karadeniz – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 27 Apr 2021 13:00:30 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Karadeniz’in Kesik Damarları https://meydan1.org/2021/04/27/karadenizin-kesik-damarlari/ https://meydan1.org/2021/04/27/karadenizin-kesik-damarlari/#respond Tue, 27 Apr 2021 08:50:47 +0000 https://meydan1.org/?p=71807 Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları‘nda, İspanyol sömürgecilerin Latin Amerika’nın altın ve gümüşünü nasıl talan ettiklerini şöyle anlatır: “İspanyollar adeta büyülenmişlerdi. Tıpkı maymunlar gibi durup durup okşayarak elleriyle tartıyorlardı altını. Büyük sevinçlerini gösteren taşkın hareketlerle oturup kalkıyorlardı. Yürekleri gençleşmiş ve ışımıştı sanki. Delice arzu ettikleri şey besbelli ki buydu. Aç domuzlar gibi saldırıyorlardı altına. Kocaman […]

The post Karadeniz’in Kesik Damarları appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları‘nda, İspanyol sömürgecilerin Latin Amerika’nın altın ve gümüşünü nasıl talan ettiklerini şöyle anlatır:

“İspanyollar adeta büyülenmişlerdi. Tıpkı maymunlar gibi durup durup okşayarak elleriyle tartıyorlardı altını. Büyük sevinçlerini gösteren taşkın hareketlerle oturup kalkıyorlardı. Yürekleri gençleşmiş ve ışımıştı sanki. Delice arzu ettikleri şey besbelli ki buydu. Aç domuzlar gibi saldırıyorlardı altına. Kocaman bir altın top yaptılar orada ve geri kalan ne varsa, değerli olup olmadığına bakmaksızın ateşe verip yaktılar. Sonra da altını çubuklar haline getirdiler.”

Galeano, 600 yıl öncenin işgalcilerini anlatıyor. Burada anlatılan bir yağma, istila ve zor eylemi. Peki onu işgal yapan, denizaşırı yerlerden gelen zorbaların halkın yaşam alanına el koyması mı sadece? İşgalciler hep deniz aşırı, sınır ötesi yerlerden mi gelir?

Devlet varsa işgal vardır. Devlet, egemen olduğu her bir karış toprakta, kontrol ettiği her bir yaşamda işgalcidir. Sınır ötesi değildir işgal, sınır varsa işgal vardır. Devletlerin işgali yüzyıllardır biçim değiştirerek sürüyor.

Dün altın için Latin Amerika’yı yağmalayanlar, bugün bazalt ocağı için İkizdere’de karşımıza çıkıyor. Elimizde avucumuzda olana, taşımıza, toprağımıza göz koyan aç gözlü kapitalistler, sokağa çıkmayı yasakladıkları gün iş makinelerini vadiye sokuyor. Varoluşu gereği her zaman halkın karşısında olan devlet bir kez daha İkizdere’de halkın karşısına dikiliyor. Devlet mi demeliyiz? Cengiz Holding’e işgal ettiği dağı, taşı, doğayı hibe eden devlet değil mi?

Elbette Latin Amerika’da işgalcilere karşı çıkan ses, İkizdere’de de yankılandı. Patikalardan, dağlardan tırmana tırmana tırmana geldiler. “Bizi yenemezsiniz!” diye haykırdılar devletin suratına. Devlet mi demeliyiz? Halkın karşısına, şirketin yanına jandarmayı diken devlet değil mi?

Lojistik Merkez ve Liman Tesisi yapacaklarmış Rize’ye. Bunun için de deniz doldurulacakmış. İkizdere’den yağmalayacakları taşlarla dolduracaklarmış denizi. 16 milyon ton taş!

Rize’de 3-5 zenginin karı için yapılacak, halkın herhangi bir ihtiyacını karşılamayacak bir tesis için 16 milyon ton taş çalınacak. İkizdere’de tek dikili ağaç bırakmayacaklar; yazları çöle dönecek, kışları çamura batacak. Rize’de deniz bir yıl sonra geri gelecek betonun işgal ettiği sahile. Rize’yi sel alacak. Sular halkları yutacak. Sonra “doğal afet” diyecekler adına.

Artık Karadeniz’in de damarları kesik. Şirket, devlet, jandarma, mahkeme, bilirkişi el birliğiyle kestiler Karadeniz’in damarlarını. Dağlardan akacak su, sularla dolacak vadi bırakmadılar. İkizdere köylülerinin çayına, suyuna, canına kastediyorlar şimdi. Bir tane patron için, 3 kuruş para uğruna yağmalıyorlar Karadeniz’i.

Ama Karadeniz’in suyunu bitirmeye hiçbirinizin gücü yetmez. Biz, patika yollardan, çay tarlalarından gelenler; adına iş dediğiniz yağma makinalarına, jandarma jopuna, Rize Valisi’ne, Cengiz Holding’e ne pahasına olursa olsun geçit vermeyeceğiz. Karadeniz isyancıdır, Karadeniz’in isyancı damarını kestirmeyeceğiz!

İsmail Xevali

The post Karadeniz’in Kesik Damarları appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2021/04/27/karadenizin-kesik-damarlari/feed/ 0
Bafra’dan Hopa’ya Karadeniz’de Kadınlık Halleri- Röportaj https://meydan1.org/2018/03/02/bafradan-hopaya-karadenizde-kadinlik-halleri-roportaj/ https://meydan1.org/2018/03/02/bafradan-hopaya-karadenizde-kadinlik-halleri-roportaj/#respond Fri, 02 Mar 2018 19:04:27 +0000 https://test.meydan.org/2018/03/02/bafradan-hopaya-karadenizde-kadinlik-halleri-roportaj/   Sırtında Sepeti, Karadeniz’de doğup büyümüş ya da yolu bu coğrafyaya düşmüş ve burada yaşayan bir grup kadını, Bafra’dan Hopa’ya Karadeniz’deki kadınların durumunu anlatan bir kitap. Biz de Meydan Gazetesi olarak, kitabın editörleri olan Emek Yıldırım ve Özlem Şendeniz ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Meydan Gazetesi: Sırtında Sepeti, Bafra’dan Hopa’ya kadar uzanan Karadeniz kadınını nasıl ele […]

The post Bafra’dan Hopa’ya Karadeniz’de Kadınlık Halleri- Röportaj appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Sırtında Sepeti, Karadeniz’de doğup büyümüş ya da yolu bu coğrafyaya düşmüş ve burada yaşayan bir grup kadını, Bafra’dan Hopa’ya Karadeniz’deki kadınların durumunu anlatan bir kitap. Biz de Meydan Gazetesi olarak, kitabın editörleri olan Emek Yıldırım ve Özlem Şendeniz ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Meydan Gazetesi: Sırtında Sepeti, Bafra’dan Hopa’ya kadar uzanan Karadeniz kadınını nasıl ele alıyor? Bize kitaptan, kadınların sırtındaki sepetin içinde ne olduğundan bahseder misiniz?

Özlem Şendeniz-Emek Yıldırım: Kitaba dair konuşmaya başladığımızdan beri Karadeniz kadınına dair varolan klişeleri, stereotipleri ve bunların bölgeye dair ortaya çıkan fikirler açısından nasıl bizi yönlendirdiği üzerine düşündük. Çıkış noktamızda bu klişeler, stereotipler oldu. Karadeniz kadınının kendine dair sözünün, bölgeyi bilen kadınlarca söylenmesini amaçladık. Başka bir deyişle amacımız, derinlerde yatanın su yüzüne çıkmasına ve söze dökülmesine müdahil olmaktı.

Kitabın kapağındaki kompozisyon ile stereotiplerle giriştiğimiz bu mücadele; aslında kadınların sırtlarından bir türlü inmeyen sepetin içindekilere dair de ipuçları vermekte. Karadeniz ve kadın: zihinlerimizdeki imgeleri direngenlik, çalışkanlık, mertlik, yüreklilik gibi sıfatlara karşılık gelmekte ama en çok da halinden memnunluğu çağrıştırıyor, bölgeye uzaktan -esasında bir hayli klişe bir Karadeniz güzellemesinin vücuda getirdiği bir romantizm çerçevesinden- bakan insana. Peki gerçekten böyle mi?

Hegemonik bir erkekliğin hakim olduğu bu zorlu coğrafyada, devletin, ucuza devşirilen emek piyasasının, mikro ve makro milliyetçiliklerin, muhafazakarlığın, ataerkinin, vb. pek çok etkenin arasında halinden memnun mu kadınlar? Bir açıdan sırtladıkları sepetlerin içinde kitabın yazılarının işaret ettiği başlıklar var belki de; aile/hane, ekonomi/geçim, toplum, kültür ve kadının elinin değdiği yaşamın her alanı… Yazarlarımız ile birlikte, başlıkların tortu misali örttüğü o kabuk tutmuş önkabulleri kaşımaya çalıştık. Bazen durumun tasviri sunuldu bazen de eleştirisi ama her seferinde mutlaka göze ilk görünenin altında gizlenmiş olana bakılmaya çalışıldı.

Editörlüğünü yaptığınız kitabın yazım aşaması kolektif bir emeğin ürünü mü? Kadınlar nasıl rol aldı bu aşamada?

Özlem Şendeniz: Bu kitabın iki editörü var ve ideal bir düzlemde iki editörün eşit yük paylaştıklarını söylemek gerekir. Ama burada öyle olmadı. Kitabın hazırlandığı sürecin ilk evreleri, benim hayatımda oldukça çalkantılı bir döneme denk düştü. Kitap fikri Emek’ten çıktıktan ve fikrin etrafında bizler toparlanmaya başladıktan sonra, -Barış İmzacısı olmamdan dolayı- 686 sayılı KHK ile araştırma görevlisi olarak çalıştığım Iğdır Üniversitesi’nden ihraç edildim. Tüm o kargaşanın içinde Emek, yükün bana düşen kısmına da çokça el attı.

Emek Yıldırım: Yazarlarımız da öyle.

Özlem Şendeniz: Bizlere destek veren yazarlarımızın bir kısmı akademisyen ve bu nedenle daha akademik bir dille kaleme aldılar yazılarını. Bir kısmı ise bölgede yaşayan ya da yaşamış olan, kadına, hayata dair konuları kendilerine sorun etmiş kadınlar. Onların gündelik hayat pratikleri ve kadınlık deneyimleri üzerinden kaleme aldıkları yazılarını okumak ise bambaşka bir tat bırakıyor insanda.

Emek Yıldırım: Sonuçta yazarlarımız yazıları ile katkıda bulunarak, kolektif bir emeğin sonucunda ortaya çıkan bu oto-etnografik eserin değerli ve ayrılmaz birer parçaları oldular.

Özlem Şendeniz: Ve aslında kitap sayesinde çıktığımız bu yolculuk, belki bütün yolculuklar gibi, öncelikle bize kendimize dair bir şeyler söylerken aynı zamanda kolektif bir emek sürecinin işleyişine dair de çok şey öğretti.

Kitabın yaşadığımız erkek egemen sistemde aşina olduğumuz “Karadeniz erkeği”ne, o coğrafyanın ataerkil ve muhafazakar algısının kadınların üzerindeki etkilerine dair bir sözü var mı?

Özlem ve Emek: Genel olarak antagonistik algılamalara yatkın bir düşünce sistemimiz var. İyi-kötü, kadın-erkek gibi. Seviyoruz bu tür düalizmlerin sağladığı genelleme kolaylığını. Bu yatkınlıktan yola çıkarak Karadeniz kadınından söz ettiğimizde, haliyle birebir Karadeniz erkeğinden söz etmesek bile onun hep orada olduğunu, arka fonda daima yer aldığını ve kitabın peşinde olduğu bakış açısına eşlik ettiğini söylemek pek de yanlış olmayacaktır. Bir kere, bütün yazılar en başta kadınlara dair lakin diğer yandan bu çalışma yalnızca kadınları bir laboratuvar ortamına çekip başka hiçbir değişken olmadan, sadece -ceteris paribus- kadınlara odaklanarak anlatmıyor onları. Kadınları öne alarak, onların deneyimledikleri yaşamı algılamaya, sözlerini seslendirmeye çalışıyor. Sözgelişi, başka bir örneği ile karşılaşmanızın pek mümkün olmayacağı, Karadeniz kadınının bakışından seks ticareti, yabancı gelin olma ve Karadeniz’de eşcinsel bir kadın olma gibi şimdiye kadar çok da konu edilmemiş çok farklı hususlar yer alıyor bu kitapta. Bu hususları ele alan tüm irdelemeler, tüm yönleriyle Karadeniz olgusu içindeki erkeğin ve hegamonik erkekliğin konumuna dair de bir şeyler söylüyor.

Yıllar boyu HES’lere, doğanın talanına ve birçok devlet politikasına direndi Karadeniz kadını. Bu direnişlere dair kitapta bir şey bulabilir miyiz?

Özlem ve Emek: Elbette bulabilirsiniz. Birebir olarak da Nazlı Demet Uyanık Arhavi’nin Atmaca Kadınları adlı çalışmasında, bize Arhavi HES direnişinin içinden sesleniyor. Bir yanıyla, özyaşam anlatısı da sayılabilecek olan yazısında direniş deneyimi ve HES projesinin onlara hissettirdikleri ile birlikte harmanlıyor doğaya ve verdikleri mücadeleye olan bakışını.

Kitabın yazılma kararından hazırlandığı güne kadar paylaşmak istediğiniz bir deneyim oldu mu?

Özlem Şendeniz: Bu kitap benim için oldukça özel, bir kısmı ihraç edildiğim döneme düşen bir hazırlık süreci var. Hem ilk editörlük deneyimimiz olması açısından hem Karadeniz’de kadının ahvaline dair söz üretme fırsatını da sağladığı için, hem de dayanışmanın bir başka boyutunu bana yaşattığı için Sırtında Sepeti kitabı gönlüme çok yakın bir yerde duruyor. Üretmenin sağladığı tatmin duygusunun, ötekinin sesini dinlemenin ve onu daha duyulur kılmanın öneminin daha da farkına vardığımız bir süreç oldu.

Emek Yıldırım: Son dönemlerde gittikçe oryantalist ve turistik bir figür haline getirilen kadınların gerçekliklerinin üstündeki örtüyü kaldırmak ve kadınların da dilleri döndüğünce kendilerini ifade edebileceklerini göstermek ayrı bir keyif verdi bu süreçte. Şimdiye kadar hep erkeklerin dilinden, sesinden, kaleminden anlatılan Karadeniz kadını dile geldi, bu kitapta kendini kendi anlattı. Böylece de içinde yaşadığımız bölgeye dair gözümüzün önünde olandan daha fazlası olduğunu gördük: Kadınların kendi elleriyle yaptıkları tarhananın bellek ve ekonomi ile kurduğu bağı, kıyı balıkçılığındaki erkek hakimiyetini, mevsimlik fındık işçisi kadınların yaşam koşullarını, taşeronda çalışan kadınların yaşam pratiklerini, Karadeniz müziğinde kadının yerini, Karadeniz dizilerinin kadına ve erkeğe dair kurgusunun anlattıklarını ve daha nicesini…

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 44. sayısında yayınlanmıştır.

The post Bafra’dan Hopa’ya Karadeniz’de Kadınlık Halleri- Röportaj appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/03/02/bafradan-hopaya-karadenizde-kadinlik-halleri-roportaj/feed/ 0
Kanal İstanbul Tam Bir Çılgınlık- Gürşat Özdamar https://meydan1.org/2017/12/24/kanal-istanbul-tam-bir-cilginlik-gursat-ozdamar/ https://meydan1.org/2017/12/24/kanal-istanbul-tam-bir-cilginlik-gursat-ozdamar/#respond Sun, 24 Dec 2017 09:28:46 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/24/kanal-istanbul-tam-bir-cilginlik-gursat-ozdamar/     1.5 milyar metreküp hafriyat çıkacak, inşaatında 5000 kişi çalışacak, bittiğinde 1000 kişiye istihdam sağlayacak, 45 kilometre uzunluğunda ve 600 metre genişliğinde olacak, 1350 DTW büyüklüğündeki gemiler rahatlıkla geçebilecek, üzerinde 6 köprü olacak, 5 yılda tamamlanacak ve daha neler neler… Bunlar, Tayyip Erdoğan’ın ilk olarak 2011 yılında açıkladığı, şimdilerde ise ihalesinin yapılacak olmasıyla gündeme […]

The post Kanal İstanbul Tam Bir Çılgınlık- Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

 

1.5 milyar metreküp hafriyat çıkacak, inşaatında 5000 kişi çalışacak, bittiğinde 1000 kişiye istihdam sağlayacak, 45 kilometre uzunluğunda ve 600 metre genişliğinde olacak, 1350 DTW büyüklüğündeki gemiler rahatlıkla geçebilecek, üzerinde 6 köprü olacak, 5 yılda tamamlanacak ve daha neler neler… Bunlar, Tayyip Erdoğan’ın ilk olarak 2011 yılında açıkladığı, şimdilerde ise ihalesinin yapılacak olmasıyla gündeme gelen Kanal İstanbul projesine ait rakamlar.

Elbette iktidarın hemen her gün dilinden düşürmediği, yandaş medyanın öve öve bitiremediği bu rakamlar, bazı gerçeklerin üzerini kapatmak için bilinçli olarak öne çıkarılıyor. Örneğin bu rakamlarda, çok uzak olmayan bir gelecekte Marmara Denizi’nin oksijensiz kalarak ekolojik yaşamın olmadığı, hiçbir canlının üremediği, çeşitli koku verici gazların çıktığı bir denize dönüşecek olması gerçeğine yer verilmiyor. Şimdiki durumda, Avrupa’nın atıklarını Karadeniz’e taşıyan Tuna Nehri ile gelen azot ve fosfat gibi zararlı maddeler, Boğaz’daki ters akıntılar, güneyden gelen rüzgar (lodos) ve boğazın doğal yapısındaki kimi tepeler sayesinde Marmara Denizi’ne yoğun bir şekilde geçemiyor. Eğer kanal devreye girerse bu maddelerin Marmara’ya rahatlıkla akmasının ve denizi zehirlemesinin önünde hiçbir engel kalmamış olacak. Üstelik kanal yalnızca İstanbul’u değil, tüm Marmara ve Akdeniz’in sıcaklığının ve tuzluluk oranlarının değişmesiyle beraber bu denizlere kıyı bütün yerleşimleri de olumsuz etkileyecek, bugün tarım yapılan topraklar kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.

Bu rakamlarda, hali hazırda içme suyu sıkıntısı yaşayan ve bu yüzden Melen Çayı’nı borularla taşımak zorunda kalan İstanbul’un su varlıklarının kanal inşaatı altında kalacağı bilgisine de ulaşamıyoruz. Gerçekten de Kanal İstanbul’un inşa edilmesi düşünülen güzergahında bulunan Küçükçekmece Gölü ve Sazlıdere Barajı artık birer yat limanı haline gelecek. Yine kanal güzergahında bulunan Terkos Gölü ise tamamen kuruyacak. Üstelik yine Tuna nehrinden gelen zehirli atıkların ve tuzlu suyun kanal boyunca su havzalarına sızacak olmasından ötürü İstanbul’un zaten az olan içme suyu bütünüyle kullanılamaz hale gelecek.

Bu rakamlar, İstanbul’un, büyümeyi ve kalkınmayı inşaata endeksleyen iktidarın, kanal çevresinde kurulacağını söylediği yeni şehrin yükünü taşıyıp taşıyamayacağına ilişkin soruları da yanıtsız bırakıyor.

Aslında, Kanal İstanbul Projesi, 3. havaalanı ve 3. köprü gibi, üzerinde konuşulmadan, detayları incelenmeden, farklı düşüncedekilerle tartışılmadan, dahası bölgede yaşayanlara sorulmadan “oldu bitti”ye getirilmek istenen yeni bir ekolojik yıkım projesinden başka bir şey değil. Erdoğan’ın bu proje için “Kim ne derse desin yapacağız” sözü iktidarın kendi bildiğini okuma niyetini doğrular nitelikte.

Kanal İstanbul Projesi ‘çılgın proje’ olarak adlandırıldı baştan beri, ama şu kesin: Bu proje tam bir çılgınlık!

 

Gürşat Özdamar

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.

The post Kanal İstanbul Tam Bir Çılgınlık- Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/24/kanal-istanbul-tam-bir-cilginlik-gursat-ozdamar/feed/ 0
Yeşil Yol Direnişçilerinin İkinci Duruşması Görüldü https://meydan1.org/2017/10/26/yesil-yol-direniscilerinin-ikinci-durusmasi-goruldu/ https://meydan1.org/2017/10/26/yesil-yol-direniscilerinin-ikinci-durusmasi-goruldu/#respond Thu, 26 Oct 2017 10:06:52 +0000 https://seninmedyan.org/?p=18733 Karadeniz’de, 8 ilin yaylalarını birbirine bağlayan 2 bin 600 kilometre uzunluğundaki Yeşil Yol Projesi’nde yer alan, Rize’nin Çamlıhemşin İlçesi Yukarı Kavron ve Samistal Yaylaları arasındaki 8 kilometrelik bağlantı yoluna karşı çıkan 24 kişi hakkında, “İş ve çalışma hürriyetini engel” suçlamasıyla Pazar Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın ikinci duruşması görüldü. Yaşam alanlarını savundukları için haklarında dava […]

The post Yeşil Yol Direnişçilerinin İkinci Duruşması Görüldü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Karadeniz’de, 8 ilin yaylalarını birbirine bağlayan 2 bin 600 kilometre uzunluğundaki Yeşil Yol Projesi’nde yer alan, Rize’nin Çamlıhemşin İlçesi Yukarı Kavron ve Samistal Yaylaları arasındaki 8 kilometrelik bağlantı yoluna karşı çıkan 24 kişi hakkında, “İş ve çalışma hürriyetini engel” suçlamasıyla Pazar Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın ikinci duruşması görüldü. Yaşam alanlarını savundukları için haklarında dava açılanların, kendi yaylalarını, meralarını ve doğalarını korumaya çalıştıklarını vurguladıkları ifadelerinin ardından dava 6 Şubat 2018 tarihine ertelendi.

The post Yeşil Yol Direnişçilerinin İkinci Duruşması Görüldü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/10/26/yesil-yol-direniscilerinin-ikinci-durusmasi-goruldu/feed/ 0
Kapıdaki Yeni Savaş – İlyas Seyrek https://meydan1.org/2017/05/02/kapidaki-yeni-savas-ilyas-seyrek/ https://meydan1.org/2017/05/02/kapidaki-yeni-savas-ilyas-seyrek/#respond Tue, 02 May 2017 10:16:01 +0000 https://test.meydan.org/2017/05/02/kapidaki-yeni-savas-ilyas-seyrek/ Sovyetler Birliği’nin yıkılışından 3 yıl önceydi. ABD Başkanı Bush ile SSCB Komünist Parti Genel Sekreteri Gorbaçov Malta’da görüşmüş; görüşme sonunda Gorbaçov, Soğuk Savaş’ın kesin olarak sona erdiğini, Soğuk Savaş boyunca süren silahlanma yarışının ve ideolojik mücadelenin bitişini ilan etmiş, Sovyetler Birliği’nin asla ABD ile bir savaşa girmeyeceğini iddia etmişti. Gorbaçov’un bu iddiasından bir kaç yıl […]

The post Kapıdaki Yeni Savaş – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Sovyetler Birliği’nin yıkılışından 3 yıl önceydi. ABD Başkanı Bush ile SSCB Komünist Parti Genel Sekreteri Gorbaçov Malta’da görüşmüş; görüşme sonunda Gorbaçov, Soğuk Savaş’ın kesin olarak sona erdiğini, Soğuk Savaş boyunca süren silahlanma yarışının ve ideolojik mücadelenin bitişini ilan etmiş, Sovyetler Birliği’nin asla ABD ile bir savaşa girmeyeceğini iddia etmişti. Gorbaçov’un bu iddiasından bir kaç yıl sonra Sovyetler Birliği dağılmış ve gerçekten de iki devlet arasındaki Soğuk Savaş sona ermişti.

Sovyetler Birliği’nin yıkılışının ardından 26 yıl geçti. Bugün, Gorbaçov’un genel sekreter olduğu Sovyetler Birliği yerine Putin’in liderliğinde bir Rusya var ve ABD ile Rusya, zaman zaman Soğuk Savaş döneminden daha sert ve şiddetli ekonomik, askeri ve siyasi mücadelelerin içine giriyor. Yani bu iki devlet aslında adı konmamış yeni bir savaş var.

Yeni Savaşın Ekonomik ve Politik Dünyası

Soğuk Savaş döneminde bu iki devletin ideolojik üstünlük mücadelesi olarak yükselen savaş; askeri anlamda silahlanmanın artışını, siyasi anlamda da çift kutuplu dünyayı yaratmıştı. Günümüzde ki bu yeni savaş, ideolojik farklılıktan kaynaklı bir üstünlük mücadelesi olmaktan öte küreselleşen ve neo-liberal politikaların hakim olduğu ekonomik sistemdeki iktisadi bir savaş olma özelliğini taşıyor.

Ayrıca bu savaş hali, kapitalizmin küreselleştiği bir ekonomik dünyada yaşandığı gibi siyasi anlamda da çeşitli faktörlerin aynı anda ve hızlı bir biçimde etki edebildiği bir dünyada gerçekleşiyor. Çift değil çok kutuplu bir dünyada, yeni bölgesel ve küresel güçlerin sahne aldığı bir politik düzlemde yaşanıyor. 11 Eylül saldırılarından, Afganistan ve Irak’ın işgalinden, “Arap Baharı” hareketlerinden ve Suriye Savaşı’ndan izler taşıyor.

Kısacası savaş, vekalet savaşları yoluyla, yeni denklemlerle, yeni araçlarla, sıcak çatışmaların yaşandığı bir savaşa dönme ihtimaliyle ve farklı coğrafyaları kapsayarak sürüyor.

Yeni Savaş’ta ABD

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ABD’nin önderliğindeki Batılı devletlerin savaşı kazandığı ve dünya siyasetinin “tek kutup” tarafından yönlendirileceği yani, ABD’nin “tek süper güç” olarak dünya siyasetini belirleyeceği anlayışı son olarak Suriye Savaşıyla birlikte giderek gerçekliğini kaybediyor.

Bu durumun oluşmasına da ABD’nin ekonomik, askeri ve siyasi politikaları neden oluyor. ABD’nin 11 Eylül’den sonra Afganistan ve Irak’a gerçekleştirdiği işgallerin olumsuz sonuçlarını işgal dönemlerinde yaşadığı gibi, işgalden yıllar sonra da yaşıyor. Irak işgalinin ardından bölgeyi daha da karmaşık hale getiren ABD’nin, IŞİD’in oluşmasında doğrudan ya da dolaylı şekilde katkılarının bulunduğuna kimsenin kuşkusu yok. Ayrıca Afganistan ve Irak’ta gerçekleştirdiği işgal dönemlerinde de yaptığı katliamlar ve yaşadığı asker kayıpları sonrası tıpkı Vietnam Savaşı’nda olduğu gibi özellikle kendi içinde kendi vatandaşlarının bu savaşların ne uğruna yapıldığını ve bu savaşların meşruluğunu yüksek düzeyde tartışmasını istemiyor. Yeni dönemde artık -Suriye’de olduğu gibi- savaşlara büyük ve geniş çaplı bir kuvvetle katılmakta meşruluk problemi yaşıyor. Bu durum da onun siyasi ve askeri alanda müdahaleciliğinin sınırlarını çiziyor.

2008 yılında yaşadığı ekonomik kriz, büyüyen ve etkili olmaya başlayan İran gibi bölgesel ve Rusya gibi küresel güçler ABD’nin ekonomik, siyasi ve askeri alanda hakimiyetini paylaşmasına neden oluyor.

Rusya Savaşa Hazır

Bugünkü savaş halinin oluşmasından çok önce SSCB’de Genel Sekreter Gorbaçov döneminde dış politikada ilişkiler Glasnost ve Perestroyka politikalarıyla birlikte kapitalist dünyanın ekonomik ve siyasi sistemine entegre olma yolunda gerçekleşmişti. Birlik dağıldıktan sonra Rusya Federasyonu Başkanı Yeltsin de kapitalist sistemle uyumlu bir ekonomi oluşturmaya ve Batı ile iyi ilişkiler oluşturmaya dikkat etmişti. Fakat Batı’ya dair duyulan güven duygusu kısa sürmüş, Rusya NATO’nun genişleme ve yeniden Rusya’yı çevreleme politikaları dolayısıyla yeni Başkan Putin’le birlikte dış politikasında dönüşüme gitmişti. Nihayetinde 2000 yılında yeni bir “Dış Politika Kavramı” tanımlandı. Bu kavramla Rusya, dünyanın etkili bir merkezi olma konumunu sürdürme ve Rusya’nın büyük bir güç olduğunu gösterme amacını ortaya koymuş oldu.

2000 yılında iktidara gelen Putin, ekonomiyi büyük ölçüde neo-liberal politikalara açmak yerine devlet otoritesini güçlendirmek amacıyla ekonomik ve siyasi adımlar atmış; merkezi yönetimi güçlendirmiş, sanayide ve altyapıda geniş kapsamlı devlet yatırımları gerçekleştirmiş, haber alma kaynaklarını, ekonomik dağıtım ve bölüşüm olanaklarını merkezileştirmişti. Yani, ABD ile Avrupalı devletlerin etkisinden kurtulmak ve onlarla rekabet edebilmek için yeniden aktif politikalar yürüten Rusya; şuan içinde bulunduğu, pek çok coğrafyanın dahil olduğu, ekonomik ve siyasi yönlere sahip savaşa etkili bir şekilde hazırlanmış oldu.

Savaşın İlk Sahası: Gürcistan

Rusya’nın Batı’ya dair güvensizliğini ve Batı tarafından çevrelenmek istendiğini kanıtlayan ilk olay Kafkasya’da gerçekleşmişti. SSCB’nin Eski Dışişleri Bakanı ve o dönemin Gürcistan devlet başkanı olan Eduard Şevardnadze’nin 2004’teki ayaklanmalar sonucu istifası gerçekleşmiş ve yerine ABD güdümlü Mihail Saakaşvili yönetimi devralmıştı. Bu olay ABD’nin Rusya’yı çevrelemesinden daha fazla olarak Kafkasya’da önemli enerji bölgeleri üzerinde etki sahibi olma hamlesiydi. Yani ABD, Rusya’nın ekonomik ve siyasi anlamda eski nüfuz alanlarını ele geçirme niyetinde olduğunu göstermiş ve yeni bir soğuk savaşın davetiyesini çıkarmış oldu.

Rusya da aynı zamanda bu olaylara bir cevap olarak 2008’de Gürcistan’ın Güney Osetya’da başlattığı operasyon ve 2 Rus Savaş uçağının düşürülmesi üzerine, Osetya’ya girmiş ve Gürcistan’a savaş açmıştı. Savaşın ardından Rusya 26 Ağustos’da Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını tanıyan ilk devlet olmuştu. Rusya açtığı bu savaşla hem enerji boru hatları üzerinde tekrar söz sahibi olmak hem de bölgenin hakimiyetinin ABD ve Avrupalı devletler tarafından ele geçirilmesini engellemek istemekteydi.

Karadeniz’de Savaş: Ukrayna ve Kırım Krizi

Savaşın bir başka sahası kendi iç dinamikleri, Rusya’ya coğrafi yakınlığı, stratejik konumu ve Karadeniz’in enerji sahası olması nedenleriyle Ukrayna oldu. Ukrayna’da etkinlik kurma mücadelesi ilk olarak Turuncu Devrim olarak adlandırılan eylemlerle yaşanmıştı. 2004’te gerçekleştirilen seçimlerde AB devletlerinin ve ABD’nin desteğini alan Viktor Yuşçenko ve Rusya’nın desteğini alan Viktor Yanukoviç yarışmıştı. Seçimlerin ilk turunu Yanukoviç kazanmış, bunun üzerine Yuşçenko, Rusya’nın etkili olduğu Donetsk ve Lugansk bölgelerinde seçime hile karıştırıldığını belirterek seçmenlerinden Kiev’de gösteri düzenlemesini istemiş, gerçekleştirilen eylemler sonucu seçimlerin tekrar edilmesiyle Yuşçenko başkanlığa seçilmişti. Böylece şimdilik mücadeleyi ABD tarafı kazanmıştı. Tabi bu süreçte pek çok coğrafyada darbeleri ve eylemleri vakıfları yoluyla fonlayan ABD’li finans spekülatörü Geroge Soros devreye girmiş, bu savaşta sermayenin desteğini esirgememişti.

ABD ve Rusya’nın Ukrayna siyasetine tesir etmek için çekişmesi 2013 yılında tekrarlandı. Ukrayna’da Rusya’ya yakınlığı ile bilinen devlet başkanı Yanukoviç -Rusya’nın AB’nin bölgedeki hamlelerini etkisiz kılmayı istemesi ile ilişkili olarak- AB’yle olan ortaklık ve serbest ticaret anlaşmasını askıya aldı. AB ile ilişkilerin geliştirilmesini isteyen partilerin yönlendirmesiyle Kasım 2013’te başlayan eylemler 2014’te şiddetini arttırdı. Eylemler sonucu başkan Yanukoviç görevinden azledildi ve yerine ABD ve AB destekli yeni bir hükümet kuruldu. Yaşanan tüm bu olaylar sırasında da nüfusunun büyük bir bölümü Rus olan Kırım, Ukrayna’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etti ve ardından Rusya’ya bağlanma kararı aldı. Ardından Ukrayna’nın doğusunda Rusya destekli Donetsk ve Lugansk bölgeleri Ukrayna ile Donbass Savaşı’nı başlattı ve bağımsızlıklarını ilan etti. Donetsk, Lugansk ve Kırım bölgelerinin bu kararları kuşkusuz Rusya’nın karşı hamleleriydi ve Rusya bu enerji sahalarını ve eski sovyet ülkelerindeki hakimiyeti kolay kolay Batı’ya bırakmazdı. Bu dönemde Ukrayna’dan ayrılmak isteyen bölgelere destek olduğu ve Kırım’ı işgal ettiği gerekçesiyle Rusya, karşılık olarak ABD ve AB devletlerinden sert tepkiler aldı, ekonomik ambargolara tabi tutuldu. Ukrayna hükümetine desteğini bildiren NATO da, Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından Doğu Avrupa’ya en büyük askeri teçhizat sevkiyatını gerçekleştirdi.

AB ve ABD’nin Ukrayna’daki Rus etkisini kırmak için hamle yaptığı, Rusya’nın Ukrayna’nın kendi kontrolünden çıkmaması için karşı hamleyle cevap verdiği bu savaşta Rusya, hiç şüphe yok ki Ukrayna üzerindeki hamlelerine devam edecektir. Aynı şekilde Batılı devletleri kendi hamleleri sürdürecektir. Nitekim Soğuk Savaş hamlelerini andıran bu hareketlenmeler ise tarafların birbirlerine karşı dişlerini gösterdiğinin bir işareti.

Ortadoğu’da Savaşın Seyri

Rusya’nın 2000’ler sonrası, nüfuz alanlarındaki gücünü domine eden hamlelerine ABD’nin yeni yönetiminden gelebilecek karşılıklar da işaretlerini vermeye başladı. Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni güç dağılımında dünya ekonomisinden aldığı pay önemli ölçüde düşen Rusya’nın Suriye Savaşı’nda, daha açıktan olmak üzere, Ortadoğu’daki diğer çatışma alanlarındaki (Libya/Yemen gibi) saflaşmasıyla bu nüfuz alanlarını genişletme ve “kayıplarını telafi etme” eğilimi taşıması, ABD yönetimi açısından bu ezeli düşmana karşı, hamle yapmayı elzem hale getiriyor. ABD’deki seçimler öncesi Trump’ın dış politikada içe kapanmacı bir yol izleyeceği ve öncelik anlamında Ortadoğu yerine Pasifik’e yoğunlaşacağı söylense de bugün gelinen noktada ABD yönetiminin tersi icraatlarıyla karşılaşıyoruz.

Trump’ın İran karşıtı sert söylemleri, Obama döneminde imzalanan nükleer anlaşmayı iptal edeceğini belirtmesi, seçim vaatleri arasındaki Kudüs’ü başkent olarak tanıma sözü, Ortadoğu’da ipleri germe eğiliminin ipuçlarını vermişti.

Bunlar dışında somut olarak Suriye ve Irak’ta askeri varlığın artırılması, IŞİD’e yönelik hava operasyonları dışında özel kuvvetlerin postallarının bu coğrafyalarda “yere değmesi” gibi hamleler ABD’nin bölgede proaktif politika izleyeceğinin işaretleri. Bu hamlelerin, ABD basınında yer alan haberlere göre, Trump’ın Ulusal Güvenlik Konseyi’ne aldırdığı taktik değil, stratejik meselelere yoğunlaşılması yönündeki kararın sonucu.

Tüm bu gelişmeleri, Pentagon’un bu yıl için bütçeden 30 milyar dolar ek bütçe talebi ve toplamda askeri harcamalar için 54 milyar dolarlık bütçe oluşturulması gibi somut bilgilerle okuduğumuzda ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik “yeni savaş hali” konseptine yüzünü döndüğünü görebiliriz.

Nitekim bu yeni savaş halinin, sahadan pratik yansımaları da gelmeye başladı. ABD Savunma Bakanı James Mattis’in Suudi Arabistan Savunma Bakanı Muhammed Bin Selman ile yaptığı görüşmede Suudi Arabistan’a yönelik “bölgede istikrarın teminatı” övgüleri sonrası Suriye’de Şam ve Lazkiye kırsalı ve Hama’da cihatçı çeteler yeni cepheler açtı. Suud istihbaratının kurdurduğu İslam Ordusu ve yine Suud’un ideolojik ve dolaylı olarak ekonomik sponsorluğundaki El-Kaide menşeli bu çetelerin açtığı cephelerin, Halep sonrası yönünü Rakka’ya çevirmek isteyen Rus-Rejim ittifakının bu olası hamlesini geciktirdiğine kuşku yok. Bununla birlikte yeni savaş haline dair ABD basınındaki bazı yorumlar Halep’in Rejim güçlerince alınması sonrası oluşan “savaşın bittiğine” dair izlenimin, bu yeni cephelerle birlikte dağıldığı yönündeki memnuniyeti gizlemiyor.

ABD Rakka özelinde, rakiplerine bu “çalımları” atarken diğer yandan Washington’daki bazı think-tankların yayınladıkları bazı raporlar “yeni IŞİD’lerin” oluşmasının zeminini hazırlar nitelikte. The Washington Institute for Near East Policy’nin hazırladığı Rakka Sünni-Arap aşiretleri raporu IŞİD’e karşı çözüm olarak, daha önce Irak’ta denenen ve sonuçları El-Kaide, IŞİD gibi çetelerin doğuşu olan, cihatçı teröre karşı Sünni Arap aşiretlerin silahlandırılmasını öneriyor. ABD’nin Irak işgali sonrası işgale karşı olası bir direnişi bastırmak için Irak’ın Sünni bölgelerinde Sahve (Uyanış) Konseyleri adıyla milis güçleri oluşturulmuştu. Ancak bu milislerin karıştıkları yolsuzluk, tecavüz, hırsızlık gibi suçlar Irak’ın Sünni bölgelerinde El-Kaide’nin güçlenmesine, sonra da IŞİD’in ortaya çıkmasına zemin hazırlayan etkenlerden olmuştu.

Bu adımlarla birlikte Astana, Cenevre gibi süreçlerle devletlerin Ortadoğu’da oluşturmaya çalıştığı izlenimi kazanan “barış rüzgarlarının” dindiği ve bir tarafta Körfez-ABD ile bu ittifakın gediklisi ve heveslisi TC saflaşması tekrar oluştu. Diğer tarafta ise hali hazırda süren Rejim-Rusya ittifakında İran, son süreçteki askeri ve diplomatik hamleleriyle daha da belirginleşiyor. Keza Batı devletlerince bu ittifakın “zayıf halkası” olarak nitelenerek kapitalist globalizasyona entegrasyonu öngörülen İran, bu “öngörülerin” aksine pratikler sergiliyor. ABD-Körfez-TC saflaşmasındaki ezeli -ABD- ve mezhepsel -Suudi Arabistan- düşmanları ile son süreçte gerilim yaşadığı TC’nin bu ittifaktaki varlıkları İran’ın Rejim-Rusya tarafında belirginleşmesi için yeterli nedenler. Bu belirginliğin pratik sonuçları olarak ise, Suriye Savaşı için Rusya’ya açılan üsler ve İran destekli Şii milislerin sahadaki varlıklarını artırması karşımıza çıkıyor.

Yeni Savaş Kapıda

Romanya’da yapılan askeri tatbikat dolayısıyla ABD askerlerinin ve tanklarının kısacası NATO güçlerinin Rusya sınırına konuşlanmasına kadar varan, bölgedeki vekilleri yoluyla Donbass (çatışmalar çok görünür olmasa da) ve Suriye Savaşlarında devam eden bu yeni savaş hali başka alanlarda da kendini göstermeye açık bir pozisyonda. Rusya, içinde bulunduğu savaşta başarılar elde etmekteyse ve savaş şimdilik Rusya içinde destek buluyorsa da ambargolar ve düşük petrol fiyatları nedeniyle daralan ekonomisine daha fazla dikkat etmek zorunda kalacak. ABD’de Trump’ın Amerika’yı “yeniden büyük yapma” söylemi ve daha şimdiden gerçekleştirdiği icraatleri de bu savaşın daha da şiddetli bir geleceğe sahip olacağının ip uçları oluyor. Şayrat’taki Esad rejiminin askeri üssüne düzenlenen füze saldırısı bunun sadece ilk aşaması. Saldırı sonrasında Rusya ve İran’ın saldırıya yönelik tutumları, taşeronlar arası savaşın sonuna gelindiği gibi okunabilir.

Bugün Karadeniz ve Ortadoğu’da siyasi ve ekonomik nüfuz alanı kapma yarışı halindeki savaşta devletlerin günümüzde ve gelecekte alacağı pozisyonlarını, yani vekiller yoluyla doğrudan sıcak savaşların yaşandığı bu yeni savaş halinin nasıl bir seyir izleyeceğini ve hangi yönde gelişmeye devam edeceğini birlikte yaşayıp göreceğiz fakat bu savaşların geliştikten sonra nelere yol açacağını geçmişte yaşanan deneyimlerin doğrultusunda şimdiden öngörebiliyoruz.

Yaşanan olaylar ve gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde küreselleşme çağındaki bu savaş; Soğuk Savaş’tan daha tehlikeli olarak daha küresel düzeyde askeri, siyasi ve ekonomik etkileri olan, bir fiil ABD ile Rusya’nın savaştığı bir savaşa doğru gelişme seyri gösteriyor.

2008 yılında yaşadığı ekonomik kriz, büyüyen ve etkili olmaya başlayan İran gibi bölgesel ve Rusya gibi küresel güçler ABD’nin ekonomik, siyasi ve askeri alanda hakimiyetini paylaşmasına neden oluyor.

İlyas Seyrek

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 38. sayısında yayınlanmıştır.

 

The post Kapıdaki Yeni Savaş – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/05/02/kapidaki-yeni-savas-ilyas-seyrek/feed/ 0
Zorunlu Göçün Yolları Değişti https://meydan1.org/2016/05/07/zorunlu-gocun-yollari-degisti/ https://meydan1.org/2016/05/07/zorunlu-gocun-yollari-degisti/#respond Sat, 07 May 2016 17:47:40 +0000 https://test.meydan.org/2016/05/07/zorunlu-gocun-yollari-degisti/ Avrupa Birliği ile TC arasında varılan anlaşmanın ardından binlerce göçmen, Ege Denizi’nden geçişi bıraktı. Avrupa’ya geçmek isteyen göçmenler artık, Antalya ve Mersin’den kalkan balıkçı tekneleriyle İtalya limanlarına varmaya çalışıyor. Daha uzun sürecek bu yolculuğun hem maliyeti hem de görünmemeleri için kapalı ve havasız bölmelerde yolculuk yapmak zorunda kalacak olan göçmenler açısından tehlikeleri çok yüksek. Bir […]

The post Zorunlu Göçün Yolları Değişti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Zorunlu Göçün Yolları Değişti

Avrupa Birliği ile TC arasında varılan anlaşmanın ardından binlerce göçmen, Ege Denizi’nden geçişi bıraktı. Avrupa’ya geçmek isteyen göçmenler artık, Antalya ve Mersin’den kalkan balıkçı tekneleriyle İtalya limanlarına varmaya çalışıyor. Daha uzun sürecek bu yolculuğun hem maliyeti hem de görünmemeleri için kapalı ve havasız bölmelerde yolculuk yapmak zorunda kalacak olan göçmenler açısından tehlikeleri çok yüksek.

Bir diğer geçiş rotasını kullanarak önce Libya’ya varmaya çalışan göçmenlerin her hafta yaklaşık 6 bini, canları pahasına, küçük teknelerle İtalya limanlarına geçiş yapmayı deniyor. Yeni bir rotayı kullanarak Karadeniz kıyılarından Romanya’ya ulaşmak isteyen göçmenlerse, yaptıkları bir yolculuk için kişi başı 5 bin dolar ödüyor.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

The post Zorunlu Göçün Yolları Değişti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/05/07/zorunlu-gocun-yollari-degisti/feed/ 0
“Enerjide Dengeleri Sarsmak Kaya Gazı “- Emre Bayyiğit https://meydan1.org/2015/04/22/enerjide-dengeleri-sarsmak-kaya-gazi-emre-bayyigit/ https://meydan1.org/2015/04/22/enerjide-dengeleri-sarsmak-kaya-gazi-emre-bayyigit/#respond Wed, 22 Apr 2015 16:17:43 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/22/enerjide-dengeleri-sarsmak-kaya-gazi-emre-bayyigit/ Kapitalizmin tükenmeye yüz tutan fosil yakıtlara bir alternatif olarak sunduğu kaya gazının ilk kuyuları, bu topraklarda yaklaşık 3 yıl önce, Royal Dutch Shell, TPAO (Türkiye Petrol Anonim Ortaklığı) ortaklığıyla, Diyarbakır’ın Silvan İlçesi’ne bağlı Sarıbuğday ve Bağdere köylerinde açıldı. Bu bölgede, kaya gazının çıkarılması çalışmaları 3 yıldır sürüyordu. Bölge halkı, yıllardır devletin imha, inkar ve baskı […]

The post “Enerjide Dengeleri Sarsmak Kaya Gazı “- Emre Bayyiğit appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Enerjide Dengeleri Sarasmak KAYA GAZI

Kapitalizmin tükenmeye yüz tutan fosil yakıtlara bir alternatif olarak sunduğu kaya gazının ilk kuyuları, bu topraklarda yaklaşık 3 yıl önce, Royal Dutch Shell, TPAO (Türkiye Petrol Anonim Ortaklığı) ortaklığıyla, Diyarbakır’ın Silvan İlçesi’ne bağlı Sarıbuğday ve Bağdere köylerinde açıldı. Bu bölgede, kaya gazının çıkarılması çalışmaları 3 yıldır sürüyordu. Bölge halkı, yıllardır devletin imha, inkar ve baskı politikaları ile yaşamlarını sürdürmeye çalışırken; yapılan ekolojik yıkımlar, HES’ler ve güvenlik barajları ile tüm su varlıkları büyük bir tehlikeye girmiş durumda. Kürdistan, Trakya, Karadeniz, Tuz Gölü civarı ve Toroslar’da mevcut yakıt tüketim miktarını 40 yıl karşılayacak kaya gazı rezervinin var olduğu söyleniyor.

Kısaca Kaya Gazı

Kaya gazı çıkarmak için “hidrolik kırılma” adı verilen bir yöntem kullanılıyor. Bu yöntem, sondaj kuyularıyla yerin ortalama 2400-3600 metre altına açılan kuyulardan, kayanın içine patlamalara yol açan 600’e yakın kimyasal madde karışımının yollanmasıyla uygulanıyor. Bu patlamalar kaya kütlesinde çatlamalara yol açıyor ve serbest kalan gaz, çatlaklardan yeryüzüne çıkıyor. Böylece kuyularda toplanan gazla birlikte, onu elde etmek için kullanılan kimyasallar da yeryüzüne çıkmış oluyor. Ayrıca; %3 ila %7 arasında kaya gazının, çıkartılırken havaya salındığı da ortaya çıkıyor.

ABD ve Kaya Gazı

ABD’de 1972 yılından beri fosil yakıt kaynaklarında büyük sorunlar olduğundan bahsediliyor. Su kaynaklarının korunması için petrol şirketlerine çeşitli ‘yükümlülükler’ getiren 1972 tarihli “Temiz Su Yasası”nda 2005 yılında yapılan düzenlemeyle, yalnızca Hidrolik Patlama yöntemiyle doğalgaz çıkaran şirketler bu yasadan muaf bırakıldı. Bu düzenlemeyle beraber ABD, 2009’a kadar doğalgaz üretimini ikiye katladı. Aynı oranda su havzalarındaki zehirlerini de!

Kaya gazı ilk olarak, ‘doğalgaz okyanusu’ olarak adlandırılan Kuzey Amerika’nın Texas eyaletinde, 1981 yılında çıkarılmaya başlanmış. Patlamayla açığa çıkan kimyasallar, yeraltı suları ve akarsulara karışıp bölgedeki bütün yaşamı yok ediyor. Halkın içme suyu olarak kullandığı su kaynakları zehirleniyor ve şebeke suyu alev almaya başlıyor. Bölgedeki bütün hayvanlar bu yolla katlediliyor. Sondaj kuyularının yanına kazılan dev çukurlarda biriktirilen sondaj atık maddeleri, havayı solunamaz hale getiriyor. Kaya gazı çalışmalarında Halliburton, Williams, Cabot Oil and Gas gibi şirketler başı çekiyor. Burada biraz daha dikkat çekmek gereken şirket, Halliburton! Büyük petrol firmalarının inşaat, güvenlik, lojistik, yangın söndürme işlerini yapmakta olan katil şirket, Amerikan ordusunun yiyecek, içecek, temizlik gibi tüm malzemelerinin özelleştirilmesi kararı alındığında ihaleyi kazanan oluyor. Amerikan ordusuna limanlar, üsler ve yollar inşa etmekte de, yine bu şirket tüm görevi üstleniyor, üstlendiriliyor!*

ABD tarihinde Başkan’ın en genç Yazı İşleri Müdürü, Panama Müdahalesi ve 1. Körfez Savaşı sırasında Savunma Bakanı, 2001-2009 tarihleri arasında da 46. Başkan Yardımcısı olan Dick Cheney; yüzünü özel sektöre döndüğü 1995-2000 yılları arasında katil şirket Halliburton firmasının Genel Müdürlüğü’nü yapıyor! Böylece meselenin sadece ‘enerji’ olmadığı açığa çıkıyor.

Su Savaşları ve Kaya Gazı

Gaz şirketleri ile çiftçilerin yeryüzünde verdiği su savaşları gün geçtikçe sertleşmekteyken, kaya gazı aramalarının hız kazanmasıyla beraber bu savaşın daha da sertleşeceği aşikar. Kapitalist şirketler kaynakları tükettikçe, biz tükeniyoruz. Shell, ExxonMobil, Halliburton ve diğer küresel kapitalist şirketlerin tüm yeraltı varlıklarını tüketmek üzere harekete geçmelerinin nedeni, artık sadece piyasa rekabeti ve bu piyasadan kazanılacak olan milyar dolarlar değil, devasa boyutlara ulaşan projelerle elde edilecek olan ranttır. Sondaj maliyetlerinin yüksek olmasından ötürü tam hayallerindeki verimi alamamalarından yakınan şirketler, teknoloji çalışmalarını geliştirdikçe son sürat sömürmeyi sürdürecekler.

 *https://www.globalpolicy.org/component/content/article/168/34798.html

Emre Bayyiğit

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Enerjide Dengeleri Sarsmak Kaya Gazı “- Emre Bayyiğit appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/22/enerjide-dengeleri-sarsmak-kaya-gazi-emre-bayyigit/feed/ 0
Karadeniz’de Talanın Adı Bu Kez BUZ GAZI https://meydan1.org/2013/04/24/karadenizde-talanin-adi-bu-kez-buz-gazi/ https://meydan1.org/2013/04/24/karadenizde-talanin-adi-bu-kez-buz-gazi/#respond Wed, 24 Apr 2013 16:47:40 +0000 https://test.meydan.org/2013/04/24/karadenizde-talanin-adi-bu-kez-buz-gazi/ Geçtiğimiz aylarda Enerji Bakan Taner Yıldız gerçekleştirdiği bir basın toplantısında TPAO (Türkiye Petrol Anonim Ortaklığı) ile Shell’in Karadeniz ve Akdeniz’de yaptığı petrol-doğalgaz arama ortaklığından bahsetmiş, geçen Eylül ayında Shell’in Diyarbakır’da kayagazı aramalarına başladığını söyleyerek, açılacak sondaj kuyularının ekonomide kalkınmaya yol açacağını vurgulamıştı. Yıldız Güneydoğu’daki aramalardan sonra Karadeniz’de de yeni sondaj kuyularının açılması hedeflendiğini söylemişti. “Türkiye’nin […]

The post Karadeniz’de Talanın Adı Bu Kez BUZ GAZI appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Geçtiğimiz aylarda Enerji Bakan Taner Yıldız gerçekleştirdiği bir basın toplantısında TPAO (Türkiye Petrol Anonim Ortaklığı) ile Shell’in Karadeniz ve Akdeniz’de yaptığı petrol-doğalgaz arama ortaklığından bahsetmiş, geçen Eylül ayında Shell’in Diyarbakır’da kayagazı aramalarına başladığını söyleyerek, açılacak sondaj kuyularının ekonomide kalkınmaya yol açacağını vurgulamıştı. Yıldız Güneydoğu’daki aramalardan sonra Karadeniz’de de yeni sondaj kuyularının açılması hedeflendiğini söylemişti.

“Türkiye’nin yeraltı kaynakları bakımından çok zengin olduğu ve yeraltı gaz aramalarının hızlandırılacağının” konuşulduğu günlerde, TPAO ilk sismik gemisini almış, bu süreç daha da hızlandırılmıştı. Sondaj kuyularında dinamit patlatarak yeraltından gelen sarsıntıyı kaydeden, yeraltının jeolojik yapısını hesaplayarak yeraltında bulunan gazın çıkarılmasına yarayan sismik gemilerle, özellikle Akdeniz’de aramalara başlanacağı söylenmişti. Ancak Akdeniz Bölgesi için alınan ”Barbaros” isimli sismik geminin ilk olarak Karadeniz açıklarına yollanması, Karadeniz’in enerji savaşlarının yeni merkezi olacağını gösterdi. TPAO’nın yeni kuyular açmak için Batı Karadeniz’e Shell ile anlaşmalar imzaladığı esnada ise Karadeniz’den bu kez yeni bir “alternatif enerji”nin adı yükseldi: Buz Gazı.

Yakın zamanda Türkiye’nin enerji politikası hakkında yaptığı açıklamayla gündeme gelen Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Volkan Ediger, “kaya gazı ve kömür gazından sonra en önemli üçüncü alternatif gaz olan buz gazı”nın özellikle Karadeniz’de çokça bulunduğunu söyleyerek, devletin ve özellikle enerji şirketlerinin yüzlerini buraya dönmesi gerektiğini belirtti. Buz gazının ilk kez geçtiğimiz ay Japonlar tarafından üretildiğini söyleyen Ediger, deniz tabanında katılaşmış halde bulunan buz gazının petrole benzer bir sondaj yöntemiyle çıkarılabileceğini ve eğer çıkarılırsa alternatif enerjide yeni bir dönemin başlayabileceğini kaydetti.

“Metan hidrat” denilen buz gazının deniz dibinde bulunan buz kütleleri halinde çıkarılabileceği ve bu kütlelerden büyük oranda yakıt gazı elde edileceği konuşuluyor. Ancak özellikle Japonya’nın yaptığı sondaj çalışmaları ve son dönemde yapılan açıklamalar ile gündeme gelen buz gazı, bu coğrafya için yeni bir talan projesi olacağa benziyor. Yeni bir enerji olarak, “bilim dünyası”nda ve özellikle enerji sektöründe çokça ses getiren buz gazı büyük şirketler için yeni bir yatırım alanı olurken, Karadeniz’de ise yıkım, talan ve sömürü sesleri yankılanıyor.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 9. sayısında yayımlanmıştır.

The post Karadeniz’de Talanın Adı Bu Kez BUZ GAZI appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/04/24/karadenizde-talanin-adi-bu-kez-buz-gazi/feed/ 0
Hayde Kızlar Deyelum Lafun Aykirisini: “Enni vorsi maktoba na var on maktoba on”* https://meydan1.org/2013/03/09/hayde-kizlar-deyelum-lafun-aykirisini-enni-vorsi-maktoba-na-var-on-maktoba-on/ https://meydan1.org/2013/03/09/hayde-kizlar-deyelum-lafun-aykirisini-enni-vorsi-maktoba-na-var-on-maktoba-on/#respond Sat, 09 Mar 2013 10:33:46 +0000 https://test.meydan.org/2013/03/09/hayde-kizlar-deyelum-lafun-aykirisini-enni-vorsi-maktoba-na-var-on-maktoba-on/ Onlar mutlu olduklarında derenin kenarında, yaylada dağın dumanına karışıp türkü söylüyorlar. Dağları, dumanları, dereleri, ağaçları, inekleri onların türküleri, horonları, yaşamı… Tarlaları ekmek kapısı. Onlar Karadeniz kadınları. Gerektiğinde deresi için, dağı için, ineği için, yaşamını savunarak lafun aykirisini diyenler… Karadeniz’in kültürünü, dilini, kadınını, doğasını müziğiyle, güzel sesiyle bizlere hissettiren ve kendisi de Karadenizli olan Ayşenur Kolivar […]

The post Hayde Kızlar Deyelum Lafun Aykirisini: “Enni vorsi maktoba na var on maktoba on”* appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Onlar mutlu olduklarında derenin kenarında, yaylada dağın dumanına karışıp türkü söylüyorlar. Dağları, dumanları, dereleri, ağaçları, inekleri onların türküleri, horonları, yaşamı… Tarlaları ekmek kapısı. Onlar Karadeniz kadınları. Gerektiğinde deresi için, dağı için, ineği için, yaşamını savunarak lafun aykirisini diyenler…

Karadeniz’in kültürünü, dilini, kadınını, doğasını müziğiyle, güzel sesiyle bizlere hissettiren ve kendisi de Karadenizli olan Ayşenur Kolivar ile onun müziğine de yön veren Karadeniz doğasının, kültürünün, bu kültürün en önemli taşıyıcıları olan kadınlarının ve ilk solo albümü olan Bahçeye Hanımeli albümünde yer alan Lafun Aykırısini şarkısının hikayesi üzerine sohbet ettik.

Ayşenur, Karadeniz kültürü üzerine araştırmalar yaparken kadın olmasıyla ilişkili olarak yörenin kadınlarının kültürüne merak salmış. Çalışmalar sırasında birçok kadının hikayelerini dinlemiş. “Bu hikayeleri dinliğinizde onlar için ne kadar önemli olduğunu görüyorsunuz derenin, dağın, yaylanın…” diyor. Zaten albümü oluştururken de albümü bir çiçek bahçesi olarak tasarlamışlar. Bunun da bir hikayesi var mıdır acaba? diye düşünürken öğrendik ki bunun da bir hikayesi varmış. Karadeniz kadını için bahçe çok önemliymiş. Topraklarını, çay bahçelerini, ektiklerini, biçtiklerini evlerinden daha çok önemserlermiş. Evlerini kendi kimliğini ifade eden bir unsur olarak görmezlermiş. Ama bahçeleri… Ayşenur’un ananesi şöyle dermiş “vuuuu bi gören olacak da ayıp olacak şuraya bak bahçeyi diken sarmış.” Çocuklarıyla övünmek gibi bahçeleriyle, tarlalarıyla övünürlermiş.

Hele ki ağaçları… bilirlermiş köyde hangi ağacı kim, ne zaman dikti. Annesinin halası anlatırmış Ayşenur’a bu meyve ağaçlarını biz diktik diye. Birgün uçurumun kenarına bir incir ağacı dikiyorlarmış. Halası sormuş babasına ‘Niye bu ağacı buraya dikiyorsun? Yola diksen en azından yoldan geçen alır. Burdan yolcu da alamaz. Babası da ‘Kızım, bu da kurdun kuşun hakkı’ demiş. “İşte bu kadar ince insanlar” dedi Ayşenur. Alanda çalışmalar devam ederken bir hikaye daha çıkmış karşılarına ; ağaçlar görüp ağlamasın diye kimi Karadeniz köylerinde ormana giderken baltaların sarıp saklandığı ile ilgili. Doğa ile o kadar hissederek ilişki kurarlarmış ki bir gün Ayşenur’un ananesinin ineği hastalanmış. Ahırda yanında kalmalar, dualar, ağzına bal koymalar… ne çare ineği kurtaramamışlar,kesmek zorunda kalmışlar. Ananesi bu yüzden fenalaşmış ve o geceyi hastanede geçirmiş.

Kadınlar yaprakları süpürürken ki gibi çıksın bu ses…

Ayşenur tüm bu yaşanmışlıkların yaratmış olduğu birikimleri, kültürü müziğine yansıtmaya çalışıyor. Diyor ki “ Hani sizin Karadeniz şarkılarına dair kulağınızda bir ses var ya işte bu ses doğadan beslenmiş bir ses. Ben bir şarkıyı söylerken kafamda koca bir orkestra çalıyor. Bu orkestra dağda esen rüzgar, yaprağın sesi,derenin şırıltısı, ineğin mö’sü… işte böyle bir orkestranın içinde bu müzikler anlamlı.” Farklı projelerde, kadınlarla beraber müzik yaparken müzik terimlerini kullanmak yerine “kadınlar yaprakları süpürürken ki gibi çıksın bu ses, bu ses usul usul akan küçük bir dere gibi çıksın, burada ses küçük çakıl taşlarına vuran su gibi söyleyelim” gibi bir yöntem izlemişler. Ki onların kulağında müzik denen şey bu.

Fakat son süreçte Karadeniz müziğinin içine dozer sesleri, kamyonların tozu dumanı… yani yaşamlarına, doğalarına yapılan saldırılar ve bu saldırılara karşı yaşamlarını savunan Karadenizlilerin isyanı, direnişi, mücadelesi konu olmaya başladı. HES’ler, termik santraller, nükleer santraller ve tabii ki Çernobil, sahil yolu, taş ocakları onların yaşamlarına düşen bir dinamit, doğa ile aralarına örülmek istenen bir duvar gibi girdi. Özellikle de gücünü, kültürünü, hikayesini toprağından, dağından, deresinden, denizinden, havasından alan kadınların yaşamlarına…

Kentli bir insan “çevreci” olur ama köylü bir insan nasıl çevreci olabilir?

Karadeniz yaşamına yapılan müdahaleye ve saldırıya karşı duran, direnen birçok insan hatta köylüler bazı diller tarafından “çevreci” nitelendirildi. Bu mücadele sürecinde yaşam savunucularının mücadelesi “çevre hareketi” olarak tanımlandı. Oysaki benim bu mücadele süresince gördüğüm insanlar yaşamları için, kültürleri, kendinden ayrı görmedikleri doğaları için mücadele ettiler ve halen daha etmekteler. Sohbetimiz öncesinde Ayşenur’un da bu noktadaki düşüncelerini merak ediyordum aslında. Tam soracaktım ki Ayşenur başladı söze “Kentli bir insan çevreci olabilir ama köylü bir insan nasıl çevreci olabilir?” Karadeniz’deki mücadeleyi çevreci bir bakış açısı ile görmek ne kadar sağlıklı bilemiyorum. Karadenizli bir insan olarak verdiğim mücadele boyunca “çevre hareketi” adı altına yapılan şeylerin kapitalist zihniyetle üretilmiş olduğunu görünce oldukça kafam karışmaya başladı. Ben HES’e karşıyım derken bunu çevreci bir noktadan söyleyemiyorum. Çünkü ne o dili ne de yaklaşımı biliyorum. Fakat bir insan olarak görüyorum yapılan şeyin saçmalığını . Benim HES’lere karşıyım demem yaşamıma yapılan müdahale ile alakalı.”

Bu benim yaşamım ve yaşamıma müdahale ediliyor

Ayşenur daha sonrasında bir hikayesini daha paylaşıyor bizimle. Karadeniz’de sahil yolu yapılmadan önce kadınlar vadide bir yerden bir yere gitmek için çıkarlarmış yola ve yoldan geçen her arabaya el ederlermiş. Araba boş ise durur kadınları gidecekleri yere götürürmüş. Hele ki boş olup almaz ise bu ayıp sayılırmış. Fakat ne vakit sahil yolu gelmiş. Kadınlar el edemez olmuş. Yol çalışmalarını yapan kamyonlara yasak gelmiş almayın kamyona diye. Ayşenur şöyle ifade ediyor bu yaşanmışlığı “Sahil yolu biz kadınların özgürlüğünü kısıtladı. Aşağıya, çarşıya inmemiz gerekiyordu. Her yer çamur olduğu için bunu yürüyerek yapmak çok zordu. Sürekli geçen taş kamyonlarının içimizi ürperten sesi, tozu, çamuru vardı. Sonra yolun eteğindeki evler, evlere asılan çamaşırlar toz duman arasında kalıyordu. Şimdi sen bunları bir çevreciye anlatsan burada doğa katlediliyor, sen kendini düşünüyorsun der, afili kelimelerle konuşur. Ama bu benim yaşamım ve yaşamıma müdahale ediliyor”

Hayde kızlar deyelum lafun aykirisini

Tüm bu süreçlerde Ayşenur’u en çok etkileyen kadınların kendilerine has karşı çıkışları olmuş. Ayşenur bir belgesel çekimi ile ilgili olarak memleketi Senoz’a gitmiş. Oradaki insanlarla HES’ler üzerine sohbet etmiş. Bu sırada karşısına iki kız kardeş çıkmış. Kadınlar içinde derenin sözünün geçtiği türkü söylemeye başlamışlar. Söylerlerken bir tanesi ağlamaya başlamış. Sormuşlar neden ağlıyorsun diye: Ben derem için ağlarım demiş. “İşte bu beni çok etkiledi. Ben belki size şimdi çok etkili ifade edemiyorum ama oldukça etkileyiciydi.” diyor Ayşenur. Bizlerin de iki sopasıyla “ha vuracağum sizi” diye kızışıyla tanıdığımız Gürgenli Nine bizleri etkilediği gibi Ayşenur’u da etkilemiş. “Bir gün” diyor Ayşenur “kadınlarla toplandık. Minibüsle bir yerden bir yere gidiyoruz. Yol HES çalışmaları yüzünden çok kötü. Kadınlar bağırmaya başladı: Vuuuu gördünüz mü ne yapmışlar, babamın diktiği incir ağacını kesmişler, vuuuu kocaman gürgen vardı onu da kesmişler, iki adam zor sarardı nasıl kıydılar, yüzyıllık ağacı nasıl devirdiler. İşte sonra İstanbul’a döndüm. Şapkayı önüme koydum, ne yapabilirim? diye”. Kadınların gücünü, karşı çıkışlarını anlatan bir şarkı yazmak için çalışmaya başlamış. Toplamış etrafındaki kadınları, kolektif bir şekilde düşünmeye başlamışlar. “Bahçeye hanımeli” albümünün Manuşak bölümünde, kadınların umudunu temsil eden böyle bir şarkıya ihtiyaç var demişler. Önce ne varsa yazmışlar: Çernobil, sahil yolu, madenler, taş ocakları, santraller, topraksızlaştırma, dil, kültür… Fakat sonra demişler ki son zamanlarda kadınların en çok karşısında durduğu şey; HES. Sonra başlamışlar yazmaya HES’in hikayesini, sözler ise peşi sıra oluşmuş zaten.

“Hayde Kızlar Deyelum Lafun Aykirisini / Anlatalum Herkese HES’un Hikayesini / Sözümüz barajlari buraya yapanlara / Deremizin suyundan ihale kapanlara”

Bu şarkıyı büyük konserlerde kadın korosu olarak söylüyorlarmış. Şarkı söylenirken koro içinden 3 kadın horona başlıyor, sonra bütün kadınlar horona duruyorlarmış. “Horon da Karadenizlinin isyanıdır. Kadınların karşı duruş ruhu, horonla bütünleşiyor.” diyor Ayşenur.

Devletiniz batsun, hiç olmayaydunuz

Artık sohbetimizin bitmesine yakın Ayşenur son süreçte bir etkinlik için hazırladığı Anarşizm ile ilgili şarkısından bahsediyor. Etkinlik müzisyen John Cage’i 100. yaş gününde anmak için yapılan doğaçlama performanslardan oluşuyordu. John Cage’in “ Song Books” kitabının içerisinde Anarşizmi konu alan, 35. Şarkıyı farklı müzisyen arkadaşlarıyla seslendirmiş. 35. Şarkı Henry David Thoreau’nun Sivil İtaatsizlik üzerine Yazılar adlı eserinin ilk paragrafından alınmış sözlerden oluşuyor. Kitap konuyu işlerken doğaçlama üzerine kurulu olan ve tamamen özgür bırakan bir anlayışı benimsiyor. Ayşenur bu şarkının üzerinde kendi coğrafyasını düşünerek ve Lazca çalışmış. Bu şarkıyı çalışırken aklına Gürgenli Nine gelmiş ve kendisini onun yerine koymuş. Ve kendini eli bastonlu Gürgenli gibi hissettiğinde devlet, hükümet, otorite karşıtı anarşist sözler yerini “Boyunuz batsun, Devletiniz batsun, Hiç olmayaydunuz “ sözlerine bırakmış.

Meydan Gazetesi’nin kadınlar ile çıkarttığı bu sayı da Karadeniz kadınını, müziğini, kültürünü bunu hissederek taşıyan ve de bizlere anlatan Ayşenur Kolivar ile evinde yaptığımız, oldukça güzel ve samimi sohbetimizi böylelikle bitirmiş olduk. Aslında Ayşenur bu yazıya kendisi kaleme alacaktı. Fakat Ayşenur’un işten kalan zamanlarında vakit geçirmesi gereken çok tatlı bir bebeği ve 8 Mart yaklaşırken birçok yerde kadınlara vereceği konserler var.

*En iyi iktidar hiç olmayan iktidardır

The post Hayde Kızlar Deyelum Lafun Aykirisini: “Enni vorsi maktoba na var on maktoba on”* appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/03/09/hayde-kizlar-deyelum-lafun-aykirisini-enni-vorsi-maktoba-na-var-on-maktoba-on/feed/ 0