hikaye – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 10 Jun 2015 22:14:58 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 ” YALANCI ” – Okan Özduman https://meydan1.org/2015/06/11/yalanci-okan-ozduman/ https://meydan1.org/2015/06/11/yalanci-okan-ozduman/#respond Wed, 10 Jun 2015 22:14:58 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/11/yalanci-okan-ozduman/ Yatsıya Kadar Aydınlatsın Yeter “Kendi inanıyorsa yalan değildir” Yalan hastalığı, ya da modern tıp diliyle “Mitomani”, kişinin şaşırtıcı ya da fantastik hikayeler anlattığı ama akla yatkınlık sınırlarını aşırı zorlamadığı bir davranış bozukluğudur. Kendi karakterini süslemek için kahraman ya da kurban olduğu hikayeler anlatır bu hastalıktan muzdarip olanlar. Genelde, yüzleştirildiğinde istemese de yalan söylediğini kabul ederler […]

The post ” YALANCI ” – Okan Özduman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
yalan

Yatsıya Kadar Aydınlatsın Yeter

“Kendi inanıyorsa yalan değildir”

Yalan hastalığı, ya da modern tıp diliyle “Mitomani”, kişinin şaşırtıcı ya da fantastik hikayeler anlattığı ama akla yatkınlık sınırlarını aşırı zorlamadığı bir davranış bozukluğudur. Kendi karakterini süslemek için kahraman ya da kurban olduğu hikayeler anlatır bu hastalıktan muzdarip olanlar. Genelde, yüzleştirildiğinde istemese de yalan söylediğini kabul ederler lakin. Gelgelelim, bu sendrom sahibi kişi genelde özgüveni yerindeyken yalan makinesinde stres ve suçluluk hislerini gösterir. Ve bu özellikleriyle Mitomani, patalojik seviyede yalan söylerken bu hisleri göstermeyen psikopati ya da anti-sosyal davranış bozukluklarından, ya da kişinin kendi yalanına inandığı yanlış hafıza gibi bozukluklardan ayrılır.

“İyi geliyorsa yalan değildir”

Hastalar bazen hastalıklarıyla hiç ilgisi olmayan şikayetlerde bulunurlar. Sağlık uzmanları da bu durumlarda hastanın şikayetiyle hiç ilgisi olmayan, hatta şekerli su ya da C vitamini gibi hiçbir şeye hiçbir etkisi olmayan maddeleri, çok iyi geleceğini ve hiçbir şeylerinin kalmayacağını söyleyerek uygularlar. Birçok durumda hasta kısa sürede kendini daha iyi hisseder. Buna tıp dilinde plasebo etkisi denir.

 “Herkes inanıyorsa yalan değildir”

Çocukluğumuzun vazgeçilmez çizgi film karakterlerinden biridir, muziptir, ama kanlı canlı değildir. Tahtadandır ve yalan söylediğinde burnu uzar. Evet, herkesin bildiği Pinokyo’dur o. Gel gelelim, İtalyan yazar Carlo Collodi’nin 1878’de yayınladığı orijinal eserinde yarattığı karakterden çok farklıdır bu Pinokyo. Romanın orijinalini çocuklar için “sakıncalı” bulan Disney, 1940’ta yayınladığı uyarlamada, uzayan burun sadece önemsiz bir sahneyken, bunu senaryonun merkezine yerleştirmiş, hikayenin sonunu değiştirmiş ve sadece çocukların büyüklerine yalan söylemeyip, sözlerinden çıkmamasını öğütleyen, sığlaştırılmış bir film yaparak işin içinden sıyrılmıştır.

“İhtiyacı karşılıyorsa yalan değildir”

Reklam, pazarlama, promosyon, fırsat ve kampanyaların ana sloganı bireyin ihtiyacı olmayan metaları ona ihtiyacı olduğunu düşündürtmektedir. Bunlar işletme bölümlerinin ders kitaplarında ihtiyaç yaratma adıyla da geçer. Bu amaçla yolda yakanıza yapışmaktan, telefonla tacize, “cesur ol” gibi buyurgan panolarından istismarcı filmlere kadar her yol mubahtır bu işin profesyonellerine. Sizi tüketici yapmak için uyguladıkları şiddetin on katını patronları uygular kotalar ve rekabetçi performans değerlendirmeleriyle. Ödülleri de eşantiyonlar ve konferanslar olur yılda bir ucuz otellerde.

Okan Özduman

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” YALANCI ” – Okan Özduman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/11/yalanci-okan-ozduman/feed/ 0
“Bir Yaratılış Efsanesi: Elibelinde” – Özlem Arkun https://meydan1.org/2014/05/09/bir-yaratilis-efsanesi-elibelinde-ozlem-arkun/ https://meydan1.org/2014/05/09/bir-yaratilis-efsanesi-elibelinde-ozlem-arkun/#respond Fri, 09 May 2014 17:17:27 +0000 https://test.meydan.org/2014/05/09/bir-yaratilis-efsanesi-elibelinde-ozlem-arkun/ Elibelinde topraktır, toprakta yetişen buğday, buğdaya yaşam veren sırdır…  Elibelinde hem kadın, hem doğadır… Doğa kadar kadındır… Elibelinde  Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında anlatılagelen binlerce öyküde dilden dile bugüne gelmiş, binlerce öyküde yüzlerce farklı isim almış ve anlatıldıkça başka  öykülere ilham vermiştir. Belki de Elibelinde’yi kendi öyküleriyle ve ilham verdiği öykülerle dillendirirsek, daha iyi anlatabiliriz onu. […]

The post “Bir Yaratılış Efsanesi: Elibelinde” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Elibelinde topraktır, toprakta yetişen buğday, buğdaya yaşam veren sırdır…  Elibelinde hem kadın, hem doğadır… Doğa kadar kadındır… Elibelinde  Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında anlatılagelen binlerce öyküde dilden dile bugüne gelmiş, binlerce öyküde yüzlerce farklı isim almış ve anlatıldıkça başka  öykülere ilham vermiştir. Belki de Elibelinde’yi kendi öyküleriyle ve ilham verdiği öykülerle dillendirirsek, daha iyi anlatabiliriz onu.

Elibelinde topraktan geldi ve toprağa denkti. O toprak gibi hoşgörülü ve sabırlı, toprak gibi cömertti. Ve ona arkadaşlık etsinler diye kendinden verdi;  göğü, nehirleri ve dağları yarattı; sonra onlarla yeniden birleşti ve birçok çocuğu oldu. Güneşi, rüzgarı, yağmuru, gökkuşağını, ağaçları,  dünyaya getirdi. Yeryüzüne hayat veren oydu.

O hem toprak, hem toprakta yetişen buğday, hem buğdaya yaşam veren sırdır. O doğadır, doğa kadar bereketli, doğa kadar kadındır… Baharın gelmesi, fidanın yeşermesi, çiçeğin açması hep onun neşesiyledir. Elibelinde baharı getirendir, ama bu hikayeyi biraz daha uzun anlatmak gerekir…

Acısıyla Öfkesini Büyüten Kadın

Yeraltı tanrısı onun  kızlarından birine aşık olup, onu da yeraltı dünyasına kaçırıp hapsettiğinde, Elibelinde’nin kederiyle güneş gitmiş. Onun ise; üzüntüsü öfkeye dönmüş, gözyaşları öfkesini büyütmüş, gökyüzünden dökülmüş, şimşekler ve yıldırımlarla yerin üstüne yağmış, sel olup akmış ve geride bir balçık bir enkaz bırakmış… Yine de kızını bulamamanın acısıyla rüzgar olup, fırtına olup esmiş ve yerin üstünde ne varsa söküp götürmüş, geriye bir çorak toprak kalmış… Yerin yüzünde yaşamın solmakta olduğunu gören yeraltı tanrısı, kızın aşkından vazgeçememiş ama yılın dört ayı onun yanında kalması şartıyla kızı bırakmış ve Elibelinde kızına kavuştuğunda bahar gelmiş ve toprak canlanmış yeniden. Bu yüzdendir kızı ne zaman yeraltı tanrısının yanına dönse güneş gider, ekinler solar, kış gelir yeryüzüne. Ama baharın gizi onda saklıdır. Sümbüllerin ve papatyaların yerin yedi kat  altında örgütlenip baharın yağmuruyla fışkırmalarının altında onun neşesi yatmaktadır.

Günler Çoğalırken, Çoğalan Kardeşlik

Elibelinde yarattığı her şeye kendinden bir parça katmış ama onların özüne hiç  dokunmamış, bundandır ki  her çocuğu bambaşka karakterlere bürünmüş. Elibelinde çocuklarına hiç sırtını dönmez, her birini olduğu gibi sever, günlerini hep onlarla sohbetle, oyunla geçirir, kimi günler tarlalarda onlarla çift koşar, kimi günler kil çıkarır, çömlekler yapar onlara da nasıl yapacağını gösterir, eli yüzü çamura bulanan çocuklarının gayretiyle neşelenir, onların elinde şekillenen heykelcikleri çömlekleriyle birlikte fırınlar, yine oynasınlar diye onlara verirmiş. Kimi günler onlarla deniz kenarına iner çakıl taşı deniz kabuğu, deniz yıldızlarını toplar, kimi günler madenlere iner toprağın bağrında saklananlardan kendine görünenleri toplar, bazı günler de bu topladıklarının bazılarını iplere dizer her birine dağıtır, bazılarını da tek tek hepsinin saçlarına takarmış. Günler böyle neşeyle ve kardeşlikle birbiri ardına çoğalmış. Çocuklarının her biri bambaşka karakterlere bürünürken bazısı ona benzemiş, ona dost, ona kardeş olmuş; bazısı ise ona sırtını dönmüş, kıskançlığı büyütmüş, hasım olmuş, zalimleşmiş.

Diktari’nin Bencillikle Zehirlenen Ruhu

Bu hasımlığı yaratanlardan bir tanesi kendini  taşların, kayaların ve madenlerin tanrısı ilan eden Diktari’ymiş. Diktari yeryüzünde ve toprağın altında sahiplendiği onca altın, elmas, zümrüt, bakır, demirle asla yetinemeyip hep daha fazlasını ister ve en çok Elibelinde’nin her şeyden nasiplenerek büyüttüğü neşesini kıskanırmış. Onun neşesinin kaynağında gördüğü ne varsa  ondan almaya yemin etmiş Diktari. Onun güzelliğini ve sevecenliğini kıskanmış; sevecenliğinin kaynağında da çocuklarını görmüş, onlara sahip olursa sevecenliğine de  sahip olabileceğini düşünmüş. Bu haseti yüzünden  doğan her çocuğunu  bir şekilde oyuna getirip ondan almaya çalışmış.

Diktari, kandırdığı çocukları teker teker kaçırmış, kimini  topraklarına çift sürmek için kullanmış; kimini madenlere atmış, kömüre döndürmüş. Onların  özgür ruhlarından korkmuş, kimini zindanlara kapatmış, atmış; kimisini gücünü göstermek ya da eğlenmek  için meydanlarda dövüştürüp, savaştırıp öldürmüş…

Adaletin Peşinde

Bu zulümle beslenen Diktari, gün geçtikçe daha da yağlanıp semirirken, Elibelinde kaybolan çocuklarını teker teker arayıp bulmuş. Diktari’nin  benciliğine karşı  bereketini sunmuş yerin göğsüne, tohumlarını bastığı yerlerden ekinler bitmiş, böylece çift sürenler Diktari’nin elinden kaçıp kurtulmuş. Madenlerde kömüre dönüşenleri, teker teker çıkarmış ve her birini güneşe ve yıldızlara paylaştırmış. Böylece  zalim Diktari’nin ocağında değil, göğün gözünde yanıp, yeri aydınlatıp ısıtarak asla sönmemek onların nihayeti olmuş.

Güzelliğini Saklayan  Bilge

Elibelinde bundan böyle kimse güzelliğini kıskanmasın diye yüzünü dökmüş. Yüzünün yerine bir cilalı taş basmış ve güzelliğini içine gömmüş. Artık gözlerinin ışıltısı, dudaklarının kıvrılışı, yanaklarının pembeliği yokmuş, dişlerinde sedefler parlamaz olmuş. O zaman Diktari anlamış ki onun neşesi güzelliğinden değil; güzelliği neşesinden gelirmiş. Çünkü yüzü olmasa da Elibelinde’nin suratına bakan içindeki hoşluğu görür,  güzelliğinin sırrı ile içi ısınır ya da yüzünün yerinde duran cilalı taşta kendini görür, önce kendi içinin karanlığı ile  hesaplaşırmış.

Kayaların Çatlaklarında Büyüyen Özgürlük

Elibelinde; Diktari’nin zindanlara kapatıp, savaşlarda öldürdüğü tüm çocukların ahını almak için yemin etmiş  ve hepsini incir tohumuna çevirip yeryüzüne dağıtmış. Her kayanın dibinde biten incirler büyüye büyüye birken bin olmuş, büyüdükçe kökleriyle o kayaları da yerlerinden etmiş, kimini patlatıp unufak etmiş, kimini yamaçlardan yuvarlayıp göndermiş.

Diktari tüm zulmüne rağmen yine de bu kadar ağır bir yenilginin nasıl olup da ona geldiğini elbette hiçbir zaman anlamamış, nerede yanlış yaptığını düşünse de hep hırsına ve açgözlülüğüne yenik düşmüş çünkü en sonunda kazanmak için erdemli olmak gerektiğini asla öğrenememiş. Ama yine de yaptıklarının ardından kardeşlerinin ahı onu rahat bırakmamış, bir parçacık da olsa vicdanı onun hep kulaklarında çınlamış. Çünkü ne zaman yeryüzünde özgür ve kardeşçe yaşayanlar bir zulümle karşılaşsalar önce Diktari’nin adını anmış ve her seferinde ilk olarak; o parçalanan kayalardan kopan taşları  toplayıp fırlatır olmuşlar zulmün cisimleştiği her ne ise. Arka arkaya düşen taşların sesleri; o var olduğu sürece onu rahat bırakmamış. Bu ona kaderin bir oyunu olmuş.

Yaşayan bir Mit: Elibelinde’nin Dirilişi

Elibelinde bir kadının öyküsü… Bu kadın, tarih öncesinden bu yana Anadolu’dan Mezopotamya’ya türlü hikayelerde türlü isimlerle anılmış. Bu  hikayeler önce duvarlara, çömleklere işlenmiş sonra ise halılarda kilimlerde örülmüş ilmek ilmek… Elibelinde’nin hikayeleri anlatılırken, toprakta çitler yokmuş, ocaklarda yemekler hep ortak kaynar hep beraber yenirmiş, bütün çocuklar birbirine “kardeşim” diye seslenir, derede balıklarla, sazlıklarla; ormanda böceklerle, kuşlarla, ağaçlarla arkadaşlık ederlermiş.

Fakat günler çoğaldıkça, zaman daha hızlı akmaya başlamış  ve gürültüler çoğalmış. Artık hikayeleri anlatmaya vakti olmayanlar ve anlatılanları kulaklarında çınlayan seslerden duymayanlar da çoğalmış. Oysa Elibelinde hala  var olduğu yerde, sabırla günden güne  yeniden dirilmeyi bekliyor. 

Özlem Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 17. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Bir Yaratılış Efsanesi: Elibelinde” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/05/09/bir-yaratilis-efsanesi-elibelinde-ozlem-arkun/feed/ 0
Soğuk İklimlerin Çocukları – Gizem Şahin https://meydan1.org/2013/01/03/soguk-iklimlerin-cocuklari-gizem-sahin/ https://meydan1.org/2013/01/03/soguk-iklimlerin-cocuklari-gizem-sahin/#respond Wed, 02 Jan 2013 23:06:07 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/03/soguk-iklimlerin-cocuklari-gizem-sahin/ Yalınayak yürümek çok zordur. Yerin soğukluğunu bütün vücudunda hissedersin. Biraz daha ısınabilmek için tüm gücünü eve varmaya adarsın. Üstelik bunu her gün tekrarlıyor olduğunu bile bile. Yine böyle bir günün ardından eve vardım. Aynı yemekleri, aynı kurumuş ekmekleri ve sarısının tadını asla bilemediğim yumurtamı buldum. Öyle acıkmıştım ki hemen yemeğe koyuldum. Ben yemek yerken annem […]

The post Soğuk İklimlerin Çocukları – Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Yalınayak yürümek çok zordur. Yerin soğukluğunu bütün vücudunda hissedersin. Biraz daha ısınabilmek için tüm gücünü eve varmaya adarsın. Üstelik bunu her gün tekrarlıyor olduğunu bile bile.

Yine böyle bir günün ardından eve vardım. Aynı yemekleri, aynı kurumuş ekmekleri ve sarısının tadını asla bilemediğim yumurtamı buldum. Öyle acıkmıştım ki hemen yemeğe koyuldum. Ben yemek yerken annem ve babam anlayamadığım şeyler konuşuyorlardı. Grev diyordu babam. Ne anlama geldiğini bir türlü anlamlandıramıyordum grevin. Her gün yarı ölü bir halde eve gelişlerinin, patronunu sevmeyişlerinin, bana ayakkabı alamamasının ve kuru ekmeklerimizin bir alakası olmalıydı bu sözcükle. Bugün babamın anneme sıraladığı cümleleri daha sonraki günlerde de sıkça duymaya başladım. Artık kafamda yavaş yavaş anlamını buluyordu.

Babam çok çalışıyordu, biliyordum. Arkadaşları da öyleydi. Fakat patronları hem daha çok çalıştırmak istiyor, hem de daha az insanlık gösteriyordu. Babamı makineye dönüştürmek istiyordu, diğerlerini de. Hepsi aynı olacaktı. Hepsi onun olacaktı. Hepsini ezecekti ve hepsi de susacaktı. Ben sürekli hayal kuruyordum ve öğretmenim önce beni sarsıyor, sonra kızıyordu. Babam ya da arkadaşları çalışırken hayal kurmak istese patronu da kızardı. Çünkü çok çalışmalarını, sadece çalışmaya konsantre olmalarını istiyordu. Gözümün önüne fabrikada babamın bir makinenin başında durmaksızın çalışmasını, küçücük bir hayalin sonucunda patronunun başında belirip onu azarlayıp, işten atmasıyla sonuçlanacağını getiriyordum. Fabrikalardaki makineler ve patron hayal kurmuyordu, kurulmasına da izin vermiyordu. Hayal gücü güzeldi, bundan yoksun olanlar kötüydü. Ben küçüktüm ama anlıyordum hepsini. Babam artık yeter diyordu. Ama benim kurguladığım gibi sadece hayal kurmasına izin vermedikleri için değildi onun isyanı. Ne yapacak, ne söyleyecek merakla bekliyordum ve beklerken görüyordum ki babam üzgün değil öfkeliydi.

Bir gün babamın öfkesi büyüdü, büyüdü, büyüdü ve diğer arkadaşlarının büyümüş öfkelerine dokundu. ‘Grev patladı!’ diyordu babam. Şalterleri indirmiş, sessizce oturdukları yerlerden bir bir kalkmış, fabrikanın önünde toplanmışlardı. Annemde oradaydı. Bazı çocuklarda oradaydı. Ben gizlice gitmiş, uzaktan izliyordum. Babamın ve arkadaşlarının yüzüne öfkeli bir gülümseme çizilmişti sanki.

Okula geç kaldığımı fark ettim ve her ne kadar burada kalmak istesem de yola koyuldum. Okula vardığımda soluk soluğa kalmıştım ve gördüğüm şeyler beni çok öfkelendirmişti. Okula vardığımda öğretmen bir çocuğu dövüyordu. Çocuğu tanımıyordum. Öğretmenin hiddetli bağırışlarından çocuğun bir daha okula geç gelmemesini emrettiği duyuluyordu. O’da benim gibi soğuk rüzgarlarla boğuşarak çok uzaktan yalınayak geliyordu. Yol; bizi sadece yormuyor, bizden bir şeyler daha alıyordu. Az yol yürüyen çocuklar üşüdük dediğinde ben onlardan daha çok yorulduğumu biliyordum. O da biliyordu. Ama susuyordu. Bu susuşların bir anlamı vardı. Ama öğretmen bunu göremiyor ve dövüyordu. Nasıl da öfkelenmiştim, çünkü aynısını ezilmişliğin tahammülsüz sancısını bende çekmiştim, öğretmenden bende nefret etmiştim ve bir başkasının da bunu yaşamasını istemiyordum. Öğretmen yanından ayrılınca göz göze geldik tanımadığım üşümüş gözlerle. Konuşmadık. Konuşmak anlamını yitirmişti çünkü. Ama öyle uzun konuştu ki gözlerimiz, o an bu üşümüş gözlerle yolumuzun tekrar kesişeceğinden emin, sınıfıma doğru yürüdüm.

Sınıfa vardığımda başka bir öfke yığınının beni beklediğini gördüm. Sanki artık kimse katlanmak istemiyor, isyan ediyordu. Okulda gördüklerim az evvel fabrikada gördüklerime çok benziyordu. Kişiler, sıkıntılar farklıydı belki ama aynı olan bir şeyin her yerde aynı olduğunu fark etmiştim; ezenler ve ezilenler…

Babamlar yan yanaydı. Ve gülümsüyorlardı. Bizde yan yana olmalıydık. İstediklerimizi bağırmalıydık…

Farkında olmadan düşündüğüm bu fikirlerin arkadaşlarımın da kafasında dolaştığını fark etmem zaman almadı. Sınıftan tebeşir kutularını aldık ve okuldan dışarıya çıktık. Öfkemiz ellerimizdeki tebeşirlerle duvarlarda, kaldırımlarda yankısını bulmuştu. Kötüydü el yazmalarımız, yamuktu ama okunuyordu hissettiklerimiz, öfkemiz. Ne olduğunu anlayamadan sokaklarda binlerce oluvermiştik.

O an anladım, yalınayak okula gelmek zorunda olan, öğretmenine, onun yanlış kararlarına kafa tutan, ezilen bir tek ben değildim, biz binlerceydik ve başkaldırmıştık. Ve bu başkaldırışların en güzel yanı neydi biliyor musunuz? Bizim başkaldırışımız; isyan ve özgürlük kokuyordu.

The post Soğuk İklimlerin Çocukları – Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/03/soguk-iklimlerin-cocuklari-gizem-sahin/feed/ 0
“Çikolata”- Gizem Şahin https://meydan1.org/2012/10/25/cikolata-gizem-sahin/ https://meydan1.org/2012/10/25/cikolata-gizem-sahin/#respond Thu, 25 Oct 2012 17:20:11 +0000 https://test.meydan.org/2012/10/25/cikolata-gizem-sahin/ Gülüşünün kıyısına bulaşmış çikolatayla arkadaşlarını izliyordu. Adına mutluluk denen duyguyu sonunda tatmıştı. Ve bu duygunun tek başınayken eksik kalacağına artık inanmıştı. Sokakta oynarken bir araba geçerdi. Büyük bir arabaydı ve üzerine resmedilmiş çikolatalara dudakları aralıklı bakarlardı. Gece hemen hepsinin rüyalarını süsleyen çikolatalar, arabanın şoförünün siluetiyle kâbusa dönüşürdü. Adamın kocaman gövdesi, düşük omuzları, omuzlarının ucunda da […]

The post “Çikolata”- Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Gülüşünün kıyısına bulaşmış çikolatayla arkadaşlarını izliyordu. Adına mutluluk denen duyguyu sonunda tatmıştı. Ve bu duygunun tek başınayken eksik kalacağına artık inanmıştı.

Sokakta oynarken bir araba geçerdi. Büyük bir arabaydı ve üzerine resmedilmiş çikolatalara dudakları aralıklı bakarlardı. Gece hemen hepsinin rüyalarını süsleyen çikolatalar, arabanın şoförünün siluetiyle kâbusa dönüşürdü.

Adamın kocaman gövdesi, düşük omuzları, omuzlarının ucunda da neredeyse ayaklarına dolaşıp O’nu yere devirecek kadar uzun ve hareketsiz kolları vardı. İri gözleri çocukları görünce daha da irileşir, yüzünde iki çukura dönüşür, bakıldığında sonu gelmeyen bir düşüşe geçtiğin hissiyatını yaratırdı.

Belki düşünü kurdukları çikolatalar yüzünden, belki adamın iri gözlerinin içinde ne olduğunu merak ettiklerinden. Ama muhtemelen çikolatalar yüzünden çünkü şu an gülüşerek çikolata yemek, adamın gözlerinin içinde yuvarlanmaktan daha iyi bir fikirdi onlar için.

O gece düşlerini eylediler. Oyun oynamayı ertelediler ve gölgelerinden daha büyük biri gibi planlarını yapıp beklemeye başladılar. Beklerken bir saatin içinde altmış dakikanın, bir dakikanın içine altmış saniyenin saklandığını fark ettiler. Zaman geçmiyordu sanki. Korkuyorlardı, heyecanlanıyor en çok da kızıyorlardı. Kızıyorlardı çünkü oyun oynamayı öğrendikleri yeri, tepedeki çimenliklerini ellerinden almışlar, kocaman bir market yapmışlardı. Şimdi bütün çikolataları oraya götürüyorlardı. Kimse yiyemiyordu. Çikolataların sonunun geldiğini, bu yüzden bütün çikolataları bulup oraya depoladıklarını düşünüyorlardı sık sık.

Düşüncelerinden sıyrıldılar çünkü kamyon sokağı dönmüş, adım adım yaklaşıyordu. İşte başlıyorlardı. Kafalarına kapüşonlarını geçirdiler ve bir yüze sahip oldular. Her şey düşledikleri gibi gitti. Dokunabildikleri bütün çocukların gülüşlerinin kıyısına çikolata bulaştırdılar.

The post “Çikolata”- Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/10/25/cikolata-gizem-sahin/feed/ 0
KAFES- Gizem Şahin https://meydan1.org/2012/10/25/kafes-gizem-sahin/ https://meydan1.org/2012/10/25/kafes-gizem-sahin/#respond Thu, 25 Oct 2012 17:17:45 +0000 https://test.meydan.org/2012/10/25/kafes-gizem-sahin/ Toprağın üzerinde çıplak ayak koşuyordu. Soğuk, tenine değmeden sıyrılıp geçiyordu sanki. Uzaklarda güneş batıyordu. Gitmeden, dağların eteklerinde yok olmadan yakalamak istiyordu onu. Koştu. Koşarken yoruldu, susadı, uykusu geldi, büyüdü. Ama hiçbiri alıkoyamadı yolundan. Şimdi gözlerinin kıyısına yerleşen dikenli teller vardı. Olmasaydı güneşe dokunacağına inanmıştı. Telin olduğu yer sanki çelikten bir kapı gibi geliyordu ona. Öyle […]

The post KAFES- Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Toprağın üzerinde çıplak ayak koşuyordu. Soğuk, tenine değmeden sıyrılıp geçiyordu sanki. Uzaklarda güneş batıyordu. Gitmeden, dağların eteklerinde yok olmadan yakalamak istiyordu onu. Koştu. Koşarken yoruldu, susadı, uykusu geldi, büyüdü. Ama hiçbiri alıkoyamadı yolundan. Şimdi gözlerinin kıyısına yerleşen dikenli teller vardı. Olmasaydı güneşe dokunacağına inanmıştı. Telin olduğu yer sanki çelikten bir kapı gibi geliyordu ona. Öyle korkuyordu ki telin diğer tarafına geçmekten, kendini telin koca bir duvar olduğuna öyle inandırmıştı ki elini koyup üzerinden atlayacak güce sahip olduğunu unutmuştu. Üstelik bu tellerin kıyısında biten hayat hikayelerini de biliyordu. Geri döndü. Geri dönerken telin iki tarafını düşünüyordu. İki tarafta da aynı çiçeklerden vardı. Tel niye vardı anlayamıyordu. Teli kim örmüştü bilmiyordu. Bu tellerden her yerde vardı. Kafes gibi göründü gözüne.

Sanki kafesin içinde yaşıyorlardı; telin bu tarafındakiler de, diğer tarafındakiler de. Toprağı, gökyüzünü, yıldızları, güneşi çizgilerle ayırmanın hiçbir anlamı yoktu. Düşündükçe çıkamıyordu işin içinden. Silah sesleri kulağını yırtmasaydı çıkamayacaktı. Hızla eve koştu. Dona kaldı gördükleri karşısında. Gözleri kocaman olmuş, gördüklerine isyan eder gibi yüzünü terk etmiş, ayaklarının ucuna düşmüştü sanki. Yerde yatan cansız bedenler, hala dinmeyen silah sesleri, cansız dikenli telleri korumak için canlı bedenleri katletmenin sesini duyuruyordu tüfeklerin ucundan çıkan duman. Vatanı, devleti oluşturan insanlarken; onların vatan, devlet, bayrak için neden hiç düşünmeden öldürüldüğünü düşündü. Annesini, kardeşini, babasını düşündü. ”Büyük adam”ların düşünmesi gereken her şeyi ve herkesi düşündü. Yıkılan evinin tuğlaları arasında gezinirken yemeye kıyamadığı çikolatasını gördü. Açmamıştı bile henüz. İçinden O’nu Charlie’nin Çikolata Fabrikası’na götürecek biletin çıkacağını hayal ediyordu. Dikenli tellerin kıyısında yaşayan bir çocuk için imkânsız bir hayaldi belki de. Ağlayan anneler, annelerini arayan küçükler. Hayal kurmak yasaktı dikenli tellerin kıyısında. Parmak ucundan saç telinin en ucuna kadar nefretle doldu. Sanki az önce güneşi yakalamaya çalışan çocuk değildi, büyümüştü. Birden koşmaya başladı. Rüzgâra değmeden uçuyor gibiydi. Gözleri yaşlarla dolmuştu. Gözyaşlarının içinde nefreti saklanıyordu.

Telin önünde durdu ve var gücüyle tekmelemeye başladı. Üzerinden atladı ve koşmaya devam etti. Güneş gözlerini yakıyordu. Meğerse daha yitip gitmemişti dağın eteklerinde. Gözlerini yumdu ve koştu. Canı çok acıyordu. Öfkeliydi. Her sabah önünde durup birilerini memnun etmek ister gibi okuduğu marşa, bayrağa, sınırlara, yasaklara, devlete, vatana. Öfkeliydi. Karşısında duran boşluğa var gücüyle bir taş attı, bir şeyleri ateşler gibi. Yere düştü. Sakladığı gözyaşı süzüldü yanağından. Toprağı kokladı ve gözlerini kapattı. Çünkü küçük bedenine “büyük adamların uşaklarının” bir hediyesi vardı: Küçük bir kurşun.

 

The post KAFES- Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/10/25/kafes-gizem-sahin/feed/ 0
“TARLA KUŞUNDAN KORKMAK” – GİZEM ŞAHİN https://meydan1.org/2012/10/25/tarla-kusundan-korkmak-gizem-sahin/ https://meydan1.org/2012/10/25/tarla-kusundan-korkmak-gizem-sahin/#respond Thu, 25 Oct 2012 17:14:12 +0000 https://test.meydan.org/2012/10/25/tarla-kusundan-korkmak-gizem-sahin/ Tarla kuşları sanki hiç uyumazlar. Gece olup da başını yastığa koyduğunda, güneş doğup da yola düştüğünde, bir şeyler anlatmak ister gibi sürekli uçuşurlar. Gündüz o herkesi dinlendiren, hayal kurmaya zorlayan bilindik bir kuş sesi gibi gelir kulağa. Ama gece olup rüzgâr uykuya düşünce karanlığı aniden bölüp telaşla yastığına ilişir sesleri. Kulaklarını çınlatıp, sanki bir felaketi […]

The post “TARLA KUŞUNDAN KORKMAK” – GİZEM ŞAHİN appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Tarla kuşları sanki hiç uyumazlar. Gece olup da başını yastığa koyduğunda, güneş doğup da yola düştüğünde, bir şeyler anlatmak ister gibi sürekli uçuşurlar.

Gündüz o herkesi dinlendiren, hayal kurmaya zorlayan bilindik bir kuş sesi gibi gelir kulağa. Ama gece olup rüzgâr uykuya düşünce karanlığı aniden bölüp telaşla yastığına ilişir sesleri. Kulaklarını çınlatıp, sanki bir felaketi duyurur gibi ürkütür insanı.

Sesleri hep kulağında olan tarla kuşlarıyla buğday tarlalarının yanından geçerken tanışırsın. Toprağa yakın olmayı severler çünkü. Ama birinin ayak sesini duyunca uzun buğday saplarını yararak gökyüzüne ulaşmaya çalışırlar son bir yaşama çabası gibi.

Birden önüne çıkınca irkilirsin. İrkilince geri çekilirsin. Geri çekilince tarla kuşunun gözlerine bakma fırsatını kaçırırsın. Kaçırırsın gözleriyle sana nasıl güldüğünü. Sanki alay ediyor, acıyor gibidir gülümseyişi. Hâlbuki bu tarlaların kıyısından ne çok geçmiştin küçük bir çocukken. Arkadaşlarınla dağları, tepeleri korkusuzca nasıl dolaşır, oyunlar oynardın. Zehirli böceklerin zehirli olduğunu umursamazdın. İnsanların uydurduğu tehlikeleri anlatmamıştı henüz annen sana, bilmezdin. Korkusuzdun bu yüzden. Doğadan korkman için bir sebebin yoktu. Sonsuz yeşilliğe uzanır enginin maviliklerini izlerken düş kurardın arkadaşlarınla.

Sonra büyüdün. Büyüdünüz. Bilgiyle doldunuz. Zehirli böceklerin çok tehlikeli olduğunu öğrendiniz. Herkesten bir şey duydunuz. Şimdi oturup pencereden izliyorsunuz her biriniz buğday tarlalarını. Yeniden koşacak cesareti bulamıyorsunuz kendinizde. Bu yüzden alay ediyor, acıyor gibidir gülümseyişleri tarla kuşlarının. Doğadan bu kadar korktuğun için alay ederler. Ama senin yaşadığın yerde içinden kuş çıkabilecek bir buğday tarlası yok. Betonların arasından da kuş çıkmaz ki…

Gece olunca ötüşlerinin melodisi bu yüzden değişir, bu yüzden ürkütücü bir hal alır. Gündüz ki gibi dinlendirmez, huzursuz eder.

Çünkü bir şeyler anlatır. Doğayı anlatır. Buğday tarlasının içinden kuş çıktığını bilmeyen çocukların suçsuz olduğunu, suçun betonlar olduğunu anlatır. İnsanların neden doğadan korkup kendini betonlarla kapladığını sorar sessizce.

Sonra doğayı pencerenin kıyısından izlemeye mecbur kalan çocuklar için eline bir avuç buğday alır şehre dikersin. Belki bir gün içinden kuş çıkar diye.

The post “TARLA KUŞUNDAN KORKMAK” – GİZEM ŞAHİN appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/10/25/tarla-kusundan-korkmak-gizem-sahin/feed/ 0
“Çatlaktan Sızanlar: Deniz”- Gizem Şahin https://meydan1.org/2012/09/06/catlaktan-sizanlar-deniz-gizem-sahin/ https://meydan1.org/2012/09/06/catlaktan-sizanlar-deniz-gizem-sahin/#respond Wed, 05 Sep 2012 21:32:16 +0000 https://test.meydan.org/2012/09/06/catlaktan-sizanlar-deniz-gizem-sahin/ Küçükken hep görürdük ya kötü rüyalar. O da görürdü. Gecenin ala şafağında korktuğu rüyasından uyandı. Ağlamadı anne diye. Yürüdü pencereye doğru. Gökyüzünde ay vardı. Aydan ne çok korkardı. Gecenin karanlığını daha da ürkütücü kılıyordu zihninde. Ama dedesi orada kimsenin yaşamadığını söylediğinde rahatlamıştı. Ayın ışığını seyrederken sokakta koşup oynayan köpekler gördü. Dedesinin sesini duydu hemen ardından. […]

The post “Çatlaktan Sızanlar: Deniz”- Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Küçükken hep görürdük ya kötü rüyalar. O da görürdü. Gecenin ala şafağında korktuğu rüyasından uyandı. Ağlamadı anne diye. Yürüdü pencereye doğru. Gökyüzünde ay vardı. Aydan ne çok korkardı. Gecenin karanlığını daha da ürkütücü kılıyordu zihninde. Ama dedesi orada kimsenin yaşamadığını söylediğinde rahatlamıştı. Ayın ışığını seyrederken sokakta koşup oynayan köpekler gördü. Dedesinin sesini duydu hemen ardından. Özgürlük deyivermişti usulca. Akşamüstleri kırlangıçlar konan alnını öptü kızın ve yatağa yatırdı. Uykusunda öğrendi özgürlüğün ne demek olduğunu.

Küçük olan yüreği annesi öldüğüne daha da küçüktü. Dedesiyle sürekli deniz kıyısına giderlerdi. Deniz isminin dalgalara mı yoksa annesine mi daha çok yakıştığını kestiremezdi. Sessizce dalgaların kıyıya vuruşunu izlerdi. Annesini bulurdu sanki. O’na hayranlık duyardı. Ne çok isterdi onun gibi sonsuz olmayı. Bu yüzden severdi dalgaları. Korkardı denizden ama deniz olmak isterdi. Onun gibi özgür olmayı dilemişti defalarca. Belki o geceleri gördüğü köpekler değdirirdi ayaklarını suların ılıklığına. O zaman köpekler daha mutlu olurdu. Anlamıştı köpekler ondan kaçıyordu. Sadece ondan da değil köpekler şehirden kaçıyordu. Eğer deniz olsaydı kaçmazlardı. Bir öğle vakti dedesiyle dolaşırlarken de görmüştü aynı köpekleri. Ne kadar da yorgunlardı. İnsanlar hep yürüyordu. Kaldırımlarda hep ayak sesleri vardı. Dükkanların uğultuları insan seslerini bastırıyordu. Makinelerin birbirine girmiş çarkları arasında yitip gitmişti baharın kokusu. Çığırıyordu makinalar gökdelenler dikmek için.

Güneşi de götürmüştü makineler. Sesler beynini kemirdi kızın. Koşup kaçmak istedi, betonlardan, makinelerden kaçmak. Denize koşmak istedi bütün arzusuyla.

Gece olunca duruyordu makineler. Sokağa dikilen bina hayaleti andırıyordu. Gülümsemesini kaybetmiş biri gibi donuk, duruyordu sokağın ortasında tüm çirkinliğiyle. Anlayamıyordu insanlar bunu neden yapıyorlardı. Köpeklerin sesiyle sıyrıldı düşüncelerinden. Yine koşmaya başlamışlardı. Nasıl da mutlulardı. Şehrin gürültüsü durunca, sokaklarda da kimse kalmamıştı. Arabalar durmuştu. Hep arabalar geçerdi. Köpekler sevmezlerdi arabaları. Her an altında ezilme korkusu yüzünden oynayamazlardı. Bazen büyük arabalar geçerdi. Adına panzer demişti bir gün kızın dedesi. Köpekler hemen havlardı onu görünce. Çünkü bilirdi köpekler o arabalar hep sokaklara zarar verirdi. Sokaksa köpeklerin her şeyiydi. Ama şimdi yoktu o büyük arabalardan. Korku da yoktu. Birbirlerine yaklaşıp sokuldukça özgürlüğün kokusu yükseliyordu.

Sahi neredeydi bu özgürlük? O köpekleri ne zaman görse dedesinin özgürlük diye fısıldayışı gelirdi aklına. Kötü bir şey miydi özgürlük? Annesinin ölümü bu yüzdendi.

Korkardı özgürlükten. O köpekleri, denizi, özgürlüğü düşlerken, yakalanmaktan korkardı. Yasaklamışlardı özgürlüğün hayalini kurmayı. Gerçekten kötü müydü özgürlüğü hayal etmek? Hayır, özgürlüğü hayal etmekten korkmuyordu. Söz verdi hiç korkmayacaktı.

Anneannesi ve dedesi girdi içeri. Gülümseyip ne yaptığını sordular.

“Ben deniz olmak istiyorum.” deyiverdi kız. ”Korkuyorum ama istiyorum. Onun gibi sonsuz. Kızgın bazen, sert kayalara çarpan dalgaları kadar öfkeli. Bazen de özgürlüğe koşan köpeklerin ılıklığını hissedecek kadar sakin. Ama hep özgür.”

Kızın bir çırpıda dudaklarından dökülen bu kelimeler duvarları yıkıp denizi dalgalandırdı. Anlam veremedi küçük kız, dedesinin ellerinin titreyişine, anneannesinin buğday teninin bembeyaz oluşuna. Annesinin çocukluğunu düşünmüştü. Belli ki anneannesi de aynı şeyi düşünüyordu. Kızı özgürlük demişti ölmeden önce. Şimdi torunu vardı karşısında. O da özgürlük diyordu. Korktu. Canı acıdı. Yoruldu. Kafesini yapan kuşlar gibiydi tam o anda. Küçük kızın gözlerinde umudu gördü.

Kızın anlattığı köpekleri anımsadı. Hatırladı karanlık sokaklarda köpeklerin nasıl özgürce koştuğunu. Ve yine hatırladı kızının umutla kaldırım taşlarının altında kumsal var deyişini. Hissetti torununun denize baktığında neler hissettiğini.

Tüm şehir sessizliğe büründü bir anda. Şalterler atmış, makineler durmuştu. Dükkânların uğultusu kesilmişti. Köpekler kalktılar kaldırımlarından. Koştular. Küçük kız da koştu onlarla. Çıkardı ayakkabılarını. Ayaklarına değen kum tanelerini hissetti. Kumsalı hissetti küçük kız betonlardan sıyrılıp. Artık şehir özgürlük kokuyordu.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 1. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Çatlaktan Sızanlar: Deniz”- Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/09/06/catlaktan-sizanlar-deniz-gizem-sahin/feed/ 0