Gürcistan – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Fri, 24 Nov 2017 21:00:07 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Batum’da Otel Yangını https://meydan1.org/2017/11/25/batumda-otel-yangini/ https://meydan1.org/2017/11/25/batumda-otel-yangini/#respond Fri, 24 Nov 2017 21:00:07 +0000 https://seninmedyan.org/?p=21728 Gürcistan’ın Batum kentindeki Leogrand Oteli’nde gece yarısına doğru  yangın çıktı. Hızla yayılan yangın sonrası ilk belirlemelere göre 12 kişi yaşamını yitirdi. Oteldeki yaklaşık  100 kişinin otelden tahliye edildiği öğrenildi.

The post Batum’da Otel Yangını appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Gürcistan’ın Batum kentindeki Leogrand Oteli’nde gece yarısına doğru  yangın çıktı. Hızla yayılan yangın sonrası ilk belirlemelere göre 12 kişi yaşamını yitirdi. Oteldeki yaklaşık  100 kişinin otelden tahliye edildiği öğrenildi.

The post Batum’da Otel Yangını appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/11/25/batumda-otel-yangini/feed/ 0
“Hepimizin Panik (O)HALi” – Merve Arkun https://meydan1.org/2017/01/05/hepimizin-panik-ohali-merve-arkun/ https://meydan1.org/2017/01/05/hepimizin-panik-ohali-merve-arkun/#respond Thu, 05 Jan 2017 15:26:48 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/05/hepimizin-panik-ohali-merve-arkun/ 2010 yılında, Gürcistan’da yayın yapan bir televizyon kanalı, Rus tanklarının Gürcistan’a girdiği bir görüntüyü yayınladı. İki ülke arasında 2008 yılında yaşanan Güney Osetya Savaşı’nın ardından, Gürcistan halkı bu görüntülerle birlikte yeniden paniğe kapıldı. Programın başında gösterilen ve hemen ardından kaldırılan “simülasyon uyarısı”nı kaçıran binlerce Gürcistanlı, programda yayınlanan görüntülerin canlı olduğunu düşündü. İnsanlar yakınlarını aramaya başladı, […]

The post “Hepimizin Panik (O)HALi” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

istanbul-explosion-6


Panikle Sıkıştırılıyoruz!

Siyasal iktidarlar, “ne pahasına olursa olsun toplumsal birliği sağlamak” amacıyla korkuyu sıkça kullanır. Böylelikle, en büyük meşruiyet kaynağı ve aracı olan korkuları üretir; kendi egemenliği için korkuyu toplum üzerinde sürekli kılar.



2010 yılında, Gürcistan’da yayın yapan bir televizyon kanalı, Rus tanklarının Gürcistan’a girdiği bir görüntüyü yayınladı. İki ülke arasında 2008 yılında yaşanan Güney Osetya Savaşı’nın ardından, Gürcistan halkı bu görüntülerle birlikte yeniden paniğe kapıldı. Programın başında gösterilen ve hemen ardından kaldırılan “simülasyon uyarısı”nı kaçıran binlerce Gürcistanlı, programda yayınlanan görüntülerin canlı olduğunu düşündü. İnsanlar yakınlarını aramaya başladı, telefon hatları tıkandı, binlerce kişi banka hesaplarındaki parayı çekmeye ve Gürcistan’dan kaçış planları yapmaya başladı. Televizyon kanalının 2008 yılından kalma görüntüleri yayınladığının ortaya çıkması üzerine, yüzlerce kişi kanal önüne yürüdü. Ama yaşanan bu kaotik durumun etkisiyle üç kişi çeşitli sebeplerle yaşamını yitirdi ve oluşan panik hali Gürcistan halkı üzerindeki etkisini bir süre sürdürdü.

Korkunun teorisyeni olarak bilinen Thomas Hobbes, ölüm korkusunun belirleyici olduğu kaotik halden kurtulmanın yolu olarak, bireyin tüm özgürlüklerini devredeceği çok güçlü bir egemen, bir Leviathan yaratmayı öneriyor; bireyin özgürlüğünden vazgeçip, bu Leviathan’ın kucağında derin bir uykuya dalmasını diliyordu. Hobbes’un 17. yüzyılda, Leviathan ile tasvir ettiği bu korku politikası, o günden bugüne otoriter rejimlerin en belirgin özelliği olarak karşımıza çıkıyor. Askeri darbelerin, sıkıyönetimlerin, OHAL’lerin bahanesi, iktidarlar tarafından her zaman kurtuluş ya da demokrasi olarak dillendirildi; ölüm, savaş, kriz gibi senaryoların zemini bu şekilde meşrulaştırıldı. Siyasal iktidarların uyguladığı baskı ve zulüm politikaları, topluma dayatılan korku üzerine inşa edildi.

Yaşadığımız coğrafyada, son bir yıldan bu yana onlarca bombalı saldırı yaşandı; bu saldırılarda yüzlerce kişi yaşamını yitirdi, binlercesi yaralandı. Hemen her saldırıdan sonra ana haber bültenlerinde aynı haberler yayınlandı: “Bomba korkusuyla sokaklar boşaldı”, “İstanbul’un trafik yoğunluğu, bomba korkusuyla en düşük seviyede”, “Halk canlı bomba korkusuyla eve kapandı”…

Peki, bir türlü bitmek bilmeyen bu saldırıların ardından yaşanan ve toplumsal her alanda giderek örgütlenen sadece korku mu oldu yoksa korku, kendisinin var olmasını tetikleyen hiçbir etmen olmadan da, artık gündelik yaşamlarımıza tezahür etmeye ve sürekli hale gelerek bir paranoyaya dönüşmeye mi başladı?

İktidar Aracı Olarak Korku ve Korku Politikası

Birey sosyal bir varlık olarak toplum içerisinde var olduğu andan itibaren, korku hissini çeşitli şekillerde deneyimler. Bu deneyimin en yoğunlaşmış hali ise, bireyin yaşantısını şekillendirip tahakküm altına almaya çalışan iktidarlar için kaçınılmaz bir araç olarak kullanılan korkuyla ortaya çıkar.

Siyasal iktidarlar, “ne pahasına olursa olsun toplumsal birliği sağlamak” amacıyla korkuyu sıkça kullanır. Böylelikle, en büyük meşruiyet kaynağı ve aynı zamanda aracı olan korkuları üretir; kendi egemenliği için korkuyu toplumsal alanların tümünde sürekli kılar.

İktidarın çeşitli araçları kullanarak ürettiği “toplumsal korku” ne kadar güçlü olursa, siyasal iktidara ve devlete bağlılık da o kadar güçlü; korku unsuru ilan edilen “öteki ve düşman” unsurlara karşı tepki ve cezalandırma yöntemleri de o denli şiddetli olur. Siyasal iktidarlar, bireylerin iradelerini iktidara teslim ederek korkuları yok edebilecekleri gerçeğini dayatır. Bu yok etmenin ise “öteki”den korkmamak için ötekiyi korkutarak korkudan izole olmakla ve korku kaynağı olan “öteki”yi yok etmekle; kurulu düzene boyun eğmekle; hakim beklentilere uygun davranıp, bu beklentileri yaşama yansıtmakla mümkün olduğunu iddia eder.

İktidarlar, yürüttükleri korku politikalarıyla, bireylerin kendilerini yaklaşmakta olan bir felaketin “potansiyel kurbanı” olarak görmelerini sağlayacak bir politik atmosfer yaratmayı hedefler. Bunu, akla değil, insan varoluşunun en zayıf noktalarından birine, korku hissine hitap ederek yaparlar. Kendi egemenliğini sürekli kılabilmek için, topluma yönelik korku politikasını da sürekli kılan iktidarlar, korkuyu üretip yaygınlaştırdıkça, egemenliğini daha da artırır.

İktidarın bireye ve topluma yönelik ürettiği korku, güçlü olan ve mağdur olan ilişkisini de beraberinde getirir. Bu ilişki, iktidar karşısındaki bireyi giderek daha sinik, daha mağdur ve korkularına daha mahkum birine dönüştürür. Birey, sürekli olarak hissettiği korkunun yarattığı paranoya ile kendi dışında bir iktidar tarafından yönetilmeye tamamen açık bir hale gelir, itaatkarlaşır.

Korkunun Örgütlenmesi Toplumsal Paranoya

Korkunun bir dehşet duygusuna dönüşmesi sonucu açığa çıkan panikle başlayan paranoya bireyin yalnızca kendisini ilgilendirirken; topluma yansımasıyla açığa çıkan “toplumsal paranoya” ise toplumun bütününü etkiler.

Nereden, kimden geleceği ya da nasıl olacağı belli olmayan saldırı ihtimali, güvensizlik, gündelik yaşamın rutininin bozulması, giderek toplumda etkisizleşen birey olma hali, statüsünü, işini, konforunu kaybetme korkusu panikletir. İktidarsa bu panik hallerinden faydalanarak kendi çıkarları doğrultusunda toplumu etkileyecek senaryolar üretir. Birey, bu senaryoların kıskacında kontrolünü giderek yitirir.

Yaşadığımız coğrafyada katliamlarla ve bombalı saldırılarla bu panik hali bugün giderek toplumsallaşmakta; toplumsal paranoya gündelik yaşamın rutinine hakim olmaktadır.Bu toplumsal paranoyanın, yaşamlarımızın nasıl bir parçası haline geldiğini anlamak için, birkaç örneğe göz atalım.

Temmuz 2015’te, İstanbul’da bir belediye otobüsünde yolculuk yapan ve sıcaktan terleyen Pakistanlılar canlı bomba zannedilmiş, polis tarafından gözaltına alınmıştı. Aynı yıl, 10 Ekim Ankara Katliamından iki gün sonra, Ankara metrosunda bir kadın “arkadaş canlı bomba” diye bağırarak bir yolcuyu işaret etmiş; yolcu kendisinin canlı bomba olmadığını ispat etmek için ceketinin önünü açsa da, metro içerisindeki arbede engellenememişti.

Geçtiğimiz 10 Aralık’ta Beşiktaş’ta yaşanan patlamadan hemen sonra, Trabzon’da belediye otobüsünde yolculuk yapan tansiyon hastası kadın, kullandığı holter cihazının kabloları sebebiyle canlı bomba zannedildi. Bursa’daysa röntgen çekilen M.O’nun kemer tokasındaki el bombası ve tabanca deseni röntgene yansıyınca, hastaneye polis çağrıldı; canlı bomba sanılan M.O gözaltına alındı.

Ankara’da Rus Büyükelçisi Andrey Karlov’a düzenlenen suikastın ardından, suikastı kimin-nasıl gerçekleştirdiği soruları henüz yanıt bulamamışken; Rusya’nın Türkiye’ye uygulayabileceği yaptırımların senaryosu ve olası bir ekonomik krizin ya da savaşın etkilerinin nasıl olacağının düşünülmesi bile, yalnızca ihtimalleri düşünen toplumda açığa çıkan korkunun ve paniğin bir örneği oldu.

Bu zaman dilimi içerisinde, siyasi ve ekonomik açıdan konuşulmaya başlanan komplo teorileri, bombaların gölgesinde büyüyen toplumsal paranoya halini daha da arttırdı. “Dolar yükseliyor”, “zamlar geliyor”, “ekonomik kriz kapıda” haberleri medyada sıkça dillendirilmeye başladıkça; toplumsal paranoyanın bu kez de ekonomik yansımalarını hissetmeye başladık.

Toplumsal Paranoyadan Beslenen İktidar

Spinoza, “İktidarın kitlelerin kederine ihtiyacı vardır” der. Yaşadığımız coğrafyada korku, özellikle içinde bulunduğumuz bu zaman diliminde, tıpkı kitlelerin kederi gibi, politikayla çok yakından ilişkili karşımıza çıkıyor. Savaş, bomba, ekonomik kriz, yoksulluk gündelik yaşama tutunmaya çalışan bizler için hayat, kalabalıklardan uzak güvende olduğu sanılan yerler aramakla geçiyor. Dolayısıyla, sosyal ve ekonomik krizlerin karşısında, yaşamımızı koruyabilmenin peşine düşüp, ne hapsedildiğimiz bu kriz hallerini ne de sıkıştırıldığımız “gerçeklik”leri sorgulayabiliyoruz. Büyük paranoyanın içinde; işe, okula ya da eve giderken bir bombanın hedefinde olmamanın kaygısına düşüp; toplumsal paranoyanın asıl kaynaklarından çok uzakta bir yerde, anlık korkuların esiri oluyoruz.

Sosyal alanlardaki “güven” unsuru kaybedildikçe; bunun yerini çatışma, gerginlik, düşmanlık kültürü ve toplumsallaşan paranoyalar alır. Bu durumda ise sürekli bir şeylerin tehdidi altında hissetmek ve gündelik yaşamın rutin döngülerini bile birer tehlike kaynağı olarak görmek söz konusu olur. Paranoyaya hapsolmuş bir toplumda, standart ve ortalama zihinsel kalıpların ötesinde; temeli korku, şüphecilik ve güvensizlik olan bir düşünce ve pratik sistemi işlemeye başlar.

Yaşamlarımızın savaş, bomba-ölüm ya da kriz kıskacında sıkışıp kalmasının; fiziksel ve psikolojik bütünlüğümüzün günden güne yıpranmasının ya da yok olmasının ve içinde bulunduğumuz sosyal-ekonomik koşulların bizi giderek tüketmesinin ana etmenlerinden biri de işte budur; toplumsal tüm alanlarda giderek örgütlenen bu paranoyak hal.

 

Merve Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Hepimizin Panik (O)HALi” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/05/hepimizin-panik-ohali-merve-arkun/feed/ 0
Göçmen İşçiler Değil Patronlar Korksun https://meydan1.org/2012/12/23/gocmen-isciler-degil-patronlar-korksun/ https://meydan1.org/2012/12/23/gocmen-isciler-degil-patronlar-korksun/#respond Sat, 22 Dec 2012 22:13:22 +0000 https://test.meydan.org/2012/12/23/gocmen-isciler-degil-patronlar-korksun/ Yaşadıkları yeri, ailelerini, kültürlerini, geçmişlerini bırakıp daha iyi bir yaşam hayalinin peşinden yollara düşüyor göçmen işçiler. Bilmedikleri, tanımadıkları insanlar arasında, kimi zaman hiç bilmedikleri bir dilin konuşulduğu bir yerde çalışmaya mecbur kalmış bu insanlar, kaçak yollarla giriş yaptıkları ülkelerde girdikleri bütün işlerde patronlar tarafından yok sayılıyor, kölece koşullarda çalıştırılmaya zorlanıyor, tehdit ediliyor.   Gürcistan’dan Türkiye’ye […]

The post Göçmen İşçiler Değil Patronlar Korksun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Yaşadıkları yeri, ailelerini, kültürlerini, geçmişlerini bırakıp daha iyi bir yaşam hayalinin peşinden yollara düşüyor göçmen işçiler. Bilmedikleri, tanımadıkları insanlar arasında, kimi zaman hiç bilmedikleri bir dilin konuşulduğu bir yerde çalışmaya mecbur kalmış bu insanlar, kaçak yollarla giriş yaptıkları ülkelerde girdikleri bütün işlerde patronlar tarafından yok sayılıyor, kölece koşullarda çalıştırılmaya zorlanıyor, tehdit ediliyor.

 

Gürcistan’dan Türkiye’ye çalışmak için gelmiş, Zeynep B. de bu göçmen işçilerden biri. Zeynep B. 41 yaşında ve bir otelde temizlik işçisi olarak çalışıyor. Meydan Gazetesi olarak Zeynep B. ile göçmen işçilerin çalışma koşullarına, onları göç etmeye zorlayan sosyal, ekonomik koşullara ve yaşadıkları yerden çok uzakta yaşadıkları bu sorunlara nasıl karşı durduklarına ilişkin bir röportaj gerçekleştirdik.

Merve Arkun: Merhaba. Öncelikle Türkiye’de çalışmaya hangi koşullarda karar verdiğinizden kısaca bahseder misiniz? Ne zaman göç ettiniz? Göç etmeden önce hangi meslekle uğraşıyordunuz?

Zeynep B: Merhaba. Ben 2004 yılında Gürcistan’dan göç ederek geldim Türkiye’ye. Gürcistan’da ekonomik koşullar çok kötüydü. Saakaşvili iktidara geldikten sonra, yaşam çok zorlaştı. Ben göç etmeden önce, Gürcistan’da çocuk doktorluğu yapıyordum ve ayda yaklaşık 300 lira kazanıyordum. Kazandığım parayla yaşayabilmem çok zordu, o yüzden göç etmek zorunda kaldım. Vize problemi olmadığı için de en kolay göç edebileceğim yer Türkiye olduğundan, buraya geldim.

M.A: Türkiye’ye göç ettiğinizden bu yana, hangi işlerde çalıştınız? Çalıştığınız işlerde nasıl problemlerle karşılaştınız?

Z.B: Hem Gürcistan da hem de Türkiye’de çalışan bir ajans şirketi vardı. Ben Türkiye’ye göç ettiğimde o şirkete gittim ve onlardan bana iş bulmalarını istedim. Şirketin benim için ilk bulduğu iş, temizlik ve bakıcılık işi oldu. Bir avukatın evine hem temizliğe gidiyor hem de onun çocuklarına bakıyordum. Bu işten 300 dolar kazanıyordum ama ilk ay şirket maaşımın yarısını komisyon olarak aldı. Bu tarz şirketler, komisyonla çalışıyor. Bulduğu işin karşılığında çalışanın aldığı ilk maaşın bir kısmını komisyon olarak kesiyor. Bu işte üç ay çalıştım ama üç ay boyunca hiç izin kullanamadım. Sonra ev sahipleri komşularının işe aldığı Ukraynalı bir çalışanı görünce, benden de, onun gibi, iş için her gün aynı kıyafeti giymemi, makyaj yapmamı istediler. Ben de rahatsız olup şirketi aradım; bana oradan ayrılabileceğimi, istersem başka bir iş bulabileceklerini söylediler. Sonra başka bir işe girdim, yine ev işiydi. Oradan da 400 lira kazanacaktım ama şirket yine komisyon aldı ilk maaşımdan. Ardından farklı yerlerde de, ama genelde ev işlerinde, çalıştım. Bir süre sonra, yaklaşık üç ay boyunca işsiz kaldım. Son çalıştığım işlerden birisiyse, çalıştığım en kötü işti. Silivri’de, bir ilaç fabrikası patronunun evinde çalıştım. Ama çalıştığım yerde ne sıcak su kullanabiliyordum ne de doğru düzgün yemek yiyebiliyordum. Bana orada her gün aynı yemeği verdiler: Pilav ve zeytin. Bu işe sadece bir ay dayanabildim. Bir ayın sonunda ayrılacağımı söyledim. Bana verecekleri maaşı da reddettim ve o parayı benden sonra işe alacakları kişi için yemek, doğal gaz ve su parası olarak ayırmalarını söyleyerek işi bıraktım. Göç etiğimden bu yana çoğunlukla ev işlerinde çalıştım ve bu göçmen olduğumdan benim için daha da zordu. Patronlar çok kötüydü. Yabancı olduğum için bana hiçbir şey bilmiyormuşum gibi davranıyorlardı. Mesela çalıştığım bir yerde evin sahibi bana televizyon kumandasını gösterip, onun ne olduğunu bilip bilmediğimi sormuştu. Temizlik yapıyoruz ya, hiçbir şeyden anlamıyormuşuz gibi sanki…

M.A: Siz de biliyorsunuz ki bahsettiğiniz problemler, sadece sizin yaşadığınız problemler değil. Sizin gibi Türkiye’ye göç etmiş ve benzer işlerde çalışan birçok göçmen işçi bu tarz problemlerle karşılaşıyor. Sizin çevrenizde, sizinle aynı durumda olan arkadaşlarınız ya da akrabalarınız da var mı?

Z.B: Var tabii. Kızım, ablam, kardeşim ve kocam da burada. Hepimiz buraya göç ettik, çalışabilmek için. Zaten artık Gürcistan’da sadece yaşlılar ve çocuklar kaldı. Yaşayabilmek için herkes göç etmek zorunda. Hatta bazen 15-16 yaşında çocuklar bile okul parası, kitap parası için göç ediyorlar.

M.A: Peki onlar ne iş yapıyorlar? Kızınız, kocanız, ablanız, kardeşiniz? Onlar nasıl problemlerle karşılaşıyorlar çalıştıkları işlerde?

Z.B: Ablam ve kızım da benimle aynı işi yapıyor. Onlar da oteller de çalışıyorlar. Erkek kardeşim yakın zamana kadar bir kot pantolon fabrikasında çalışıyordu. Onların çalışma koşulları çok kötüydü. Bir bodrum katında çalışıyorlardı. Patron yemek vermiyordu, çay vermiyordu. O koşullarda bir ay çalışabildi. Ablamın damadı da aynı yerde çalışıyordu ve o da kardeşimle birlikte işi bırakmaya karar verdi. Onlarla birlikte, iki-üç Gürcü çalışan daha işi bıraktı. Böyle olunca, patron onların paralarını vermedi; onlar da bir hafta boyunca fabrikayı terk etmediler, paralarını almak için. Sonra patron onları polise ihbar etmekle tehdit etmiş, kaçak olduklarını ihbar edip sınır dışı ettireceğini söylemiş. Bizimkiler de korkup bana geldiler, ne yapabileceklerini sormak için. Ben de patronlarını aradım dedim ki; senden önce ben polisi arayacağım ve senin kaçak işçi çalıştırdığını ihbar edeceğim, ceza alacaksın. Ben böyle deyince patron korktu, geri adım attı ve parayı vereceğini söyledi. Sonra hep birlikte fabrikaya gittik, kardeşimin ve diğerlerinin parasını aldık.

M.A: Bu çok iyi bir duruş. Patronun sizi tehdidine karşı, ona bu şekilde karşı çıkmanız ve sonunda sizin kazanmış olmanız çok güzel. Zaten göçmen işçiler böyle sorunlarla çok sık karşılaşıyorlar, değil mi? Göçmen işçilerin arasında, sizin de az önce bahsettiğiniz gibi, deneyim paylaşımının ve yardımlaşmanın önemli olduğunu düşünüyor musunuz?

Z.B: Tabi ki çok önemli. Böyle durumlarla karşılaşınca korkuyor insan en başta. Çünkü göçmensin, kaçaksın ve sınır dışı edilebilirsin. Genelde en çok yaşadığımız sıkıntı paramızı alamamak oluyor. Bizim, yani göçmen işçilerin, bir sıkıntı yaşadıklarında buna karşı birlikte hareket etmeleri çok önemli. Biz böyle yapıyoruz. Ben, etrafımdaki herhangi bir göçmen, işiyle ilgili bir sıkıntı yaşadığında, ona destek oluyorum. Çünkü yeni göç etmiş olanlar hiçbir şey bilmiyor; dil bilmiyor, ne yapabileceğini bilmiyor. Bir şey bilmediğini görünce de patronlar iyice eziyor göçmen işçileri. Parasını vermiyor, pasaportunu alıyor, ihbar etmekle tehdit ediyor. Ama böyle olduğunda korkmamak gerek. Biz sınır dışı ediliriz en fazla, bir yıl sonra yeniden geri dönebiliriz. Bir bilet parası 250 dolar, onu da hep birlikte para toplayıp alıyoruz zaten böyle olunca. Ama bu durumda asıl korkması gerekenler patronlar çünkü eğer onların kaçak işçi çalıştırdıkları tespit edilirse binlerce lira ceza ödemek zorunda kalırlar.

M.A: Son olarak, eklemek istediğiniz bir şey var mı? Göçmen işçiler için söyleyeceğiniz, mutlaka dikkat edilmesi gereken herhangi bir şey?

Z.B: Kesinlikle pasaportlarını patronlarına vermesinler ve kesinlikle korkmasınlar. Çünkü nasıl onlar kaçak çalışıyorsa, patron da kaçak çalıştırıyor.

M.A: Çok teşekkür ederiz. Umuyoruz ki bir göçmen işçi olarak paylaştığınız bu deneyimler, başka birçok göçmen işçi için de ilham verici olur.

The post Göçmen İşçiler Değil Patronlar Korksun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/12/23/gocmen-isciler-degil-patronlar-korksun/feed/ 0