göç – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 28 Oct 2020 11:13:07 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Göçmen Değil Göç Sorunu https://meydan1.org/2020/10/28/gocmen-degil-goc-sorunu/ https://meydan1.org/2020/10/28/gocmen-degil-goc-sorunu/#respond Wed, 28 Oct 2020 11:13:05 +0000 https://meydan.org/?p=65861 Sokratik yöntemin problemi, sonuçların neden olarak ele alınmasında yatıyor. Devletlerin çoğu zaman kendisini meşru kılmak için kullandığı bu neden-sonuç çarpıtmalarını göçmen meselesine bakarken de görüyoruz. “Göçmen ya da Mülteci Sorunu” söyleminin altında çoğu zaman basit bir ele alış probleminin ötesinde, krizin nedenini kapitalist işleyişten ve devletlerin sınır politikalarından uzaklaştırıp öznenin kendisine yükleyen bilinçli bir çarpıtma […]

The post Göçmen Değil Göç Sorunu appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Sokratik yöntemin problemi, sonuçların neden olarak ele alınmasında yatıyor. Devletlerin çoğu zaman kendisini meşru kılmak için kullandığı bu neden-sonuç çarpıtmalarını göçmen meselesine bakarken de görüyoruz. “Göçmen ya da Mülteci Sorunu” söyleminin altında çoğu zaman basit bir ele alış probleminin ötesinde, krizin nedenini kapitalist işleyişten ve devletlerin sınır politikalarından uzaklaştırıp öznenin kendisine yükleyen bilinçli bir çarpıtma yatıyor.

Toplumlar yüzyıllardır yaşamlarını sürdürebilmek, insanca yaşamak, savaşmamak için güneşin ısıttığı topraklara göç ediyor. Ama gelin görün ki devletler ortaya çıkıp mitlerden milletler kurulduğundan beridir göç, verimli toprak anlamı değil devletlerin gri bürokrasisine sürgün anlamı taşıyor.

İnsan haklarını güvence altına aldığı söylenen uluslararası hukuk düzenlemeleri, devletlerin altından girip üstünden çıktığı başka bir şeye dönüşüyor.

Türkiye’nin 1967 yılında coğrafi şerh koyarak imzacısı olduğu “Mültecilik ve Uluslararası Koruma” kapsamlarının tanımlandığı 1951 Cenevre Protokolü’nün 33. maddesine göre “Hiçbir Taraf Devlet, bir mülteciyi, ırkı, dini, tâbiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatıyla da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade (“refouler”) etmeyecektir.”

“Mültecilik statüsü” bulunduğunuz çoğu ülkede oy vermek dışında ulaşım, barınma, çalışma, eğitim gibi haklardan yararlanmanızı sağlayan bir kavram. Protokole rağmen devletin hiçbir göçmene mülteci statüsü tanımadığının altını çizmek gerek. Ancak 2014 yılında devlet, Suriye savaşının yarattığı yıkım sebebiyle gelen göçmenleri kapsayan “Geçici Koruma Yönetmeliği” isimli bir yönetmelik çıkardı. Bu yönetmeliğin 7. maddesi şöyle: “Bakanlık, geçici korumanın sona erdirilmesi için Cumhurbaşkanı’na teklifte bulunabilir. Geçici koruma, Cumhurbaşkanı kararıyla sonlandırılır.” Daha açık bir ifadeyle; Cenevre Protokolü’ne rağmen Türkiye’de bulunan göçmenler Cumhurbaşkanı kararıyla yasadışı ilan edilebilir, geri gönderilebilir, siyasi koz olarak kullanılabilir.

Yani Suriye’den çıkıp güneşli topraklar ararken yolu Türkiye’den geçen biriyseniz, siz göçmen değilsiniz, geçici koruma altındasınız. Mülteci olmadığınız için ulaşım, çalışma, barınma ve sağlık haklarından da ancak geçici olarak faydalanabilirsiniz. Mesela geçici koruma altındaysanız ve çalışmak istiyorsanız -nasıl yürüdüğü tam bir muamma olan- bir dizi bürokratik işlem gerçekleştirerek başvuru yapmalısınız. Tabii herhangi bir gerekçe olmasa da başvurunuz reddedilebilir. Eğer “geçici koruma kimliği”nizin verildiği şehirden başka bir şehre geçmek istiyorsanız yine bir dizi evrağı hazır edip devletin gerekçesiz kararını beklemek zorundasınız. Tabii bu geçici koruma durumu -dilin yapısından mıdır bilinmez- yer yer geçici korumama durumuna dönüşür.

Mesela devlet sizi asgari ücretin üçte biri karşılığında 12-13 saat çalıştıran patronlara karşı geçici korumaz.

Mesela devlet sizi kendi yarattığı faşizme karşı korumaz.

Mesela devlet sizi, kiraya karşılık sizi ya da kızınızı isteyen ev sahiplerine, tecavüze karşı geçici korumaz.

Mesela devlet sizi sokaklarda katleden ırkçı zihniyete karşı korumaz.

Mesela devlet geçici korunamayan aileniz, arkadaşlarınızla sosyal mesafesiz yaşadığınız evlerinizde sosyal güvencesiz karantina sürecinden sizi geçici korumaz.

Devlet çoğu zaman geçici korumaz, hiç korumaz.

Geri Gönderme Merkezleri denilen toplama kamplarında yaşanamayacak koşullarda yaşamaya çalışan ya da insan kaçakçılığı yapan yaşam tacirlerinin istediği parayı veremeyince üçüncü kattan atılan göçmenlerin, istenmedikleri için başka okullara gönderilen göçmen çocukların, konteynırlarda yanarak ölen bebeklerin sorunlarını -varlığını savaş üzerine temellendiren- devletli sistemin çözemeyeceği ortada. Kendisi kriz olan sistemde göç sorununun uluslararası kurumların kağıt üzerindeki düzenlemeleri ya da insan hakları adına -asla göçmenler için kullanılmayacak şekilde- dağıtılan milyar dolarlık fonlar ile çözülemeyeceğini biliyoruz. Sorunu çözüyor-muş gibi gözüken kurumların çözümün değil sorunun bir parçası olduğunu da biliyoruz.

Batuhan Çotur

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 54. sayısında yayımlanmıştır.

The post Göçmen Değil Göç Sorunu appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/10/28/gocmen-degil-goc-sorunu/feed/ 0
Zeytinburnu’nda Mülteci Pazarı https://meydan1.org/2020/03/06/zeytinburnunda-multeci-pazari/ https://meydan1.org/2020/03/06/zeytinburnunda-multeci-pazari/#respond Fri, 06 Mar 2020 08:36:28 +0000 https://meydan.org/?p=55653 Erdoğan’ın “sınırları açtık” çıkışıyla binlerce kişi Edirne Pazarkule Sınır Kapısı’na ulaştı ama Yunanistan’a geçemedikleri gibi TC jandarmalarınca da geri dönmelerine izin verilmiyor. Sınırı geçmek ve Avrupa’ya ulaşmak hayallerini gerçekleştirmek isteyen mülteciler, şimdi de Zeytinburnu’nda oluşan “Mülteci Pazarı”nda şanslarını deniyor. Zeytinburnu meydanı bir nevi mülteci kampına dönüşmüş durumda. Bekleyenler arasında onlarca aile de var. Torbalara, poşetlere […]

The post Zeytinburnu’nda Mülteci Pazarı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Erdoğan’ın “sınırları açtık” çıkışıyla binlerce kişi Edirne Pazarkule Sınır Kapısı’na ulaştı ama Yunanistan’a geçemedikleri gibi TC jandarmalarınca da geri dönmelerine izin verilmiyor. Sınırı geçmek ve Avrupa’ya ulaşmak hayallerini gerçekleştirmek isteyen mülteciler, şimdi de Zeytinburnu’nda oluşan “Mülteci Pazarı”nda şanslarını deniyor.

Zeytinburnu meydanı bir nevi mülteci kampına dönüşmüş durumda. Bekleyenler arasında onlarca aile de var. Torbalara, poşetlere ve sırt çantalarına sığdırdıkları eşyalarıyla bekleyen ailelerin arasında henüz birkaç aylık bebekler, 7-8 yaşlarında çocuklar da bulunuyor.

Burada toplanan mültecilerin yanına yaklaşan bazı kimseler, sınırların güvenli geçiş noktalarını bildiklerini ve belli bir miktar karşılığında onları götürebileceklerini söylüyor. Pazarlıklar ediliyor. Anlaşma sağlanırsa yola çıkılıyor.

The post Zeytinburnu’nda Mülteci Pazarı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/03/06/zeytinburnunda-multeci-pazari/feed/ 0
O, Yaşam Taciri Tutuklandı https://meydan1.org/2020/03/02/o-yasam-taciri-tutuklandi/ https://meydan1.org/2020/03/02/o-yasam-taciri-tutuklandi/#respond Sun, 01 Mar 2020 21:08:06 +0000 https://meydan.org/?p=55393 Röportajlarda yaşam tacirliği yaptığını ifade ederek “Avrupa’nın yarısını ben gönderdim” diyen Özcan Karlı, Edirne’de çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Yaşam tacirliği yaptığını ifade eden röportajlar vererek, “Avrupa’nın yarısını ben gönderdim” diyen Özcan Karlı, Edirne’nin Enez ilçesi Çatalköy’de bulunan ikametinde gözaltına alındı. İşlemlerinin ardından adliyeye sevk edilmesiylede çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Öte yandan, yaşam tacircisi olduğunu söyleyerek, röportaj veren bir […]

The post O, Yaşam Taciri Tutuklandı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Röportajlarda yaşam tacirliği yaptığını ifade ederek “Avrupa’nın yarısını ben gönderdim” diyen Özcan Karlı, Edirne’de çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

Yaşam tacirliği yaptığını ifade eden röportajlar vererek, “Avrupa’nın yarısını ben gönderdim” diyen Özcan Karlı, Edirne’nin Enez ilçesi Çatalköy’de bulunan ikametinde gözaltına alındı. İşlemlerinin ardından adliyeye sevk edilmesiylede çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

Öte yandan, yaşam tacircisi olduğunu söyleyerek, röportaj veren bir diğer kişi Mehmet Savran da aranmaktadır.

The post O, Yaşam Taciri Tutuklandı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/03/02/o-yasam-taciri-tutuklandi/feed/ 0
Antik Çağda Göç – Zeynel Çuhadar https://meydan1.org/2019/11/11/antik-cagda-goc-zeynel-cuhadar/ https://meydan1.org/2019/11/11/antik-cagda-goc-zeynel-cuhadar/#respond Mon, 11 Nov 2019 06:26:47 +0000 https://test.meydan.org/2019/11/11/antik-cagda-goc-zeynel-cuhadar/ “Aslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar avcılık hikayeleri avcıları yüceltmeye devam edecektir.” Afrika atasözü Savaş, yoksulluk, yıkılan şehirler, dağılan yaşamlar… Günümüzde göç denildiğinde aklımızda beliren imgeler genellikle hep insanlığın acılarını ifade eden kavramları çağrıştırıyor. Kan ve gözyaşıyla sulanmış yeryüzünün tarihinde yeterince kötü “efsane” yokmuş gibi, tufanlardan daha korkunç, mistik varlıklardan daha acımasız yeni yeni hikayeler […]

The post Antik Çağda Göç – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“Aslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar avcılık hikayeleri avcıları yüceltmeye devam edecektir.”

Afrika atasözü

Savaş, yoksulluk, yıkılan şehirler, dağılan yaşamlar… Günümüzde göç denildiğinde aklımızda beliren imgeler genellikle hep insanlığın acılarını ifade eden kavramları çağrıştırıyor. Kan ve gözyaşıyla sulanmış yeryüzünün tarihinde yeterince kötü “efsane” yokmuş gibi, tufanlardan daha korkunç, mistik varlıklardan daha acımasız yeni yeni hikayeler yazılmaya devam ediyor.

Bundan yüzyıllar, bin yıllar öncesinde ise göç bugün bizlere ifade ettiğinden çok daha farklı anlamları içinde barındırıyordu. Modernliğin tekdüzeliğine ve standardizasyonuna sıkıştırılmamış insanın yaşamı algılayışı üzerine düşündüğümüzde ulaşmakta zorlanmayacağımız yolculuklara çıkılıyordu belki de. Sınırlarla, dikenli tellerle çevrilmemiş uçsuz bucaksız ovalar, sahiller, ormanlar, bataklıklar arasında yeni maceralara atılmak ve hayatına anlam katmak amacıyla çıktığı uzun yolculuklar yeri geldiğinde içinden çıktığı topluluğun varlığını sürdürebilmek için, yeri geldiğinde de gerçekliğin farklı yüzlerini deneyimleyebilmek için oluyordu.

Antik Çağ’da göç önceden planlanan, tasarlanan bir hareketti. Bu bağlamda başta Neolitik kültür olmak üzere farklı yaşam biçimleri dünyanın dört bir yanına kolayca yayılabilmişti. Bununla birlikte diğer kültürler de bu etkileşim dalgası içinde gelişti ve serpildi. Göçün, göç eden için farklılaşan anlamlarıyla birlikte, topluluk yaşamının doğasıyla belirlenen bir işlevi de vardı. Bu işlev şiddetin ortaya çıkmaması için örgütlenip yaşamsal ilkeler belirleyen, iktidarın ortaya çıkmaması için merkezileşmeye direnen Antik Çağ’ın toplumsallığının ifadesiydi.

Tarih öncesinin Anlattıkları

Büyük grupların “organizasyonu” için gereken belli nesnelliklerin kurulmaması yönündeki koruma mekanizması, insanlığın kurduğu ilk örgütlenmeleri yerel birimler olarak şekillendiriyordu. Bu yaşam biçiminin bir yansıması olarak görülebilecek olan, artan nüfusun göç ederek parçalanması olgusu günümüzde ifade ettiği kötü anlamlarından çok, özgür yaşamın garantörü olma işlevindeydi. Tıpkı popüler kültürdeki pek çok örneğinde “gizemli kült yapılanmaların” korku öğesi olarak kullandığı, yaşlıların kendi hayatından vazgeçerek dünyadaki varlıklardan elini çekmesi durumunda olduğu gibi, Antik Çağ’da dengenin ve uyumun bozulmaması yönünde kolektif aklın ürettiği belli çözümler bulunmaktaydı.

Ön tarih için durum böyleydi. Ancak onun da öncesinde. Yani tarih öncesi denen insanlığın en uzun evresinde işler biraz daha farklıydı. Şunu akıldan çıkarmamak gerek; insanlık, yüzyıllar boyunca ekonomik ve siyasi yaşantısını yalnızca yerel düzeyde örgütledi. Hiçbir kalıcı idari sistem kurmadı. Özellikle tarihöncesi insan, mesken edineceği yeri seçerken hayvan davranışlarını da takip ediyordu. Bu da yine bizim algılayışımızın dışında farklı bir göç davranışını beraberinde getiriyordu. 1949-51 yılları arasında Graham Clark’ın kazdığı Mezolitik Çağ yerleşmesi Star Carr kazılarında görüldüğü gibi, yarı göçebe diyebileceğimiz Star Carr insanları alageyikleri takip ederek yazın çevredeki tepelere yerleşiyordu. Bu bir yıllık göç modelini, kendilerini bir parçası olarak hissettikleri doğal yaşamdan öğrenmişlerdi. Doğadan öğrenilen, baskının ve zorlamanın karşısında duran, yüzyıllarca süren bu yaşam kültürü, insanlığın belleğinde öylesine derin yer etmişti ki, alışılanın tam tersi şekilde örgütlenen merkeziyetçi, iktidarlı toplumsal örgütlenmelerde dahi, yalnızca iktidarlarla çatışma halinde olan “azınlığın” değil kültürün belirleyicileri olan “çoğunluğun” eylemlerinde de yaşamaya devam etti.

Antik Çağ’da Göçün Anlamı

Antik Çağ’da göç olgusunun günümüzdekinden farklı bir şekilde savaşlar, açlık gibi durumlar sonucu “zorlanan” değil de sebebi savaş, kıtlık vb. de olsa belli mecburiyetler ve gereklilikler olarak görülen, ancak çoğu zaman başkaca anlamlar da ifade edebilen bir olgu olduğunu anlamak gerekiyor. Yaşanan büyük göç dalgalarını ortaya çıkaran savaş, kıtlık gibi olayların ortaya çıktığı koşullara karşı verilen tepki, o toplumun nasıl örgütlendiğiyle doğrudan ilişkili oluyor. İradesini çalan iktidarların savaşlarında yaşamları ellerinden alınan insanların oradan oraya savrulmasıyla, kendi gibi olanların bugünü ve geleceği için yolculuğa çıkanlar arasında, benzer nedenlerle ortaya çıkan birbirinden ayrı iki göç modeli açığa çıkıyor.

Antik çağda göçün başlaması için verilecek kararın da öyle ya da böyle kolektif bir aklın ürünü olduğuna dair güzel bir hikaye anlatıyor Heredotos.

Geç Tunç Çağı’nın sonunda kıtlık, Lydia bölgesinde kol geziyordu. Manes oğlu Atys’in zamanıydı. Aç geçen günlerin sıkıntısı unutmak için zar, aşık kemiği ve top oyunları buldular. Herodotos’a göre yalnızca tavla o zaman ortaya çıkmamıştı zira tavlayı biz bulduk demiyor Lydia’lılar. Bu oyunları bulduktan sonra yemek peşinde koştukları bir günü oyuna veriyor, bir günü de yemek yemek için kullanıyorlardı. On sekiz yıl böyle açlık içinde yaşadılar. Sonunda, ilkel reflekslerini hatırlayarak bir karar verdiler. Yiyeceğin kalanlara yetmesi, diğerlerinin de yeni besin alanları bulabilmeleri için bir kura çekilecekti. Göç edecek olanların yanında kralın oğlu Tyresenos da gidecekti.

Antropolog Pierre Clastres’in ilksel toplumlar için başarılı bir şekilde belirlediği gibi, içinde bulunduğu topluluğa karşı hayati sorumlulukları olan ve “otorite” olmayan şefler örneğinde olduğu gibi, antik dünyayı şekillendiren topluluklar ne kadar kurumsal yapılar inşaa etmiş olsalar da varoluş ilkelerinde olan davranışları kolay kolay silip atmadılar. Ölümcül bir yolculuğa çıkan ülkenin yarısının yanına “kral’ın oğlunu” gönderecek kadar..

Orta Amerika’da Yanomani yerlileri arasında yaptığı çalışmalarla, kabile topluluklarının “şeflerinin” iktidarlı olmadığını kanıtlayan Clastres’in çalışmalarının bize kazandırdığı bakış açısıyla değerlendirdiğimizde, ana akım tarih yazımının bulandırdığı tarih bilgimizde olduğu gibi, ilksel insanların ya da antik dünyanın gerçekliği de algımıza yerleştirilenden daha farklı görünebiliyor gözümüze.

Göçün Geçmişini Kazımak Neden Önemli?

Antik çağda göç olgusu üzerine düşünmek, yalnızca tarihsel bilgi olarak değil onun toplumun dinamikleri üzerindeki etkisini sorgulamak ise bize dünyayı olumsuz etkilemiş pek çok bahsi tekrar değerlendirmek noktasında fayda sağlıyor. Örneğin, tarihin çok da uzak olmayan bir döneminde ortaya çıkan ve özellikle ırkçı ideolojiler tarafından gerçekleştirilen katliamlara bir gerekçe olarak sunulan çeşitli “bilgiler” bugün bu düşünme süreciyle beraber tamamen silinmeye başlıyor.

“Ari avrupalı” insanın saflığı olasılığı, son dönemde arkeolog Douglas Baird’in yaptığı çalışmalarla tamamen imkansız hale geliyor. Konya ovasında yaptığı kazılarda Baird, “Anadolu’nun erken dönem topluluklarının Avrupa’nın ilk tarım toplumlarının atası olduğunu” gösteriyor. Orta Anadolu’daki tarım toplumlarının göç yoluyla Batı/Kuzey Anadolu ve Avrupa’ya göç etmiş olabileceğini düşünüyor. Böylelikle ne Anadolu’da ne de başka yerde aranan saf ırk bulunamıyor. Tarihöncesi Avrupa’nın üç ayrı göç dalgasıyla karışmış halkı buranın antik çağdan beri bir “erime potası” olduğu gerçeğiyle beraber öncesinde Gordon Childe ve diğer arkeologlar tarafından da iddia edildiği gibi kültürel bir mozaik olduğunu gösteriyor.

Tıpkı sosyal darwinizme karşı günümüzde insan ve hayvan davranışları üzerine çalışan pek çok antropolog ve biyolog tarafından yeniden keşfedilen karşılıklı yardımlaşma teorisinin sosyal bilimlerdeki etkisinde olduğu gibi, insanın yüzyıllar süren devletsiz, iktidarsız yaşamından süzülen deneyimler, bilgiler, geçmişi ve bugünü daha iyi anlamlandırmamız için bize gereken anahtarı verecek.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.

 

The post Antik Çağda Göç – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/11/11/antik-cagda-goc-zeynel-cuhadar/feed/ 0
Çocuk Sömürüsü İle ‘Yaratılan Moda’nın Teşhiri https://meydan1.org/2018/01/03/cocuk-somurusu-ile-yaratilan-modanin-teshiri/ https://meydan1.org/2018/01/03/cocuk-somurusu-ile-yaratilan-modanin-teshiri/#respond Wed, 03 Jan 2018 17:56:45 +0000 https://seninmedyan.org/?p=25442 Polonyalı sanatçı Igor Dobrowolski, korkunç çalışma koşulları ve çocukların sömürülmesi ile ‘yaratılan’ modayı Varşova sokaklarında teşhir ediyor. Gazete Karınca’da yer alan haberde, Polonyalı sanatçı Igor Dobrowolski, endüstriyel modanın ve hızlı tüketimin kimleri etkilediğini göstermek için Varşova sokaklarını açık hava ilanlarıyla donattı. Sanatçı, bir dizi çarpıcı açık hava ilanıyla, H&M, Chanel ve Zara gibi ünlü markaların […]

The post Çocuk Sömürüsü İle ‘Yaratılan Moda’nın Teşhiri appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Polonyalı sanatçı Igor Dobrowolski, korkunç çalışma koşulları ve çocukların sömürülmesi ile ‘yaratılan’ modayı Varşova sokaklarında teşhir ediyor.

Gazete Karınca’da yer alan haberde, Polonyalı sanatçı Igor Dobrowolski, endüstriyel modanın ve hızlı tüketimin kimleri etkilediğini göstermek için Varşova sokaklarını açık hava ilanlarıyla donattı.

Sanatçı, bir dizi çarpıcı açık hava ilanıyla, H&M, Chanel ve Zara gibi ünlü markaların arkasındaki çalışma koşullarına dikkat çekiyor.

Sanatçının işlerinde, moda endüstrisine karşı bir duruş var.

Igor Dobrowolski’nin savaş, mülteci, göç ve açlık gibi konular üzerine eğildiği güncel işlerine ise Facebook ve Instagram‘dan ulaşabilirsiniz.

The post Çocuk Sömürüsü İle ‘Yaratılan Moda’nın Teşhiri appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/01/03/cocuk-somurusu-ile-yaratilan-modanin-teshiri/feed/ 0
“Yalnızca Sevme… ” – Hüseyin Civan https://meydan1.org/2016/06/20/yalnizca-sevme-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2016/06/20/yalnizca-sevme-huseyin-civan/#respond Mon, 20 Jun 2016 12:33:02 +0000 https://test.meydan.org/2016/06/20/yalnizca-sevme-huseyin-civan/ Küresel kapitalizmin normal yanılsamasının uzun süredir uğramadığı topraklarda, anormal bulmak oldukça zordur. Savaşın, göçün ve adaletsizliğin oyun sahasında, acı perdelerindeki geçiş hızlıdır. Bu geçişler arasında neden sonuç ilişkisi aramak boşunadır. Tepende savaş uçakları cirit atarken, top sesleri kulağına “o normallikte” gelirken, ölümün gerçekliği bu kadar yakınken, anlam kuracak zihin ortadan kalkmıştır. Suriye’de birkaç yıldır devam […]

The post “Yalnızca Sevme… ” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Yalnızca Sevme...

Küresel kapitalizmin normal yanılsamasının uzun süredir uğramadığı topraklarda, anormal bulmak oldukça zordur. Savaşın, göçün ve adaletsizliğin oyun sahasında, acı perdelerindeki geçiş hızlıdır. Bu geçişler arasında neden sonuç ilişkisi aramak boşunadır. Tepende savaş uçakları cirit atarken, top sesleri kulağına “o normallikte” gelirken, ölümün gerçekliği bu kadar yakınken, anlam kuracak zihin ortadan kalkmıştır.

Suriye’de birkaç yıldır devam etmekte olan süreci bu anormalin dışında görmek gerçekçi değil. Ancak, savaşın gitgide çetrefilli bir hale geldiği bir süreçte, St. Petersburg’dan gelen Mariinsky Orkestrası, Rus besteci Shchedrin’in Not Love Alone (Yalnızca Sevme) parçasını; IŞİD’in Temmuz 2015’te 25 Suriye askerini (IŞİD vari bir şovla) infaz ettiği Palmira Antik Kenti’ndeki Roma Amfitiyatrosu’nda, yani yine IŞİD’in havaya uçurduğu sayısız antik tapınağın hemen yanı başında çalıyor olması, bu anormalliği bile zorlayan bir eylemdi.

Fırat’ın 120 km güneybatısında yaşananlar, bütün dünyaya, Rusya’nın uluslararası “gayrı resmi resmi kanalı” Russia Today aracılığıyla canlı yayından verildi. Orkestra şefi Valery Gergiev de, Panama Belgeleri’nde ismi geçen çellist Sergei Roldugin de Putin’e yakınlığıyla bilinen sanatçılardı. Yani konser aslında sadece bir konser değildi, bütün dünyaya verilen bir mesajdı. Konseri izlemeye gelenlerse Rusya ve Esad rejimi askerleri; Putin’in cesaretlerinden dolayı kutladığı, bölgeden getirilmiş insanlar ve restorasyon çalışmalarını hızla başlatmak için orada bulunan UNESCO yetkilileriydi. Palmira IŞİD’den geri alınırken, öldürülen Rusya askeri Aleksandr Prohorenk’e ve antik kentin restorasyonuna adandı konser.

Putin konsere video-konferans yoluyla Rusya’dan canlı katıldı. Konuşmasında, “Palmira’nın canlandırılmasının, yalnızca tüm insanlığın kültürel mirasına hizmet ettiği için değil, aynı zamanda medeniyetin kurtuluşu için de önemli” olduğunu vurguladı. Medeniyetin kurtarılmasında payımız büyük dedi kısacası. İnsanlığın karşısındaki IŞİD’e karşı indirilen her darbe nasılsa kendiliğinden meşruydu!

“Barbarlığa” karşı alınmış bu zaferin, konser aracılığıyla tüm dünyaya ilan edilmesinin dışında, başka anlamlar da mevcut aslında bu konserde. Batı uygarlığının ilahisi senfoni ile Palmira’nın kutsanması, yine Batı uygarlığıyla özdeşleşmiş imparatorluk Roma’nın antik kentinde verilen konser, biz Batı uygarlığının savaşını veriyoruz anlamı da taşıyor. Barbarlıkla medeniyet arasındaki o kadim savaş! Rusya, Suriye’deki mevcudiyetine ilişkin neden-sonuç ilişkileri üretiyor. Tabi anlayana!

Küreselleşmeyle beraber merkezi siyasetin kökten değişeceğine inanan teoriler karşısında, Huntington’ın Medeniyetler Çatışması çok rağbet görmemişti. Devletler arasındaki çatışmaların ve devletlerin sınırlarında yaşanan çatışmaların giderek kültürel ağırlık kazandığını yazmıştı. Huntington haklı mı? Öğrencisinin Tarihin Sonu tezini alt etmişe benziyor. En azından son birkaç yılda, Suriye’de olanlar düşünüldüğünde…

Uluslararası siyasette iktidarın önemli parçası konumunda bulunanların Ortadoğu’daki sonuç hamleleri, sadece Suriye’deki sürecin gidişatını belirlemeyecek; aynı zamanda kendi izlerini de bırakacak. Peki biz ne düşüneceğiz? Barbar IŞİD’i alt eden, ileri uygarlığın kültürüyle kutsayan bu hareketi nasıl algılayacağız? Medeniyeti kurtarma sevdalılarını nasıl göreceğiz? Bu noktada Huntington’dan çok, Edward Said’in şarkiyatçılık meselelerine ilişkin yazdıklarını hatırlamak yerinde olacak.

Batı zihniyeti tarafından şekillendirilmiş bir çözüm, Suriye’de çözüm olmaktan çok uzaktır. İnsanlığın sözde kurtuluşu, temellerini küresel kapitalizmi doğuran düşünsel birikimden alacaksa, Ortadoğu’da anormal normalliğin sonu gelmeyecek demektir. Rodion Shchedrin’in bestesini isimlendirdiği gibi; “yalnızca sevme” aynı zamanda ekonomik anlamda sömür, siyasi anlamda bağımlı kıl, küresel kapitalist üretimin çarklarından biri haline getir, kültürünün altını boşalt…

Hüseyin Civan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Yalnızca Sevme… ” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/06/20/yalnizca-sevme-huseyin-civan/feed/ 0
“Ranta Dönüştürülen Şehirler” – Didem Deniz Erbak https://meydan1.org/2016/04/27/ranta-donusturulen-sehirler-didem-deniz-erbak/ https://meydan1.org/2016/04/27/ranta-donusturulen-sehirler-didem-deniz-erbak/#respond Wed, 27 Apr 2016 08:31:26 +0000 https://test.meydan.org/2016/04/27/ranta-donusturulen-sehirler-didem-deniz-erbak/ Müzakere sürecinin ardından başlayan savaşın son aylardaki bilançosuna bakarsak, savaş bölgesindeki birçok farklı şehirde yaşayanların neredeyse tamamının göç etmek zorunda bırakıldığını ve bu şehirlerde taş üstünde taş kalmadığını görüyoruz. Hafriyat kamyonlarının bu denli çabuk devreye girmesi, katliamların izlerinin silinmek istenmesi yanında; TOKİ ve benzeri müteahhitler eliyle “dönüşüm”ün başlatılmasındaki aceleciliği de ele veriyor. Daha ölenlerin yası […]

The post “Ranta Dönüştürülen Şehirler” – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Ranta Dönüştürülen Şehirler


M
üzakere sürecinin ardından başlayan savaşın son aylardaki bilançosuna bakarsak, savaş bölgesindeki birçok farklı şehirde yaşayanların neredeyse tamamının göç etmek zorunda bırakıldığını ve bu şehirlerde taş üstünde taş kalmadığını görüyoruz. Hafriyat kamyonlarının bu denli çabuk devreye girmesi, katliamların izlerinin silinmek istenmesi yanında; TOKİ ve benzeri müteahhitler eliyle “dönüşüm”ün başlatılmasındaki aceleciliği de ele veriyor. Daha ölenlerin yası tutulmadan, bu yıkıntıların yerlerine yapılacak binaların konuşuluyor olması, kimilerince yaşamın normalleşmesi adına sevindirici addedilse de; sorumlulardan hesap sorulmayan ve giderek unutulmaya yüz tutacak bir döneme giriliyor olması bakımından, son derece ürkütücü.

Hükümetten aldıkları tüyolarla, daha savaş sürerken evlerinden ayrılmak zorunda kalanların ellerindeki tapuları yok pahasına satın alan kimi uyanık “girişimci”, şimdi elinde tuttuğu tapuları devlete satarak, ranttan kendi payını almanın telaşında. Daha sabırlı olanlar ise, biraz daha bekleyerek, paylarını daha da büyütmenin hesabında. Acele kamulaştırma ile ellerinden alınacak evleri peşinata sayılıp borçlandırılması gibi bir plan düşünülüyor; ama düşük geliri ya da hemen hemen hiç sabit geliri olmayan bir ailenin bu yeni binalarda yer almaları elbette mümkün değil. Burada amaçlanan, mağduriyeti gidermek için çözüm sunmak değil; el koymak, yaygın tabiriyle, soylulaştırmak.

Operasyonların bittiğinin açıklanmasına rağmen, sokağa çıkma yasaklarının devam ettiriliyor oluşu, oldukça kuşkulu. Evlerine geri dönmek isteyen halkın ısrarı kırılmaya çalışılıyor ve uzayan bu sürede, onların da evlerini ele geçirmenin hesapları yapılıyor. Bu danışıklı dövüş, rantın, devletin her bir kurumunun bilgisi dahilinde olduğunu gösteriyor. Ve anlaşılan askeriye de savaşın giderlerinin bir kısmını, ele geçirdiği kentlerdeki rant yoluyla karşılamanın hesabında. “Bölünme” konusunda çok hassas olan bu kurumların, rantın bölünmesiyle ilgili bir sıkıntı duymamaları ilginç olsa gerek.

Üstelik tüm bunlar, henüz Toledo masalı gerçekleşmeden açığa çıkan paranın kavgası. Rantın en uç modeli olarak sunulan Toledo gerçekleştiğinde, buradan, pek çok kimsenin zenginliklerini daha da çok artıracağını görmek çok da zor değil. Sahip olduğu kültür varlıklarıyla zaten önemli bir yer olan Sur’u Toledo’ya benzetmek için önce Gazze’ye ve Saraybosna’ya benzeten başbakanın, tüm parklarını AVM’lere ve otoyollara dönüştürdüğü İstanbul’da da, “şehrin kalbine hançer gibi saplanan yapılar”a izin vermeyeceğini açıklamasının da, aynı aklın ürünü olduğunu anlamak zor değil. Cerattepe’de gerçekleştirilmek istenen talanla karşımıza çıkan Cengiz İnşaat’ın, Sur’da da etkili olan inşaat şirketlerinden biri olması, tesadüf olmasa gerek.

Son olarak, bahsedilen tüm bu yıkımın üzerine düzenlenen Kentsel Dönüşüm Ve Akıllı Şehirler Kurultayı’nda konuşan Erdoğan, baklayı ağzından çıkardı ve Sur’un yıkılarak yeniden biçimlendirilmesi düşüncesini başbakanken planladığını ve hatta 2011 seçimlerinde bir proje hazırlattığını söyledi. Erdoğan, Sur’u seçimle ele geçiremeyince işletemediği planlarını, şimdi, askeriyenin yardımıyla devreye sokmaktan dolayı memnuniyetini gizlemiyor. Aslında şu günlerde de, “ilçelerimizin harap olarak kalmalarına göz yumamazdık” diyerek, belki de bölgede en çok ihtiyacını duyduğu şey olan ve olası bir başkanlık referandumunda elini rahatlatacak olan siyasi bir rant elde etmenin hazzını da yaşıyor diyebiliriz.

Operasyonların bittiğinin açıklanmasına rağmen, sokağa çıkma yasaklarının devam ettiriliyor oluşu, oldukça kuşkulu. Evlerine geri dönmek isteyen halkın ısrarı kırılmaya çalışılıyor ve uzayan bu sürede, onların da evlerini ele geçirmenin hesapları yapılıyor.


Didem Deniz Erbak

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Ranta Dönüştürülen Şehirler” – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/04/27/ranta-donusturulen-sehirler-didem-deniz-erbak/feed/ 0
” Göçmen Hayatlar ” – Özgür Oktay https://meydan1.org/2015/09/04/gocmen-hayatlar-ozgur-oktay/ https://meydan1.org/2015/09/04/gocmen-hayatlar-ozgur-oktay/#respond Fri, 04 Sep 2015 19:49:35 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/04/gocmen-hayatlar-ozgur-oktay/ Savaşın yaşamı doğrudan yok ettiği bölgeleri terk etmek zorunda kalan göçmenler, refah umuduyla gitmeye çalıştıkları Avrupa devletlerin sınırlarında hayatta kalma mücadelesi veriyor. Avrupa devletleri ise bir yandan, savaşla hiç ilgileri yokmuşçasına, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği gibi kurumlarla kurtarıcı rolüne bürünürken, diğer yanda Frontex gibi sınır polisi kurumlarıyla göçmen gemilerini batırarak katliam yapıyorlar. Bu katliamların toplumda […]

The post ” Göçmen Hayatlar ” – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi - Göçmen Hayatlar

Savaşın yaşamı doğrudan yok ettiği bölgeleri terk etmek zorunda kalan göçmenler, refah umuduyla gitmeye çalıştıkları Avrupa devletlerin sınırlarında hayatta kalma mücadelesi veriyor. Avrupa devletleri ise bir yandan, savaşla hiç ilgileri yokmuşçasına, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği gibi kurumlarla kurtarıcı rolüne bürünürken, diğer yanda Frontex gibi sınır polisi kurumlarıyla göçmen gemilerini batırarak katliam yapıyorlar.

Bu katliamların toplumda yarattığı huzursuzluk, kısmen Avrupa’da son dönemde yükselen ırkçılıkla, kısmen de kapitalizmin beyaz kölelerini daha fazla hırpalamaması için emek gücüne katılan ucuz göçmen emeği ile yatıştırılıyor.

Ana akım medyadaki haber ve yorumlar da kullandığı tanımla hangi işlevi gördüğünü belli ediyor. Son zamanlarda açıkça ırkçı olmayan bazı kesimlerin kullandığı göçer (migrant) terimi de, aslında genel olarak göç eden hayvan ve insan topluluklarını niteliyor. Diğer tarafın kullandığı kelime ise “mülteci”.

Avrupa’nın ahlaki mirasını aldığı Kilise ve Antik Yunan tapınaklarında bir uygulama olan iltica, devletlerin baskısından kaçan suçluların ve kölelerin “sığınması” anlamına geliyor. Yunan tapınakları kölelerin başka sahiplere satılmasını sağlarken, kilise ise bu kaçakları kendi kölesi olarak kullanmış.

 

Avrupa’da Yükselen Faşizm

Avrupa’da göçmenlere yapılan faşist saldırılardan Romenler’in sınır dışı edilmesine gittikçe yükselen ırkçılık, artan “göçmen sorunu” ile tepe noktasına ulaştı. Nisan ayında Fransa’nın Sosyalist Partili Cumhurbaşkanı François Hollande’ın, Akdeniz’de göçmen kaçakçılığı için kullanılan botların tespit edilerek askeri kuvvetler tarafından imhası için BM Güvenlik Konseyi’ne verdiği teklif, Avrupa Konseyi’nin ilk taslağında yer alırken muhalif kesimlerden gelen tepkilerinden sonra geri çekildi. Ancak fiili durum teklif edilenden çok da farklı değil.

Avrupa Komisyonunda konuşulan Akıllı Sınırlar Paketi ise fişlemenin artmasına, vize ihlalinin kolayca saptanmasına ve polise verilen kaynakların artmasına yol açacak. AB Devletleri, göçmenlere “kaçak girişi cezalandırma” gerekçesiyle baskı uygularken, “insan kaçakçığını engellemesi” dolaylı söylemiyle, doğrudan yaşamına saldırıyor.


Avrupa kapitalizmi ezilenleri en çok uzaktan sömürmeyi sever. Ancak bu sömürüyü mümkün kılan savaşın kaçınılmaz sonucu olarak yüz binlerce göçmen kapısına dayanmakta diretiyor. Kapitalizmin mülteci / göçmen yasaları ise, her zaman yaptığı gibi ezilenlerin direnişini kendi karına çevirmeye yarıyor. Göçmenler “yasadışı” olarak sınırlardan geçiyorlar ama hem an sınır dışı edilme tehlikesi altında, tüm işçi haklarından mahrum, düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalıyorlar.

Özgür Oktay

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Göçmen Hayatlar ” – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/04/gocmen-hayatlar-ozgur-oktay/feed/ 0
“Neden Katlanıyoruz” – Naz Çopur https://meydan1.org/2015/03/05/neden-katlaniyoruz-naz-copur/ https://meydan1.org/2015/03/05/neden-katlaniyoruz-naz-copur/#respond Thu, 05 Mar 2015 15:47:33 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/05/neden-katlaniyoruz-naz-copur/ En kötüsü sınırlar sınırlarını çizemez bile. Kadının acısı bir başka kadına göç eder durur. Akşam yemeği yerken sesini rastgele kıstığınız; televizyondan yaşama hevesini gizlemeye çalışan bir haber spikeri tarafından cinayet haberi almanızla, bir polis merkezinden aranıp kızınızın cinayet haberini almanız aynı hikayenin başlığı değildir. Bir topluluğun arasından çıkıp gelirler cenaze günü. Sırtınızı sıvazlayıp sakinleşmenizi söylerler. […]

The post “Neden Katlanıyoruz” – Naz Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Neden Katlanıyoruz Naz Çopur

En kötüsü sınırlar sınırlarını çizemez bile. Kadının acısı bir başka kadına göç eder durur. Akşam yemeği yerken sesini rastgele kıstığınız; televizyondan yaşama hevesini gizlemeye çalışan bir haber spikeri tarafından cinayet haberi almanızla, bir polis merkezinden aranıp kızınızın cinayet haberini almanız aynı hikayenin başlığı değildir. Bir topluluğun arasından çıkıp gelirler cenaze günü. Sırtınızı sıvazlayıp sakinleşmenizi söylerler. Oysa öfkedir kadının gardı. Oysa dedim ya; sınırlar sınırlarını çizemez. Bir anneyseniz ve bir kadın, aynı acı içerinizde göç eder, göç eder durursunuz. Yemek biter televizyon kapatılır. Birkaç cık cık çekilir, suratlar buruşur, evet gerçekten kederlenilir belki. Fakat en nihayetinde uyunur.

Her şeye rağmen milyonlarca kadın var yarına inanan. Ve şimdi ataerkinin vücut bulduğu bir katil tarafından katledilen Özgecan için sokaklara göçmeyi, adaletsizliğin dile getirilişini gerçekleştirmeyi planlar.

Özgecan’ın annesi o gece uyumaz. Bu ilk değildir. Kız çocuğu olan anneler hiçbir zaman rahat uyumaz. Binlerce kelime vardır sıralayabileceği, binlerce haykırış. Oysa mutfakta bir sandalyede ileri geri ağır ağır sallanarak kızının o minibüste nasıl öldürüldüğüne dair görüntüler getirir gözünün önüne. Kızının sesini tanır. Kızının korkusunu tanır. Kızının korktuğunda nasıl ağladığını tanır. Hiçbir ses yeterince tanıdık gelmez. Sesine tanımadığı “erkek”lerin sesi eklenir. O dekoru en ince ayrıntısına kadar tekrar düşünür. Ağır ağır, mutfaktaki sandalyede sallanarak düşünür. “Yere yatırmışlar mıdır, ağzını tutmuşlar mıdır, çok canı yanmış mıdır, Özgem annesini çağırmış mıdır, duyan olmuş mudur.” Daha hızlı sallanır mutfaktaki o sandalyede.

Mutfaktaki o sandalyeyi iyi hatırlayın. Babasından dayak yiyen kız çocuğunu ve her gece sessizce gözyaşı döken milyonlarca kadını, ataerkinin kurbanı olan kadınları…

Naz Çopur

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Neden Katlanıyoruz” – Naz Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/05/neden-katlaniyoruz-naz-copur/feed/ 0
“Kaçabilmiyorum” – Nergis Şen https://meydan1.org/2014/07/29/kacabilmiyorum-nergis-sen/ https://meydan1.org/2014/07/29/kacabilmiyorum-nergis-sen/#respond Tue, 29 Jul 2014 11:52:19 +0000 https://test.meydan.org/2014/07/29/kacabilmiyorum-nergis-sen/ “ne kaçabiliyorum, ne de kaçmayı biliyorum…” Yoksulluk ve yoksunlukla başa çıkmanın yolu olarak göçüyorlar. Kimisi çoluk çocuk, kimisi bir başına. Sandığımızdan daha yakınımızdalar. “Şanslı” olanları evinizi temizliyor, hastanıza bakıyor. “Şanssız” olanları fuhuş ticaretine sürükleniyor. Yaşadığımız ülkede, yılda ortalama 700 bin ile iki milyon kişi fuhuş mağduru. Uluslararası Göç Örgütü’ne göre 175 milyon kişi ise, doğduğu […]

The post “Kaçabilmiyorum” – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“ne kaçabiliyorum, ne de kaçmayı biliyorum…”

Yoksulluk ve yoksunlukla başa çıkmanın yolu olarak göçüyorlar. Kimisi çoluk çocuk, kimisi bir başına. Sandığımızdan daha yakınımızdalar. “Şanslı” olanları evinizi temizliyor, hastanıza bakıyor. “Şanssız” olanları fuhuş ticaretine sürükleniyor.

Yaşadığımız ülkede, yılda ortalama 700 bin ile iki milyon kişi fuhuş mağduru. Uluslararası Göç Örgütü’ne göre 175 milyon kişi ise, doğduğu ülke dışında yaşıyor ve bunun yarısı kadın. İnsanları “düzensiz göç”, “güvenlik tehdidi” tanımlarına sıkıştırarak zorda bırakan devlet politikalarıysa zaten ortada. Sadece bu değil; ataerkil sistem, kadının mağduriyetini daha da perçinliyor.

Kadınlar, göç eden erkeği memlekette bekleyen konumunda değillerse şayet; erkeğin “eş”i, çocukların annesi olarak geliyor, ev içi bakıma dair her türlü emeği üstlenir konumda yer alıyorlar. Artık günümüz sistemi de büyük oranda kadın emeği üzerinden yükseldiğinden, kadınlar ev içinde ve dışında, her yerde, türlü işlerde çalışır hale geldiler. Bu yüzden, sadece göç eden erkeğe eşlik eden değil; kendi kurgularıyla göç eden de oldular.

Gelişlerin özellikle eski Sovyet ülkelerinden olması, soğuk savaşın bitişi ve Türkiye’nin 80 sonrası küreselleşmeye bodoslama eklemlenmesiyle doğrudan ilişkili; ki çoğu Moldova, Rusya, Ukrayna, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Gürcistan ve Azerbaycan’dan. Sayıları ise her geçen gün artıyor, çünkü ülkelerinde ciddi boyutta bir işsizlik ve geçim sıkıntısı var. Tek çareyi göç etmekte bulsalar da, onları bekleyen başka başka sıkıntılarla her an yüzleşmeleri kaçınılmaz. Bunlardan biri de fuhuş ticareti.

Fuhuş ticareti yapanlar; pasaportlarına el konularak, hüviyetleri alınarak ya da borçlandırılarak tehdit ediliyor ve fuhuşa zorlanıyorlar. İş bulamayınca borç bitmek bilmiyor ve yine karşılığında fuhuş dayatılıyor. Bu işi bırakmak istediklerindeyse; önce baskı, sonra kaba dayak, ardından psikolojik yıpratma… Zorla fuhuş, kadınların değer yargılarını da alt üst ediyor. Hele ki memleketlerinde bu işi yaptıklarının duyulması, zaten ölüm demek. Bu korkuyla girdiği bataktan çıkmayı göze alamayanlarsa oldukça fazla.

Memleketlerindeki geçim sıkıntısı, daha iyi bir yaşam tahayyülü, biraz para kazanma umudu kadınları çaresizlikte bırakıyor. Yabancı olmaya dair zorluklar, bu çaresizliğin sadece bir parçası. Örneğin, yasal çalışma ve ikamet izni almanın zorluğu, yabancı kadınların hareket alanını oldukça daraltıyor. Çünkü “kaçak” oldukları anlaşıldığında sınır dışı edilmekten korkuyorlar. Henüz türkçe öğrenmemişse, adresleri, yönleri bilmiyorsa; zaten eli, kolu bağlı.

Geçtiğimiz günlerde göçmen kadınların yaşadıkları tacize karşı kadın örgütlerince yapılan bir eylemdeydim. Ancak önyargılarla bezeli ve son derece ataerkil bir toplumuz, hele ki konu kadın ve cinsellik olunca.

Beyazıt’ta başlayan buluşma, Yenikapı’nın ara sokaklarına dek sürmüştü. Sokak aralarında yürürken “Göçmen kadınlara yönelik tacize hayır” sloganlarını duyup kulak tıkayan bakışlar, fuhuş batağına sürüklenen göçmen kadınlar için, ya “Erkeklerimizi elimizden alan Nataşalar” ya da “Bebeklerimize biz yokken iyi bakamayan, canı isteyince de kaçan yabancı bakıcılar” şeklinde konuşmalar duydum, işittim. Daha da kötüsü, onların yaşamlarının arka planından hiç haberimiz yok, yoktu!

Oysa bir gün dayanışmaya hepimizin ihtiyacı olacaktır. Kadın olmanın zorluğuna bir de göçmen olmak eklendiğinde, bu dayanışmaya çok daha fazla ihtiyaç duyulması kaçınılmaz. Kadınların öfkesinin sınır tanımadığı bu düzenin yıkılacağı günün ve sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın özlemiyle…

Nergis Şen

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Kaçabilmiyorum” – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/07/29/kacabilmiyorum-nergis-sen/feed/ 0
“Geçici İşçilikten Sürekli Sömürüye” – Halil Çelik https://meydan1.org/2014/07/23/gecici-iscilikten-surekli-somuruye-halil-celik/ https://meydan1.org/2014/07/23/gecici-iscilikten-surekli-somuruye-halil-celik/#respond Wed, 23 Jul 2014 11:56:24 +0000 https://test.meydan.org/2014/07/23/gecici-iscilikten-surekli-somuruye-halil-celik/ Mevsimlik Tarım İşçileri Tarımda hasat zamanının başlamasıyla beraber, coğrafyanın neredeyse tamamında, milyonlarca insan için farklı bir iş imkanı, farklı bir çalışma alanı, ancak çok da farklı olmayan bir yaşam söz konusudur; mevsimlik tarım işçiliği. Çocuk işçiler, kötü barınma koşulları, ağır şartlarda çalışan kadınlar, göç eden aileler, etnik baskı ve daha fazlasının aynı anda var olduğu […]

The post “Geçici İşçilikten Sürekli Sömürüye” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Mevsimlik Tarım İşçileri

Tarımda hasat zamanının başlamasıyla beraber, coğrafyanın neredeyse tamamında, milyonlarca insan için farklı bir iş imkanı, farklı bir çalışma alanı, ancak çok da farklı olmayan bir yaşam söz konusudur; mevsimlik tarım işçiliği. Çocuk işçiler, kötü barınma koşulları, ağır şartlarda çalışan kadınlar, göç eden aileler, etnik baskı ve daha fazlasının aynı anda var olduğu bir yaşamdır mevsimlik tarım işçilerinin yaşamı. Yaklaşık olarak Mart-Nisan aylarında başlayan ve Kasım ayına kadar süren mevsimlik tarım işçiliği; günümüz geçici işçilik, taşeronlaşma gibi çalışma ilişkileri düşünüldüğünde, üzerinde durulması gereken elzem bir konudur.

Mevsimsel Yaşamın Diğer Adı: Ücretli Tarım İşçiliği

Tarlada, bahçede, serada ya da hayvan yetiştirme birimlerinde üretim yapan insanlardan oluşan tarım işçileri, çalıştıkları zaman veya aldıkları ücrete göre; sürekli tarım işçileri, mevsimlik/günlük tarım işçileri, geçici tarım işçileri, göçmen tarım işçileri, parça başı ücretle çalışan işçiler, ayni ücret (para değil de üretilen ürün) karşılığında çalışan işçiler olarak sınıflandırılırlar. Her ne kadar böylesi bir sınıflandırma yapılmış olsa da, bir tarım işçisi için çalışılacak zaman ve emeğin karşılığı, ihtiyaçları gereği farklılaşır. Yılın belli zamanlarında farklı bölgelere göç edilen yaşamda, en genel anlamıyla, çalışılan zaman hasat zamanıdır; emeğin satılmasının karşılığı ise ücretli tarım işçiliğidir.

Pamuk, fındık, çay, üzüm, kayısı tarla ve bahçelerinde süregelen işçiliğin tarihi ise, coğrafyamızda oldukça eskidir. 1830’larda Kavalalı İbrahim Paşa tarafından Sudan’dan getirilerek Çukurova bölgesinde çalıştırılan işçiler, coğrafyamızdaki ilk mevsimlik tarım işçileri olarak bilinirler. Ardından tarımda kapitalist üretimin başladığı 1890’larda ise, çevre şehirlerden Adana’ya gelen mevsimlik tarım işçileri, pamuk ve hububat üretmişlerdir. 1930 ve 1940’lara gelindiğinde ise tarımda ücretli olarak çalışanların, genellikle çiftçiler olduğu görülmektedir. Çiftçiler, hasat zamanı öncesinde yoğun iş imkanları sebebiyle başka yerlere göç ederek; ırgat, amele, gündelikçi isimleriyle çalışmışlardır. Tarımda kapitalist üretimin bu coğrafyada hakimiyetini ilan ettiği 1950’lerde ise, mevsimlik tarım işçiliği her bölge için farklı bir piyasaya dönüşmeye başlamıştır. Bugün Diyarbakır, Urfa, Hakkari, Van, Şırnak, Adana, Hatay başta olmak üzere neredeyse tüm şehirlerden ailelerin, farklı yaş gruplarının oluşturduğu mevsimlik tarım işçilerinin yaşamlarının temelleri böyle atılmıştır.

Mevsimlik Tarım İşçilerinin Zorunlu Göçebe Yaşamı

Bugüne gelindiğinde, köylerden şehirlere göç, Kürdistan’daki savaş ve farklı bir çok etmen sonucu mevsimlik işçi olarak çalışanlar; hem yakın şehirlere, hem de farklı bölgelerdeki şehirlere hasat zamanları giderek burada bir yaşam sürmeye başlarlar. Evlerin kapısına kilit vurularak kamyon kasalarında, tren vagonlarında başlayan yolculuk; derme çatma barakalara, çadırlara uzanır. Banyosuz, tuvaletsiz, mutfaksız bir yaşam başlar. Neredeyse tüm zamanın açık havada geçtiği bu yaşamda, suya erişim de oldukça kısıtlıdır. Söz konusu şartlar, kalınan ortamı her türlü hastalığa açık bir yer haline de getirmektedir. Bu yaşam koşulları, aynı zamanda, çalıştığı bölgede mevsimlik tarım işçisinin dışlanmasında da etkilidir. Yerli halk tarafından çadırların veya barakaların bulunduğu bölge, uzak durulması, hatta mümkünse ortadan kaldırılması gereken yerler olarak görülebilmektedir. Öte yandan, coğrafyamızda devletin açtığı savaşın koşullarının yarattığı “kürt düşmanlığı” sebebiyle etnik çatışmalar da yaşanmaktadır. Yoksulluğun ve yoksunluğun derinden hissedildiği bu yaşam, ırgatlık yaşamı olarak da bilinir. Irgatlık yaşamının ekonomik anlamda ilk ve belki de tek muhatabı, aracılardır. Genellikle “dayı başı” olarak bilinen aracılar, patronun tüm sorumluluklardan kurtulmasını sağlarken; işçi ile kurdukları ilişki “tüccar-köle” ilişkisinden farksızdır.

Amele başı, elçi başı, dayı başı gibi farklı isimlere bürünebilen aracıların da olduğu bu sömürü biçiminde, hasat zamanının sona ermesiyle beraber işçi; inşaat, hizmet sektörü gibi mevsimlik başka alanlara da yönelebilmektedir. Yani hasat zamanlarında tarımda çalışan bir işçi, kış aylarında inşaat sektöründe veya hizmet sektöründe çalışabilmektedir. Çok sık karşılaşılan bu durum, mevsimlik tarım işçilerinin tüm yaşamlarını mevsimlik işçi olarak sürdürmesi demektir. Mevsimlik işçiler, bu özellikleriyle taşeron sistemi ve özel istihdam bürolarının güvencesiz ve esnek çalışma anlayışından bağımsız düşünülemeyeceği gibi; taşerona karşı verilen mücadelede de bu işçilerin alacakları rol görmezden gelinemez.

Halil Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Geçici İşçilikten Sürekli Sömürüye” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/07/23/gecici-iscilikten-surekli-somuruye-halil-celik/feed/ 0
Taşı Toprağı Altın – Gürşat Özdamar https://meydan1.org/2013/05/02/tasi-topragi-altin-gursat-ozdamar/ https://meydan1.org/2013/05/02/tasi-topragi-altin-gursat-ozdamar/#respond Thu, 02 May 2013 14:26:18 +0000 https://test.meydan.org/2013/05/02/tasi-topragi-altin-gursat-ozdamar/ Eskilerden anlatılan bir öyküdür. Bir köyde yaşlı bir çiftçi artık ölüm döşeğine yaklaşmış ama çocukları artık çiftçilik yapmak istememekte, daha rahat bir yaşam arzulamakta, bunun için de daha fazla kazanabilecekleri işler yapma derdindedir. Bunu fark eden baba, çocuklarını bir gün yanına çağırır ve onlara der ki: “Artık açıklamanın zamanı geldi, bizim tarlalarda gömülü çook büyük […]

The post Taşı Toprağı Altın – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Eskilerden anlatılan bir öyküdür. Bir köyde yaşlı bir çiftçi artık ölüm döşeğine yaklaşmış ama çocukları artık çiftçilik yapmak istememekte, daha rahat bir yaşam arzulamakta, bunun için de daha fazla kazanabilecekleri işler yapma derdindedir. Bunu fark eden baba, çocuklarını bir gün yanına çağırır ve onlara der ki: “Artık açıklamanın zamanı geldi, bizim tarlalarda gömülü çook büyük bir hazine var. Bulun onu ve istediğinizi elde edin böylelikle.” Bunları söyler söylemez can verir baba. Hangi tarladadır ve tam olarak nerededir, bunu söyleyemeden göçüp gider bu dünyadan. Babalarının bu gizli bilgiyi vermesiyle beraber kazma kürek ne bulurlarsa tarlayı deşmeye, toprağın altını üstüne getirmeye girişir çocuklar. Ama gömüyü bir türlü bulamazlar. Her gün tekrarlarlar, ama sonuç aynıdır. Babalarının sözünü ettiği hazineyi bir türlü bulamazlar. Bütün bir yaz geçip de sonbahara vardığında artık arazilerinde deşilmedik bir yer bırakmamışlardır. Havaların daha da soğumasıyla arama işini bırakırlar. Ancak ertesi yıl onları çok şaşırtan bir şey olur: Bütün tarlaları hazine bulma umuduyla deşmeleri, toprağı daha da verimli hale getirmiştir, havalanan ve ferahlayan toprak daha da fazla ürün vermiş ve oğulların istediği türden bir hazine olmasa da oldukça yüksek bir kazanç bırakmış olur. İşte o vakit asıl hazinenin toprağın kendisi olduğu kıssadan hissesi bizim burada yaptığımız gibi anlatılagelir.

İçinde yaşadığımız dünya hiç de böyle değil oysa. Kaynaklar var olmasına var da, adaletli dağılmadığından açlıktan ölenler var bugün hala. Mülkiyet diye bir şey var ama yeryüzündeki varlıkların çoğu az sayıda kimselerin elinde. Kimi şatafat içinde yaşarken kimi borçlu doğuyor daha baştan. Yaşadığımız coğrafyada da bu böyle. Son 30 yıldır süren savaş da bu adaletsizliği katmer katmer artırmış durumda.

Yukarıda anlattığımız öyküdeki gömülü bir hazineyi bulmak bir yana, yaşamlarını sürdürmeye yetecek bir lokma ekmek derdi ile pek çok insan köydeyse kasabalara, büyük şehirlere ve hatta Alamanyalara göçer olmuş uzun yıllar boyu. Taşı toprağı altın diye hem de. Peki öyle mi oldu, gerçekten de taşı toprağı altın mıydı büyük şehirlerin?

Yeşilçam sinemasında “Köyden İndim Şehire” filminde tarlalarında çıkan bir küp dolusu altın sonrasında şehire gidip o altınları bozdurup artık zengin olarak yaşama planları yapan 4 Kayserili kardeşin komik öyküleri perdeye aktarılır. Onlar için şehir yeni zenginliklerini yaşama yeri, umut değil, tüketimdir onlar için.

Bir başka Yeşilçam sineması “Züğürt Ağa” filmi ise artık bugün daha çok hissettiğimiz hatta birebir yaşadığımız kırsal-kentsel dönüşüm tahribatlarını bir köy ağasının dönüşümüne paralel öyküler kurarak anlatmayı seçer. İlk başlarda yaşanan kuraklık yüzünden yağmur duasına çıkan köylüler, köylerinin yeni yapılacak baraj alanında yakında sular altında kalacağından habersizdirler. Ağaya borçlarını ödemekte zorlanan köylüler birer birer şehire göçmekte, orada işportacılık yapmaya başlayarak az da olsa geçimlerini sağlamanın “mutluluğunu” yaşamaktadırlar. Köy de karın tokluğudur onlar için, şehir de. Köyde toprakları kendilerinin değildir, ağanındır, şehirde de kendilerinin değildir. Şehirde toprak, onlar için sadece yevmiyelerini çıkardıkları iştir.

Yerini pek yakında baraja bırakacak olan Haraptar Köyü’nde kimse bunu bilmemekte, zaten en son tek başına kalan köy ağasının da köyü satılığa çıkarması, Ankara’dan gelen memurların önerdiği para karşılığında köyü onlara satarak kendisinin de şehre yerleşmesinin vesilesi olmaktadır.

Şehir, daha önce gidenlerce bir bakıma parsellenmiş, herkes bir geçim yolu bulmuştur. Ağa, o güne değin hep marabalarının emeği üzerinden para kazandığı için iş nedir bilmemektedir üstelik. Ama şehir, altın doğurmasa da ekmek vermektedir gene de.

Ya savaştan ya sırf ekonomik nedenlerden dolayı soluğu büyükşehirlerde alanlar iş bulsalar da ilk başlarda kalacak yer sıkıntısı çektiler. Sonrasında, gecekondu diye tabir edilen tek katlı ve hatta tek göz oda evler yapılır oldu boş arsalara. Zamanla çoğaldı, yayıldı, sokaklar, mahalleler oluştu. Yıllar ilerledikçe kalabalıklaşan bu mahalleler, politikacılar için neredeyse “taşı toprağı altın” derecesinde önemli hale geldi. Kısmi iyileştirmeler yapıldıysa da 90’lara kadar kendi kaderlerine terk edildi. Ta ki, 80 darbesi sonrasında iş başına getirilen Özal hükümetine kadar. O zamanlar “serbest piyasa” olarak adlandırılan 24 Ocak kararlarının uygulamasına hızlıca geçildi. Bu “yeni” modelin ilk görüntüleri otoyollar ve ikinci boğaz köprüsü olunca, başta İstanbul olmak tüm şehirlerde arazi değerleri kat be kat arttı. Yeni yeni zenginler türedi. Boğaz kıyıları da imara açılınca çay içmek için bile boğaza bir kez gitmemiş olan bir sürü rantiyeci, çok katlı site inşaatlarına girişti. Belki de ilk kez İstanbul’un taşı toprağı altın olmasa da oldukça paha ediyordu.

“Ben zenginleri severim” diyen Özal, orta direği genişletmek için hiçbir tapu kaydı ya da resmi belgesi olmayan gecekondulara af çıkarınca, yoksulluğun simgesi olarak addedilen gecekondular da çok geçmeden apartmanlara dönüşüverdi.

Yeşilçam’da da bir dönem gecekondu figürü çok sık kullanıldı. Derdim Dünyadan Büyük filminde, ruhsatsız olduğu için yıkıma gelen dozerin önüne oturan Orhan Gencebay’ın söylediği parça hala kulaklardadır:

Yılların günahı kaderde mi kalacak
Elbet bir gün insanlık sizden hesap soracak
Biz görmesek de görecekler var
O mutlu yarınları

Bu parça çalarken Orhan Gencebay’ın yanına bir bir gelerek dozerin önüne oturan mahalleli, dozere izin vermez, mahalle yıkımdan kurtulur. Kurtulur kurtulmasına da yıllar sonra aynı Orhan Gencebay kondu mahallerinin bu kez “kentsel dönüşüm” adı altında yıkılarak yerine yapılacak olan biçimsiz sitelerden birinin televizyon reklamında oynar. O da bu topraklardan beslenir!

Hatta hep köyden indim şehire filmlerinde İstanbul’a ilk varış noktası olan Haydarpaşa Garı da bu dönüşümden “nasibini” alacak gibi. Artık kimse burada “seni yeneceğim İstanbul” diyemeyecek. Yenen hep başkası olacak bundan sonra.

Bugünlerde üçüncü köprü, toprak bedellerini daha da arttırmış durumda. İşsizlik rakamları açıklananın çok çok üzerinde. Yoksulluk sınırının altında yaşamak zorunda kalanların sayısı oldukça fazla. Aslında pek çok kişinin de geldiklerine pişman olarak memleketlerine geri döndüğü de bir gerçek. Şehirde iş bulamayıp elinde avucunda ne varsa yitirenler başta olmak üzere, eski komşuluk ilişkilerini özleyenler ya da şehir kültürüne uyum sağlayamayanlar bir bir geriye dönüyorlar. Bugün hala büyükşehirlere iş ve dolayısıyla ekmek bulma ümidiyle göçenler olsa da, memleketlerine geri dönenler, eskilerden beri söylenen taşı toprağı altın masalına ne derecede inanırlar bilinmez. Bir başka bilinmez ise, rant üzerine rant sağlayarak pek çok zengin oluşturmayı sürdüren büyükşehirlerin buna ne kadar daha dayanabileceği. Çünkü başta İstanbul olmak üzere pek çok büyükşehir, doğal sınırlarının çok ötesinde yerleşime açılmış durumda ve bu durumun, kendi kendini yok etmeye götüreceği senaryoları her geçen gün daha da gerçeğe yaklaşıyor.

Gürşat Özdamar
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 9. sayısında yayımlanmıştır.

The post Taşı Toprağı Altın – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/05/02/tasi-topragi-altin-gursat-ozdamar/feed/ 0