptallaşmış bir şekilde ambulanslarla oradan oraya biber gazı nakletmekle uğraşıyordu. Taksim’deki kararlılığa destek için aynı anda coğrafyanın her yerinde başlayan eylemler oldu. Gündüz gece demeden süren bu eylemler iktidarı fazlasıyla korkuttu. Sadece 48 saat içinde Türkiye genelinde 5 bin 685 kişi gözaltına alındı. Yüzlerce kişi polis saldırılarında yaralandı. 7 devrimci genç katledildi. 4 yıl oldu ancak Taksim Gezi Direnişi hafızalarımıza öyle bir kazındı ki, bizler unutturmamak; düşman algı operasyonlarıyla unutturmak için hala çabalıyor.

Unutmamak gerekir; çünkü örgütlü bir halkın gücü karşısında hiçbir güç duramaz. Hatırla, polis Taksim meydanından nasıl da kaçmıştı, arkasına bile bakmadan. Arkasında onlarca ekipman ve polis aracını bırakarak… Dönemin başbakanı Reis Tayyip, aniden yurtdışı gezisi organize edip “durumları” ülke dışından yutkunarak izlemişti. Zenginler sofrasında “Geziciler” iftar bile açmışlardı, unutma.

Unutmamak gerekir; Ethem Ankara’nın göbeğinde silahla, Filistinli Lobna Allani Taksim’in ortasında fişekle vuruldu. Okmeydanı’nda Berkin, 1 Mayıs Mahallesi’nde Mehmet, Eskişehir de Ali İsmail, Hatay’da Ahmet Atakan, Abdocan… Unutma Taksim’de yanan ateş sokak sokak sıçradı, her yere yayıldı. Biz kazandık unutma.

Tüm bu süreçte “polise emri ben verdim”, “polisimiz destan yazdı” diyen Tayyip, şimdi emir verdiklerini “FETÖ”cü diyerek attı içeri. Bir algı operasyonunun, Taksim Gezi Direnişi’nin ardında “FETÖ” var diyebilme uğraşıdır Hüseyinler.

Hafızalarımız gerçekleri unutmuyor, unutmayacak! Ethem’in, Berkin’in, Ahmet’in, Ali İsmail’in ve diğer kardeşlerimizin katillerinin kim olduğunu unutmadığı gibi, “emri veren”leri unutmadığı gibi, Hüseyinler’in kim olduğunu unutmadığı gibi!


Furkan Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Gezi Hüseyinlerin Değil Halkın Direnişi – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/30/gezi-huseyinlerin-degil-halkin-direnisi-furkan-celik/feed/ 0
Nuriye ve Semih Yalnız Değilsiniz – Pelin Derici https://meydan1.org/2017/07/21/nuriye-ve-semih-yalniz-degilsiniz-pelin-derici/ https://meydan1.org/2017/07/21/nuriye-ve-semih-yalniz-degilsiniz-pelin-derici/#respond Fri, 21 Jul 2017 11:18:05 +0000 https://test.meydan.org/2017/07/21/nuriye-ve-semih-yalniz-degilsiniz-pelin-derici/ Ankara’da Yüksel Caddesi’nde elinde dövizi, gözlerindeki kararlılığıyla direnişe başlarken tek başınaydı Nuriye Gülmen. Coğrafyayı kana bulamış iktidarın ilan ettiği OHAL’in ardından yayınlanan KHK’lardan biri ile işine son verilmişti. Nuriye’nin kararlılığı ve hazırladığı “açığa alındım, işimi geri istiyorum” yazılı dövizi binlerce insanın dahil olacağı dayanışmayla büyüyen bir direnişin başlatıcısı oldu. “FETÖ” iddiasıyla açılan soruşturma gerekçe gösterilerek […]

The post Nuriye ve Semih Yalnız Değilsiniz – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Ankara’da Yüksel Caddesi’nde elinde dövizi, gözlerindeki kararlılığıyla direnişe başlarken tek başınaydı Nuriye Gülmen. Coğrafyayı kana bulamış iktidarın ilan ettiği OHAL’in ardından yayınlanan KHK’lardan biri ile işine son verilmişti. Nuriye’nin kararlılığı ve hazırladığı “açığa alındım, işimi geri istiyorum” yazılı dövizi binlerce insanın dahil olacağı dayanışmayla büyüyen bir direnişin başlatıcısı oldu.

“FETÖ” iddiasıyla açılan soruşturma gerekçe gösterilerek açığa alındığı sırada Konya Selçuk Üniversitesi’nde bir akademisyendi Nuriye Gülmen; işine geri dönmek istedi ve gerçekleştireceği eylemin daha fazla ses getirmesi için Ankara’ya geldi. O andan sonra artık Yüksel Caddesi yeni adresi, çantası da -kendi deyimiyle- eviydi.

9 Kasım’da İnsan Hakları Anıtı önünde gerçekleştirdiği ilk oturma eyleminde polisler Nuriye daha açıklamasını bitirmeden gelmiş, onu gözaltına almıştı. “Ben açığa alınmış bir akademisyenim…” sözleriyle başlattığı direniş de o günden sonra büyüdü. Her gün yılmadan usanmadan, kar, soğuk, yağmur, çamur dinlemeden Yüksel Caddesi’ne gelerek gerçekleştirdiği oturma eylemlerinin ilk başlarında her gün gözaltına alınıyor, ertesi gün tekrar orada oluyordu Nuriye; kararlıydı. Gerek caddedeki esnaflar gerek caddeden geçenler onunla dayanışmaya başladı. Desteğe gelenlerin sayısı gün geçtikçe arttı. Yeni direnişçiler de eklendi Nuriye’nin başlattığı Yüksel Caddesi Direnişi’ne: Semih Özakça, Acun Karadağ, Veli Saçılık, Esra Özakça ve Mehmet Dersulu. Teker teker her birinin kararlılığı büyüttü her birinin inancını.

Dayanışmaya destekler ve direnişin kazanımına yönelik inançlar büyürken Nuriye ve Semih, Mart ayında direniş 100 günü aşmışken gerek devlet gerekse medyası tarafından görmezden gelinmelere karşı açlık eylemlerine başlayarak direnişleri için daha hareketli bir dönemin başlangıç adımını atmış oldular. Bu günden sonra görmeyeni duymayanı kalmadı direnişin. Açlık eylemleri sürdükçe dayanışmacılar arttığı gibi devletin dikkati de üzerlerine çevrildi.

Ezilenlerin dayanışmasından ve birlikteliğinden korkan devlet de Mayıs’ın son haftasında açlık eylemlerinin 75. gününde evlerine düzenlenen operasyon sonucu Nuriye ve Semih’i gözaltına aldı. Açlık grevi eylemleri sebebiyle ciddi sağlık problemleri yaşamaya başladıkları bir dönemde Nuriye ve Semih’e yapılan gözaltı ve iki gün sonra verilen tutuklama kararları devletin Nuriye ve Semih’in direnişlerini kırma amaçlarıyla gerçekleştirdiği saldırılardı.

Devlet, Yüksel Caddesi Direnişi’nin simgesi olan ve açlık grevine başlayan Nuriye ve Semih’i tutukladığı gibi caddede İnsan Hakları Anıtı önünde eylemlerine devam eden direnişçilere yönelik saldırılarını da arttırdı. Sayısız gözaltı ve şiddet uygulayan polis çareyi çaresizce anıtın etrafını kapamakta aradı.

Devletin polisi Yüksel Caddesi’nde copuyla, kalkanıyla saldırdı, gözaltına aldı. Bu saldırılara karşı da özgürlük ve adalet isteyen herkes dayanışma açıklamaları ve eylemleri gerçekleştirmeye başladı. Direniş Yüksel Caddesi’nden taşarak, İstanbul’da İstiklal Caddesi’ne ve Kadıköy’e, İzmir’de Alsancak’a ve pek çok şehirde pek çok alana yayıldı. Nuriye ve Semih’in başlattığı direniş şimdi her yerde.

Devletin direnişe, dayanışmaya karşı saldırıları kolluk kuvvetleriyle bitmedi. Devrimcilere ve kürtlere yönelik nefreti ve düşmanlığıyla bilinen içişleri bakanı Süleyman Soylu karalayıcı söylemlerle; devletin medyası ise yine karalayıcı söylem ve çirkin ithamlarla Nuriye ve Semih’e saldırdı. Bakanı, medyası, yandaşı emeği ve özgürlüğü için direnenleri teröristlikle suçlasa da asıl terörist; özgürlük mücadelesi veren halkları katledenler; daha çok güç ve daha çok kazanç için işçileri sömürenler yani Nuriye ve Semih’e terörist diyenlerin ta kendisi değil miydi?

Devlet tarafından Nuriye ve Semih’in yemek yedikleri yalanları da uyduruldu bu süreçte. Devlete göre 120 günü aşkın açlık eyleminde olan Nuriye ve Semih aç değildiler. Peki aç olan kimdi? Açıkça söylemek gerekirse asıl aç olanlar, bedenleri aç kalan Nuriye ve Semih değil; gözü aç olanlar, daha fazla güce, servete, iktidara aç olan ezenler, asıl aç olan, ezilenlerin ekmek, adalet ve özgürlük mücadelelerine karşı rahatsız olanlar, onlara saldıranlardır.

Şimdi dışarıda, gerçekten aç olanlara, teröristlere karşı Nuriye ve Semih’in mücadelesini sürdürenler olarak hep birlikte sesleniyoruz: “Nuriye ve Semih Yalnız Değilsiniz!”


Pelin Derici

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır. 

 

The post Nuriye ve Semih Yalnız Değilsiniz – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/07/21/nuriye-ve-semih-yalniz-degilsiniz-pelin-derici/feed/ 0
Adalete ve Özgürlüğe Olan Açlığımızla Yaşayacağız – Mercan Doğan https://meydan1.org/2017/07/13/adalete-ve-ozgurluge-olan-acligimizla-yasayacagiz-mercan-dogan/ https://meydan1.org/2017/07/13/adalete-ve-ozgurluge-olan-acligimizla-yasayacagiz-mercan-dogan/#respond Thu, 13 Jul 2017 13:59:20 +0000 https://test.meydan.org/2017/07/13/adalete-ve-ozgurluge-olan-acligimizla-yasayacagiz-mercan-dogan/   Demokrasi devletlerin silahı olmuştur hep. Devletlerin çıkar savaşlarında yalanların örtbas edilmesinde en etkili araç olmuştur. Halklara yöneltilmiştir bu savaşlarda namlular ve “demokrasi” uğruna yitenler, bu savaşların sadece birer piyonu olmuştur. Çok şey yaşandı… Demokrasi adına stratejiler üretildi, teoriler geliştirildi ancak pratikte demokrasi, yönetenlerin elinde halklara karşı bir silah oldu hep. Doğrudan halkın özyönetimine dayalı […]

The post Adalete ve Özgürlüğe Olan Açlığımızla Yaşayacağız – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

Demokrasi devletlerin silahı olmuştur hep. Devletlerin çıkar savaşlarında yalanların örtbas edilmesinde en etkili araç olmuştur. Halklara yöneltilmiştir bu savaşlarda namlular ve “demokrasi” uğruna yitenler, bu savaşların sadece birer piyonu olmuştur.

Çok şey yaşandı… Demokrasi adına stratejiler üretildi, teoriler geliştirildi ancak pratikte demokrasi, yönetenlerin elinde halklara karşı bir silah oldu hep. Doğrudan halkın özyönetimine dayalı bir demokrasiye tolerans sıfırdı. Devlet ideolojisinin sarsılmazlığı, demokrasinin kimin elinden geldiği ile orantılıydı. Bu yüzden siyasi krizler, ekonomik çöküşler, sosyal ve kültürel kıyımlar yaşandı tarih boyunca.

Halklar devlete itaatkarlaştırıldı, asimile edildi. Kimlik, etnisite, inanç ve farklı özgürlükler devlet ideolojisinin tekliğinde eritildi, yok edildi. Korkuyla büyütülen biat kültürü, suskunluk getirdi. Bunlara karşı koyanlar, özgürlük arayışında sesini yükseltenler bastırıldı, katliamlarla imha edildi. Devletin sarsılmazlığının korunması, demokrasi ile mümkündü.

Siyasi krizler, savaş, darbe, askeri cunta ve benzeri tüm kalkışmalar; beraberinde getirdiği ekonomik krizler, farklı ve öteki olana tahammülsüzlük, kamplaşma ve yükselen faşizm… Tüm bunlar, devletin halklara yönelik “demokrasi” kisvesi altında uyguladığı yaptırımlardı. Bu coğrafya yakın zamanda hepsine tanık oldu.

Bu coğrafya aynı zamanda halkların hareketliliklerine de şahitti. Taksim Direnişi, yakın tarihteki en etkili toplumsal hareketlilikti mesela. İtaat etmeyenler tepkileriyle sınırları aşan büyük bir etkileşim yaratmıştı. Tarih boyunca deneyimlediği için böyle hareketliliklerin sonuçlarını öngörebilen devlet korktu, siyasi iktidar saçmaladı, ekonomi altüst oldu, demokrasi yalan oldu. Yine “devlet demokrasisi”nin saçmalığı gözler önüne serildi.

Rojava’yı gördü devlet, daha da korktu. Çizdiği sınırların hemen yanı başında, devletlerin – kapitalizmin ve onlar tarafından üretilmiş örgütlü şiddetin baskısına karşı koyanlar vardı hala. Devletsiz kimliklerine sahip çıkan özgür halklar, özgür komünler, özgür ilişkiler… Çok yakındaydı. Korktu devlet. Kadınlar vardı, her yerdelerdi. Onların özgürlük mücadelesi kurutulamıyordu, ellerinin değdiği her yer yeşeriyordu aksine. Ekoloji mücadelesi verenler vardı. HES, nükleer, maden gibi devlete ve şirkete kar, işçiye, doğaya ve yaşama zarar olan her şeyin tekerine çomak sokuyorlardı. LGBTİ bireyler vardı, nereden çıkacakları belli olmuyordu. İnançlarını yakılmalara yıkılmalara rağmen yaşatan Aleviler vardı. Devrimciler vardı. Halkların öz örgütlülüğüne inanarak devlete karşı mücadele eden; assan da kessen de vazgeçmeden, yılmadan direnen. Devletin korkusu büyüdükçe büyüdü.

O kadar korktu ki devlet, OHAL süreci ile sarsılmazlığını korumak istedi. AKP içi ayrışmalar, oy toplama savaşları, “FETÖ krizi”, yolsuzluklar gibi saçmalama süreçlerinin ardından, kendi gücünü korumak istedi. Ve yapacaklarını da “demokrasi” adına yapmış olmak istedi. OHAL ilan etti. Herkesi yargıladı, hapishanelere kapattı.

Ekonomiyi güçlü gibi göstererek yaşadığı diplomatik sıkıntıları örtbas etti. AB’ye, ABD’ye ahkamlar kesti, ama nafile; çöküş sürdü. Sürecin başında hissetmesek de krizin faturası KHK’lar ile halka kesilmeye başladı ve fatura gün geçtikçe kabardı. İşsizlik ve işten atılmalar FETÖ’cülere yönelik denildi, hepimizi tek potada eritti. Hem bir krizin eşiğindeydik toparlanması gereken, hem de içi çatırdayan AKP kamu ve özel sektörde kendi yapılanmasını bu sayede oluşturuyordu. Tüm devlet kurumları el değiştirdi bir anlamda. “Farklı olan bizden değildir” mantığı ile OHAL sürecinde örtük bir ideolojik saldırıya maruz kaldık. Sokaklara çıkıp eylem yapmak, arz ve talepleri dile getirmek bir suçtu. Polis OHAL yetkisiyle hunharca saldırdı. Bu da saldırının örtük olmayan kısmıydı.

Şimdilerde kimse kendini açık edemiyor. OHAL’in korkusu yaşanıyor. Korkunun çaresizliğiyle suskunluk, “Ne olacak bu gidişat?” sorusuyla bekleyiş sürüyor. Bu çaresizlik, bu suskunluk, bu bekleyiş hayra alamet değil.

“OHAL sürüyor ama halkı nebze etkilemiyor” yalanını söyleyenlerin yalanları ayyuka çıktı. Mesela kendi mahallemizde bazı sokaklardan geçemiyoruz. -O sokak güvenlik gerekçesiyle kapatıldı.- Bazı sokaklara meydanlara üstümüzü başımızı aratmadan girip basın açıklaması bile yapamıyoruz. -Alanın etrafı polis tarafından güvenliğiniz için kapatıldı.- Mesela polisin hoşuna gitmeyen bir sloganı atamıyoruz. “Katil devlet” diyemiyoruz. Diyoruz tabi, gözaltına alınıyoruz. Türlü işkencelerin ardından tutuklanıp hapishaneye kapatılıyoruz. -Bahsi geçen şahıslar devletin güvenliği gerekçesiyle kapatıldı.- “OHAL hissedilmiyor” diyen bakanlar belki hissetmiyordur, biz iliğimizde kemiğimizde hissediyoruz. Yaşam, yaşanmaz hale geldi. Şimdilik durum böyle.

Ve bir kırılma yaratmak zorundayız. CHP’nin başlattığı Adalet Yürüyüşü bir kırılma olabilir mi? Elbette hayır! Bugün adalet isteyenler, süreci baştan görmediler mi? Niye şimdiye kadar sustular, hiçbir şey yapmadılar? Yaşamlarımızın her alanı bir bir talan edilirken onlar sonu başından belli “şaibeli” referanduma güvendiler, sokağı meydanı boş bıraktılar. Ne oldu da adaleti şimdi ister oldular?

Bir kırılma yaratmak zorundayız. Çünkü OHAL yasal ya da fiili olarak devam edecek, en azından bir süre daha bu halde yaşamaya çalışacağız. Milyonlarcamız açlık sınırında, Nuriye ve Semih’in yüz günü aşkın süredir devam eden açlığıyla, bunca baskı ve zulmün ortasında ekmeğe adalete ve özgürlüğe duyduğumuz açlıkla, yaşamaya çalışacağız. Ancak bu kabusu sona erdirmek de bizim dilimizde, elimizde, sıkılı yumruğumuzda…

Bir kırılma yaratmak zorundayız!

Mercan Doğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.

The post Adalete ve Özgürlüğe Olan Açlığımızla Yaşayacağız – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/07/13/adalete-ve-ozgurluge-olan-acligimizla-yasayacagiz-mercan-dogan/feed/ 0
“Gerçekten Gerçek” – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2017/01/03/gercekten-gercek-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2017/01/03/gercekten-gercek-ozgur-erdogan/#respond Tue, 03 Jan 2017 13:03:21 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/03/gercekten-gercek-ozgur-erdogan/ Bir Şeyler Değişirken… Belki de birçoğumuz hissediyoruz ve tanıklık ediyoruz; dünyada bir şeyler değişiyor. Sınırlar yerinden oynuyor. Yeni bir kavimler göçü Avrupa’nın kapılarını döverken, birilerinin maskesi düşüyor “Avrupanın Değerleri” denen safsata rafa kaldırılıyor. Savaş, terör ve terörist kavramları yeniden yazılırken, savaşın biçimi de değişiyor. Metropollerin ortasında patlatılan bombalar, bir gecede dümdüz edilen şehirler farklı isimlerle […]

The post “Gerçekten Gerçek” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

releaseme

Gerçeğin Anlamsızlaştırılmasıyla Sıkıştırılıyoruz!

Gerçeğe duyulan güven azaltılırken, yalanlar manipülasyonla iktidarın iletişim biçiminin gerçeği oluyor. Gerçek, titizlikle saklanarak, bozularak, anlamsızlaştırılarak; bireyler ve toplumlar kendi yaşamlarından uzaklaştırılıyor; daha da ötesi aptallaştırılıyor.

Bir Şeyler Değişirken…

Belki de birçoğumuz hissediyoruz ve tanıklık ediyoruz; dünyada bir şeyler değişiyor. Sınırlar yerinden oynuyor. Yeni bir kavimler göçü Avrupa’nın kapılarını döverken, birilerinin maskesi düşüyor “Avrupanın Değerleri” denen safsata rafa kaldırılıyor. Savaş, terör ve terörist kavramları yeniden yazılırken, savaşın biçimi de değişiyor. Metropollerin ortasında patlatılan bombalar, bir gecede dümdüz edilen şehirler farklı isimlerle yeni savaş kavramlarını süslüyor. Dünyayı sofra, kendilerini ev sahibi ilan edenlerin akşam yemeklerine yeni misafirler ekleniyor, kimisi masadan kovuluyor. Yaşadığımız coğrafyada ve dünyada “otoriter popülizm” ya da “alternatif sağ” denilen yeni bir tür faşizm yükseliyor. Sosyal medya ve sanal ağlar, günbegün yaşamlarımızı kuşatırken; merkez medyalar daha da çirkinleşip daha da çirkefleşiyorlar.

Asıl önemlisi, tüm bunların nedeni ve aynı zamanda sonucu olarak, “gerçeklik” algımız sakatlanıyor. Doğruya ve gerçeğe duyulan güven azalırken, yalan ve manipülasyon asıl iletişim biçimi halini alıyor. Gerçek, titizlikle saklanarak, bozularak, anlamsızlaştırılarak; bireyler ve toplumlar kendi yaşamlarına kör ediliyor; daha da ötesi aptallaştırılıyor.

Yeni Bir Tür Bilgisizlik

Bombalarla parçalanmış bedenler, harabeye çevrilmiş kentler, uc uca eklenmiş yollar, köprüler, tüneller, Partili – Partisiz cumhurbaşkanlığı, suikaste uğrayan bir Rus Büyükelçisi, Avrupa Birliği ile ilişkiler, Trump’ın başkanlık zaferi, Brexit kararı… Pek tabii ki, aynı sahada onlarca oyuncunun olduğu bir tenis maçını seyreder gibi bütün bunları takip etmeye çalışan insanlar. Kimisi telefonun ekranına, kimisi televizyonun ekranına kimisi de, bir başkasının ağzına bakarak anlamaya; öğrenmeye çalışıyor çevresinde ve dünyada neler olup bittiğini. Fakat ortada birbiriyle çelişen o kadar çok bilgi dolanıyor ki, kimse hangisinin doğru olduğunu bilmiyor. Sosyal medyada “Halep’te katliam var” başlığının altında bir dolu katliam fotoğrafı paylaşılıyor bir iki saat sonrada bunların yalan olduğu ortaya atılıyor… Çok geçmeden haberi yalanlayan haberde yalanlanıyor…

Bilgiye ulaşmak açısından bütün avantajlarına rağmen, bir bilginin çok farklı kaynaklardan, farklı yorumlanarak, değişik kullanıcılarına ulaşıyor olması sosyal medyanın başlı başına “gerçekliği zedeleyen” bir özelliği olarak ele alınabilir. Üstüne üstlük, iktidarlarında bu alanı “kendi ellleriyle yarattıkları trol ordularıyla” çok iyi manipüle etmesiyle, merkez medyanın “tek yönlü iletişimine” karşı, “çoğulcu” ve “katılımcı” bir alternatif olarak gösterilen sosyal medyada ya inandırıcılığını yitiriyor ya da -en azından kendi alıcısına karşı- merkez medyanın söylemlerinin yinelendiği bir mecraya dönüşüyor. Ortaya atılan bir yalan haber, -Facebook’un bir özelliği olarak- benzer kullanıcılar arasında yayılarak, büyüyor ve kendi gerçekiğini kazanıyor. Doğru haber ya da bilgi ise zaten o haberin doğruluğunu bilen azınlık arasında dolaşıp, toplumun diğer kesimlerine ulaşmıyor; ulaşamıyor.

Dahası gerçeğin bu şekilde anlamsızlaşması “yeni bir bilgisizlik” üretiyor. Fakat bu bilgisizliğin kaynağında “bilgi eksikliği” değil; “bilgi kirliliği” yatıyor. Dolayısıyla burada kimilerinin iddia ettiğinin aksine, eğitimli ya da eğitimsiz olmak manasını yitiriyor.

Nihayetinde “izleyiciler” izleyici olmaktan çıkıp, sahneye doğru yürüyebilecek bir gerçeğe ya da gerçekliğe bir türlü erişemiyor. Herkes, olan biteni buzlu bir camın ardında izliyor. Kısacası gerçeklik eriyor; anlamsızlaşıyor; atıllaşıyor.

Bir Yalan Nasıl Olur da, Bir Gerçeğe Dönüştürülür?

Yazının başında bahsettiğimiz gibi, dünyada bir değişim var ve bu değişimin en belirgin sonuçlarından ve yaratıcılardan biri de, “Alternatif Sağ” ya da “Otoriter Popülizm” diye adlandırabileceğimiz bir iktidar biçimi.

Özellikle son 3-5 yıldan bu yana, Avrupa’da ve ABD’de hatta yaşadığımız coğrafyada da, “muhafazakar” hareketlerin güçlendiğini görüyoruz. Fakat bu hareketler bildiğimiz anlamda; sisteme içkin olan ve tahmin edilebilir hamleler yapan “merkez sağ” hareketlerinden farklı olarak oldukça marjinal çıkışları, kaba bir popülarizmi birer yöntem olarak kullanan hareketler. İngiltere’de halkın Brexit kararını vermesinde etkili olan UKIP (Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi) lideri Nigel Farage, ABD’de başkanlık seçimlerini kazanan Donald Trump, Fransa’da ırkçı Ulusal Cephe’nin lideri olan Marine Le Pen, Hindistan’ın iktidar partisi Bharatiya Janata’nın lideri Narendra Modi ve hatta yıllardan beri özellikle Taksim Gezi sürecinin -devamından bu yana- bu stratejileri kullanan AKP ve lideri Recep Tayyip Erdoğan’da bu akımın temsilcileri arasında sayılabilir.

Peki, nedir bu tarz liderlerin ve hareketlerin alamet-i farikaları?

Bu iş için öncelikle tehlikelerle kuşatılmış bir coğrafya (olmazsa yaratılır) ve bu tehlikeleri savuşturabilecek mesihvari bir lidere ihtiyaç duyulur. Bu zat “halktan biri gibi davranan”, “halkın değerlerini önemseyen”; kendinden önce, “halkı hakir gören” elitlerin tahtını sarsan ve ülkeyi eski şanlı günlerine taşıyabilecek  projelere sahip olan bir “dünya lideri” olmalıdır. Kimisi yerli ve milli değerleriyle Osmanlı olmaya koşarken, kimisi Büyük Britanya krallığını geri çağırabileceğini; kimisi de Amerika’yı eski şaşalı günlerine çevirebileceğini iddia eder. Burada muhakkak bir düşman vardır. Bu düşman genelde dini ve etnik değerlere göre belirlenir. Bir yanda “göçmenler”, diğer yanda “Kürtler” dış mihraklarla bir olup ülkenin düzenini, insanların refahını, ekonominin istikrarını bozmaktadırlar. Yüzyıllardan beri,  milliyetçilik ve din ilüzyonuyla içleri oyulan toplumlar, bu çerçevedeki söylemlerle ayık tutulur. Çevrelerinde bir hayranlık halesi oluşturan bu liderler, zaman içerisinde bunu katıksız bir bağlılığa ve biata dönüştürürler. Durmadan yalan söylerler, her şeyi çarpıtırlar. Yalanlarının ortaya çıkmasını umursamazlar. Bir yalanları ortaya çıktığında, daha büyüğünü söylerler. Zaten eski siyaset ve siyasetçilerden herhangi bir beklentisi kalmayan insanlar; çoğu zaman bile isteye, kimi zamanda istemeden bu yalanlara inanırlar. Ve inanılan her bir yalan, halkla lider arasındaki bağı daha da güçlendirir. Belirli süre sonra, iş öyle bir noktaya varır ki, gerçek bütünüyle ortadan kaybolur.

Aslına bakılırsa, bu aynı zamanda bir suç ortaklığıdır. Liderlerinin vatan, millet, sakarya söylemleri ile bir savaşa girmesini desteklemiş olan halk, bu savaşta yıkılan şehirleri, katledilen insanları bir şekilde vicdanında ve zihninde meşrulaştırmaya ihtiyaç duyar. Çoğu zaman bunu kendi yapamadığından lider tekrar devreye girer ve daha büyük bir yalanla gerçeği daha da diplere iter. Bu böyle sürer gider, her bir yalanda suç ortaklığı büyür, yeni yalanlar ötekini doğurur. Bu dakikadan sonra, bağımsız, objektif bir gerçeklikten söz edilemez. Gerçeklik liderin iki dudağının arasındadır. Bir şeyin varolup olmaması, liderin sözlerine bağlıdır.

Yaşadığımız topraklarda, son dönemde yaşanan olaylar ve gelişmeler bizler için böyle bir akımın pek de yeni olmadığını gösterir nitelikte. İktidar öyle çok, öyle hızlı yalanlar söylüyor ve söyledikleri yalanları yine kendileri öyle hızlı yalanlıyorlar ki, iktidara yakın yayın organları bile çoğu zaman onlara yetişemiyor. Örneğin, dünün öfkeli gençleri ya da direniş hareketi sayılan IŞİD ve El Nusra bir gün içerisinde düşman addedilip eli kanlı teröristler haline gelebiliyor. Rus uçağının düşürülme emrini ben verdim diyenler, çok değil birkaç ay sonra, bu bir “FETÖ Komplosudur” diyebiliyor. Bir zamanlar iktidarını paylaştığı bir cemaati aralarındaki çıkar çatışmaları yüzünden tamamiyle ortadan kaldırmaya çalışıyor. Üstüne üstlük, bu yapıyı büyüten ve onun semirmesini sağlayan kendisi değilmiş gibi kendisine muhalif olan birbirleriyle alakasız tüm diğer kesimleri de “FETÖ”cü olarak yaftalayabiliyor.

Nihayetinde tüm bu olanlar liderin hayranları tarafından görmezden geliniyor. 2023 hedefleri, Neo-Osmanlıcılık, Malazgirt Zaferleri, 15 Temmuz Şehitleri ve benzeri efsaneler, kendi gerçekliğini yaratmıştıyor. Ve artık bu gerçeklikte gerçekliğe zerre kadar yer kalmıyor.

Gerçek-Ötesi Zamanların Kazananları ve Kaybedenleri

İşte tam da bu tartışmaların alevlendiği noktada Oxford yılın sözcüğü olarak Post- Truth sözcüğünü seçmiş ve bunu şu şekilde tanımlamıştır: “tarafsız gerçeklerin kamuoyu fikrini etkilemede duygulara ve kişisel inançlara cazip gelen şeylerden çok daha az etkili olması durumuyla ilgili olan ya da bu anlama gelen.”

Kavramın kendisi her ne kadar 7-8 yıl önce ortaya atılmış olsa da, tam Trump’ın seçilmesinin arifesinde, liberaller-demokratlar tarafından tartışılmaya başlanması bir tesadüf değil. Tıpkı bu coğrafyaya bu meseleyi ithal edenlerin, eski sistemde kısmen de olsa söz sahibi olan liberaller ve Kemalistler tarafından tartışılmasının tesadüf olmaması gibi.

Ellerini iki yana açarak “bu insanlar tüm bunlara nasıl inanıyor?” diye şikayet eden bu zat-ı muhteremlerin de asıl derdi “Gerçeğin Anlamsızlaştırılması” değil, kendi varoluşlarının gitgide anlamsızlaşmasıdır. Çünkü yeni yeni kendini gösteren bu “gerçekdışı” durum, bir önceki gerçekliğin haylaz, terbiyesiz, şımarık ve dizginlemez çocuğundan başka bir şey değildir.

Bu liberal anlayış özellikle 2. Dünya Savaş’ından sonra kendi gerçekliğini yaratmış, insan hakları, demokrasi, uygarlık söylemlerinin altında kapitalizmin yürütücülüğünü yapmıştır. Bu söylemleri istediği zaman uygulamış, istemediği zaman uygulamamıştır. Fakat bugün, bu anlayış devletler ve kapitalizmin toplumların ve dünyanın üzerinde yarattığı tahribatı onaramadığı gibi; aynı zamanda bunu gizleyememiştir ve inandırıcılıklarını yitirmişlerdir. Dolayısıyla, artık kapitalistlerin onlara biçtiği rolü layıkıyla yerine getiremedikleri için, kapitalizm görevi kimi yerlerde “otoriter popülaristlere” devretmiştir ya da bu akım bu boşluktan faydalanıp görevi kapmıştır.

Fakat buradan ikisinin de kapitalizm ürünü olarak aynı şey olduğunu söylemek gibi bir hataya düşmemek gerekir. Elbette ikisi de yalan söylemektedir. Elbette Irak’ta Körfez Savaşı’nı bin bir yalanla çıkartanlar, bugün cumhuriyetçileri yalancılıkla suçlayan demokratların ta kendisidir. Elbette bugün, Recep Tayyip Erdoğan’ı tek adam olmakla suçlayanlar, tek adam geleneğini bütün şiddetiyle 1923’den bugüne taşıyanlardır. Bununla beraber bu ikisini aynılaştırmak, bugünün devrim öncesi İran’ıyla, devrim sonrası İran’ı ikisi de müslümandı diyerek aynılaştırmak kadar abestir.

Peki Hangi Gerçek?

Gerçeğin kırılması, gerçeğin anlamsızlaştırılması elbette yeni bir şey değildir. Genel itibariyle, kişinin yaşamla dolayımsız bir ilişki kuramadığı; kurulmasına izin verilmediği her durum “gerçekliğin anlamsızlaştırıldığı” birer vakadır. Bu durum da, gerçekliği her zaman kendi ihtiyaçları doğrultusunda dönüştüren iktidardan bağımsız düşünülemez. Dolayısıyla iktidar, varlığını biraz da gerçekleri manipüle edebilmesine borçludur.

Yaşamın kendisine bir meydan okuma olan iktidar, yaşamın karşısına her zaman bir kurgu ile çıkmak durumunda kalmıştır. Dinler, uluslar, devletler ve kapitalizm bu kurgunun hem yaratıcısı hem de birer parçasıdırlar.

Son kertede, iktidar kendi gerçeğini yaratıp, bireyi ve toplumları bir kurguya mahkum ederek, kendi gerçekliklerinden uzaklaştırmış ve köleleştirmiştir. Devlet ve kapitalizm de, tarihleri boyunca farklı kurgularla bu oyunu sürdürmüş, kölelerin gerçeklik yani özgürlük arayışı da bugüne kadar süregelmiştir. Ancak bu kurgular her zaman birbirinin aynısı olmamıştır, hatta bazen kurguyu yapanlar da o kurgu içerisinde kaybolmuş gerçeklik freni patlamış bir kamyon gibi içindekilerle beraber bir uçurumdan aşağıya doğru son sürat sürüklenmiştir. Bu uçurum dibinde en az iki büyük enkaz yatmaktadır: Birinci ve İkinci Dünya Savaşları!

Tarihte bu tip zamanlar, genelde dönüm noktalarını işaret eder. Yani gerçekliğin yerine konan kurgu zaman içerisinde gerçekliğin kendisi olarak algılanmaya başlamışken yeni bir kurgu, önceki kurgunun yerini alır. Ve önceki kurguya dair olan birçok şeyi, bazı objektif gerçeklerle beraber yerle bir edebilir. Belki bugün içinde bulunduğumuz durum da, yeni bir kurguya geçerken yaşanan yerle bir olmaya işaret ediyordur.

Elbette bütün bunlar, bir neden-sonuç zinciri gibi uzayıp gitmez. Bu kurguları yazan aynı tarih bu kurguları kendi gerçekliklerini yaratarak yerle bir edenleri de yazmıştır. Yaşamla dolayımsız bir ilişki kurma arzusu, kurgulardan kurtulma mücadelesidir; özgür olma, varolma mücadelesidir! Dolayısıyla bu kurgular varoldukça bu mücadele de sürecektir. Ta ki toplumlar kendi gerçekliğini yaratıncaya kadar!

 

Özgür Erdoğan

[email protected]

Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayınlanmıştır.

The post “Gerçekten Gerçek” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/03/gercekten-gercek-ozgur-erdogan/feed/ 0