İnfaz – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 21 Apr 2020 08:21:01 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 “Başıma Bir Şey Gelirse Sorumlusu Devlettir” https://meydan1.org/2020/04/21/basima-bir-sey-gelirse-sorumlusu-devlettir/ https://meydan1.org/2020/04/21/basima-bir-sey-gelirse-sorumlusu-devlettir/#respond Tue, 21 Apr 2020 08:21:00 +0000 https://meydan.org/?p=57363 Geçtiğimiz hafta mecliste onaylanan infaz yasasındaki değişikler kapsamında birçok hapishaneden tahliyeler başlamış durumda. Ancak infaz yasasının değişiminde eşitlik temelinin gözardı edildiğine ve yapılan değişikliğin sebep olacağı olumsuz sonuçlara ilişkin devletin hiçbir önlem almamış olmasına yönelik itirazlar sürüyor. Özellikle kadına ve çocuklara yönelik şiddetin faillerinin de bu yasayla hapishaneden tahliye edilmesi birçok örnekle gündeme geldi. Zeliha […]

The post “Başıma Bir Şey Gelirse Sorumlusu Devlettir” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Geçtiğimiz hafta mecliste onaylanan infaz yasasındaki değişikler kapsamında birçok hapishaneden tahliyeler başlamış durumda. Ancak infaz yasasının değişiminde eşitlik temelinin gözardı edildiğine ve yapılan değişikliğin sebep olacağı olumsuz sonuçlara ilişkin devletin hiçbir önlem almamış olmasına yönelik itirazlar sürüyor.

Özellikle kadına ve çocuklara yönelik şiddetin faillerinin de bu yasayla hapishaneden tahliye edilmesi birçok örnekle gündeme geldi.

Zeliha Erdemir boşandığı erkek tarafından evlilik süresince ve sonrasında şiddete uğramış, defalarca tehdit edilmiş ve karakola 100’den fazla kez şikayette bulunmuştu. 8 yaşındaki çocuğunun aynı erkek tarafından kaçırılması sonucunda tekrar şikeyette bulunmuş ve erkek 2 ay boyunca hapiste kalmıştı. Hapishaneden çıktıktan sonra da Zeliha’ya defalarca şiddet uygulayan erkeğin davası 17 ay 20 gün hapis cezasıyla sonuçlanmışken değiştirilen infaz yasasıyla 2 Mayıs günü tutukluluğunun sona ereceği öğrenildi.

Zeliha Erdemir ise bu kişinin kendisi ve çocuğu için tehdit oluşturduğunu, kaygılı olduğunu belirterek “Eğer başıma bir şey gelirse sorumlusu devlettir” dedi.

The post “Başıma Bir Şey Gelirse Sorumlusu Devlettir” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/04/21/basima-bir-sey-gelirse-sorumlusu-devlettir/feed/ 0
Bahçeli’nin İstediği Oldu, Çete Lideri Çakıcı Tahliye Edildi https://meydan1.org/2020/04/16/bahcelinin-istedigi-oldu-cete-lideri-cakici-tahliye-edildi/ https://meydan1.org/2020/04/16/bahcelinin-istedigi-oldu-cete-lideri-cakici-tahliye-edildi/#respond Thu, 16 Apr 2020 07:29:54 +0000 https://meydan.org/?p=57234 Çete lideri Alaatin Çakıcı infaz yasasında yapılan değişikliğin ardından, tutuklu bulunduğu Ankara Sincan Ceza İnfaz Kurumu’ndan dün gece yarısı tahliye edildi. Çakıcı kendisini bekleyen yakınlarıyla beraber otomobille Sincan’dan ayrıldı. Yeni yasal düzenleme kapsamında Sincan’dan tahliyeler sabah saatlerinde başladı. Salıverilenler otobüslerle gönderildi. Çakıcı ise gece geç saatlerde tahliye edildi. Devlet Bahçeli daha önce “Alaattin Çakıcı ve […]

The post Bahçeli’nin İstediği Oldu, Çete Lideri Çakıcı Tahliye Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Çete lideri Alaatin Çakıcı infaz yasasında yapılan değişikliğin ardından, tutuklu bulunduğu Ankara Sincan Ceza İnfaz Kurumu’ndan dün gece yarısı tahliye edildi. Çakıcı kendisini bekleyen yakınlarıyla beraber otomobille Sincan’dan ayrıldı.

Yeni yasal düzenleme kapsamında Sincan’dan tahliyeler sabah saatlerinde başladı. Salıverilenler otobüslerle gönderildi. Çakıcı ise gece geç saatlerde tahliye edildi.

Devlet Bahçeli daha önce “Alaattin Çakıcı ve Kürşat Yılmaz gibi kardeşlerimizi çürümeye terk etmek ne kadar adildir?” sözleriyle affı savunduğu bir açıklama yapmıştı. Bahçeli’nin gündeme getirdiği af, ceza infaz düzenlemesi adı altında uygulamaya geçti ve Çakıcı serbest kaldı.

The post Bahçeli’nin İstediği Oldu, Çete Lideri Çakıcı Tahliye Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/04/16/bahcelinin-istedigi-oldu-cete-lideri-cakici-tahliye-edildi/feed/ 0
Hükümetin, Kendini Kurtarma Politikasındaki Yeni Hamlesi İnfaz Kanunu: “Emrah Serbes, Artık Serbest” – Av. Gökhan Soysal https://meydan1.org/2020/04/14/hukumetin-kendini-kurtarma-politikasindaki-yeni-hamlesi-infaz-kanunu-emrah-serbes-artik-serbest-av-gokhan-soysal/ https://meydan1.org/2020/04/14/hukumetin-kendini-kurtarma-politikasindaki-yeni-hamlesi-infaz-kanunu-emrah-serbes-artik-serbest-av-gokhan-soysal/#respond Tue, 14 Apr 2020 17:50:04 +0000 https://meydan.org/?p=57173 Aylardan beri halk arasında “af kanunu” olarak söylentileri dolanan kanun değişiklikleri nihayetinde gerçekleştirildi. Ancak kanun değişikliklerine bakıldığında bu değişikliklerin afla uzaktan yakından alakasının olduğunu söyleyemeyiz. İktidar, yıllardan beri hapishanelerdeki doluluk oranını yeni inşa ettiği hapishanelere rağmen azaltamadığı için kendisi için tehlikesiz gördüğü tutsakları tahliye etmeye karar verdi. Son açıklanan verilere göre hapishanelerde toplam 286 bin […]

The post Hükümetin, Kendini Kurtarma Politikasındaki Yeni Hamlesi İnfaz Kanunu: “Emrah Serbes, Artık Serbest” – Av. Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Aylardan beri halk arasında “af kanunu” olarak söylentileri dolanan kanun değişiklikleri nihayetinde gerçekleştirildi. Ancak kanun değişikliklerine bakıldığında bu değişikliklerin afla uzaktan yakından alakasının olduğunu söyleyemeyiz. İktidar, yıllardan beri hapishanelerdeki doluluk oranını yeni inşa ettiği hapishanelere rağmen azaltamadığı için kendisi için tehlikesiz gördüğü tutsakları tahliye etmeye karar verdi. Son açıklanan verilere göre hapishanelerde toplam 286 bin kişi tutulmakta. Kadın tutsak sayısı yaklaşık 11 bin iken 18 yaşından küçük yaklaşık 2 bin 500 kişi hapishanelerde tutsak.

Belirtmek gerekir ki bugün mecliste kabul edilen değişikliklerin yürürlüğe girmesi için cumhurbaşkanının onayından geçip resmi gazetede yayımlanması gerekiyor. Bunun gerçekleşeceği kesine yakınken ufak sürprizlerin gerçekleştirebileceğini akılda tutmakta fayda var.

AKP ve MHP ortaklığını birlikte gerçekleştirmiş olduğu değişikliklere af denilmesinin temel olarak nedeni, 30.03.2020 tarihinden önce işlendiği belirtilen suçlar açısından koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik düzenlemelerinde yapılan değişiklikler. Kısaca belirtmek gerekirse koşullu salıverilme yani daha meşhur tabiriyle şartlı tahliye, hapis cezasının bir kısmını hapishanede “iyi halli” geçiren bir tutsağın kendisine verilen cezanın kalan kısmını hapishane dışında tamamlamasına olanak sağlayan durumdur. Eğer tutsak yeni bir suç işlemez ve varsa kendisine yüklenen yükümlülüklere uyarsa kendisine verilen ceza tamamlanmış yani infaz edilmiş sayılmaktadır. Denetimli serbestlik ise tutsağın kendisine verilen cezanın koşullu salıverilmesine belli bir süre kalınca tahliye edilerek “sosyal hayata alışması için” denetim altında tutulması anlamına gelmektedir.

Yapılan değişikliklerde tutsakları en çok ilgilendiren koşullu salıverilmeyle ilgili değişiklikte koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için hapishanede kalma süresi 2/3’den 1/2’ye düşürüldü. 15 yıl hapis cezası alan bir tutsak belirtilen suçlarda koşullu salıverilmeden yaralanabilmek için 10 yıl hapiste tutuluyorken son düzenlemeye göre 7,5 yıl hapiste tutulması düzenlemeden yararlanması için yetecek. Denetimli serbestlikten yararlanma süresi ise 1 yıldan 3 yıla çıkacak. Bir süre önce “6 yıl ceza alan birisini hiç hapse girmeyecek” denilmesinin nedeni budur, buna göre 6 yıl ceza alan birisinin koşullu salıverilmeden yararlanabilmesi için 3 yıl hapiste tutulması yetecekti. Ancak denetimli serbestlikten yararlanma süresi de 3 yıla çıkarıldığı için 6 yıl ceza alan birisi hapse hiç girmemiş olacak. Ayrıca belirtmek gerekir ki koşullu salıverilme oranı üçte ikiden fazla düzenlenen suçlarda koşullu salıverilme süresine dair herhangi bir düzenleme bulunmamakta.

Örneğin sebep olduğu trafik kazasında bir aileden 3 kişinin yok olmasına neden olan Emrah Serbes, kasten öldürmeden değil taksirle insan öldürme suçundan dolayı toplamda 13 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Bu düzenlemelerden yararlanacak olan Emrah Serbes bir önceki düzenlemede koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik hükümleri uygulandığında 7 yıl 10 ay 23 gün tutulduktan sonra bırakılacaktı. Son düzenlemelere göre Serbes, 3 yıl 8 ay tutulduktan sonra tahliye olacak. 28 Eylül 2017’de tutuklanan Emrah Serbes -açık hapishanelerdeki düzenlemeleri de düşündüğümüzde- bu değişiklerle birlikte serbest kalacak.

Koşullu salıverilmede uygulamasından kasten öldürme, neticesi itibarıyla ağırlaşmış yaralama suçu, işkence, cinsel saldırı, reşit olmayanla cinsel ilişki, cinsel taciz suçlarından süreli hapse mahkum olanlar, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan ve uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan hapis cezasına mahkum olan çocuklar, suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkum olan çocuklar, devlet istihbarat hizmetleri ve Milli İstihbarat Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkum olanlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlarından süreli hapis cezası verilenler kapsam dışı bırakıldı. Ancak tehlike henüz geçmedi.

AKP ve MHP ortaklığı, sosyal medyada #ÇocukİstismarınınAffıOlamaz olarak gündem olan kanun teklifiyle cinsel saldırıya maruz kalmış çocukların, kendilerine tecavüz eden erkeklerle evlendirilmelerinin yasal imkanını sağlanma tehlikesinin hiç geçmeyeceğinin sinyalini verdi. Sosyal medyada ayrıca paylaşılan teklifin neredeyse aynısı daha önce de meclise sunulmuş ancak özellikle kadınların direnişi sonucu geri çekilmişti. Bu içerikte meclise sunulan teklif yok henüz yok ancak sosyal medyaya bu teklifin tepki ölçmek için servis edildiği açık.

Ayrıca açık hapishanelerdeki tutsaklar da 31 Mayıs 2020’ye kadar izinli sayılacak. Korona krizinin devam etmesi halinde bu süre 2 aylık sürelerle 3 kez uzatılabilecek.

Bu düzenlemeler, başta da belirttiğim gibi iktidarın uzun zamandan beri hapishanelerin doluluk oranını azaltmak için gerçekleştirmek istediği düzenlemeler. Yoksa iktidarların zaman zaman kendilerine dönük olan toplumsal baskıları azaltmak için “toplumsal barış” adı altında gerçekleştirdikleri afla ilgili bir düzenleme söz konusu değil. Gündemde olan korona krizi yönünde de düzenleme olacağı beklentisi oluşmuşsa da açık hapishaneler dışında buna ilişkin bir düzenleme de yok.

Özellikle iktidarın kendisine tehlike olarak görüp tutuklattığı insanlarla ilgili hiçbir düzenleme yok. Yıllardan beri tutukluluğun azaltılması gerektiğine yönelik açıklamalar gerçekleştirseler de bu düzenlemede buna ilişkin elle tutulur bir değişikliğin olduğundan bahsedemeyiz. Hapishane koşullarında hayatını yalnız sürdüremeyen insanlarla gebe olan veya doğum yaptığı tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadınların, tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebileceği de yeni düzenlemelerin içinde yer alıyor. Ancak bu durum için zaten yasal bir değişikliğe gerek olmadığı açık.

İktidar, hapishanelerdeki kapasitenin üstündeki doluluğu azaltmayı amaçlıyor evet ama bunu kendisini iyiden iyiye sağlama alarak gerçekleştiriyor. Yani iktidar hem günü hem kendini kurtarmanın peşinde. Gerçekleştirilen diğer düzenlemeler özellikle hapis cezalarının infazına ilişkin olanlar yani tutsaklar üzerinde uygulanacak yeni baskılar bunun en açık kanıtı.

Hapishanelerde haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama cezası gerektiren eylemler arasına “Kurum idaresine bildirilen telefon numarası aracılığıyla ya da teknik müdahale ile başka bir hatta yönlendirme yapmak suretiyle görüşme hakkı olmayan kişilerle görüşmek” de eklendi örneğin. Tutsaklar haftada 1 veya 2 haftada bir gerçekleştirdikleri görüşmelerde bildirdikleri isim dışında başka bir isimle görüşürlerse tutsaklara telefonla görüşme yasağı getirilecek.

Basın İlan Kurumu’ndan ilan ve reklam alma hakkını kaybeden gazeteler hapishanelere alınmayacak. Geçici süreyle ilan kesme cezası verilen gazeteler bu kapsamın dışında. Yayınlarla ilgili bu yeni bahanenin, Basın İlan Kurumu’nun bir sansür mekanizması olduğu gerçeğini tekrar gözler önüne seriyor. Devrimci tutsaklara hukuka aykırı bir biçimde verilmeyen gazetelerin, verilmemesinin hukuki kılıfa sokulmasının amaçlandığı açık. Ayrıca “kurum disiplinini, düzenini veya güvenliğini bozan ya da tehlikeye düşüren, hükümlülerin iyileştirilmesi amacına ulaşmayı zorlaştıran” yayınların da alınmayacağına yönelik düzenleme yapılsa da halihazırda bu durum zaten yaşanmakta. Yani ek bir baskıdan çok var olan baskının yasallaştırılma çabası var.

“Af Kanunu” olarak haberleştirilen düzenlemelerde ayrıca bazı suçların cezalarının arttırıldığına da şahit oluyoruz. Bu kapsamda kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kurduğu veya yönettiği iddia edilenlere verilecek cezalar arttırılıyor. Aynı durum suç işlemek amacıyla kurulduğu belirtilen örgütlere üye olmanın da cezası arttırılıyor.

Göz boyamak için de değişikliklere çeşitli düzenlemeler serpiştirilmiş. Açık ve kapalı hapishanedeki tutsaklara, ağır hastalık veya doğal afet hallerine ilaveten salgın hastalık halinde de ceza infaz kurumlarında bulunan kuruma ait telefon ve faks cihazından derhal yararlandırılma imkanı sağlanacağı kabul edilmiş. Ancak uygulamada tutsakların telefon haklarının oldukça rahat biçimde gasp edildiğini akılda tuttuğumuzda bu değişikliğe de temkinli yaklaşmakta fayda var. Çünkü hemen arkasından yapılan değişiklikle savcılıkların yanı sıra istihbarat birimlerinin, tutsakları hapishaneden alarak 15 güne kadar sorgulayabileceği düzenlenmiş. İnsanlar arasında af kanunu olarak bilinen bu kanunun diğer torba kanunlarından pek bir farkı yok. Bedelli askerliğe ilişkin düzenlemelerde bedelli askerlikten yararlananların haklarında açılmış olan soruşturma ve kovuşturmaların düşürülmesi dahi af kanunu olarak değerlendirilebilirken son değişiklikler hakkında böyle bir ifade kullanmak daha zor.

Sözün özü bu değişikliklerin bir af kanunu anlamına geldiğinden bahsedemeyiz. Toplumsal krizler yaratan iktidarın kendi yarattığı krizlere çözüm üretemeyip yeni hapishane inşa etmelerine rağmen hapishanelerin kapasitesi üstünde tutsaklarla dolması sonucu yapmak zorunda oldukları değişiklikler bunlar. İnsanlar sırf sosyal medyada yaptıkları paylaşımlar nedeniyle tutuklanıyor. Cumhurbaşkanına hakaret, halkı kin ve düşmanlığa tahrik, terör örgütü propagandası yapmak, terör örgütüne üye olmak bahaneleriyle iktidar tutsak edebildiği kadar insanı tutsak ediyor. Hukuki olmaktan oldukça uzak gerekçelerle baskıyı artırabildiği kadar arttırıyor. İnsanlarla artık açıktan açığa dalga geçiyor çünkü gerçekleştirilen uygulamaları ne anlayabilmenin ne de anlatabilmenin yolunu bulamıyoruz. Bir tutsağı bırakan mahkemenin hakimleri 1 hafta sonra aynı kişiyi tekrar tutukluyor. Çünkü iktidar böyle istiyor.

İktidar, günü ve kendini kurtarmanın peşinde. Ancak gücün sarhoşluğu içinde unuttuğu şey insanları hapse atarken, ezilenleri yoksulluğa mahkum edip çevresini zenginliğe boğarken hiçbir kanun değişikliğinin kendisini kurtaramayacağı.

The post Hükümetin, Kendini Kurtarma Politikasındaki Yeni Hamlesi İnfaz Kanunu: “Emrah Serbes, Artık Serbest” – Av. Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/04/14/hukumetin-kendini-kurtarma-politikasindaki-yeni-hamlesi-infaz-kanunu-emrah-serbes-artik-serbest-av-gokhan-soysal/feed/ 0
Yangının Anlattıkları – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2015/09/14/yanginin-anlattiklari-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2015/09/14/yanginin-anlattiklari-ozgur-erdogan/#respond Mon, 14 Sep 2015 17:39:09 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/14/yanginin-anlattiklari-ozgur-erdogan/ Özellikle son iki ay içerisinde, Kürdistan coğrafyasında ardı ardına yangınlar patlak veriyor. Yangınların bilhassa Kürt Özgürlük Hareketi’nin ağırlıklı olarak faaliyet yürüttüğü Amed, Dersim ve Şirnex’te yoğunlaşması ise, akıllara 90’lı yılları getiriyor. Her ne kadar “yakıp yıkma”, dünya üzerindeki devletlerin “imha” politikalarından biri olsa da, bu yıllarda T.C devleti belirgin bir strateji olarak, köy boşaltmalarla bu […]

The post Yangının Anlattıkları – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

yangın

Özellikle son iki ay içerisinde, Kürdistan coğrafyasında ardı ardına yangınlar patlak veriyor. Yangınların bilhassa Kürt Özgürlük Hareketi’nin ağırlıklı olarak faaliyet yürüttüğü Amed, Dersim ve Şirnex’te yoğunlaşması ise, akıllara 90’lı yılları getiriyor. Her ne kadar “yakıp yıkma”, dünya üzerindeki devletlerin “imha” politikalarından biri olsa da, bu yıllarda T.C devleti belirgin bir strateji olarak, köy boşaltmalarla bu yönteme sık sık başvurmuş, bu coğrafyada yaşamını sürdüren tüm canlı hayatını hedefleyen birçok kundaklamaya imza atmıştır.

Tarihin Not Düştükleri

Yukarıda da belirttiğimiz üzere, devletlerin “imha” ve “koşulsuz itaat” için ormanları ve köyleri yakması bir strateji olarak görülür. T.C devleti, kurulduğu ilk günden bu yana bu savaş taktiğini özellikle Kürtler üzerinde defalarca kullanmıştır. T.C tarihinde, böylesi bir “politik orman yangını vakası” ilk olarak 1925’de Şeyh Sait İsyanı sırasında yaşanmıştır. Aynı yıl onaylanan Şark Islahat Planı çerçevesinde isyanı bastırmaya çalışan devlet, birçok saldırı gerçekleştirmiş, bununla kalmayıp ormanlık alanlara ve dağ köylerine sığınan isyancıları “temizlemek” için ormanları ve köyleri ateşe vermiştir. Birçok mağara tahrip edilmiş, tarlalar kullanılamaz hale getirilmiş ve evcil hayvanlara ya askerin “et” ihtiyacını karşılamak için el konulmuş ya da keyfi olarak öldürülmüştür. Tabii ki “yangın”, isyanın bastırılması ve isyancıların katledilmesi ile durmamıştır. 20’li yıllardan 30’lu yılların sonuna kadar devam etmiştir bu katliamlar. 1938 yılına gelindiğinde, tüm Kürdistan’ı saran ateş, Dersim Katliamı’nın kolaylaştırıcılarından biri haline gelmiştir. Katliam sırasında birçok orman bombalanarak ya da doğrudan ateşe verilerek yakılmış, yine birçok mağara ateş çemberine alınarak buraya gizlenen isyancılar, dışarıya çıkmaya zorlanmıştır. Yine tarlalar yakılmış, hayvanlara el konulmuş ya da öldürülmüştür. Bu süreçte kaç ağaç yandı, kaç köy boşaltıldı, kaç dönüm toprak küle döndü bilmiyoruz ama 17 günlük süre içerisinde 7594 kişinin ölü ya da diri ele geçirildiğini düşünürsek, yaşamın bütünü için ne denli dehşet verici bir katliamla karşı karşıya kaldığımızı anlayabiliriz.

Benzeri yangınlar, irili ufaklı da olsa 80’li yıllara kadar devam etti. 1987 yılında çıkarılan ve Şark Islahat Planı’nın bir çeşit devamı olan Olağanüstü Hal (OHAL) yasası ile beraber yangınlar, daha sistematik ve daha kıyıcı olarak devam etmiştir. Köy boşaltmalar, orman yangınları, bombalamalar; dönemin karanlık atmosferinde yaşanan infazlara, askeri operasyonlara, işkencelere eşlik etmiştir. Devlet 94 – 99 yılları arasında 1102 bombalama ve kundaklama vakasının altına imza atmış, 1 ayda 33 ormanı yakmış ve toplamda 20 yıl boyunca 9.000 hektarlık ormanı “yaşamdan” temizlemiştir. Üstelik bu gelenek 2000’li yıllarda da devam etmiş, bu süre zarfında ise son iki üç ay içerisinde yaşanan orman yangınları ile adeta zirve noktasına ulaşmıştır.

Bu yazı yazılmaya devam edilirken, halen devam etmekte olan ve her gün bir yenisi patlak veren bu yangınlarla devlet ya da geniş ölçekte düşünürsek devletler ve iktidarlar neyi hedefliyorlar?

Meskeni Dağlar ve Ormanlar Olanlar

Öncelikle, ormanların ve dağların, gerillalar için bir sığınak olması, devleti bu bölgeleri sığınak olmaktan çıkartacak hamlelere yöneltiyor. Kaldı ki, ormanlar ve sarp kayalıklarla çevrilmiş dağlar her zaman için efendilerle, yasayla ve devletle derdi olanlar için bir sığınak olagelmiştir. Eşkıyalara, isyancılara ve ötekilere mesken olan bu yerler, efendiler ve iktidarlar için her zaman “tekinsiz” birer alan, kendi otoritesinin ulaşmadığı, halen içerisinde yaşamın kurallarının geçerli olduğu yerler olarak, “tedirgin edici” olarak anılıyor. Bu yüzden her zaman, içerisine büyük tesisler yapılıp sterilize edilmedikçe ya da kalekollarla çevrelenip güvenlikli hale getirilmedikçe içindeki tüm canlılarla beraber yakılıp yıkılması talan edilmesi vacip olarak görülüyor.

Bir Tahakküm ve Kar Aracı Olarak Grileştirme

Bir diğer neden ise, yakılıp yıkılan, düzleştirilen, griye boyanan her şeyin, daha net izlenebiliyor olması sayesinde daha rahat kontrol edilebilmesi. Üstelik ileride burada kurulmak istenen sanayi tesisleri için alan açılmış oluyor. Artık madenler daha rahat kurulabiliyor, HES’ler, güvenlik barajları ya da kaya gazı arama çalışmaları daha rahat yapılabiliyor. Yani yaşamdan temizlenmiş coğrafyalar, devlet denetiminin kat-i suretle uygulandığı alanlara dönüşüyorken yine aynı devlet tarafından, bu alanlar kapitalistlere altın bir tepsi içinde servis ediliyor!

Devlet Uyumu, Uyum Devleti Öldürür

Daha da ötesi, bir toprak parçasında yaşamın, “sağlıklı bir yaşamın” oluşabilmesinin olmazsa olmazını, yani uyumu, Ekolojik Uyumu bozuyor. Ekolojik Uyum sadece ağaçlarla ya da nesli tükenen hayvanlarla ilgilenmez, rengi yeşile çalsa da, aslında tüm renklerin uyumuyla süregelen bir yaşamdan bahseder. Bu uyumun kendisi, bir bölgede yaşayan insanlar, hayvanlar, bitkiler ve onlar arasındaki ilişkinin bütünüyle ilgilidir. Üstelik bu ilişkinin bütünündeki bir parçada yaşanan uyumsuzluk, bütünün uyumsuzluğuna neden olur. Dolayısıyla, Kürdistan’daki orman yangınları da “yazık ağaçlar yanıyor!” gibi bir safdillik ile değerlendirilemez. Kaldı ki, devlet sırf ağaç yakmak için orman yakmaz. Devlet de bu kadar etraflıca düşünür ve bozup yıkmak, dönüştürmek istediği bir “yer” ya da bir “toplum” için, sadece o yeri ya da toplumu hedef almaz. İnsanlarını katlettiği bir coğrafyanın ormanlarını, katırlarını, derelerini es geçmez.

Nihayetinde, bu yangınlardan çıkan şey sadece duman değil, aynı zamanda yığınla katliam, bol bol göç ve yok edilmek istenen bir halk, yani yaşamın ta kendisi oluyor!

Özgür Erdoğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayınlanmıştır.

The post Yangının Anlattıkları – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/14/yanginin-anlattiklari-ozgur-erdogan/feed/ 0
Kitap: “Karanlık Vardiya” https://meydan1.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/ https://meydan1.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/#respond Sun, 13 Sep 2015 18:02:21 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/ Köyler boşaltılıyor, elleri arkadan kelepçeli insanlar yüzükoyun yerlerde yatırılıyor, askeri araçların içerisinden çocukların üzerine kurşunlar yağdırılıyor, uçaklar köyleri bombalıyor, evler basılıyor, yargısız infazlar yapılıyor, ormanlar yakılıyor… Televizyonda “Bizimkiler” dizisi yok, tetris oyununun modası çoktan geçti, o yılların fenomen yarışması “Hugo’nun yerinde yeller esiyor, Eurovision şarkı yarışmaları artık eskisi kadar popüler değil, çünkü 90’lardan bahsetmiyoruz. 2015’teyiz. […]

The post Kitap: “Karanlık Vardiya” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Kitap Karanlık Vardiya Mine Yılmazoğlu

Köyler boşaltılıyor, elleri arkadan kelepçeli insanlar yüzükoyun yerlerde yatırılıyor, askeri araçların içerisinden çocukların üzerine kurşunlar yağdırılıyor, uçaklar köyleri bombalıyor, evler basılıyor, yargısız infazlar yapılıyor, ormanlar yakılıyor…

Televizyonda “Bizimkiler” dizisi yok, tetris oyununun modası çoktan geçti, o yılların fenomen yarışması “Hugo’nun yerinde yeller esiyor, Eurovision şarkı yarışmaları artık eskisi kadar popüler değil, çünkü 90’lardan bahsetmiyoruz. 2015’teyiz.

Ali Yılmaz, hazırladığı “Karanlık Vardiya” kitabında, sanki 90’ları değil de günümüzü anlatıyor. Kitap temel olarak, Antonio Gramsci’nin devletin zora başvurmadan ‘nasıl yönetebildiğini’ açıklamak için kullandığı “hegemonya” kavramını ele alıyor. Devletin, baskı aracılığıyla politik iktidar egemenliğini sağlamasının yanı sıra, kültürel iktidarı aracılığıyla da ideolojik bir hegemonya kurduğundan söz ederken; insanların kendini ve çevresini yanılsama içinde algılamasını sağlayan bu gücü sorguluyor.

Kitapta hegemonya, rızanın örgütlendiği yani şiddet ya da zora başvurmadan inşa edilen süreçler olarak tanımlanıyor. Devletin kendi varoluşunu sürekli ve vazgeçilmez kılabilmek için, bazen baskıya bazen de rıza üretmeye başvurmasının örnekleri sıralanıyor bir bir. Toplumun genelinin nasıl olup da kendilerine doğrudan hiç de faydası olmayan, hatta zarar veren ekonomik, politik, sosyal ve kültürel söylemleri -kimi zaman toplumsal huzur adına, kimi zaman eskiye dönme korkusuyla, kimi zaman da din ya da laiklik elden gidiyor paranoyasıyla- can-ı gönülden destekleyebildiklerini açıklamaya yarıyor.

Karanlık Vardiya, Brezilya’da 1964 seçiminden sonra yapılan darbenin ardından “ölüm filoları”nın binlerce kişiyi öldürmesinden, Vietnam’da tarım arazileri ve ormanların kimyasal silahlarla bombalanmasına kadar birçok rıza üretme örneğinden söz ediyor. 1980 darbesinin de rıza üretme amacıyla yapıldığına değinirken, o yıllar boyunca, spor salonlarının, depolar ve kışlaların, nasıl sorgu ve işkence merkezlerine çevrildiğini anlatıyor.

Devletin tüm bu zorbalık ve dayatmalarına karşı, 90’lı yıllarda cezaevlerinden başlayarak, üniversitelerde, fabrikalarda ve özellikle Kürt coğrafyasında karşı koyuşlar ve direnişler engellenemedi ve etkisi günümüze kadar devam eden isyanlara dönüştü. Tüm yasaklamalara karşın 1 Mayıs’ta sokağa çıkılmaktan vazgeçilmedi. Grev yasağına rağmen 1986’da Netaş’ta iş bırakan işçiler bu süreç boyunca hem patrona hem de devlete meydan okudu. Sonraki yıllarda “işçi baharı” olarak ivme kazanan işçi eylemleri 1990’lı yılların özelikle ilk yarısında kamu işçilerinin de katılımıyla büyümeye başladı. Cezaevlerindeki tek tip kıyafet dayatması ise, açlık grevleri ve ölüm oruçları ile yanıt buldu ve devlete geri adım attırdı. Üniversitelerde de örgütlenmeyi engellemek için dayatılmak istenen, üniversite yönetimlerinin kontrolündeki “tek tip” öğrenci dernekleri sistemine karşı direnişe geçilerek işgaller gerçekleştirildi.

Tüm bu ve benzeri direniş ve karşı koyuşlar, devletin 80 darbesiyle birlikte sarsılmaz gibi gösterdiği hegemonyasını kırmaya başlayınca; devlet, bu kez de resmi kolluk ve istihbarat güçlerinin yanı sıra koruculuk sistemi gibi para-militer güçlerle ve JİTEM gibi, varlığını hep inkar ettiği kontrgerilla örgütlenmeleriyle tüm toplum kesimleri üzerindeki baskısını daha da arttırmaya koyuldu. Bir yandan da faşist baskı uygulamalarının gün yüzüne çıkmasını engellemek amacıyla diyaneti, hukuk ve eğitim sistemlerini seferber etti; özellikle medyayı bu psikolojik savaşın özel bir silahı olarak kullanmayı ihmal etmedi.

Polisin sokak eylemlerine yaptığı saldırılarda katlettiği insanlar, infazlar, ev baskınları, soruşturmalar, polis sayısının artırılması, gözaltında tecavüz ve ölüm, okullara çevik kuvvetin girişi, basına uygulanan sansür, gazetelerin kapatılması, birçok gazetecinin silahlı ya da bombalı saldırıda ya da işkencede öldürülmesi, JİTEM tarafından öldürülenlerin cesetlerinin ayaklarından iple tanka bağlanarak sürüklenmesi ve çırılçıplak teşhir edilmeleri, köy baskınları, köylülere dışkı yedirme, korucuların tehditleri, ceset kuyuları, Kürt siyasetçilerin öldürülmesi, partilerin kapatılması, yeni hapishanelerin inşaası, yeni karakolların yapımı, arazilerin mayınlanması, yaylaların yasaklanması, olağanüstü hal, köy boşaltmalar, ilçelere giriş çıkışın yasaklanması yalnızca Karanlık Vardiya kitabında sıralanan olaylar ya da 90´lardaki bir televizyon kanalındaki haberlerden aklımızda kalanlar değil, günümüzde de aktörleri değişmiş olsa da, benzer biçimde sürdürülen, devletin hegemonya politikası.

 Mine Yılmazoğlu

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kitap: “Karanlık Vardiya” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/feed/ 0
“Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir https://meydan1.org/2015/09/09/korku-egemenligi-teror-devleti-merve-demir/ https://meydan1.org/2015/09/09/korku-egemenligi-teror-devleti-merve-demir/#respond Wed, 09 Sep 2015 17:34:59 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/09/korku-egemenligi-teror-devleti-merve-demir/ Devletin varlığını sürdürmesi için, toplumun geniş kesimlerinde itaati zorlaması ya da bunu yapabileceğine inandırması gerekir. Ancak özgürlük için direnenler ve mücadele edenler, devletin bu çabasını boşa çıkarırlar. Direniş ve özgürlük insanların aklına bir kere düşmeyegörsün; devletin bu direnişi gösterenleri katletmesi bunu unutturmaz. Bir kere toplumsal meşruluğunu yitiren devlet, varlığını sürdürebilmek için çok daha büyük bir […]

The post “Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Korku Egemnliği Terör Devleti

Devletin varlığını sürdürmesi için, toplumun geniş kesimlerinde itaati zorlaması ya da bunu yapabileceğine inandırması gerekir. Ancak özgürlük için direnenler ve mücadele edenler, devletin bu çabasını boşa çıkarırlar. Direniş ve özgürlük insanların aklına bir kere düşmeyegörsün; devletin bu direnişi gösterenleri katletmesi bunu unutturmaz. Bir kere toplumsal meşruluğunu yitiren devlet, varlığını sürdürebilmek için çok daha büyük bir korku yaratmaya çalışır. Böyle dönemlerde, kendi hukukunu dahi yok sayıp “olağanüstü hal”lerle gündelik yaşamı terörize etmesi, devletin ana politikası olur. Dolayısıyla terörün ne, teröristin kim olduğunu biraz daha ayrıntılı irdelemek gerekiyor.

Devletin Terörist Dedikleri

1793’te yani Fransız Devrimi’nin hemen sonrasında ilan edilen Convention adlı bildiri ile terör kelimesi ilk siyasal anlamına kavuşur: “Komplo kuran tüm kişileri dehşete düşürmenin zamanı geldi. Kanun adamları, terörü başlatın.” Aslında bu ilk kullanım, devlet ve terör arasındaki doğrudan ilişkiyi anlamak açısından önemli.

Devletin “terör” iddiasıyla toplumu baskı altına alıp sindirmek istemesinin, kendisine karşı mücadele edenleri terörist ilan edip katletmesinin çokça örneği var.

Sene 1886… 8 saatlik iş günü için, ABD’deki işçiler, greve giderler. Günlerden 1 Mayıstır. Ayın dördünde devletin ve şirketlerin greve giden işçilere yönelik uyguladığı baskıyı ve şiddeti protesto etmek isteyen işçiler bu kez Haymarket Meydanı’na giderler. Günlerden katliamdır. Çünkü Meydanda düzenlenen mitinge polis saldırır, çok sayıda işçi yaşamını yitirir. Olaydan sonra “terörist” yaftalamasıyla birçok işçi tutuklanır ve idam edilir. Devlet aslında emeği için mücadele eden, hizaya sokamadığı işçileri katlederek en çok da ayakta kalanları ve mücadeleye tutunanları korkutarak yıldırmaya çalışmak istemiştir. Ancak yılgınlık değil, direniş örgütlenir. Böylece 1 Mayıs’lar devlet terörüne karşı her yerde direniş olmuştur.

İki İtalyan işçi olan Sacco ve Vanzetti, örgütlü mücadele eden anarşistlerdi. Haymarket işçilerinin yaşadıklarına benzer şekilde, devlet, bu iki işçiyi de, “haklı bir gerekçe sunarak” terörist ilan etti ve ardından katletti.

Devletin bu sıfatı en çok yakıştırdıklarından biri, anarşizmin en ateşli savunucularından, tüm yaşamını devlete karşı mücadeleye adamış Emma Goldman’dı. Sadece Goldman değil Errico Malatesta, Mihail Bakunin ve daha birçok anarşist devlet tarafından terörist olarak yaftalanmış, dört duvar arasına kapatılarak mücadeleden yalıtılmaya çalışılmıştı.

Anarşist hareketin tarihinde terörist diye yaftalananlar sadece bireyler değildi. İşçi örgütlenmelerinden sendikalara, kooperatiflerden federasyonlara kadar farklı birçok anarşist yapı da bu yaftalamadan kurtulamamıştır. Faşist Franco döneminde CNT’den Arjantin’deki anarşist sendika FORA’ya, 19. Yüzyılda ABD’de IWW’den Bakunin’in örgütlediği İşçi Kardeşliklerine kadar öz-örgütlenmelerin büyük çoğunluğu devlet ve kapitalizmin işlerliğinin dışında bir toplumsal işleyişe giriştiklerinden dolayı terörist oldukları iddiasıyla baskılara maruz kalmışlardır.

Devletlerin terör yaftalamalarına maruz kalanlar, muhakkak ki sadece anarşistler olmamıştır. İberya’da Bask halkının özgürlük mücadelesini veren ETA’dan, Kuzey İrlanda halkının özgürlük mücadelesini veren IRA’ya, 1960’larda kadın mücadelesini veren örgütlerden siyahların mücadelesini veren örgütlenmelere kadar, mücadele eden tüm kesimler, devlet tarafından tehdit olarak görülmeye başladığı an terörist diye yaftalamış, sürgün edilmiş, hapsedilmiş ve katledilmiştir.

Birkaç ay öncesinde İspanya‘da anarşistlere yönelik girişilmiş Pandora ve Pinata operasyonlarıyla da aynı senaryo oynanmaya çalışılmıştır. Devlet “terör operasyonları” aracılığıyla sadece anarşistleri tutuklamamıştır. Aynı zamanda mücadele eden insanları kriminalize etmek ve toplumda bir korku havası estirmek istemiştir.

Terör Operasyonları

Özellikle toplumsal mücadelenin yükselişe geçtiği, devlet iktidarının kendini yalnızca şiddet kullanarak yeniden üretebildiği bir atmosferde, devletlerin en çok başvurduğu strateji, terör operasyonlarıdır. Yukarıda da belirtildiği gibi operasyonların hedefi toplumda bir korku durumu yaratarak, bireyleri devletin belirlediği ve sınırlarını çizdiği siyasal alanın içinde kalmalarını sağlamaktır. Yani basitçe, devlet vatandaşlarından kendisine biat etmesini beklerken, belirlediği alanın dışına çıkanları “ibretlik olsun” diye cezalandırır.

Operasyon süreçlerinde, kolluk güçleriyle diyalog halinde çalışan medyanın da desteğiyle, operasyon gerçekleştirilen organizasyon ve bireyler hedef alınır. Operasyonlarla terör diye yaftalanan, iktidar sahiplerinin çıkarına olmayan eylemlerdir. Terörist dedikleri, aynı iktidar sahiplerinin tahakkümüne karşı direnen ve bu tahakkümü ortadan kaldırmak için mücadele edenlerdir.

Bir yandan Kürt siyasetine yönelik terör operasyonları cadı avı niteliğinde sürerken, diğer yandan Kürdistan’da askeri operasyonlar ve sokağa çıkma yasakları, 90’ları aratmadı. Sabaha karşı yapılan ev baskınlarının ve gözaltıların, devrimcileri ve halkı yıldırmaya yönelik hamleler olduğu aşikardı. Bu koşullarda sokaklar daha kızgınlaştı ve çatışmalar arttı. Bu eksende devletin koyduğu yasaklara bir de kent giriş-çıkışların kapatılması ve basının çatışma bölgelerine girişlerinin engellenmesi eklendi. 144 toplantı ve gösteriye asker-polis saldırısı yaşandı. Son 40 günde 2 bin 544 kişi gözaltına alınırken, 338 kişi tutuklandı. Yapılan çatışmalarda 24 kişi yaralandı. 7 gün içinde 45 kişi yaşamını yitirdi. Yapılan operasyonlar sonucunda devlet Bağcılar’da Günay Özarslan adında bir devrimciyi infaz etti. Şırnak’ta 7 yaşında Baran Çağlı, Diyarbakır’da 11 yaşındaki Beytullah Aydın, Ağrı Diyadin’de 15 yaşındaki Orhan Aslan, 16 yaşındaki Emrah Aydemir, Mardin’ de 16 yaşındaki Mazlum Turan devlet tarafından katledildi. Asker Silopi’de evleri basıp 3 genci yataklarında infaz etti.

Gözaltına alınanlar, kaybedilenler, işkenceye uğrayanlar, sabaha karşı yapılan ev baskınları, gösteri ve toplantılara saldırı, sokağa çıkma yasağı, kent giriş çıkış yasakları, köy boşaltmalar, kasten başlatılan orman yangınları, askeri operasyonlar, saldırılarda, operasyonlarda yaralananlar, katledilenler, infaz edilenler, infaz edilenlerin cansız bedenlerine yönelik şiddet ve bu şiddetin teşhiri…

Bütün bunlardan sonra tekrar düşünelim terör kelimesinin anlamını. Ve teröristin kim olduğunu…

Merve Demir

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/09/korku-egemenligi-teror-devleti-merve-demir/feed/ 0
Kullan-at Kılavuz: “İnfaz Erteleme” – Duygu Üyetürk https://meydan1.org/2014/05/28/kullan-at-kilavuz-infaz-erteleme-duygu-uyeturk/ https://meydan1.org/2014/05/28/kullan-at-kilavuz-infaz-erteleme-duygu-uyeturk/#respond Wed, 28 May 2014 13:47:17 +0000 https://test.meydan.org/2014/05/28/kullan-at-kilavuz-infaz-erteleme-duygu-uyeturk/ Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler… Mülkiye Demir Kılınç; ikiz bebekleriyle hapse mahkum edilmiş bir anne. Bebekleriyle hapse girmeyi engellemenin yollarını arayıp duran bir anne. Şimdi Mülkiye’nin nezdinde, insanca yaşamaya ve bebeklerini yaşatmaya çalışan bir kadının sürdürdüğü mücadele üzerinden, adaletsizliğin içinde hukukun yargı yollarından, […]

The post Kullan-at Kılavuz: “İnfaz Erteleme” – Duygu Üyetürk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler…

Mülkiye Demir Kılınç; ikiz bebekleriyle hapse mahkum edilmiş bir anne. Bebekleriyle hapse girmeyi engellemenin yollarını arayıp duran bir anne. Şimdi Mülkiye’nin nezdinde, insanca yaşamaya ve bebeklerini yaşatmaya çalışan bir kadının sürdürdüğü mücadele üzerinden, adaletsizliğin içinde hukukun yargı yollarından, tüm tutsakların “infaz erteleme” çabalarından bahsedeceğiz.

6411 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile sözde infazla ilgili hatalı olduğunu söylediğimiz, sıkça tartışılan sorunların çözüleceği belirtildi. Bu kanunla; şüpheli veya sanığın derdini anlatacak derecede Türkçe bildiği halde, kendisini daha iyi ifade edebileceği bir başka dilde mahkemede savunma yapılabileceği belirtildi.

Kanunda, hapis cezasının infazının gebelik ve hastalık nedeniyle ertelenmesine dair süre ve şekiller düzenlenmiş, hükümlünün istemi ile infazın ertelenmesinin süre sınırı taksirle işlenen suçlar yönünden 5 yıl veya daha az süreli hapis cezasına, kesinleşen hükmün infazında 3 yıl olarak öngörülen yakalama emri, taksirle işlenen suçlar yönünden 5 yıl hapis cezasına çıkarılmaktadır.

Kanunda, kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan evli hükümlülerin 3 ayda bir kez olmak üzere, 3 saatten 24 saate kadar eşleri ile cezaevi infaz kurumu personelinin yakın nezareti olmaksızın mahrem şekilde görüşebilmesi düzenlenmiştir. Ancak bu suçluluğu kesinleşmemiş tutukluların böyle bir hakkı olmaması asıl dikkat çeken sorundur.

Kanunda, hükümlülük süresinin beşte birini iyi halle geçiren mahkumlara mazeret izni verilmesi halinde, izin süresinde gece konaklaması gerekli olduğunda iznin geçirileceği yer ve şartlarda iyileşmeye gidildiği görülmektedir. Tutuklunun bir yakınının ölümü veya ağır hastalık geçirmesi durumunda da, mazeret izni kapsamında izin süresinde gece konaklaması gerekli olduğunda iznin geçirileceği yer ve şartlarda iyileşmeye gidileceği ve böylece ev ortamında kalmasının sağlanacağı görülmektedir.

6411 sayılı Kanunun 13. maddesinde, bir buçuk yıla varan (18 aya kadar) hapis cezasına mahkum olanların cezaevlerinden erken koşullu salıverilmesinin veya cezaevine girmeden denetimli serbestlik altında hapis cezası dışarıda çektiriliyor. 31.12.2015 tarihine kadar 6 ay açık cezaevinde kalma şartı aranmaksızın, cezalarının koşullu salıverilme tarihine 1 yıl ve daha az süre kalan iyi halli hükümlülerin talepleri halinde salıverilmeleri mümkün haldedir. Çocukların ise Ceza İnfaz Kanunu’nun 105/A maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde öngörülen, çocuk eğitimevinde toplam cezanın beşte birini tamamlama şartı da 31.12.2015 tarihine kadar kaldırılarak, koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi halli hükümlülerin talebi halinde erken koşullu salıverileceği belirtilmiştir.

Kanunun görüneni bu; biz gerçeklere yüzümüzü dönelim. Soruşturmadan, kovuşturmaya yargılamanın tüm aşamalarında hukuksuzuğun tüm unsurlarını barındıran uygulamalarla, dosyayı inceletmemek, avukatla görüştürmemek, gözaltı süresinin haksız uzatılması, olmadık koşullarda gözaltılar, hukuksuz telefon dinlemeleri, savunmasını ana diliyle yapmak istediği için duruşma salonundan atılan insanlar, planlanan operasyonlarla uydurma suçlularla mahkumiyet kararları, her gün ölüme yaklaşan, hastalıkları ağırlaşan tedavisi yapılmayan hasta tutuklular, gebe, çocuklu mahkum tacizleri, çocukların uğradığı tacizler, tecavüzler, koğuş ağalarının, meydancıların baskı ve şiddeti adaletsizliğin gerçek yüzü. Mülkiye Demir Kılınç; olmayan bir suçtan, haklılığını ispatlayamadan ikiz bebekleriyle birlikte 2 yıl 1 aya mahkum edildi. Çünkü; verilen ceza 2 yılın altında olsaydı, sattığı kitapların bedeli, cezaevine mahkum edilemeyecekti. O infazın ertelenmesini istedi; mahkeme Mülkiye’den kendisi için bir Adli Tıp raporu istedi. Oysaki Mülkiye’nin rapora ihtiyacı yok; beton zeminde, mamasız, havasız, babasız bir çocuğun büyüyebileceğini düşünen zihinlerin Adli Tıp raporuna ihtiyaçları var! Kendi infazı çoktan gerçekleşmiş hukuka değil, gerçek adalete ihtiyaç var!

Duygu Üyetürk

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 18. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kullan-at Kılavuz: “İnfaz Erteleme” – Duygu Üyetürk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/05/28/kullan-at-kilavuz-infaz-erteleme-duygu-uyeturk/feed/ 0