güzellik – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 25 Dec 2019 14:32:29 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 ” HİLE ” – Uğur Akbaş https://meydan1.org/2015/06/12/hile-ugur-akbas/ https://meydan1.org/2015/06/12/hile-ugur-akbas/#respond Fri, 12 Jun 2015 09:21:29 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/12/hile-ugur-akbas/ Oynamayı çok sevdiğimiz bir bilgisayar oyununda, geride kalmamak için aşamaları bir çırpıda atlayıp daha ileri düzeye geçmek istemiş; bunun için de o oyunun hilelerine başvurmuşuzdur. Hile, elbette bir bilgisayarı kandırmak içinse sıkıntı olmayabilir; ama bütün bir yaşamda farklı farklı biçimde karşımıza çıkan, bazen farkında olmadan bizi aldatan hile durumları için aynı masumlukta konuşmak biraz zor. […]

The post ” HİLE ” – Uğur Akbaş appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
hile-nasil-yapilir

Oynamayı çok sevdiğimiz bir bilgisayar oyununda, geride kalmamak için aşamaları bir çırpıda atlayıp daha ileri düzeye geçmek istemiş; bunun için de o oyunun hilelerine başvurmuşuzdur.

Hile, elbette bir bilgisayarı kandırmak içinse sıkıntı olmayabilir; ama bütün bir yaşamda farklı farklı biçimde karşımıza çıkan, bazen farkında olmadan bizi aldatan hile durumları için aynı masumlukta konuşmak biraz zor.

En basitinden, peynir almak için gittiğimiz bakkalın, domates almak için gittiğimiz manavın terazisinin ibresinin ne kadar doğru gösterdiğinden asla emin olamayız. Hele de pul bibere kiremit tozu konulduğunu az çok biliyorsak. Kokusuz-tatsız meyveler, şişirilmiş piliçler, su karıştırılan sütler… Pazarda, evde, markette kısacası her yerde yaşamımıza dahil olan ürünlerin çoğu, biz bilmesek de hilelidir. Bazen de hileyi açık açık gösterir mağaza ya da market sahipleri. Etiketlerde bir ürünün fiyatını, sonu 90 kuruş, 95 kuruş ya da 99 kuruşla bitecek şekilde hazırladıklarından, alıcılar üzerinde o ürünün fiyatının diğerlerine göre ucuz olduğu yanılsaması yaratılır bir güzelce.

En basit ve en yalın halde, bu gibi örneklerle hayatımıza girer hileler. Uygulandığı alanlara bağlı olarak, farklı kelimelerle  birlikte ya da eş anlamlı olarak kullanılır. Aldatma, kandırma ve dolandırma gibi…

Günlük yaşamda sıkça kullanılan hile kelimesi sözlüklerde; “Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, ayak oyunu, alavere dalavere, entrika” ve “çıkar sağlamak için bir şeye değersiz bir şey katma” olarak tanımlanıyor.

Hile ve hilekarlık geçmişte ender görülen davranışlar iken günümüzde çok sık karşılaştığımız bir durum. Hatta içinde yaşadığımız sistemin sürdürülebilmesini sağlayan yegane yapı taşına dönüştü.  Eskiden utanılacak, yüz kızartıcı  bir şey olan hile, günümüzde ise yapılmadığında şaşırılan bir olguya dönüşmekte. Makyaj bile bir hile sayılır. Siyah noktaları, kırışıklıkları, lekeleri kapatarak daha genç görünme isteği, makyaj malzemelerinin de desteğiyle belki de en sık kullanılan hile yöntemine dönüşüvermiş.

Sadece yoğun bir şekilde kapitalist tüketim kültürünün “güzellik” propagandasına maruz kalanlar değil; şirketler de makyaja gereksinim duyarlar. Bazen amaçları kendi varlıklarını daha değerli göstermek olabildiği gibi; bazen de, özellikle de vergi aylarında, zarar edermiş gibi göstermeye çabalarlar. Bunu da rakamlarda hile yoluyla elde ederler.

İzlediğimiz futbol oyunlarından ticaret yaşamına varıncaya dek her an bir hile örneğine rastlayabiliriz. O kadar yaygınlaşmıştır ki hile, internetten sipariş ettiğimiz bir şey elimize tastamam ulaşınca şaşırırız. Manavın selemize çürük elmaları değil de tazelerini koyması mutluluk verici bir hal alır. Sütçünün sütünün susuz olması ise adeta bir sürprizdir. Dürüstlük ise bir utanç kaynağına dönüşmüştür artık. Yoksul, hile kullanmayan dürüstlerin arkasından küçümseyici ve acıyan bir tonla “o da dürüst işte” denilir. Artık hile, çağımızın davranış biçimi haline gelmiştir. Hile yapanlar diskalifiye edilmek bir yana baş tacı edilirler. Kazanmanın da kaybetmenin de yolu hileden geçer. Yaparsanız kazanır, yapmazsanız kaybedersiniz.

Hileye her yerde ve her konuda başvurulması tesadüf değildir. Kapitalizm kendi varlığını da aldatma üzerinden kurduğu için, hile, kapitalizmin her açıdan sömürmek, metalarını tükettirmek, kendisini zenginleştirmek ve insanları yoksullaştırmak için kullandığı, en eski ve yaygın yöntemlerden biridir. Dolayısıyla, kapitalizm de kendisini var eden sömürüyü gizlemek için hile yapar.

İnsanların birbirlerine güveninin kalmadığı günümüz toplumlarında, hilenin, aldatmanın, kandırmanın bu denli yaygın olmasından daha normal bir şey de olamaz sanırız.

 

Uğur Akbaş

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post ” HİLE ” – Uğur Akbaş appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/12/hile-ugur-akbas/feed/ 0
“Tüysüz ve Kılsız Güzellik” – Zeynep Kocaman https://meydan1.org/2014/06/23/tuysuz-ve-kilsiz-guzellik-zeynep-kocaman/ https://meydan1.org/2014/06/23/tuysuz-ve-kilsiz-guzellik-zeynep-kocaman/#respond Mon, 23 Jun 2014 17:49:03 +0000 https://test.meydan.org/2014/06/23/tuysuz-ve-kilsiz-guzellik-zeynep-kocaman/ Yazın gelişiyle biz kadınlar vücudumuzdaki tüy ve kıllarla zorlu bir savaşa gireriz. Kışın marifeti uzun çorap, kazak, kıllarımızı örterken yaz gelince pürüzsüz bir tene kavuşmak için her yola başvururuz. Tüy ve kıllarımızdan kurtulmanın güzelliğin reçetesi olduğunu söyleyenlerse bu yollarla milyon dolarlar kazanırken, güzelleşmek uğruna acı çekip üstüne dolandırılan yine biz oluruz. Herkes kıllı doğar Kıl, […]

The post “Tüysüz ve Kılsız Güzellik” – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Yazın gelişiyle biz kadınlar vücudumuzdaki tüy ve kıllarla zorlu bir savaşa gireriz. Kışın marifeti uzun çorap, kazak, kıllarımızı örterken yaz gelince pürüzsüz bir tene kavuşmak için her yola başvururuz. Tüy ve kıllarımızdan kurtulmanın güzelliğin reçetesi olduğunu söyleyenlerse bu yollarla milyon dolarlar kazanırken, güzelleşmek uğruna acı çekip üstüne dolandırılan yine biz oluruz.

Herkes kıllı doğar

Kıl, insan vücudunda daha rahimdeyken görülmeye başlar. Cenin 22 haftalık olmadan, çoktan 5 milyon kıl kökü vücutta oluşmuştur bile. Vücudumuzdaki kılların her birinin birer fonksiyonu vardır. Bu kılların, tüylerin, pulların ve benzeri deri üzerindeki yapıların çoğu, vücudun su ve ısı dengesini sağlar. Kıl köklerinde bulunan küçük kaslar, soğukta kasılıp tüylerimizi dik hale getirerek enerji ve ısı oluşturur. Sıcakta ise terleyerek vücudumuzun serinlemesine yardımcı olurlar. Kulak, kirpik, kaş gibi kıl yapıları ise etraflarında bulunan hassas organlarımızı (kaş ve kirpik kılları gözü korur) dış ortamdaki zararlı maddelere karşı korur. Vücudumuzdaki tüy ve kılları yok etmek doğrudan vücudumuza bir zarar vermiyor; ancak yok etme yöntemlerinin kendisinden kaynaklanan ciddi zararları saymazsak.

Vücuttaki yoğun kıllanma ise birçok nedene bağlı oluşur. Genetik yapının ve ilaç kullanımının yanı sıra hormonal düzensizlikler yoğun kıllanma nedenleridir. Kıllanmanın artık katlanılamaz bir hale geldiği noktadaysa kurtulmak adına her şeyi ama her şeyi göze alabiliyoruz.

Fazla traş cildi bozar

Bir yanda yüzündeki kıllardan dahi jilet kullanarak kurtulmayı denemiş, bu yüzden her gün bir erkek gibi tıraş olup epilasyon merkezlerini tedavi(!) zannederek gitmek zorunda kalanlar, diğer yanda sadece güzelleşmek uğruna tüy ve kıllarından kurtulmak isteyenler…

Ağda sarkıtır, jilet bir yerden üç fırlatır, tüy dökücü tahriş eder, iğneli iz bırakır, lazer kıl rengine bağlı azaltır, ninemin tavsiyesi tuz ve limon ise tarihe karışır… Ne yapsak, ne etsek aslında tüy ve kıllarımızı tamamen yok etmek mümkün değildir.

Peki, neden tüy ve kıllarımızdan bu kadar çok kurtulmak istiyoruz?

Aslında bu sorunun cevabı çok basit. Toplumun bizlere dayattığı güzellik anlayışı tüysüz, kılsız, pürüzsüz bir tenin güzel olduğudur. Bu yüzden biz kadınlar neredeyse güzelliği acı ile bağdaştırır bir hale geldik. Sadece yaşadığımız coğrafyada değil hemen her coğrafyada, sadece güzel olmak için türlü acılara katlanan milyonlarca kadın var. Tıpkı boyunlarına halka geçiren Padaung kadınları gibi.

Tereyağından kıl çekmek kolay, peki ya vücudumuzdan…

“Elinde cımbızı aynası” diyerek başlasa da Mahmure şarkısının sözleri, artık tüy ve kıllarımızdan kurtulmanın icatları da epey gelişti. Limonlu- şekerli, analı- kızlı yapılan kalabalık ağda günleri geçmişte kaldı. Artık epilasyon merkezlerine gidip taksit taksit borçlanıp, acılarımızı dörde katlayıp kökten çözümler arıyoruz. Kimimiz epilasyon merkezlerine uygulanan teknolojinin zararlarını bilerek, kimimiz ise bilmeden gidiyor. Bu konuda farklı birçok yöntem uygulanıyor. Hepsinin vücudumuza bir takım zararları bilinmesine rağmen yine de bu yöntemlere başvurmaktan kaçınmıyoruz.

Çünkü kılı kökten çözmek istiyoruz.

Kıl kökü bir bitki gibidir. Nasıl ki bir bitkinin uç, gövde ve kök kısmı bulunur, kıl yapısında da aynı şekildedir. Kökte bulunan soğancığın alt kısmı oyuktur ve kılı besleyen damarlar burada bir yumak gibidir. Kıl kökünün etrafını ise cilt tabakaları sarar. Tüm bu teknolojiler tüy ve kıllarımızı kısa sürede, kökünden yok etme iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Bunların aralarında en fazla tercih edileni ise lazer epilasyondur. Öncellikle belirtmeliyim ki uygulanan bu teknolojilerin ileride doğuracağı olumsuz sonuçlar hakkında şimdi konuşmak kimilerine inandırıcı gelmeyebilir, zaten asıl amacımız konuya dikkat çekmek.

Yeni model lazer, yeni model ütü

Lazer epilasyoncular, lazer ışığının cilt dokusuna zarar vermeden kıl kökündeki pigmentlere nüfuz ettiğini, kıl kökü tarafından emilen enerjinin ısıya dönüşerek kıl kökünü tekrar büyüyemeyecek şekilde tahribata uğrattığını iddia eder. Biliyoruz ki röntgen ışınları vücutta artık bırakmakta ve belirli bir zaman içerisinde farklı riskler oluşturmaktadır. Hastanelerdeki “girilmez” yazılı odalar da bu yüzdendir. “Lazer ışığının vücutta bıraktığı herhangi bir artık yoktur” iddiası ise epilasyoncular tarafından genelde kullandıkları makinenin modeliyle ilişkilendirilir. Makinenin dalga boyu, atım sayısı, soğutması vs. her yeni model bir eskisinin etkisiz olduğunu ispatlamak üzerine kuruludur. Yani epilasyon merkezlerinde genellikle uygulamadan önce yapılan açıklamalar sağlığınızla değil, kullanılan makine ile ilgilidir.

Nitekim uygulamayı da dermatologlar ya da plastik cerrahların yanı sıra kendine güzellik uzmanı diyen herkes yapabilmektedir. Lazer epilasyon sonrasında birçok kadının cildinde kızarıklıklar, kabarıklıklar, farklı derecelerde yanıklar, lekelenmeler ve sivilceler oluşmaktadır. Bu firma açısından gayet normal bir durumdur; ne de olsa makine yüzünden! “4-5 seansta biter” dedikleri uygulama, 8-9 seansa kadar sürdüğünde size sadece yüzde elli indirim yaparlar; devam edebilesiniz diye. Tüm bunlar dışında her seans başına dolara endeksli dünya kadar para ödersiniz. Belki her seansta her bir atışla hissettiğiniz acı da bunların yanında önemini kaybediverir.

Anlayacağınız güzellik timsahları daha çok para kazanmak için bize yalan söyler. Çünkü her yıl yeni bir teknoloji piyasaya sürüldüğünden ve talebe bağlı olarak piyasadaki rekabet giderek arttığından yeni model bir makine almak adına yalan söylemek onlar için oldukça kolaydır.

Peki, iğneden korkar mısınız?

Çocukken okula aşı yapmaya gelen sağlık görevlilerini, ellerindeki şırıngaları, oluşan kuyruktaki gergin ve korkulu bekleyişi kimse unutamaz. Hepimiz en azından bir kez iğneden korkmuşuzdur. Neredeyse yüz yıldır uygulanan iğneli epilasyon dedikleri şey ise bir iğnenin- şayet yüz bölgesindeki tüy ve kıllardan kurtulmaktan bahsediyorsak- bütün yüzümüze çok kez batıp, çıkması demektir. Üstelik aynı esnada vücudunuza verilen elektrik cabası. Ancak bu yöntem günümüzde kadınlar açısından hem fazla acılı olmasından, hem iz ve leke bırakma gibi olumsuz sonuçlar doğurduğundan pek tercih edilmiyor. Ancak yine de lazerli uygulamaya göre daha ucuz olduğu için bu yönteme başvuran kadınlar yok değil.

İğneli epilasyoncular lazerliye göre bu yöntemin vücudumuzdaki tüy ve kıllarımızdan ölene dek kurtulma garantisi yarattığını anlatırlar. Bu ne yazık ki(!) doğrudur; çünkü her kıl kökünün iğne yoluyla yakılarak delik deşik edilmesi sonucunda oluşan oyuk yaralarla, iltihaplanma olasılığı yüksek kıl kökünüzün zaten yeniden yeşerme gibi bir şansı kalamaz. Lazerdeki gibi son model makine kullanma ya da uzmanlar tarafından uygulama yapılması gibi şeylerde iğneli epilasyonda beklenmez. Önemli olan saatlerce süren uygulama sırasında iğneci ablanın gösterdiği sabırdır.

Kadınlık hali mi? dediniz…

Kimi erkek sakalı, bıyığı ile övünürken, tüysüze erkek bile denmezken, kadının ise tüyünden, kılından utandığı, sıkıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Vücudumuzdaki tüy ve kıllar bizi o kadar rahatsız ediyor ki her acıya katlanıyor, her yolu sorgulamadan deniyoruz. Bir kadınlık halidir dediğimiz, kendi kendimizi dertlendirdiğimiz, üstüne paralar harcadığımız tüm bu yöntemler bir tek şey için; güzel olmak.

Çünkü bu sistemin çirkinleri sevilmiyor, beğenilmiyor. Çünkü bu sistemin çirkinleri güzellik kalıplarına sığmıyor, sığamıyor. Sistemin güzelliği gün geldiğinde acı çektiriyor, gün geldiğinde öldürüyor. Oysa güzellik ne tüyümüzde, ne de kılımızda. Güzellik nasıl gördüğümüzde, nasıl baktığımızdadır. Görmek istediğimiz gerçekten baktığımız kişi midir, yoksa sistemin güzel dediğine benzetmek istediği kişi mi?

Bu yazının sonunda gerçekten kılı kırk yarmak lazım bu yüzden bundan sonra elinize cımbız almayın, epilasyon merkezlerine gitmeyin, tüy ve kıllarınızla yaşamayı bilin demeyeceğiz, çünkü sistemin biz kadınlara dayattığı güzellik sadece vicdanımızı çirkinleştiriyor.

Çünkü içinde yaşadığımız bu sistemin güzelliği; Afrikalı kadınların aç kalmamak için saçlarını satmaları ve başka kadınların güzel olmak için o saçları satın alıp peruk olarak kullanmasıdır.

The post “Tüysüz ve Kılsız Güzellik” – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/06/23/tuysuz-ve-kilsiz-guzellik-zeynep-kocaman/feed/ 0
“Yaza İncecik Girmek İçin ŞOK DiYETLER” – Alp Temiz https://meydan1.org/2014/05/27/yaza-incecik-girmek-icin-sok-diyetler-alp-temiz/ https://meydan1.org/2014/05/27/yaza-incecik-girmek-icin-sok-diyetler-alp-temiz/#respond Tue, 27 May 2014 17:41:27 +0000 https://test.meydan.org/2014/05/27/yaza-incecik-girmek-icin-sok-diyetler-alp-temiz/ Yavaş yavaş zayıflayamıyor, her şeyden bir anda elinizi eteğinizi çekip gözle görülür bir kilo mu vermek istiyorsunuz? 3 günde 5 kilo verebilirsiniz. Eğer böyle düşünenlerden biriyseniz ‘İsveç Diyeti’ni uygulayabilirsiniz, ancak… Yaza incecik girmek ya da fazla kilolardan kurtulmak için yeme alışkanlıklarında radikal değişiklikler yapmak şu günlerde pek çok sofrada tartışma konusu. Birbirinden ilginç fikirler, irade […]

The post “Yaza İncecik Girmek İçin ŞOK DiYETLER” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Yavaş yavaş zayıflayamıyor, her şeyden bir anda elinizi eteğinizi çekip gözle görülür bir kilo mu vermek istiyorsunuz? 3 günde 5 kilo verebilirsiniz. Eğer böyle düşünenlerden biriyseniz ‘İsveç Diyeti’ni uygulayabilirsiniz, ancak…

Yaza incecik girmek ya da fazla kilolardan kurtulmak için yeme alışkanlıklarında radikal değişiklikler yapmak şu günlerde pek çok sofrada tartışma konusu. Birbirinden ilginç fikirler, irade denemeleri, kararlılık yeminlerinin ardı arkası kesilmiyor. Şüphesiz bu durumun aktörleri, bahsedeceklerimden kat kat fazlasını biliyorlar. Ancak günübirlik yaşamda reflekslere indirgenmiş bu yaklaşım ve davranışları da yeniden gözden geçirmek şu zorlu günlerde yararlı olabilir.

Meydan Gazetesi- yaza İncecik girmek için şok diyetler Alp Temiz

Zayıflamanın Mucize Yöntemi: İsveç Diyeti

Evet, akla ilk gelen soru: Neden İsveç? Daha önce diyetlerle ilgilenenler şaşırmayacak; diyetin İsveçle hiçbir alakası yok. Olması da gerekmez zaten. Önemli olan ilgi çekici bir isme sahip olması ve akılda kalıcılığı. Gerçi İsveç pek çok kez İsviçre ile karıştırılıyor olsa da bu, diyetin ilgi çekiciliğini azaltmıyor.

Diyet 13 gün sürüyor. İnternette, diyet listesinin dolaştığı sayfalarda 13 gün diyeti ve Danimarka diyeti gibi farklı isimlerdeki diyet listeleriyle de görülebiliyor. Dahiyane diyetin mucidi edalarındaki internet sitesindeki yorumlarda görüldüğü kadarıyla 2. güne kadar sorular ve yorumlar yoğun seyrediyor, 6. günden sonrası ile ilgili de neredeyse hiçbir yorum yok. Zira listeye göz attıkça 7. günün akşam menüsü dikkat çekiyor: Yok!

Diyeti Türkçeye kazandıran şahıs da öyle radikal değişiklikler yapmış ki zaten akıllara zarar olan diyete deyim yerindeyse tuz biber ekmiş. Pek çok günün öğle ve akşam yemeği Lunch ve Dinner kelimeleri dolayısıyla karıştırılmış. Örneğin 4. günün İngilizce menüsünde “Lunch: 200 ml orange juice + 1 can of natural yoğurt” (Öğle yemeği: 200 ml -yani 1 su bardağı- portakal suyu + 1 kutu -yani ne kadar olduğu belirsiz miktarda- doğal yoğurt) önerilirken bakalım Türkçeye nasıl geçmiş: Akşam: 2 dilim portakalın suyu, 100 gram yoğurt. Yoğurdun miktarı hangi kutuya göre hesaplandı bilinmez. Ancak bir portakalın hangi 2 diliminden 1 bardak portakal suyu çıkacağını sorgulamaya bile gerek yok.

Kahvaltılar ise başlı başına fiyasko. Diyetin en mantıklı kahvaltısı 12. günün sabahında: 1 havuç. Tabi eğer o güne kadar gelebilirseniz. Diğer günlerde ise kahvaltılar genellikle 1 fincan kahve ve kesme şekerle geçiştiriliyor. Evet yanlış duymadınız, bildiğimiz rafine kesme şeker.

Zayıflatacağını İddia Eden Diyette Kesme Şekerinin İşi Ne?

Sağlıklı beslenmenin gerekliliğini söyleyen bu diyet sayfası hangi akla hizmet onca işlemden geçirilmiş bir maddeyi tüketmemiz gerektiğini söyleyebiliyor?

Diyette önerilen kesme şeker aslında şeker kamışı, şeker pancarı veya nişasta bazlı (mısır gibi) bitkilerden, fabrikasyon ortamda ileri teknoloji ve kimyasal katkılarla üretilen kristal şekerin kömür, hayvan kemiği külü, ya da sentetik reçinelerle ağartılmasının ardından kimyasal yapıştırıcılarla sıkıştırılmasıyla şekillendirilmiş küp hali.

Şekerin Ne Zararı Var?

Şeker bilindiği üzere karbonhidrat sınıfı yiyeceklerin basit yapılı bir türüdür. Doğal yollarla tüketeceğimiz besinlerin beyindekiler dahil tüm sinir hücrelerinin kullanacağı yapıya dönüştürülmesi ihtiyaç duyulan hızda ve vücudun kontrolünü sağladığı miktarda gerçekleşir. Rafine şekerin yendiği gibi, vücutta herhangi bir kontrol mekanizmasının düzenlemesine fırsat tanımadan kana karışması ilk olarak kan şekerini yükseltmektedir. Kanda yükselen şeker oranına yanıt olarak pankreastan insülin hormonu salgılanır. Bu hormon kanda dolaşan şekerin hücreler tarafından bir an önce kullanılması ya da depolanması mesajını taşır.

Rafine şeker içeren gıdalar glikozun kandaki ani artışına cevap olarak üretilen yoğun miktarda insüline karşı zamanla duyarsız hale gelir. Ve yapmaları gerekeni anlamak için daha fazla uyarıya yani insüline gereksinim duyarlar. İnsülin duyarlığının azalması durumu Tip 2 Diyabet olarak adlandırılır. “Bende şeker var” diyen pek çok kişinin bahsettiği de kısaca bu durumdur.

Rafine Şekerin Beyinde Yol Açtığı Zarar: Bağımlılık

Beyin hücreleri, nöronlar, sadece şekerle beslenirler. Öyle ki beyni ve omuriliği çevreleyen zarın içindeki Beyin Omurilik Sıvısı’na yalnızca şekerin giriş yapma ayrıcalığı vardır. Nöronlar insülinin mesajında belirtilen “kullan ya da depola” komutunda depolama işlevine sahip olmadığı için yalnızca kullanabilirler. Yine depoları da olmadığı için kendilerine sürekli olarak hazır şeker gönderilmelidir. Vücut bunu karaciğerin ve pankreasın büyük role sahip olduğu bir mekanizmayla kendiliğinden yapar. Keza kandaki şeker oranı düştüğünde beyin şekersiz kalıp komaya girecektir. Diyabet hastalarının yanlarında kesme şeker taşıması komanın önüne geçmek içindir.

Şekerden bahsettiğimizde vitaminden, mineralden, liften, enzimden arındırılmış sadece kaloriyle ifade edilebilecek yalnızca bir enerji sağlayıcı olduğunu düşünebiliriz. Ancak bu madde, metabolizma içerisinde tıpkı insülinde olduğu gibi birçok hormonun salgılanma düzeyini de etkiler. Mutlulukta açığa çıkan serotonin hormonunun kanda artış gösteren şekerle birlikte yükselmesi buna bir örnektir. Ancak öte yandan salgılanan insülin hormonu bu yüksek orandaki şekerin kısa zamanda düşmesine yol açtığından beyinde yapay mutluluk duygusunun sonlanmasıyla görülen çökkünlük hali ortaya çıkar. Bu şekilde yaşanan şeker çöküntüsü bir an önce daha fazla şeker alma ihtiyacını ortaya koyan bir döngü oluşturur. Bu dalgalanma başta depresyon olmak üzere pek çok psikiyatrik bozukluğa neden olmaktadır.

Genellikle bir bozukluk olarak değerlendirilmese de, güzellik gibi kavramların herkesçe aynılaştırılması bir mutabakattan değil sistematik bir dayatmadan kaynaklanmaktadır.

Kapitalizmin Güzelliği

Kapitalizmin “güzellik” ifadesiyle dayattığı aslen belirgin tek bir biçime indirgenmiş görsellikten ibarettir. Bu indirgemedeki teklik yalnız bir imgeyi nitelemez. Bazen beden ölçülerindeki kriterlere ulaşmayla, bazen bedenin bir parçasını belirli bir biçime sokmayla bazen de beden üzerini örten boya ve kumaşlarla bu güzellik sağlanır. Çoğunlukla güzel olmak için bir form değişikliği esastır. Öyle ki olduğu haliyle güzel diye nitelenen hiçbir bünye de yoktur. Yine de güzel olduğu kabul edilen belirli kısımlara sahip insanlar vardır. Bu insanların adlarını organların sıfatı olarak görürüz bazen. Biri dudağıyla, Öbürü kalçasıyla, Diğeri göğüsleriyle güzelleşirken; güzellik Birine, Öbürüne ve Diğerine olan benzerliklere indirgenir.

Biri, Öbürü ve Diğeri gibi olanlar aslen güzel ilan edildikleri için reklam filmlerinde oynasalar da tanıttıkları ürün sayesinde güzel olmuşlar gibi düşünmemiz beklenir. Ve biz de tanıtılan ürünü bir numune “yani reklamda oynayan ünlü’nün” inandırıcılığına bağlı olarak onun kadar güzel olmak için satın almaya ikna ediliriz.

Kapitalizmin propaganda araçlarınca dönemsel olarak belirli şekillere bürünmemiz sağlanır. Modayı çoğunlukla giysilerimizle yakalamaya çalışırken, bazen bedenlerimizi bile değiştirmemiz beklenir.

Sıfır Beden

Sıfır beden, Amerikan katalog sistemindeki giysileri sınıflandırmada bir beden ölçü aralığı. Bu aralık kadınlarda (76-56-81 cm) den (84-64-89 cm)’e kadarki beden ölçülerini niteliyor. Bu ölçülerden 1 ila 5 santim daha küçük ebatlardaki grup içinse 00 -yani çift sıfır- beden kullanılıyor. Bir diğer numaralandırma sistemine göre sıfır beden 32 numaraya tekabül etmektedir. Bu beden ise genellikle ergen kız çocuklarına yönelik bir üretimde belirginleşir. Elbette bu bedenler için üretim yapılmasında bir yanlışlık yok. Ancak terslik insanın kendi bedenine uygun bedende giysi seçmek yerine belirli bir ölçekteki giysinin içine girebilmek için bedenini dönüştürmeyi denemesiyle ortaya çıkıyor.

Pek çok genç kadının bedeninde bir takım fazlalıklar olduğunu düşünmesinin baskın kültürün bir dayatması olduğu ortada. Kapitalizmin küresel doğrularıyla bu denli iç içe yaşarken bile, “aslında bazı toplumlardaki –güzel- ifadesinin görece daha kilolu kadınları nitelediğini” bilmeyen yok gibi. Yine de içinde bulunduğu toplumun benimsediği değerlere göre kabul ya da ilgi görmek, karşı konulması çok da kolay olmayan bir hissiyat olsa gerek.

Yine de östrojen hormonunun salgısını imkansız kılacak eşik değerlerin altında yağ oranına sahip bir bedende olmaya çalışmak sadece fizyolojik bir sorun olarak algılanmamalı. Aslında bunun pek çok yerde yazıldığı gibi psikiyatrik hastalık olarak nitelenen kategorileri de mevcut. Ancak Anoreksiya Nervoza, Bulimia Nervoza gibi teşhislerle kutu kutu antidepresan reçete eden hekimler bu sorunun toplumsal çıkış noktalarına da çare olabilirler mi?

Elbette bu sonunun çıldırmış bazı bireylerden kaynaklandığını düşünmek eyleme geçmek için daha kolay olacaktır. Bireye yönelik tedavi planlarıyla gözle görülür değişiklikler izlenebilir. Ancak bu yeni vakaların oluşmasını engellemeyecektir. Zira çözüm de sorunun kaynağı gibi toplumsal olmalıdır. Güzelliğin ve sağlığın sosyal belirleyicilerini sorgulamak; moda, güzellik, tüketim, beslenme ve sağlık dahil pek çok konuda alışılagelmiş uygulamaların ne kadar doğru, ne kadar anlamlı olduğunu yeniden düşünebilmek için kaçınılmazdır.

İsveç diyetini bizlere sunan internet sitesi isvecdiyeti.gen.tr nin mühim uyarısını da unutmadan belirtelim:

“İsveç diyeti, sitede yer alan grafiklerin tüm hakları saklıdır. Kopyalayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır. Sitede yer alan bilgiler sadece bilgilendirme amaçlı olup, kullanımına, uygulanmasına, satın alınmasına, delil gösterilmesine veya tavsiye edilmesine aracılık etmez. Sitemizdeki bilgiler, hiçbir zaman kesin bilgi kaynağı olmayıp, kullanıcılar tarafından eklenmiştir veya yorumlanmıştır. Buradaki bilgiler sitemizin asıl görüşlerini içermeyebileceği gibi hiçbir taahhüt ve tavsiye yerine de geçmez.”

Alp Temiz

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 18. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Yaza İncecik Girmek İçin ŞOK DiYETLER” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/05/27/yaza-incecik-girmek-icin-sok-diyetler-alp-temiz/feed/ 0
“Bukalemunlaşmak” – Merve Arkun https://meydan1.org/2013/09/05/bukalemunlasmak-merve-arkun/ https://meydan1.org/2013/09/05/bukalemunlasmak-merve-arkun/#respond Thu, 05 Sep 2013 13:37:48 +0000 https://test.meydan.org/2013/09/05/bukalemunlasmak-merve-arkun/   Sürüngenler sınıfından omurgalı bir canlı olan bukalemun, renk değiştirme özelliğiyle bilinir. Belli etmek istedikleri duygulara göre renk değiştirebilen bu hayvanlar, bu özellikleri sayesinde bulunduğu ortamın rengini kolayca alarak bir taraftan av olmaktan sıyrılıp diğer taraftan da tehlikeli birer avcıya dönüşebilir. Bukalemunun renk değiştirme özelliği, sanılır ki insan üzerinde de bir etki yaratmış ve insan […]

The post “Bukalemunlaşmak” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Sürüngenler sınıfından omurgalı bir canlı olan bukalemun, renk değiştirme özelliğiyle bilinir. Belli etmek istedikleri duygulara göre renk değiştirebilen bu hayvanlar, bu özellikleri sayesinde bulunduğu ortamın rengini kolayca alarak bir taraftan av olmaktan sıyrılıp diğer taraftan da tehlikeli birer avcıya dönüşebilir.

Bukalemunun renk değiştirme özelliği, sanılır ki insan üzerinde de bir etki yaratmış ve insan da yaşamı boyunca ten rengiyle ilgili değişiklikler yaparak, rengini değiştirerek içine girdiği ortamlara daha hızlı entegre olmayı amaçlamış. Yüzlere sürülen beyazlatıcılardan bronzlaşmayı hızlandıran güneş kremlerine, güneşten koruyan giysi ve şapkalardan yılın her mevsimi bronzluğu getiren solaryumlara…

Yazın sıcağında, uçsuz bucaksız sahillerde sere serpe uzanmak, sıcacık güneş altında boylu boyunca uzanıp, tenin güneşten kavrulana kadar güneşlenmek. Yaz sonu kavuştuğun o bronz tenle, dosta düşmana “ben de bu yaz tatilimi yaptım” mesajını vermek.

Moda haline geldiğinden bu yana bronzluk, yaz tatilleri sonrası hedeflenen nihai amaçlardandır. Tüm bir yılın yorgunluğunu, mutsuzluğunu, huzursuzluğunu bir yaz tatiliyle geride bırakabileceklerine aldananlar için tatil sonunda kavuşulan bronz bir ten, bir avuntu olmaktan öte gidememektedir.

Bronzlaşmanın Tarihi

Antik Mısır piramitlerini inşa ederken Mısır’ın kavurucu sıcağında güneşten yanıp kapkara olan köleler için sahip oldukları ya da olmak zorunda bırakıldıkları ten rengi, onlar için köleliğin simgesiydi. Rahipler sınıfı ve burjuvalar “para da, asalet de, güzellik de bizde” diyerek vücutlarını sarı bir aşıboyasıyla altın birer heykel görünümüne kavuşturduklarında, yüzyıllar sonrasını muhtemelen tahmin bile edemezlerdi.

Eski Yunan’ın soluk benizli tanrıçaları güneşten kaçan bir güzelliğin devamcısı olduğunda, bembeyaz olmak bir gereklilik, çalışmak zorunda kaldıkları için güneşten yanan kölelerle tanrılar arasındaki en büyük farktı. Beyaz hatta çoğu zaman solgun beyaz tenleriyle güzelleştiklerine inanan Yunan kadınları ve erkekleri Helenistik Dönem’de güneşten kaçmakla da yetinmeyip, zaten beyaz kalan tenlerini daha da beyazlatmak için alçı ve tebeşir gibi sayısız yöntemlere başvurmuşlardı.

Gelenek ilerleyen yüzyıllarda da bozulmamış, Ortaçağ’ın da en önemli güzellik ölçütü, güneş görmemiş solgun tenler olmuştu. Güzelliğin matematiksel formüllere bağlandığı Rönesans’ta da, cildi beyazlatmak uğruna türlü yöntemler denenmişti. Geniş kenarlı şapkalar, gündüz gezilerinde güneşten korunmak için yüzlere takılan maskeler, uzun kollu elbiseler… Solgun benizli Ortaçağ kadınları, dönem ressamlarının en gözde modelleri olmuş, güneşten kavrulmaksa tabi ki yine tarlalarda, sokaklarda, güneşin altında çalışanların payına düşmüştü.

Sanayi Devrimi’nin ardından bir kısmı fabrikalara, bir kısmı madenlere kapatılan milyonlarsa, güneşten değil ama hapsedildikleri maden ocaklarından, çalıştıkları makinenin yağından kapkara olmuş, güneş yüzü görmeye hasret bırakılmışlardı. Bazıları güneşe hasret çalışmak zorunda bırakılırken, bazıları ise “değişen dünya düzeni” ile yüzlerini güneşe dönmüşlerdi

Bronzluk İkonu Coco Chanel

20. yüzyıla gelindiğinde, her şey gibi güzellik kıstaslarında da köklü değişimler yaşandı ve yüzyıllar boyunca yoksulların, ezilenlerin, sömürülenlerin bedenlerinin kılıfı olan güneşten kavrulmuş bir ten rengi, moda tarihinde bir milat yaşadı. Şimdinin en bilinen moda şirketlerinden olan Chanel’in kurucusu Coco Chanel’in bir tatil dönüşü sergilediği güneşten kavrulmuş teni, yıllar boyu kaçılan güneşi, modanın dönüm noktası haline getirdi.

Tatil dönüşü kavuştuğu “çikolata renkli” tenini, Fransız Rivierası’ndaki yeni dükkanının açılışına denk getirmek, Cahanel için muhtemelen bir tesadüf değildi. Paris müşterilerini “bronzluk” vaadiyle çağıran Chanel’in planı tuttu ve asılarca güneşten sakınanlar, kendilerini güneşin kavurucu sıcağına teslim etti. Sanayi Devrimi’nden sonra çalışma ortamlarında yaşanan büyük değişimin de etkisi oldu bu “moda”ya. Yıllar yılı beyaz ve solgun ten renklerinin güzelliğiyle övünen burjuvalar, fabrikalara, madenlere, atölyelere hapsedilen ve dolaysıyla güneşten ve onun “yakıcılığı”ndan mahrum kalan işçiler gibi “beyaz” kalmayı hazmedemediler. Ve sömürdükleri, baskıladıkları, tükettikleri bu sınıfla aynı olmamak için, Chanel’in yarattığı akımı kolayca benimsediler. Önceleri güneşten ölesiye kaçanlar, bu kez kendilerini ölesiye bıraktılar güneş altına.

Çalışanlar Artık Bronzlaşmak İstiyor

Kötü koşullarda, uzun saatler boyunca çalışanlar, patronun baskısıyla bütün bir yılı zehir olanlar için alınacak bir nefes, bir mola olur tatil. Ve her tatilin sonunda kavuşulan bronz bir ten, o yılın avuntusu. Bütün yıl boyunca çalışıp yıllık izinleriyle güneyin en sıcak sahillerine inenlere bir ödüldür “çikolata renkli” bedenlere sahip olmak.

Patronun emri altında ezilip büzülenler, patronuyla aynı güneşin kızgınlığında kavrulduklarında unuturlar her şeyi. Hayatları boyunca asla yetinmeyip daha fazlası için didinenler, daha fazlası için çalışanlar, sahip olamadıklarını yaz sonu kavuştukları bronzluklarıyla unuturlar. Tatil bitip yeniden işbaşı olduğunda, o bronzlukla “eşitlenir” her şey.

Yaşamın hiçbir alanında “eşit olmayanlar” ve asla olamayacaklar için, koca bir yanılsamadan ibarettir bronzluk. Sosyal, ekonomik ya da kültürel hiçbir alanda aynı olamayanlar, aynı “fırsatları değerlendiremeyenler”in ortak noktasıdır. Yaşamın hiçbir alanında olamasa da en azından, “bir tatil yapabilmenin ve tatilde bronzlaşabilmenin” ortaklığından haz duyanlar için bronzluk, emirlerle, azarlarla, maaş kesintileriyle, işten atmalarla geçecek yeni bir yıla hazırlık olur yaz sonunda.

Tarlalarda, sokaklarda, inşaatlarda çalışmaya ve güneşin alnında kavrulmaya devam edenler ise asla dahil olamazlar bu “eşit”lik yanılsamasana. Çünkü “amele yanıkları”nın, sınıf atlama çabasında olup renk değiştirmeye ayak uydurmaya çalışanların yanında yeri yoktur.

Her Şeye Rağmen Hala Beyaz

Ancak bir de tüm moda akımlarına, kozmetik dayatmalara karşı hala beyaz kalmayı tercih edenler de vardır elbette. Tüm zenginlikleri ve asaletleri ile var olmaya devam eden aristokratlar için durum hala aynıdır. Ne modanın “en hit” akımları, ne güzellik algıları, ne de artık “daha çekici olmanın” önkoşullarından olan bronzluk… Her şeye rağmen saraylarından çıkmayan, güneşe yüzünü dönmeyenler, kendi beyazlıklarıyla var olmaya devam ediyorlar.

Kraliyet ailelerin beyaz tenleri, köklü aristokratların solgun benizleri… Kendileriyle “asla eşit olamayacakların” yarattığı bu akımı sahiplenmek, herhalde onlara kalacak en son şey olabilir.

Merve Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Bukalemunlaşmak” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/09/05/bukalemunlasmak-merve-arkun/feed/ 0
“Ayda 12.000 Liraya Güzellik Ayda 1.000 Liraya Yaşamak” – Didem Erbak https://meydan1.org/2013/01/03/ayda-12-000-liraya-guzellik-ayda-1-000-liraya-yasamak-didem-erbak/ https://meydan1.org/2013/01/03/ayda-12-000-liraya-guzellik-ayda-1-000-liraya-yasamak-didem-erbak/#respond Wed, 02 Jan 2013 22:02:34 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/03/ayda-12-000-liraya-guzellik-ayda-1-000-liraya-yasamak-didem-erbak/ “Ünlü zenginlerden Derin Mermerci, güzelleşmek için oldukça çaba sarf ediyor. Haftada 3-4 kez yogaya, 3 kez pilatese gidiyor. Ayda bir kese yaptırıyor. Haftada 2 kez manikür, pedikür ve el ayak masajını ihmal etmiyor. Yine 15 günde bir saçını boyatıyor, her gün fön çektiriyor. Ve tüm bunlara ayda sadece 12 bin lira harcıyor.” Evet, sadece 12 […]

The post “Ayda 12.000 Liraya Güzellik Ayda 1.000 Liraya Yaşamak” – Didem Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
“Ünlü zenginlerden Derin Mermerci, güzelleşmek için oldukça çaba sarf ediyor. Haftada 3-4 kez yogaya, 3 kez pilatese gidiyor. Ayda bir kese yaptırıyor. Haftada 2 kez manikür, pedikür ve el ayak masajını ihmal etmiyor. Yine 15 günde bir saçını boyatıyor, her gün fön çektiriyor. Ve tüm bunlara ayda sadece 12 bin lira harcıyor.”
Evet, sadece 12 bin lira!
Kadıköy – Bostancı hattında şoförlük yapan Mehmet ise bu coğrafyada yaşayan ve çoğunluğu oluşturan birçok insan gibi, aylık 550 lira kiraya, 60 lira su faturasına, 70 lira elektrik faturasına, aylık en az 200 lira ısınmaya, 200 lira ulaşıma (tabi varsa karısı ve çocuklarının ulaşım parası da eklenmeli) harcıyor; günde en az 3 ekmek aldığını düşünürsek de aylık en az 90 lira ekmeğe veriyor. Günlük ev ihtiyaçları( yemek, su vs.), varsa çocukların okul masrafları da en az 300 lirayı buluyor olsa gerek. Ve tüm bunlara ayda sadece 1000 lira harcıyor.
Evet, sadece 1000 lira!
Fakat 1000 lira harcamasına rağmen tüm bu ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Güzelleşmek uğruna çaba harcayan Derin Mermercinin aksine; Mehmet ve onun gibi binlercesi yaşamak uğruna çaba harcıyor.
Evet, sadece yaşamak uğruna…

Didem Erbak [email protected]

The post “Ayda 12.000 Liraya Güzellik Ayda 1.000 Liraya Yaşamak” – Didem Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/03/ayda-12-000-liraya-guzellik-ayda-1-000-liraya-yasamak-didem-erbak/feed/ 0