fukuşima – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Fri, 14 Sep 2018 13:20:20 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Okyanusların 3’de 1’i Fukuşima’nın Radyasyonu İle Kaplandı https://meydan1.org/2018/09/14/okyanuslarin-3de-1i-fukusimanin-radyasyonu-ile-kaplandi/ https://meydan1.org/2018/09/14/okyanuslarin-3de-1i-fukusimanin-radyasyonu-ile-kaplandi/#respond Fri, 14 Sep 2018 13:20:20 +0000 https://seninmedyan.org/?p=43287 11 Mart 2011’de Japonya’da gerçekleşen deprem ve tsunami sebebiyle Fukuşima Nükleer Santrali’nin çekirdekleri erimeye başlamış ve atmosfere yoğun miktarda radyasyon saçılmıştı. Etkileri hala devam eden felaketin ardından 7 yıldan fazla bir zaman geçti ancak dünya henüz radyasyondan kurtulamadı. Reaktörden sızan radyasyonun %80’i Pasifik Okyanusu’na döküldü ve Kuroshio Akıntısı’nın da etkisiyle yıllar boyunca dünyaya yayıldı. Kaynak: […]

The post Okyanusların 3’de 1’i Fukuşima’nın Radyasyonu İle Kaplandı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

11 Mart 2011’de Japonya’da gerçekleşen deprem ve tsunami sebebiyle Fukuşima Nükleer Santrali’nin çekirdekleri erimeye başlamış ve atmosfere yoğun miktarda radyasyon saçılmıştı.

Etkileri hala devam eden felaketin ardından 7 yıldan fazla bir zaman geçti ancak dünya henüz radyasyondan kurtulamadı. Reaktörden sızan radyasyonun %80’i Pasifik Okyanusu’na döküldü ve Kuroshio Akıntısı’nın da etkisiyle yıllar boyunca dünyaya yayıldı.

Kaynak: Patika Ekoloji Kolektifi

The post Okyanusların 3’de 1’i Fukuşima’nın Radyasyonu İle Kaplandı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/09/14/okyanuslarin-3de-1i-fukusimanin-radyasyonu-ile-kaplandi/feed/ 0
Fukuşima’nın Üzerinden Yedi Yıl Geçti, Kapitalizm Krizi Fırsata Çevirdi(!) https://meydan1.org/2018/06/22/fukusimanin-uzerinden-yedi-yil-gecti-kapitalizm-krizi-firsata-cevirdi/ https://meydan1.org/2018/06/22/fukusimanin-uzerinden-yedi-yil-gecti-kapitalizm-krizi-firsata-cevirdi/#respond Fri, 22 Jun 2018 14:46:21 +0000 https://seninmedyan.org/?p=39970 11 Mart 2011 saat 14:46, Japonya’nın Tōhoku bölgesinde 9.0 büyülüğünde bir deprem meydana gelir. Deprem ve ardından gelen tsunamide 18 bin kişi yaşamını yitirir. Pasifik Okyanusu kıyısında bulunan Tōhoku bölgesine ilk tsunami, depremden yaklaşık 1 saat sonra, 15:55’de vurdu. İlk tsunaminin ardından yavaş yavaş Japonya’nın diğer kıyıları da etkilenmeye başladı. Bu kıyılardan birinde, Ōkuma’da, bulunan […]

The post Fukuşima’nın Üzerinden Yedi Yıl Geçti, Kapitalizm Krizi Fırsata Çevirdi(!) appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
11 Mart 2011 saat 14:46, Japonya’nın Tōhoku bölgesinde 9.0 büyülüğünde bir deprem meydana gelir. Deprem ve ardından gelen tsunamide 18 bin kişi yaşamını yitirir.

Pasifik Okyanusu kıyısında bulunan Tōhoku bölgesine ilk tsunami, depremden yaklaşık 1 saat sonra, 15:55’de vurdu. İlk tsunaminin ardından yavaş yavaş Japonya’nın diğer kıyıları da etkilenmeye başladı.

Bu kıyılardan birinde, Ōkuma’da, bulunan Fukuşima Nükleer Santrali deprem uyarısını alır almaz bütün reaktörlerini kapatmıştı.Ancak reaktörler kapalı olmalarına rağmen hala soğutulmaları gerekiyordu, çünkü nükleer gibi faydalı(!) bir enerji kaynağı verdiği enerji kadar su tüketmek ister.

Tsunamiden korunmak için 10 metrelik duvarları olan santral, 13 metre tsunamiyle karşılaşır ve reaktöre su pompalamak için gerekli elektrik akışı artık sağlanamaz hale gelir. Gittikçe ısınmaya başlayan nükleer çekirdek bir süre sonra erimeye başlar ve radyasyon yayılır.

Gerisi malum; radyasyona maruz kalan on binlerce kişi, ekolojik yıkımlar, evlerini terk etmek zorunda kalan insanlar, radyasyon yanıkları…

Facianın üzerinden 7 yıl geçti ve bölge sakinleri yavaş yavaş terk ettikleri evlerine geri dönmeye başladılar. Ancak radyasyonun tamamen temizlenmesi yıllar alacak.

Fukuşima’nın ünü henüz tazeyken bundan faydalanmak isteyen çeşitli acenteler nükleer turizmine el attılar bile. Facianın mimarı Tokyo Electric’in de desteğiyle düzenlenen turlarda yok yok. Nükleer santralin hemen yanında kurulan arazilerde tarım yapmaktan, otobüs turlarıyla yıkık binalara girmeye kadar her şey var.

Şirketler, nükleer turizminin bölgeye yeniden refah getireceğini söylese de, Kapitalizmin kar uğruna yapabilecekleri düşünüldüğünde zaten “refahı” 7 yıl önce bozulanlara pek bir fayda getirmeyeceği apaçık ortada.

Patika Ekoloji Kolektifi

The post Fukuşima’nın Üzerinden Yedi Yıl Geçti, Kapitalizm Krizi Fırsata Çevirdi(!) appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/06/22/fukusimanin-uzerinden-yedi-yil-gecti-kapitalizm-krizi-firsata-cevirdi/feed/ 0
“Çernobil İşçileri İki Kez Öldürür” – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2016/04/26/cernobil-iscileri-iki-kez-oldurur-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2016/04/26/cernobil-iscileri-iki-kez-oldurur-ozgur-erdogan/#respond Tue, 26 Apr 2016 11:17:08 +0000 https://test.meydan.org/2016/04/26/cernobil-iscileri-iki-kez-oldurur-ozgur-erdogan/ Bugünlerde bir başka 26 Nisan’ı, Çernobil’in yıldönümünü karşılamaya hazırlanıyoruz. Çernobil’in o ağır yükü; sorumluluğu sayfa sayfa önümüze dökülüyor. Binlerce akıl almaz yaşam hikayesi ve deneyim internet aleminin bilgi denizinde kağıttan bir gemi gibi bata çıka seyrediyor. Her 26 Nisan’da bu hikayeler; ucu sivri, tırtıklı bir bıçak gibi vicdanımızı ve “insanlığımızı” biçiyor. Biz bu hikayelerden bahsetmeyeceğiz. […]

The post “Çernobil İşçileri İki Kez Öldürür” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Pripyat'ta işçiler patlama sonrasında şehri temizliyor. - 1986 Pripyat’ta işçiler patlama sonrasında şehri temizliyor. – 1986

Bugünlerde bir başka 26 Nisan’ı, Çernobil’in yıldönümünü karşılamaya hazırlanıyoruz. Çernobil’in o ağır yükü; sorumluluğu sayfa sayfa önümüze dökülüyor. Binlerce akıl almaz yaşam hikayesi ve deneyim internet aleminin bilgi denizinde kağıttan bir gemi gibi bata çıka seyrediyor. Her 26 Nisan’da bu hikayeler; ucu sivri, tırtıklı bir bıçak gibi vicdanımızı ve “insanlığımızı” biçiyor.

Biz bu hikayelerden bahsetmeyeceğiz. Fakat, merak edenlerin, bir nükleer katliamın sayılarla değil de ancak ve ancak buna maruz kalanların aktardığı deneyimlerle anlaşılabileceğini görmeleri için Svetlana Aleksiyeviç’in Çernobil’den Sesler kitabına bir bakmalarını öneriyor; hatta onları kitabı okurken dünyaya her gün bir yenisi eklenen santrallerin açığa çıkardığı ve çıkaracağı felaketler üzerine düşünmeye, dahası bu santrallere karşı eylemeye davet ediyoruz.

Evet, biz bu hikayelerden bahsetmeyeceğiz dedik ama yine de hikayelerden gideceğiz. Daha doğrusu, “Evet nükleer öldürür, ama nükleer yoksulları ve ezilenleri daha mı çok öldürür?” sorusunun peşine düşeceğiz. Bizlere doğal afet diye yutturulmaya çalışılan sellerin varoşlardaki evleri basması gibi, depremlerin bilmem kaç şiddetindeki yer sarsıntılarına dayanıklı lüks siteleri es geçip, kağıttan kuleler gibi dizilmiş yoksul apartmanları yerle bir etmesi gibi… Acaba radyasyon da, herkesi öldürdüğünden daha fazla mı öldürmüştür ezilenleri?

Radyasyon, kapitalizmin ve devletin üzerlerine zırh olduğu insanları es geçmese de, günlük hayatını baldırı çıplak geçiren biz ezilenleri, efendilerden daha mı çok öldürmüştür? Yine bu katliamlarda efendiler birer birer ölürken biz yine yüzlerle, binlerle, milyonlarla mı ölmüşüzdür?

Çernobil Katliamı ve “Kahraman Yoksullar”

Bir çoğumuzun bildiği üzere, 26 Nisan 1986 akşamı, Sovyetler Birliği’ndeki Pripyat kasabasının yakınlarındaki Çernobil nükleer santralinde büyük bir patlama meydana geldi. Patlama esnasında 31 kişi öldü. Fakat patlamanın etkisi dalga dalga yayıldı. Sovyetler Birliği devletinin katliamı gizleme çabası, radyasyonun etkisini katmerledi. 26 Nisan 1986’da Çernobil’de patlayan nükleer, o günden bugüne Rusya’dan yaşadığımız topraklara kadar ölüm ve kanser olarak yağdı üzerimize.

Patlamanın hemen ardından sovyet yetkililer, bölgenin temizliği için robotlar gönderdiler Çernobil’e. Fakat robotlar bile maruz kaldıkları radyasyon yüzünden bozulunca, onların insan versiyonları gönderildi. İtfaiye erleri, düşük rütbeli askerler, inşaat işçileri ve maden işçileri basit birer gaz maskesi ve radyasyon karşısında hiç bir koruyuculuğu olmayan kıyafetlerle enkazı temizlemeye koyuldular. Çernobil Katliamı’nın izlerinin silinmesi için çalışan yüzbinlerce insanın büyük bir kısmı öldü. Tarihe isimleri kahraman olarak kazındı. Fakat Sovyet bürokrasinin üst tabakasından kimsenin adı bu binlerce mezar taşının üstünde görülmedi. Hatta bu bürokratlar; işçiler teker teker ölüyorken, radyasyona maruz kalmış hayvanları ucuz fiyatlara satıp coğrafyanın bütününe dağıtmakla uğraşıyorlardı.

Evet, hikaye oldukça tanıdık gibi; hatırlarsanız Soma’da katledilen maden işçileri de, kendilerini katledenler tarafından “şehit” unvanıyla “taçlandırılmışlardı”.

Fukuşima Katliamı ve “Başını Sokacak Bir Saçak Altı” Uğruna

11 Mart 2011’de, Honşu Adası açıklarında meydana gelen tsunami ve deprem sonrasında, Fukuşima Nükleer Santrali’nde büyük bir patlama meydana geldi. Patlama sonrasında, 160 bin kişi evlerini terk etti. Radyoaktif maddeler binlerce ton su ile denize aktı; toprağa ve havaya karıştı. Balıkların normal seviyenin iki bin beş yüz katı radyasyona maruz kaldığı ortaya çıktı. Üstelik, nükleer sızıntının etkilerinin 24 bin yıl daha süreceği öngörüldü.

Nasıl Çernobil’i yapan akılla, Fukuşima’yı yapan akıl paralel düşündüyse; pisliğin temizlenmesi konusunda da aynı yöntemi izledi efendiler. Önce robotlar denendi, olmayınca ülkede ki evsizler devreye sokuldu. Buyurun kendi ağızlarından dinleyelim: “Bizi işe almak isteyenler için kolay bir hedefiz. Buraya çantalarımızla geliyoruz, tren garları yakınlarında dolaşmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Yani bizi bulmak kolay oluyor. Onlar da gelip “Aç mısınız?”, “İş ister misiniz?” diye soruyor. Eğer yiyecek hiçbir şeyiniz yoksa size iş öneriyorlar.”

Evsizler günde tahmini 90 dolara çalıştırıldılar, aldıkları paranın büyük bir kısmını kaldıkları yere ve yemeğe ödediler. Şimdi onların hangi köşede kıvrılıp öldüğünü ya da ölümü beklediğini kimse bilmiyor.

Goiania Katliamı ve “Nükleerin Hurdasına Denk Gelmek”

Yıl 1987, aylardan eylül, Brezilya’nın Goinai şehrinde iki yoksul hurdacı olan Roberto Dos Santos Alves ve Wagner Mota Pereira terk edilmiş bir radyoterapi kliniğinde, yüksek miktarda radyoaktif sezyum klorid içeren bir radyoterapi makinası bulurlar ve bunu dükkanlarına taşırlar. Makinenin içerisinde mavi ışıklar saçan küre biçimindeki küçük nesne dikkatlerini çeker. Bunu makinenin içerisinden çıkarıp, bir kaç gün içerisinde başka birine satarlar. Küreyi alan Devair Ferreira bu nesneyi evine götürür. Kürenin eve girmesinden sonra, evde yaşayanların sağlık durumunun kötüye gittiğini fark eden kız kardeş bu durumdan şüphelenerek küreyi inceletmek için onu otobüsle bir hastaneye taşır. Böylece küreyi bulan iki hurdacıdan otobüste bulunan insanlara kadar toplamda 250 kişi yoğun derecede radyasyona maruz kalır; bunlardan en az dördü hayatını kaybederken, diğerleri istisnasız biçimde ağır hastalıklara yakalanırlar.

Şurası açıktır ki; hiç bir zengin, hiç bir devlet adamı yaşamını hurda satarak sağlamaz. Ve aynı zenginler hurdacıdan aldıkları ışık saçan mavi toplarla ailesini sevindirmeye çalışmaz. O zenginler ki, ne yoksulların bindiği otobüslere binerler ne de onların gittiği hastanelere giderler!

Çelyabinsky ve “Uranyumu Halının Altına Süpürmek”

1957 yılında, Çelyabinsky yakınlarındaki Mayak Nükleer Santrali’nde büyük bir patlama meydana geldi. Her ne kadar dünyanın ilk nükleer katliamı olsa da, Sovyet yönetimi tarafından 90’lı yıllara kadar gizlendi. Tabi bu sırada, radyasyon yaklaşık 1.000 kilometrelik bir alana yayıldı. Onlarca yıl boyunca, nükleer sızıntı devam etti, radyasyonlu atık su bölgedeki nehre bırakıldı. Faciadan en çok etkilenen Müslümova Köyü, Nükleerci devlet şirketi Rosatom tarafından ancak 2006 yılında, Yeni Müslümova Köyü kurularak oraya taşındı.

Faciadan en çok etkilenen, nehir boyunca uzanan köylerde yaşayan ve hayatını tarım ve hayvancılıkla sürdüren köylüler oldu. Katliamdan günümüze kadar doğan çocukların hemen hemen hepsi beraberinde bir hastalıkla dünyaya geldiler. Kanser olmak şaşılmayacak bir şeye dönüştü.

Rusya devleti kimi mağdurlara tazminat ödemeyi kabul etti. Fakat verilen tazminat, radyasyondan uzak bir yerde ev almaya bile yetmiyordu!

Pek tabi, nükleerin dilsiz kurbanlarıda vardı. Ağaçlar, ormanlar sokak hayvanları su varlıkları ve diğerleri. Pripyat’ta, Çelyabinsky’de Fukuşima’da ve daha bir çok başka yerde büyük bir sessizlik içerisinde katledildiler. Çoğu kimse onları anmadı. Bir daha yeşillenemeyecek bir ağaç, sakat doğan bir buzağı ve soluduğu hava zehirlenen bir balık bilançolara dahil edilmedi.

Şuna emin olabilirsiniz ki, tarih yukarıda andığımız hikayelerin benzerleri ile doludur. Kimisi halen gizli kapaklı, kimisi aşikar. Fakat, en nihayetinde aşikar olan şey ise nükleer herkesi öldürse de ezilenleri daha çok öldürdü, öldürüyor ve biz ezilenler bizlerin hayatı üzerinden hesaplar yapanların karşısına dikilmedikçe öldürmeye devam edecek!

Özgür Erdoğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33.sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Çernobil İşçileri İki Kez Öldürür” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/04/26/cernobil-iscileri-iki-kez-oldurur-ozgur-erdogan/feed/ 0
” İki Arada Bir Derede Katliamın Gölgesinde Talan Projeleri” – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2015/10/27/iki-arada-bir-derede-katliamin-golgesinde-talan-projeleri-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2015/10/27/iki-arada-bir-derede-katliamin-golgesinde-talan-projeleri-ozgur-erdogan/#respond Tue, 27 Oct 2015 10:55:01 +0000 https://test.meydan.org/2015/10/27/iki-arada-bir-derede-katliamin-golgesinde-talan-projeleri-ozgur-erdogan/ Yaşadığımız topraklar art arda katliamların karanlığına gömülmüşken; adalet, özgürlük ve barış isteyenler acı ve öfke içinde cenazelerde buluşuyorken; insanlar panik ve korku içinde birbirlerine “Bize ne oluyor?!” diye sorarlarken birileri de işlerini tıkır tıkır yürütmeye devam ediyor. Devlet ve suç ortakları şirketler sizi öldürmekle yetinmeyeceğiz, yaşadığınız doğayı da başınıza yıkacağız, her yeri betona bulayıp adeta […]

The post ” İki Arada Bir Derede Katliamın Gölgesinde Talan Projeleri” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi-katliamın gölgesinde talan projeleri özgür erdoğan

Yaşadığımız topraklar art arda katliamların karanlığına gömülmüşken; adalet, özgürlük ve barış isteyenler acı ve öfke içinde cenazelerde buluşuyorken; insanlar panik ve korku içinde birbirlerine “Bize ne oluyor?!” diye sorarlarken birileri de işlerini tıkır tıkır yürütmeye devam ediyor. Devlet ve suç ortakları şirketler sizi öldürmekle yetinmeyeceğiz, yaşadığınız doğayı da başınıza yıkacağız, her yeri betona bulayıp adeta yaşam adına ne varsa yok edeceğiz der gibi talan ve katliam planlarını harfiyen uygulamayı sürdürüyorlar.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı “Müjde”yi Verdi: 3. Nükleer İğneada’ya

Katliam bir devlet geleneğidir. Katliamı bazen bombayla, bazen ağır silahlarla, bazen uçaklarla, bazen de tıpkı Çernobil, Fukuşima ve daha adını sayamadığımız irili ufaklı birçok “nükleer santral” ile de gerçekleştirebilirsiniz. Bu toprakların efendileri de nükleer projelerini peşi sıra uygulamaya devam ediyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alaboyun, “Üçüncü nükleer santralin Kırklareli İğneada bölgesinde yapılması planlanıyor. Firmalarla görüşmeler devam ediyor” açıklamasıyla bizlere 3. nükleerin müjdesini verdi.

Bir Müjde de Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’ndan: Akdeniz’de 3725 Tane Talan Projesi

Böylesine karanlık günlerden geçerken, devlet erkanı boş durmuyor, müjdeler birbirini izliyor! Başta Karadeniz olmak üzere, yaşadığımız coğrafyanın her bir yanını envai çeşit enerji santralleriyle donatan devlet ve şirketlerin ağzı şimdi de Akdeniz için sulanıyor. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Isparta’da Güneydoğu Anadolu Projesi’nin bir benzeri olarak Akdeniz Gelişim Projesi (GEP) hazırladıklarını belirterek, burada 3725 tesis yapacaklarını duyurdu. Sözlerine esprili (belki alaycı daha doğrudur) bir şekilde devam eden Eroğlu, “Buraya gelirken Afyonkarahisar’dan kaymaklı lokum getirecek halim yoktu. Buraya heybem dolu yatırımlarla geldim… 6 aylık çalışma neticesinde nereye ne yapılacak bunları belirledik. 2019 yılına kadar 266 baraj ve gölet, 440 sulama tesisi, 32 içme suyu tesisi, 850 dere ıslahı tesisi, 1299 köprü ve ağaçlandırma gibi yatırımlar yapılacak” dedi. Yaşanan katliamın ardından adeta bir komedyen edasıyla boy gösteren bakan, Isparta’nın güllerini, talan projeleri kapsamında yapmayı planladıkları göletlerle özdeşleştirerek keskin edebiyat yeteneğini de göstererek, “Isparta, Isparta olalı böyle barajlar göletler yapılmadı. Isparta artık güller ve göller diyarını yanı sıra barajlar ve göletler diyarıdır” dedi.

Yeşil Yol’un İlahi Amaçları

Karadeniz’deki son talan projelerinden biri olan “Yeşil Yol” ise geçtiğimiz günlerde Başbakan Davutoğlu tarafından ilginç bir şekilde savunuldu. Davutoğlu Karadeniz’de yaptığı bir konuşmada “Yeşil Yol (…) doğaya ulaşıp rabbimize şükretmek için” diyerek meseleyi ilahi bir açıdan değerlendirdi ve “Bunların dini, imanı para…” deyişinin ete kemiğe bürünmüş hali olarak tarihe geçti.

Daha proje aşamasındayken bir talan projesi olduğu ve izlediği güzergâh boyunca yaşam adına ne varsa yok edeceği aşikar olan “Yeşil Yol” hepimizin de hatırlayacağı gibi köylüler tarafından engellenmek istenmiş; iş makineleri birkaç defa durdurulmuş, yaşlı kadınlar askerler tarafından yerlerde sürüklenmiş ve nihayetinde ağır silahlarla donanmış askerlerin eşliğinde şirket tarafından inşaata başlanmıştı.

Fakat Davutoğlu böyle düşünmüyor ya da fantastik bir romanın mistik bir kahramanı olduğunu düşünüyor ve saçmalamaya devam ediyor: “Dünyanın her yerinden insanlar gelsin Karadeniz’in yaylalarına aşık olsun, havasında şifa bulsun diye bu projeyi yapıyoruz. Türkiye’nin her köşesindeki çevre aşıkları olan bizler adına söylüyorum; bizler sarı çiçekle konuşan Yunus Emre’den ilham almışız. Tek bir sarı çiçeğin ezilmesine izin vermeyiz. Tek bir yaylanın tarumar edilmesine izin vermeyiz. Kötü yapılaşmayla o doğanın bozulmasına izin vermeyiz. O yollar doğayı bozmak için değil, doğaya ulaşıp rabbimize şükretmek için yapılıyor. Yeşil Yol bu felsefeyle yapılmaya devam edecek.”

Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce: Beton makinesinin sesinden büyük keyif alıyorum

Çevre Bakanı İdris Güllüce ise İstanbul Esenler’de katıldığı bir açılışta yaptığı açıklamalarla, devleti temsilen “çevreleri”ne hangi gözle baktıklarını açık etmiş oldu. Çevre Bakanı: “Beton makinesinin sesi bu ülkede hiç eksik olmasın. Ben inşaat mühendisiyim, beton makinesinin sesinden çok keyif alırım. Böyle pat… pat…pat… vurdukça… Türkiye kalkınıyor. Kalkınacak, gelişecek. Türkiye 2023, 2071 hedeflerine gidiyor… Biraz sonra o beton pompası vurmaya başlayacak. Birilerine rağmen Türkiye kalkınacak. Rabbim bu ülkeyi hep böyle kalkındırsın. Silah seslerinin yerine, terörün yerine, insanların birbirine acımasızlığı yerine beton santrallerinden beton çıksın ve o beton santrallerinin betonlarını beton pompaları insanlara güzel güzel evler, havaalanları, yollar, otobanlar yapsın!”

Halbuki biz çevre bakanından yaptıkları pislikleri örtmek için usulen de olsa -ki her zaman öyle olur- yeşile övgü beklerken; kendileri derelerimizi kurutan, ormanları yerle bir eden yaşam alanlarımızdan bir silindir gibi geçen “beton”a karşı histerik aşkını dile getiriyor.

Katliamı takip eden son bir hafta içerisinde yapılan tüm bu açıklamalara baktığımızda “Siz bizimle dalga mı, geçiyorsunuz?” diye sormamak elde değil. Bu açıklamaların, toplumun birçok duyguyu bir arada yaşadığı ve dikkatinin çok başka noktalara çekildiği böyle bir zamanda yapılması oldukça manidar ve aynı zamanda son derece umursamaz ve pespayecedir.

Açık, net ve tereddütsüz bir şekilde söylüyoruz, komik değilsiniz, zeki ya da edebi hiç değilsiniz! İğrençsiniz, katilsiniz; Ankara‘da ölen yoldaşlarımızın, derelerin, ağaçların, havanın, hayvanların, tüm doğanın katilisiniz. Çok sevdiğiniz beton makinelerinin sesi eşliğinde, öve öve bitiremediğiniz duble yolların arasında, yaşadığımız toprakların her bir yanına dizilmiş enerji santralleri ve saya saya bitmeyecek talan projelerinizle beraber yok olup gideceksiniz. Doğanın ve katlettiğiniz tüm yoldaşlarımızın öfkesi, yaşadığınız her an ensenizde olacak. Yaptığınız hiçbir katliam, gevrek gevrek sırıtarak söylediğiniz hiçbir yalan, hiçbir söz unutulmayacak!

Özgür Erdoğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” İki Arada Bir Derede Katliamın Gölgesinde Talan Projeleri” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/10/27/iki-arada-bir-derede-katliamin-golgesinde-talan-projeleri-ozgur-erdogan/feed/ 0
“Rosatom, Mitsubishi, Areva Nükleerci Şirketler Yanıbaşımızda! ” – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2015/06/05/rosatom-mitsubishi-areva-nukleerci-sirketler-yanibasimizda-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2015/06/05/rosatom-mitsubishi-areva-nukleerci-sirketler-yanibasimizda-ozgur-erdogan/#respond Fri, 05 Jun 2015 10:41:45 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/05/rosatom-mitsubishi-areva-nukleerci-sirketler-yanibasimizda-ozgur-erdogan/ 1987 ile 2013 yılları arasında İNES verilerine göre dünyada 611 nükleer “kaza” yaşanmıştır. Bu vakalar kaşla göz arasında örtbas edilirken, bunlardan sorumlu olan şirketler ve devletler her seferinde bir şekilde aklanmıştır. Rosatom, Areva ve Mitsubishi gibi şirketler ve Türkiye, Rusya, Fransa ve Japonya gibi devletler de yaşadığımız topraklar üzerinde Mersin ve Sinop’ta benzeri çalışmalar içerisinde. […]

The post “Rosatom, Mitsubishi, Areva Nükleerci Şirketler Yanıbaşımızda! ” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Nükleer

1987 ile 2013 yılları arasında İNES verilerine göre dünyada 611 nükleer “kaza” yaşanmıştır. Bu vakalar kaşla göz arasında örtbas edilirken, bunlardan sorumlu olan şirketler ve devletler her seferinde bir şekilde aklanmıştır. Rosatom, Areva ve Mitsubishi gibi şirketler ve Türkiye, Rusya, Fransa ve Japonya gibi devletler de yaşadığımız topraklar üzerinde Mersin ve Sinop’ta benzeri çalışmalar içerisinde. Adı geçen şirketlerin ve devletlerin tarihlerindeki katliam ve yolsuzluklara bakmanın, kimlerle karşı karşıya kaldığımızı görmek ve nasıl mücadele etmemiz gerektiği konusunda yol gösterici olacağını düşünerek hazırladığımız araştırmayı sizlerle paylaşıyoruz

Rosatom’a Güvenmek

19 Mart 2015 günü, Akkuyu’da nükleer santrali yapacak olan Rus devlet şirketi Rosatom’un başkan yardımcısı Milko Kovachev, “Rus tasarımı nükleer santrallerin depremlerde yıkılmayacağını ve hatta 400 tonluk bir uçak çarpmasına karşı dayanıklı” olduğunu söyledi. Fakat söylemediği bir şey vardı! Bundan yıllar önce Sovyetler Birliği yetkilileri Çernobil’de kurulacak olan nükleer santral hakkında gazetelere şöyle demeçler veriyorlardı: ”Nükleer santrallerimiz çok güvenli, öyle ki Kızıl Meydan’a bile bir tane yapılabilir, bir semaverden daha zararsızlar. Yıldızlar gibiler, onlarla bütün dünyayı aydınlatacağız” Hikayenin sonrasını hepimiz biliyoruz. Ve ne büyük bir tesadüftür ki, Çernobil’i inşa eden ve işleten şirket, bugün Akkuyu’da nükleer ihalesini alan Rus devlet şirketi Rosatom’dur!

Çelyabinsk Katliamı

1957 yılında, yine Rusya’nın Çelyabinsk kentinde “zenginleştirme” esnasında oluşan radyasyonlu atıklar, çevredeki nehirlere boşaltılır. Bununla beraber, bu sızıntı yıllarca devam eder. Çevre köylerden kimileri boşaltılır. Birçok insan kanser olur ya da bu sızıntıya bağlı bir şekilde yaşamını yitirir. Bu durum, ancak 90’lı yıllara geldiğinde aydınlığa kavuşturulur. Çelyabinsk’te nükleer aktiviteler halen devam etmektedir. İşin ilginç yanı tesadüfler devam etmektedir bu işin arkasında da Rosatom vardır. Ayrıca Leningrad Nükleer Santrali’nde 1975, 1992, 2005 ve 2009 yıllarında irili ufaklı birçok “kaza” yaşanmıştır. Şirketin söz konusu santralle doğrudan ve dolaylı ve olarak birçok bağlantısı vardır.

Yolsuzluklar, Rüşvetler, Uluslararası İlişkiler

Rosatom, Rusya’da ve iş yürüttüğü her yerde, adı rüşvet ve yolsuzluklarla anılan bir şirket. İddiaların gelip dayandığı son nokta ise “santral yapımında kullanılan malzemelerin kalitesiz olması” ve “ santrallerde kullanılan atıkların akıbeti”. Çünkü şirket, stratejisi gereği işi ucuza kapatmak için “malzemeden” çalıyor ve tüm nükleercilerin ortak sorunu olan “atık” meselesini de rüşvet ve dalavere ile çözmeye çalışıyor.

Halihazırda, en güvenlisi bile potansiyel bir ölüm makinesi olan nükleer santrallerin, ROSATOM gibi şirketlerin elinde bir derece daha tehlikeli olduğu aşikar. Diğer yandan santral işlerinin bir kısmını alan Cengiz İnşaat’ın, başta 1 milyar 50 milyon dolar olarak verdiği teklifi, işi kapmak için 394 milyon dolara indirerek alması ise hem Rosatom’un hem de taşeronları olan şirketlerin güvenilirliği konusunda adeta “yüreğimize su serpiyor!”

Bir diğer nükleer projesi ise Sinop’ta. Buradaki santrali ise, Japon Mitsubishi Heavy Industries ve Fransız Areva şirketlerinin oluşturduğu konsorsiyum yapıyor. Söz konusu şirketler farklı alanlarda faaliyet yürüten oldukça büyük güçler olduğu için, kötü kokuları da aynı ölçüde burnumuzu sızlatıyorlar!

Areva: Nükleerin ABC’sini Yazan Şirket

Areva, 2001 yılında kurulmuş çok büyük bir nükleer şirketi, şirketin hisselerin tamamına yakını Fransa devletine ait. Şirket nükleer adına ne varsa, o alanda faaliyet yürütüyor. Aynı zamanda dünyanın en büyük ikinci uranyum madeni üreticisi durumunda. Özellikle dünyanın fakir bölgelerinden biri olarak geçen Nijer’de maden faaliyetlerini sürdüren şirket, burada da adeta “yaşam düşmanı” olarak karşımıza çıkıyor.

Areva- Verladung Gondeln, Global Tech I- BLG- Hochtief 15.8.13 Areva- Verladung Gondeln, Global Tech I- BLG- Hochtief 15.8.13

Hem Nükleerci Hem Rüzgarcı

Yazıda bahsi geçen şirketlerin, nükleer işi ile beraber rüzgar ve güneş enerji santralleri yapyor olması ise oldukça ilginç. Özellikle Areva ve Mitsubishi’nin bu alanda önemli çalışmaları bulunuyor. Ölüm olarak anılan “nükleer” ile yaşam olarak anılan rüzgar ve güneş enerjilerinin aynı el tarafından yapılıyor olması, bu sürdürülebilir enerjiyi pazarlamaya çalışanların yaşamı ne kadar düşündüğünü açıkca gösteriyor.

 

Şirket nükleer silahların yapımında kullanılan plütonyum’un (MoX) en büyük üreticilerinden biri. Her ne kadar bu maddenin nükleer silah yapımı için kullanılmadığı söylense de kimse bunun garantisini veremiyor. Dünyanın birçok yerinde faaliyet yürüten şirketin, sadece ABD’de, 2005 yılında yürüttüğü lobicilik faaliyetlerine 1 milyon dolar, 1998-2005 yılları arasında da toplam 4.5 milyon dolar harcadığı biliniyor. Nükleer çalışmalarına “ikna etme” ihtiyacı hissettiği için lobicilik yapan şirket aynı zamanda, tesislerinde yaşanan irili ufaklı birçok “kaza” için de, “saklama” ihtiyacı hissediyor. 12 Eylül 2011 tarihinde Marcoule Nükleer tesisinde bir patlama meydana gelmiş, 1 kişi yaşamını yitirirken 4 kişi de yaralanmıştı. Şirket yaşanan bu durumun “nükleer değil endüstriyel bir kaza” olduğunu söylese de, tesiste neler yaşandığı hala gizemini koruyor.

Bütün bunlarla beraber, geçen günlerde şirketin Normandiya Flamanville’deki EPR tipi reaktörünün kusurlu olduğu ortaya çıktı. Benzer bir şey Finlandiya’da aynı tip reaktörün “kaynak kalitesi” açısından uygunsuz olması nedeniyle eleştirilmişti. Areva’nın Mitsubishi ile ortak üreteceği reaktör tipi ise diğerinden farklı. İlk olarak Fransa’da işlemesi planlanan reaktör, Fransa’nın projeyi iptal etmesi ile ilk defa yaşadığımız topraklarda denenecek. Bu arada Rosatom’un Akkuyu’da kullanacağı reaktörün de ilk defa burada denenecek olması düşündürücü.

Mitsubishi: Dünyanın En Büyük Silah Üreticilerinden Biri

Fukuşima’da yaşanan nükleer facianın ardından Japonya devleti, ülkedeki nükleer santralleri tartışmaya başladı. Japonya devleti, toplumun tepkilerinden dolayı yüzünü sözüm ona “yenilebilir enerji”lere ve doğalgaza dönerken, elindeki nükleer olanakları ise büyük enerji kartelleriyle beraber başka coğrafyalara ihraç etmeye uğraşıyor. Japonya devleti ile Mitsubishi, Hitachi ve Toshiba gibi devasa şirketlerle beraber dünyanın dört bir yanında nükleer çalışmalarını sürdürüyor.

Dünyanın en büyük 100 silah üreticisi arasında yer alan Mitsubishi, otomotivden gıdaya, bankacılıktan sağlık sektörüne kadar birçok alanda varlık gösteriyor. Bir yandan nükleer reaktör üreten, öte yandan gıda işi yapan bir şirketin güvenilirliği bir yana, işi insan öldürmek için silah üretmek olan bir şirketin nükleer işine girmesi ise oldukça ironik. Anlaşılan Mitsubishi ve diğer silah sanayicileri insanları öldürmek için daha kolay bir yol bulmuşlar: Nükleer santral inşa etmek!

Bugün Sinop’ta Areva ile beraber nükleer santral inşasını yapacak olan Mitsubishi, bu işin ehli olanlardan. Öyle ki, Sinop’ta denenecek olan reaktör, Fukuşima’da patlayan reaktörün daha gelişmiş bir versiyonu. Reaktörün ilk defa Sinop’ta denenecek olduğunu düşünürsek, ne kadar “gelişmiş” olduğunu bu coğrafyanın yakınındaki diğer yerlerin yaşayanları olarak zaman içinde göreceğiz.

Evet, büyük bir tehlike ile karşı karşıyayız. Ama karşılaştığımız tehlike yukarıda bahsi geçen “şirketlerin” kötü olması ile alakalı değil; bahsi geçenlerin devlet ve şirket olmaları ile alakalı. Emin olun yukarıdaki isimleri değiştirip yeni bir yazı yazmaya niyetlenseniz belki yerler ve zamanlar değişir, fakat facialar baki kalır.

Özgür Erdoğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Rosatom, Mitsubishi, Areva Nükleerci Şirketler Yanıbaşımızda! ” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/05/rosatom-mitsubishi-areva-nukleerci-sirketler-yanibasimizda-ozgur-erdogan/feed/ 0
“Yaşamı Yok Eden Enerji NÜKLEER” – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2014/04/26/yasami-yok-eden-enerji-nukleer-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2014/04/26/yasami-yok-eden-enerji-nukleer-ozgur-erdogan/#respond Sat, 26 Apr 2014 16:09:54 +0000 https://test.meydan.org/2014/04/26/yasami-yok-eden-enerji-nukleer-ozgur-erdogan/ “Sayın Bașkan, Tarafıma bildirilen bazı son çalışmalar, uranyumun yakın gelecekte yeni ve önemli bir enerji haline geleceğini östermektedir. Son dört aydır, Fransa’da Joliot’un, Amerika’da Fermi ve Szilard’in çalıșmaları, yüksek miktarda uranyum ile büyük nükleer zincirleme reaksiyonu üretebilmenin mümkün olacağını göstermektedir. Bu sayede çok büyük bir miktarda enerji ve çok büyük miktarda benzeri radyum elementleri üretilebilir. Șimdi, neredeyse kesindir ki çok kısa sonraki bir gelecekte bașarılacaktır. Bu yeni fenomen yeni […]

The post “Yaşamı Yok Eden Enerji NÜKLEER” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“Sayın Bașkan, Tarafıma bildirilen bazı son çalışmalar, uranyumun yakın gelecekte yeni ve önemli bir enerji haline geleceğini östermektedir. Son dört aydır, Fransa’da Joliot’un, Amerika’da Fermi ve Szilard’in çalıșmaları, yüksek miktarda uranyum ile büyük nükleer zincirleme reaksiyonu üretebilmenin mümkün olacağını göstermektedir. Bu sayede çok büyük bir miktarda enerji ve çok büyük miktarda benzeri radyum elementleri üretilebilir. Șimdi, neredeyse kesindir ki çok kısa sonraki bir gelecekte bașarılacaktır. Bu yeni fenomen yeni tip, așırı güçlü bombaların yapımını ortaya çıkarabilir. Bir gemi tarafından tașınabilirler ve limanı yok edebilecek kadar güçlü olabilirler. Ne var ki hava yoluyla tașınmak için çok fazla ağır olacaklardır.”

Bu sözler Albert Einstein tarafından 2 Ağustos 1939’da dönemin ABD başkanı Roosevelt’e hitaben kaleme alınmış bir mektuptan bazı alıntıları içeriyor. Mektubun yazıldığı tarihten kısa bir süre önce ABD’ye sığınan Einstein ile birlikte bir grup fizikçi, yakın zamanda patlak veren savaşta Nazi Almanya’sının atom bombası üretimi için çalıştığına emindiler. Ne var ki bu kaygı felaketle sonuçlanacak bir paranoyadan başka bir şey değildi. Zira fazla maliyetli ve gereksiz olduğu düşüncesi ile bu proje, Nazi Almanyası için uçuk bir hayal olarak değerlendirilip ciddiye dahi alınmamıştı. Nazi tehdidine karşı bilimcilerin, savaşı sonlandıracak bu barışçıl girişimi Hiroşima ve Nagasaki de somutlaşmıştı.

Nükleerin barışçıl amaçlarla kullanımı

Hiroşima ve Nagasaki’nin ardından bu katliamların tüm paydaşları ve onların savunucuları birer birer günah çıkarmaya başladılar. Einstein, deneyin uygulanma aşamasının Roosevelt’in ölümünün ardından onun yerini alan Truman’ın dönemine denk gelmesinin büyük bir talihsizlik olduğunu belirtmiş, “Eğer Roosevelt bu operasyonu yürütseydi böyle devasa bir enerjiyi sadece Almanları korkutmak için kullanacağını Hiroşima ve Nagasaki’nin asla yaşanmayacağını” söylemişti. Mektubu kendisinin yazmadığını, imzalamaya ısrarla ikna edildiğini ifade etmiş sonra da “evet düğmeye ben bastım” demişti.

Silahı Almanlardan önce yapıp, silahın gücünü zararsız bir şekilde dünyaya kanıtlaması beklenirken bu çabanın aslen ünlü Manhattan Projesi’nin ilk adımı olduğunun farkında olunup olunmadığı tartışılabilir. Ancak söz konusu mektubun Roosevelt’ gönderilmesinde ısrarcı bir başka fizikçi Leo Szilard 1945’te nihayet erişebildiği farkındalıkla itiraf ediyordu: “Artık korkumuz Almanların bize ne yapabileceği değil, ABD’nin başka ülkelere yapabilecekleridir”.

22 yaşında yeni mezun genç bir fizikçi olarak Manhattan projesinde yer alan Herbert E.Kubitschek; projedeki işinin aslında neye yaradığını Hiroşima ve Nagasaki’den sonra öğrenmiş, fizik alanında çalışma yürütmekten vazgeçerek Szilard dâhil, projedeki pek çok fizikçi gibi biyolojiye yönelmişlerdi.

Oysaki tüm bu bilimciler başlangıçta nükleeri barışçıl amaçlarla kullanacaklarından, böylece savaşı ya da faşizmi durduracaklarından eminlerdi.

Nükleerin daha barışçıl amaçlarla kullanımı
Halen pek çok devletin elinde kullanıma hazır nükleer silahlar bulunsa da günümüzde pek çok kesimce nükleer silahsızlanma yanlısı bir tutum hakim. Hiroşima ve Nagasaki’nin ardından sıkça dillendirilen nükleer teknolojilerin “daha” barışçıl amaçlarla kullanım alanları arasında nükleer tepkimelerden enerji üretimi kimin hangi ihtiyacını karşılamak için bir çözüm olarak sunuluyor?

İlerlemeci, kalkınmacı, merkeziyetçi, devletçi tüm yaklaşımlarda nükleer enerji yeri doldurulamaz bir öneme sahip. Kapitalizmin bitmek tükenmek bilmeyen enerji ihtiyacını karşılamada nükleer santraller sunduğu güç kapasitesi ile vazgeçilmez konumda. Bu faydacı yaklaşımda yaşamın yok edilişinin bir önemi olmadığı gibi yaşamı yok edebilme potansiyeli de santrale sahip olan siyasal ya da ekonomik iktidarlar için bir avantaja dönüşüyor. Bir nükleer enerji santraline sahip olmak, nükleer teknolojiye sahip olarak nükleer silah yapabilmenin de önünü açıyor.

1986 Nisan’ının 25’ini 26’sına bağlayan gece gerçekleştirilen deneyde meydana gelen patlamanın duyulması yetkililer tarafından büyük bir çabayla engellendi. Patlamanın ardından Kiev’de yayınlanan bir yerel gazete ancak 3 Mayıs günü reaktörlerden birinde yangın çıktığı yönünde bir haber yayınlamıştı. Patlamanın hemen ardından devlet erkânının kıymetli yakınları uçaklarla bölgeden uzaklaştırılırken patlamanın gerçekleştiği Pripyat kentinin insansızlaştırılmaya başlanması patlamadan 36 saat sonra başladı. 30 saat içerisinde bölgedeki tüm insanlar santral çevresinden uzaklaştırıldı.

Üzerinden 28 yıl geçmesine rağmen Çernobil nükleer katliamının etkileri halen sürüyor. Karadeniz başta olmak üzere Asya ve Avrupa kıtalarının tamamında yüksek oranda artış gösteren kanser vakaları, ölü ve sakat doğumlar bu katliamın yalnızca insanlar üzerindeki etkilerini göstermektedir.

Bölgeden apar topar uzaklaştırılan insanların ardından geride kalanlar için yalnız yaşam değil ölüm de imkânsız hale elmiştir. Günümüzde Kızıl Orman olarak anılan Çernobil yakınlarında yer alan çam ormanlarındaki ağaçlar kuruyup yaşamını yitirmesine karşın halen dimdik ayaktadır. Radyasyon etkisi ile pek çok çürükçül organizma da yaşamını yitirmiş, bütüncül yaşamın döngüsü işleyemez hale gelmiştir.

Pripyat’ta patlama sonrası yayılan tüm radyoaktif maddelerin etkisiz hale gelmesi için 48000 yıl gerekmektedir. Tüm bunlara rağmen ne yazık ki Çernobil de, Fukuşima da nükleer katliamların sonuncusu olmadı. Devletlerin kaza diye geçiştirdikleri katliamlar göz göre göre “ulusal çıkarlar” için, “ekonomik büyüme” için, “gelişme” için, “kalkınma” için, feda edilen yaşamların birer “teferruat” olduklarını göstermektedir.

Bilinmelidir ki; kapitalizmin enerji ihtiyacını karşılamak için hiçbir nükleer, termik, hidrolik, güneş, rüzgar, jeotermal santral yeterli gelmeyecektir. Anadolu’da 9 köyün deresinde kurulu Hidroelektrik santralin ürettiği elektrik, İstanbul’da bir alışveriş merkezinin anlık ihtiyacını ancak karşılayabiliyorsa, üretilen elektrik bizlerin değil, sistemin varlığını sürdürebilmek için gereksinimidir. Bizlerin yaşamlarımızı sürdürebilmek için gereksinim duyduklarımız ise o dokuz dere gibi yaşamın içindeki diğer tüm varlıklardır.

Günümüzden 30 yıl sonra da Sinop’ta gerçekleşecek sızıntının, Akkuyu’da meydana gelecek kazanın, İğneada’da patlayacak reaktörün yaşamlarımızı yok etmemesi için şimdiden mücadeleye!

Yaşamı yok eden enerjilere hayır!

 

Özgür Erdoğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 17. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Yaşamı Yok Eden Enerji NÜKLEER” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/04/26/yasami-yok-eden-enerji-nukleer-ozgur-erdogan/feed/ 0