İspanya Devrimi – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Mon, 19 Jul 2021 12:17:37 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 İberya Devrimi’nin 85. Yılında Uluslararası Dayanışma Açıklaması https://meydan1.org/2021/07/19/iberya-devriminin-85-yilinda-uluslararasi-dayanisma-aciklamasi/ https://meydan1.org/2021/07/19/iberya-devriminin-85-yilinda-uluslararasi-dayanisma-aciklamasi/#respond Mon, 19 Jul 2021 12:17:21 +0000 http://meydan1.org/?p=73432 19 Temmuz 1936’da İberya’da alevlenen anarşist devrimin 85. yılında; Anarşist Politik Örgütlenme(Yunanistan), Devrimci Anarşist Federasyon ve İtalyan Anarşist Federasyonu ortak bir dayanışma metni yayınladı. (English Below) Ya Toplumsal Devrim; ya Devlet – Kapitalizm Vahşeti İberya Devrimi’nin 85.Yılında Uluslararası Dayanışma Açıklaması 19 Temmuz 1936’da Barselona’daki fabrikaların sirenleri, yeni vardiyanın başlangıcı için çalmadı. Bu, fabrika komitelerinin konfederasyonun […]

The post İberya Devrimi’nin 85. Yılında Uluslararası Dayanışma Açıklaması appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
19 Temmuz 1936’da İberya’da alevlenen anarşist devrimin 85. yılında; Anarşist Politik Örgütlenme(Yunanistan), Devrimci Anarşist Federasyon ve İtalyan Anarşist Federasyonu ortak bir dayanışma metni yayınladı. (English Below)

Ya Toplumsal Devrim; ya Devlet – Kapitalizm Vahşeti

İberya Devrimi’nin 85.Yılında Uluslararası Dayanışma Açıklaması

19 Temmuz 1936’da Barselona’daki fabrikaların sirenleri, yeni vardiyanın başlangıcı için çalmadı. Bu, fabrika komitelerinin konfederasyonun savunma komitelerini uyarmaları için CNT’nin (Ulusal Emek Konfederasyonu) seçtiği sinyalin sesiydi. Daha önce Katalonya hükümetini (CNT’ye silah vermeyi reddeden) etkisiz hale getiren faşist ordu şehri işgal etti. CNT, FAI ve FIJL (Özgürlükçü Gençlik) örgütlü proletaryaya kamulaştırdıkları silahları dağıtarak toplumsal ve sınıfsal savunmayı zaten örgütlemişlerdi. Barikatlar kurulurken CNT-FAI’nin topladığı bilgiler sayesinde faşist ordunun şehre ne zaman saldıracağı devrimciler tarafından biliniyordu. Halkı bizzat silahlandırarak ve devlet kurumlarına olan güveni reddederek CNT ve FAI’yi takip eden İspanya’nın her yerinde, generallerin açıklamaları başarısız oluyordu. Üç yıllık iç savaşta, cumhuriyetin tek bir zaferinin olması (Aragon’un kurtuluşu, Teruel’in kurtuluşu) konfederasyon milislerinin belirleyiciliğini gösteriyor.

İşçi ve tarım komünleri gerçek oldu, CNT ve FAI o andan itibaren akıl almaz olanı başardı. Toplumsal ve sınıfsal kurtuluş, federe topluluklardan oluşan bir toplum, liberter komünist bir dünya sadece güzel fikirler değildi; İspanya’da devrim sırasında silahlı halk tarafından gerçekleştirilmiş olan pratikti.

İberya’daki toplumsal devrimden 85 yıl sonra siyasi, ideolojik, ahlaki ve ekonomik olarak iflas etmiş; savaşlar, dışlama ve yoksullaşmadan başka vaat edecek bir şeyi olmayan sistem, kendisini genele yayılmış toplumsal hoşnutsuzluğun hem yerel hem de küresel çapta dışavurumuna yani toplumsal hareketlenmelere hazırlıyor. Bu, devletlerin ve patronların şiddetle “tarihin sonu” anlatılarını toplumsal çoğunluğa dayatmaya çalıştıkları bir dönem. İnsanları büyük toplumsal çoğunluğun yoksulluk, zorluk, hastalık, savaşlar ve yıkımla dolu bir toplumda yaşamak zorunda kalacağı bir toplumdan başka bir alternatif olmadığına mümkün olan her şekilde ikna etmeye çalışıyorlar. Devlet ve kapitalizm eşitsizliği, baskıyı ve sömürüyü tırmandırırken sistemik krizin hızlandırıcısı olarak işleyen ölümcül Covid-19 salgını, topluma ve onun direnişine yönelik bu genelleştirilmiş saldırıyı yoğunlaştırmak için kullanılıyor.

Otorite, insan toplumlarını kontrol etmek, onlara mutlak iktidarı dayatmak, doğayı ve tüm kaynaklarını yağmalamak amacıyla bu geniş çaplı saldırıyı yürütüyor. Suriye’den ABD’ye, İstanbul’dan Batı Avrupa ve Güney Amerika’ya politik ve ekonomik patronlar, sömürülenleri ve baskı altına alınanları hedef alarak daha fazla baskı, yağma ve ölümün habercisi oluyorlar.

Devlete ve kapitalist saldırılara karşı toplumsal ve sınıfsal direniş ortaya çıkıyor; dünyanın her köşesinde barikatlar kuruyor. Eylemlerden, kendi kendini örgütleyen aracısız mücadele biçimlerinden, grevlerden, işgallerden, politik ve ekonomik patronların baskıcı güçleriyle çatışmalardan sürekli direniş mesajı veren isyanlara ve devam eden devrimlere kadar var olan mücadele bize tarihin sonunun henüz gelmediğini, insanın başka bir insan tarafından sömürülmediği yeni bir toplumun yaratılabileceğini hatırlatıyor.

Direniş mozaiğinden çıkan bu mücadeleler, zaman içinde toplumsal kurtuluş fikrini elinde tutacak ve toplumsal devrim için zemin hazırlayacak.

Zapatistalar ve Chiapas’taki isyancı topluluklarla dayanışma! 1994 İsyanı’ndan sonra özerkliklerini inşa ederken Ulusal Yerli Kongresi (CNI) üyesi ve Acteal’in Sivil Toplumu Las Abejas üyesi Simón Pedro Pérez López’in öldürülmesine de yol açan devletin ve paramiliter saldırıların sürekli hedefindeler.

Şili’de mücadele eden halklarla dayanışma! İsyan esnasında tutuklanan politik tutsaklarla topraklarına el konulmasına karşı savaşan ve Şili devletinin baskıcı şiddetine maruz kalan Mapuche’nin yerli topluluklarıyla dayanışıyoruz. En son yaşadıkları şey, 29 yaşındaki Mapuche Pablo Marchant’ın 10 Temmuz’da La Araucanía Bölgesi’ndeki Carahue komününde Carabineros tarafından öldürülmesiydi.

Devletin kanlı şiddetine, işkencelere, tutuklamalara, kurşuna dizmelere ve eylemlere katılanlara yönelik tecavüzlere rağmen 28 Nisan’dan bu yana sokaklarda savaşan isyancı Kolombiya halklarıyla dayanışma!

Irkçı İsrail devletine ve devletin baskıcı güçlerinin Filistinlilere yönelik şiddetli saldırıları, onları topraklarından çıkarma operasyonları, Gazze’deki ambargo, kapatılan duvar yoluyla dayatılan modern Apartheid’a karşı Filistin mücadelesiyle dayanışma! Filistin topraklarını yöneten aynı otoriteler tarafından uygulanan baskı, temel ihtiyaç maddelerinin ve sağlık hizmetlerinin yokluğu, askeri karakollar, tutuklamalar, işkenceler, keskin nişancı cinayetleri ve bombalamalara karşı Filistin mücadelesiyle dayanışma!

1 Şubat askeri darbesine karşı ayaklanan, yüzlerce ölüme ve yaralıya rağmen grev ve eylemler ile -direniş için oluşturulan, anarşistlerin de toplumsal çatışmalarda ön saflarda yer aldığı ezilenlerin öz savunmasıyla- mücadele eden Myanmar halkıyla dayanışma!

Belarus, Yunanistan, Myanmar, Şili, Kolombiya, Venezuela, Küba ve dünyanın diğer birçok yerindeki mücadele hareketlerine katılımlarından dolayı var olan baskıdan etkilenen anarşistlerle dayanışma!

76 yıl sonra İberya Devrimi’yle aynı günde, önceden var olan baskıyı yenisiyle değiştirmeyen, başka bir ulus-devletin kurulması için değil demokratik konfederalizm için savaşan Rojava ile dayanışma! Temeline ekolojiyi ve kadın özgürleşmesini alarak, çok kültürlü bir kimlik oluşturarak Kürtleri, Arapları, Süryanileri ve diğer halkları bir araya getiriyorlar. Devletin saldırılarına, kapitalist ve faşist saldırılara karşı toplumsal örgütlenme ve öz savunma yapıları inşa ediyorlar. Türk devletinin savaş operasyonlarına ve askeri işgallerine karşı direniyorlar.

Kuzey Amerika ve Kanada’dan Meksika, Brezilya, Arjantin ve Şili’ye kadar sermaye tarafından sömürülmek için topraklarının devletler tarafından ele geçirilmesine karşı tüm zulme, tutuklamalara ve cinayetlere rağmen mücadele eden Amerika yerli halkları ile dayanışma!

Halklarla Savaşan Devletler Kaybedecek!
Toplumsal Devrim İçin Örgütlenmeye ve Mücadeleye

Anarşist Politik Örgütlenme – Kolektifler Federasyonu (APO – Yunanistan)
Devrimci Anarşist Federasyon (DAF)
İtalya Anarşist Federasyonu – Uluslararası İlişkiler Komisyonu (FAI – İtalya)


GLOBAL SOCIAL REVOLUTION OR STATE AND CAPITALIST BRUTALITY

Statement of Internationalist Solidarity for the 85 Years Since the Spanish Revolution

On July 19th 1936, the sirens of the factories in Barcelona do not sound for the beginning of the shift. It is the agreed signal of the Confederacion Nacional del Trabajo – CNT for the action of factory committees towards the confederation’s defense committees. The fascist army, having previously neutralized the government of Catalonia (which refused to provide CNT with arms), invades the city. CNT, FAI and Libertarian Youth have already organized the social and class defense, by expropriating weapons, which are distributed to the organized proletariat. Barricades are built, while thanks to information gathered by CNT-FAI it is known to the revolutionaries as to when the fascist army would attack the city. . Throughout Spain, where the people follow the indications of the CNT and FAI by arming themselves and denying trust in state institutions, the pronouncement of the generals is defeated. In three years of civil war, the only victories of the republic (liberation of Aragon, liberation of Teruel) show the decisive contribution of the confederal militias.

The worker and agrarian communes became a reality, CNT and FAI managed what from that point on is no longer inconceivable. Social and class emancipation, a society of federated communities, the world of libertarian communism is not just the most beautiful idea, it is a fact which was realized in Spain by the people in arms during the Revolution.

Today, 85 years after the Social Revolution in Spain, the politically, ideologically, morally and economically bankrupt system, having nothing else to promise but wars, exclusion and impoverishment, has been preparing itself against the prospect of a dynamic expression of the generalized social discontent, both locally and internationally. This is a period when the states and the bosses are fiercely attempting to impose on the social majority their narrative on the “end of history”. They are striving to convince in every way possible that there is no other alternative for human societies but the one in which the great social majority will be forced to live stigmatized by poverty, hardship, disease, wars and destruction. The state and capitalist machine escalates inequality, repression and exploitation, while the deadly pandemic of covid-19 that operates as an accelerator of the systemic crisis is used for the intensification of this generalized attack against society and its resistance.

The authority is waging this full-scale attack with the aim to control human societies, to impose absolute power on them, to loot nature and all its resources. From Syria to the US, from Istanbul to Western Europe and South America, the political and economic bosses have targeted the exploited and the repressed, foreshadowing even more repression, plunder and death.

Against the state and capitalist attack, social and class resistance from below emerges and raises barricades in every corner of the earth. From the demonstrations, the self-organized and unmediated forms of struggle, the strikes, the occupations and the clashes with the repressive forces of the political and economic bosses to the revolts, which are sending the message of constant resistance and the Revolutions that continue to remind us that history has not ended, that the creation of another society in which there will be no exploitation of one human being by another is possible.

These struggles form the mosaic of resistance, hold the thread of the idea of social emancipation through time and prepare the ground for gobal Social Revolution.

Solidarity with the Zapatistas and the rebelious communities in Chiapas, which after the revolt of 1994  are building their autonomy, while being under constant state and parastatal attacks that led also to the murder ofSimón Pedro Pérez López, member of the National Indigenous Congress (CNI) and member of the Civil Society Las Abejas of Acteal, by paramilitaries connected to drug mafias.

Solidarity with the people who struggle in Chile, with the political prisoners of the revolt and the indigenous communities of Mapuche, who have been fighting against the seizure of their lands and have been facing the repressive violence of the Chilean state, with most recent event the murder of a 29 year old Mapuche Pablo Marchant, by the Carabineros, in the Carahue commune, in the La Araucanía Region on July 10th.

Solidarity with the revolted peoples of Colombia that have been fighting on the streets since the 28th of April till this day, in spite of the murderous state violence, the tortures, the arrests, the shootings and the rapes against demonstrators.

Solidarity with fighting Palestine against the racist state of Israel and the modern apartheid which has been imposed through the violent attacks of the state repressive forces against the Palestinians, the operations of expelling them from their lands, the embargo in Gaza, the wall that has been built around it, repression exercised by the same authorities that govern the Palestinian territories the lack of basic goods and healthcare, the military posts, the arrests, the tortures, the murders by snipers and the bombings.

Solidarity with the people in Myanmar who have revolted against the military coup of February 1st  and, in spite of the hundreds who have died and have been wounded, are resisting through strikes and demonstrations,through the combative stand of the militias that have been created for the self-defence of the repressed and with the anarchists being at have been on the frontline of the social clashes.

Solidarity with the anarchists hit by the repression also for their participation in struggle movements, in Belarus, Greece, Myanmar, Chile, Colombia, Venezuela, Cuba and many other countries of the world.

Solidarity with Rojava, where the revolted people are fighting for democratic confederalism and not the formation of another nation-state, replacing the preexisting repression with a new one, on the same day of Spanish Revolution after 76 years. By placing at its core ecology and woman emancipation and creating a multicultural identity, it brings together Kurds, Arabs, Assyrians and other populations. It builds structures of social organization and self-defence against state, capitalist and fascist attacks. It resists to the continuous war operations and the military invasions of the Turkish state.

Solidarity with the indigenous peoples of the Americas who are still struggling against the seizure of their lands by the states, in order to be exploited by the capital, from North America and Canada, to Mexico, Brazil, Argentina and Chile, despite of the persecutions, imprisonments and murders against them.

THE STATES THAT FIGHT THE PEOPLES WILL BE DEFEATED!
ORGANIZATION AND STRUGGLE FOR GLOBAL SOCIAL REVOLUTION!

Anarchist Political Organization-Federation of Collectives (APO- Greece)
Revolutionary Anarchist Federation (DAF)
Federazione Anarchica Italiana- Commissione Relazioni Internazionali (FAI – Italy)

The post İberya Devrimi’nin 85. Yılında Uluslararası Dayanışma Açıklaması appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2021/07/19/iberya-devriminin-85-yilinda-uluslararasi-dayanisma-aciklamasi/feed/ 0
Langırt’ın Mucidi Anarşist Alejandro Finisterre’in Hikayesi https://meydan1.org/2017/06/05/langirtin-mucidi-anarsist-alejandro-finisterrein-hikayesi/ https://meydan1.org/2017/06/05/langirtin-mucidi-anarsist-alejandro-finisterrein-hikayesi/#respond Mon, 05 Jun 2017 10:43:44 +0000 https://seninmedyan.org/?p=8274 Çoğumuzun severek oynadığı masa oyunu Langırt, genellikle 120 cm’e 61 cm genişlikte bir masa üzerine çakılı 8 çubuk ve bu çubukların üzerine takılı futbolcu maketleriyle oynanan oyunun adıdır. Yaşadığımız topraklarda birkaç sene öncesine kadar yasak olan bu oyunun nasıl ortaya çıktığını hiç merak etmiş miydin? 1900’lü yılların başında, İspanyol anarşist şair Alejandro Finisterre, tedavisi için […]

The post Langırt’ın Mucidi Anarşist Alejandro Finisterre’in Hikayesi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Çoğumuzun severek oynadığı masa oyunu Langırt, genellikle 120 cm’e 61 cm genişlikte bir masa üzerine çakılı 8 çubuk ve bu çubukların üzerine takılı futbolcu maketleriyle oynanan oyunun adıdır.

Yaşadığımız topraklarda birkaç sene öncesine kadar yasak olan bu oyunun nasıl ortaya çıktığını hiç merak etmiş miydin?

1900’lü yılların başında, İspanyol anarşist şair Alejandro Finisterre, tedavisi için gittiği Katalonya’da, evlerinden dışarı çıkamayan sakat çocukların da futbol oynayabilmesi için bir masa oyunu tasarlar. Masa tenisinden ilham alarak icat ettiği langırt, hızla dünyaya yayılır ve uluslararası müsabakaları yapılmaya başlanır. Anarşist yoldaşlarının önerisiyle 1937 yılında oyunun telif hakkını alan Finisterre, bu tarihten sonra çalıştığı inşaat işçiliği ve dizgicilik gibi işleri bırakıp hayatını langırt oyunuyla kazanmaya başlar.

İspanya Devrimi’ne katılan ve Franco’nun faşist diktatörlük döneminde ülkeden ülkeye seyahat etmek zorunda kalan yoldaş Finisterre, 2007 yılında, 87 yaşındayken yaşamını yitirdi. Özgür ve mutlu bir topluma olan inancıyla hafızalarımızda yaşamaya devam ediyor.

“Ben gelişime inanıyorum; mutluluktan, barıştan, sevgi ve adaletten inşa edilmiş bir topluma olan isteğe ve bu isteğin bir gün gerçekleşeceğine inanıyorum!”

Alejandro Finisterre (Alejandro Campos Ramirez)

Kaynak : Anarşist Gençlik

 

The post Langırt’ın Mucidi Anarşist Alejandro Finisterre’in Hikayesi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/06/05/langirtin-mucidi-anarsist-alejandro-finisterrein-hikayesi/feed/ 0
Anarşist Yayınlar Dizisi (7): Tarihteki Anarşist Kadın Yayınları https://meydan1.org/2016/03/09/anarsist-yayinlar-dizisi-7-tarihteki-anarsist-kadin-yayinlari/ https://meydan1.org/2016/03/09/anarsist-yayinlar-dizisi-7-tarihteki-anarsist-kadin-yayinlari/#respond Wed, 09 Mar 2016 17:36:46 +0000 https://test.meydan.org/2016/03/09/anarsist-yayinlar-dizisi-7-tarihteki-anarsist-kadin-yayinlari/ 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün yaklaştığı şu günlerde; yazı dizimizin bu sayısını, anarşist kadınlar tarafından çıkarılmış yayınlara ve anarşist kadın mücadelesinin önemli isimlerinden kadınların yer aldıkları yayınlara ayırdık. Anarşist yayınlar tarihinde oldukça yer edinmiş bu yayınları, siz okuyucularımızla paylaşıyoruz. Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 32. sayısında yayınlanmıştır.

The post Anarşist Yayınlar Dizisi (7): Tarihteki Anarşist Kadın Yayınları appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün yaklaştığı şu günlerde; yazı dizimizin bu sayısını, anarşist kadınlar tarafından çıkarılmış yayınlara ve anarşist kadın mücadelesinin önemli isimlerinden kadınların yer aldıkları yayınlara ayırdık. Anarşist yayınlar tarihinde oldukça yer edinmiş bu yayınları, siz okuyucularımızla paylaşıyoruz.

The Woman Rebel

thewomenrebel

Margaret Sanger’in 1914 yılında yayınlamaya başladığı The Women Rebel, Amerika’da kadın mücadelesinin önemli yayınlarından. Emma Goldman’ın etkisiyle verdiği kadın mücadelesinde pek çok yayın çıkarmış olan Margaret Sanger, açtığı doğum kontrol kliniğiyle de bu mücadelenin pratiğini yansıtmış kadınlardandı. Dergide ağırlıklı olarak doğum kontrolü ve devlet baskısı konularına değinilir. 20. yüzyılın işçi kadınlarının sorunlarına dair yazılara da derginin ağırlıklı konularındandı.

Aylık olarak yayınlanan The Women Rebel yalnızca sekiz sayı çıkarılmasına rağmen, devleti oldukça rahatsız etmişti. 7 sayısı gizli şekilde yayınlanan ve dağıtılan The Women Rebel’in çoğaltılması devlet tarafından engellenince, Margaret Sanger’ın tüm yayınları, 1999 yılında Margaret Sanger Paper Project (Margaret Sanger Kitap Projesi) adıyla bir internet sitesinde bir araya getirildi.

 

Seitō

bluestockingg

Japonya’daki kadın özgürlük mücadelesinin önde gelen isimleri olan Raichō Hiratsuka, Yasumochi Yoshiko, Mozume Kazuko, Kiuchi Teiko ve Nakano Hatsuko tarafından temelleri atılan Seitō’nun ilk sayısı, 1911 yılının Eylül ayında yayınlandı. Aynı zamanda Seitō-sha grubunun üyesi olan kadınların çıkardığı bu yayın, hızla yaygınlaştı. Bilinen edebiyatçılardan işçilere, öğrencilere kadar toplumun birçok kesiminden kadının desteğini alan Seitō’nun, binlerce kopyası basıldı. Seitō-sha üyesi olan ve kendilerini “Yeni Kadın” olarak tanımlayan bu kadınlar; cinsiyet rollerinden sıyrılmış ve özgüvene sahip özgür kadınları tanımlıyordu.

Yalnızca kadınların hazırladığı ve kadınların sorunlarını anlatan Seitō’nun ilk sayılarında edebiyat ağırlıklı yazılar yayınlanırken, sonrasında kadın özgürlük hareketine dair yazılar belirginleşmeye başladı. Kadınların köleleştirilmesini, kürtajı ve sosyal alanlardaki adaletsizlikleri temel konu başlıkları edinen dergi; kapitalizme ve devletlere yöneltilen sert eleştirilerin bulunduğu bazı yazıları gerekçe gösterilerek toplatıldı. 1916 yılının başlarında çıkan son sayısıyla birlikte dergi projesi sona erdi ama Seitō-sha üyesi kadınlar yazmaya ve eylemeye devam etti.

La Voz de la Mujer

lavozdelamujer2

1896 yılında Arjantin’de “Ne Tanrı, Ne Patron, Ne Eş” diyerek bir araya gelen kadınlar dünyanın ilk anarşist kadın örgütü La Voz de la Mujer (Kadınların Sesi)’i kurdular. Dergide Recidence Law mahlasıyla yazan Virginia Bolten ve kadın arkadaşları, aynı adla yayınladıkları dergiyi Buenos Aires’te basmaya başladıklarında, anarşizm Latin Amerika’da henüz biliniyordu. “İntikamcı Kadınlar” ve “Burjuvanın İblis Kadınları’nı Bir Çırpıda Bitirmek” gibi yazıların yayınlandığı derginin en öne çıkan konularından biri “kurumsal olarak evlilik”ti. La Voz de la Mujer’in, kadınların çıkardığı diğer yayınlara nazaran en belirgin özelliği, derginin her bir sayfasının kadınlar için yazılıyor oluşuydu. 8 sayı devam edebilen La Voz de la Mujer’in her sayısı, 1000-2000 kadar basıldı.

“Kadının özgürlüğüne kavuşması… Nedir? Bizim özgürlüğe kavuşmamız ilk olarak erkeklerin egemenliğinden kurtulmak olacak, sonra da ‘biz kadınlar’ olmak….” Anarşizmin kadının özgürleşmesi için en güzel fikir olduğunu söyleyen kadınlar, aynı zamanda, bugün yeryüzünün tüm coğrafyalarında devam eden anarşist kadın mücadelesinin meşalelerini yakanlardandır.

Mother Earth

motherearth2

Anarşist Yayınlar yazı dizisinin ilkinde de yer verdiğimiz Mother Earth, Amerika’nın en ünlü anarşist yayınlarından biri olmanın yanı sıra, anarşist kadın mücadelesinde de önemli bir yer tutar. Oldukça geniş bir anarşist yazar yelpazesine sahip olan dergi, 1906’dan 1917’ye yılına kadar yazılarıyla Amerika’da ve anarşist harekette geniş yankılar oluşturmuştur. Kadınların kurtuluşuna ve aile kavramına dair pek çok yazıyı barındıran derginin doğum kontrolüne dair bir yazı yayınlanan sayısı, Emma Goldman’ın aynı başlıkta yaptığı bir konuşması sonrasında evinin basılması ve gözaltına alınması sonrasında, yasaklanmıştır.

1937 yılında Aragon Kolektifleri Federasyonu’nda, İspanya Devrimi’nin kadınlarının onu oldukça etkilediği söyleyen Goldman, kadın mücadelesine dair neredeyse tüm yazılarını bu dergide yazmıştır.

Anarşist kadın mücadelesinin önemli isimlerinden Emma Goldman’ın “gözbebeği” Mother Earth, ABD’nin engellemelerine rağmen, yayınını durdurmak zorunda kaldığı 1917 yılında bile, 10.000 dağıtılmayı başarmıştır.

Mujeres Libres

mujereslibres

1933’te Lucia Sanchez Saornil ve Mercedes Comopasada, cinsiyetçilikle olan kavgalarını büyütürken, anarşist mücadelede içerisinde “kadın”ı da belirginleştirmek istediler ve kadının özgürlüğüne kavuşması için çalışmalar yapmaya karar verdiler. Bu karar doğrultusunda, 1935 yılında birçok kadına ve farklı kadın gruplarına mektuplar göndererek başlattıkları serüven; Mayıs 1936’da -asıl mesleği doktorluk olan ama kendini özgürlük için Barcelona’da mücadele etmeye adamış bir anarşist kadın Amparo Poch’un da yardımıyla- aylık çıkacak bir yayın olan Mujeres Libres’e dönüştü.

İspanya Devrimi süresince, faşist Franco’nun rejimine karşı mücadele eden kadınlar, içinde bulundukları kadın örgütüyle aynı ismi taşıyan Mujeres Libres’i 14 sayı boyunca çıkardılar. Aylık olarak yayımlanan bu dergi; ağırlıklı olarak işçi kadınlardan, toplumsal yaşam içerisinde kadının ezilmişliğinden söz ediyor ve kadınları özgürleşebilmeleri için mücadeleye çağırıyordu. Her sayısı binlerce basılan ve başta Barcelona olmak üzere tüm İberya’ya yayılan Mujeres Libres’in son sayısı Barcelona’da basılmıştı ve bu sayı, faşist Franco birliklerinin yoğun saldırıları nedeniyle yalnızca Barcelona’da yaygınlaştırabilmişti.

Anarşizm tarihi içerisinde ve anarşist kadınların mücadelesinde oldukça geniş yer etmiş Mujeres Libres; Lucia Sanchez, Pepita Carpena gibi kadınların yazılarıyla, kadının özgürlüğünün nasıl yaratılacağına dair pratiklerini aktardıkları oldukça değerli bir yayın olarak bugün de hatırlanmaktadır.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 32. sayısında yayınlanmıştır.

The post Anarşist Yayınlar Dizisi (7): Tarihteki Anarşist Kadın Yayınları appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/03/09/anarsist-yayinlar-dizisi-7-tarihteki-anarsist-kadin-yayinlari/feed/ 0
Tarihteki Anarşist Kadınlar https://meydan1.org/2015/03/07/tarihteki-anarsist-kadinlar-3/ https://meydan1.org/2015/03/07/tarihteki-anarsist-kadinlar-3/#respond Sat, 07 Mar 2015 19:17:02 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/07/tarihteki-anarsist-kadinlar-3/ Tarih boyunca, anarşizm fikrinin toplumsallaşmaya ve örgütlenmeye başladığı ilk andan itibaren kadınlar; ezilenlerin mücadelesinde ön saflarda yer almışlardır. Yaktıkları isyan ateşi fabrikalarda, sokaklarda, kadın ezilmişliğinin olduğu her alanda büyümüş, kadın özgürlük mücadelesinin temellerini atmıştır. Paris Komünü’nde, İspanya Devrimi’nde kadınların tuttukları direnişin meşalesi yaşam olmuş, özgürlük olmuş, devrim olmuştur. Anarşist kadınlar, Emma Goldman’dan Lucy Parsons’a, Voltairine […]

The post Tarihteki Anarşist Kadınlar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
mujereslibres

Tarih boyunca, anarşizm fikrinin toplumsallaşmaya ve örgütlenmeye başladığı ilk andan itibaren kadınlar; ezilenlerin mücadelesinde ön saflarda yer almışlardır. Yaktıkları isyan ateşi fabrikalarda, sokaklarda, kadın ezilmişliğinin olduğu her alanda büyümüş, kadın özgürlük mücadelesinin temellerini atmıştır.

Paris Komünü’nde, İspanya Devrimi’nde kadınların tuttukları direnişin meşalesi yaşam olmuş, özgürlük olmuş, devrim olmuştur. Anarşist kadınlar, Emma Goldman’dan Lucy Parsons’a, Voltairine de Cleyre’dan Virgilia D’andre’ya, Lucía Sánchez Saornil’den Mujeres Libres’li kadınlara, anarşizm mücadelesinin tohumlarını coğrafyanın dört bir yanında yeşertmişlerdir.

Anarşizmin iki yüzyılı aşkın örgütlü tarihinde yer alan anarşist kadınların, yaşadığımız coğrafyada pek bilinmeyen yaşamlarının ve mücadelelerine adanmış hikayelerinin tekrar tekrar incelenmesi gerekir.

Kadınlar tarafından çıkarılan gazetemizin bu sayısında, sizlerle, kadın mücadelesine büyük ihtiyaç duyulan şu günlerde, tarih boyunca tüm coğrafyada anarşist mücadeleyi yükselten kadınların hayat hikayelerini paylaşıyoruz.

Virgilia D’Andrea

virgiliad'andrea

Malatesta’nın İtalya’da yarattığı geleneğin sürdürücülerinden olan Virgilia D’Andrea Güney İtalya’da, Sulmona’da dünyaya geldi. Genç yaşta ailesini kaybetti ve Katolik bir kurumda öğretmen olmak için eğitim almaya başladı. Ancak kariyerine öğretmen olarak devam etmek istemiyordu. Ve kendine yepyeni bir kariyer yarattı. Toplumsal mücadelede kendini güçlü bir şair, kararlı bir öğretmen ve pes etmez bir savaşçı olarak buldu.

Kapitalizmin köleliğinden sıyrılmak isteyen insanların mücadelesini yazdı şiirlerinde. Devlete, dine, eğitime karşı söyledi sözlerini; alanlarda, meydanlarda.

1910’lu yıllarda, Dünya Savaşının sürdüğü esnada toplumsal muhalefette meydana gelen yükselmeyle birlikte pek çok arazi, tarla işçiler ve köylüler tarafından ele geçirildi. Fabrika ve atölyelerin tamamına halk el koymuştu bile. Herkes toplumsal devrime yürüdüklerini düşünürken İtalya’da faşizm yükselmeye başladı. Virgilia için sonuç ise tecrit, hapis ve sürgün oldu. İtalya ve Almanya devletinin yakınlaştığı dönemde Paris’e gitti ve orada Veglia adlı bir dergi çıkarmaya başladı. Sacco ve Vanzetti için büyük kampanyalar örgütledi. Ancak Mussolini, burada da Virgilia’dan rahatsızdı. Böylelikle Fransız Hükumetini kışkırttı ve sınırdışı edilmesine yol açtı. Tam da o esnada yoldaşları onu Birleşik Devletlere davet etti. Kalemini kılıç gibi kullanan Virgilia D’Andrea, şiirlerini “Torento” adlı koleksiyonunda topladı. İktidarlara meydan okuyan ve tüm hayatını anarşist mücadeleye adayan D’Andrea yaşamını yitirdiğinde, hem kendi yapıtları hem de ardından yayımlanan onlarca metinle anıldı.

Kate Sharpley

katesharpley

1. Dünya Savaşı’nın patlak verdiği esnada, savaş karşıtı mücadeleyle ön plana çıkmıştır Kate Sharpley. Deptford’da yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, bir fırıncı ile evlenmiştir. Woolwich mühimmat fabrikasında çalıştığı esnada işyeri temsilcisi hareketinde aktif rol oynadı.

Anarko-sendikalist At Taşıyıcıları Birliği’nde aktif olan kardeşi ve babası, bir eylemde polis tarafından katledildi. Eşi de bu eylemlerde öldürüldü ancak Kate polisin onu kaçırdığını düşünüyordu. 1921’de Kronştand isyanı sırasında Troçkist Parti Sharpley’in yayınlarını sansürledi, grevler düzenlemesini engelledi. Tüm bu yaşadığı baskı ve yasaklara rağmen kararlılığıyla mücadelesine devam etti. Hatta bu yasaklar ona ilham verdi ve büyük bir arşiv oluşturmaya başladı. Bugün Kate Sharpley’in anısına orjinal anarşist belgelerden oluşan büyük bir kütüphane bulunmaktadır.

Anna Mendleson

anna mendleson
1948’de Stockport’ta doğan Anna Mendelson anarşizmle oldukça genç yaşlarda tanıştı. İspanya Devriminde aktif rol almış ve hayatını kaybetmiş babasının izinden yürümüş, 19. yüzyılın ikinci yarısına eylemlikleri ile damga vurmuştu. 1967-69 yılları arasında Essex Üniversitesinde okuduğu esnada radikal öğrenci hareketlerinde büyük rol oynamasıyla tanındı.1971’de İçişleri Bakanına karşı yürüttükleri kampanyadan dolayı devlet tarafından terörist ilan edildi. 1972’de gerçekleşen büyük Stoke Newington Eight patlamasında ismi geçti. Sonrasında, silah ve patlayıcı bulundurmaktan devlet Mendelson’u ve beraberindeki üç yoldaşını suçlu ilan etti.

Şairliğiyle tanınan ve mücadelesini kalemiyle de yükselten Mendleson, 2009’da beyninde bulunan tümor nedeniyle yaşamını yitirdi. Ardında onlarca yazı, makale ve mücadelesine dair anılar bıraktı. Implacable Art (Bastırılamaz Sanat) adlı şiir kitabı, bugün halen raflarda yerini korumaktadır.

Luce Fabbri

lucefabbri
2000 yılında, 92 yaşında yaşamını yitirdiğinde 20. yüzyıl anarşizmine büyük harflerle kazımıştı ismini. Hem militanlığı hem de ahlaki ve siyasi düşünce ve kavrayış tekniğiyle La Protesta’ya yazdığı yazılarla, Rivoluziona Libertoria dergisindeki makaleleriyle anarşist külliyata büyük bir miras bıraktı.

Yaşamı çoğunlukla 20li yaşlarında terk ettiği İtalya’nın dışında geçti. Ailesiyle birlikte faşizmden kaçtığı bir sürgündü bu. Uruguay kendi toprakları gibi olmuştu. Ve bunu yazdıklarında ve yürüttüğü siyasi faaliyetlerde hissettirdi çoğunlukla.

Ünlü anarşist militan ve teorisyen Luigi Fabbri ve Bianca Sbriccoli’nin ilk çocuğu olarak 1908’de dünyaya geldi. Ailesinden dolayı kültürel ve sosyal anlamda oldukça özgürlükçü bir ortamda yetişti. Öyleki evlerinde düzenlenen toplantılara Errico Malatesta da geliyordu ve onu büyükbabası gibi görüyordu- anılarında bu şekilde anlatıyor-. Büyüdükçe fikirleri gelişmeye başladı. Dayanışma, insancıllık, özgür aşk ve toplumsal ilişkilerde adalet üzerinden şekillendirdiği fikirleriyle doğal bir şekilde, kendiliğinde anarşist oldu. Böylelikle annesinin, babasının ve büyükbabasının -Errico Malatesta- izinden gitmiş oldu.

Soledad Estorach

soledadestorach
15inde CNT’nin gece okullarında ders almaya başlamasıyla tanışır anarşizmle. Böylelikle 1931 yılında üniversiteyi kazandı ve üniversitede bir gençlik hareketine katıldı. 1934’te Pilar Grangel, Aurea Coudrado ve Conchiata Liano’nun da içerisinde bulunduğu İnşaat İşçileri sendikasında bir kadın grubuyla tanıştı ve CNT’nin GCF(Kadınların Kültürel Kulübü)’ye katıldı. 1936 yılında, İspanya Devrimi sırasında, anarşizmi toplumsallaştırma amacıyla kardeşiyle birlikte örgütlü mücadeleye başladı. 1936 temmuzunda, FIJL’nin ön saflarda mücadele eden delegelerinden biri oldu.

18 Temmuz’da Casa Cambo’da isyan ateşini yakan, barikatları kuran ve tüm gücüyle, inancıyla iktidarlara meydan okuyan anarşistlerden biriydi. Kadın özgürlük mücadelesinde Pilar Grangel’le, Conchista Liano’yla birlikte en ön saflarda savaştı Mujeres Libres için.

Hem Mujeres Libres’in yayınlarına hem de FAI’nın yayınlarına büyük katkılarda bulunan Soledad Estorach, Franco’nun işgaliyle İspanya’yı terk etmek zorunda kaldı. 26 Ocak 1939’da, Fransa’ya gitmeye hazırlandığı sırada Mujeres Libres’li iki yoldaşının -biri Pepita Carpena- faşistler tarafından köşeye sıkıştırıldığını öğrendi. Kendi canı pahasına geri döndü ve yoldaşlarını kurtardı.

1945’te gizlice Fransa’dan İspanya’ya geldi. Fakat devletin baskısından dolayı uzun süre İspanya’da gizlenemedi, Fransa’ya geri dönmek zorunda kaldı.

Mujeres Libres’in ortak yazdığı Liberter Savaşçılar (Luchadoras Libertarias) kitabının yazarlarından biri oldu.

14 Mart 1993’te yaşamını yitirdi. Ancak ardında büyük bir mücadele ve tarih kitaplarına eklenen güçlü bir anarşist kadın bıraktı.

 

Rose Pesotta

rosepesotta
Ukraynalı yoksul bir çiftçi ailesinin sekiz çocuğundan ikinci olarak dünyaya gelen Pesotta, henüz 17 yaşındayken Yahudi ve Latin Amerikalı kadınların yoğunlukta olduğu kadın giysi işçilerini temsil eden ILGWU (Uluslararası Kadın Konfeksiyon İşçileri Birliği) sendikasına dahil oldu. 1920’lerde yayımlanan Der Yunyon Arbeter’de önemli yazarlardan biri haline geldi. 1933 yılında, örgütlenme yapmak için Los Angelas’a gitti. 1934’te örgütlenmenin neredeyse mümkün olmadığı zamanlarda büyük grevler örgütledi. Freedom Road gazetesinde yayımlanan makaleleri anarşistler arasında tartışmalara yol açsa da mücadelesi her daim takdir edildi ve saygı uyandırdı.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Tarihteki Anarşist Kadınlar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/07/tarihteki-anarsist-kadinlar-3/feed/ 0
Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (12) : “Özgürlüğün Birikimi” – Iain McKay https://meydan1.org/2014/12/26/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-12-ozgurlugun-birikimi-iain-mckay/ https://meydan1.org/2014/12/26/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-12-ozgurlugun-birikimi-iain-mckay/#respond Fri, 26 Dec 2014 19:30:30 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/26/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-12-ozgurlugun-birikimi-iain-mckay/ Giriş Ekonomi, haklı olarak, çoğunlukla aşağılanan bir konudur. Malatesta’nın unutulmaz bir şekilde ifade ettiği gibi: “Papaz seni uysal ve itaatkâr tutmak için her şeyin Tanrı’nın iradesi olduğunu söyler; ekonomist ise doğa kanunu der.” Yani ekonomist “yoksulluğun bir sorumlusu yoktur, bu yüzden ona karşı isyanın da bir anlamı yoktur. “ demeye getirir. Proudhon’un doğru şekilde ifade […]

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (12) : “Özgürlüğün Birikimi” – Iain McKay appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 Meydan Gazetesi’nin Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizisini, yine anarşist ekonomi üzerine yapılan bir panel konuşmasının metni ile sürdürüyoruz. 2012 Londra Anarşist Kitap fuarında yapılan bu panel, daha önce içinden iki yazı alıntıladığımız “Özgürlüğün Birikimi-Anarşist Ekonomi” adlı derlemenin gördüğü ilgi üzerine düzenlenmiş. Iain McKay, paneldeki konuşması için hazırladığı metinde, bir yandan günümüzdeki anarşist ekonomi anlayışının anarşizm tarihi ile bağlantılarını kurarken, bir yandan da anarşist yoldaşların günümüzde haklılığı ortada olan öngörüleri üzerinden sosyalist ekonomi anlayışına bir eleştiri getiriyor.

Giriş

Ekonomi, haklı olarak, çoğunlukla aşağılanan bir konudur. Malatesta’nın unutulmaz bir şekilde ifade ettiği gibi: “Papaz seni uysal ve itaatkâr tutmak için her şeyin Tanrı’nın iradesi olduğunu söyler; ekonomist ise doğa kanunu der.” Yani ekonomist “yoksulluğun bir sorumlusu yoktur, bu yüzden ona karşı isyanın da bir anlamı yoktur. “ demeye getirir. Proudhon’un doğru şekilde ifade ettiği gibi, “ekonomi-politik… sadece mülklülerin ekonomisidir, uygulaması da doğası gereği, kaçınılmaz olarak halkın sefaletine yol açar.” Dünyanın her yerinde, tasarruf tedbirlerinin acısını çekenler onunla aynı fikirdedir: “Ekonomistler halkın düşmanıdır.”

Hiçbir şey değişmedi, sadece her zamanki alternatifin daha kötü olduğu görüldü. Ancak işçi olmayan biri Lenin’in vizyonunu ortaya atabilirdi: “Bütün vatandaşlar devletin maaşlı işçilerine dönüştürülecek… Toplumun tamamı tek bir ofis ve tek bir fabrika olacak”. Diğer bir açıklamasında ise “Bütün ekonomiyi posta servisi gibi örgütlememiz” gerektiğini söylüyor oluşu, bu sosyalizm anlayışının kıtlığını özetliyor.

Kropotkin’in uzun zaman önce belirttiği gibi, Marksistler “Sosyalist Devlet düşüncesinin, herkesin devlet memuru olduğu bir çeşit Devlet kapitalizminden ne farkı olduğunu açıklama zahmetine girmiyorlar.”

Kapitalistlerin yerine bürokratları koymak… bundan daha iyi bir vizyona ihtiyacımız var.

Alternatif ihtiyacı

Anarşistler uzun zamandır (her iki taraftaki) sınırlı vizyona karşı mücadele ediyorlar. Örneğin, Emma Goldman “gerçek zenginliğin yararlı ve güzel şeylerden, sağlam, güzel cisimleri ve çevreyi yaratmaya yarayan şeylerden oluştuğunu” savunur. Bunu ekonomi ders kitaplarında bulmazsınız! Kropotkin şurada iyi anlatmış:

“Ekonomistler, kar, kira, kapital faizi adları altında… toprak ya da kapital sahiplerinin… düşük-ücretli-emekçilerin yaptığı işten elde edebileceği çıkarları… hevesle tartışırken, … en önemli soru olan ‘Ne üreteceğiz ve nasıl üreteceğiz?’ mecburen arka planda kaldı… Bu nedenle, toplumsal ekonominin ana konusu -yani, insani ihtiyaçları karşılamak için gereken enerjinin ekonomisi- bu ekonomi tezlerinde incelenmesi beklenen en son konudur.”

Bunlar, burjuva ekonomisinin bir bilim değil, kapitalizmi ve zenginleri koruyan bir ideolojinin biraz fazlası olduğunu ve ancak bu sona erdiği zaman ekonominin gerçek bir bilim olarak doğacağını gösterir.

Anarşist ekonomi nedir?

O zaman, Anarşist ekonomi nedir? Bence, iki şey demektir. Birincisi kapitalizmin anarşist analizi ve kritiği, ikincisi ise anarşist ekonominin nasıl çalışacağı hakkında düşüncelerdir. Bu ikisi şüphesiz birbiriyle ilişkilidir. Kapitalizmde karşı olduğumuz şey, anarşist ekonomi vizyonumuza yansıyacaktır. Aynı anda, özgür toplum tahayyülümüz de yaptığımız analize ilham verecektir.

Fakat anarşist ekonomiyi tartışmaya başlamadan önce hızlıca, özgürlükçü olmayan alternatiflerden bahsetmem gerekiyor. Tarihte, sosyalist ekonomi problemini ele alan iki bakış açısı görülür ve her ikisi de yanlıştır. Birincisi gelecekteki toplumun detaylı tasvirlerini sunmak; ikincisi sosyalizm üzerine kısa yorumlarla sınırlanmaktır.

Geleceğin yemekhaneleri için tarifler…

İlk sosyalistler, Fourier ve Saint-Simon gibiler, detaylı planlar sundular ve iki şey açıkça ortaya çıktı. Birincisi, tasarladıkları mükemmel toplulukların imkânsızlığı; ikincisi elitist nitelikleri – gerçekten de en doğrusunu kendilerinin bildiklerini düşünüyorlardı ve bu yüzden “sosyalizm” vizyonlarında demokrasi ve özgürlük önemli değildi. Proudhon bu sistemleri tiranlık olarak eleştirdi.

Bu vizyonların ne kadar istenir ya da pratik oldukları tartışması bir yana, bunların altında yatan, detaylı tasvirler oluşturabileceğimiz düşüncesi yanlıştır. Örneğin Adam Smith kapitalizmin nasıl çalışması gerektiği hakkında detaylı bir model sunmamıştır; hâlihazırda nasıl çalıştığını tarif etmiştir. Soyut modeller ise daha sonra, neo-klasik ekonomi ile birlikte, mevcut sistemi savunmak için ortaya çıkmıştır. Bunlar, ekonomistlerin imkânsız varsayımlara dayalı, olmayacak modeller ürettiği savaş-sonrası ekonomi döneminde zirveye ulaşmıştır. Maalesef bunlar gerçek ekonomilerde, gerçek insanlara korkunç koşulları dayatmak için kullanıldı ve hala kullanılıyor.

Bir imkânsızlık olarak (en iyi durumda) ya da devlet kapitalizmi olarak (en kötü durumda) Marksizm

Sosyalist ekonomiye ikinci bakış açısı Marx’la birlikte anılır. Şüphesiz Ütopyacı sosyalistlere ve onların detaylı planlarına tepki olarak, sosyalizm hakkında çok az yazmıştır. Maalesef, bir kaç yazıda planlama hakkında yaptığı yorumlar sosyalizmin felaketine yol açmıştır.

Problem, Proudhon’un pazar sosyalizmine karşı alternatif olarak yazdığı Felsefenin Sefaletinde, üç cümleyle özetlenebilecek eleştiride görülebilir. Marx burada terkip hatasının en basit örneklerinden birini yapar: öne sürülenler, iki kişi (Peter ve Paul) arasındaki ekonomik ilişkiyi tartışırken mümkün gözükür, ama milyonlarca insanı, ürünü ve çalışma yerini kapsayan bir ekonomi için kesinlikle mümkün değildir. Eleştiride önerdiklerinin böyle şartlarda ütopik olduğu, Marx nasıl işleyeceğini açıklamaya çalışsaydı açıkça görülürdü.

Marx Felsefenin Sefaletinde öne sürdüğü dolaysız (merkezi) komünizmden kolayca vazgeçti ve Komünist Manifestoda geçiş dönemi olarak devlet kapitalizmini savundu. Kapitalist yapılar üzerine kurulan ve merkezileşmenin damgasını vurduğu sosyalizm, bu temelde yavaş yavaş uygulamaya konacaktı. Fakat bu merkezi planlama savunusu bir yanılgıya dayanıyordu: kapitalist şirketlerin büyüdükleri zaman pazardan daha bağımsız, geniş çapta bilinçli karar alabilmeleri. Ancak kapitalizm altında dar bir karar oluşturma kriteri vardı ve Marks şunu sorgulamadı: büyük şirketlerin planlamalarını mümkün kılan şey planlamalarının sadece tek bir etkene dayanmasıydı – kar. İşte bu indirgemeci yaklaşım, merkezi planlamanın işleyebileceği yanılsamasını yaratır.

Ayrıca mutlu bir tesadüf eseri, yöneten azınlığın karını ve gücünü artırmaya yarayan kriterin biçimlendirdiği bir endüstriyel-ekonomik yapının, kapitalizmin bizi mahrum bıraktığı ihtiyaçları karşılama iddiasında olan sosyalizm için mükemmel olması ilginçtir.

Neo-klasik ekonomide olduğu gibi, yanlış düşüncelerin ciddi sonuçları vardır. Bu düşünceler, Rus Devrimi sırasında Bolşeviklerin fabrika komiteleri yıkıp yerine kapitalizmden miras kalan merkezi endüstriyel yapıları (Çarlık Glavki) koymaları için gerekli ideolojik altyapıyı sağlamıştır – sonuç hem ekonomi, hem de toplum için felaket olmuştur.

 

 

Iain McKay

Britanya’nın önemli (ve en eski) anarşist dergisi Black Flag (Kara Bayrak)’ın yayın kolektifi üyesi olan Iain McKay, Black Flag’in yanı sıra Freedom dergisinde ve Anarchist Writers sitesinde yazardır. 1996’da internette yayımlanan ve daha sonra iki cilt olarak kitaplaştırılan “An Anarchist FAQ” (Anarşist bir Sıkça Sorulan Sorular)’ın ana yazarlarından olup, AK Press’ten yayınlanan ve Kropotkin’in “Karşılıklı Yardımlaşma” düşüncesine bir giriş ve değerlendirmenin yazarıdır.

Bugünü analiz ederek geleceğin taslağını çizmek

Yani Marksist perspektif kusurludur: birkaç cümle yeterli değildir. Geleceğin taslağı, modern toplumun ve eğilimlerinin analizine dayanmalıdır.

Anarşistlerin, kapitalizm ve mükemmel bir model arasında soyut karşılaştırmalar yapmadığını vurgulamalıyım. Proudhon’ın 1846’da (Ekonomik Çelişkiler Sistemi’nde) açıkladığı gibi, emeğin örgütlenmesinin “bugünkü biçimi yetersiz ve geçicidir.” Bu konuda Utopyacı Sosyalistlerle aynı fikirde olsa da, onların vizyon oluşturma tarzını reddederek, kendi sosyalizm anlayışını kapitalizm içindeki eğilimlerin ve çelişkilerin analizine dayandırmayı tercih etmiştir: “ekonomik gerçeklerin ve pratiklerin anlamlarını keşfeden ve felsefelerini ortaya çıkaran araştırmaları başlatmalıyız… Sosyalizmin şimdiye kadarki hataları, onu ezen gerçekliği kavramak yerine fantastik bir geleceğe atılarak hayali inançları sürdürmesi yüzünden olmuştur.” Bu analiz ve kapitalizm eleştirisi olumlu vizyonları besler.

Örneğin Proudhon, işçilerin, emeklerini kontrol ederek ürettikleri “kolektif güce” el koyan patrona “kollarını satıp özgürlüklerinden vazgeçtiklerini” savunur. Fakat “kolektif gücün prensibi, işçiler ve liderlerin eşit ve ortak olmasıdır.” Ancak “bu ortaklığın gerçekleşmesi için, katılanların eşitliğine dayalı bir mecliste, bilinçli birer ses ve aktif birer etken olmaları gerekir.” Bu, özgür erişimi ve toplumsallaşmayı gerektirir ve işçiler bir çalışmaya katıldıklarında “iş arkadaşlarının ve hatta yöneticilerin hak ve imtiyazlarına derhal” sahip olmalıdır. Bu yüzden “eşitliğe dayalı bir çözüm, diğer bir deyişle, ekonomi-politiğin reddini ve mülkiyetin -devletinki dâhil- kaldırılmasını içeren bir emek örgütlenmesi” yaratılmalıdır.

Bugün kavga vererek geleceği yaratmak

Bugün sadece kapitalizmi analiz ediyoruz, dinamiklerini anlıyor ve geleceğini belirleyen unsurlarını tespit ediyoruz. İki yapı var: Kapitalizm içinde, geniş-çaplı üretim gibi amaca yönelik eğilimler ve buna karşı gelen eğilimler (örneğin sendikalar, direnişler, grevler).

İkincisi kilit önem taşır ve anarşizmi genelde ilkini vurgulayan Marksizm den ayırır. Bu yüzden, Proudhon 1848 devriminde oluşturulan kooperatif işyerlerine ve kredilere işaret ederken, Bakunin ve Kropotkin gibi devrimci anarşistler emek hareketlerine önem vermişlerdir. Örneğin Kropotkin, “sendikalarda örgütlenen işçilerin… endüstrinin tüm dallarını ele geçirip… bunları toplum yararına işletmelerini” savunmuştur. Ve bugün kapitalist ezilmeye ve sömürüye karşı kavga veren grev meclislerinin, komitelerin ve federasyonların, geleceğin özgür toplumcu ekonomisinin meclislerine, komitelere ve federasyonlara dönüşebileceğini kolayca görebiliriz.

Bu perspektif, devrimin tabanda, ezilenlerin kendi özgürlükleri için verdikleri kavgada yaratılacağını gösterir. Bu da gösterir ki, özgürlükçü sosyalizmin temel yapıları, işçi sınıfının sömürüye ve ezilmeye karşı verdiği mücadele içinde, işçi sınıfı tarafından yaratılacaktır.

Ve zaman alacaktır. Kropotkin’in vurguladığı gibi, anarşistler “Devrimin, bazı sosyalistlerin hayal ettiği gibi, göz açıp kapayıncaya kadar, bir vuruşla elde edilebileceğine inanmazlar.” Yine onun doğru tahmin ettiği gibi, toplumsal devrimin karşılaştığı ekonomik problemleri çözmek özellikle zaman alacaktır. Bu yüzden, “Devrimin, isyanlarla birlikte başladığı anda açıkça komünist ya da gerçekten kolektivist bir karaktere sahip olmasını bekleseydik, Devrim fikrini ilk ve son kez denize atmış olurduk.” savunusu doğrudur. Ve bu her devrimde görülebilir – 1936 İspanya devriminde bile CNT üyelerinin yarattıkları kolektifler anarşistlerin planlaması ya da önerisiyle değil, o zamanın koşulları gerektiği için yaratılmıştır (Marksistler bunun pek farkında değiller).

Anarşist Ekonominin Yapı Taşları

Anarşist ekonomi bilimi devrimden sonra, anarşist ekonomi evrilirken gelişecek. Ancak anlatılanlara dayanarak temelde bir taslak çizebiliriz.

Anarşizmin her akımında ortak olan birçok şey vardır. Proudhon’un “toplumun toprağa ve emeğin araçlarına sahip olduğu, çok geniş bir federasyonda birleşmiş, demokratik, örgütlü işçi birlikleri” savunusu temeldeki vizyonu özetler.

Böyle bir ekonomide, özel ve devlet mülkiyeti kalmayacak, kullanım hakkı, elde tutma ve toplumsallaştırma ile birlikte üretimde öz-yönetim görülecektir (çünkü Kropotkin’in sürekli vurguladığı gibi, işçiler “endüstrilerin gerçek yöneticileri olmalıdır”). Endüstri, tarım ve komün seviyelerinde sosyo-ekonomik federalizmin yanı sıra kullanıcı grupları ve ilgi grupları olacaktır.

Bu merkezsiz bir ekonomi olmalıdır. Kropotkin’in doğruca belirttiği gibi, “toplumsal devrimin getireceği ekonomik değişiklikler o kadar büyük ve o kadar temelden olacak ki… [yeni] toplumsal biçimleri tanımlamak bir ya da birkaç kişinin yapması imkânsız bir iş olacak… [Bu] ancak kitlelerin kolektif çalışmasıyla olabilir.” Bu ise, ekonomik birlikler arasında, gerçek otonomi ve yatay bağlantılarla yapılan serbest anlaşmaları gerektirir.

Basitçe, üretimin merkezsiz yapılanmasına ve bu yüzden birlikler arasında anlaşmalara ihtiyacı vardır. Merkezi bir kuruluş, doğası gereği kendine özgü olan ihtiyaçların tüm koşullarını bilemez. İhtiyaçların karşılanması için gerekli kriterleri ya da kabul edilebilir maliyetleri bilemez. Bunların ne zaman ya da nerede gerekeceğini de bilemez. Bilmeyi denese bile, (ne soracağını bildiğini ve tüm verileri toplayabildiğini varsayalım) verilerin içinde boğulur.

Bu, bireyler için olduğu gibi, çalışma yerleri ve topluluklar için de böyledir. Kropotkin’in doğruca tahmin ettiği gibi, “önceden belirli miktarda malzemenin belirli bir günde, belirli bir yere gönderilmesini kumanda eden güçlü merkezi hükümet” düşüncesi “istenen bir şey değildir” ve “çılgın bir ütopyadır.” Gerçekçi ve cazip bir sistem, halkın “birlikte uyumlu çalışmasını, hevesini ve yerel bilgisini” gerektirir.

Böyle bir sistem uygun teknolojilere dayanır. Burada vurgulamam gerekir, anarşistler geniş çaplı endüstriye tümüyle karşı değildir ve bunu Proudhon’dan beri açıkça belirtmişlerdir. Örneğin Kropotkin “modern endüstrileri analiz edersek, bazıları için, aynı yerde toplanan yüzlerce, hatta binlerce işçinin gerekli olduğunu görürüz. Dev demir-çelik ve maden işletmeleri kesinlikle bu türdendir; okyanusu geçen gemiler, köydeki fabrikalarda yapılamaz.” Özgür bir toplumda, endüstrinin çapını nesnel ihtiyaçlar belirler. Kapitalizmde ise, bu çap, karı artırmak için, teknolojinin gerektirdiğinden çok daha fazla genişler.

Ayrıca, üretim bölünmeye değil entegrasyona dayalı olmalıdır. El emeği ve düşünce emeğinin birleşmesi ve endüstri ve tarım emeğinin birleşmesi sayesinde iş (emek) bölümü yerine iş miktarının bölünmesi gelecektir. Özgür komünitelerde, tarım ve endüstri bir arada bulunur ve işlerin çeşitliliğini artırarak çoğunluğun sağlıksız ortamlarda sıkıcı işlerle uğraştığı, emir-veren ve emir-alanlar şeklindeki bölünmeyi yok eder.

Bunun anlamı tabii ki işyerlerinin, çevresinin ve işin kendisinin dönüştürülmesidir. Maalesef birçokları endüstriyel yapının ve çalışma biçimlerinin kapitalizmde olduğu şekliyle, değişmeden kalacağını düşünüyorlar, sanki bir toplumsal devrimden sonra işçiler işleri aynı şekilde yapacakmış gibi!

Özgürlükçü Komünizm

Tekrar edelim, bütün bunlar anarşizmin bütün akımlarında neredeyse aynıdır. Kilit fark dağıtımdır: tüketimin emeğe dayalı olması (eski sözleşme) ya da komünizm (tartışmak gerek).

Çoğu anarşist komünisttir – Sovyetler Birliği’nin anlamında değil (akıllı görünen insanların bunun söylediklerine tanık oldum), “herkesten kabiliyetine göre, herkese ihtiyacına göre” anlamında. Etik olarak, Kropotkin’in çok iyi belirttiği burada özetlemeyeceğim nedenlerle, çoğu anarşist bunun en iyi sistem olduğu konusunda hem fikir olacaktır.

Böyle bir sisteme ne kadar çabuk ulaşılabileceği ve tam olarak nasıl işleyeceği anarşist çevrelerde tartışma konusudur. Şimdilik, bir özgürlükçü komünist toplumun, onu yaratanların arzularına ve bulundukları koşullara göre gelişeceğini söylemek yeterli olacaktır. Ancak bugünden açıkça görülen bazı sorunları tartışabiliriz.

Mesela mutualizmden farklı olarak fiyat yoktur. Kapitalizm altında kar ihtiyacı ekonomik krizlere ve belirsizliğe yol açar, ama pazarlar kapitalist olmasa bile problemlidir. Pazar fiyatları ekonomik kararları yönlendirir çünkü emek, hammadde, zaman, vb. gerçek maliyetleri yansıtır (ama birçok başkasını yok sayar, ya da en iyi ihtimalle gizler) ve bir yandan da (her ne kadar kapitalizm altında tekeller, kar vb. ile çarpıtılsa da) değişen üretim koşullarını yansıtır.

Peki, fiyatlar olmadan kaynakları en iyi nasıl paylaştırabiliriz? Bu çok açık değildir. Örneğin altın ve kurşunun benzer kullanım değerleri varsa neden birini ya da diğerini kullanalım? Pazarlar (kötü de olsa) bunu yapar (altının kilosu 100£ ve kurşunun 10£ olduğu için seçmek basittir, ama fazla basittir). Bunun için özgürlükçü komünist ekonominin, pazarların yarattığı bozucu etki olmadan, insanları üretimin gerçek maliyetleri ve koşulları hakkında bilgilendirmesi gerekir. Kropotkin’in önerdiği gibi, “fiyat dediğimiz bu bileşik sonucu, davranışlarımızın yüce ve kör yöneticisi olarak kabul etmek yerine analiz etmemiz gerekmez mi?” Bu yüzden fiyatı analiz etmemiz ve ekonomik ve sosyal karar alma sürecini bilgilendirmek için “farklı bileşenlerini ayrı tutmalıyız”.

Kaynakları paylaştırmak için kullanacağımız prensipleri, özgür toplumun federal yapıları dâhilinde anlaşarak belirlememiz gerekir. Örneğin, karar alma sürecinde kullanılmak üzere, bir ürünün yaratılmasındaki her aşamada bir maliyet-fayda analizi yapmak için çeşitli etkenler (daha önce hesaplanan maliyetlerin ve verilen kararların doğruluğuna dayanarak) bir katsayı oluşturacak şekilde önem dereceleriyle çarpılarak toplanır. Böylece nesnel maliyetler yansıtılabilir (zaman, enerji, kaynaklar), ama arz ve talep değişimleri ne olacak? Bu önemli bir sorundur çünkü özgürlükçü komünist toplum, ürünleri ihtiyaca cevap verecek şekilde üretmelidir. Öncelikle, her işyerinin üretimde ya da talepte oluşacak beklenmedik değişimler için bir stok tutması mantıklı olacaktır. Ayrıca, her işyerinin talep ve/veya üretimdeki göreli değişikleri tanımlayan bir az bulunurluk ölçüsü olabilir ve diğer işyerleri bunları kullanarak alternatifler arayabilirler – yani bir ürün tedarik edilemiyorsa bu değer artar ve bu ürünü kullananlar başka işyerleri ile iletişime geçerler ya da farklı seçenekleri araştırırlar.

İşyerleri federasyonları bütün bu değişimleri takip eder, ilgi grupları, kullanıcı grupları ve diğer toplumsal örgütler ve federasyonlar ile diyalog halinde, geniş-çaplı projeleri ve büyük girişimleri ve kapanışları örgütler. Bu girişimler farklı seviyelerde olabilir. Örneğin tek bir işyeri, çalışanlara daha fazla serbest zaman tanımak için üretim zamanını kısaltmaya çalışabilir: işte süreçler ve üretkenlik konusunda yenilikçilik için gerçek bir teşvik. Federalizm ihtiyacı tam olarak şu gerçeğe dayanır: Farklı kararlar, farklı (uygun) seviyelerde alınmalıdır.

Fakat üretim, ürünleri üretmenin ötesinde bir şeydir. Ucuzluk ve mekanik yapılabilirlik sorularından çok daha önemli olan bir insan meselesi vardır. Bu yüzden tek tek hedefleri ya da (karı artırma ya da zamanı kısaltma gibi) kriterleri reddetmeli ve resmin bütününe bakmalıyız. Kapitalizmin temelinde “ucuz mu?” sorusu varken, özgürlükçü bir ekonominin temeli “doğru mu?” olacaktır.

Sonuçlar

Sonuçta, kendi çıkarımız ekonomik özgürlük yönündedir. Bir patrona kölelik yapmanın bencillik örneği olarak verilmesini hiç anlayamadım ama burjuva ekonomisinin söylediği bu.

Kropotkin’in vurguladığı gibi, “üretim, insanın ihtiyaçlarını gözden kaybetti ve tamamen yanlış bir yöne saptı ve bunun sorumlusu hatalı örgütlenme yapısıdır… gelin… üretimi gerçekten bütün ihtiyaçları karşılayacak şekilde yeniden örgütleyelim.” Ve bu ihtiyaçlar, bütün bir insanın ihtiyaçlarıdır, bir kullanıcı, bir üretici, topluluğun bir üyesi ve ekosistemin bir parçası olan eşsiz bireyin. Kapitalizmin esirgediği ya da hayatlarımızın eşit derecede önemli diğer yönleri pahasına kısmen karşıladığı ihtiyaçlar.

Marksistlerden farklı olarak, sınıf hiyerarşisi ve kar güdüsünün mevcut ekonomik yapıda yarattığı kusurların farkındayız. Bu yüzden kısa vadeli amacımız kapitale el koymak ve onu insan ihtiyaçlarını karşılar hale dönüştürmektir. Uzun vadeli amacımızsa endüstriyel yapıyı dönüştürmektir. Bunun nedeni tam olarak, kapitalizm altında “verimli” olanın, Lenin ne derse desin, insanlar için iyi olmadığıdır.

Daha önce söylediğim gibi, anarşist ekonomi biliminin gelişmesi, devrimden sonra, anarşist ekonomi evrilirken olacaktır. Varılacak noktayı tahmin edemeyiz, çünkü görüşümüz kapitalizm tarafından zayıflatılmıştır. Bugünden yapabileceğimiz tek şey, sınıf ve hiyerarşiyi yok ederken ortaya çıkan özgürlükçü toplumun eskizidir. Bu eskizin temeli kapitalizm analizimiz ve eleştirimiz, ona karşı mücadelemiz ve umutlarımız ve hayallerimizdir.

Çeviri : Özgür Oktay

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (12) : “Özgürlüğün Birikimi” – Iain McKay appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/26/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-12-ozgurlugun-birikimi-iain-mckay/feed/ 0
Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları 8 : ” İspanya Devriminde Endüstriyel Kolektifleştirme-I” – Deirdre Hogan https://meydan1.org/2014/05/26/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-8-ispanya-devriminde-endustriyel-kolektiflestirme-i-deirdre-hogan/ https://meydan1.org/2014/05/26/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-8-ispanya-devriminde-endustriyel-kolektiflestirme-i-deirdre-hogan/#respond Mon, 26 May 2014 17:09:30 +0000 https://test.meydan.org/2014/05/26/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-8-ispanya-devriminde-endustriyel-kolektiflestirme-i-deirdre-hogan/  İspanya Devriminde Endüstriyel Kolektifleştirme – I  Anarşizmin toplumsallaştığı alanlar yoğunluklu olarak kırsal bölgeler olsa da, şehirler ve merkezi yerleşim yerleri de bu devrimden etkilenmiştir. O zamanlar İspanya’da 24 milyon olan nüfusun 2 milyonu endüstride çalışıyordu. Bu 2 milyonluk kesimin %70’i de bir bölgede, Katalonya’da yoğunlaşmıştı. Faşist saldırının olduğu bir zamanda, işçiler 3000 işletmenin kontrolünü ele […]

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları 8 : ” İspanya Devriminde Endüstriyel Kolektifleştirme-I” – Deirdre Hogan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Meydan Gazetesi’nin Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizisine, “Anarşistlerin Seçim Tartışmaları’yla birlikte iki sayılık bir ara vermiştik. Bu sayımızda, Deirdre Hogan’ın “İspanya Devriminde Endüstriyel Kolektifleştirme” yazısının ilk bölümüyle devam ediyoruz. İspanya Devrimi anarşist hareketin en büyük deneyimlerinden biri olarak sadece anarşist tarihteki önemli yerini korumuyor, aynı zamanda ‘36 İberya’sında yarattığı ekonomik yöntem ve örgütlenmelerle, toplumsal devrimin nasıl somutlaşacağına yönelik şimdiki anarşist harekete iyi bir perspektif de oluşturuyor. Deirdre Hogan’ın theanarchistlibrary.org ve libcom.org gibi anarşist sitelerde yayınlanmış yazısını; coğrafyanın dört bir yanında direnişlerin artan bir seyirde izlediği, işçi direnişlerinin işgallere dönüştüğü, özörgütlülüklerin yaşam bulmaya başladığı içinde bulunduğumuz zaman ve coğrafyada, toplumsal devrimi, yaşamsal ve ekonomik bir bakış açısıyla da konuşabilmek adına sizlerle paylaşıyoruz.  

 

 İspanya Devriminde Endüstriyel Kolektifleştirme – I

 Anarşizmin toplumsallaştığı alanlar yoğunluklu olarak kırsal bölgeler olsa da, şehirler ve merkezi yerleşim yerleri de bu devrimden etkilenmiştir. O zamanlar İspanya’da 24 milyon olan nüfusun 2 milyonu endüstride çalışıyordu. Bu 2 milyonluk kesimin %70’i de bir bölgede, Katalonya’da yoğunlaşmıştı. Faşist saldırının olduğu bir zamanda, işçiler 3000 işletmenin kontrolünü ele geçirmişti. Bunlar arasında toplu taşıma araçları, nakliye, elektrik ve enerji şirketleri, gaz ve su işletmeleri, mühendislik ve otomobil tesisleri, madenler, çimento fabrikaları, tekstil atölyeleri ve kağıt fabrikaları, elektrik ve kimya şirketleri, cam şişe fabrikaları, parfüm üretim alanları, gıda tesisleri ve bira fabrikaları vardı.

Kolektifleştirmenin yaşandığı ilk alanlar, endüstriyel alanlardı. Ordunun ayaklandığı akşam, CNT genel grev çağrısı yaptı. Çatışmanın ilk evresi sona erdiğinde, sonraki önemli adımın üretimin devamını garanti altına almak olduğu açıktı. Franco taraftarı birçok burjuva, isyancı ordu güçlerinin yenilgisinden sonra kaçtı. Onların sahip olduğu birçok fabrika ve işletme ele geçirildi ve işçiler tarafından işletilmeye başlandı. Burjuvazinin diğer bölümleri fabrikalarını işletmeye çok istekli olmadı ve Franco’nun amaçları için fabrikalarını Franco’ya hibe ederek kapattı. Fabrika ve işletmelerin kapatılması, düşmanın elini güçlendiren yüksek işsizlik ve sefalet yarattı. “İşçiler içgüdüsel olarak bu durumu anlayarak tüm işletmeleri harekete geçirdi ve kontrol komitelerini kurdu. Kontrol komitelerinin amacı üretim sürecini korumak ve her bir işletme sahibinin finansal durumunu takip etmekti. Birçok örnekte yönetim hızla kontrol komitelerinden, fabrika sahibinin işçilerle birlikte çalışıp aynı ücreti aldığı öz-yönetim komitelerine geçti. Bu yöntemle, Katalonya’daki birçok fabrika ve işletme, buralarda çalışan işçilerin eline geçmiş oldu.” (1)

Gecikmeden, cephenin ihtiyacını karşılamak üzere bir savaş endüstrisinin kurulması, malzemelerin ve milislerin cepheye nakledilebilmesi için ulaşım sisteminin tekrardan harekete geçirilmesi son derece önemliydi. Dolayısıyla ilk kolektifleştirmeler, anarşist militanların durumdan faydalanarak devrimci hedefleri yükseltmesiyle birlikte faşizme karşı zafer kazanmak için gereken fabrikalar ve kamu hizmetlerinde gerçekleştirildi.

CNT’nin Rolü

Bu toplumsal devrimi anlamanın en iyi yolu, İspanya’daki işçi örgütlerinin ve mücadelelerin görece uzun tarihsel bağlamında düşünmektir. Kolektifleştirmenin en büyük yürütücüsü olarak CNT; 1910’dan beri vardı ve 1936’ya gelindiğinde üye sayısı 1,5 milyonu geçmişti. Anarşist sendikalist hareket, İspanya’da 1870’den bu yana vardı ve ilk kuruluşundan nihai amacını (kısmen) gerçekleştirebildiği toplumsal devrime uzanan süreçte, yoğun toplumsal mücadeleyle -”grevler ve genel grevler, sabotajlar, kitlesel gösteriler, mitinglerle; grev kırıcılara, cezaevlerine, davalara, ayaklanmalara, lokavtlara, suikastlere karşı mücadeleyle”(2)- iç içe geçmiş bir tarihi vardı.

Anarşist düşünceler 1936’da daha da yayılmaya başladı. Anarşist yayınların o dönemdeki dolaşımı buna ilişkin bize fikir verebilir; biri Barselona, diğer Madrid’de olmak üzere, iki anarşist günlük gazete vardı. İkisi de CNT’nın yayın organıydı ve her biri 30 bin ve 50 bin arası değişen miktarlarda basılıyordu. Periyodik çıkan 10 yayın ve birçok anarşist dergiyle beraber 70 bin adet yayın dolaşımdaydı. Tüm anarşist gazetelerde, bildirilerde ve kitaplarda, sendikalarda ve örgüt toplantılarında olduğu gibi, sürekli ve sistematik olarak toplumsal devrim tartışılıyordu. Böylece, İspanya işçi sınıfının radikal karakteri, mücadele ve çatışma yoluyla politikleşirken; anarşist düşüncelerin etkisi, devrim koşullarında anarşistlerin kitlesel halk desteğini alabildiğini gösterdi.

CNT, özünde güçlü bir demokratik geleneğe sahipti. Ücretler ve çalışma koşulları gibi yerel ve acil konulardaki bütün kararları, düzenli olarak toplanan yerel üyeler alıyordu. İşçiler arasında karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma güçleniyor, mücadeleleri kazanmanın tek yolu olarak görülüyordu. İşçiler CNT’de yeteneklerini ya da çalışma alanlarını ayırmadan örgütlediler. Başka bir ifadeyle işçiler bir sektörde her bir iş için farklı sendikalar kurmaktansa, her sektör için bir bölümü olan genel bir sendikada örgütlendiler. Sendikaların içinden çıkan ve onların şekillendirdiği devrimci kolektiflerin yapısı, hem sendikaların endüstriyel doğasından, hem de demokratik gelenekten büyük ölçüde etkilendi.

Meydan Gazetesi- Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları  8 -İspanya Devriminde Endüstriyel Kolektifleştirme1

CNT’nin devrime gücünü veren bir diğer önemli özelliği ise doğrudan eylem yöntemini kullanmasıydı. “CNT her zaman, tartışmaları çözmek için ‘işçilerin kendi yaptıkları doğrudan eylem’i savunmuştu. Bu politika, sendikada ve üyelerinde katılımı ve kendine-güveni teşvik etmişti- “bir şeyin çözümlenmesini istiyorsak, bunu kendimiz yapmalıyız” düşüncesi hakimdi. [3] Son olarak CNT’nin yerel özerkliğe dayanan federal yapısı, sağlam ama oldukça merkezsiz bir örgütlenme yaratmış, aynı zamanda özgüven ve inisiyatiflerin önünü açmıştı ki bu değerler devrimin başarısına büyük katkı sağladılar.

Gaston Leval, demiryollarının kolektifleştirilmesinde CNT’yle UGT’nin rollerini karşılaştırırken devrim koşullarında doğrudan demokrasi ve özgüvenin öneminin altını çiziyor. Demiryolu endüstrisini son derece örgütlü, etkin ve sorumlu bir şekilde yeniden harekete geçiren devrimcileri anlatırken şunları yazıyor: “Bunların hepsi sadece sendikanın ve CNT militanlarının insiyatifi sayesinde başarıldı. İdari yönetime hakim olan UGT’liler pasif kaldı, yukarıdan emir gelmesine alıştıkları için, beklediler. Ne bir emir ne de karşı emir gelmediğinde, yoldaşlarımız hızla ilerlemeye devam etti, sadece hepsini birlikte sürükleyen güçlü dalgayı takip ettiler”[4]

Bu mücadele ve örgütlenme tarihi ve anarko-sendikalizmin birleştirici yapısı, CNT militanlarına zamanı geldiğinde toplumu anarşist çizgiler içinde yeniden ve sağlam bir şekilde şekillendirmek için gerekli insiyatif ve öz örgütlenme deneyimini verdi. “Şunu açıkça söyleyebiliriz ki, yaşanan bu toplumsal devrim CNT’nin üst organlarının aldığı kararlarla çıkmadı… Aniden ve doğalında gerçekleşti… “halk” devrimci vizyon sayesinde esinlenip birden mucizeler yaratacak kabiliyete ulaştığı için değil, tekrar söylemekte yarar var, halkın arasında, aktif olan, güçlü olan ve 1. Enternasyonal ve Bakunin’in zamanında başlayıp yıllardır devam eden mücadeleyi sürdüren büyük bir azınlık vardı.” [5]

 Anarşist Demokrasi, Kolektiflerde İşbaşında

Kolektifler, işçilerin çalışma yerlerinde öz yönetim kurmasına dayanıyordu. Augustin Souchy: “İspanya İç Savaşı sırasında kurulan kolektifler işçilerin özel mülkiyet olmadan kurdukları ekonomik birliklerdi. Kolektif tesisleri burada çalışanların yönetmesi, tesisleri onların özel mülkiyeti yapmıyordu. Kolektifin içindeki bireyler, bulundukları fabrika ya da atölyeleri satamıyor ya da kiralayamıyordu, sorumlu hak sahibi CNT, yani Ulusal Emek Konfederasyonu’ydu. Ancak CNT’nin bile istediğini yapma yapma hakkı yoktu. İşçiler her şeyi konferanslar ve kongrelerde kendileri kararlaştırır ve onaylardı.” [6]

CNT’nin demokrasi geleneğini sürdüren endüstriyel kolektifler, aşağıdan yukarıya yetki verecek şekilde düzenlenmişti. Temel karar organı işçi meclisiydi, ve onlar da fabrikaların günlük işleyişinden sorumlu olacak idari komite temsilcilerini seçiyorlardı. Seçilen bu idari komiteler, toplantı kararlarını uygulamaktan, fabrikadan rapor vermekten işçi meclisine karşı sorumluydu. İdari komiteler ayrıca gözlemlerini genel idare komitesine bildirmekteydi.

Genelde her endüstri, endüstrinin içindeki iş dallarından ve işçilerden delegelerin olduğu merkezi idari komiteye sahipti. Örneğin Alcoy’daki tekstil endüstrisinde 5 temel iş dalı vardı: Dokuma, iplik yapma, örme, tarama ve işleme. Kendilerini endüstri genelindeki komitede temsil etmesi için bu alanlarda uzmanlaşmış işçiler kendi aralarından bir temsilci seçerdi. Teknik uzmanlar da içeren bu komitenin rolü işçiler birliğinden alınan direktiflere uygun bir şekilde üretimi sağlamak, çalışmalar üzerine rapor ve istatistikler derlemek ve son olarak finans ve koordinasyon meseleleriyle ilgilenmekti. Gaston Leval’in dediği gibi : “Hem işgücü dağılımı hem de birleşik endüstiriyel yapı için genel yönetim değişmeden kalıyor.” [7]

Her aşamada Sendika İşçileri Genel Meclisi en yüksek karar mekanizmasıydı. “Önemli kararlar, yüksek katılımlı ve sık sık yapılan genel meclis toplantılarında alınırdı… eğer bir idari yetkili, birliğin yetkilendirmediği bir şey yaptıysa, bir sonraki toplantıda görevinden alınması muhtemeldi.”[8] Raporlar birçok komite tarafından incelenir ve tartışılırdı ve çoğunluk yararlı olduğu kanaatine varırsa yürürlülüğe konurdu. “Burada gördüğümüz idari bir diktatörlük değil, tam tersi, meclisin çalışmaları doğrultusunda her uzmanlığın görevini yaptığı işlevsel bir demokrasi.” [9]

Deirdre Hogan

Çeviri: Esen Küçüktütüncü

Dipnotlar aynı yazının 2. Kısmı yayımlandıktan sonra konacaktır.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 18. Sayısında yayımlanmıştır.

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları 8 : ” İspanya Devriminde Endüstriyel Kolektifleştirme-I” – Deirdre Hogan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/05/26/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-8-ispanya-devriminde-endustriyel-kolektiflestirme-i-deirdre-hogan/feed/ 0
1936’dan Bugüne Carmela Direniyor https://meydan1.org/2014/03/06/1936dan-bugune-carmela-direniyor/ https://meydan1.org/2014/03/06/1936dan-bugune-carmela-direniyor/#respond Thu, 06 Mar 2014 19:16:01 +0000 https://test.meydan.org/2014/03/06/1936dan-bugune-carmela-direniyor/ Ez dixazim veya bibejim: Dive hun ji bir nekin ku em ji hunermend in, hunermende nefsbiçuk… Ne weki we ne, ev zelal e, le çawa be ji hunermend Seyri Mesel Sanat Atölyesi’nin tiyatro ekibinin Kürtçe sahnelediği “Ay Carmela” oyununu izledikten sonra, İstiklal Caddesi’nin aşağı sokaklarında bulunan Seyri Mesel Sanat Atölyesi’nde oyun ekibinden Nurten ve Güler […]

The post 1936’dan Bugüne Carmela Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Ez dixazim veya bibejim: Dive hun ji bir nekin ku em ji hunermend in, hunermende nefsbiçuk…

Ne weki we ne, ev zelal e, le çawa be ji hunermend

Seyri Mesel Sanat Atölyesi’nin tiyatro ekibinin Kürtçe sahnelediği “Ay Carmela” oyununu izledikten sonra, İstiklal Caddesi’nin aşağı sokaklarında bulunan Seyri Mesel Sanat Atölyesi’nde oyun ekibinden Nurten ve Güler ile sahneledikleri oyun üzerine sohbet ettik.

Sohbetimize Seyri Mesel Sanat Atölyesi ve tiyatro ekibinin çalışmalarını konuşarak başladık. Seyri Mesel Tiyatrosu 2002 yılında açılmış, 2003 yılında da pratik çalışmalarına başlamış. Sadece tiyatro değil aynı zamanda bir sanat atölyesi olan Seyri Mesel’de müzik, resim gibi birçok sanat dalının çalışmaları yapılıyor. Seyri Mesel Tiyatrosu’nun on yıllık dolu dolu bir geçmişi var. Tiyatro oyunlarının iki tanesini Türkçe, geri kalan oyunlarını ise Kürtçe sahnelemişler. Oyunlarında, Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasındaki halkların kültürleri ve geleneklerini sahneleyerek seyirciyle buluşturmuşlar. Fakat ilk defa çeviri bir metinle, Anadolu coğrafyasından İberya’ya yüzlerini dönüp, Carmela’yı görmüşler. Ve üç tiyatrocunun hikayesini anlatan “Ay Carmela” oyununu sahnelemek için üç tiyatrocu başlamışlar çalışmaya.

Ay Carmela oyununda üç karakter var; Carmela, Paulino ve sağır olan Gustavete. Bu üç arkadaş, İspanya Devrimi sürecinde birlikte tiyatro yapan bir grup tiyatrocu. Bir sabah yanlışlıkla kendilerini faşist Franco ordusunun askerleri arasında bulan Carmela, Paulino ve Gustavete esir alınırlar. Onları esir alan ordunun başında, tiyatro aşığı İtalyan bir faşist komutan vardır ve onlardan kendi askerleri için oyun düzenlenmelerini ister. Ve tabi ki bu oyunların faşist rejimi öven oyunlar olması gerekir. Tiyatrocular oyunu oynarken, militer düzenin yok edici ve acı yanını görmezden gelmek zorunda bırakılır. Fakat oyun oynandığı esnada Carmela dayanamaz. Komutanların ve faşist düzenin bütün acımasızlıklarını sahnede anlatmaya başlar. Engel olamayan Paulino, Carmela’yı susturmaya çalışsa da nafile, Carmela başkaldırmıştır bir kere. İtalyan komutan ise bu düzene karşı çıkan, başkaldıran her insana yaptığı gibi Carmela’yı kurşuna dizer ve katleder.

İspanya’da 1936 yılında yaratılan devrimde halklar özgürlükleri için, faşist güçlere karşı mücadele ediyordu. Halkın verdiği mücadele, yeni bir iktidarı yaratmak için değil, özgür bir yaşamı yaratmak içindi. Güler ve Nurten bu oyunda anlatılan 1936 İspanya’sının, bu topraklarda yaşananlarla benzediği noktaların olduğunu ve oyun metninin içine girdikçe aslında metnin ne kadar çok kendilerine hitap ettiğini söylediler. Onlar, yaşadığımız topraklarda yıllardır TC devletinin Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşın yakıcılığını doğrudan yaşıyorlar. Bu nedenle de oyunun en temelinde, militarizm eleştirisi yaptıklarını vurguluyorlar. Militarizm eleştirisi Carmela’nın karşı koyuşlarında beliriyor daha çok.

Bizim topraklarımızda da militarizme karşı vicdani retçi kadınlar, Barış Anneleri, “vatan sağ olsun” demeyi reddeden birçok kadın, Carmela gibi başkaldırıyor.

Evet, Carmela başkaldıyor. Peki ya Paulino? Nurten, Paulino’nun parçalanmışlığından bahsediyor. Direnerek ölen Carmela’nın yanında, sadece yaşamak için çırpınan, sadece yaşamak için kendi benliğinden vazgeçen Paulino aslında Carmela’dan daha ölü. Çünkü o her şeyini kaybetmiş, yaşayan bir ölüdür.

“Aslında dünyanın neresinde olursak olalım durum değişmiyor” diyor Güler. Oyunda yer isimlerini, karakter isimlerini Kürtçeye uyarlamak geçmiş akıllarından; ama sonradan gereği olmadığını düşünmüşler. Çünkü yaşananlar aynı, hangi dilde anlatıldığı ne fark eder…

“Fakat bombalar hiçbir şeye yaramaz

Rumba la rumba la rumba la

Kalplerin attığı yerde

Ay Carmela! Ay Carmela!

Karşı saldırı çok güçlü

Rumba la rumba la rumba la

Direnmek zorundayız

Ay Carmela! Ay Carmela!

Verdiğimiz mücadele aynı

Rumba la rumba la rumba la

Yemin ediyoruz savaşmaya

Ay Carmela! Ay Carmela!”

Savaşın yakıcılığını, yok edici yanını, hem güldürüp hem de bir burukluk bırakarak, hissettiren Carmela ile 1936 İspanya’sında yaşananları anlatan Seyri Mesel Tiyatrosu’na teşekkür ediyoruz.

Son gösteri 27 Şubat’ta oynanacak, küçük ama mütevazı sahnesinde seyircisiyle buluşmaya devam edecek. İyi seyirler…

Röportaj : Merve Demir

Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.

The post 1936’dan Bugüne Carmela Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/03/06/1936dan-bugune-carmela-direniyor/feed/ 0
PYD, Halk Devrimi ROJAVA’yı Anlattı https://meydan1.org/2014/01/04/pyd-halk-devrimi-rojavayi-anlatti/ https://meydan1.org/2014/01/04/pyd-halk-devrimi-rojavayi-anlatti/#respond Sat, 04 Jan 2014 16:02:22 +0000 https://test.meydan.org/2014/01/04/pyd-halk-devrimi-rojavayi-anlatti/ Suriye’de yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda, Rojava Devrimi biz ezilenleri umutlandırdı. İktidarların küresel çıkarları için yaptıkları zulümlere karşı, devrimci bir cevaptı Rojava. Bölgede çıkarı olan tüm devletler, küresel şirketler ve uluslararası yapılar Rojava’yı yok saydılar, görmezden geldiler, konuşmadılar. Rojava’yı anlatmak ve bilinir kılmak, biz ezilenler için şimdi, şu anda en gerekli şeylerden biri. Biz kazanıyoruz, efendiler […]

The post PYD, Halk Devrimi ROJAVA’yı Anlattı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Suriye’de yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda, Rojava Devrimi biz ezilenleri umutlandırdı. İktidarların küresel çıkarları için yaptıkları zulümlere karşı, devrimci bir cevaptı Rojava. Bölgede çıkarı olan tüm devletler, küresel şirketler ve uluslararası yapılar Rojava’yı yok saydılar, görmezden geldiler, konuşmadılar. Rojava’yı anlatmak ve bilinir kılmak, biz ezilenler için şimdi, şu anda en gerekli şeylerden biri. Biz kazanıyoruz, efendiler de bunun farkında. Bu yüzden, her kazandığımızda; söylemeyeni, bilmeyeni ve görmeyeni oynuyorlar.

Devrimi bilinir kılmanın getirdiği devrimci sorumlulukla, ezenlere karşı mücadelenin ateşini büyütmenin gerekliliğiyle; Rojava’daki Devrimi gerçekleştiren halkın öz-örgütlenmesiyle, PYD (Partiya Yekîtiya Demokrat) Medya Ofisi’nden İbrahim İbrahim ile Meydan Gazetesi olarak bir röportaj gerçekleştirdik.

Meydan Gazetesi: Özellikle Barzani’nin Amed’e gerçekleştirdiği ziyaret sadece TC değil, uluslararası siyasi arenada büyük yer buldu. Barzani-Erdoğan ittifakının, Rojava Devrimi karşısında ciddi bir ittifak olduğu açık. Barzani’nin gelmeden önce Rojava’nın özerkliği ile ilgili yaptığı açıklama, KDP’nin süreçte TC ile yakınlaştığının bir bakıma göstergesi. KDP ile ilintili partileri ve Barzani’nin Kürdistan coğrafyasındaki etkisini düşündüğümüzde, bunun Rojava’ya ne gibi etkilerinin olacağını düşünüyorsunuz? Bu ittifak, Rojava Devrimi’ne yönelik bir tehdit mi?

İbrahim İbrahim: Sayın Barzani’nin hakim olmadığı bir oyuna girmiş olması yazık. Dolayısıyla biz, Demokratik Birlik Partisi olarak, Kürt halkının birliğini olumsuz etkileyen böyle bir oyuna hiç girmemiş olmasını umuyorduk. Politikada bellidir, bir politikacının bölgeyi bütün detaylarıyla ya da dönemi bütün tarihiyle bilmesi gerekir. Barzani ve partisinin böyle bir okumayı yapmadığı görülüyor, bir bakıma eğitimi ve geldiği sosyal çevre ile ve bunun eksiklikleri ile ilgili. Sayın Barzani, Rojava Devrimi’nin gerçek bir devrim olduğunu anlayamıyor; ne Erdoğan, ne de başka biri bunu yadsıyamaz. Ve bunun sebebi her gün kan dökülmesi, şehitlerin olması, baskıcı rejimden olduğu kadar teröristlerden ve İslamcı gruplardan da kurtarılmış birçok bölgenin olması. Dahası, şu anda Rojava’da çalışan birçok sivil, toplumsal, eğitimsel ve ekonomik örgütlenme var. YPG ve YPJ güçleri, bugünlerde demokratik dünya adına gelmiş geçmiş en kötü terörist örgüte karşı savaşıyor ve ayrıca dünyanın en baskıcı rejimiyle savaşıyor. Şu anda 564 şehidimiz var. 204’ünü Suriye rejimi öldürdü, geri kalanı İslamcı terörist gruplar tarafından öldürüldü. Bu yüzden, Sayın Barzani bizim partimizi nasıl oluyor da rejimin “paralı” partisi olmakla suçluyor, anlayamıyoruz. Ne yazık ki, Barzani’nin söylediği şey sadece onunla Erdoğan arasında bir anlaşmadan fazlası değildi ve Batı Kürdistan’daki Kürtlerin gücü karşısında, ikisi de bu oyunu kaybedecekler.

Sadece Barzani-Erdoğan ittifakının değil, Suriye genelinde çıkarı olan diğer uluslararası iktidar odaklarının da gözü Rojava’da. Çünkü Rojava, küresel iktidarların planlarını bozan bir devrimdir. Bu açıdan bakıldığında, Cenevre-2 Konferansı’nın sizin için önemi nedir?

Maalesef bugünlerde Suriye, birçok ülkenin uğraşıp katıldığı, uluslararası bir savaşın merkezi haline geldi ve bunun yanıtı Suriyeliler. Bu yararcı güç, Suriye’yi her yönden zayıflatarak amaçlarına ulaşabilirdi. O yüzden, biz PYD olarak, böyle bir senaryoyu okuduk ve bekliyorduk; bunu önledik, devrimi militarize etmek istemedik ve ayrıca Suriye’nin içine hiçbir yabancı gücün müdahale etmesini istemedik. Gelişmeler, bizim teorimizin doğruluğunu ispatladı. Fakat yürüttüğümüz barışçı çizgi sayesinde, insanlarımızı ve bölgemizi kısmen koruduktan sonra birçok uluslararası güç, bizim; askeri çözümün imkansız olduğunu ve politik diyalogla gidilmesinin zorunluluğu olduğunu söyleyen teorimizi haklı bularak, Suriye hakkında uluslararası bir konferans yapmaya giriştiler ve bunun adı da Cenevre 2. Dolayısıyla, eğer herkes bu konuda ciddiyse, Cenevre 2’nin barışçıl çözümün ilk adımı (yolun başlangıcı) olacağını görüyoruz.

Batılı devletlerin Ortadoğu politikalarına, Esad diktatörlüğüne, El Kaide’ye, bölgede kapitalist hesapları olan TC gibi devletlere karşı büyük bir cevap Rojava Devrimi. Abdullah Öcalan’ın, devletsiz ve halkların özgür yönetimine dayalı; konfederal yapılı bir Ortadoğu düşüncesinin gerçekleştirilmesindeki büyük bir adımdır. Bizler Devrimci Anarşistler olarak; Rojava’daki bu kapitalizm ve devlet karşıtı öz yönetimi, büyük bir mutlulukla karşılıyoruz. 20. yy başında Ukrayna’da, 1936’da İspanya’da, 1994’ten bu yana Chiapas’ta benzer deneyimler yaşandı, yaşanıyor. Halkların bu devletsiz ve antikapitalist mücadele tarihiyle beraber düşünüldüğünde, Rojava’daki devletsiz ve antikapitalist öz yönetimi, bu deneyimlerle ilişkilendirebilir miyiz? Abdullah Öcalan’ın devletsiz özyönetim fikri, Rojava Devrimi’ni nasıl şekillendiriyor?

Kürt lideri Abdullah Öcalan’ın mesajı, her zaman açıkça Ortadoğu bölgesi ve bütün dünya için güvenlik ve barış üzerinedir. Bu ideolojiyi 35 yıl önce oluşturmuştur ve her zaman, toplumların karşılıklı yardımlaşmasının temelinde adalet, eşitlik ve birbirini kabul etmenin olduğu bir demokrasiye ve aynı coğrafyada diğerini kabul etmeye inanmıştır. Biz bu doğrultuda çalıştık ve Kürt lideri Öcalan da; Rojava Devrimi özgürlük, demokrasi ve halkların kardeşliği için barışçı bir devrimdir, dedi.

Bizimle diğerleri arasındaki fark; biz, dar ulusalcı teoriler yerine, demokratik bir sistemde yan yana yaşayan halkların özgür olması gerektiğini benimsiyoruz. Şimdi, Rojava Devrimi kapitalizme karşı ve uluslararası terörizme karşı bir devrimdir; sadece Suriye ya da Ortadoğu bölgesi için değil bütün dünya için gerçek bir devrim örneği oldu. Örneğin ilk defa, kadınlar bir halk hareketindeki yerlerini aldılar ve cinsiyet bir engel oluşturmadı. Bu, doğudaki ve Müslüman toplumlardaki kadınlar için büyük bir adım ve başarı. Bütün bunlar, sadece politik bir lider olmayıp aynı zamanda bir düşünür ve filozof olan lider Öcalan’ın düşünceleridir. İnsanlar, onun gerçek bir lider olduğunu anlamak için, kitaplarına ve yazılarına dönüp bakabilirler.

Bildiğiniz üzere devlet, Nusaybin’e bir duvar ördü. Bunu, açık bir şekilde, Rojava Devrimi karşısında bir politika olarak görebiliriz. Bu durumu protesto etmek üzere, duvarın her iki tarafında da büyük mitingler gerçekleşti. Ancak buna rağmen, duvar inşaatı tamamlandı. TC’nin bu ve buna benzer tecrit politikalarına karşı ne düşünüyorsunuz?

Bu duvar ya da tel örgü, hiçbir zaman Berlin Duvarı’ndan daha güçlü olmayacak. Halklar, Erdoğan’ın faşist duvarından çok daha güçlüdür. TC, yüzyıllar boyunca Kürt halkını yok edip silmeye çalıştı ama her zaman başarısız oldu. TC’nin Kürtlere karşı işlediği cinayetler böyle bir duvar ya da telden çok daha fazlaydı, ama yine de TC hiçbir zaman kazanamadı.

Bu özyönetim oluşumunun yanında, ekonomik işleyiş, devrimin devamı açısından önem taşıyor. Kürdistan coğrafyasında kapitalizm karşıtı ekonomik bir işleyişin, kooperatifler aracılığıyla nasıl gerçekleştiğini takip ediyoruz. Bu ekonomik işleyiş için, kooperatifler ya da komünler oluşturuluyor mu? Nasıl bir ekonomik dönüşüm tasarlanıyor?

Bildiğiniz gibi, şimdi savaş zamanındayız ve bu yüzden belli bir teoriye ya da ekonomik politikaya bağlanamayız ya da benimseyemeyiz. Bir savaş var; Suriye rejiminin, Salafçı grupların, Türk devletinin kuşatması var ve genel olarak bütün çelişkileri bu biçimlendiriyor, oluşturuyor. Ama halkı temsil eden ve halkımız tarafından seçilen bir partimiz olduğuna inanıyoruz. Bu halk, gerçekliği anlayıp durumu kontrol edebilecek kadar iyi bir farkındalık seviyesine ulaşmıştır.

Rojava’da El-Kaide ile ilintili çetelerin baskılarına direniyorsunuz. Direnişiniz sadece Ortadoğu coğrafyasındaki değil, tüm dünyadaki direnişlere ilham kaynağı oluyor. Yaşadığınız bu süreçte, uluslararası düzlemde Rojava ile dayanışmayı nasıl buluyorsunuz?

Bildiğim kadarıyla, Kürtlere ya da YPG’ye hiçbir yardım ya da destek sağlanmadı maalesef. Düşünün; milyarlar ve yüz milyonlarca dolar, Suriyelilere ve Özgür Suriye Ordusu’na verildi. Ama Kürt halkı, bunlardan hiçbir şey almadı. Sadece kendi halkımız bizi destekliyor. Güçlerimizi desteklemek için, kendilerini yemekten mahrum eden Kürtler var. Karanlık şeytani güçlerle savaşan genç erkek ve kadın güçlerimize destek vermek için, kendilerine şeker almayan çocuklar var. Herkes dayanışma içinde ve bu halk kesinlikle kazanacak. Garip bir şekilde, Avrupa ve Amerika, El-Kaide’ye karşı iki savaş açtı ve yine de savaşı kazanamadı. Şimdi Avrupa ve Amerika sessiz durup TC devletini desteklerken, ki o da terörist grupları destekliyor, bizim güçlerimiz (YPG) gerçek çarpışmalara giriyor ve kazanıp ilerliyor.

Son sorumuzu, Rojava’da yükseltilen kadın devrimine ilişkin sormak istiyoruz. Sürecin başından bu yana, Rojava’da yaşananların bir kadın devrimi olduğu vurgulandı. Kürt özgürlük mücadelesi içindeki kadınlar, bir yandan devlete ve savaş politikalarına karşı direnirken; bir yandan da erkek egemenliğe karşı direniyorlar. Bu noktadan ele alındığında, Rojava’da yaşanan devrim süreci, kadının yaşamını nasıl dönüştürüyor? Kadın devrimi vurgusu, gündelik yaşam içerisinde toplumsal ilişkilere nasıl yansıyor?

Daha önce söylediğim gibi, Rojava Devrimi sadece politik, toplumsal, eğitimsel veya ekonomik bir hareket değil; bütünlüklü, kültürel, halkın kendisine dayanan bir devrimdir. Ve Rojava Devrimi’ni takip edenler için, doğulu Müslüman kadın için; gerçek bir devrimdir. Bu devrimin öncülüğünü, Kürt kadını yapmıştır. Kadınlar ilk defa kendi başlarına uluslararası terörist güçlere karşı askeri harekat yürütüyor, düzen kuruyor, başka insanlara farkındalığı yayıyor ve özellikle siyasal alanda kendini ifade fırsatı buluyor.

Rojava Devrimi’ni, devriminizi, devrimimizi selamlıyoruz.

 

Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 15. sayısında yayımlanmıştır.

 

 

 

 

 

The post PYD, Halk Devrimi ROJAVA’yı Anlattı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/01/04/pyd-halk-devrimi-rojavayi-anlatti/feed/ 0
Doğrudan Demokrasi Festivali https://meydan1.org/2013/10/20/dogrudan-demokrasi-festivali/ https://meydan1.org/2013/10/20/dogrudan-demokrasi-festivali/#respond Sun, 20 Oct 2013 13:12:40 +0000 https://test.meydan.org/2013/10/20/dogrudan-demokrasi-festivali/  Selanik’te birçok anarşist ve anti otoriter örgütlenmenin yer aldığı Doğrudan Demokrasi Festivali’ne katılan Devrimci Anarşist Faaliyet, “Mücadeleye Devam” başlıklı oturumda Taksim Gezi İsyanı, doğrudan demokrasi yöntemleri ve uygulamaları, kolektif ve kooperatiflerle yaşamın yeniden yapılandırılmasına ilişkin deneyimlerini paylaştı.   Yunanistan’da anarşist ve anti otoriter örgütlenmelerin, özyönetimle işleyen üretim alanlarının, kooperatiflerin deneyimlerini paylaşmak üzere bir araya geldikleri […]

The post Doğrudan Demokrasi Festivali appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 Selanik’te birçok anarşist ve anti otoriter örgütlenmenin yer aldığı Doğrudan Demokrasi Festivali’ne katılan Devrimci Anarşist Faaliyet, “Mücadeleye Devam” başlıklı oturumda Taksim Gezi İsyanı, doğrudan demokrasi yöntemleri ve uygulamaları, kolektif ve kooperatiflerle yaşamın yeniden yapılandırılmasına ilişkin deneyimlerini paylaştı.

 

Yunanistan’da anarşist ve anti otoriter örgütlenmelerin, özyönetimle işleyen üretim alanlarının, kooperatiflerin deneyimlerini paylaşmak üzere bir araya geldikleri Doğrudan Demokrasi festivali 4-5-6 Eylül tarihlerinde gerçekleştirildi. Konuşmaların, forumların, atölye çalışmalarının konserlerin oluşturduğu festival, Selanik kentinde yapıldı.

Festivalin ilk günü olan 4 Eylül’de “Ortak Kullanım Mücadelelerinin Birleşmesinin Gerekliliği” başlığıyla gerçekleştirilen forumda, halkın ortak ihtiyaçları doğrultusunda öz örgütlenmeyle gerçekleştirilecek üretimlerin karşılıklı dayanışma ve işbirliği ağlarıyla birbirini desteklemesi üzerine fikirler paylaşıldı. Selanik’te suyun ticarileştirilmesine karşı mücadele veren “136 Hareketi”, üreticiden tüketiciye aracısız ürün sağlama amacıyla bir araya gelen 16 kolektifin ortaklaştığı “Aracısız Ürün Satış Ağı”, doğrudan demokratik karar alma süreciyle sekiz aydır patronsuz üretimlerini sürdüren VIO.ME. işçileri, hükümetin kapatma kararından sonra işgal edilerek özyönetimle çalışmasını sürdüren Yunanistan Devlet Televizyonu ERT işçileri yaptıkları konuşmalarda kendi deneyimlerini aktardı.

5 Eylül günü, festivalin ikinci günü, konuşmaların ana başlığı ise “Mücadeleye Devam”dı. Konuşmacılar, mücadele deneyimlerini aktarırlarken, mücadelelerin dayanışma ilişkisi ile ortaklaştırılarak büyütülmesinin yolları üzerine önerilerini sundular. Türkiye’de mücadele yürüten Devrimci Anarşist Faaliyet adına Alp Temiz, Bulgaristan’daki Adelante Sosyal Merkezi’nden Yavor Kiselintsef, anti militarist Ilham Nisvan ve akademisyen Kostas Lampos konuşma yaptı.

Devrimci Anarşist Faaliyet’in İngilizce yaptığı konuşma aynı zamanda Yunancaya tercüme edildi. Önceki ay Meydan Gazetesi’nde yer alan “Barikatların Ardındaki Direniş Alanından, Mahallelerdeki Forumlara: Doğrudan Demokrasi” başlıklı yazının İngilizce çevirisi, festival boyunca açık kalan DAF standında yoğun ilgi gördü.

Meydan Gazetesi- Doğrudan Demokrasi Festivali

DAF’ın İngilizce yaptığı konuşmanın Türkçe çevirisi ise şöyleydi:

 

Tüm İstanbul’da ve Anadolu’nun pek çok yerinde kentsel dönüşüm projeleri; gecekondu yıkımlarıyla, AVM ve rezidans inşaatlarıyla, soylulaştırmaya çalıştığı meydanlarda basın açıklamalarını dahi yasaklamasıyla hız kazanmıştı. Dönüşüm yalnızca kentlerde değildi. Kırsal dönüşüm de son yıllarda başta Hidroelektrik, Termik ve Nükleer Santral projeleriyle, madenlerle, kaya gazı aramalarıyla, kapitalist tarım politikalarıyla vadilerde, köylerde yaşamı yok etmeye başlamıştı bile. Kırdan kente taşınan yalnızca göçe zorlanan insanlar olmadı, aynı zamanda kırsal dönüşüme karşı başlayan isyanlar kentteki mücadelelere de ruhunu aktardı.

Taksim Gezi isyanında ne bir kahraman vardı ne de bir halk önderi. Kırsallardaki pek çok mücadelede olduğu gibi iktidarsız alanlarda özdenetimleriyle, öz disiplinleriyle ve gönüllülükleriyle bir araya gelen bireyler devlete ve kapitalizme karşı verdikleri mücadelede otoriteden rekabetten ve bencillikten uzak, bir ilişki biçimi deneyimlediler. Yine kırsallardaki pek çok mücadelede olduğu gibi Gezi Parkı’nda da deneyimlenen paylaşma ve dayanışma ilişkileri; siyasi duyarlılığı olmayan pek çok bireyi etkilemeye, dönüştürmeye yetti.

Gezi Parkı’ndaki direnişin 2013 yılındaki toplumsal mücadelelerindeki başlıca tetikleyicilerinden biri bu yılki Hrant Dink anması oldu. Hrant Dink; 19 Ocak 2007’de Taksim yakınlarında çalıştığı Agos Gazetesi binası önünde Faşistler tarafından katledilen Ermeni gazeteci. Katledildiğinden bu yana her yıl 19 Ocak günü Taksim Meydanı’ndan Agos Gazetesi önüne yürüyüş düzenleniyordu. Bu yıl, Taksim Meydanı’nda başlatılan kentsel dönüşüm projelerini gerekçe göstererek bu yürüyüşe katılan bizim dışımızdaki hemen hemen tüm muhalif gruplar yürüyüşün başlangıç noktasını Taksim Meydanı dışında başka bir noktaya taşıdılar. Ama biz 6 yıl önce Hrant’ı teferruat olarak gören anlayışın bugün yaşam alanlarımızı soylulaştırdığını biliyorduk ve buna rağmen ısrarla Taksim Meydanı’nı kullanmaya devam etmeliydik. Bu anmada Taksim’den vazgeçersek yıllardır mücadele ettiğimiz, 1886’da Haymarket’te katledilen yoldaşlarımızı andığımız Taksim 1 Mayıs’ından da vazgeçmemiz beklenecekti.

Nitekim 1 Mayıs sabahı Taksim Meydanı’na çıkan yollar polis tarafından kuşatıldı. Devrimcilerin Taksim Meydanına girmesi yasaklandı. Devlet 1 Mayıs için başka meydanları önerdi. Başbakan Erdoğan’ın özel teşekkürlerini kazanan bir partinin yaptığı 1 Mayıs “kutlaması” haricinde Anarşistler, Kürtler ve Devrimci Sosyalistler, kentsel dönüşüm bahanelerine karşın Taksim ısrarını sürdürdüler. 1 Mayıs günü gerçekleşen polis saldırılarında çok sayıda eylemci polis tarafından yaralandı.

Polis saldırıları ve devlet terörü yalnızca büyük yürüyüşleriyle sınırlı kalmadı. Basın açıklaması yapmak için toplanan 10 kişilik gruplara bile TOMA’larla ve gaz bombalarıyla saldırdılar. Taksim’de ve İstiklal Caddesi’nde polis şiddeti bir rutin haline gelmişti.

Mayıs ayı sonlarında Gezi Parkı içindeki ağaçların, proje kapsamında kesilmeye başlanması bardağı taşıran son damla oldu. Gezi Parkındaki cılız direnişin tüm Anadolu’da yankı bulması uzun sürmedi. Çatışmalar her şehirde meydanlarda, parklarda ve varoşlarda hızla yükseldi. Haziran boyunca 5 kişi devlet terörü ile katledildi.

Pek çoğunuzun burada öğrenmek istediği, Gezi Parkı’nda ve mahalle forumlarında karar alma sürecinin nasıl işlediği. Taksim Meydanı ve Gezi Parkında kaldığımız süre boyunca gerçekleşen ilişki biçimi 15 Haziran’daki büyük polis saldırısı sonrasında mahallelerde güçlenen forumlarda doğrudan demokrasi tartışmalarını belirginleştirdi. “Barikatların Ardındaki Direniş Alanından, Mahallelerdeki Forumlara: Doğrudan Demokrasi” başlığıyla Meydan Gazetesi’nde yer alan değerlendirme gerçekleşen deneyim hakkında yerinde tespitlerde bulunuyor. Bu metnin İngilizce çevirisinin dökümünü hazırladık, bu konuyla ilgili tartışmaları konuşmalar sonrasında sürdürebiliriz.

Mevcut deneyimlerle birlikte antikapitalist, anti otoriter ve anti hiyerarşik yaşam tahayyüllerini yaşamlarımıza indirgeyebilmenin pek çok yolunu bulduk. Bugün bu yolları ve yöntemleri tartışmak adına buradayız.

Yaşamın yeniden yapılandırılması, ilk kez bizim ortaya çıkardığımız bir kavram değil. 1917’de Ukrayna’da, 1936’da İspanya’da deneyimlenen, bugünse halen Güney Amerika’da, Chiapas’ta gerçekleşen bir durum. Bu kavram bizim için de yeni değil. TC devleti ile Kürt halkı arasında gerçekleşen savaşın sıcak zamanlarında, Kürdistan’ın büyük kentlerinden Amed’de, Mezopotamya Sosyal Forumu’nda da biz Yaşamın Yeniden Yapılandırılması’ndan söz etmiştik. Weranşar’da, Gever’de pek çok değerli deneyim gerçekleşti. Bugün Rojava’da da bu deneyimlere benzer deneyimler kısmen de olsa yaşanıyor.”

Meydan Gazetesi- Doğrudan Demokrasi Festivali1

Festivalin son günü 6 Eylül’deki konuşmaların ana teması ise “Olağanüstü Hal’den Mücadele Meclislerine” idi. Konuşmalara hızlı tren projesine karşı mücadele eden örgütlenmeler; NO TAV İtalya ve NO TAV Fransa, Halkidiki’deki maden projesine karşı mücadele veren S.O.S. Xalkidiki, anti otoriter ve antikapitalist yayın kolektifi BABYLONIA dergisi katıldı.

Aynı gün farklı bölgelerde mücadele veren örgütlenmeler arasında ortak çalışma ve hareket ağı toplantısı da yapıldı. Bu toplantıya Devrimci Anarşist Faaliyet ve Yunanistan’dan Anti otoriter Hareket’in yanı sıra Bulgaristan, Almanya, İtalya, İngiltere’den örgütlenmeler de katılım sağladı. Anti otoriter, anti hiyerarşik ve antikapitalist; doğrudan demokratik karar alma süreçleriyle işleyen örgütlenmelerle oluşturulacak yaşamın yeniden yapılandırılması, tartışmaların asıl odağını oluşturdu.

3 gün süren festival boyunca örgütlenmelerin, kolektiflerin, kooperatiflerin kurdukları stantlarında bilgi paylaşımları devam etti. Atölye çalışmalarında yer alan katılımcılar arasında, sistemin her türlü eğitiminden uzak bir şekilde, yaşamın bilgisi paylaşıldı. Festival günleri boyunca her akşam anti otoriter, devrimci ve muhalif müzik gruplarının konserleri yapıldı.

Festivalin katılımcıları 7 Ağustos günü düzenlenen mitingde bir araya gelerek, başbakanın Yunanistan’ın büyük patronlarıyla yapacağı toplantıyı protesto etmek için toplantı alanına doğru yürüyüşe geçti. Polisin yapılan yürüyüşe saldırması sonucunda, otuz kişi gözaltına alındı.

 

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 13. sayısında yayımlanmıştır.

The post Doğrudan Demokrasi Festivali appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/10/20/dogrudan-demokrasi-festivali/feed/ 0