hırsızlık – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sun, 04 Aug 2019 06:25:29 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Sultangazi’de 5 Dakikada 200 Bin Liralık Hırsızlık https://meydan1.org/2019/08/03/sultangazide-5-dakikada-200-bin-liralik-hirsizlik/ https://meydan1.org/2019/08/03/sultangazide-5-dakikada-200-bin-liralik-hirsizlik/#respond Sat, 03 Aug 2019 14:12:02 +0000 https://seninmedyan.org/?p=47482 İstanbul’un Sultangazi ilçesinde konfeksiyon atölyesine gelen yüzleri maskeli 6 kişi, 5 dakika içinde iş yerinden 200 bin liralık kot pantolon çaldı. Hırsızlar saat 06.30 sıralarında kot pantolon üretimi yapan iş yerinin önüne geldi. Minibüsle gelen ve yüzleri maskeli olan 6 kişi, demir kesme makasıyla kilitleri kesti. İş yeri alarmı çalmaya başlayınca kepenklere tırmanarak alarmı da […]

The post Sultangazi’de 5 Dakikada 200 Bin Liralık Hırsızlık appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

İstanbul’un Sultangazi ilçesinde konfeksiyon atölyesine gelen yüzleri maskeli 6 kişi, 5 dakika içinde iş yerinden 200 bin liralık kot pantolon çaldı.

Hırsızlar saat 06.30 sıralarında kot pantolon üretimi yapan iş yerinin önüne geldi. Minibüsle gelen ve yüzleri maskeli olan 6 kişi, demir kesme makasıyla kilitleri kesti. İş yeri alarmı çalmaya başlayınca kepenklere tırmanarak alarmı da kıran hırsızlar içerideki kot pantolonları taşımaya başladı. Yaklaşık 200 bin lira değerindeki bin 300 parça pantolonu dakikalar içerisinde minibüse taşıyan hırsızlar geldikleri araçla olay yerinden uzaklaştı.

ş yerinin güvenlik kameralarına yansıyan görüntülerde, yüzleri maskeli hırsızların malzemeleri minibüse yüklediği esnada bir kişinin yanlarından geçtiği görülüyor.

The post Sultangazi’de 5 Dakikada 200 Bin Liralık Hırsızlık appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/08/03/sultangazide-5-dakikada-200-bin-liralik-hirsizlik/feed/ 0
Ağzımızdan Çıkanlar, Kalemimizden Yazılanlar: Hırsız – Emircan Kunuk https://meydan1.org/2017/12/26/agzimizdan-cikanlar-kalemimizden-yazilanlar-hirsiz-emircan-kunuk/ https://meydan1.org/2017/12/26/agzimizdan-cikanlar-kalemimizden-yazilanlar-hirsiz-emircan-kunuk/#respond Mon, 25 Dec 2017 23:01:03 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/26/agzimizdan-cikanlar-kalemimizden-yazilanlar-hirsiz-emircan-kunuk/ “Yaşam içerisinde, günün herhangi bir anındaki, herhangi bir etkinliğimize düşünsel ya da eylemsel anlamda en çok etki eden şeyler nelerdir?” diye sorsalar cevaplamakta biraz zorlanacağımız aşikar. Ancak muhtemelen bu soruya vereceğimiz cevaplardan birisi ya da birkaçı konuşma, yazma, dil ya da bunların kökenini oluşturan simgesel kültüre ait argümanlarla ilişkili olacak. Dil ve dilin araçları tarih […]

The post Ağzımızdan Çıkanlar, Kalemimizden Yazılanlar: Hırsız – Emircan Kunuk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“Yaşam içerisinde, günün herhangi bir anındaki, herhangi bir etkinliğimize düşünsel ya da eylemsel anlamda en çok etki eden şeyler nelerdir?” diye sorsalar cevaplamakta biraz zorlanacağımız aşikar. Ancak muhtemelen bu soruya vereceğimiz cevaplardan birisi ya da birkaçı konuşma, yazma, dil ya da bunların kökenini oluşturan simgesel kültüre ait argümanlarla ilişkili olacak.

Dil ve dilin araçları tarih boyunca bazen doğrudan, bazen de dolaylı olarak yaşamın her alanına etki eden buradaki dönüşümü güçlendiren ya da bu dönüşüme ket vuran en önemli mekanizmalardan biri olmuştur. Toplumsal dönüşüm mücadelesinde ağzımızdan çıkanlar ve kalemimizden dökülenler özgürlüğe inanan ve yaşadığı her yerde onu yaratmaya çalışan bizleri ideallerimize en çok yaklaştıran yöntem oldu. Konuşmanın ve yazmanın gücü yalnızca ikna etmenin değil, bazen de birlikte yaşamın, paylaşmanın, dayanışmanın itici gücü haline geldi.

Gazetemizin ilerleyen bölümlerinde kelimeler ve kökenleri üzerine araştırmalar yapacak, toplumsal dönüşümün önemli bir mücadele alanı olarak gördüğümüz sözlü kültürün bu alanı üzerine yorumlarda bulunacağız. Bu bölümde yazacağımız kelimeler bazen hepimizin gündemini işgal eden, bazen de bizim kullanılışına ilişkin itirazlarımızı kapsayan yazılara konu olacak. Gazetemizdeki bu bölümde ilk olarak “hırsız” sözcüğünün tanımına ve kökenine yer veriyoruz.

Hırsızın Etimolojisi

Hırsız; TDK’ye göre “Başkasının malını çalan kimse” demektir. Türkçe’ye yaklaşık 600 yıl önce girdiği düşünülen bu sözcük üzerine bu alanda birçok çalışma olduğu gibi farklı yorumlar mevcut. “Hır” sözcüğünün kök olarak kabul edildiği ve kavga, muaraza, dalaş anlamına gelen sözcüğe göre hırsız, sessiz, usulca işini halleden anlamı üzerinden bugünkü haline kavuşmuş olabilir. “Hır çıkarmak”, “hır gür”, “hırıltı” gibi buradan türediği söylenen sözcüklerle de bu düşünce desteklenir. Bu düşünceye göre karşıtı olarak kullanılan “hırlı” sözcüğü de aslında olumsuz anlamdadır. “Hırlı mı hırsız mı” kullanımında, olumsuz anlatımı güçlendirmek için iki olumsuz örnekle anlatımın pekiştirildiği söylenir.

Bir diğer yoruma göre ise Arapça’daki “xayr” yani hayır sözcüğüne kökenlenen kelime; hayırsız, uğursuz anlamına gelmektedir. Tersi olan hırlı ise bu örnekte hayırlı, uğurlu demektir. Aynı anlama gelen farklı sözcüklerde ise yine Arapça “haram” sözcüğünden türeyen “harami” sözcüğü karşımıza çıkıyor.

Pek çok dile kaynaklık eden Latince’de hırsız için en bilindik sözcük “clepta’’, yani günümüzde çalma “hastalığı” olarak bilinen kleptomaniye adını veren sözcük.

Cermen kökenli eski İngilizce’ye baktığımızda hırsızın karşılığı olarak “þeof” sözcüğüyle karşılaşırız. Hırsızlık eylemini yapan kişi ise, yani günümüz İngilizce’sinde “thief’’ anlamına gelir. Eylemin kendisi ise “þīfþ” yani modern karşılığı “theft’’ olarak türemiştir. Ancak bu sözcük genelde şiddet kullanılmadan gerçekleştirilen hırsızlık için kullanılır. Şiddet kullanılarak gerçekleştirilen hırsızlık için ise Orta İngilizce’de “robben”, Eski Fransızca’da “rober” olan “rob” kelimesi köken olarak gösterilir. Bir eylem ya da pratik olarak ise Orta İngilizce ve Eski Fransızca’da “roberie” kelimesi “robbery”e dönüşmüş ve eylemi yapan kişi ise “robber” olarak adlandırılmıştır. Kimbilir, belki de İngiliz halk hikâyelerinde Kral John’a karşı çıkarak zenginlerden çalıp yoksullara veren Robin Hood’un adı bu sözcükle ilişkidedir.

“Başkasının malını gizlice almak, aşırmak” anlamında hırsızlık, üretilen literatürle aslında sistemin çelişkileri içinde sözlük anlamının ötesinde anlaşılmakta. Bürokratlar, memurlar ya da mülk sahiplerinin “hırsızlığı” için kullanılan “yolsuzluk, hortum” gibi kavramlar bir yanda dururken, gündelik kullanımında “hırsız” daha çok yoksulluktan dolayı çalanların, kriminalize edilmesi üzerine kurulmuş bir adlandırma olarak karşılık bulmaya devam ediyor.

 

Emircan Kunuk

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.

The post Ağzımızdan Çıkanlar, Kalemimizden Yazılanlar: Hırsız – Emircan Kunuk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/26/agzimizdan-cikanlar-kalemimizden-yazilanlar-hirsiz-emircan-kunuk/feed/ 0
Mülkiyet Hırsızlıktır – Gökhan Soysal https://meydan1.org/2017/12/23/mulkiyet-hirsizliktir-gokhan-soysal/ https://meydan1.org/2017/12/23/mulkiyet-hirsizliktir-gokhan-soysal/#respond Sat, 23 Dec 2017 08:20:02 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/23/mulkiyet-hirsizliktir-gokhan-soysal/ “Şayet ‘Kölelik nedir?’ sorusuna ‘kölelik cinayettir’ deseydim, ne kastettiğim anlaşılırdı. Bir insandan düşünme yetisini, iradesini, şahsiyetini almak kudretinin hayat memat meselesi olduğunu ve bir insanı köleleştirmenin onu öldürmek olduğunu göstermek için uzun söze gerek olmayacaktı. Öyleyse ‘Mülkiyet nedir?’ sorusuna, niçin ‘hırsızlıktır’ diye cevap veremeyeyim; ne de olsa ikinci soru ilkinin şekil değiştirmiş halinden ibaret değil […]

The post Mülkiyet Hırsızlıktır – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“Şayet ‘Kölelik nedir?’ sorusuna ‘kölelik cinayettir’ deseydim, ne kastettiğim anlaşılırdı. Bir insandan düşünme yetisini, iradesini, şahsiyetini almak kudretinin hayat memat meselesi olduğunu ve bir insanı köleleştirmenin onu öldürmek olduğunu göstermek için uzun söze gerek olmayacaktı. Öyleyse ‘Mülkiyet nedir?’ sorusuna, niçin ‘hırsızlıktır’ diye cevap veremeyeyim; ne de olsa ikinci soru ilkinin şekil değiştirmiş halinden ibaret değil mi?”

Proudhon, o ünlü “Mülkiyet, hırsızlıktır” cevabını sona bırakmak yerine daha kitabın başında vermektedir. Mülkiyet üzerine o döneme kadar yazılmış en derinlikli çalışmasıyla Proudhon, “Genel kabul gören ve siyasal inanç sistemimizi özetlemek gibi tartışılmaz bir meziyete sahip bir ilkeyi yıkmak, davayı kazanmaya yetmez; onun zıddı olan olguyu tesis etmek ve bu ilkeden çıkacak sistemi formüle etmek de gerekir” diyerek “derhal uygulanabilir bir sistem” olarak tarif ettiği kendi önerisine de yer vermektedir. Proudhon, kitap boyunca mülkiyeti birçok yönden inceleyerek mülkiyetin birinci sonucunun (hırsızlık) yanı sıra ikinci sonucunu da dillendirmektedir: “Mülkiyet, despotluktur”. Ve 1840 yılında yayınlanan bu kitabın çok önemli bir başka özelliği de Proudhon’un “hangi hükümet sistemini tercih ettiğine” yönelik soruya verdiği cevaptır: “hiçbirisine, Ben anarşistim”.

Hakkında bilgi verilen kaynaklarda siyasi kimliğinden bahsetmeden Fransız ekonomisti olarak adlandırılsa da Proudhon “Mülkiyet Nedir?” kitabında olduğu gibi birçok kitabında hayatın her alanına ilişkin söyledikleriyle bir ekonomistten fazlası olarak belirmektedir. Özellikle içinde bulunduğu zaman diliminde entelektüel tartışmaların odak noktasını oluşturan siyasal iktisatçıların tartışmalarından da bu yönüyle ayrılmaktadır. “Mülkiyet Nedir?” kitabında sadece mülkiyetten veya zilyetlikten bahsedilmemekte; emek, adalet, toplum, ahlak ve birçok başat konu, enine boyuna tartışılmaktadır.

Proudhon konuya yaptığı girişle okuyucuyu şaşırtarak verdiği örneklerle akıllarda kalan soru işaretlerini silmektedir. Bu yüzden okuyucunun ön yargıyla değil Proudhon’un söylediklerini değerlendirerek hareket etmesi gerekmektedir.

Mülkiyeti savunanların yazdıklarını da alıntılayarak savunma noktalarını açığa çıkartan Proudhon, kitap boyunca mülkiyeti savunmak için getirilen her akıl yürütmenin (eşitlik, ihraz hakkı, emek…) mülkiyetin yadsınmasına götüreceğini ve mülkiyetin olanaksızlığını belirtmekte ve bunu da birçok örnekle kanıtlamaktadır. Mülkiyeti savunanların dahi başvurmak zorunda kaldığı temel kavram adalettir. Adaletin önemini şöyle tarif etmektedir Proudhon: “İnsanların arasında olup biten her şey hak hukuk namınadır, içine adaletin karışmadığı hiçbir şey yoktur. Adalet hiç de yasanın hizmeti değildir. Tersine yasa, insanların çıkar ilişkileri içinde bulunduğu her durumda hak olanın ilanından ve tatbikinden öte bir şey olmamıştır asla.”

Hırsızlığın ve despotizmin koruyuculuğunu üstlenmiş olan yasalar, yüzyıllardan beri yoksulluğun temel nedeni olan mülkiyeti korumaktadır. Sistem, günümüzde de gözleri bağlı adalet tanrıçalarının süslediği sarayların içine adaleti tıkarak işlemektedir. Mülkiyetin neden olduğu yoksulluk, “adalet”in şu anki görünümüdür.

Toplumun adalete olan açlığının yine toplum tarafından giderilebilmesi için öncelikle mülkiyetin kaldırılması gerekir ve bunu derhal yapmak gerekir. Mülkiyetin savunmanın devrimi reddetmek olduğunu vurgulayan Proudhon, bu kitapta onun için mülkiyetin zıddı bir olgu olan zilyetliği tartışmaya açmaktadır. Formülün ne olduğu tabi tartışılabilir ama tartışılmayacak olan şey mülkiyetin bir an önce kaldırılmaya başlanması gerektiğidir. Proudhon’un söyledikleri, gerçeklerden uzakta aranacak birtakım hayaller değil, bir an önce uygulanmaya başlarken dikkat edilmesi gereken şeyler olmaktadır.

Evet, mülkiyet hırsızlıktır. Sistem hırsızların sistemidir. Herkese ait olan şeyleri ve insanların iradelerini çalmak üzerinden yükselen sistem, kendisine yönelik saldırıya da polisiyle, hukuk mekanizmasıyla ve hapishaneleriyle karşılık vermektedir.

Sistem, mülkiyete saldıranları “hırsız” diye yaftalayarak insanı toplumdan soyutlamaktan başka bir amacı olmayan hapishanelerine atmaya çalışmaktadır. Ancak özgürlük, ne süslü sarayların içerisinde kaybolabilecek bir şeydir ne de hapse atılabilir. Aslında kendileri hırsız olan mülkiyet savunucuları, kendi kutsallıklarına karşı yöneltilen her adalet talebini yasalarıyla yönetmelikleriyle hapishanelerde boğmaya çalışabilir. Çalışacaktır. Tarihten hiç almadığı bir ders varsa, o ders, ezilenlerin dayanışması ve direnişi karşısında tankıyla, tüfeğiyle, hapishanesiyle de olsa hiçbir biçimde duramayacağıdır.


Gökhan Soysal

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Mülkiyet Hırsızlıktır – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/23/mulkiyet-hirsizliktir-gokhan-soysal/feed/ 0
Devlet ve Kapitalizm Hırsızlıktır – Hüseyin Civan https://meydan1.org/2017/12/21/devlet-ve-kapitalizm-hirsizliktir-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2017/12/21/devlet-ve-kapitalizm-hirsizliktir-huseyin-civan/#respond Thu, 21 Dec 2017 07:23:10 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/21/devlet-ve-kapitalizm-hirsizliktir-huseyin-civan/   İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak bir kenara, yaşamlarını idame ettirme noktasında dahi sıkıntılar içerisinde oldukları bir zamanda; sadece kapitalizmin vahşiliği ile değil, devletin zorbalığı ile uğraşıyor olduğu bir çağda; 19. yüzyılın ilk yarısında, Pierre Joseph Proudhon’un “Mülkiyet hırsızlıktır” önermesi sadece içinde bulunulan yüzyıla değil, önceye ve sonraya yönelik bir tespitti. Önceye yönelik bir tespitti, çünkü kapitalizm […]

The post Devlet ve Kapitalizm Hırsızlıktır – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak bir kenara, yaşamlarını idame ettirme noktasında dahi sıkıntılar içerisinde oldukları bir zamanda; sadece kapitalizmin vahşiliği ile değil, devletin zorbalığı ile uğraşıyor olduğu bir çağda; 19. yüzyılın ilk yarısında, Pierre Joseph Proudhon’un “Mülkiyet hırsızlıktır” önermesi sadece içinde bulunulan yüzyıla değil, önceye ve sonraya yönelik bir tespitti.

Önceye yönelik bir tespitti, çünkü kapitalizm ulaştığı aşamaya uzun bir tarihsel süreç içerisinde gelmişti. Ve bu geliş yıkımın, sömürünün ve katliamın tarihiydi. Sonraya yönelik bir tespitti, çünkü kapitalizmin varlığı ve büyümesi arasında doğrudan bir ilişki vardı. Büyümeden, yani daha çok yıkmadan, sömürmeden ve katletmeden varlığını devam ettiremezdi.

Proudhon’un şiarı kapitalist düzene ilk karşı çıkış değildi ve sözü önceki yüzyılların kapitalizm karşıtı mücadele geleneğini de içinde barındırıyordu. Ama şiarı radikaldi, mülkiyeti ve mülkiyet sisteminin ekonomisini tarihsel bir zorunluluk olarak gören tüm “muhalefete” bir yanıttı.

Proudhon mülkiyeti “zorunlu bir tarihsel aşamanın gereklilikleri” diye meşrulaştırmadı. Tarihsel bir olumsuzlamaydı. Tıpkı, bu sözle beraber yer alan “Kölelik cinayettir.” şiarında olduğu gibi… Kıta Avrupa’sında liberaller ve sosyal-demokratlar, toplumsal refahlarının kaynağı olan köleliğe ve mülkiyete tarih yazmakla, felsefik köken aramakla meşgulken; o, her zaman ve her mekan için genelleştirmekten kaçınmadığı siyasal düşünceleri toplumsallaştırmaya çaba gösteriyordu.

“Mülkiyet hırsızlıktır” bir iddia ya da tez değil, bir tespittir. Sadece modern kapitalist bir ekonomik işleyişe yönelik değildir. Mülkiyet ilişkilerinin ilk ortaya çıkışından başlayan ve içinde bulunulan dönemde karmaşıklaşan bu ilişkileri kendine sorun edinir. Mantıksal önermelerle, iddia kanıtlamaya çalışan “bilimcilik oyunu” değil, ezilenlerin içerisinde bulunduğu koşullardan kurtulmaya yani özgürleşme sürecine yönelik bir şiardır.


Kapitalizm Hırsızlıktır

“Mülkiyet yoksun bırakma hakkıyla eşitliği, despotizmle özgürlüğü ihlal eder ve hırsızlıkla tam bir özdeşliği vardır.”

“Mülkiyet Nedir?”- Proudhon

Kapitalizm ve mülkiyet arasındaki ilişki, sadece ücretli emeğin ortaya çıktığı bir dönemle sınırlandırılamaz. Bunun bir öncesi vardır. Ancak modern kapitalizm ve mülkiyet arasındaki ilişkiyi irdelemek, bu önceki kısmı anlamak açısından da kullanışlıdır. Modern kapitalizmden önceki ilişkileri değerlendirmeyi sonraya bırakıp, kapitalizmin modern kısmına baktığımızda bir nedensellik gözümüze çarpar.

Ücretli emeğin yani işçinin varlığını zorunlu kılan nedensellik özel mülkiyet (ve devlet mülkiyeti) ile kavranır. Mülkiyete sahip olan ve mülksüz arasındaki ayrım, sadece üretim araçlarının mülkiyetinin sahipliği ile açıklanamaz. Çünkü üretim araçlarının özel (veya devlet) mülkiyeti, şiddet mekanizmaları ve zor yöntemleri kullanılmadan var olamaz. Özel mülkiyete dayalı bir ekonomi, ekonomik iktidarı elinde bulunduran sınıfın ayrıcalığının kaynağıdır. Bu ayrıcalık sadece baskıcı ve otoriter bir şekilde kendini var edebilir. Bu baskı ve otoriter yöntemden, modern kapitalizm öncesi dönemden bahsederken değineceğiz.


Özel Mülkiyet Devletin Özel Biçimidir

“Bugünkü biçimiyle mülkiyet nedir, sermaye nedir? Kapitalist ve mülk sahibi açısından bunlar, devletçe güvence altına alınmış, çalışmadan yaşama gücü ve hakkı demektir. Bir başkasının çalışmasını sömürerek yaşamını sürdürme gücü ve hakkı…”

Kapitalist Sistem, Bakunin

Özel mülkiyet, mülk sahibinin kendi mülkiyeti üstünde bir yönetici olarak davrandığı küçük bir devlet gibidir. İşçi onların mülkiyetini kullanırken onların emirlerine, yasalarına ve kararlarına itaat etmek zorunda olan kapitalistin vatandaşları gibidir.

Özel mülkiyet, devletin özel biçimidir. Sahip olan kişi “sahip olduğu” alan dahilinde neler olduğunu belirler. Bu nedenle bunun üzerinden iktidar tekeline sahiptir.

Ancak bu durum, yani liberallerin “iradi iş sözleşmeleriyle” olumladıkları ilişki biçimi, tam anlamıyla özgürlüğün reddidir. Aynı liberallerin, özel mülkiyeti “mutlak bir hak” olarak tanımlayarak yaptıkları, ihtiyaçların karşılanması hususunda adaletsizliklere neden olmaktır. Ekonomik adaletsizlikler, özel mülkiyet aracılığıyla meşrulaştırılmış olur. Ve aynı adaletsizlikler yüzünden mülksüzler, mülk sahiplerinin emrinde çalışmaya zorlanır.

Mülkiyet bir iktidar kaynağıdır. Proudhon “Mülk sahibi ya da hırsız” der, “kendi iradesini yasa olarak dayatır; yani hem yasama hem de yürütmeymiş gibi davranır.” Böylece mülkiyetin despotizmi ortaya çıkardığını vurgular. Yani mülk edinmek için, zor kullanma, diğerlerinin iradelerini yok sayma yöntemleri kapitalizmi bir zorbalık ve hırsızlık olarak tanımlamamıza olanak verir.


İlk Tartışma

Mülkiyet ve ekonomik sistemi olan modern kapitalizmin bu zora dayalı ilişkiler ağı, temellerini ilk mülkiyet ilişkilerinin ortaya çıktığı zamanlarda ve coğrafyalarda bulur. Bunları nasıl isimlendirirsek isimlendirelim (erken kapitalizm, ilkel kapitalizm, mülkiyet ilişkilerinin ilk çıktığı zamanlar), ortada olan durum Errico Malatesta’nın “Jandarma olmadan, mülk sahibi var olmaz.” diye altını çizdiği bir ikiliktir. Biri olmadan diğeri var olamaz.

Tam da bu kısım, tarihsel okumalar açısından önemli bir yerde duruyor. Tüm tarihsel okumayı mülkiyet ilişkilerinin gelişimi üzerinden yapan liberalizm ve sosyalizm; iktidarı ekonomik sömürünün, toplumsal adaletsizlikleri ve siyasal şiddetin merkezine koyan ve buna bağlı tüm gelişimlerde iktidar ve onun merkezileşmesinin önemini vurgulayan anarşizm…

Mülkiyetin mi yoksa iktidarın mı önce var olduğu sorusuna ilişkin verilecek bir cevabın, muhakkak iyi bir tarihsel verilendirme yapması gerekecektir. Öte yandan, Malatesta’nın ortaya koyduğu zorunlu ikilik; “mülkiyet sahibi olduğunu” iddia edenin, “her şeyin herkesin olduğu” bir durumda, meşruluğunu sağlayabileceği yegane unsurun şiddet ve zor olabileceğini göstermek açısından önemlidir.

Keza, M.Ö. 4000’lerin hem mülkiyete dayalı merkezi bir ekonominin ortaya çıktığı hem de siyasal iktidarın merkezileştiği dönemler olması rastlantı değildir. Mülkiyete dayalı ilişkilerin sistematikleştiği coğrafyaların ilk devletlerin ortaya çıktığı coğrafyalar olması da bize “meşru şiddet tekelini” elinde tutan güç olmadan mülkiyet ilişkilerinin ortaya çıkamayacağını göstermektedir.

Bu açıkça şu demektir; mülkiyet ve ilişkilerinin siyasalı belirlemesindeki rolü, siyasi iktidarın mülkiyet ilişkilerinin belirlenmesindeki rolünden daha azdır. Dolayısıyla tarihin bu dönemindeki en büyük hırsızlar da mevcut siyasal iktidarlarını, yani şiddet kullanma tekelini emirlerinde bulunan kolluklarla uygulayarak mülkiyet sistemini yaratanlardır. Üretim-tüketim-dağıtım ağını kontrol eden merkezi devlet yapılanmalarıdır.


Sömürgecilik ve Çitleme

Tarihteki özellikle iki büyük sürecin mülkiyet ilişkilerinin şimdiki altyapısını oluşturmasında önemli etkisi olmuştur.

15. yüzyılda başlayan sömürgecilik hareketleri, bir yanda devletlerin siyasi sınırlarını genişlettiği ve sömürge altına alınan coğrafyanın bir merkez tarafından kontrol edildiği yeni bir uluslararası siyaset ortaya çıkarırken; öte yanda sömürgeleştirilen coğrafyalardaki tüm varlıklar sömürülmüş ve modern kapitalizmin en büyük birikimi elde edilmiştir. Avrupa dışında kalan neredeyse tüm coğrafyalar, bu süreçte bu siyasi ve ekonomik saldırıya maruz kalırken sömürü, köleliğin yaygınlaştığı ve her şey gibi insanın da metalaştığı bir biçim halini almıştır. Yüzyıllar boyunca devam eden (ve hala daha etkilerini sürdüren) bu süreç, Sanayi Devrimi’ne ilk kaynaklık eden sermayenin oluşturulmasında kullanılmıştır.

Modern kapitalizmin oluşmasında bir milat niteliğinde bulunan Sanayi Devrimi’ne etki eden diğer büyük gelişme, 18. yüzyılda İngiltere’de başlayıp yaygınlık kazanan topraksızlaştırma hareketi; çitlemeydi.

“Çitleme kanunları, tarımsal nüfusu sefalete itti ve onları toprak sahiplerinin insafına terk etti; işçiler olarak imalatçıların insafına terk edilecekleri kentlere büyük sayılarda göç etmeye zorladı.”

Pyotr Kropotkin

Çitleme hareketi, toprağın yeniden örgütlenmesi süreciydi. Ortak kullanımda olan topraklar, krallık tarafından özel şahısların mülkiyetine verildi ve toprağa dayalı ekonominin zora girmesine yol açtı. Yani köylülerin ihtiyaçlarını karşılamak için kullandıkları toprakları ellerinden alındı. Çitleme hareketi sadece zengin toprak sahipleri yaratmadı, aynı zamanda bir süre sonra ihtiyaç hissedilecek olan işçilere topraksız köylülerden hammadde sağlandı.

Toprak, ihtiyaçlarını karşılamak için kullananların elinden alındı ve toprak sahipleri tarafından kar için üretim yapacak şekilde kullanıldı. İnsanları, ihtiyaçlarını karşılamak için kullandıkları topraklardan “yasal” olarak men edebilen toprak sahibi bu sınıf, modern hırsızların kökeni konumunda.

Tarihteki tüm bu zor girişimleri, yaratılan “zenginlik”in temelini oluşturan önemli olaylar. Bu tarihsel süreçlerin yarattığı yeni sınıf tarih sahnesine çıktı ama, tabi ki devlet korumasında. Kapitalizmin gelişim süreci, bu kaba hatlarıyla bile düşünüldüğünde şu sonuca ulaşmak çok da yersiz değil: Kapitalizm hırsızlıktır.


Devlet Hırsızlıktır

Devletin, mülkiyet ilişkilerinin kapitalist evrimi içerisindeki rolüne yukarıdaki bölümlerde değinmeye çalıştık. Mülk sahipleri ve mülksüzler arasındaki ekonomik ilişkide, mülk sahipleri lehine kurucu ve koruyucu rolünün yadsınamayacağının altını çizmeye çalıştık. Devlet mekanizmasının bu rollerinin dışında, doğrudan ekonomik sömürüde özne olarak yer aldığı, yani hırsız rolünü oynadığı; kapitalizmle ilintili unsurların (burjuvazi vb.) devre dışı kaldığı ekonomi modellerini irdelemek bir başka açıdan önemli.

Bu önem, kapitalist sömürü sisteminin alternatifi olarak gösterilen “devletli” çözümleri doğru değerlendirmekle ilgili. Özel olanın karşısına “kamusallığı”; kapitalizmin karşısına “sosyalizmi” koyanların ısrarlıca üstüne düşünmesi gereken, ekonomik artığı (yani emeği) yağmalamak için muhakkak kapitalizmin özel biçiminin gerekmediğidir.

“Yaşam devam ediyor, her gün duygu ve düşüncelerime yeni çelişkiler ekleniyordu. Beni en çok etkileyen ise çevremde tanık olduğum açık eşitsizlikti. Petro-Sovyet Birinci Sınıf Konukevi (Astoria) ahalisine ayrılan pay fabrikalarda çalışan işçilerinkine oranla çok fazlaydı. Emin olun, bu işçiler yaşamlarını sürdürmelerini sağlayacak oranda bile pay almıyorlardı. Astoria’daysa durum çok farklıydı. Burada öbeklenen ve Smolni’de çalışmalarını yürüten Komünist Parti üyeleri, Petrograd’ın en iyi imkanlarına sahipti.” ve ekliyor Emma Goldman Bolşeviklerin Devrime İhanetinin Öyküsü’nde; “Bu adaletsizliği haklı kılan tek bir gerekçe göremiyordum. Mutfak ziyaretlerimde hizmetçilerin sayısız memur, yoldaş ve müfettişler tarafından denetlendiğine tanık oluyordum. Hizmetçilerin yemeklerinin hazırlandığı ayrı, küçük bir mutfak daha mevcuttu ve burada hengameyi aratmayan yemek kavgaları yaşanıyordu. Komünizm böyle bir şey miydi?”

Elbette komünizm böyle bir şey değildi, olamazdı. Ama komünizm adı altında devlet kapitalizmi programını uygulayanların kaçınamayacağı ya da kaçınmak istemediği şey, mülkiyet sisteminin ortaya çıkardığı “ekonomik artığa” el koymak olacaktı.

Dün ve bugün, sosyalizmin pratiğe geçtiği tüm coğrafyalarda, ekonomik adaletsizliklere ilişkin bir türlü bulunamayan çözüm, tam da özel mülkiyet ilişkilerinin devlet mülkiyeti altında devam ettiriliyor oluşudur. Ortaya çıkan yeni hırsızlar, o devlet yapılarının korumasında mülkiyet ilişkilerini yeniden üreten bürokratik sınıf olmuştur.

Özel mülkiyetin devlet mülkiyetine dönüştürülmesi (kamulaştırma ya da millileştirme), mülkiyet ilişkilerini değiştirmez. Değiştirdiği sadece patronların yerine geçen bürokratlardır. Mülkiyet ilişkilerinden özgürleşmek, mülk sahiplerinin değişmesi değildir.


Yeniden Düşünmek

Mülkiyet ve hırsızlık arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmek, her zaman olduğu gibi bugün de önemli. Karşısında mücadele ettiğimiz ekonomik, siyasi ve toplumsal yapıyı anlamak ve yaratacağımız yeni dünyanın tüm bu biçimlerden uzak bir şekilde inşa edilmesi için önemli. Ama en önemlisi, asıl hırsızların ve asıl hırsızlığın, kim ve ne olduğunu anlamak ve anlatmak…

1840’tan bu yana “Mülkiyet hırsızlıktır” şiarı, coğrafyadan coğrafyaya, toplumsal devrim mücadelelerinde yayılmakta. Bugün birilerinin unutturmaya çaba gösterdiği bu şiarı, şimdi dillendirmekten daha uygun zaman yok. Kapitalizm hırsızlıktır, devlet hırsızlıktır.


Hüseyin Civan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.

The post Devlet ve Kapitalizm Hırsızlıktır – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/21/devlet-ve-kapitalizm-hirsizliktir-huseyin-civan/feed/ 0
Ben Neden mi Hırsızım? – Furkan Çelik https://meydan1.org/2017/12/20/ben-neden-mi-hirsizim-furkan-celik/ https://meydan1.org/2017/12/20/ben-neden-mi-hirsizim-furkan-celik/#respond Wed, 20 Dec 2017 12:50:46 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/20/ben-neden-mi-hirsizim-furkan-celik/ Eğer ortada bir hırsızlık varsa, her şey yalnızca bazı insanlara ait olduğu içindir; bir tarafta bolluk, diğer tarafta yokluk vardır. Anarşist Marius Jacob   Marius Jacob, Eylül 1879 yılında bir liman kenti olan Marsilya’da dünya gelmişti. Henüz 11 yaşındayken çalışma sertifikasını almış, yaşadığı kentin koşulları nedeniyle gemilerde çalışmaya başlamıştı. 16 yaşında denizde geçirdiği kaza ve […]

The post Ben Neden mi Hırsızım? – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Eğer ortada bir hırsızlık varsa, her şey yalnızca bazı insanlara ait olduğu içindir; bir tarafta bolluk, diğer tarafta yokluk vardır.

Anarşist Marius Jacob

 

Marius Jacob, Eylül 1879 yılında bir liman kenti olan Marsilya’da dünya gelmişti. Henüz 11 yaşındayken çalışma sertifikasını almış, yaşadığı kentin koşulları nedeniyle gemilerde çalışmaya başlamıştı. 16 yaşında denizde geçirdiği kaza ve fırtınalı okyanusların onu sürekli hasta etmesi sebebiyle “ayağının toprağa basması gerektiği”ni düşünerek gemilerdeki işini bırakmıştı.

1896’da Fransa’ya dönen Jacob, matbaada dizgicilik işine başladığı sırada Kropotkin’in anarşist fikirleriyle tanıştı. Anarşistlerin düzenlediği toplantılara katılarak onlarla iletişim kurdu. Paris Komünü’nden beri toplumsal bir ayaklanmanın olmadığı Fransa’da, devletin anarşistlere yönelik baskıları oldukça yoğundu. Anarşistlerse bu baskılı dönemde bir yandan bireysel eylemlere yönelirken diğer yandan gizli toplantılarla örgütlenme çalışmaları içerisindeydiler. Ravachol gibi birçok anarşistin eylemleri, aynı tarihlerde anarşistlerle tanışık olan Jacob’u da etkilemişti.

Aynı dönemdeki sosyalistlerin hedefi ise, yasal yollarla seçilip parlamentoya girmekti. Jacob bu durumu görmesinin ardından ilk eylemini, seçim sandıklarının muhafaza edildiği binada, sandıklara bomba yerleştirip patlatarak gerçekleştirmişti. Komünü unutanlara çok sert bir mesajdı bu… Bu eylemi sebebiyle 6 ay tutsak edilen Jacob, hapishaneden çıktığında fikirleri daha da netleşmişti. Çıkar çıkmaz zenginlerin evlerine girerek soygunlar yapmaya başladı. Çaldıklarını anarşistlerin sendikalarına, dergilerine ve matbaalarına dayanışma olarak veriyordu. Bir hırsızlık sırasında yakalanmasının ardından deli taklidi yapmış ve hapishane yerine deliler hastanesine gönderilmişti. Buradan kaçmaksa Jacob için çocuk oyuncağıydı.

Gece İşe Çıkan İşçiler

1900-1903 yılları arasında Jacob, 2-3 kişilik gruplar oluşturup birçok eve girerek hırsızlık yapmaya başladı. Seçtikleri evlerin hepsinin ortak bir özelliği vardı. Hepsi patronlar, hâkimler, askerler ve din adamları gibi toplumu yöneterek zengin olanların; kendi tabiriyle “sosyal paratistlerin” evleriydi. Bu evleri soymayı bir eylem olarak görüyordu. Soyduğu evlerin duvarlarına mesajlar bırakıyorlardı, mesajların altına “Gece İşçileri Çetesi” imzası atmayı da hiçbir zaman ihmal etmezlerdi. 3 senede 160’a yakın ev ve kilise soygunu gerçekleştirdikleri halde -polis dahil- hiç kimse bu çeteyi deşifre edememişti. Kimseler bu çetede kimlerin olduğunu bilmiyordu, tek bilinen işçi oldukları ve gündüz onlardan çalınanları akşam geri aldıklarıydı.

Gece İşçileri Çetesi’nde kimse zenginleşmemişti. Çete üyeleri gündüz emeklerini satarak çalışıyor, emeklerinin karşılığını alamadıkları için akşamları patronlarının evlerini soyuyorlardı. Hiçbir zaman zanaatkar, doktor ya da yoksul olan birinin evine girmemişlerdi. Patronlarsa her gün milyonlarca yoksulun evlerine girip onların lokmalarını çalıyordu. Bu, Gece İşçileri’nin eylemlerinin meşruluk kaynağıydı.

Pierre Loti ile Jacob’un Hikayesi

Bir keresinde bir eve giren Jacob hiçbir şey almadan evden çıkmıştır. Jacob ilk defa bir soygunu yarım bırakmıştır. Sonradan olayı anlattığında, evin roman yazarı Pierre Loti’ye ait olduğunu anlayınca evi soymaktan vazgeçtiğini ifade etmiştir.

Jacob ve Gece İşçileri, 21 Nisan 1903’te Abbeville’de soygun yaparken tuzağa düşürüldü. Çetenin yakalanması sırasında bir polisin vurulması dahil birçok şeyle suçlanan Jacob, 18 ay sonra çıkarıldığı mahkemede yaptığı tüm eylemleri savundu. Savunmasının son kısmında şöyle demişti;

“Tabi ki, ben de zor kullanarak ya da kurnazlıklarla bir başkasının emeğinin meyvelerine sahip olunması eylemini kınıyorum/onaylamıyorum. Fakirlerin mal varlığının hırsızı olan zenginlere karşı savaş açmamın sebebi de kesinlikle budur. Ben de hırsızlığın yasaklandığı bir toplumda yaşamak istiyorum. Ben hırsızlığı sadece -hırsızlıkların en kötüsü olan- bireysel mülkiyete karşı en uygun başkaldırı yöntemi olduğu için onayladım ve kullandım.

‘Sonucu’ ortadan kaldırmak için öncelikle ‘sebep’i ortadan kaldırmalısın. Eğer ortada bir hırsızlık varsa, her şey yalnızca bazı insanlara ait olduğu içindir; bir tarafta bolluk, diğer tarafta yokluk vardır. Mücadele yalnızca insanlar acı ve kederlerini, emek ve zenginliklerini ortaklaştırdıklarında, her şey herkesin olduğunda son bulacaktır.
Ben Devrimci Anarşistim. Ben devrimimi yaptım. Yaşasın anarşi!”

Mahkemede patronların ve özel mülkiyet sahiplerinin baskısıyla Jacob 20 yıl hapse mahkum edilerek Şeytan Adası’na sürgün edilir. Defalarca adadan kaçma girişiminde bulunduğu için 9 yılını tek kişilik hücrede geçirir. 1927 yılında serbest bırakıldıktan sonra Fransa’ya geri döner. Libertaire Gazetesi çevresinde faaliyet göstermeye başlayan Jacob, Sacco ve Vanzetti’nin idamına karşı yapılan kampanyalara katılır. Durruti’nin sürgündeyken İspanya’da ölüm cezasına çarptırılmasına karşı Durruti ve arkadaşlarıyla dayanışma içerisine girer. 1936’da toplumsal devrim sırasında İberya’ya giderek CNT’ye destek olur. Şeytan Adası’nda yıllarını geçirdikten sonra hırsızlıktan emekli olsa da, 1954’deki ölümüne dek fikirlerinden vazgeçmemiş; yasaklı, aranan anarşistleri evinde saklamış ve anarşist dergilerin çıkarılması için çaba harcamıştır.

 

Furkan Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Ben Neden mi Hırsızım? – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/20/ben-neden-mi-hirsizim-furkan-celik/feed/ 0
Hırsızın Adaleti Hırsıza – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2017/12/20/hirsizin-adaleti-hirsiza-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2017/12/20/hirsizin-adaleti-hirsiza-ozgur-erdogan/#respond Wed, 20 Dec 2017 12:34:42 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/20/hirsizin-adaleti-hirsiza-ozgur-erdogan/ Tarihteki (aslında öncesinde) ilk hırsız kimdi? Mülkiyet, suç, yasa ve iktidar gibi kavramlara kafa yoran herkesin sorduğu sorulardan biri olsa gerek “ilk hırsızın kim olduğu” sorusu. Cevabı bulmak ise oldukça güçtür. Bulduğunuz cevap hayatı nasıl okuduğunuzla alakalı olmakla birlikte ezen ve ezilen arasında bin yıllardan beri devam eden mücadelede nerede konumlandığınızı gösterir. Öncelikle şuradan başlayalım, […]

The post Hırsızın Adaleti Hırsıza – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Tarihteki (aslında öncesinde) ilk hırsız kimdi? Mülkiyet, suç, yasa ve iktidar gibi kavramlara kafa yoran herkesin sorduğu sorulardan biri olsa gerek “ilk hırsızın kim olduğu” sorusu. Cevabı bulmak ise oldukça güçtür. Bulduğunuz cevap hayatı nasıl okuduğunuzla alakalı olmakla birlikte ezen ve ezilen arasında bin yıllardan beri devam eden mücadelede nerede konumlandığınızı gösterir.

Öncelikle şuradan başlayalım, her şeyden önce bir hırsız kişinin ve hırsızlık eyleminin olabilmesi için ortada birilerine ait bir varlığın olması gerekir. Biz buna mülkiyet diyoruz. O halde geriye, çok çok geriye dönerek ilk mülkiyeti kimin, nasıl edindiğini bulmamız gerekir ki, uzun yıllardan bu yana süren çalışmalar bu konuda henüz doyurucu açıklamalar yapamamıştır. Elimizde sadece vakaya ya da vakalara dair birçok varsayım mevcuttur.

İlk devletsi yapıların oluşması ile başlayan süreçten 18. yüzyıl İngiltere’sinde kolektif olarak üzerinde çalışılan toprağın yine birileri tarafından çitlenerek sahiplenebilmesine kadar geçen süreç, mülkiyetin git gide meşrulaştığı zaman aralığını belirler.

Eğer siz hırsızlığı bu mülk sahiplerinden çalınması -bizce alınması ya da tekrar kolektifleştirilmesi- olarak tanımlıyorsanız, açık ki bu savaşta ezenlerin tarafındasınızdır. Eğer bizler gibi doğanın ve doğadaki diğer tüm varlıkların sahip olduğu bir varlığın çalınmasını -daha doğrusu mülkiyete geçirilmesini- kastediyorsanız o halde ezilenlerin tarafındasınız. Sonuç olarak ilk hırsız, ilk mülkiyete sahip olandan çalan değil tüm doğanın olan varlığı ilk mülkiyetine geçirendir. Doğadan ve yaşamdan çalandır.

Fakat bizim bu yazıda ele alacağımız mesele mülkiyet değil, ilk mülkiyeti edinenlerin yani ilk hırsızların o mülklerini korumak adına ortaya attıkları yasalarla ilgilidir. Hırsızlık üzerine yapılan yasaların tamamı, ilk hırsızlığı gölgelemek ve bunu daimi kılmak amacını taşır.

Her ne kadar daha öncesinde yazılı olmayan kuralların olduğunu bilsek de ilk yazılı kanunlar Sümer Kralı Urgakina tarafından MÖ 3000 civarında ortaya atılmıştır. Fakat hırsızlık ve mülke zarar verme gibi eylemlerinin çok açık bir şekilde ve sertçe cezalandırılması gerektiğini söyleyen ilk yasa, Hammurabi Yasaları’dır. Mezopotamya üzerinde büyük bir hegemonya kuran Babil kralı olan Hammurabi (MÖ 1793-1750) Babil’i çok güçlü ve merkezi bir devlet haline getirdi. 282 dava hakkında kendisinin verdiği kararlardan oluşan bir yasa derlemesi hazırlatan Hammurabi; bunları, büyük bir taş sütunun üzerine kazıttı. Kısasa kısas mantığıyla cezalandırma işlemlerinin yapıldığı yasalarda, neredeyse en büyük suçun hırsızlık olması dikkat çekici!

Hammurabi Yasaları’na göre:

– Bir hırsız duvar delerek bir eve girmişse, o deliğin önünde ölümle cezalandırılır ve gömülür.

– Bir evde yangın çıkar ve oraya yangını söndürmeye gelen bir kimse evin sahibinin malında göz gezdirip evin sahibinin malını alırsa, kendisi de aynı ateşe atılır.

– Bir kişi hırsızlık yapsa eli kesilir, tecavüz etse ölüm cezası alır ya da erkeklikten men edilir.

– Bir tapınakta veya hükümdar hazinesinde hırsızlık yapan ölümle cezalandırılır.

– Bir kimse tapınağın ya da mahkemenin eşyasını çalarsa ölümle cezalandırılır ve ondan çalınmış malları alan kişi de ölümle cezalandırılır.

Elbette merkezi devlet anlayışlarının uyanış evresinde olduğu böylesine bir süreçte, devleti kuranların -yani ilk hırsızlar- kendi çaldıklarının geri alınması konusunda gösterdikleri hassasiyet çok da anlaşılmaz değil.

Yine güçlü bir merkezi yapının hüküm sürdüğü Antik Mısır’da devletin hırsızlık yapanlara karşı tavrı değişmiyordu. Hırsızlık yapanlar başın kesilmesi, suda boğma ya da kazığa oturtma suretiyle idamla cezalandırılırdı. Son dönemde bölgede yapılan çalışmalarda, “100 taşlama 5 kırbaç” gibi yazılı emirlerin olduğu ve ortaya çıkan kimi iskeletlerin leğen kemiklerinde mızrak izleri ve çeşitli yaralanmalar olduğu tespit edildi. Verileri değerlendiren uzmanlar, bu kişilerin küçük hırsızlıklar ve az çalışma gibi suçları yüzünden cezalandırıldıklarını düşünüyorlar.

Antik Yunan’da mal aleyhine suçlar kapsamına giren hırsızlık, yine en ağır şekilde cezalandırılmıştır. Yasaya göre “ değeri elli dırahmiden yüksek olan bir şeyin gündüz çalınması halinde, hırsızlık suçunun faili ölümle cezalandırılırdı. Çalınan şeyin kıymetinin elli dırahmiden az olması halinde ise suçlu para cezasına mahkûm edilir ve bu para cezasını da malı çalınan kimseye öderdi.”

Bu arada yukarıda bahsettiğimiz tüm örneklerde köleler “mal” gibi algılanır, onların çalınması da çeşitli cezalara tabi tutulurdu. Elbette bir kölenin yaptığı hırsızlık katiyen ölümle sonuçlanırdı.

Roma’da ise özgür yurttaşlar, hainlik dışında ölüm cezasına çarptırılmaz ya da işkenceye tabi tutulmazlardı. Fakat köleler hırsızlık yaptığında türlü işkenceye maruz bırakılırlardı; alınları dağlanır ve genelde tek elleri bileklerinden kesilirdi.

Özgür yaşayan toplulukların yüzünü merkezileşmeye dönmesinde en büyük katkı, erken ruhban sınıflardır. Bunlar toplulukları ilahi bir gücün temsilcisiymişçesine kontrol ederek toplumun kolektif olarak kullandıkları varlıkları -o ilahi güç adına- mülkleri haline getirmişlerdir ya da bazılarının mülkleri haline getirmesi konusunda yardımcı olmuşlardır.

Bu anlayış tek tanrılı dinlerin ana akım anlayışlarında da vücut bulmakta, hırsızlık en büyük günah/suç olarak kayıtlara geçmektedir. Tanrı da bu konuda ezenlerden yanadır. İlk hırsızın büyük günahının gölgede kalması için “geri alanlar” cezalandırılmalıdır!

Tevrat’ta, Musa’ya Tanrı tarafından iki taş tablet üzerinde üzerine yazılmış şekilde iletildiği söylenen dini emirler bütününün sekizinci maddesi “Çalmayacaksın!” der. Ceza ise değişiklik gösterse de peygamber Yusuf örneğinde olduğu gibi ceza genelde hırsızlığı yapanın mülksüzleştirilmesi ve köleleştirmesidir. Peygamberin kardeşlerinin karıştığı bir hırsızlık vakasının ardından Yusuf: “… kimin yükünde bulunursa o kimse (nin alıkonması /köleleştirilmesi) onun cezasıdır… Biz zalimleri böyle cezalandırırız” der. Öte yandan Mısır’dan Çıkış kitabında hırsızlığa dair çeşitli belirlenimler ve cezaları kayda geçmiştir: “Bir hırsız bir eve girerken yakalanıp öldürülürse, öldüren kişi suçlu sayılmaz…”

Hristiyanlıkta da hırsızlık hoş görülmez, üstelik tecavüz ve cinayetle aynı kefeye koyulur. Matta İncili’ne göre İsa “Çünkü kötü düşünceler, cinayet, zina, fuhuş, hırsızlık, yalan yere tanıklık ve iftira hep yürekten kaynaklanır. İnsanı kirleten bunlardır.” der. Ortaçağ’da kurulan engizisyon mahkemelerinde hırsızlık, isyan çıkarma zina gibi suçlarla birlikte ele alınıp testere işkencesi ya da diri diri gömme yoluyla bu suçlara karışanlar infaz ediliyordu. En cani infaz yöntemlerinden biri olan testere işkencesinde “Suçlu ayak bileklerinden bağlanarak bir askıya asılır böylece kanın beyinde toplanması sağlanır. Direnmemesi için elleri arkadan bağlanan suçlu bacaklarının arasından kesilmeye başlanırdı. Baş aşağı olduğu için suçlunun bilinci uzun süre kaybolmaz ve acı çekmesi sağlanırdı.” diye tanımlanır.

İslamiyet, semavi dinlerin arasında hırsızlık konusunda en net belirlenimde bulunan din olarak ortaya çıkar. İslamiyet hırsızlık yapanın elinin kesilmesini emretmiştir: “Hırsızlık yapan erkek ve kadının ellerini kesiniz. (Maide, 5/38).”

Elbette cezalar, yasalar ve hukuk değişip dönüştü. Günümüzde kısasa kısas çok kullanılan bir yöntem olmamakla beraber, hırsızlık yargılanmaya ve hırsızlar cezalandırılmaya devam etti. Çünkü mülkiyet ortadan kalkmadı ve mülk sahipleri daha fazla zenginleşip daha güçlü yasaların ardına saklandılar.

Anarşistler ise tarih boyunca başta hırsızlık olmak üzere muktedirlerin “suç” addettiği her şeyi muktedirlerin kendi suçlarını örtmek için kullandığını ısrarlıca söyleyip “suç” denilen şeyin yasalarla engellenmek bir yana, yasalardan kaynaklandığını ve ve bu yasaların ortadan kalkmasıyla suçun da ortadan kalkacağını söylediler. Başta Kropotkin olmak üzere birçok anarşist, yasasız ve devletsiz toplumların suç denilen şeylere sahip olmadığını kanıtlamak için bir dizi çalışma yapmış ve bu çalışmaları doğrulayacak örnekler sunmuşlardır.

Kropotkin yasalar ve devletsiz topluluklar hakkında “… burada yasalar ve şefler bilinmez ama kabile üyeleri bir diğerini kırmakta imtina ederler… İlkel insanları konukseverliği, yaşama saygısı… diğerlerinin uğruna kendini feda etmeye kadar giden cesaret -ki bu nitelikler yasadan önce ve dinden tümüyle bağımsız toplumsal hayvanlarda olduğu gibi gelişti- ve bu türden duygular ve uygulamalar toplumsal yaşamın kaçınılmaz sonuçlarıdır.” der.

Yasa ve ceza denilen bu ikili var oldukları ilk andan itibaren, zoru kendilerinde hak görmüşler ancak her daim karşılarında da ciddi bir dirençle karşılaşmışlardır. Anarşizm ve anarşistler, bu direniş hareketlerinin mirasçısıdırlar.

Errico Malatesta, yasalar ve itaatsizlik üzerine oldukça keskin belirlenimlerde bulunur: “Bence her şeyden önce yasalara mümkün olduğu kadar direnmeliyiz, söylediğim hemen hemen onları yok saymamızdır…”

***

Yazının bütününe yayılmış verilere incelediğimizde, devlet-yasa-ceza arasındaki ilişkiyi daha iyi anlayabiliriz. İlk kimin kimden çaldığını, belki de ilk kimin kimi öldürdüğünü anlayabiliriz. Devletli toplumlarda suç diye anılan şeylerin, mülk sahipleri ve iktidarlar tarafından işlenen büyük suçları örtbas etmek ve zenginlikleri ile güçlerini korumak için kullanıldığı aşikardır. Toplumun hayatı ancak toplum tarafından düzenlenebilir. Aksi durum ise imkansızdır. Değil mi ki, yasalar delinmek, kanunlar çiğnenmek için vardır?


Özgür Erdoğan

[email protected]


Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Hırsızın Adaleti Hırsıza – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/20/hirsizin-adaleti-hirsiza-ozgur-erdogan/feed/ 0
“Ricacı Reza” – İlyas Seyrek https://meydan1.org/2016/04/28/ricaci-reza-ilyas-seyrek/ https://meydan1.org/2016/04/28/ricaci-reza-ilyas-seyrek/#respond Thu, 28 Apr 2016 06:47:15 +0000 https://test.meydan.org/2016/04/28/ricaci-reza-ilyas-seyrek/ 2013’ün sonlarında gerçekleştirilen ve uzun süre coğrafyamızın politik gündeminde ağırlığını koruyan 17-25 Aralık Yolsuzluk Operasyonları’nın kilit ismi Rıza Sarraf, ABD’de tutuklandı. Kara para aklama, banka sahtekarlığı ve dolandırıcılıkla, ABD’nin İran’a yaptırımlarını delmekle suçlanan Sarraf’ın, 75 yıl hapsi isteniyor. ABD’deki tutuklamanın, Sarraf’ın İran’daki ortağı olduğu söylenen ve itiraflarında TC bakanlarına 137 milyon TL rüşvet verdiğini söyleyen […]

The post “Ricacı Reza” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi Ricacı Reza İlyas Seyrek

2013’ün sonlarında gerçekleştirilen ve uzun süre coğrafyamızın politik gündeminde ağırlığını koruyan 17-25 Aralık Yolsuzluk Operasyonları’nın kilit ismi Rıza Sarraf, ABD’de tutuklandı. Kara para aklama, banka sahtekarlığı ve dolandırıcılıkla, ABD’nin İran’a yaptırımlarını delmekle suçlanan Sarraf’ın, 75 yıl hapsi isteniyor. ABD’deki tutuklamanın, Sarraf’ın İran’daki ortağı olduğu söylenen ve itiraflarında TC bakanlarına 137 milyon TL rüşvet verdiğini söyleyen Babek Zencani’nin İran devletince benzer suçlamalarla idam cezasına çarptırılmasıyla aynı dönemlere rastlaması ilginç. Ancak bunun “sıradan bir tesadüf” olup olmadığını anlamak için biraz gerilere gitmekte fayda var.

İran-ABD Arasında Ambargo Dönemi

İran’da 1979 yılında İslami yönetimin başa gelmesiyle, ABD ile diplomatik ilişkiler dondurulmuştu. 1980’de ABD’nin başlattığı askeri ve ekonomik yaptırımları içeren ambargo, 2004’te gevşetilmiş, ancak 2005’te sertlik yanlısı Ahmedinejad’ın İran’ın nükleer programını aktive edeceğini açıklamasıyla tekrar ağırlaştırılmıştı. Sarraf ve Zencani benzeri isimler, işte tam da bu dönemde İran’ın uygulamaya soktuğu ambargoyu delme politikalarıyla “sistemde” yer buldular. Zira ABD öncülüğünde uygulanan ambargo, 2005 sonrası, neredeyse tamamen ekonomik yaptırımları içeriyordu.

Ambargo Nasıl Delindi?

ABD ve AB’nin ticari ambargoları nedeniyle küresel döviz transfer sistemi SWIFT’in İran’a kapatılmasıyla İran, para transferi yapamama tehlikesiyle karşılaştı. Bu sistemi delmek amacıyla Rıza Sarraf tarafından Çin ve Dubai’de paravan şirketler kuruldu. Şirketlerin hesaplarına yatırılan para altına çevrildi. Sistemin tam bu bölümünde ise devreye TC devleti ve onun enerji politikaları giriyordu. İran’dan alınan petrol ve doğalgaz nakit olarak ödenemediğinden, 17-25 Aralık sürecinden de aşina olduğumuz Halkbank’ta altın hesapları açılıyordu. Küresel piyasalardaki hesaplarda biriken altın önce Türkiye’ye, ardından İran’a aktarılıyordu. Tüm bu hesap hareketliliğinden haberdar olan ABD ise İran’a, Temmuz 2013’te, altın ihracatını da yasakladı.

Ambargodan Nemalananlar

Tüm bu nakit para ve altın trafiğinde TC devleti, özellikle devlet bankası Halkbank aracılığıyla, ciddi bir ekonomik hareketliliğe girdi. İran’a 3 yıl içinde yapılan 8 milyar dolarlık altın ihracatı ve bankalardaki 13 milyar dolarlık altın birikimi, “kurulan sistemin” TC ekonomisinde gözlemlenen etkileriydi. Üstelik İran’a doğal gaz-petrol borcunu Halkbank üzerinden ödemek isteyen Hindistan gibi devletlerin varlığı bankanın küresel finans sistemindeki değerini artırıcı etkendi. Sarraf’ın 17 Aralık sonrası katıldığı bir programda bahsettiği “cari açığın düşürülmesi” bu yolla gerçekleşti. Bu yolla oluşan 100 milyarca dolarlık kayıt dışı ekonominin ise Suriye başta olmak üzere bölgede savaşan cihatçı örgütlere de “değdiğini” söylemek gerek.

Diğer tarafta İran’da, ambargonun yarattığı bu karaborsadan en çok yararlanan kurum, İran Devrim Muhafızları Ordusuydu. İsmindeki askeri kurum ibaresinden çok dev bir holding olarak düşünebileceğimiz İDMO, yıllık 12 milyar dolarlık cirolara sahip şirketleri bünyesinde barındırıyor. Bunların önemli kısmı enerji yatırımları yapıyor. İDMO bağlantılı, İran’ın en büyük inşaat ve enerji şirketi olan Mapna’nın Türkiye’de bağlantılı olduğu birçok şirket var. Bunlardan biri de iktidara yakın Som Petrol adlı şirket. Söz konusu şirkete Aralık 2013’te devlet tarafından TC tarihinin en büyük ihalesi verildi. 11.5 milyar TL’lik ihaleyle İran doğalgazının TC toprakları üzerinden Avrupa’ya transferi sağlanacaktı.

Sistemin Sonu

İran ve TC’nin, Sarraf ve Zencani gibiler üzerinden, “kazan-kazan” politikası üzerine kurulu “sistem”, İran’da Amedinejad yönetiminin değişmesiyle sonlanma sürecine girdi. Batı’yla ilişkileri normalleştirerek entegre olma politikası izleyen Ruhani yönetimi ile İran üzerindeki ambargolar kalkmaya başladı. Sertlik yanlısı yönetimlere, ambargolara karşı “ekonomik cihat” mektupları gönderen Sarrafların “kullanışlılığı da” gereksizleşti.

Ambargonun delindiği tüm süreçte, ekonomisindeki 100 milyar dolarlık açığın TC-İran eksenindeki bu para hareketiyle oluştuğunu bilen ABD’nin bu nedenle TC’den hesap sorma isteğinde olduğunu tahmin etmek zor değil. Zarrab davası savcısının tutuklamalarla ilgili yaptığı basın toplantısı esnasında Adalet Bakan Yardımcısını yanında bulundurması, bu anlamda, ABD yönetiminin davaya açık destek vermesi şeklinde yorumlanabilir.

Değerli Değil, “Ricacı” Yalnız

İran tarafından yakalandığı takdirde Zencani benzeri bir ceza alması muhtemel Sarraf’ın belli itiraflar karşılığında ceza almadan ABD’de yargılanmayı seçip seçmediği, şimdilik soru işareti. İhtimaller arasında olan bir diğer konu ise Sarraf’ın bağlantıları ve ambargonun delinmesindeki rolüyle TC’ye olan kızgınlık nedeniyle, soruşturmanın TC’ye sıçrayabileceği.

Tüm bu ihtimaller dışında gerçeklere gelecek olduğumuzda, İran’ın sertlik yanlısı tutumundan vazgeçerek Batı’yla yakınlaşma politikası ile ortaya çıkan yeni tablonun müstakbel kaybedeni TC olacak gibi görünüyor. Rusya krizi ve IŞİD bombalarıyla daha da kırılganlaşan TC’nin ekonomisindeki açmazlarını da Erdoğan’ın ABD ziyaretindeki bazı hamlelerinde okumak mümkün. ABD ve AB’li patronlara yaptığı konuşmada, Türkiye ile ticareti artırma çağrıları yapan Erdoğan’ın ABD-AB arasında müzakere edilen “Transatlantik Ticaret Yatırım Anlaşmasına” kendilerinin de dahil edilme isteği/ricası bu yeni tabloda belki de TC’nin, Batı’dan devamı gelmesi muhtemel ekonomik yatırım beklentilerinin ilki. Sarraflarla kurdukları “sistemle” dışarda ABD’nin devasa parasal gücüne fütursuzca “başkaldıran”, içerde ise yolsuzluklarla yaşamları çalanlar; bedeli şimdilik bu “ricalarla” ödüyorlar.

İlyas Seyrek

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Ricacı Reza” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/04/28/ricaci-reza-ilyas-seyrek/feed/ 0
Halklar için Devlet Düşman https://meydan1.org/2015/10/29/halklar-icin-devlet-dusman/ https://meydan1.org/2015/10/29/halklar-icin-devlet-dusman/#respond Thu, 29 Oct 2015 11:31:40 +0000 https://test.meydan.org/2015/10/29/halklar-icin-devlet-dusman/ Devrimci Anarşist Faaliyet’in Ankara Katliamı’yla ilgili yayınladığı bildiri. Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.

The post Halklar için Devlet Düşman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi-Halklar için Düşman Devlet

Devlet; Amed’de ve Suruç’ta olduğu gibi bu kez de Ankara’da 10 Ekim günü art arda iki bomba birden patlattı. Barış ve özgürlük taleplerini yükseltmek için toplanan binlerce kişinin arasında patlayan bombalar, yüzden fazla kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin de yaralanmasına neden oldu. Alana ambulanslardan önce ulaşan, gaz bombaları ve coplarıyla yaralılara saldıran polis katliama imza atmış oldu: Devlet.

Devletin bir sürü biriminin bir sürü listesinde isimleri olan, sözde sürekli takip edilen bu IŞİD üyesi “canlı bomba”ların, rahat rahat bu patlamayı gerçekleştirmiş olması, devletin IŞİD’le ve İŞID’in bombayla ilişkisi böylesine belirginken hiç de şaşırtmadı.

Terör, devletin varoluşuna içkin bir özelliğidir. Devletin var olmak için itaate, itaat içinse korkuya ihtiyacı vardır. Önce bombalı saldırılarla estirilen terörün de, patlamalar gerekçe gösterilerek yaratılan terör dalgasının da amacı halkta korku ve panik yaratmaktır. Korkan, korktuğu için panikleyen halkların itaatkarlaşması olağandır.

Devlete itaat, devletin hükümetine itaattir. Hükümetler seçimlerle gelir ve giderler. Ancak muhalefet hükümet olduğunda da değişen hiçbir şey olmaz. Hükümette olanlar hükmetme statüsünü korumak ve kaybetmemek içinse seçimlerde; yalan dolan, hile hırsızlık ve zorbalıktan kaçınmazlar.

Suruç’ta, Amed’de, Ankara’da patlayan bombalar hükümette olan siyasi partinin hükümeti kaybetmeme, çoğunluğun itaatini yeniden kazanma çabasıdır.

Devlet ve IŞİD’in işbirliğiyle Suriye’de Kürt halkına uygulanan teröre, patlayan bombalara karşı koyan gençlerin üzerinden toplumun korkutulması ve sindirilmesi amaçlandı. Bir grup gencin cesaretini aşamayan devlet, bombalarla korku yaratarak cesareti kırabileceğini hesapladı ve Suruç’ta otuz dört genci bombayla katletti.

Suruç patlaması sonrasında ise devlet, patlamayı bahane ederek muhalefet üzerindeki baskılarını daha da arttırdı. Baskınlar, gözaltılar ve tutuklamalarla kendisini deşifre edenleri susturmayı ve korku ortamını kesintisiz sürdürmeyi amaçladı. Sokaklarda, mahallelerde, liselerde, üniversitelerde, meydanlarda bir araya gelen herkese; copuyla, gazıyla, saldıran kolluk kuvvetleri, hükümete itaat için yaratılan bu terörün dozunu artırıyordu.

Devlet bir yandan da Kürdistan’da terör estirmeye devam etti. Devletin operasyonlarla, sokağa çıkma yasaklarıyla yarattığı bu teröre karşı koymak için binler, on binler, milyonlar Ankara’da buluşmayı kararlaştırdılar. Amed’de Suruç’ta patlayan bombalar, Kürdistan’da sürdürülen savaş ve katliamlar, devlet ne yaparsa yapsın halkı korkutamıyor, halkın üzüntüsü öfkeye dönüşerek kuvvetleniyor ve cesaretleniyordu. Devlet için çark tam tersine dönmeye başlamış, korkması gerekenler cesaretlenmiş, kendisi ise korkaklaşmıştı. Devlet Ankara’da da bekleneni yaptı. Patlayan bomba ile 106 kişi yaşamını yitirdi.

Devletin, halkla savaşı son beş ayda binlerce kişinin yaşamını yitirmesiyle sürdürüldü. Süren bu savaşta devletin düşmanı olan bizler şunu unutmamalıyız: Halklar için düşman devlettir. Şimdi Cizre’de Hasan Nerse ve Varto’da Ekin Wan, Şırnak’ta Lokman Birlik, dalgalı denizlerde boğulan Alan Kurdi, doğumundan bir ay sonra ölen Muhammed, taciz ve tecavüzle tehdit edilen kadınlar, çalıştırılmayan ambulanslar, kapatılan hastaneler, basılan gazeteler, taranan evler, bombalanan mahalleler ve meydanlar, devletin varoluşunu gerçekleştirmesidir. Çünkü devlet; halk için terör, halk için savaştır.

Halklar için devletle savaş şimdi başlamadı, şimdi bitmeyecek de. Savaş devletsiz bir dünya olana dek sürecek. Bu savaş bizim, düşmanımızsa devlettir.  

Devrimci Anarşist Faaliyet’in Ankara Katliamı’yla ilgili yayınladığı bildiri.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.

The post Halklar için Devlet Düşman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/10/29/halklar-icin-devlet-dusman/feed/ 0
“Halka Ziyan Çok Sarayda Ziyan Yok”- Mercan Doğan https://meydan1.org/2015/04/22/halka-ziyan-cok-sarayda-ziyan-yok-mercan-dogan/ https://meydan1.org/2015/04/22/halka-ziyan-cok-sarayda-ziyan-yok-mercan-dogan/#respond Wed, 22 Apr 2015 13:58:58 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/22/halka-ziyan-cok-sarayda-ziyan-yok-mercan-dogan/ Bir saray düşünün, projesinden inşaatına dekorasyonuna kadar savurganlık, lüks, hırsızlık haberleriyle aylarca gündemden düşmemiş. Saray erkanı, çaldıklarıyla o kadar gündemleşmiş ki; kendilerini aklatma ihtiyacı hissetmiş. Bu sarayda ne kadar “sade ve doğal bir hayat”ın sürdüğünü anlatmış geçtiğimiz günlerde sarayın tellalı diyebileceğimiz gazetelerden biri, First Lady Emine Erdoğan’ın örnekleriyle. Bir saray düşünün; sofraları misafir olmadığı sürece […]

The post “Halka Ziyan Çok Sarayda Ziyan Yok”- Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Halka Ziyan Çok Sarayda Ziyan Yok

Bir saray düşünün, projesinden inşaatına dekorasyonuna kadar savurganlık, lüks, hırsızlık haberleriyle aylarca gündemden düşmemiş. Saray erkanı, çaldıklarıyla o kadar gündemleşmiş ki; kendilerini aklatma ihtiyacı hissetmiş. Bu sarayda ne kadar “sade ve doğal bir hayat”ın sürdüğünü anlatmış geçtiğimiz günlerde sarayın tellalı diyebileceğimiz gazetelerden biri, First Lady Emine Erdoğan’ın örnekleriyle.

Bir saray düşünün; sofraları misafir olmadığı sürece sadece bir kase çorba veya bir çeşit yemek ve salatayla kuruluyormuş.

Aslında bu sarayda, sofraların hazırlandığı mutfağın maliyeti, 34 bin 210 asgari ücretle çalışan işçinin ve 136 bin 840 kişinin mutfak giderine denkmiş. Sıcak mutfak, soğuk mutfak, oda büyüklüğünde derin dondurucu, ızgara kebap mutfağı, soğuk depolar ve servis hizmetleri için ayrılan alanlarıyla bu mutfak 650 metrekareymiş.

Bir saray düşünün; bu sarayın First Lady’si “İnsan, tabiatın efendisi olmak yerine, onunla uyum içinde yaşamayı önceleyen bir ahlaka sahipti.” sözleriyle “doğal hayata dönüş” salıkları veriyormuş halka seslendiğinde. Emine Erdoğan’ın himayesinde, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca, 81 ildeki vali eşleri öncülüğünde gerçekleştirilen “Bereket Ormanı” projesiyle, 81 ilde çocuklar ve aileleri ağaçlar dikiyormuş.

Aslında bu saray, 1. derece doğal sit alanı olan Atatürk Orman Çiftliği’ndeki 3 bin ağacın kesilmesiyle gerçekleştirilen doğa katliamı üzerinden inşa edilmiş.

Bir saray düşünün; giyimden gıdaya, temizlik ürünlerinden ilaca kadar her konuda doğal ürünler kullanılıyormuş ancak fazla tüketmemek, israf ve ziyan etmemek şartıyla…

Aslında bu sarayda, bir metrekaresi 300 avro olan ipekli duvar kağıtları kullanılmış tuvaletler dekore edilirken.

Bir saray düşünün; sarayın erkanı, güne her sabah “herkesin hazırlayabileceği” basit ama sağlıklı bir sıvıyla başlıyormuş. Özellikle limon suyu başı çekerken, zencefil ve taze nane yaprağı suyu onu takip ediyormuş. Sıklıkla da Rize’nin beyaz çayı tüketiliyormuş. First Lady, halkına da bunları öneriyormuş.

Aslında bu sarayda tüketilen, çoğumuzun adını bile duymadığı beyaz çayın kilosu 4 bin liraymış; halkı üretim süreci dışında bu çayın yanından bile geçemiyormuş.

Bir saray düşünün; “Günümüzde insanın doğal kaynakları tüketme hızı, tabiatın kendini yenileme hızını, yüzde 50 oranında aşmış bulunuyor.” sözleriyle First Lady’sinin üzüntü ve endişelerini dile getirdiği…

Aslında bu sarayın ortalama aylık soğutma gideri 600 bin lira, ısınma maliyeti 1.6 milyon lira, aylık elektrik faturası 1.2 milyon liraymış. AkSaray, Aksaray ilinden fazla tüketiyormuş neredeyse.

Bir saray düşünün; bu sarayın tutumlu First Lady’si, halkının kadınlarına ev ekonomisi dersi veriyormuş. Limon ve elma kabuklarını ziyan ettirmiyor, bunlardan temizlik ve gıdada kullanılmak üzere ev yapımı sirkeler kurdurtuyor; meyve ve sebzeleri kurutturarak mevsimi değilken de yiyebiliyor, zeytin ve hurma çekirdeklerinden soslar hazırlatıyormuş.

Aslında bu sarayın iç ve dış temizlik maliyeti aylık ortalama 8 milyon liraymış. Anlaşılan o ki, sirkeler maliyeti bir hayli düşürmüş(!)

Bir saray düşünün; doğal kokuların kullanıldığı. Uçucu yağlar ve kendiliğinden kokulu çiçeklerle sarayda ferah ve temiz bir atmosfer sağlanıyormuş.

Aslında bu saray erkanının taşeronluğunu yaptığı devletin çaldığı, yıktığı, katlettiklerinin kokusu bir türlü bastırılamıyor; ne doğal kokular, ne de Yeni Şafak gibi saray tellalları bu gerçekleri halktan gizleyemiyormuş.

Mercan Doğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Halka Ziyan Çok Sarayda Ziyan Yok”- Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/22/halka-ziyan-cok-sarayda-ziyan-yok-mercan-dogan/feed/ 0