Fukuyama – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Thu, 13 Jun 2019 06:44:12 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Niyet Yine Devlet: Medeniyet Devlet – Murat Devres https://meydan1.org/2019/06/13/niyet-yine-devlet-medeniyet-devlet-murat-devres/ https://meydan1.org/2019/06/13/niyet-yine-devlet-medeniyet-devlet-murat-devres/#respond Thu, 13 Jun 2019 06:44:12 +0000 https://test.meydan.org/2019/06/13/niyet-yine-devlet-medeniyet-devlet-murat-devres/ Bazı tarihçiler, ki bunların arasında en etkili geleneğe sahip olanlarından birisi de İbn Haldun’dur, tarihin döngüsel olduğunu düşünürler. Hatta çoğu dile yerleşmiş olan “tarih tekerrür eder” deyimi belki de içinde anlamamız gereken bir gerçeği de barındırmaktadır. Ancak tekrarlanmak anlamına gelen “tekerrür” yerine “tarih kafiyeli olmaya meyillidir” desek belki de hür düşünceye daha büyük bir manevra […]

The post Niyet Yine Devlet: Medeniyet Devlet – Murat Devres appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Bazı tarihçiler, ki bunların arasında en etkili geleneğe sahip olanlarından birisi de İbn Haldun’dur, tarihin döngüsel olduğunu düşünürler. Hatta çoğu dile yerleşmiş olan “tarih tekerrür eder” deyimi belki de içinde anlamamız gereken bir gerçeği de barındırmaktadır. Ancak tekrarlanmak anlamına gelen “tekerrür” yerine “tarih kafiyeli olmaya meyillidir” desek belki de hür düşünceye daha büyük bir manevra alanı bırakabiliriz. Zira bugünü anlamak için hem geçmiş dönemlerle karşılaştırma yapmalı hem de bugünün kendine has dinamiklerini göz önünde bulundurmalıyız.

Tarih ve Devletlerin Krizi

2020’ye altı ay kaldı. Modi beş yıl daha Hindistan’ın başına seçildi. Camileri bombalamak isteyen Hindu milliyetçileri pek bir sevindi. Kuzeyde Xi Jinping de Mao ve Deng Xiaoping’den sonra Çin Komünist Partisi’nin istikametini kendi elleriyle şekillendirebilecek bir pozisyonda ve görünen o ki Neo-konfüçyen bir vizyon güdüyor. Putin’in ne Avrupa ne Asya medeniyetlerine ait olmayan Slav ve Ortodoks Hristiyan Avrasya medeniyeti inşa edilmeye devam ediliyor. Okyanus ötesindeki Beyaz-Hristiyan Batı medeniyetini yeniden kendi kanatları altında diriltmeye çalışan ve büyük ihtimalle yeniden seçilmek için de kendine 2003’teki gibi bir savaş arayan Trump da bu listeye ekleniyor.

Tabii ki soru şu: Ne oldu? Francis Fukuyama’ya göre Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın bitimiyle Batı tarzı liberal-demokrasi ve serbest-pazar ekonomisi muzaffer olmayacak mıydı? Tarih bitecek, artık herkes Batı-medeniyeti çizgisinde yürüyecekti. Japonya ve Kore bunların mükemmel birer örneğiydi. Bu coğrafya da zamanında “Küçük bir Amerika olmak” gibi söylemleri olan politikacıları gördü.

Olan şuydu; yerel dinamiklerin içinde acı çekip kavrularak yükselen iktidar hırslı sosyopatlar, karizmatik iletişim güçleri ve zayıf bireysel prensipleri doğrultusunda kurdukları ağları kullanarak eriştikleri mutlak hakimiyet pozisyonunda, bu konumlarını kaybetmemek için kendilerine çok kuvvetli bir araca başvurdular: Medeniyet.

İnsanlık tarihinin neredeyse tüm acılarının müsebbibi olarak da addedebileceğimiz bu kavram, bazılarına göre ise insanlığın en güzel eserlerinin üreticisidir. Kentleşme ve dolayısıyla hiyerarşi ile rekabetin beraberinde gelen medeniyet unutulmamalıdır ki kölelik düzeni üzerine kuruludur.

Zaten yirminci yüzyılın sonunda ve yirmi birinci yüzyılın başında sözde sosyalist post-modern akademik camianın durmadan, yorulmadan, yılmadan eleştirdiği Samuel Huntington da zamanında Fukuyama’ya zıt olarak “Tarih’in bitmediğini, ancak bir parantezden (Soğuk Savaş) sonra eski fay hatlarının yine kırılmaya başladığını” söylemişti. Son otuz yıl içinde Balkanlardan Bangladeş’e kadar çoğu yerde haklı çıktı…

Yanlış anlamayın, Huntington ve onun çizgisini devam ettirenler hiç de masum insanlar değil ve bu söylemi şekillendirmelerinin bir nedeni var; bu da çağdaş devletin içinde olduğu kriz.

Evet çağdaş devlet krizde. Zaten her zaman krizde. Krizde olmayan devlet zaten çöker. Zira devletin var olma sebebi tahayyül edilen bir krizdir. Söylenen ama görülmeyen bir düzensizliğin içinden doğduğu söylenen devlet, bireylerin kendileri özgür düşünme hakları geliştirdiği müddetçe zayıflamaya devam ediyor.

Devlet için kriz Soğuk Savaş bitince tam anlamıyla başladı. Rakibin biri pes edince öteki tam anlamıyla kazanmadı, çünkü ortada aslında kazanılacak bir şey yoktu.

On dokuzuncu yüzyıl İmparatorluklar çağıydı, yirminci yüzyıl ulus-devletlerin çağı olacaktı. İkinci Dünya Savaşı ve ertesinde oluşan küresel düzen bu projenin ölü doğmasına neden oldu. Birleşmiş Milletler, Nato ve Avrupa Birliği gibi işe yaramaz uluslararası kuruluşlar ulus-devletlerden oluşan birleşmiş bir kapitalist dünya projelerini gerçekleştiremediler.

Çözüm: Ulus-Devlet Öncesine Dönmek. İşte Bu da Medeniyet-Devlet Demek

Financial Times’taki yazısında Gideon Rachman 21. yüzyılda “ulus-devlet”in yerini alacak medeniyet-devlet için şöyle bir tanım yapıyor: “sadece tarihi bir bölgeyi, tek bir dili veya bir etnik grubu değil ama kendine münhasır bir medeniyeti temsil ettiğini iddia eden bir devlet”. Peki listesinde kimler mi var? Hindistan, Çin, Rusya, Amerika ve Türkiye.

Yaşadığımız coğrafyada bu medeniyet-devlet deneyiminin ne demek olduğunu zaten her gün sokakta hissediyoruz. Özgürlükten, adaletten muaf, dışlayıcı bir düzen.

“Çin Hükmettiğinde Dünyayı Neler Bekliyor?” adlı kitabın yazarı Martin Jacques “civilization-state” olarak damgaladığı medeniyet-devlet fikrini Çin üzerinden şekillendiriyor. Burada öne çıkan en önemli husus halkın birliği ve hükümetle olan yüksek birleşmeleri. Örneğin Batı’da hükümetin belli bir mesafede tutulmasından yana bir gelenek varken Çin’deki anlayış çok daha değişik. Hükümet Çinliler için aile reisi ile eş anlamlı. Bu Batı ile Doğu arasında bulunan devlet-toplum ilişkisindeki kültürel farklardan kaynaklanıyor… Diyor Jacques…

Peki bu neden önemli?

Devletlerin dönüşüm süreçlerinde sözde meşru şiddet uygulamalarına maruz kalanlar her daim en başta azınlık olarak addedilen halklar ve muhalif entelektüeller olmuşlardır.

Bu coğrafya Dünya’nın, “İnsan”ın tarihine şahit. Yazı-öncesinden beri gelip giden her düzeni gördü. Asıl gerçekliğin “değişim” olduğunu söyleyen, düşünüp yazıp çizen onca insan büyüttü. Asur’u, Babil’i, Hitit’i, Helen’i, Roma’yı, Osmanlı’yı ve nicelerini gördü.

İmparatorluk çağında, on dokuzuncu yüzyılda, “Almanlar kaybetti diye kaybettik” diye yalan anlatılan savaşa girmeden daha, ulus-devlet projesi hazırlanıyordu yavaştan. Savaş sonrası her şey değişti; imparatorluktu, medeniyetti bertaraf edildi, sade Türk sade Batı denildi. “Halk”a zorla yaşatılan bir dolu travmadan sonra da Soğuk Savaş daha son demlerine gelmek üzereyken yeni istikamet belliydi. En iyisi ne Türk ne Batı’ydı, istikamet Müslüman ve Doğu’ydu.

Siyasetçiler aktör gibidirler, onlara verdiğiniz giysiyi giyer, eline tutuşturduğunuz kağıdı okur ve yön verdiğiniz şekilde hareket ederler. Medeniyet-devlet de günümüz siyasetçilerine verilen yeni araç. Onlar bunu çok güzel bir şekilde sahneliyorlar. Ama gerçek şu ki piyesleri ancak biz istekli bir şekilde paramızı gülümseyerek ödeyip onları hayranlıkla izlediğimiz sürece etkili.

Eğer biz kim olduğumuzu bilirsek ne Medeniyet’in ne de Devlet’in, ancak insanın ve evrensel kardeşliğin gerçek olduğunu biliriz.

Murat Devres

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.

The post Niyet Yine Devlet: Medeniyet Devlet – Murat Devres appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/06/13/niyet-yine-devlet-medeniyet-devlet-murat-devres/feed/ 0
“ENERJEOPOLİTİK” – Emrah Tekin https://meydan1.org/2015/04/27/enerjeopolitik-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2015/04/27/enerjeopolitik-emrah-tekin/#respond Mon, 27 Apr 2015 18:01:01 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/27/enerjeopolitik-emrah-tekin/ Jeopolitiğin kurucusu Friedrich Ratzel , “Bu küçük gezegende, sadece bir büyük devlet için gerekli yer mevcuttur” sözüyle, devletin doğasındaki yayılmacılık arzusunu açıkça ortaya koymuştu. Ratzel her ne kadar bu sözü olumsuz bir yerden kurmuyorsa da, devletin varlığını sürdürebilmesini genişlemekle sağlayabileceği tespitini iyi yapıyor. Nasyonal-sosyalist düşünceye armağanı olan Lebensraum- yaşama alanı kavramını da bu düşünceyle şekillendiriyor. […]

The post “ENERJEOPOLİTİK” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi-Enerjeoplitik

Jeopolitiğin kurucusu Friedrich Ratzel , “Bu küçük gezegende, sadece bir büyük devlet için gerekli yer mevcuttur” sözüyle, devletin doğasındaki yayılmacılık arzusunu açıkça ortaya koymuştu. Ratzel her ne kadar bu sözü olumsuz bir yerden kurmuyorsa da, devletin varlığını sürdürebilmesini genişlemekle sağlayabileceği tespitini iyi yapıyor. Nasyonal-sosyalist düşünceye armağanı olan Lebensraum- yaşama alanı kavramını da bu düşünceyle şekillendiriyor.

Jeopolitik, özellikle uluslararası siyaset analiz edilirken en çok başvurulan yaklaşımlardan biri. Fukuyama’nın Tarihin Sonu tezinden Huntington’ın Medeniyetler Çatışması’na; Büyük Ortadoğu Projesi’nden Brezezinski’nin Büyük Satranç Tahtası’na, jeopolitik yaklaşım güncel uluslararası siyasetin nabzını tutmaktadır. Bu bakış açısından yapılacak bir devletler tarihi okumasında, 19. yüzyılda Almanya’nın, 20. yüzyılda ABD’nin uluslararası siyasetteki yükselişlerinin, öncekinin kömürü, sonrakinin petrolü kontrolü ile ilgili olduğu iddia edilebilir.

Ancak 20. yüzyılda, uluslararası siyasete yeni bir paradigma damga vurdu: Yenilenebilir enerji fikri… Devletlerin dış politikalarını belirlemesinde, hatta devlet dışı ekonomik ve siyasi aktörlerin bu politikaları etkilemesinde en büyük olgu, yenilenebilir enerjiydi.

Bu fikirle birlikte sadece dış politikalar değil, yeni kapitalizm tanımları, küresel şirketlerin dünya siyasetine etkileri konuşulur oldu. Jeopolitikçi yaklaşımların büyük bir çoğunluğu, bu süreç sonunda komplo teorileriyle ilişkilendirildi.

Siyaset biliminde, jeopolitikçi yaklaşımların nesnelliği tartışmalıdır. Örneğin Brezezinski, ABD Başkanı Carter’ın danışmanıdır. Dolayısıyla, uluslararası siyaseti okumasının tarafsız olması beklenemez.

Jeopolotikçi yaklaşım bu haklı ya da haksız itibarsızlaştırmaya karşı yeni bir argüman üretmiş durumda. TC devletinin son aylardaki uluslararası siyasette üzerinde yoğunlaştığı meselenin ne olduğu düşünüldüğünde bu durum daha kolay anlaşılacaktır. Devletlerin enerji politikaları dengeleri, her geçen gün değişmektedir. Bu dengeler güncel siyaseti etkileyebilmekte, devletlerin uluslararası siyasetteki konumunu belirleyebilmektedir.

Bu durum jeopolitikçileri, uluslararası sistemdeki aktörlerin yeni enerji düzeninde rol almalarına ve dış politikalarını buna göre belirlemeleriyle yeni bir kavram ortaya atmaya itmiştir: Enerjeopolitik.

Bu yaklaşıma göre yenilenebilir enerjiye geçiş bir süreçtir ve bu süreçte petrol ve doğalgaz önemini koruyacaktır. Hatta bu süreçte, daha önce petrol ve doğalgaz konusunda tekel durumunda olanların (ABD ve AB gibi) karşısına yeni aktörler (Brezilya, Rusya, Çin, Hindistan gibi) çıkacaktır. Küresel siyaset yapılandırılırken petrol hala öncelikli bir role sahiptir ve doğalgaz kullanımı hızla artmaktadır. Hal böyle olunca Ortadoğu, Kuzey Afrika, Kafkaslar, Hazar Havzası ve Orta Asya coğrafyalarındaki küresel siyasi ve ekonomik çekişmelerin asıl dayanağı enerji olarak ortada durmaktadır.

Erdoğan’ın Enerjeopolitik Arka Planı

Barış Süreci ile ilgili gelişmelerin hızlandığı bir dönemden geçerken, Tayyip Erdoğan, 17 Mart günü, TANAP’ın yani Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı’nın, Kars ayağının açılışında yaptığı bir konuşmada, “Kürt sorunu diye bir şey yoktur” dedi. Ancak buna benzer her konuşmada olduğu gibi yine, devlet erkanının konuşmalarını gerçekleştirdiği “arka planlar” üzerinde çok durulmadı. Fakat Erdoğan’ın Türkiye’nin enerji ve ulaşım koridoru olmasını vurguladığı bu konuşma esnasında kurduğu cümlelerin, hangi ruh haliyle kurgulandığını anlamak ve bunun, konuşmanın “arka planı” ile olan ilgisini düşünmekte fayda olabilir.

Enerji Bakanı Taner Yıldız ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, son süreçte, Romanya’dan Azerbaycan’a, Rusya’dan İran’a dek, hummalı bir çalışma içerisinde. Bu çalışmaların sürdüğü her bir yeni yer ise, siyasi konjonktüre ilişkin soruların cevaplandığı, devlet meselelerine ilişkin konuşmaların yapıldığı yerler olma niteliğinde. Gidilen her bir mekanın, devletlilerin demeç verdiği mekanlara dönüşmesi durumu söz konusuyken, bunun nedenini tartışmak, mekanlar üzerinde şekillenen politikaları anlamak açısından da önem taşıyor.

TANAP nedir?

Taner Yıldız Kandil’de petrol aramaya niyetlenmiş; Tayyip Erdoğan’la birlikte Türkiye’ye biçtikleri geleceğin, büyük bir enerji dağıtım şirketi olduğunun sinyallerini verir ve bunu da yaptığı her açıklamaya, her çalışmaya yansıtırken son zamanlarda kulağımıza çokça çalınan bir proje var. ABD’nin dolara müdahalesi iddialarının karşısında, 10 milyar dolarlık bir anlaşma olma niteliği taşıyan; bu yönüyle de II. Dünya Savaşı sonrası oluşan ve AB’nin kökeni sayılan “Kömür-Çelik Topluluğu”na benzetilen TANAP’a dair ilk anlaşma, 2012 yılında imzalandı.

1850 km uzunluğunda, Kars’tan Çanakkale’ye toplamda yirmi ilden geçecek olan Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı, BOTAŞ ve Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi SOCAR arasındaki anlaşmayla oluşturuldu. Projeyle hedeflenen Hazar Denizi’ndeki Şahdeniz 2 Gaz Sahası’ndan çıkacak gazı Avrupa’yla buluşturmak. %30’luk hissesiyle BOTAŞ, %58’lik hissesiyle SOCAR’ın çok da konuşulmayan bir ortakları daha var, projedeki %12’lik hissesiyle, kendi krizini şimdi de Avrasya’da yürüteceği politikalarla aşmaya çalışan BP.

BP Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye Bölge Başkanı Gordon Birell, projede Türkiye ile birlikte yer almanın öneminden “Türkiye son 5-10 yılda önemli bir enerji merkezi oldu. TANAP’ta partner olmamız bizim için önemli bir adım. TANAP, Türkiye’nin enerji güvenliği için önemli bir fırsat” diyerek planlanan projeyi övgüler dizmeye şimdiden başlamışken; projenin asıl büyük ayağı ise dikkat çekiyor.

Projenin bütününde planlanan şey, esas olarak şu: Güney Kafkasya Boru Hattı (SCP) ile Azerbaycan’ın Hazar Denizi’ndeki Şahdeniz 2 Gaz Sahası’nda ve diğer sahalarda üretilen doğalgaz öncelikle Türkiye’ye, yani TANAP’a, ardından Trans Adriyatik Boru Hattı (TAP) ile Yunanistan, Arnavutluk ve İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaştırılacak. Taner Yıldız’ın “siyasi engeller çıkarılmaya çalışıldı ama bu projenin önünde siyasi bir engel olmayacaktır” açıklamaları da, TANAP’ın daha şimdiden nasıl bir “namus meselesi”ne dönüştüğünü anlatır nitelikte.

Yeni Enerji Düzeni

Jeopolitiğin önemi noktasında ısrarlı duranların altını çizdiği duruma göz atmak gerekirse; Rusya, Ukrayna’daki gelişmelerden kaynaklı olarak iptal ettiği Güney Akım Projesi’ni, Türkiye-Yunanistan’dan geçecek yeni bir doğalgaz projesiyle ikame edecek. Putin’in yakın bir zamanda gerçekleştirdiği Erdoğan görüşmesi ve Çipras’ın Rusya ziyaretini buradan okumak doğru olacaktır.

Peki, İran’ın ABD ile nükleer müzakereleri sonrasında, İran tarafından yapılan eleştirilere rağmen Erdoğan’ın İran’a gidiyor oluşunu nasıl anlamak gerekecek? Yeni jeopolitikçilerin cevabı, Yeni İpek Yolu projesi. Çin’in ticari kaygılarla hazırladığı bu projenin yolları, karadan ve denizden Türkiye ile kesişiyor. Ancak yolların bir tanesinin üzerinde Yemen bulunuyor. Dolayısıyla Yemen’deki hareketliliği bir de buradan okumak gerekiyor! Öte yandan çok gündemde olmasa da, İpek Yolu’nun bir ayağının geçtiği Kenya’da ise 150 kişi radikal İslamcı Eş-Şebab tarafından katledildi.

Bu tarz bir okumayla, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın, petrolü Kandil’de aramasını da anlamlandırabiliriz.

Enerji, Rant ve Savaş Üçgeni

Doğalgaz projeleri, yeni ticaret anlaşmaları.. Küresel ekonomik ve siyasi gelişmelerin hız kazandığı ortamda, bu hızdan kimlerin kar edeceğini görebilmek için strateji uzmanı olmaya gerek yok. Petrol ve doğalgaz gibi enerjilerin siyasette ve ekonomide hala daha ne kadar önemli olabildiğini anlamak için de… ABD ordusunun bir günlük ihtiyacının, Yunanistan Devleti’nin günlük ihtiyacından daha fazla olduğunun bilinmesi bile bunu anlamak için yeterli bir örnek.

Ancak bu, bizim küresel şirketlerin dünya siyasetindeki ve ekonomik sistemindeki rolünü önemsizleştirmemize yol açmıyor. 20. yüzyılın yarısında, Dünya Savaşı sonrası küresel şirketlerin, ABD güdümlü bir ekonomik ve siyasi hegemonyanın bir parçası olarak görüldüğü dönemde değiliz. Bugün bu küresel şirketlerin ekonomik amaçları ile devletlerin güvenlik politikaları uyuşmayabilir. Dünya üzerinde nükleer, doğalgaz ya da petrol enerjileri ile ilgili hatırı sayılır miktarda küresel organizasyon var ve bunlar dünya siyasetinde söz sahibi.

Biz ezilenlerin, meseleyi değerlendirmedeki ölçütünü nereye koyacağı önemli. TANAP projesi ve benzeri projeleri değerlendirmemizdeki kriter ne bu projelerin zenginliklerine zenginlik katacağı kapitalistler, ne de küresel siyasette gücünü arttıran mevcut sınırlara hükmeden devletlerdir. Zaten ortadaki enerji ihtiyacı da ne halkındır, ne de kazanılacağı iddia edilen milyonlar halka dağıtılacaktır.

Küresel siyasetin ve kapitalist ekonominin böyle hız kazandığı dönemlerde ortaya çıkan tek tablo savaştır. Masa başlarında imzalanan kağıtlar bazen bir bomba olarak bazen de kriz olarak karşımıza çıkacaktır.

Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post “ENERJEOPOLİTİK” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/27/enerjeopolitik-emrah-tekin/feed/ 0