kapitalist – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 31 Dec 2019 15:34:04 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Geçmişten Günümüze Liberter Kavramı – Furkan Çelik https://meydan1.org/2018/11/15/gecmisten-gunumuze-liberter-kavrami-furkan-celik/ https://meydan1.org/2018/11/15/gecmisten-gunumuze-liberter-kavrami-furkan-celik/#respond Thu, 15 Nov 2018 19:24:35 +0000 https://test.meydan.org/2018/11/15/gecmisten-gunumuze-liberter-kavrami-furkan-celik/ Liberter Kavramı Doğuyor Henüz 27 yaşındayken Fransa’daki 1848 ayaklanmalarına katılan Joseph Dejacque, ilk hapishane deneyimini bu olay sonrasında yaşamış, bu süreçte tanıştığı anarşist düşünürlerle beraber anarşist fikirleri geliştirmeye başlamıştı. Anarşist komünist bir anlayışı savunan ve dünya anarşizmine önemli katkılar sağlayan Dejacque, toplumsallaşmak için hareket eden anarşistlerin yanında yer almıştı. Joseph Dejacque, “liberter” kavramını da ilk […]

The post Geçmişten Günümüze Liberter Kavramı – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
CNT’nin 1910’da Barcelona’da gerçekleştirdiği kongre.

Liberter Kavramı Doğuyor

Henüz 27 yaşındayken Fransa’daki 1848 ayaklanmalarına katılan Joseph Dejacque, ilk hapishane deneyimini bu olay sonrasında yaşamış, bu süreçte tanıştığı anarşist düşünürlerle beraber anarşist fikirleri geliştirmeye başlamıştı.

Anarşist komünist bir anlayışı savunan ve dünya anarşizmine önemli katkılar sağlayan Dejacque, toplumsallaşmak için hareket eden anarşistlerin yanında yer almıştı.

Joseph Dejacque, “liberter” kavramını da ilk kez Proudhon’a eleştiri mahiyetinde yazdığı bir açık mektupta dillendirmişti. 1857 yılında yayınladığı “İnsan, Erkek ve Kadın Üzerine” adlı mektupta ayrıca Proudhon’u, aile içinde erkeğin kadın üzerinde kurduğu iktidarlı ilişkiyi görmediğini söyleyerek eleştirmişti: “Eğer konuşmak istiyorsan bizimle konuş, bilinen ve bilinmeyen hakkında, şeytan olan tanrı ve hırsızlık olan mülkiyet hakkında; ama erkek hakkında konuşurken onu despot bir ilah yapma, çünkü erkek şeytandır diye karşılayacağım seni. Ona azıcık bile zeka atfetme çünkü bu yalnızca işgal etme hakkıyla, aşkın ticarileşmesi ile ve tamamı kadından ve onun ruhundan gelen ürünlerin ve kapitalin kullanımıyla mümkün olmuştur. Ona sakın onun olmayan bir şey atfetme, ya da senin cümlelerinle söyleyeyim “mülkiyet hırsızlıktır” …sesini tersi için haykır, kadının erkek tarafından sömürülmesine karşı sesini çıkar!”

Joseph Dejacque, aynı zamanda devlet, din, mülkiyet, aile gibi yapıların birbirleriyle bağlantılı mekanizmalar olduğunu söyleyerek hepsinin ortadan kaldırılmasını savunmuştu. İşçinin çalıştığı kadarını aldığı kolektivist modelleri olumsuzlayarak komünist bir anlayışla herkesin yeteneği kadarını verip ihtiyacı kadarını alması gerektiğini düşünmüş ve Proudhon’un mülkiyet eleştirisinin komünist amaçlara doğru evriltilmesi gerektiğini belirtmişti.

Amerika’da Liberter Dergi

Joseph Dejacque, Fransa devleti tarafından sürgün edilmesinin ardından, 1852 yılında ilk önce Londra’ya oradan da 1956 yılında Amerika’ya gitmişti. 1858 yılında New York’ta “Journal du Mouvement Social La Libertaire” adlı bir anarşist gazete çıkartma girişimine girdi. La Libertaire gazetesi aynı zamanda “liberter” kavramının siyasi olarak kullanıldığı ilk yayındı.

Liberter Eşittir Anarşist

Bir sonraki “liberter” kavramı, “liberter komünizm” terimi ile 1880 yılında La Havre Fransa Bölgesel Anarşist Kongresi tarafından kullanılmıştı. Kongre tarafından bir sonraki yıl “Liberter veya Anarşist Komünizm” adlı bir manifesto yayımlanarak liberter komünizmin çerçevesi çizildi. Böylece liberter terimi yavaş yavaş anarşistlere alternatif olmaya başladı. Bu kullanımın yaygınlaşması da, özgürlükçülüğün bir dönem boyunca sadece anarşizmle anılmasından kaynaklı.

1895 yılında Sébastien Faure ve Louise Michel, Fransa’daki La Libertaire gazetesini yayınladı. Paris Komünü sonrası Fransa devletinin artan baskıları karşısında kendilerine “liberter” demek ve yayınlarında anarşizmden böyle bahsetmek, Fransa’daki anarşistler için stratejik bir tercihe dönüştü.

1900’lü yıllara gelindiğinde Kropotkin kendi ideallerini anlatırken “liberter-komünizm” ve daha sonra ise “anarşist-komünizm” kavramlarıyla makaleler yazdı. Vanzetti Amerika’da tutsak düştüğü yıllarda yazdığı bir mektupta şöyle dedi: “Sonuçta sosyal demokratlar, sosyalistler, komünistler ve IWW gibi hepimiz sosyalistiz. Bizimle diğer hepsi arasındaki temel fark, onlar otoriteryen, biz liberteriz; Onlar kendi devlet ya da hükümetlerine inanıyorlar; Biz hiçbir devlet ya da hükümetin olmamasına inanıyoruz.”

CNT ise 1919’da Zaragoza’da gerçekleştirdiği kongrede hedefini devrim ve liberter bir komünizm olarak vurguladı.

Sosyalist Liberterler

“Liberter” kavramı anarşistler dışında ilk kez, eski anarşist olan daha sonra kendisini “liberter sosyalist” olarak tanımlayan Francesco Saverio Merlino tarafından kullanılmıştır. Anarşist olduğu yıllarda avukatlık yapan Merlino, İtalya Kralı I. Umberto’yu suikast eylemi ile öldüren anarşist Gaetano Bresci’nin de avukatlığını yapmıştır. Ayrıca Errico Malatesta ile anarşizm fikirlerini geliştirme noktasında birçok kez beraber çalışmıştır. Daha sonrasında kendisini “liberter sosyalist” olarak adlandırmasının temel nedeni, kendisini parlamenter mücadele rüyasına kaptırmasıdır.

Yakın dönemde İngiltere’de 1960-1992 yılları arasında Solidarity grubu kendisini otoriter sosyalizme alternatif olarak görerek “liberter sosyalizmi” savunmuştur. Bolşevik Parti’nin Rus Devrimi’ni otoriter bir şekilde yönetmesiyle yaşanan olumsuz deneyimlere muhalefet eden bazı sosyalistler farklı yollar kullanmıştır. Örneğin “hiyerarşik olmayan bir işçi örgütlenmesi mümkün olur mu?” sorusuyla bu adımı atanlardan biri olarak Anton Pannekoek ve Paul Mattick gibi isimler sık sık “liberter sosyalist” olarak adlandırılmıştır. Fakat her ne kadar farklı arayışlara gidilse de marksizmin temelinde yatan otorite hiçbir zaman yıkılmamıştır. Bu arayışlar, “liberter sosyalizm” kavramı ile sadece bir umut olarak kalmıştır.

Böylece “liberter” kavramı anarşistlerden daha geniş kesimi niteleyen bir hale bürünmüştür. Sosyalizmin içindeki hiyerarşiye karşı birçok birey kendini böyle ifade etmeyi tercih etmiştir.

Kapitalistlerin “Liberteryen” Kavramı

Latince “liber” (özgür) kökünden türeyen liberal kavramı, siyasi ve ekonomik olarak liberter kavramından çok ayrı bir yerdedir. Kökü eski yunan sofistlerine dayandırılan kavram, modern anlamda ilk kez Adam Smith tarafından 1776 yılında yazılan “Milletlerin Zenginliği” kitabında “liberal ihracat ve ithalat sistemi” olarak kullanılmıştır.

1950’lerin Amerikasında ekonomist Murray Rothbard’ın manipülasyonları ve akademideki baskıları nedeniyle “liberteryanizm” kavramı, mülkiyet karşıtı anarşistlerin karşısında mülk savunuculuğu yapanların tanımı olmaya başlamıştır.

Murray Rothbard “Amerikan Sağının İhaneti” adlı kitabında bu durumu şöyle anlatmıştır: “1950’lerin sonunda biraz öne çıkmamızın memnuniyet verici bir yönü ise hatırladığım kadarıyla ilk defa, ‘bizim taraf’ düşman taraftan çok önemli bir kelimeyi ele geçirdi… ‘Liberter’ uzun zamandır sol-kanat anarşistin kibarcasıydı, yani özel mülkiyet karşıtı anarşistler, komünist ya da sendikalist cinsinden. Ama şimdi onu ele geçirdik. Üstelik daha düzgün bir biçimde, etimoloji bakış açısıyla; çünkü biz bireysel özgürlüğün ve dolayısıyla bireyin mülkiyet hakkının savunucularıyız.”

Tabi kavramın bu duruma düşmesi Joseph Dejacque’ın, Paris Komünarlarının, Louise Michel’in, Kropotkin’in, Vanzetti’nin, CNT Zaragoza kongresinde “Yaşasın liberter komünizm!” diye haykıran binlerce işçinin muhtemelen kemiklerini sızlatmıştır.

Liberter kavramının ortaya çıkışı, ilerleyişi ve geldiği son birbirlerinden çok farklıdır. Bu kavramı sahiplenmek, tarihteki liberter yoldaşlarımızı sahiplenmeye denk düşmektedir. 161 yıl önce özgürlüğü ön plana koyan bir kavram olarak ortaya çıkan, fakat iktidarlar ortaya çıktığından beri bir düşünce ve eylem olarak kendini var eden “liberterlik” yani özgürlükçülük; her ne kadar billboardlarda, reklamlarda, kapitalizmin tüketim çılgınlığını tanımlamakta kullanılsa da, gerçek anlamı ile birlikte yine anarşistler tarafından sürdürülen ilişki biçimlerinde var olmaya devam edecektir.

Furkan Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 47. sayısında yayınlanmıştır.

The post Geçmişten Günümüze Liberter Kavramı – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/11/15/gecmisten-gunumuze-liberter-kavrami-furkan-celik/feed/ 0
Üreticiden Tüketiciye Aracıların Sömürüsü – Nergis Şen https://meydan1.org/2018/11/08/ureticiden-tuketiciye-aracilarin-somurusu-nergis-sen/ https://meydan1.org/2018/11/08/ureticiden-tuketiciye-aracilarin-somurusu-nergis-sen/#respond Thu, 08 Nov 2018 15:20:51 +0000 https://test.meydan.org/2018/11/08/ureticiden-tuketiciye-aracilarin-somurusu-nergis-sen/ Geçtiğimiz haftalarda Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, uzun zamandan beri çok tartışılan ve konuşulan aracılar ve komisyoncularla ilgili beklenmedik bir çıkış yaptı. Albayrak “yeni hal yasası” adı altında aracılar ile komisyoncuların sayısının azaltılacağını, ürünlerin makul bir fiyata çekileceğini, ürünlerin kalitelerinin arttırılacağını açıkladı. Bu açıklamanın iki nedeni olabilir. Birincisi yine bir seçim öncesinde tabi ekonomik […]

The post Üreticiden Tüketiciye Aracıların Sömürüsü – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Geçtiğimiz haftalarda Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, uzun zamandan beri çok tartışılan ve konuşulan aracılar ve komisyoncularla ilgili beklenmedik bir çıkış yaptı. Albayrak “yeni hal yasası” adı altında aracılar ile komisyoncuların sayısının azaltılacağını, ürünlerin makul bir fiyata çekileceğini, ürünlerin kalitelerinin arttırılacağını açıkladı.

Bu açıklamanın iki nedeni olabilir. Birincisi yine bir seçim öncesinde tabi ekonomik krizin çok da uzak olmadığı bu dönemde böyle açıklamalarda bulunarak insanların içine su serpmektir. Bir diğeri de, üretici tüketici arasındaki komisyoncu zincirini kimi büyük şirketlere devrederek şeffaflık söylemi altında kapitalistlere peşkeş çekmektir.

Peki, üreticiden çıkıp tüketiciye ulaşana dek ürünlerdeki fiyatların dengesizliği bu kadar aşikarken, yapılması düşünülen bu müdahaleler var olan gerçekliği değiştirebilir mi? Arada kapitalistler ve devlet oldukça, elbette hayır!

Pazara, markete ya da manava gittiğimizde meyve sebzelerin üzerinde yazan fiyatlar adeta cep yakıyor. Fakat öte yandan bu meyve ve sebzeleri üretenler hiçbir şey kazanamadıklarını söylüyor. Peki sizce bunda bir çelişki yok mu? Üretim maliyetleri ortada, satış fiyatları ortada. Bu durumda üreticinin kazanması hatta ve hatta zengin olması gerekmiyor mu? Fakat kazın ayağı öyle değil.

Burada gözden kaçan önemli bir faktör var. Hatta bir değil, birden çok fazla faktör var. İşte o faktörler dediğimiz şey, aracılar ya da komisyonculardır. İşte bu aracılar, hem tüketicinin çok daha ucuza alabileceği gıdalara astronomik rakamlar ödenmesine hem de üreticinin “yeter artık bu sene de mahsul elimizde kaldı.” diyerek tonlarca meyve ve sebzeyi kamyonlarla sokağa dökmesine sebep oluyor.

Elimizdeki tabloya baktığımızda ortada zarar eden iki tarafın olduğu çok açık. İşte iki tarafın zararını topladığımız zaman ortaya çıkan rakam ise aracıların karını gösteriyor. Peki kim bu aracılar? Neden bir ürün tarladan markete gelene kadar bu denli zamlanıyor? Bu süreç nasıl gelişiyor? Şimdi bu süreçlere şöyle bir bakalım.

 

ÜRÜNLER ÜRETİCİ HAL PAZAR MARKET HAL/ÜRETİCİ PAZAR/ÜRETİCİ MARKET/ÜRETİCİ
Kilogram Fiyatı Kilogram Fiyatı Kilogram Fiyatı Kilogram Fiyatı Fiyat Farkı

(%)

Fiyat Farkı

(%)

Fiyat Farkı

(%)

ELMA 1,31 3,06 3,33 5,21 133,59 154,45 297,91
NOHUT 2,94 5,00 9,86 11,02 70,07 235,46 274,72
DOMATES 1,58 2,10 2,83 4,08 32,63 78,95 157,51
PATATES 1,28 1,73 2,42 3,03 35,69 89,54 137,56
KIRMIZI MERCİMEK 1,89 3,20 6,86 6,97 69,31 263,10 268,93

TZOB’un Temmuz ayına ait üretici-tüketici fiyat raporu

Üretici ve Tüketici Arasındaki Zincirler

Çiftçiler farklı üretim şekilleriyle ürünlerini üretirken bizler bu üretim koşullarının bilgisine ulaşamadan neyin tam olarak nereden geldiğini, nasıl üretildiğini bilmeden bu ürünleri alıyoruz ve tüketiyoruz. Soframıza gelmeden önce tarladan çıkan bir meyve veya sebze -üretici ve tüketiciyi dışarıda bırakırsak- en az altı tane aracının elinden geçiyor. İsterseniz bu aracı zincirine sırasıyla bir bakalım. Meyve veya sebze üreticiden çıktıktan sonra; ilk olarak tüccar tarafından alınıyor. İkinci adımda komisyoncuya ulaştırılıyor. Komisyoncu elindeki ürünü üçüncü aracı olan sevkiyatçıya veriyor. Sevkiyatçı zincirin dördüncü halkası olan nakliyeciye, nakliyeci beşinci aracı olan ikinci komisyoncuya ve ikinci komisyoncu ise altıncı ve son aracılar olan pazarlara veya marketlere veriyor.

Bu zincirin her halkasında ürüne, herkes kendi karını ekliyor. Bir de üstüne devletin vergilerini koyduğunuzda, her seferinde ürünün fiyatının üzerine yüzde hesaplamaları ekleniyor. Biraz bunları detaylandırdığımızda da komisyoncu haliyle -biraz kar edebileyim düşüncesiyle- bir miktar eklemelerle fiyatı arttırıyor. Her halci aldığı fiyatın üzerine komisyon bedeli olarak; kendi komisyon bedelinden devlete ödediği %18 oranındaki vergiyi de düşünerek hemen hemen %8 oranında ekleme yapıyor. Sevkiyatçı; halden aldığı ürünü diğer şehirlerdeki hallere sattıran kişi. Sevkiyatçı ürüne bir miktar komisyon ekleyerek başka hallere ulaştırmak için ürünü nakliyecilere veriyor. Ellerine geçen üründe nakliyeciler, kendi kazançları için de bir miktar fiyat arttırma yapıyor. Burada da ürün fiyatına yine ekleme yapmaya sebep olacak nakliyat bedeli altında %18 denk gelen bir vergi ve mazot parası karşımıza çıkıyor. Ayrıca bir de bu durumların hepsine stopaj ekleniyor. Bu da üreticinin tescilli ürünü üzerinden %2’lik oranında kesilen gelir vergisidir. Eğer ürün tescil ettirilmezse bu oran %4’e çıkmaktadır. Bu şekilde ürünün bir bölgeden başka bir bölgeye gelene kadar çok fazla halkalara uğramasıyla, üst üste gelen vergi, komisyon ve masraflarla fiyatların sürekli arttığını görüyoruz.

Peki Üreticinin Kazancı Ne?

Üretici elindeki ürününü kendi yaşamını devam ettirebilmek için satışa sunuyor. Tüccarlar üreticiden var olan ürünü alıyor. Tüccar %2 gelir vergisi stopajını ve %1 bağ-kur kesintisini yaptıktan sonra kalan tutarı üreticiye ödüyor. Haliyle üreticinin de aslında bir şey kazanamadığını görmüş oluyoruz.

TZOB (Türkiye Ziraat Odaları Birliği)’nin bu sene temmuz ayında açıkladığı üretici-market fiyatlarında kirazın üreticiden 2 liradan çıkış yaptığını görüyoruz. Kiraz hale geldiğinde 3,33 lira oluyor. Pazarda karşımıza 3,88 liradan çıkan kiraz markette ise 6,48 lira oluyor. Tüm bu aşamaların sonunda, üretilen meyve veya sebzelerin marketlerdeki fiyatlarından %45’inin aracıların payına ve %11’inin vergilere gittiğini öğrenince fiyatların nasıl pahalı olduğunu görüyoruz.

Hal böyle olunca da elimizde bir kilo olan domatesin üçte birini devlet, üçte birini ise aracılar alıyor. Ee geri kalan kısmı ise biz şehirde domates bekleyenlerle üretici paylaşmış oluyor. Aslında bu, şu anlama geliyor: Akşam kurduğumuz sofraya tam oturmak üzereyken ve sofrada leziz bir menemen bizi beklerken ansızın kapı çalıyor. Kapıyı açıyorsunuz, bir bakıyorsunuz ki, karşınızda iki kişi… Biri devlet diğeri aracı. “Ooo biz de çok acıkmıştık.” diye teklifsizce kapıdan içeri giriveriyorlar. Sen masaya oturmaya fırsat bulamadan ekmeği banıp banıp menemenin çoğunu bitiriyorlar. Onlar evden ayrılırken sofrada kırıntılarla, sen ve kapıda bekleyen üretici hüzünlü ve aç bir geceye buruk bir merhaba diyorsunuz.

Ürünün her halkasındaki kişiler bu durumun çok normal olduğunu, kendilerinin zaten çok az kazandığını söyleseler de bizlerin cebinden çıkan tutarın kat kat arttığının, üreticinin ise bir şey kazanamadığı gerçekliğinin üstünü hiçbir şey örtmüyor.

Aslında Biz Ne Yiyoruz?

“Çiftçinin farklı üretim şekilleri” diyerek yazıya başlamıştım. Şimdi bu üretim şekillerini ve aslında bu kadar pahalı ne yediğimize bakalım. Yaşadığımız topraklarda çiftçiler genellikle iki farklı şekilde üretim yapmaktadırlar; modern tarım ve geleneksel tarım. Modern tarım; yapay gübrelerin, ilaçların, makinaların kullanıldığı ve genetiğiyle oynanmış yada hibrit (melez) tohumlarla üretimin yapıldığı tarım yöntemidir. Geleneksel tarım ise bunların (gübre, ilaçlama, makina vs.) çok az kullanıldığı ya da hiç kullanılmadığı ve genellikle “atalık tohumlar”ın kullanıldığı bir tarım yöntemidir.

Tüccarlar genellikle ürünü ucuza alabilmek adına modern tarım yöntemiyle elde edilmiş ürünleri tercih etmektedirler. Fakat bu ürünlerin pahalı olmasının yanında besin değeri açısından da hiçbir değeri bulunmamaktadır.

Geleneksel tarımın ise aşamaları hem emek hem de maliyet olarak daha fazla olduğundan tüccarlar bu yöntemle üretilen ürünleri, satabilmeleri pek mümkün olmadığından tercih etmiyorlar. Tabi bu arada geleneksel tarım yöntemi de adına “organik, ekolojik, doğal” denilerek kendi piyasasını yaratmış bulunmakta. Ekolojik pazarlarda veya marketlerin organik reyonlarından bu ürünlere ulaşmak artık çok kolay. Ancak günümüzde bizler modern tarım yöntemiyle üretilmiş ürünleri zaten yüksek rakamlara alırken geleneksel tarım yöntemiyle üretilmiş ürünleri bu ekolojik pazarlarda veya organik reyonlarından çok daha fahiş fiyatlara alıyoruz.

Hem Sağlıklı Hem Ucuz Gıda Mümkün Mü?

Bu sorunun cevabı ise elbette mümkün olmalıdır. Çünkü bunu mümkün kılmak isteyen birçok üretici ve birçok tüketici var. Aracıları ortadan kaldırarak geleneksel tarım yöntemini benimseyen üreticilerin ürünlerini ise, bu ürünleri karşılıksız bir şekilde tüketiciyle buluşturan kolektifler, gıda toplulukları ve kooperatiflerde bulabiliriz. Üstelik herhangi bir aracının olmadığı doğrudan üreticinin ve tüketicinin arasındaki ilişkisi üzerine kurulu bu sistematikte “yediklerimiz gerçekten ne” sorusunun cevabı “temiz, sağlıklı ve güvenilir” olacaktır. Bahsettiğim bu sistematiği benimsemeyen üretici ya da tüketici köylü ya da kentli kurnazları da yok değil. Ancak bırakalım onlar kendi kurnazlıklarının peşinde birbirlerini yesinler. Ben samimiyeti ve doğruluğu benimseyenlerden bahsediyorum.

Bu tarz bir kolektif, gıda topluluğu yada kooperatifin amacı; geleneksel tarım yöntemiyle üretilen meyve ve sebzenin, üreticiden doğrudan, hiçbir kar amacı gütmeden tüketiciye ulaştırmaktır. Ürünün üretiminden, dağıtımına ve tüketimine kadar gerçekleşen sürecin tamamında üretici ve tüketici başta olmak üzere tüm ilgili kesimlerin sözünü söyleyebileceği ve inisiyatif olabileceği yolları geliştirmektir. Tüketici istediği zaman üretim alanlarını ziyaret edebilir hatta üretimin bir parçası olabilir. Bu tarz bir sistematikte daha fazla üreticiyle tanışarak, yeni bileşenleri ile beraber var olan ihtiyaçların doğrultusunda üretimin ne kadar gerçekleşebileceğini zamanla üretici ve tüketici birlikte karar verebilirler. Bu şekilde, aracılar vasıtasıyla aldığımız güvensiz ürünlerin yerine hem üreticisini tanıdığımız hem üretim koşullarını bildiğimiz hem de daha da ucuza aldığımız güvenilir gıdaya ulaşmak mümkün hale gelmektedir.

Nice aracısız yaşama, nice güvenilir ürünlere, nice kolektif ve kooperatiflere…

 

Nergis Şen

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 47. sayısında yayınlanmıştır.

 

 

 

The post Üreticiden Tüketiciye Aracıların Sömürüsü – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/11/08/ureticiden-tuketiciye-aracilarin-somurusu-nergis-sen/feed/ 0
“Milliyetçi, Muhafazakar, Kapitalist: Amerika Birleşik Şirketleri” – Özlem Arkun https://meydan1.org/2017/01/03/milliyetci-muhafazakar-kapitalist-amerika-birlesik-sirketleri-ozlem-arkun/ https://meydan1.org/2017/01/03/milliyetci-muhafazakar-kapitalist-amerika-birlesik-sirketleri-ozlem-arkun/#respond Tue, 03 Jan 2017 11:40:01 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/03/milliyetci-muhafazakar-kapitalist-amerika-birlesik-sirketleri-ozlem-arkun/ Bloomberg’in haberine göre ABD’nin ilk milyarder iş adamı başkanı olan Trump’ın kabinesinin toplam değeri 5,6 milyar dolar. Buna ailelerin serveti de eklendiğinde bu rakam 14 milyar dolara kadar çıkıyor. Make America Great Again! (Amerika’yı yeniden büyül yap!) sloganıyla seçimleri kazanan Trump’ın, Amerika’yı hangi kesim ya da kimler için harika yapacağı da açıkça görülüyor. Zenginliklerinin yanında […]

The post “Milliyetçi, Muhafazakar, Kapitalist: Amerika Birleşik Şirketleri” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
abd-sirketleri1

Bloomberg’in haberine göre ABD’nin ilk milyarder iş adamı başkanı olan Trump’ın kabinesinin toplam değeri 5,6 milyar dolar. Buna ailelerin serveti de eklendiğinde bu rakam 14 milyar dolara kadar çıkıyor. Make America Great Again! (Amerika’yı yeniden büyül yap!) sloganıyla seçimleri kazanan Trump’ın, Amerika’yı hangi kesim ya da kimler için harika yapacağı da açıkça görülüyor. Zenginliklerinin yanında ırkçı, göçmen karşıtı, doğa düşmanı ve kadın düşmanı söylemlerde de ortaklaşan bu ekibi kısaca tanıyalım:

REX TILLERSON – DIŞ İŞLERİ BAKANI

Yağmur ormanlarının katledilmesinden ve Alaska’daki petrol sızıntısından bizzat sorumlu olan, enerji tekeli ve Exxon Mobile CEO’sudur. Putin’le yakın ilişkileri olan Tillerson’ın bu yakınlığının ABD’nin dış ilişkilerine nasıl yansıyacağı ise merak konusu. Ayrıca Tillerson 2011’de Güney Kürdistan’la da bölgedeki petrol alanlarının geliştirilmesi konusunda bir anlaşmaya varmıştı. Tillerson eğer seçilirse, şirketteki hisselerini satmak zorunda ama Amerika’nın en önemli diplomatı olacağından, gücünden pek bir şey kaybetmeyecekmiş gibi gözüküyor.

MICHAEL FLYNN – ULUSAL GÜVENLİK DANIŞMANI

Haiti’de 1994-95 yılları arasında Demokrasinin Yeniden Tesisi Operasyonu’nda yer almış, aynı zamanda Irak ve Afganistan’da görev yapmıştır. Ayrıca Emekli Korgeneral Flynn’in “Müslümanlardan korkmak mantıklıdır” ya da “ İslam İdeolojisi hastalıklıdır” gibi tarihe geçmiş Müslüman karşıtı söylemleri bulunmakta. Obama yönetiminde, 2012-2014 yılları arasında Savunma İstihbaratı Teşkilatı’nda başkanlık yapmış fakat radikal islam hakkındaki düşüncelerinden dolayı görevden uzaklaştırılmıştır.

JAMES MATTIS – SAVUNMA BAKANI

General Dynamics şirketi yönetim kurulu üyelerinden, 2012 gelirlerine bakıldığında şirket dünyanın en büyük 5. savaş teknolojileri şirketi. Aynı zamanda Mattis, Emekli Donanma Generallerinden. “Amerikan donanmasından daha iyi bir dost, daha kötü bir düşman olmadığını dünyaya gösterelim” diyen Mattis; Afganistan ve Irak işgalinde de yer almıştı. Ayrıca Mattis, Obama’nın Ortadoğu politikasının ve İran’la nükleer anlaşmasının en belirgin eleştirmenlerinden. Pentagon’un başına gelirse IŞİD’le mücadele de ondan sorulacak.





JEFF SESSIONS – ADALET BAKANI

Alabama’nın Cumhuriyetçi Parti’den Senatörü. Bilinen en sağcı ve göçmen karşıtı senatörlerden. Alabama’da Başsavcılık yaptığı süreçte Alabama’daki çeşitli üniversitelerdeki gay ve lezbiyen öğrencilerin tanınmasını ve devlet bursundan faydalanmasını engellemeye çalıştı. 1886 yılında Ronald Reagan yönetiminde federal yargıçlığa önerilmiş fakat ırkçı beyanlarından dolayı kongrede reddedilmişti.




SCOTT PRUITT- ÇEVRE KORUMA AJANSI BAŞKANI

Çevre Koruma Ajansı Başkanlığına aday gösterilen Scott Pruitt’in geçmişte çeşitli petrol ve gaz şirketlerinden 270.000 dolar bağış aldığı biliniyor. Ayrıca iklim değişikliği karşıtı olan Pruitt’in EPA başkanlığına adaylığı “kurda kuzu emanet etmeye” benzetiliyor. Aday olarak gösterilmesinin ardından Pruitt de bunu doğrulayarak “Bu ajansı yürütürken hem doğanın korunmasını hem de Amerikan şirketlerinin özgürlüğünü sağlamayı hedefliyorum” diyor.

WILBUR ROSS – TİCARET BAKANI

“İflasın Kral’ı” olarak bilinen Ross özellikle kömür- çelik sektöründe batmakta olan şirketleri satın alarak kara geçirmesiyle tanınıyor. Ayrıca son dönemlerde İngiltere, Yunanistan ve Kıbrıs’ta batan bankaları almasıyla da gündeme gelmişti.

Yönetim kurulu üyesi olduğu şirketlerin arasında Kıbrıs Bankası, Diamond S Shipping Group, Exco Resources, Sun Bancorp ve ArcelorMittal’ı sayabiliriz. Ross’un ilk olarak Çin’in uluslararası ticaret yapmasını zorlaştıracağı ve NAFTA’yı yeniden devreye sokacağı düşünülüyor.


ANDREW PUZDER – ÇALIŞMA BAKANI

Elbette Trump’ın çalışma bakanlığına bir sendikacıyı önereceği düşünülemezdi, fakat Andrew Puzder gibi işçi düşmanlığıyla nam salmış bir fast food patronunun önerilmesi Trump’ın işçi politikasının açık bir göstergesi olsa gerek. Ayrıca 1980’lerden, 90’ların başına kadar Missouri’de en bilinen kürtaj karşıtı avukatlardan biriydi.



Kabineye veya kabine dışındaki kritik rollere getirilecek kişiler elbette bunlarla sınırlı değil. Michael Pompeo, Rick Perry, Elaine Chao gibi milyonerlerin yanında Trump’ın sevgili kızı Ikana Trump, damadı Josh Kushner ve iki oğlu Eric ve Donald Jr. Trump’da sayılan isimler arasında.

Amerika Birleşik Devletleri tarihine bakıldığında bu tablo bazılarına çok şaşırtıcı ya da korkunç geliyor olabilir. Oysa ABD başkanları danışmanlarını ya da “dost”larını, çoğu zaman perde arkasından, bankerler, işadamları ve generaller arasından seçmişti. Aslında bugün “korkutucu” görünen; artık bu “dost”luğu perde arkasına saklamaya gerek duyulmamasıdır. Her ne kadar, Trump ve kabinesi de ABD’de geçmiş devlet geleneklerinin süreceğine işaret etse de, kabine seçimindeki, bu titizlik ve pespayelik bu ekibin farklılığını gösteriyor. Öyle görünüyor ki, 20 Ocak’ta Obama’nın yerini devralan Trump, Amerika Birleşik Şirketlerinde yeni bir sayfa açacak.

Çekişmeli bir seçim sürecinin ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni başkanı olan Donald Trump, kuracağı kabine ile 20 Ocak’ta Obama’nın yerini devralacak. Forbes dergisine göre dünyanın en zengin 400 insanı arasında yer alan Trump’ın kabinesindeki isimler de kendisinden geri kalmıyor. Kabineye önerilen isimler arasında kimler yok ki… Bankerler, CEO’lar, şirket sahipleri…

Özlem Arkun

[email protected]

Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayınlanmıştır.

The post “Milliyetçi, Muhafazakar, Kapitalist: Amerika Birleşik Şirketleri” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/03/milliyetci-muhafazakar-kapitalist-amerika-birlesik-sirketleri-ozlem-arkun/feed/ 0
” Bandwagon ” – Melisa Eskizerci https://meydan1.org/2015/06/12/bandwagon-melisa-eskizerci/ https://meydan1.org/2015/06/12/bandwagon-melisa-eskizerci/#respond Fri, 12 Jun 2015 10:51:08 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/12/bandwagon-melisa-eskizerci/   Doğada toplu olarak yaşayan birçok hayvan türü, kendilerini koruma ve hayatta kalma içgüdüsüyle “sürü”ler halinde hareket ederler. Sürünün dışında kalanların yaşama şansları ya çok azdır ya da hiç yoktur. Sürünün önünde bulunan hayvan, diğerlerine yol gösterir. Hepsi onu takip eder. Ancak çoğu durumda davranışları sorgulanmadığından, tüm sürüyü peşinden sürüklediği durumlarla da karşılaşılır. Yani içlerinden […]

The post ” Bandwagon ” – Melisa Eskizerci appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 people-jumping-off-cliff-e1376095078988-870x413

Doğada toplu olarak yaşayan birçok hayvan türü, kendilerini koruma ve hayatta kalma içgüdüsüyle “sürü”ler halinde hareket ederler. Sürünün dışında kalanların yaşama şansları ya çok azdır ya da hiç yoktur. Sürünün önünde bulunan hayvan, diğerlerine yol gösterir. Hepsi onu takip eder. Ancak çoğu durumda davranışları sorgulanmadığından, tüm sürüyü peşinden sürüklediği durumlarla da karşılaşılır. Yani içlerinden biri uçurumdan atlarsa, diğerleri de peşinden gelir. Tüm sürü uçuruma atar kendini.

Sorgulamadan ortak davranış göstermek olarak adlandırabileceğimiz bu durum, yalnızca hayvanlarda görülmez, kendini en akıllı varlık sayan insanlar arasında da rastlanır. Peki, kendini bir koyunun muhakeme yeteneğinden kat be kat üstün gören insanda, nasıl oluyor da bu tür sürü davranışına rastlanabiliyor?

İnsan doğadan yabancılaştıkça, gittikçe daha da mülkiyetçi ve kapitalist ilişkilerin kıskacına hapsoldukça, toplumsallaşmasında da ciddi sıkıntılar ortaya çıkar. Kendi bireyliğinin farkında olmayarak topluluk içinde yaşıyor oluşu, onu daha da güçsüz ve savunmasız kılar. Kendini ancak o toplum içinde var edebileceğini, o toplumda var olmasının da o toplumun genel davranış kalıplarını benimsemesi ya da çoğunlukla sorgulamadan sahiplenmesi sayesinde olacağını düşünür.

Kendini başlangıçta farklı ya da özel olarak düşünen insan, gün geçtikçe kapitalizmin açık ya da gizli saldırılarının hedefi olmaktan kurtulamaz. Her gün reklamlarla, medyayla algılarına saldırılan insan, gittikçe kendisi olmaktan uzaklaşır. İçinde bulunduğu topluluğun davranışlarını taklit etmekte, tekrarlamakta bir problem görmediği gibi böylesinin daha kolay ve “güvenli” olduğunu düşünür. Artık o da topluluğun alışkanlık, düşünce ve değer yargılarının devamı haline gelmiş, sürünün bir parçası olmuştur.

Kendilerini insanın düşünce ve iradesinin üzerinde gören kişiler, topluluklar, ideolojiler ve bunlardan beslenen en büyük yapı olan devlet, kalabalıkları egemenliklerinde tutmak için her yöntemi kullanır. Adaletsizliklerin üzerine kendini inşa etmiş olan bu totaliter yapı, insanların kontrolsüz ve denetimsiz olmalarını kendisine bir tehdit olarak görür. Ya bu tehdit unsurlarını fiziken ortadan kaldırır, ya da kalabalıkları denetimi altına alır. Toplumu bir sürüye çevirirsen idare etmesi de o kadar kolay olur (Bu topraklarda kendisine çoban diyen bir politikacının başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapacak kadar yükselebilmesini hatırlayalım).

İnsanların kalabalıklara sorgusuz güveni ve dahi olma isteği, tam da popülaritenin ve modanın temel aldığı bir şeydir. Kalabalıkların daha iyi olduğu duygusu kendisini hiç de sevmediği bir müzik grubunu dinler, hiç tutmadığı bir futbol takımını destekler, hiç desteklemediği bir siyasi partinin mitinglerine katılır bulabilir. Çünkü popüler olan, moda olan daha çok tercih edilecektir. Ve bir süre sonra da neyi neden yaptığını unutup sadece onun içinde bulunmayı isteyecektir. Neticede, toplu hareket eden insan, mitinglerde Ali İsmail’in annesini yuhalar duruma da pekala gelebilir olacaktır.

Devletin kirli propagandalarına maruz kalan kişiler, bir süre sonra devletle aynı dili konuşmaya başlarlar. Bu konuda devletin baskı ve zor aygıtları da kişinin bu noktaya gelmesini çabuklaştırır. İstekleri, beğenileri, kültürleri, dilleri, yaşama alışkanlıkları farklı olanlar, büyük sürü için bir tehdit olduklarından, bir tür mahalle baskısı ile ortadan kaldırılmaları mübahtır. Çünkü, sürüye uymayan, sürüyü bozacağı için istenmez. Söz konusu sürüyse, gerisi teferruattır. Öyle ki, Türk olmayanların başına neler geldiğini gören bir kimse, “Ne Mutlu Türküm Diyene”yi daha “içten” söyler.

İnsanların önünde iki seçenek olsa ve bunlardan birini seçmeleri istense, kararı, toplumun büyük kısmının üzerinde yoğunlaştığı seçenek etkilemez mi? Yoksa bu topraklarda, eski bir darbeci generali yüzde doksan iki ile cumhurbaşkanı seçilmezdi!

Birey, kendini sürü psikolojisinden ayıran en temel özelliğini, akıl ve muhakeme yeteneğini devlet ve kapitalizmin otoritesinde kullanamaz. Bu iki otoritenin uygun gördüğü davranışları herkes yapıyor diye yapmaya başlar. Tüketmemeyi düşünmez mesela, neyi tüketeceğini düşünür. Aynı şekilde devletsiz ve yasasız bir yaşam düşünmez. Devleti temsilen hangi hükümeti seçeceğini ya da yasaların nasıl olması gerektiğini düşünür. Devlet ve kapitalizm telkinde bulunduğu davranışlarla bizleri kendi otoritesine alır ve devamlılığını sağlar. Bizleri tek tipleştirerek bizden bir sürü yaratır.

Hayvan ya da insan. Bizi kendimiz olmanın dışına iten, kişiliksizleştiren, yok sayan her yaşam biçimi, bizi bir sürünün parçası haline getiriyor. Bütün davranışlarımızı da bu sürünün liderinden beklemek,uçurumdan atlamaktan farksızlaşıyor. Günün birinde, gerçekten bizi kendi savaşlarına kurban etmeyeceğinin de garantisi yok.

Melisa Eskizerci

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Bandwagon ” – Melisa Eskizerci appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/12/bandwagon-melisa-eskizerci/feed/ 0