katil devlet – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Mon, 05 Feb 2018 08:45:57 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Devlet Katliamdır, ‘KUYU’dur https://meydan1.org/2018/02/05/devlet-katliamdir-kuyudur/ https://meydan1.org/2018/02/05/devlet-katliamdir-kuyudur/#respond Mon, 05 Feb 2018 08:21:57 +0000 https://seninmedyan.org/?p=28305 Dargeçit’te 4 Kasım 1998 tarihinde Davut Altınkaynak(13), Seyhan Doğan(14), Nedim Akyön(16), Mehmet Emin Aslan(19), Abdurrahman Olcay(20), Abdurrahman Coşkun(21), Hikmet Kaya(24) ve 57 yaşındaki Süleyman Seyhan ilçe jandarma komutanlığına bağlı askerler tarafından kaçırılarak katledilmişlerdi. 90’lı yıllarda JİTEM tarafından yapılan katliamlar yönetmen Veysi Altay tarafından belgeseli çekildi. Faili devlet cinayetlerinde katledilenlerin atıldığı asit kuyularından yola çıkarak yapmış […]

The post Devlet Katliamdır, ‘KUYU’dur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Dargeçit’te 4 Kasım 1998 tarihinde Davut Altınkaynak(13), Seyhan Doğan(14), Nedim Akyön(16), Mehmet Emin Aslan(19), Abdurrahman Olcay(20), Abdurrahman Coşkun(21), Hikmet Kaya(24) ve 57 yaşındaki Süleyman Seyhan ilçe jandarma komutanlığına bağlı askerler tarafından kaçırılarak katledilmişlerdi. 90’lı yıllarda JİTEM tarafından yapılan katliamlar yönetmen Veysi Altay tarafından belgeseli çekildi.

Faili devlet cinayetlerinde katledilenlerin atıldığı asit kuyularından yola çıkarak yapmış olduğu belgesele “BÎR” ismini veren Altay, JİTEM tarafından 30 Ekim-3 Kasım 1995 tarihleri arasında Dargeçit ilçesi ve köylerinde gözaltına alındıktan sonra katledilen ve aralarında çocukların da bulunduğu 7 kişinin hikayesini işledi.

Bazı Görüntüler Silindi

Kürdistan’ın toplu mezara dönüşmüş köylerine gitmek, kuyulara atılan kemikleri aramak, psikolojik olarak herkes gibi beni de çok zorluyor” diyen Altay, belgeselde işlenen Dargeçit’in güllük gülistanlık bir yer olmadığını, karakollarla gözlenen, dört tarafı çevrilmiş, askerlerin dolaştığı bir alan olduğunu söyledi. Bu nedenle çekimler konusunda ciddi zorluklar yaşadıklarını ifade eden Altay, “Bazı görüntüler alındı, silindi. Ama belgeselini çektiğimiz konu, kayıp yakınlarının verdiği mücadelenin yanında bunlar zorluk olarak değerlendirdiğimiz şeyler değildi. En fazla istediğimiz görüntüler olur, onları hayata geçiremediğimiz oldu” dedi.

Kolektif Olarak Hazırlanan Bir Belgesel Bu

4 yılık bir çalışmanın sonucunda belgeseli tamamladığını dile getiren Altay, “O süreçte umulmadık kemikler bulundu. Hediye annenin belgesel bitmeden yaşamını yitirmesi benim için çok olumsuz bir şeydi” dedi. Altay, “Sıfır ekonomiyle, gönüllülük esasıyla yürütüldü. Kolektif bir anlayışla tamamladık” ifadesinde bulundu.

BÎR Kuyu Demek Hafıza Demek

Tirua köyünün kuyuları ile meşhur olduğunu belirten Altay, “Bîr” isminin de buradan geldiğini söyledi. Köyün geçmişte JİTEM tarafından kullanıldığını ve 4 tarafı koruyucu, askerlerle çevrili olduğunu belirten Altay, “90’lı yıllarda kaybedilen, katledilen insanların birçoğu o kuyularda yatıyor. Biz sadece bir tanesini açtık. İki tane cenaze çıkardık. Ben o kuyuların hepsine girmek isterdim. Çünkü o kuyular bizim yüreğimizde çok derin yaralar açtı. Asit kuyusu olarak adlandırdığımız kuyular. Filmin ismini de BÎR koyduk. BÎR Kürtçe’de hem hafıza hem kuyu anlamına geliyor. O kemikler BÎR’de bulundu. Devletin nasıl katlettiğini biliyoruz. ‘Faili meçhul’ demek ciddi bir haksızlık. Bu kadar şeffaf cinayet işleyen devlete ‘meçhul’lük katmak haksızlık” diye konuştu.

Direnişin Ne Kadar Büyük Olduğunu Göreceksiniz

Yakında belgeselin yayınlanacağını belirten Altay, izleyicilerin belgeselde “Devletin kirli yüzünü, Kürdistan’da devletin işlediği kirli işlerini, insanları nasıl mağdur ettiğini görecekler. Devletin büyüklüğüne karşı topraklarını terk etmeyen insanların direnişlerinin ne kadar büyük olduğunu görecekler. 20 yıl öldüğünü bildiği çocuğunun kemiklerini aramanın mücadelesini bulacaklar. Devletin kemiklere, ölümlere yaklaşım biçimini” göreceğini söyledi.

Kaynak : Mezopotamya Ajansı

The post Devlet Katliamdır, ‘KUYU’dur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/05/devlet-katliamdir-kuyudur/feed/ 0
Röportaj: Maldonado Yaşıyor! https://meydan1.org/2017/12/23/roportaj-maldonado-yasiyor/ https://meydan1.org/2017/12/23/roportaj-maldonado-yasiyor/#respond Sat, 23 Dec 2017 13:48:30 +0000 https://seninmedyan.org/?p=24420 Aylık anarşist gazete Meydan, Arjantin ve Şili’de, şirketlere ve devletlere karşı ekoloji mücadelesi verirken kaçırılarak katledilen Santiago Maldonado’nun yoldaşı Juan C. ile bir röportaj gerçekleştirdi. Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanan röportajı paylaşıyoruz.  Meydan Gazetesi: Öncelikle Santiago Maldonado kimdi? Hayatı ve mücadelesinden bizlere biraz bahsedebilir misiniz? Juan C.: Santiago ile yaklaşık 3 yıl önce Buenos Aires’te tanıştım. Ülkenin ve Latin Amerika’nın […]

The post Röportaj: Maldonado Yaşıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Aylık anarşist gazete Meydan, Arjantin ve Şili’de, şirketlere ve devletlere karşı ekoloji mücadelesi verirken kaçırılarak katledilen Santiago Maldonado’nun yoldaşı Juan C. ile bir röportaj gerçekleştirdi. Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanan röportajı paylaşıyoruz. 

Meydan Gazetesi: Öncelikle Santiago Maldonado kimdi? Hayatı ve mücadelesinden bizlere biraz bahsedebilir misiniz?

Juan C.: Santiago ile yaklaşık 3 yıl önce Buenos Aires’te tanıştım. Ülkenin ve Latin Amerika’nın pek çok bölgesini gezen bir gezgindi Santiago. Şili’de çiftçilerin toprağına göz diken Monsanto karşıtı eylemlere katıldı. 1 yıl önce Güney Arjantin’de Mapuçe yerlileri ile iletişime geçti. Santiago Maldonado, kendisini toprak ve dünya için mücadele eden bir anarşist olarak tanımlardı.

Arjantin’deki ekoloji mücadelesinden bahsedebilir misin? Ayrıca devletin bölgede yaşayan yerlilere ve örgütlenmelere karşı izlediği strateji nasıl?

Arjantin’de IRSA (Inversiones y Representaciones Sociedad Anónima) isimli çok büyük bir şirket var. Devlet ve şirket ortaklığında “Plan IRSA” adı verilen; Uruguay, Şili ve Arjantin arasında ticareti kolaylaştırmayı amaçlayan bir ticaret yolu projesi var. Devlet bu projeyi bitirdiği takdirde, Pasifik Okyanusu’na da rahatça açılabilecek. Böyle büyük bir proje için, bölgede yüzlerce yıldır yaşayan insanlara yapılan baskı da büyük oluyor. Şirket, yeni yollar ve limanlar yapmak için insanlara evlerini terk etmelerini söylüyor. Bölgede pek çok insan bu tarz projelere karşı mücadele ediyor. Bundan 5 yıl önce ekoloji mücadelesi veren örgütler, bölgede gerçekleşen bir Monsanto tesisinin inşaatını 2 yıl boyunca işgal etti. Bölgede, halkı sömüren zengin insanlara karşı doğrudan eylemler gerçekleştiren RAM (Resistencia Ancestral Mapuche) gibi yerel ekoloji örgütleri var. RAM üyelerinden biri, Şili’de yerlilerin toprağına çiftlik evi kuran ve neredeyse ülkenin yarısının sahibi olan bir şirket sahibinin evini yaktığı için Arjantin’de gözaltına alındı. Santiago, Mapuçe yerlilerinin gözaltına alınmasına karşı gerçekleşen eylemlerle dayanışma göstermek için gittiği Chubut bölgesinde, 1 Ağustos’ta bölgeye polisin gelmesinin ardından aynı gün kaybedildi.

Bu duruma yönelik halkın tepkisi ne oldu?

Başlangıçta olay gizlenmeye çalışıldı. Ancak olaydan 4 gün sonra anarşistler, Chubut’taki elçilik binasına saldırıp eylem yaptı. Medya, Santiago Maldonado olayını daha fazla saklayamadı. Sosyalist örgütler ve insan hakları örgütleri, Santiago Maldonado için eylemler düzenlediler. 2 hafta sonra kongre seçimleri vardı ve sol partiler Maldonado olayını seçim politikaları için kullanmak istiyordu. Anarşist yoldaşları kara bayrakları dalgalandırıp sokak eylemlerinin seçim propagandasına dönüşmesini engelledi. Onun bir anarşist olduğunu haykırdılar. Polis bu eylemlere saldırdı ve çatışmalar gerçekleşti. Devlet medyası saldırıyı “anarşistler olay çıkardı” şeklinde lanse etti.

Peki, bu sürecin Arjantin’deki siyasal sürece etkisi ne oldu?

Bizce Santiago Maldonado eylemleri Arjantin için önemli ve büyük bir süreçti. Arjantin’de Santiago Maldonado sürecine göre nispeten daha küçük eylemler örgütleniyor, başta da bahsettiğimiz gibi medya bunları umursamıyor ve görünürlük azalıyor. Ama muhalif haber siteleri ve kanallar da var, bunlar aktif yayın yapıyorlar. Bu iletişim kanalları dışında büyük bir devlet manipülasyonu sürüyor. Bu durum, toplumsal tepkilerin örgütlenmesi noktasında yıpratıcı oluyor.

Maldonado’ya yapılanlar bizim gündemimizde olmaya devam edecek. Muhtemelen yerel ekoloji mücadelesi veren herkes için de öyle olacak. Ancak bunun dışındaki insanlar ve gruplar için durum böyle olmayabilir. Seçim benzeri gündemlerle, halkın asıl gündemi maniple ediliyor.

Arjantin tarihinde daha önce Santiago Maldonado’nunki gibi bir kaçırılma hikayesi var mı peki?

Bunlardan en bilineni faşist cunta tarafından ’76 ve ’82 yılları arasında kaybedildikten sonra devlet tarafından katledilen çocukları için mücadele eden Plaza de Mayo ailelerinin hikayesidir elbette. Yaklaşık 30 bin muhalif ve devrimci “Kirli Savaş” dönemi boyunca kaybedilmiştir. Yakın tarihe baktığımızda ise karşımıza 31 Ocak 2009’da polis tarafından gözaltına alındıktan sonra kaybolup 17 Ekim 2014’te cansız bedenine ulaşılan Luciano Arruga çıkar. Ailesi “hırsızlık” suçlamasıyla gözaltına alınan Luciano’nun akıbeti için pek çok çabaya girişmiş ancak devlet her seferinde taleplerini reddetmişti. Yapılan çalışmalar sonucunda bir mezarlıkta “NN” ismiyle gömüldüğü keşfedildi.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Devletin Santiago Maldonado ve onun gibi, ezilen insanlarla dayanışma gösteren, onların mücadelesinin bir parçası olanlara karşı uyguladığı şiddet ve baskı, az önceki örneklerde de vurguladığımız gibi ne bir ilkti, ne de devlete karşı mücadele edenler var oldukça son olacaktır. Devletin Santiago Maldonado ve onun gibi, ezilen insanlarla dayanışma gösteren, onların mücadelesinin bir parçası olanlara karşı uyguladığı şiddet ve baskı, az önceki örneklerde de vurguladığımız gibi, ne bir ilkti ne de devlete karşı mücadele edenler oldukça son olacaktır. Bizler de onun yoldaşları olarak, devlete karşı mücadelemizi, ondan aldığımız dayanışma ateşiyle birer Santiago olarak sürdürmek konusunda ısrarcılığımızı koruyacağız.

Röportaj: Murat Çıkrıkçıoğlu & Emircan Kunuk

Bu röportaj Meydan Gazetesinin 42. sayısında yayınlanmıştır.

The post Röportaj: Maldonado Yaşıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/23/roportaj-maldonado-yasiyor/feed/ 0
Adalete ve Özgürlüğe Olan Açlığımızla Yaşayacağız – Mercan Doğan https://meydan1.org/2017/07/13/adalete-ve-ozgurluge-olan-acligimizla-yasayacagiz-mercan-dogan/ https://meydan1.org/2017/07/13/adalete-ve-ozgurluge-olan-acligimizla-yasayacagiz-mercan-dogan/#respond Thu, 13 Jul 2017 13:59:20 +0000 https://test.meydan.org/2017/07/13/adalete-ve-ozgurluge-olan-acligimizla-yasayacagiz-mercan-dogan/   Demokrasi devletlerin silahı olmuştur hep. Devletlerin çıkar savaşlarında yalanların örtbas edilmesinde en etkili araç olmuştur. Halklara yöneltilmiştir bu savaşlarda namlular ve “demokrasi” uğruna yitenler, bu savaşların sadece birer piyonu olmuştur. Çok şey yaşandı… Demokrasi adına stratejiler üretildi, teoriler geliştirildi ancak pratikte demokrasi, yönetenlerin elinde halklara karşı bir silah oldu hep. Doğrudan halkın özyönetimine dayalı […]

The post Adalete ve Özgürlüğe Olan Açlığımızla Yaşayacağız – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

Demokrasi devletlerin silahı olmuştur hep. Devletlerin çıkar savaşlarında yalanların örtbas edilmesinde en etkili araç olmuştur. Halklara yöneltilmiştir bu savaşlarda namlular ve “demokrasi” uğruna yitenler, bu savaşların sadece birer piyonu olmuştur.

Çok şey yaşandı… Demokrasi adına stratejiler üretildi, teoriler geliştirildi ancak pratikte demokrasi, yönetenlerin elinde halklara karşı bir silah oldu hep. Doğrudan halkın özyönetimine dayalı bir demokrasiye tolerans sıfırdı. Devlet ideolojisinin sarsılmazlığı, demokrasinin kimin elinden geldiği ile orantılıydı. Bu yüzden siyasi krizler, ekonomik çöküşler, sosyal ve kültürel kıyımlar yaşandı tarih boyunca.

Halklar devlete itaatkarlaştırıldı, asimile edildi. Kimlik, etnisite, inanç ve farklı özgürlükler devlet ideolojisinin tekliğinde eritildi, yok edildi. Korkuyla büyütülen biat kültürü, suskunluk getirdi. Bunlara karşı koyanlar, özgürlük arayışında sesini yükseltenler bastırıldı, katliamlarla imha edildi. Devletin sarsılmazlığının korunması, demokrasi ile mümkündü.

Siyasi krizler, savaş, darbe, askeri cunta ve benzeri tüm kalkışmalar; beraberinde getirdiği ekonomik krizler, farklı ve öteki olana tahammülsüzlük, kamplaşma ve yükselen faşizm… Tüm bunlar, devletin halklara yönelik “demokrasi” kisvesi altında uyguladığı yaptırımlardı. Bu coğrafya yakın zamanda hepsine tanık oldu.

Bu coğrafya aynı zamanda halkların hareketliliklerine de şahitti. Taksim Direnişi, yakın tarihteki en etkili toplumsal hareketlilikti mesela. İtaat etmeyenler tepkileriyle sınırları aşan büyük bir etkileşim yaratmıştı. Tarih boyunca deneyimlediği için böyle hareketliliklerin sonuçlarını öngörebilen devlet korktu, siyasi iktidar saçmaladı, ekonomi altüst oldu, demokrasi yalan oldu. Yine “devlet demokrasisi”nin saçmalığı gözler önüne serildi.

Rojava’yı gördü devlet, daha da korktu. Çizdiği sınırların hemen yanı başında, devletlerin – kapitalizmin ve onlar tarafından üretilmiş örgütlü şiddetin baskısına karşı koyanlar vardı hala. Devletsiz kimliklerine sahip çıkan özgür halklar, özgür komünler, özgür ilişkiler… Çok yakındaydı. Korktu devlet. Kadınlar vardı, her yerdelerdi. Onların özgürlük mücadelesi kurutulamıyordu, ellerinin değdiği her yer yeşeriyordu aksine. Ekoloji mücadelesi verenler vardı. HES, nükleer, maden gibi devlete ve şirkete kar, işçiye, doğaya ve yaşama zarar olan her şeyin tekerine çomak sokuyorlardı. LGBTİ bireyler vardı, nereden çıkacakları belli olmuyordu. İnançlarını yakılmalara yıkılmalara rağmen yaşatan Aleviler vardı. Devrimciler vardı. Halkların öz örgütlülüğüne inanarak devlete karşı mücadele eden; assan da kessen de vazgeçmeden, yılmadan direnen. Devletin korkusu büyüdükçe büyüdü.

O kadar korktu ki devlet, OHAL süreci ile sarsılmazlığını korumak istedi. AKP içi ayrışmalar, oy toplama savaşları, “FETÖ krizi”, yolsuzluklar gibi saçmalama süreçlerinin ardından, kendi gücünü korumak istedi. Ve yapacaklarını da “demokrasi” adına yapmış olmak istedi. OHAL ilan etti. Herkesi yargıladı, hapishanelere kapattı.

Ekonomiyi güçlü gibi göstererek yaşadığı diplomatik sıkıntıları örtbas etti. AB’ye, ABD’ye ahkamlar kesti, ama nafile; çöküş sürdü. Sürecin başında hissetmesek de krizin faturası KHK’lar ile halka kesilmeye başladı ve fatura gün geçtikçe kabardı. İşsizlik ve işten atılmalar FETÖ’cülere yönelik denildi, hepimizi tek potada eritti. Hem bir krizin eşiğindeydik toparlanması gereken, hem de içi çatırdayan AKP kamu ve özel sektörde kendi yapılanmasını bu sayede oluşturuyordu. Tüm devlet kurumları el değiştirdi bir anlamda. “Farklı olan bizden değildir” mantığı ile OHAL sürecinde örtük bir ideolojik saldırıya maruz kaldık. Sokaklara çıkıp eylem yapmak, arz ve talepleri dile getirmek bir suçtu. Polis OHAL yetkisiyle hunharca saldırdı. Bu da saldırının örtük olmayan kısmıydı.

Şimdilerde kimse kendini açık edemiyor. OHAL’in korkusu yaşanıyor. Korkunun çaresizliğiyle suskunluk, “Ne olacak bu gidişat?” sorusuyla bekleyiş sürüyor. Bu çaresizlik, bu suskunluk, bu bekleyiş hayra alamet değil.

“OHAL sürüyor ama halkı nebze etkilemiyor” yalanını söyleyenlerin yalanları ayyuka çıktı. Mesela kendi mahallemizde bazı sokaklardan geçemiyoruz. -O sokak güvenlik gerekçesiyle kapatıldı.- Bazı sokaklara meydanlara üstümüzü başımızı aratmadan girip basın açıklaması bile yapamıyoruz. -Alanın etrafı polis tarafından güvenliğiniz için kapatıldı.- Mesela polisin hoşuna gitmeyen bir sloganı atamıyoruz. “Katil devlet” diyemiyoruz. Diyoruz tabi, gözaltına alınıyoruz. Türlü işkencelerin ardından tutuklanıp hapishaneye kapatılıyoruz. -Bahsi geçen şahıslar devletin güvenliği gerekçesiyle kapatıldı.- “OHAL hissedilmiyor” diyen bakanlar belki hissetmiyordur, biz iliğimizde kemiğimizde hissediyoruz. Yaşam, yaşanmaz hale geldi. Şimdilik durum böyle.

Ve bir kırılma yaratmak zorundayız. CHP’nin başlattığı Adalet Yürüyüşü bir kırılma olabilir mi? Elbette hayır! Bugün adalet isteyenler, süreci baştan görmediler mi? Niye şimdiye kadar sustular, hiçbir şey yapmadılar? Yaşamlarımızın her alanı bir bir talan edilirken onlar sonu başından belli “şaibeli” referanduma güvendiler, sokağı meydanı boş bıraktılar. Ne oldu da adaleti şimdi ister oldular?

Bir kırılma yaratmak zorundayız. Çünkü OHAL yasal ya da fiili olarak devam edecek, en azından bir süre daha bu halde yaşamaya çalışacağız. Milyonlarcamız açlık sınırında, Nuriye ve Semih’in yüz günü aşkın süredir devam eden açlığıyla, bunca baskı ve zulmün ortasında ekmeğe adalete ve özgürlüğe duyduğumuz açlıkla, yaşamaya çalışacağız. Ancak bu kabusu sona erdirmek de bizim dilimizde, elimizde, sıkılı yumruğumuzda…

Bir kırılma yaratmak zorundayız!

Mercan Doğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.

The post Adalete ve Özgürlüğe Olan Açlığımızla Yaşayacağız – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/07/13/adalete-ve-ozgurluge-olan-acligimizla-yasayacagiz-mercan-dogan/feed/ 0
” Devletin Bombaları Değişmez Bahaneleri Değişir ” – Rıfat Güven https://meydan1.org/2015/10/27/devletin-bombalari-degismez-bahaneleri-degisir-rifat-guven/ https://meydan1.org/2015/10/27/devletin-bombalari-degismez-bahaneleri-degisir-rifat-guven/#respond Tue, 27 Oct 2015 10:29:22 +0000 https://test.meydan.org/2015/10/27/devletin-bombalari-degismez-bahaneleri-degisir-rifat-guven/ Büyük bir kalabalık görünüyor uzaklardan.En önde bir resim,sağ yumruğu yukarıda işçilere ajitasyon atan bir adamın resmi.Resmin ardından on binlerce insan yürüyor. Bıkmadan usanmadan yürüyorlar, yüzleri öfkeli ve kararlı, kulakları sağır edercesine yükselen sloganlarla inletiyorlar yürüdükleri yolları, sokakları. Bir işçinin, bir inşaat işçisinin arkasından yürüyorlar. Yaşamını inşaat işçilerinin, ezilenlerin örgütlü mücadelesine adamış birini uğurluyorlar. Çok büyük […]

The post ” Devletin Bombaları Değişmez Bahaneleri Değişir ” – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Devletin Bahaneleri Değişir Bombaları Değişmez Rıfat Güven

Büyük bir kalabalık görünüyor uzaklardan.En önde bir resim,sağ yumruğu yukarıda işçilere ajitasyon atan bir adamın resmi.Resmin ardından on binlerce insan yürüyor. Bıkmadan usanmadan yürüyorlar, yüzleri öfkeli ve kararlı, kulakları sağır edercesine yükselen sloganlarla inletiyorlar yürüdükleri yolları, sokakları. Bir işçinin, bir inşaat işçisinin arkasından yürüyorlar. Yaşamını inşaat işçilerinin, ezilenlerin örgütlü mücadelesine adamış birini uğurluyorlar. Çok büyük bir kalabalık iniyor yoksulların mahallesinden zenginlerin meydanlarına. Onlara korkmadıklarını sinmediklerini, yılmadıklarını göstermek için. Ankara’da patlayan bombanın sesinin sadece Ankara’da yankılanmadığını göstermek için.

Devlet, 10 Ekim günü, takviminde kansız geçmeyen günlerden birine bir yenisini daha ekledi. Resmi takvimi kanla yazılı devlet, yüzün üzerinde insanı öldürdü o gün.Bir kısım insanın da koltuklarında kamu spotlarını izlediği tam o sıralarda öldürdü. Televizyonlarda, gazetelerde kendisinin ve iktidarının meşruiyetinin propagandasını yapan devlet, sokaklardaki zoraki meşruluğunun sınırlarını gösterdi tekrar. Devletin savaşından bıkanlar yine onun barışında öldü. Saniyeler içinde katledildiler. Tekin Abi de onlardan biriydi. Devletin kan gölüne çevirdiği bu topraklarda ölümlere, katliamlara dur demek için gittiği barış mitinginde öldürüldü altı yoldaşıyla birlikte.

Ezilenlerin yan yana gelmesinden, örgütlenmesinden çok korkan devletin geçmişi, patlattığı patlattırdığı bombalarla doludur. Devletler ve iktidarlar için tarihin hanesindeki rakamlar değişir, gerekçeler değişir ama ezilenlerin bedenlerinde patlayan bombalar değişmez. Belki de zamanla değişen tek şey sadece bombaların tahrip gücüdür. Oysa devletin şiddeti bakidir. Zira devletin kendisi şiddettir. Kürtlerin, kadınların, işçilerin, ezilenlerin ölü bedenleri üzerinde yükselen şiddet.

Tekin Abi uğurlanıyor, on binlerin kalabalığında, ezilenlerin ellerinde yükseliyor bedeni. Kendisi gibi yıllarca şantiyelerde, tersanelerde, fabrikalarda, marketlerde, inşaatlarda köleleştirilerek yavaş yavaş ya da bir iş cinayetinde aniden öldürülen sınıf yoldaşlarının ellerinde yükseliyor bedeni. Çok büyük bir kalabalık iniyor yoksulların mahallesinden ,zenginlerin meydanlarına. Göstermek için, korkmadıklarını, sinmediklerini, yılmadıklarını. Yükseltmek için ezilenlerin sesini.

Bir inşaat işçisiydi o, yıllarını “kendi inşa ettikleri binaların altında kalmak istemeyenleri” örgütlemeye adamış bir devrimciydi. Bir yoksul, bir öteki, bir ezilendi. Kavgası sınırsız, sınıfsız, barış içinde yaşanan bir dünya içindi. O, 10 Ekim’de Ankara’da bir meydanda katledildi, diğer yüzlerce insan gibi. O meydandan yaklaşık 500 km uzaklıkta, bir diğer meydanda yoldaşları, işçiler, ezilenler and içiyordu. Hesap sormak için. Tek bir ses yankılanıyordu etrafta ;

Katil Devlet Hesap Verecek !

Rıfat Güven

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Devletin Bombaları Değişmez Bahaneleri Değişir ” – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/10/27/devletin-bombalari-degismez-bahaneleri-degisir-rifat-guven/feed/ 0
Trenleri Durduran Adam – Kasım Güner Yavuz https://meydan1.org/2015/10/23/trenleri-durduran-adam-kasim-guner-yavuz/ https://meydan1.org/2015/10/23/trenleri-durduran-adam-kasim-guner-yavuz/#respond Fri, 23 Oct 2015 15:09:35 +0000 https://test.meydan.org/2015/10/23/trenleri-durduran-adam-kasim-guner-yavuz/ Katliamın üzerinden bir hafta geçti. Bombadan birkaç adımla kurtulmuş “şanslılardan” biri olarak bu yazıyı yazma gücünü yeni buluyorum kendimde. Amacım 15 yıldır dostum, yoldaşım olan Ali Kitapçı’nın anısının silinip gitmesini engellemek. Onu insan yanıyla, bilinen kadar bilinmeyen yanlarıyla zihinlere kazıma. Saldırıda kaybettiğimiz herkesin ve o artık hepimizin hikâyesi olan hikâyeye bir paragraf daha eklemek niyetim. […]

The post Trenleri Durduran Adam – Kasım Güner Yavuz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Ali Kitapci 3

Katliamın üzerinden bir hafta geçti. Bombadan birkaç adımla kurtulmuş “şanslılardan” biri olarak bu yazıyı yazma gücünü yeni buluyorum kendimde. Amacım 15 yıldır dostum, yoldaşım olan Ali Kitapçı’nın anısının silinip gitmesini engellemek. Onu insan yanıyla, bilinen kadar bilinmeyen yanlarıyla zihinlere kazıma. Saldırıda kaybettiğimiz herkesin ve o artık hepimizin hikâyesi olan hikâyeye bir paragraf daha eklemek niyetim. Onları unutturmamak, üç adım gerimizde durup bedenlerini bize siper ederek bize “hala yaşıyor olma” sorumluluğu veren arkadaşlarımıza vefa borcumuzdur…

Hayat insanları değişik kişilerle ve durumlarla karşılaştırır. Yaşamı yaşanabilir kılan da muhtemelen budur. Ali tanıyabileceğiniz en garip devrimcidir. Onu tanımak, yaşamı daha yaşanabilir kılan ayrıntılardan biriydi benim için. Garipti Ali ve hayatı da garipliğini daha da garip kılmak için özel çaba harcamıştı sanki. Ölümü de bunu doğruluyor aslında.

80 öncesinin MLSPB militanı. Diyarbakır’a gidip devrim için hazırlanır. Örgüt evi maceraları akla zarardır. Sevdiği ama bir türlü kavuşamadığı kızı kaçırıp hücre evine getiren bir militan yüzünden deşifre olmamış evlerinin önü, polislerle dolar. Çünkü kız, komiser kızıdır. İçeri misafir olarak aldıkları komisere renk vermeden olayı çözmeye çalışmaları akla zarardır. O dönemden tanıdığı Hasan’ı hala çok severdi. Hasan’ın yoğurt yiyişini, her yoğurt gördüğünde anlatırdı. Serdar’dan, Tamer Arda’dan ve diğer yoldaşlarından bahsederken gözleri dolardı hep. Şimdi Ali’den, O’ndan bahsederken bizlerin gözlerinin dolması gibi…

Sonra cezaevi yılları… İmralı’da yatmıştır Ali. Yılmaz Güney’i buradan tanır, buradan sever. Darbeden sonra yurtdışına çıkış… Yurtdışı derken gene gariptir Ali. “Gide gide Fas’a gittim” derdi. Fas maceraları daha gariptir. Orada aç kalması, işsizliği, yapacak bir şeyinin olmaması. Yoksulluktan ve evsizlikten ötürü kendiyle beraber olan arkadaşı ile bir seks işçisinin yanında eve çıkar. Evin kullanım saatlerini paylaşırlar. Ali’ler sabaha kadar evde kalırlar, kadın akşama kadar. Sabah olunca Aliler evden çıkar, işten dönen kadın, akşama kadar uyurken Ali’ler boş boş sokakları arşınlar. Bir gün ev arkadaşları evde bir misafirinin bir süre onunla kalacağını söyler. Mecbur tamam derler. Artık evde başka bir erkek gece gündüz orada kalmaktadır. Bir süre sonra evleri basılır. Baskın çok ciddidir. Sorguda evdeki “misafirlerinin” o dönem aranan Polisario örgütünün üst düzey yöneticisi olduklarını öğrenirler. Polisin kafası karışmıştır. Evde bir “fahişe”, bir gerilla ve iki Türk “teröristinin” ne aradığını çözmeye çalışırlar. Çözemezler.

Sonra İngiltere günleri başlar. Bir fabrikada işe girer. Araba boyar. İngiltere’deki tarihi madenci grevlerinin başladığı dönemdir. Ali’nin hayatının en büyük dönüm noktası budur. Fabrikada olan Anarko-Sendikalist bir örgütlenme vardır. İlk önce Ali uzak durur onlardan. Ta ki grevler kendi fabrikalarına sıçrayana kadar. Fabrika işgali başlar. Ali de işgale katılır. Fabrika basılır, baskın sırasında kaçmaya hazırlanan Ali anarşist sendikacıların sevinçlerini görür. Durur. Sevinen işçiler yeteri kadar polis fabrikaya girince kapıyı kapatırlar ve büyük bir coşkuyla “anarşinin gücünü gösterirler”. Ali o an karar verir ve anarşistler tarafından davet edildiği toplantılara gitmeye, onların komününde yaşamaya başlar.

Sonra memlekete döner Ali. 80 sonrası cezaevleri boşalırken, daha çok eski yoldaşları ile tartışma süreci içindedir. Kara dergisinin çalışanlarındandır. Özgür-Tekstil adlı anarko-sendikalist bir tekstil sendikası kurmaya çalışırlar… Övünerek diğer siyasetlere toplantı yeri verdiklerinden bahsederdi. Sendika derken şimdikiler gibi lüks, bol ağalı bir sendika değil. Kadınların gün yaptığı, dolma pişirip yedikleri, ailelerin çoluk çocuk gidip geldikleri bir sendika… 89 bir Mayısında küçük bir grup anarşist olarak Taksim eylemine katılırlar. Mehmet Akif Dalcı’yı evvelinden tanır, anlatırken hüzünlenirdi. TCDD de işe başladıktan sonra memur sendikalarının aktif katılımcısı oldu. Ülkenin politik hayatında hiçbir karşılığı olmayan anarşizmi, politik bir alternatif haline getirmeye çalıştı hep. Sendikasında başkaca anarşistler olmaya başladı. Eylemlerde sendika bayrağı ile birlikte kara bayrak olurdu çoğu zaman. Mübalağa değil, adı bilinmeyen tren istasyonlarında anarşistim diyen emekçiler varsa bu Ali’nin sayesinde oldu.

Demiryolu grevlerinde Ali’nin keyfine diyecek yoktu. Ali’nin ne “delilik” yapacağını bilemeyen polis de demiryolu yönetimi de sürekli gözlerdi onu. Artık bir yerleri mi kilitler, raylara mı yatar, makinistleri mi kenara çeker bilinmez, ama mutlaka o tren dururdu. Kaç kez alıp götürdü yanında bizi de. “Madem anarşistsiniz, geleceksiniz” derdi. Sayesinde hareket eden trenin önüne atlamışlığımız vardır.

Hayatı sendika ve anarşizm üzerine kuruluydu hep. Hangi eylem olursa olsun, iş ne kadar ciddi olursa olsun, o hep eğlenirdi. Canı sıkıldığında polislere parmak işareti ile selam yollayıp gece gece evinden alınmışlığı vardı. Sorsan, can sıkıntısı kötü derdi. Evde, işte, telefonda hep sendika, grev, eylem konuşurdu. Oğlu “Artun Siyah” okula başladığında öğretmenin sorduğu baban ne iş yapıyor sorusuna ”babam trenleri durduruyor öğretmenim” cevabı bu yüzdendi.

Onun tarifi ile anarşizm, anarşistlerin ayrı ayrı yerlerde, ayrı ayrı örgütlenmeleriyle oluşan damlacıkların yan yana gelip büyük seller oluşturmasıydı. Bu yüzden anarşistler arasında birliktelikler kurmak, onun ilk göreviydi. Siyaseten ortaklaşmasa da tüm anarşistlere elinden gelen desteği sunardı. Kimsenin fark etmediği bir konu bulmuşsa orada ısrarla bıktırana kadar kalırdı. Eylemden bir gün önce, Suruç benzeri saldırıların olabileceği, güvenliği artırmak gerektiği söylediğinde ona gülenlere inat ısrarla bunu anlatıp dursa da bir şey yapamamıştı.

Oğlu için planları vardı, yarım kaldı. Anarşizm için planları vardı, yarım kaldı…

Ali gittikten sonra aslında hepimiz yarım kaldık.

Bizim için “tam” olmak, “tamam” olmak devrim demekse, bugün Ali’yi ve yokluğuyla bizi eksilten yoldaşlarımızı mücadelemizi devam ettirerek onurlandıracağız.

Hiç vazgeçmeden!

Kasım Güner Yavuz

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Trenleri Durduran Adam – Kasım Güner Yavuz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/10/23/trenleri-durduran-adam-kasim-guner-yavuz/feed/ 0
BİR GİDER BİN GELİRİZ https://meydan1.org/2015/10/23/bir-gider-bin-geliriz/ https://meydan1.org/2015/10/23/bir-gider-bin-geliriz/#respond Fri, 23 Oct 2015 15:01:47 +0000 https://test.meydan.org/2015/10/23/bir-gider-bin-geliriz/ Kardeşini, dostunu, yoldaşını kaybedenlerin sayısı; yaşanan acının tarifi yok. Anlatılan hikâyelerin bir sonu da. Patlayan bombalarla yaşamını yitirenler coğrafyanın dört bir yanında toprağa düşmüş, yeni kavgalara filizlenmişken; kim bilir kaç evde aktı gözyaşlarımız yüreğimizin en derinine, kaç sokakta yankılandı yitirdiklerimizin isimleri… Şimdi onların sesi sesimize, solukları soluğumuza karıştı. Toprağa düşen yalnızca bedenleri oldu, yürekleri hala […]

The post BİR GİDER BİN GELİRİZ appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

tayfunbenol

Kardeşini, dostunu, yoldaşını kaybedenlerin sayısı; yaşanan acının tarifi yok. Anlatılan hikâyelerin bir sonu da. Patlayan bombalarla yaşamını yitirenler coğrafyanın dört bir yanında toprağa düşmüş, yeni kavgalara filizlenmişken; kim bilir kaç evde aktı gözyaşlarımız yüreğimizin en derinine, kaç sokakta yankılandı yitirdiklerimizin isimleri…

Şimdi onların sesi sesimize, solukları soluğumuza karıştı. Toprağa düşen yalnızca bedenleri oldu, yürekleri hala burada, tam içimizde kaldı; öfkeleriyse mücadelemizin harında…

Herkes anlatmalı yitirdiklerini. Yitirdiğinin anısını bugünümüzde var etmek, mücadelesini mücadelemizde eylemek için anlatmalı. Onları katlederek bizleri korkutabileceklerini, özgürlük kavgasını durdurabileceklerini zannedenler yanıldıklarını görsünler diye; katledilen her birimizin mücadelesi dilden dile yayılsın, büyüsün, yeni yüreklerde yaşam bulsun diye, herkes anlatmalı.

Yüreği sevgiyle, inançla doludur her devrimcinin, biliriz. İnancı sokakta, sevgisi yaşamda, kavgasındadır; tıpkı Tayfun Abi’miz gibi. Nereden gelirse gelsin, adaletsizliğin türlü biçimlerine direnen; ne pahasına olursa olsun direnmekten vazgeçmeyen, bütün bir yaşamını inandığı özgürlük kavgasına adayan devrimciler hep olmuştur; tıpkı Tayfun Abi’miz gibi.

Kemal Tayfun Benol. Hafızalarımızdan silinmesine izin vermeyeceğimiz 2015 10 Ekim’inde yitirdiklerimizden yalnızca birisi. Bizimse, her daim en genç kalacak olanımız, belki en gülecimiz, mücadele dostumuz, yoldaşımız Tayfun Abi’miz.

Onu tanıyan herkesin hafızlarında silinemeyecek yerlerde mıhlanıp kalacaktır Tayfun Abi. Lise yıllarında harlanan ve ömrünün son anına kadar yüreğinde taşıdığı mücadele inancı, bizim inancımızda yaşayacak; gülen yüzü, aklımıza her gelişinde bizleri yeniden gülümsetecektir.

Her devrimcinin ardından anlatılacaklar çoktur elbet. Tayfun Abi’nin hikayesinin ise ne bir sonu, ne de hikayesine girecek olanların bir sınırı vardır. Ununu eleyip rafa kaldıran bir devrimci değildi, hiçbir zaman olmadı. “Biz yaptık, olmadı” diyerek yılgınlığı değil; “Biz yaptık siz de yapın, elbet olacak” diyerek inancı örgütledi ömrünün sonuna kadar. Onun örgütçülüğü, yüreğinin en derininde, yaşamının bütünündeydi. Henüz yeni taşındıkları sitede çalışan bir işçiyle hemen tanışıvermesinin karşısında oğlunun şaşkınlığına verdiği “ee oğlum örgütçüyüz biz” cevabı, aslında onun tüm yaşamının bir özeti gibiydi. Ondan değil miydi ki cenazesine binler akmıştı Tayfun Abi’nin, onunla olan anılarıyla beraber.

Herkesin hikayesi geçti Tayfun Abi’nin hayatından. Mısır Valisi dedesinden, Osmanlı subayı büyük amcasına, amcasının 1915’te katledilen bir aileden aldığı “Hala”sına kadar… Şimdi Tayfun Abi’nin hikayesi her birimizin hayatından geçiyor. Bir mağazada telefon aldığı satış elemanı kadının hayatından, alt katında oturan yaşlı amcanın hayatından, her hafta gittiği pazarcının hayatından, bizim hayatımızdan…

Meydan Gazetesi’nin ilk okurlarından, 26A Kafe’nin ilk gönüllülerinden, anarşist mücadelemizin yıllardan beri en büyük dayanışmacılarındandı. Hiç hesap yapmayıp elinde olan her şeyini paylaşan abimiz; gece yarıları hazırladığımız pankartların boyası bittiğinde, sokak sokak bizlere boya arayan dostumuzdu. 1 Mayıs’larda kah elinde kara bayrağıyla isyan koşusuna duran kah hazırladığımız sandviçleri sokakları dolduran binlerce emekçiyle paylaşan yoldaşımızdı.

Kimimiz O’nu gençlik yıllarının ateşli devrimci hikayelerinden, arabalarda yaptıkları gizli örgüt toplantılarından hatırlayacağız. Kimimiz, kendisi gibi bir devrimci olan oğlunu gözaltına almaya çalışan polislerin üzerine atlayışını, oğlunu, ömrü boyunca katil bildiği polislerin eline ne pahasına olursa olsun teslim etmeyişini, can hıraş direnişini hep hatırımızda tutacağız. O’nun devrimci kişiliğini, devrimci dayanışma ruhunu anlatacağımız nice anısı bizimle kalacak. Oğlunun bir yoldaşıyla birlikte yaptığı yazılama sebebiyle alındığı gözaltının ardından “aferin” diyerek kurduğu yemek sofralarında ettiğimiz güzel sohbetlerimiz gibi hatırımızda kalacak Tayfun Abimiz.

Devlet, baskısıyla-terörüyle yoldaşlarımızı gözaltına almış, bizleri yıldırmaya çalışırken; bizlere ardına kadar açtığı kapısından, uzun uzun sohbet ettiğimiz evinin salonundan; en zor zamanımızda “hadi” diyerek götürdüğü bir sahil kenarından hatırlayacağız Tayfun Abimizi.

Lise zamanından bu yana yoldaşlık ettiği dostunun çağırmasıyla giriştiği, inşaaat işçilerinin örgütlenme sürecinden hatırlayacağız. Aynı pankartı taşırlarken yaşamını yitirdiği inşaat işçileriyle birlikte yerin metrelerce altındaki şantiyelerde sürdürdükleri direnişlerinden hatırlayacağız. Zorlu Center AVM’de patronun gasp ettiği alacakları hesaplayıp, işçilere “Geri adım atmadan, tüm haklarımızı alacağız” diye haykırışından; Astoria Direnişi’nde, işçilerle birlikte direniş alanında sabahlayışından hatırlayacağız.

Yoldaşımızı, Tayfun Abi’mizi hep hatırlayacağız ve unutulmasına asla izin vermeyeceğiz.

Yüreğimizin en derinini kanatarak bizleri korkutmaya çalışsalar da, katlettikleri yoldaşlarımız gibi, hiçbir zaman korkmayacağız.

Çok sevdiğin herkesi birer birer götürdüğün Çamlıca’dan çok sevdiğin İstanbul’un yedi tepesini izlediğimizde; günün birinde tanışacağımız yeni bir yoldaşımızın gülümseyişinde; hiç bitmeyecek inancımız ve direncimizle sokakları doldurduğumuzda; yeni fidanlar ekip, yeni çiçekler büyüttüğümüzde; bir çocuğun bakışındaki heyecanla birlikte heyecanlandığımızda; her zaman seni hatırlayacağız Tayfun Abi.

“Şimdi dingin gövdende uğultuyla büyüyen sessizlik” bütün sokakları kaplayacak bir isyana büründüğünde, gövden gövdemize, inancın mücadelemize can olacak. Ve and olsun ki hesabını soracağız Tayfun Abi.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayınlanmıştır.

The post BİR GİDER BİN GELİRİZ appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/10/23/bir-gider-bin-geliriz/feed/ 0
” Bandwagon ” – Melisa Eskizerci https://meydan1.org/2015/06/12/bandwagon-melisa-eskizerci/ https://meydan1.org/2015/06/12/bandwagon-melisa-eskizerci/#respond Fri, 12 Jun 2015 10:51:08 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/12/bandwagon-melisa-eskizerci/   Doğada toplu olarak yaşayan birçok hayvan türü, kendilerini koruma ve hayatta kalma içgüdüsüyle “sürü”ler halinde hareket ederler. Sürünün dışında kalanların yaşama şansları ya çok azdır ya da hiç yoktur. Sürünün önünde bulunan hayvan, diğerlerine yol gösterir. Hepsi onu takip eder. Ancak çoğu durumda davranışları sorgulanmadığından, tüm sürüyü peşinden sürüklediği durumlarla da karşılaşılır. Yani içlerinden […]

The post ” Bandwagon ” – Melisa Eskizerci appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 people-jumping-off-cliff-e1376095078988-870x413

Doğada toplu olarak yaşayan birçok hayvan türü, kendilerini koruma ve hayatta kalma içgüdüsüyle “sürü”ler halinde hareket ederler. Sürünün dışında kalanların yaşama şansları ya çok azdır ya da hiç yoktur. Sürünün önünde bulunan hayvan, diğerlerine yol gösterir. Hepsi onu takip eder. Ancak çoğu durumda davranışları sorgulanmadığından, tüm sürüyü peşinden sürüklediği durumlarla da karşılaşılır. Yani içlerinden biri uçurumdan atlarsa, diğerleri de peşinden gelir. Tüm sürü uçuruma atar kendini.

Sorgulamadan ortak davranış göstermek olarak adlandırabileceğimiz bu durum, yalnızca hayvanlarda görülmez, kendini en akıllı varlık sayan insanlar arasında da rastlanır. Peki, kendini bir koyunun muhakeme yeteneğinden kat be kat üstün gören insanda, nasıl oluyor da bu tür sürü davranışına rastlanabiliyor?

İnsan doğadan yabancılaştıkça, gittikçe daha da mülkiyetçi ve kapitalist ilişkilerin kıskacına hapsoldukça, toplumsallaşmasında da ciddi sıkıntılar ortaya çıkar. Kendi bireyliğinin farkında olmayarak topluluk içinde yaşıyor oluşu, onu daha da güçsüz ve savunmasız kılar. Kendini ancak o toplum içinde var edebileceğini, o toplumda var olmasının da o toplumun genel davranış kalıplarını benimsemesi ya da çoğunlukla sorgulamadan sahiplenmesi sayesinde olacağını düşünür.

Kendini başlangıçta farklı ya da özel olarak düşünen insan, gün geçtikçe kapitalizmin açık ya da gizli saldırılarının hedefi olmaktan kurtulamaz. Her gün reklamlarla, medyayla algılarına saldırılan insan, gittikçe kendisi olmaktan uzaklaşır. İçinde bulunduğu topluluğun davranışlarını taklit etmekte, tekrarlamakta bir problem görmediği gibi böylesinin daha kolay ve “güvenli” olduğunu düşünür. Artık o da topluluğun alışkanlık, düşünce ve değer yargılarının devamı haline gelmiş, sürünün bir parçası olmuştur.

Kendilerini insanın düşünce ve iradesinin üzerinde gören kişiler, topluluklar, ideolojiler ve bunlardan beslenen en büyük yapı olan devlet, kalabalıkları egemenliklerinde tutmak için her yöntemi kullanır. Adaletsizliklerin üzerine kendini inşa etmiş olan bu totaliter yapı, insanların kontrolsüz ve denetimsiz olmalarını kendisine bir tehdit olarak görür. Ya bu tehdit unsurlarını fiziken ortadan kaldırır, ya da kalabalıkları denetimi altına alır. Toplumu bir sürüye çevirirsen idare etmesi de o kadar kolay olur (Bu topraklarda kendisine çoban diyen bir politikacının başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapacak kadar yükselebilmesini hatırlayalım).

İnsanların kalabalıklara sorgusuz güveni ve dahi olma isteği, tam da popülaritenin ve modanın temel aldığı bir şeydir. Kalabalıkların daha iyi olduğu duygusu kendisini hiç de sevmediği bir müzik grubunu dinler, hiç tutmadığı bir futbol takımını destekler, hiç desteklemediği bir siyasi partinin mitinglerine katılır bulabilir. Çünkü popüler olan, moda olan daha çok tercih edilecektir. Ve bir süre sonra da neyi neden yaptığını unutup sadece onun içinde bulunmayı isteyecektir. Neticede, toplu hareket eden insan, mitinglerde Ali İsmail’in annesini yuhalar duruma da pekala gelebilir olacaktır.

Devletin kirli propagandalarına maruz kalan kişiler, bir süre sonra devletle aynı dili konuşmaya başlarlar. Bu konuda devletin baskı ve zor aygıtları da kişinin bu noktaya gelmesini çabuklaştırır. İstekleri, beğenileri, kültürleri, dilleri, yaşama alışkanlıkları farklı olanlar, büyük sürü için bir tehdit olduklarından, bir tür mahalle baskısı ile ortadan kaldırılmaları mübahtır. Çünkü, sürüye uymayan, sürüyü bozacağı için istenmez. Söz konusu sürüyse, gerisi teferruattır. Öyle ki, Türk olmayanların başına neler geldiğini gören bir kimse, “Ne Mutlu Türküm Diyene”yi daha “içten” söyler.

İnsanların önünde iki seçenek olsa ve bunlardan birini seçmeleri istense, kararı, toplumun büyük kısmının üzerinde yoğunlaştığı seçenek etkilemez mi? Yoksa bu topraklarda, eski bir darbeci generali yüzde doksan iki ile cumhurbaşkanı seçilmezdi!

Birey, kendini sürü psikolojisinden ayıran en temel özelliğini, akıl ve muhakeme yeteneğini devlet ve kapitalizmin otoritesinde kullanamaz. Bu iki otoritenin uygun gördüğü davranışları herkes yapıyor diye yapmaya başlar. Tüketmemeyi düşünmez mesela, neyi tüketeceğini düşünür. Aynı şekilde devletsiz ve yasasız bir yaşam düşünmez. Devleti temsilen hangi hükümeti seçeceğini ya da yasaların nasıl olması gerektiğini düşünür. Devlet ve kapitalizm telkinde bulunduğu davranışlarla bizleri kendi otoritesine alır ve devamlılığını sağlar. Bizleri tek tipleştirerek bizden bir sürü yaratır.

Hayvan ya da insan. Bizi kendimiz olmanın dışına iten, kişiliksizleştiren, yok sayan her yaşam biçimi, bizi bir sürünün parçası haline getiriyor. Bütün davranışlarımızı da bu sürünün liderinden beklemek,uçurumdan atlamaktan farksızlaşıyor. Günün birinde, gerçekten bizi kendi savaşlarına kurban etmeyeceğinin de garantisi yok.

Melisa Eskizerci

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Bandwagon ” – Melisa Eskizerci appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/12/bandwagon-melisa-eskizerci/feed/ 0
Örgütlü Bir Aile: Sarısülük Ailesi https://meydan1.org/2013/10/08/orgutlu-bir-aile-sarisuluk-ailesi/ https://meydan1.org/2013/10/08/orgutlu-bir-aile-sarisuluk-ailesi/#respond Tue, 08 Oct 2013 12:14:39 +0000 https://test.meydan.org/2013/10/08/orgutlu-bir-aile-sarisuluk-ailesi/   Onların mücadelesi özgürlük ve adalet için. Onların kavgası, katledilenlerin hesabını sormak için. Onların örgütlülüğü acıları paylaşarak azaltmak, katillere olan öfkeyi örgütlenerek büyütmek için. Onların mücadelesi Abdullah, Mehmet, Medeni, Ali İsmail, Ahmet ve Ethem için…   Canlarından bir parçayı, katil bir polisin sıktığı kurşunla kaybeden Sarısülük ailesinden Ethem Sarısülük’ün abisi Mustafa Sarısülük ile acılarını, öfkelerini […]

The post Örgütlü Bir Aile: Sarısülük Ailesi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

Onların mücadelesi özgürlük ve adalet için. Onların kavgası, katledilenlerin hesabını sormak için. Onların örgütlülüğü acıları paylaşarak azaltmak, katillere olan öfkeyi örgütlenerek büyütmek için. Onların mücadelesi Abdullah, Mehmet, Medeni, Ali İsmail, Ahmet ve Ethem için…

 

Canlarından bir parçayı, katil bir polisin sıktığı kurşunla kaybeden Sarısülük ailesinden Ethem Sarısülük’ün abisi Mustafa Sarısülük ile acılarını, öfkelerini ve mücadelelerini konuştuk.

Haziran ayında, coğrafyanın dört bir yanında alev alev yanıyordu sokaklar. Yıllar boyunca polis şiddetiyle, devlet terörüyle, kapitalist projelerle baskılananlar, yok sayılanlar isyan etmiş; özgürlüğe olan inançlarıyla milyonlar olmuş akıyordu sokaklara.

Devletse beklemediği bir anda karşılaştığı bu halk isyanını nasıl bastıracağının telaşına düşmüş, polisini salmıştı direnişçilerin üstüne; yıldırmak için, korkutmak için, katletmek için! Binlercemiz yaralandı, bazılarımız sakat kaldı… Polisin saldırısı, kardeşlerimizin bazılarını aldı aramızdan. Mehmet, Abdullah, Ali İsmail, Medeni, Ahmet…

Ethem de onlardan biriydi. 1 Haziran günü televizyonlara düşen görüntülerde rastladık O’na. Ethem Ankara’da, Kızılay’da direniyordu. Birçok kardeşi gibi, bizim gibi, özgürlük için çıkmıştı sokağa. Yaşamı boyunca hep karşısında olduğu adaletsizlikleri ortadan kaldırmak için, özgür bir yaşamı kendi elleriyle örebilmek için dikilmişti polisin karşısına. Ama o gün devletin polisinin sıktığı kurşunla yaralandı Ethem, direnişçilerin yardımıyla hastaneye kaldırıldı. 14 gün boyunca direndiyse de özgürlük inancıyla çarpan kalbi, 14 Haziran günü sustu. Devletin katil polisi Ahmet Şahbaz’ın sıktığı kurşun, 14 Haziran günü aldı Ethem’i aramızdan.

Ölüm haberinin ardından da cenazesinde de sokaklar Ethem için doldu; Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de… Devletin polisi barikatların ardına hapsedip ailesinden, sevdiklerinden, dostlarından, yoldaşlarından uzak tutmak istese de Ethem’i, yapamadı. Ethem’in annesi seslendi onlara: “Çocuğumun önünden çekilin, bir resmini göreyim” Ve o gün, “Hepimiz Ethem’iz, öldürmekle bitmeyiz” sloganlarıyla toprağa verildi Ethem.

O’nun acısının ardından devlet susmalarını beklese de onlar susmadı; annesi, kardeşi, abisi, bütün Sarısülük ailesi… Onların acısı, kaybettikleri Ethem’lerinin ardından öfkeye döndü, katilin peşine düştü. Ne devletin baskısı korkuttu onları ne polisin tehdidi. Ethem’in annesi oğlunun ardından yas tutmadı, “Kavgasının arkasındayım, korkmuyorum” dedi, “Bin can daha veririm”diye meydan okudu katillere.

Çocukları katledilen diğer ailelerle bir oldular, birlik oldular, acılarını hep birlikte göğüslediler. Ali İsmail’in cenazesinde de, Mehmet’in cenazesinde de, barış istediği için katledilen Medeni’nin ailesinin yanında da onlar vardı. Çünkü biliyorlardı yüreklerini yakan acının aynı olduğunu, öfkenin aynı katillere olduğunu. Kardeşi İkrar “Ödediğimiz bedeller, kaybettiğimiz canlar bizi daha da güçlendirir” dedi, annesi Sayfı Sarısülük “Meydanlara inin, çocuklarınızın arkasında durun“ diye seslendi annelere.

Şimdi Sarısülük ailesi, birçoğumuzun haykırdığı gibi “mücadeleye devam” ediyor. Ethemlerinin ardından daha da büyüyen öfkeleriyle dimdik duruyorlar katil polisin, devletin ve devletin adaletsizliğinin karşısında.

Meydan Gazetesi: Merhaba. Kardeşiniz Ethem, geçtiğimiz Haziran ayında polisin sıktığı kurşunla katledildi. Katilin tutuksuz yargılanması kararını veren hakim, “Meşru müdafaa var. Vicdanım rahat. Milyonların bir araya gelmesi vereceğim kararı etkilemez” dedi. Cinayet kamera kayıtlarıyla, otopsi raporuyla kanıtlansa da devlet katili aklamak, cinayeti meşrulaştırmak için elinden geleni yaptı, yapıyor. Bu süreçten kısaca bahsedebilir misiniz?

Mustafa Sarısülük: Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bu topraklar Haziran Direnişi’yle birlikte çok önemli bir tarihsel süreçten geçmekte. 12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra başlatılan cadı avları, uzun dönem bu toplumun suskun kalmasına sebep oldu. 90’lı yılların getirdiği bahar havası, işçi sınıfının emek ve demokrasi mücadelesini tekrar yükseltmeye başlamasıyla birlikte, toplumsal muhalefet yeniden canlanmaya başladı. Bu tarihsel zamanlarda devlet tarafından gerçekleştirilen gerici ve faşist katliamlara tanık olduk. Küreselleşme ve neo-liberal politikaları ülkemizde hayata geçirmek için amade ve uşaklıkta sınır tanımayan AKP iktidarı, bu politikaları hayata geçirmeye başladı. Yaklaşık 10 yılı aşkın bir süredir devam eden bu politikaların bir sonucu olarak toplumun bir başkaldırı içine girmesi aslında son derece normal. Kardeşim Ethem Sarısülük, Gezi Parkı süreciyle başlayan bu halk isyanı sonucunda, 1 Haziran günü, demokratik eylemlerde kafasına sıkılan kurşunla katledildi.

Bilindiği üzere Ethem’in vefatından sonra egemenler ve devlet yetkilileri o bilindik ağızlarıyla tekrar saldırıya geçtiler, kendilerine bağlı medyaları Ethem’in ölümünü adeta meşru göstermek için büyük bir telaş içine girdiler. Ve bununla birlikte polisin katliamcı mantığını gizlemek için siyasal iktidar tarafından hedef saptırılmaya çalışılarak ve devam eden yargı sürecine müdahale ederek faşist zihniyetlerini ortaya koydular.

Ethem’in polis tarafından öldürülmesinin ardından medyada, kardeşinizle ilgili çokça haber yazıldı, yayımlandı. Karakol inşaatında çekilen görüntülerine “terör kampında eğitim gördü” denildi, katili aklamak için Ethem’in “arkadaşlarının attığı taş ile yaralandığı” iddia edildi. Ethem’in nasıl öldüğü, kurşunu kimin sıktığı, yani cinayetin nasıl işlendiği açıkça ortadayken, böyle bir aklama politikası karşısında sizler ne hissettiniz?

Mustafa Sarısülük: Sizin de belirttiğiniz gibi, ekmek parası için gittiği karakol inşaatını terör kampı gibi göstermeleri veya “arkadaşlarının taş atması sonrası yaralandığı”nı söyleyen bu gerici zihniyete karşı en anlamlı duruşu, halkımız evladını bağrına basarak cevap verdi. Bizlerin Ethem’in ailesi olarak halkımıza bu dayanışma ve sahip çıkma anlamında tek söyleyebileceğimiz, teşekkür etmektir.

Devlet, “meşru müdafaa var diyerek” katil polisi yasasıyla korumaya, cinayeti hukukuyla ört bas etmeye çalışırken, katilin yargılandığı davadan bir beklentiniz var mı?

Mustafa Sarısülük: Devlet organize bir şekilde katletmeye devam ediyor. Zaten bağımsız olmayan bu yargıya, siyasal iktidar tarafından gerekli emirler öncesinden verilmiştir. Esasında bu ve benzer davalardan bir beklentimiz yoktur. Ama bu mücadeleyi sonuna kadar devam ettireceğiz. Bundan asla kimsenin şüphesi olmasın.

Biz bu davayı şu noktalardan önemsiyoruz. Katil devletin teşhiri için, hukukun olmadığını ve siyasal iktidarın pisliklerini teşhir etmek için çaba sarf edeceğiz. Zaten ilahi komedyanın ilk perdesi 23 Eylül’de görülmeye başlandı. Ve kamuoyu önünde devlet ve sözde adaletin el ele vererek, katil bir polisi nasıl aklandığına tanık olduk.

Yakın zamanda sözde “katilin yargılanması” için görülen duruşma da aslında devletin adaletsizliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Katil polis Ahmet Şahbaz’ın duruşma salonuna kılık değiştirilerek getirilmesi, mahkeme salonunun polis tarafından işgal edilmesi, polisin ve mahkeme heyetinin ailenize dönük baskısı duruşma salonunda yaşananların çok organize olduğunun göstergesiydi. Gerek duruşma öncesinde yaşanan gerginlikler, gerek duruşma salonunda katilin deşifre olmasıyla yaşanan gerginlik ve davanın kapalı görülmesine dair çıkan karar, mahkemenin “adalet” arayışından çok uzakta olduğunu gözler önüne serdi. Duruşma salonunda, kardeşinizin katili oradayken ve devletin polisiyle, savcısıyla, mahkemesiyle, yargısıyla korunurken sizler neler hissettiniz? 23 Eylül’de görülen duruşmadan kısaca bahsedebilir misiniz?

Mustafa Sarısülük: 23 Eylül’de gerçekleşemeyen mahkeme, aslında önceden bütün kurgusu yapılmış ve oynanmaya hazır bir tiyatro gösterisiydi. Salona ilk girdiğimizde 150-200 tane sivil giyimli, hepsi çocuk yaşta, polis ordusuyla karşılaştık. Mahkeme heyetinin haberinin olmadığını söylemesine rağmen, sonradan anlaşıldığı üzere polislerin Ankara Valiliği tarafından görevlendirildiğini söylediler. Hatta sanık avukatları, önceden heyetin huzurunda polislere nasıl davranmaları noktasında telkinlerde bulunmuş. O polisler oraya bilinçli şekilde getirilmişlerdi. Sanki onlara “Bakın ve izleyin, siz korkmayın. Siz yeter ki halkı ve halkın çocuklarını öldürün, işkence yapın. Bu mahkemelerde nasıl aklandığınızı kendi gözlerinizle göreceksiniz” denilmektedir. Mahkeme heyetinin mübaşiri, salonu ve davayı heyetten daha iyi göreceği kanısı daha ağır basıyor. Heyet tam anlamıyla, kendi gerici hukuklarını bile katlederek, davayla ilgili kapalılık kararı aldı. Sanığın tanınması için mahkeme salonuna normal bir şekilde getirilmesi gerekirken, katil peruk vb. şeylerle heyetten ve bizlerden gizlenmeye çalışılmıştır. Bu durum, daha önce örneği bile olmayan bir uygulamadır.

Peki kardeşinizi katleden devletin polisi, hakimi, savcısı, yargısı bu kadar organize ve planlı bir şekilde hareket ederken, sizler adaletin nasıl mümkün olabileceğini düşünüyorsunuz?

Mustafa Sarısülük: Bu dava, devletin ve gerici iktidarın geçmişten bugüne işlediği suçlardan aklanılması davasıdır. Bu dava ile bu ülkede biz ve bizim gibi insanlara adaletin olmadığı, bir kez daha ortaya çıktı. Halkımıza şunu söylemek istiyorum ki, bu ülkede adalet aramayın ve kendi adaletinizi ve hukukunuzu kendiniz yaratın. Zaten heyetin arkasında yazan “Adalet mülkün temelidir” söylemi de aslında her şeyi açıklıyor. Mülkün, mülkiyetin, egemenlerin, rantın, sermayenin ve hukukunun olduğu bir yerde, halka adalet çıkması beklenemez.

Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 13. sayısında yayımlanmıştır.

 

 

 

 

The post Örgütlü Bir Aile: Sarısülük Ailesi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/10/08/orgutlu-bir-aile-sarisuluk-ailesi/feed/ 0
“Adalete GÜVEN’im Yok!” https://meydan1.org/2013/03/16/adalete-guvenim-yok/ https://meydan1.org/2013/03/16/adalete-guvenim-yok/#respond Sat, 16 Mar 2013 10:08:39 +0000 https://test.meydan.org/2013/03/16/adalete-guvenim-yok/ “18 yaşındaki oğlum patronları tarafından öldürüldü. Karakol, yaralı gittiği poliklinik, öldürüldüğü Evyap Lisesi’nin patronu ve herkes bu olayı örtbas etmek istedi” diyen, acılı annenin dört yıldır oğlu Güven Karakuş için çalmadığı kapı, gitmediği yer kalmadı. Karakuş ailesinin bu süreçlerde neler yaşadığını ve adalet süreciyle dayatılan adaletsizlikleri anne Aysel Karakuş’la konuştuk. 6 Eylül 2008’de 18 yaşında […]

The post “Adalete GÜVEN’im Yok!” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“18 yaşındaki oğlum patronları tarafından öldürüldü. Karakol, yaralı gittiği poliklinik, öldürüldüğü Evyap Lisesi’nin patronu ve herkes bu olayı örtbas etmek istedi” diyen, acılı annenin dört yıldır oğlu Güven Karakuş için çalmadığı kapı, gitmediği yer kalmadı. Karakuş ailesinin bu süreçlerde neler yaşadığını ve adalet süreciyle dayatılan adaletsizlikleri anne Aysel Karakuş’la konuştuk.

6 Eylül 2008’de 18 yaşında bir lise öğrencisi olan Güven Karakuş’un ölümüyle ilgili bazı gazeteler ve televizyon kanallarında acılı bir annenin feryadına tanık olmuştuk. Anne oğlunun ölümünün bir kaza olmadığını oğlunun kasıtlı bir cinayete kurban gittiğini söylüyor ve “adalet istiyorum” diyerek feryat ediyordu. Aysel Karakuş gazetelere, televizyon kanallarına, başvurabileceği bütün mercilere gitmiş, yazılması gereken bütün dilekçeleri yazmış. Ancak oğlunun öldürüldüğüne dair hiçbir kanıta ulaşamamış. Mevcut kanıtlar annenin söylediği üzere, emniyetteki belgelerin arasında uzun süre unutulmuş, oğlunun ölümüne neden olanlar tarafından yok edilmiş.

Dört yıl süren yargı süreci boyunca seslerini duyurmaya çalışan Karakuş ailesinin tek istediği oğullarının ne şekilde ve kimler tarafından öldürüldüğüne ilişkin bir açıklama. Çünkü Güven’in ölümünün ardında açıklanamayan birçok soru, ortadan kaybolan kamera görüntüleri, doktor raporları gibi önemli kanıtlar var. Kimsenin cevaplayamadığı soruların cevabını bu dört yıllık süreçte bir dedektif gibi oğlunun ölümünü aydınlatmaya çalışan anne Aysel Karakuş bulmuş. Meydan Gazetesi olarak Güven Karakuş’un ölümüne neden olan olayları, Karakuş ailesinin dört yıldır neler yaşadığını ve adalet süreciyle dayatılan adaletsizlikleri anne Aysel Karakuş’la konuştuk.

Karakuş ailesi 2006 yılında Erzurum’un Tekman ilçesinden İstanbul’a gelmiş. Güven Şişli Lisesi’nde son sınıfta okurken, bir yandan harçlığını çıkarmak için bir pimapencinin yanında çalışıyormuş. Ancak parasını doğru düzgün alamayınca işten ayrılmak istemiş.Patronu Mehmet Eker, Güven’i ölümünden bir gün önce arayıp tekrar işe çağırmış. Güven çalışmak için değil ama daha önce alamadığım paramı alırım düşüncesiyle son kez gitmiş işe. Gidiş o gidiş.

Anne Aysel Karakuş olayı şu şekilde anlatıyor; “Bu Mehmet Eker’ler arabayla çarşıdan almışlar oğlumu Evyap Lisesi’ne götürmüşler. Bize öğlenden sonra haber geldi, “oğlunun eli kesildi, gelin” diye. “Biz sonra öğreniyoruz ki Güven’im ölümle pençeleşiyor.” Aile olanlardan bihaber hastaneye koşuyor. Kötü haberi de o sırada öğreniyorlar. Anne Aysel Karakuş “oğlum nasıl öldü, kim getirdi, ne olmuş” dese de nafile, ne ilgilenen, ne de sorularını yanıtlayan biri var.

Aysel Karakuş olaydan hemen sonraki gün oğlunun öldürüldüğü Evyap Lisesi’ne gidiyor. Okuldaki hademelere soruyor, soruşturuyor; “Güven o gün malzemeleri taşımış işi bitmiş saat on gibi patrona bir telefon gelmiş, panik olmuşlar, onlar telefonda konuşurken Güven de hademeyle konuşuyormuş. Sonra bu patronlar apar topar birbirleri ardına düşmüşmüşler, Güven de herhalde paramı verin diye bunların peşine düşmüş. Sonra kavga çıkmış. Oğlumu dövüp, temizlik odasına kilitlemişler. Yalvarışını duyunca okulun temizlikçisi kadın kapıyı açmış, yaralı kaçmış Güven.”

Güven yaralı bir halde koşarak oturdukları mahalle meydanındaki polikliniğe gitmiş. Güven’in yaralı koştuğuna tanık olanlar varmış ama mahkemede tanıklık etmemişler. Hatta meydanda bulunan mobese kamerası dahil diğer dükkanların tüm kamera kayıtları silinmiş ve yok edilmiş. Anne, Derman Polikliniği’nde çocuğunun yaralı halde 4 saat bekletildiğini, Güven’in kendileri ve polis dahil kimseyi aramadığını, ama hastaneden de kimsenin onlara haber vermediğini söylüyor. Poliklinikte Güvenle ilgili hiçbir rapor düzenlenmeden Güven ambulansla Okmeydanı Hastanesi’ne sevk ediliyor.

Annenin anlattığına göre Güven Okmeydanı’na kaldırıldığı sırada Şengül Kömeç isimli bir kadın Güven’i görüyor ve bunu anneye anlatıyor. Kadın bana anlattı; “Hastanede oğlumun yanına doktorun geldiğini ve olayın nasıl meydana geldiğini sorduğunu, oğlum Güven’in ise o yaralı halde olmasına rağmen, eliyle patronu Eker’in yanında bulunan damadını işaret ettiğini onlar yaptı dediği söyledi.” Karakuş ailesi Okmeydanı hastanesine oğullarını görmek için gittiklerinde yanlarına gelen bir başka doktor da “teyze senin oğlunu darp etmişler bu işin peşini bırakma” demiş.

Bu sorumsuzluğa karşı Anne Karakuş polikliniğin sahibine kadar gitmiş ancak yardım bulacağına “Bu işin peşini bırak, burası Karadeniz, benim boğazıma bıçak dayadılar, sana da bir şey olursa sorumlusu ben değilim ” sözlerini işitmiş.

Tüm anlattıklarınız yani bu yaşananlar Mehmet Rıfat Evyap Anadolu Teknik Meslek Lisesi’nde gerçekleşiyor. Bu konuda Evyap patronu size bir açıklama yaptı mı? diye soruyoruz Anne Aysel Karakuş’a; “Evyap’ın patronuna da gittim belki yardım eder bu işi çözer diye, iş adamı ya anlattım derdimi, anlatmaz olaydım. İlk gittim sekreterleriyle konuştum, içeri almadılar resmi bir arabaya bindirip kapıma kadar getirdiler. Meğer benim oturduğum yeri, telefonumu her bir şeyi biliyorlarmış. Beni eve getiren de patronun oğluymuş.” diyor.

Bu olayın ardından Evyap’ın patronu Fikret Bey Anne Aysel Karakuş’u bizzat telefonla arıyor ve olayın ne şekilde olduğunu soruyor. Anne anlatıca Evyap’ın patronu “Ahh Hüseyin sen neyin peşindesin” diyor. Hüseyin Pişkin okulun müdürüymüş. “Ben üç ay önce bunun bir pisliğini daha temizledim” diye ekliyor.

Telefon konuşmasının sonrasında anne duyduklarına inanamamış; “Bu okulun namusuz müdürü Muş Hınıslı bir kıza da tecavüz etmiş, Evyap’ın patronu da aileye 40 bin lira para verip köyüne göndermiş” diyor. Bu telefon görüşmesinden sonra Evyap’ın patronu birkaç kez daha aramış Aysel Karakuş’u ama Karakuş patronun yardımcı olmayacağını anlamış ve açmamış telefonunu.

Peki sonra ne yaptınız sesinizi duyurmaya nasıl devam ettiniz, oğlunuzla ilgili hukuki herhangi bir gelişme yaşandı mı diye soruyoruz ancak annenin boğazında bir bir düğümleniyor sözler; “Mahkeme ifadeleri hep başka. Güven camın üzerine düştü boynu kesildi dediler, sonra iç kanamaya bağlı trafik kazası. Okul yapılırken her adım başına kamera koyuldu diye Fikret bey telefonda kendisi söyledi bana ama okulun her katında aslı duran kamera kayıtları ise bana bir türlü verilmedi. Karakol amiri Evren Kadıoğlu okulda kamera yok diye ifade verdi. Yani örtbas etmek istediler her şeyi.”

Defalarca Evyap Lisesi’ne gitmiş durmuş. Yine öyle bir zamanda okulun kameraları sökülürken müdürün ve öğretmenlerin konuşmalarını içeren bir CD bulup, çıkartıp, vermiş hakime. “Oğlumun boynuna tornavida sokmuşlar, darp etmişler hepsi bu CD’de var” diyor. Anne her mahkemeye sunmuş bu CD’yi ancak kabul ettirememiş. En sonunda bir savcı incelensin demiş o kadar.

Anne Aysel Karakuş’un gitmediği yer, çalmadığı kapı kalmamış; polise, karakollara, Hüseyin Çapkın’a Nimet Çubukçu’ya, Beşir Atalay’a, Abdullah Gül’e, başbakana kadar hepsine gitmiş. “Ama devletin adaleti yok! Ne çözümü oğlumu öldüren patronları bir kez bile gözaltına alıp da, sormadılar bile.”

Gittiği karakollarda Karakuş ailesi defalarca darp edilmiş; “dövüldüğümüze dair doktor raporları ve kamera kayıtları var. Bize polise mukavemetten dava açılırken, hiç kimseye soruşturma bile açılmadı.” Davayı soruyoruz Anne’ye; “Oğlumun ölümünü trafik kazası diyerek örtbas ettiler. Sonuç 3 sene 4 ay, o da para cezasına çevrildi” diyor. Acılı anne feryat ediyor; “paramız olsaydı, gücümüz olurdu belki başka olurdu o zaman. Bu Evyap Ayazağa’yı satın almış, bu semtte herkes ona çalışıyor,avukatları da, oğlumun dövüldüğüne tanık olan herkesi de paralarıyla bir bir satın aldılar.”

Anne Aysel Karakuş belki biçare olur diye Müge Anlı’nın programına kadar gitmiş ama onlar da kabul etmemişler. “Oyak Sitesi’nde Evyap’ın patronuyla yan yana oturuyorlarmış” diyor Anne.

Güven’in davası Yargıtay’da bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz diye soruyoruz; “Oğlumun kanı satılık değil ki devletin parasını istemiyoruz biz, tazminat peşinde de değiliz. Dört yıldır oğlumun fotoğrafıyla gezmedik yer, çalınmadık kapı bırakmadım. Yine yaparım, yapacağım.” diyor anne Aysel Karakuş.

Güven Karakuş’un ölümünün ardında bilinmeyen ve cevaplanmayan birçok soru var. Ancak Karakuş ailesi canı yanan her aile gibi bu cinayeti sadece “aydınlatmak” istiyor. “Oğlumun adı Güven’di. Benim Güven’im gitti. Güvenimle birlikte devlete de, polise de, doktora da, adalete de her şeye de güvenim gitti. Oğlumun katilleri bulunana kadar mücadele edeceğim.”

The post “Adalete GÜVEN’im Yok!” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/03/16/adalete-guvenim-yok/feed/ 0
Katliamı lanetleyen Paris’teki eyleme on binlerce kişi katıldı, dayanışma gösterdi https://meydan1.org/2013/01/28/katliami-lanetleyen-paristeki-eyleme-on-binlerce-kisi-katildi-dayanisma-gosterdi/ https://meydan1.org/2013/01/28/katliami-lanetleyen-paristeki-eyleme-on-binlerce-kisi-katildi-dayanisma-gosterdi/#respond Mon, 28 Jan 2013 10:21:11 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/28/katliami-lanetleyen-paristeki-eyleme-on-binlerce-kisi-katildi-dayanisma-gosterdi/ Üç Kürt kadının katledildiği infazın ardından Paris, bugüne kadarki en büyük Kürt gösterisine tanıklık etti. Onbinlerce kişinin katıldığı eylem aynı zamanda, Kürtlerle dayanışmanın da en güçlü örneklerinden biri oldu. Eyleme 50 dolayında kadın örgütü katılarak destek verdi. Fransız Komünist Partisi eyleme tam kadro katıldı ve güçlü mesajlar verdi. Fransa Komünist Parti (PCF) uluslararası ilişkiler sorumlusu […]

The post Katliamı lanetleyen Paris’teki eyleme on binlerce kişi katıldı, dayanışma gösterdi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Üç Kürt kadının katledildiği infazın ardından Paris, bugüne kadarki en büyük Kürt gösterisine tanıklık etti. Onbinlerce kişinin katıldığı eylem aynı zamanda, Kürtlerle dayanışmanın da en güçlü örneklerinden biri oldu.

Eyleme 50 dolayında kadın örgütü katılarak destek verdi. Fransız Komünist Partisi eyleme tam kadro katıldı ve güçlü mesajlar verdi. Fransa Komünist Parti (PCF) uluslararası ilişkiler sorumlusu Jacques Fath, partisi adına yaptığı coşkulu konuşmasında “Yenilen bir halk olmaz” dedi. Yeşillerden Montreuil Belediye Başkanı, Avrupa Parlamenteri Marie-Christine Vergiat, Kürdistan-Korsika Derneği yöneticisi Dominique Torre, Sosyalist Parti’den Creil Belediyesi gençlikten sor umlu başkan vekili Meral Jajan, senatör Michel Billout, Barış Hareketi temsilcisi ve daha birçok isim yürüyüşte hazır bulundu. Türkiyeli farklı sosyalist yapılar da eyleme katılarak Kürtlerin acısını paylaştı ve “halklararası dayanışma” mesajı verdi.

Paris’te infazın faillerinin bir an önce bulunması ve hesap sorulmasının istendiği eylem Kürt siyasi camiası açısından da en geniş katılımlı eylemlerden biri oldu. BDP Eş Genel Başkanları Gültan Kışanak ve Selahattin Demirtaş, DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, milletvekili ve Leyla Zana, Kongra Gel Başkanı Remzi Kartal, KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar, KNK Başkanı Tahir Kemalizade, Ezidi ve Alevi örgütleri yöneticileri, İslami hareket, Kürdistan Komünist Partisi de eylemin katılımcıları arasındaydı.
Aysel Tuğluk yaptığı konuşmada “Bu arkadaşlarımız, özgürlüğe yürüyüşün özgür kadın olmanın halkının mücadelesini yürütme inadıydı, isyandı, direnişti, mücadeleydi bu arkadaşlarımız” dedi.

The post Katliamı lanetleyen Paris’teki eyleme on binlerce kişi katıldı, dayanışma gösterdi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/28/katliami-lanetleyen-paristeki-eyleme-on-binlerce-kisi-katildi-dayanisma-gosterdi/feed/ 0
Hêrsa komkujîyê berdewam dike https://meydan1.org/2013/01/28/hersa-komkujiye-berdewam-dike/ https://meydan1.org/2013/01/28/hersa-komkujiye-berdewam-dike/#respond Mon, 28 Jan 2013 10:10:05 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/28/hersa-komkujiye-berdewam-dike/ Üç Kürt Kadın Suikastle Katledildi Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez’in Fransa’nın başkenti Paris’te vahşice katledilmesi üzerine İstanbul’da birçok kadın örgütü bir araya geldi. Anarşist Kadınlar da bu katliamı lanetlemek adına kara mor bayraklarıyla katledilen Kürt kadınları için yürüyüşe katıldı. Demokratik Özgür Kadın Hareketi’nin çağrısıyla Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen kadınlar, Fransız Konsolosluğu’na yürüdü. Kadınlar […]

The post Hêrsa komkujîyê berdewam dike appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Üç Kürt Kadın Suikastle Katledildi

Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez’in Fransa’nın başkenti Paris’te vahşice katledilmesi üzerine İstanbul’da birçok kadın örgütü bir araya geldi. Anarşist Kadınlar da bu katliamı lanetlemek adına kara mor bayraklarıyla katledilen Kürt kadınları için yürüyüşe katıldı. Demokratik Özgür Kadın Hareketi’nin çağrısıyla Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen kadınlar, Fransız Konsolosluğu’na yürüdü. Kadınlar “Katlederek bitiremezsiniz”, “Katil Devlet hesap verecek”, “Jin, Jiyan, Azadî”, “Katiller bulununcaya kadar alanlardayız” sloganlarıyla, ellerinde katledilen kadınların fotoğraflarıyla birlikte yürüyerek konsolosluğun önüne siyah çelenk bıraktılar. “Kadın özgürlük mücadelesini katlederek bitiremezsiniz” yazılı pankartın açıldığı yürüyüşün ardından basın açıklaması gerçekleştirildi. DÖKH adına açıklama yapan Duygu Koçak, Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in katledilmesini Kürt özgürlük ve kadın özgürlük mücadelesinin yanı sıra, barış girişimlerine yönelik bir saldırı olarak değerlendirdi. BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel de yaptığı konuşmada, öfkelerinin çok büyük olduğunu belirterek, “Onların mücadelesi sadece Kürt kadın hareketinin değil, dünya ve Türkiye kadınlarının da mücadelesidir. Şimdi mücadelemizi daha güçlü devam ettireceğiz ve biz kadınlar bu saldırının hesabını soracağız” dedi.

The post Hêrsa komkujîyê berdewam dike appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/28/hersa-komkujiye-berdewam-dike/feed/ 0
Devlet için teferruat olanlara ADALET yok! https://meydan1.org/2013/01/24/devlet-icin-teferruat-olanlara-adalet-yok/ https://meydan1.org/2013/01/24/devlet-icin-teferruat-olanlara-adalet-yok/#respond Thu, 24 Jan 2013 11:13:36 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/24/devlet-icin-teferruat-olanlara-adalet-yok/ 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan halk oylamasında kabul edilen 26 maddelik anayasa değişiklikleri arasında yer alan “vatandaş ile devlet arasındaki anlaşmazlıkları çözümlemeyi amaçlayan” ombudsmanlık sistemi, daha başlarken devletin ne menem bir şey olduğunu gözler önüne serdi. Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in hedef gösterilmesine neden olan TCK’nın “Türklüğü aşağılama” başlıklı 301. maddesinden suçlu bulunmasına […]

The post Devlet için teferruat olanlara ADALET yok! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
12 Eylül 2010 tarihinde yapılan halk oylamasında kabul edilen 26 maddelik anayasa değişiklikleri arasında yer alan “vatandaş ile devlet arasındaki anlaşmazlıkları çözümlemeyi amaçlayan” ombudsmanlık sistemi, daha başlarken devletin ne menem bir şey olduğunu gözler önüne serdi. Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in hedef gösterilmesine neden olan TCK’nın “Türklüğü aşağılama” başlıklı 301. maddesinden suçlu bulunmasına ilişkin kararda imzası bulunan 18 Yargıtay hâkiminden biri olan Mehmet Nihat Ömeroğlu, Kamu Başdenetçisi (Ombudsman) seçildi.
Bu, bir yandan öldürten ama diğer yandan da hakkını arıyormuş gibi gösteren kirli bir tezgâhtan başka bir şey değil elbette. Bu atamaya yönelik eleştiriler ise “komik” gerekçelerle sulandırıldı: Meğerse o hakimin, o hakim olduğunu bilmiyorlarmış!

Oysa, kimin kim olduğu çok net ortada. 1915 Soykırımının sorumluları ve bizzat uygulayıcısı olanların yıllar sonra meclis sıralarına dek yükselmiş olması, elbette ki bir tesadüf değil. “Vatan mevzubahis olunca gerisi teferruattır” sözü yalnızca bir vecize değil, belki bu devletin temelini oluşturan bir düstur. Hatta tüm kanun ve kuralların ve hatta anayasaların üzerinde bir ferman. Bu topraklarda yaşamanın bir bedeli var Türk soyundan olmayanlar için. Ya kendi özbenliklerini, özkültürlerini, özinançlarını inkar edecekler ve Türkleşecekler ya da bu toprakları terk edecekler.

Aksi halde devlet kimi zaman açık kimi zaman da gizli yol ve yöntemlerle ya birey birey ya da topluca “bu meselenin hallonulması” için gereğini yapacaktır. Çünkü “vatan toprağı kendi kaderine terkedilemez”.

Devlet için ve bir anlamda da devlet olarak katliam yapan isimler arasında hemen aklımıza güpegündüz 7 devrimciyi öldüren Haluk Kırcı, Bahçelievler Katliamını gerçekleştiren Abdullah Çatlı, bin operasyon yaparak yüzlerce kişiyi gözaltında kaybeden, binlerce kişinin ölümüne neden olan Mehmet Ağar, gazeteci Abdi İpekçi’yi öldüren Mehmet Ali Ağca geliyor.
Ama her defasında, bir şekilde devlet, bu tür katliamları ne tam ne de resmi olarak sahiplenir, ne de tam olarak sorumluların açığa çıkarılmasına katkı sunar. İkili bir yol izler. Hrant Dink’in öldürülmesi olayında da böylesi bir süreç işlemiştir. Silahı kullanan Ogün Samast, “fail” olarak yakalanmış ama kendisini yakalayan polislerle verdiği o meşhur poz öylesine belleklere kazınmıştır ki, bir “katil”den çok bir “vatan kahramanı” olarak sunulmuştur.
Aynı dönemde Necdet Menzir’in “olayın arkasında siyasi bir yan yok, tamamen milliyetçi hassasiyetlere mensup biri tarafından işlenmiş” türünden açıklamalar, sonrasında farklı farklı ortaya çıkacak “hassasiyetler” konusunda bir milat teşkil etmektedir. O hassas insanlar en son, bir Kürt düğününü basacak kadar ileri gidebilmişlerse, bu, bizzat devletin himayesinde gelişen ve şekillenen bir durumdur elbette.

Devlet, türlü yalanlarla katliamlarını gizleyedursun, çok açıktır ki, Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in annesinin Ermeni olduğu haberini gazetesinde yayınlayan Hrant Dink‘in öldürülmesi, tamamen planlanmış, böylece hem Sabiha Gökçen’in intikamı alınmış, hem Türklüğe hakaret etmenin cezasının boyutları gösterilerek ırkçı-milliyetçi ruhlar okşanmış, hem de farklı görüşler dillendirmeye başlayanlara da bir gözdağı vermek amaçlanmıştır.

Ve 1915 Soykırımı’nın sorumluları ve bizzat uygulayıcısı olanların dahi yıllar sonra mecliste olması, asıl katliamcının devletin kendisi olduğunun en somut göstergesidir. 1938 Dersim olaylarının sorumluları arasında, ilginçtir, gene Sabiha Gökçen’in ismini görüyoruz. Sabiha Gökçen bu kez kullandığı uçakla Dersim Alevileri’nin üzerine bombalar ve zehirli gazlar yağdırmakta, bu yaptığına karşılık olarak da ismi bir havaalanına verilmiştir.

Bugün de Ogün Samast, yaşı küçük kabul edilerek az bir cezaya çarptırılarak “adaletin sağlandığı” düşüncesi yayılmaya çalışılıyor. Bu haliyle dosyanın kapanması planlanıyor. Görev yaptığı dönemde binlerce faili meçhul ölümün birinci dereceden sorumlusu olan Mehmet Ağar, tüm bu yaptıklarına rağmen kendi yatacağı cezaevini seçebiliyorsa, aslında Hrant Dink’i 301. maddeden hedef gösteren ve öldürülmesine neden olan bir hâkimin “vatandaş ile devlet arasındaki anlaşmazlıkları çözümlemeyi amaçlayan” bir göreve, ombudsmanlığa getirilmesi de gayet olağandır.

Şaşkınlığımız, bu hakimin nasıl ombudsman olduğuna değil, bu hakimin görev yaptığı saraylarda adalet arayanlaradır.

The post Devlet için teferruat olanlara ADALET yok! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/24/devlet-icin-teferruat-olanlara-adalet-yok/feed/ 0