kavga – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sat, 28 Apr 2018 09:01:35 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Değişen Tek Şey Futbol Değil – Oğuz Arıcan https://meydan1.org/2018/04/28/degisen-tek-sey-futbol-degil-oguz-arican/ https://meydan1.org/2018/04/28/degisen-tek-sey-futbol-degil-oguz-arican/#respond Sat, 28 Apr 2018 09:01:35 +0000 https://test.meydan.org/2018/04/28/degisen-tek-sey-futbol-degil-oguz-arican/ 20 sene öncesine kadar oynanan maçlarda, derbi bile olsa, iki rakip takımın taraftarları yarı yarıya doldururdu tribünleri. Hatta yan yana, omuz omuza izlenirdi maçlar. Şimdilerde ise futbol otoritelerinin (bu otoritelerin aynı zamanda büyük holding sahipleri ve siyasal iktidardan kimseler olduğunu ekleyelim) yaratmış olduğu bir kültürün ortasında dönüyor tüm oyun. Futbola artık oyun denebilirse… Rakip takımın […]

The post Değişen Tek Şey Futbol Değil – Oğuz Arıcan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

20 sene öncesine kadar oynanan maçlarda, derbi bile olsa, iki rakip takımın taraftarları yarı yarıya doldururdu tribünleri. Hatta yan yana, omuz omuza izlenirdi maçlar. Şimdilerde ise futbol otoritelerinin (bu otoritelerin aynı zamanda büyük holding sahipleri ve siyasal iktidardan kimseler olduğunu ekleyelim) yaratmış olduğu bir kültürün ortasında dönüyor tüm oyun. Futbola artık oyun denebilirse… Rakip takımın taraftarlarına %5’lik kota konuşuluyor şimdilerde, bahsettiğim otoritelerin kontrolündeki medya mecralarında.

Kavga, yaralama ve hatta cinayet gibi taraftarlar arasındaki fanatizm ve holigan kültürün sonuçlarından dem vurularak %5’lik kota haklılaştırılmaya çalışılıyor. Futbol oyununda geldiğimiz pozisyon bu.

İngiltere’de, Middlesbrough ve Sunderland gibi takımlarda oynamış eski futbolcu Brian Clough’a, holiganizm hakkında ne düşünüyorsunuz diye sorduklarında verdiği yanıt: “Holiganlar mı? Öncelikle 92 kulübün başkanı var.” Bu kültürün kimlerin eliyle yaygınlaştırılmaya çalışıldığının en güzel ifadesi bu.

Evet, artık bu “oyunu” izleyenler, futbolu sadece kendi tuttuğu takımdan ibaret görerek sahadaki milyon dolar koşturucuların rekabet, hırs ve bencillik kültüründen etkileniyor. Ve evet, fanatizmi sadece buna benzer nedenlerle açıklamak yeterli değil. Tribündekilerin psikolojisinden ekonomik durumlarına, içinde bulunulan siyasal sürecin yansımalarına varıncaya birçok neden var.

Ancak kenara atılmayacak şey ise, izlenilen şeyin ne olduğuyla ilgili. İnsanlar sahada, ne Metin Oktay’ı, ne Can Bartu’yu ne de Baba Hakkı’yı izliyor. İnsanlar, ceplerine sığamayacak kadar, harcayamayacakları kadar çok para kazananları ve onları koşturanları izliyor. Hepsinin “aşık olduğu” renk aynı, paranın yeşili.

Bunu bilen ve futboldan gram anlamayan ya da zevk almayan, tek amaçları kazandıkları kirli paraları devlet nezdinde, milyonlarca taraftarın gönül verdiği renklerin gölgesinde aklamak olan ve hatta yönettikleri kulüplerin kasasından milyonlar çalanlar belki çoğumuzun hayatı boyunca göremeyeceği kadar büyük paralarla satın alıyor bu futbolcuları.

Ortada böyle bir oyun var işte.

90’ların meşhur muhabbetlerinden biridir; “milli takım” oynadığı bir maçta ya da turnuvada kazandıysa “ekmeğe, mazota veya elektriğe zam geliyor, hazırlıklı olun” denirdi. Şimdi ise, bir Fenerbahçe-Beşiktaş derbisi öyle bir oturuyor ki gündeme; savaşlar, işgaller, kurulması planlanan ölümcül nükleer santraller veya binlerce taşeron işçinin politik nedenlerden dolayı işten çıkarılması gibi gündemler birden siliniyor hafızalardan.

Bu da oyunun diğer parçası…

%5’lik deplasman kotası tartışmalarında gözden kaçırılanlardan bahsedeyim dedim. Futbolun son 20 yıldaki değişimi var bu güncel tartışmanın içinde. Kombine kart alabilmek için kredi çeken ve bu krediye neredeyse yarı oranında faiz ödemek için önüne koyulan sözleşmeyi imzalayan taraftarın değişimi ve önüne koyulan kontrata imza atmak için milyonlar isteyen futbolcular ve yöneticilerin değişimi var.

Oğuz Arıcan

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 45. sayısında yayınlanmıştır.

The post Değişen Tek Şey Futbol Değil – Oğuz Arıcan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/04/28/degisen-tek-sey-futbol-degil-oguz-arican/feed/ 0
ABD’de Hapishane Kavgası https://meydan1.org/2018/04/16/abd-de-hapishane-kavgasi/ https://meydan1.org/2018/04/16/abd-de-hapishane-kavgasi/#respond Mon, 16 Apr 2018 11:46:30 +0000 https://seninmedyan.org/?p=35578 ABD’nin South Carolina eyaletindeki bir hapishanede çıkan kavgalarda 7 kişi yaşamını yitirdi, 17 kişi yaralandı. Pazar gününden itibaren devam eden kavgaların üç farklı birimde yaşandığı, hapishane yönetimi tarafından yapılan açıklamada vurgulandı. ABD de bulunan hapishanelerde buna benzer kavgaların sık yaşandığı ve hapishane yönetiminin bu kavgalar için herhangi bir önlem almadığı, böylelikle “sıkıntılı” hapishanelerde kontrolü bu […]

The post ABD’de Hapishane Kavgası appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

ABD’nin South Carolina eyaletindeki bir hapishanede çıkan kavgalarda 7 kişi yaşamını yitirdi, 17 kişi yaralandı. Pazar gününden itibaren devam eden kavgaların üç farklı birimde yaşandığı, hapishane yönetimi tarafından yapılan açıklamada vurgulandı.

ABD de bulunan hapishanelerde buna benzer kavgaların sık yaşandığı ve hapishane yönetiminin bu kavgalar için herhangi bir önlem almadığı, böylelikle “sıkıntılı” hapishanelerde kontrolü bu yöntemle sağladığı  bilinen bir gerçek.

The post ABD’de Hapishane Kavgası appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/04/16/abd-de-hapishane-kavgasi/feed/ 0
Özgürlük Çığlıklarımızı Duyacaksınız! – Gizem Şahin https://meydan1.org/2018/03/01/ozgurluk-cigliklarimizi-duyacaksiniz-gizem-sahin/ https://meydan1.org/2018/03/01/ozgurluk-cigliklarimizi-duyacaksiniz-gizem-sahin/#respond Thu, 01 Mar 2018 12:43:13 +0000 https://test.meydan.org/2018/03/01/ozgurluk-cigliklarimizi-duyacaksiniz-gizem-sahin/     Zaman öyle bir zaman, yer öyle bir yer ve biz öyle bir adaletsizliğin içindeyiz ki… Biri çıkıyor ve bir anda yaşamımızı elimizden alıyor; gülüşümüzü, umutlarımızı, hayallerimizi. O biri kim, bunu neden yapıyor, hangi hakla bizim hayatımızı elimizden alıyor, onu kim-neden koruyor? Nasıl oluyor da tecavüzcüler, katiller hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ederken, […]

The post Özgürlük Çığlıklarımızı Duyacaksınız! – Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

 

Zaman öyle bir zaman, yer öyle bir yer ve biz öyle bir adaletsizliğin içindeyiz ki… Biri çıkıyor ve bir anda yaşamımızı elimizden alıyor; gülüşümüzü, umutlarımızı, hayallerimizi. O biri kim, bunu neden yapıyor, hangi hakla bizim hayatımızı elimizden alıyor, onu kim-neden koruyor? Nasıl oluyor da tecavüzcüler, katiller hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ederken, yaşamları çalınan biz kadınların çığlıklarına toplumun büyük kesimi sessiz kalıyor? Katledilişimiz nasıl duyulmaz, görülmez, konuşulmaz oluyor?Gün Geçmiyor ki…

Antalya’da bir kadın, dördüncü derece kolon kanseri. Evinde kemoterapinin etkisiyle baygın yatarken eşi tarafından tecavüze uğruyor defalarca. Yaşadıkları yüzünden kolon kanseri ilerliyor. Aynı erkek 1,5 yıl boyunca kızına da tecavüz ediyor. Çocuğun kuyruk sokumunda basit tıbbi müdahaleyle giderilemeyecek derecede bir ekimoz oluşuyor. Kadın bütün bunlara son verebilmek için şikayetçi oluyor ve polislerden “kocana iftira atma” cevabını alıyor. “Şikayetçi değil” yazıyorlar tutanaklara, “Çocuğu sevmiştir o, senin düşündüğün gibi bir şey değildir.” diyorlar. Tecavüzcü serbest bırakılıyor.

Esenyurt’ta biri 3 diğeri 5 yaşında olan kardeşler parkta oynarken bir erkek geliyor. Dondurma alarak 3 yaşındaki çocuğu yanına çağırıyor, diğer kardeşi yanlarından uzaklaştırıyor. 3 yaşındaki çocuğu parkın köşesine çekip tecavüz ediyor. “Alkollüydüm. Dondurma aldım ama tecavüz etmedim. Bana iftira atıyorlar” diyor. Tecavüze uğrayan çocuğun hali, devletin adaletinin ne kadar umurundadır, bilinmez ama devletin erkeğin halini önemsediği aşikar. Tecavüzcü “iyi hal”den 2 yıl 4 ay indirim alıyor.

Adana’da bir erkek -davetlisi bile olmadığı- bir düğüne gidip herkes dışarıdayken düğün evine giriyor. Evde uyuyan 3 yaşındaki çocuğa tecavüz ediyor. Polisler tecavüzcüye çelik yelek giydirip çarşaflara sarıyor korumak için. Öfkeyle toplanıp yürümek, tecavüzcüden hesap sormak isteyen ailenin yolu polisler tarafından kesiliyor.

70 yaşında bir kadın, adres sorduğu bir erkeğin tecavüzüne uğruyor. Tecavüzcü, kadının maaş kartlarını ve üzerindeki eşyaları da çalıyor.

Bağcılar’da bir kadın canlı bomba olduğu iddiasıyla infaz ediliyor. Canlı bomba diyorlar, ama evde akrabaları ile otururken katlediliyor. Otopside bedeninden 15 mermi çıkıyor. Anne sütü olmadan yapamayacak, yaşayamayacak yaştaki küçücük çocuğu kalıyor geride.

17 aylık bir bebek, uyku şurupları içirilip tecavüze uğruyor; beyninde ödem oluşuyor, ayaklarında insan ısırığı ile oluşan, kollarında sigara yanıklarından kaynaklı yaralarla hastaneye kaldırılıyor. Tecavüzcüler “Çok neşeli bir bebekti, ne zaman çağırsak kucağımıza oturuyordu, tahrik olduk.” diyor.

6 yaşında bir çocuk babasının akrabası tarafından defalarca tecavüze uğruyor, sonra katlediliyor. Cansız bedeni bir ormanda bulunuyor.

21 yaşında bir kadın evine internet bağlantısı kurmaya gelen biri tarafından koli bandı ile bağlanıp tecavüze uğruyor, ardından elleri kolları bağlı bir halde katlediliyor.

20 yaşında bir kadın evine dönerken dolmuştaki herkes inince yalnız kalıyor. 3 erkeğin tecavüzünün ardından katlediliyor ve bedeni yakılıyor.

Şişli’de Erasmus öğrencisi bir kadın yolda yürürken bir erkek tarafından saldırıya uğruyor. Hiç tanımadığı erkek onu yerlerde sürüklüyor, defalarca vuruyor ve hemen kaldırımın yanındaki caminin 4 metrelik duvarından aşağı atıyor. Onun ardından caminin duvarını hızlıca aşan erkek cami avlusuna düşmesiyle beli kırılan o kadına tecavüz ediyor.

23 yaşında bir trans kadın birden fazla erkeğin tecavüzüne uğruyor, bedeninde yoğun şiddet ve işkence izleri oluşuyor. Yakılarak katledilmiş bir şekilde ormanlık alanda bulunuyor.

Çekmeköy’de hemşire bir kadın nöbetten çıkıp evine gitmek için bindiği belediye otobüsünde bir erkek tarafından şort giydiği gerekçesiyle tekmeleniyor. Tekme atan erkek için, “kasten yaralama, özgürlüğün kısıtlanması” suçlarından 9 yıl hapis isteniyor. Ama erkek serbest bırakılıyor.

Ümraniye’de bir kadın bir otelin girişinde defalarca bıçaklanarak katlediliyor. Kamera kayıtlarında otelin girişinde üç kişinin olduğu, katil bıçağı montunun içinden çıkardığı anda herkesin kaçtığı ve videonun süresi boyunca kadının yaşamak için çabalayışı, sonra gittikçe azalan sesi ve kesilen soluğu görülüyor.

Erkeklik Çukuru

Erkeklik bir çukur gibi… Birinin “dilime dolanmış” diyerek geçiştirdiği küfrü, diğerinin kendisine uymayanı yok etmesini buyuran ahlak anlayışı, bir başkasının masum gördüğü “erkek adam sahiplenir” diyerek sürdürdüğü kıskançlığı, ötekinin evli olduğu kadına gerçekleştirince normal gördüğü tecavüzü bu çukurda birleşiyor ve derinleşiyor.

Birçoğumuz bu çukurlara takılmama umuduyla yaşıyoruz. Akşam eve erken gidiyoruz tenha sokaklarda karanlığa kalmamak için. Ailemizdeki erkekler ne derse yapıyor bazılarımız. Evlenmemeyi tercih eden de vardır aramızda. “Eteğim çok kısa olmasın, rujum çok belli olmasın.” diyenler de vardır mutlaka. Bu çukurlara takılmamak için yolu ne kadar değiştirirsen değiştir, bir çukur çıkıveriyor bir anda karşımıza. Çünkü erkek egemen algı, “Çok neşeli bir bebekti, ne zaman çağırsak kucağımıza oturuyordu, tahrik olduk” diyecek kadar “erk”ektir.

Erkek devletin erkek adaleti yine erkeği kollar. O kocaman çukurlar, dümdüz yol gibi gösterilir büyük bir çabayla. Öyle ya, nasıl olur da kızına tecavüz eden bir baba -hiçbir şey olmamış gibi- aramızda dolaşır? Köpeği bağlayıp tecavüz etmeye çalışan bir adam, şimdi her günkü gibi bir yerlerde oturmuş yemeğini yiyordur. Tecavüze uğrayıp katledilen kadın trans mıdır? Katledenin serbest kalması bir yana, “aferin” bile alır erkeklikten. Çare olamayacağını bile bile savcılıktan yardım isteyen bir kadın, “boşanmış” diye koruma talebi reddedilince, 11 yerinden bıçaklanır. Erkek adalet, bir kadının daha katledilmesine göz yumar, katilin 26 santimetrelik bıçağının yasalara uygun olduğunu bile söyler. Biz kadınların katledilişi görülmez, duyulmaz, konuşulmaz.

Birçokları şiddete maruz kalan üst komşusunun çığlıklarını duymuyor, defalarca bıçaklanarak katledilen bir kadının çığlıklarını duymazdan geliyor, otobüste gözünün önündeki tacizi görmüyor, bir erkek tarafından katledilmiş bedeni yerde cansız yatan kadını görmezden gelerek yanından geçip gidebiliyor. Bir bebeğin tecavüzcüsünü affedecek kadar unutkan, 13 yaşında hamile kalan bir çocuğun yaşadıklarını umursamaz hale gelebiliyor. Biz kadınlarsa evin babası, abisi, mahallenin delikanlıları, statü sahibi devlet yetkilileri, öğretmenler, profesörler, polisler, siyaset adamları, eski sevgililer, eşler, erkek kuzenler, amcalar tarafından katlediliyor; tacize, tecavüze uğruyoruz. Çığlıklarımızdan çok sonra duyuluyor sesimiz. Bir zaman sonra da unutuluyoruz.

Bu Kavga Bizim Kavgamız

Kavga etmek zorundayız çünkü, erkeklik denilen şey yaşamımızı elimizden almak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Bu erkeklik öyle uzun süredir var ve öyle saldırgan ki, ona karşı kavga etmeden yaşayabilmemiz imkansız.

Bizim kavgamız çığlık atmakla başlar. Yaşamlarımızı çalmaya çalıştıkları o an var ya hani; yemek yok diye dövüldüğümüz, bacaklarımız gözüküyor diye taciz edildiğimiz, tecavüze uğradığımız, eşiyiz diye cinsel işkenceye maruz kaldığımız, namusu temizlensin diye katledildiğimiz o anlardan bahsediyorum. İşte o an, hepimiz çığlık atarız. O çığlık umuttur çünkü, kurtuluştur bizim için.

Erkeklik çukuruna ayağımız takılmadan, kendi başımıza gelmesini beklemeden önce bu kavgaya tutuşmalıyız. Çünkü yaşamı çalınan “o kadın” değil sadece. Sensin, benim, biziz. Özgürlüğümüz için atılan bu çığlıklar bizim çığlıklarımız, bu kavga bizim kavgamız…

Gizem Şahin

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 44. sayısında yayınlanmıştır.

The post Özgürlük Çığlıklarımızı Duyacaksınız! – Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/03/01/ozgurluk-cigliklarimizi-duyacaksiniz-gizem-sahin/feed/ 0
Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referanduma Dair Yayınlanan 3. Bildirisi https://meydan1.org/2017/07/14/devrimci-anarsist-faaliyetin-referanduma-dair-yayinlanan-3-bildirisi/ https://meydan1.org/2017/07/14/devrimci-anarsist-faaliyetin-referanduma-dair-yayinlanan-3-bildirisi/#respond Fri, 14 Jul 2017 10:54:32 +0000 https://test.meydan.org/2017/07/14/devrimci-anarsist-faaliyetin-referanduma-dair-yayinlanan-3-bildirisi/ REFERANDUMA DAİR 3: EKMEK İÇİN KAVGAYA, ADALET VE ÖZGÜRLÜK İÇİN DEVRİME! Trafikte sıkıştın, işe geç kaldın, izin almadan işe geç kalmak yasak. Uyarırlar, maaşından yarım gün kesinti yaparlar. Mola hakkın, çıkmak istedin; izin almadan molaya çıkmak yasak. Arkadaşın, dostun, akraban geldi; gidip konuşmak yasak. Telefon çaldı, telefonla konuşmak yasak. Maaşını kesintili aldın, kesintiyi sormak yasak. Hakkın çalındı, direnmek yasak. Senin […]

The post Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referanduma Dair Yayınlanan 3. Bildirisi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

REFERANDUMA DAİR 3:

EKMEK İÇİN KAVGAYA, ADALET VE ÖZGÜRLÜK İÇİN DEVRİME!

Trafikte sıkıştın, işe geç kaldın, izin almadan işe geç kalmak yasak. Uyarırlar, maaşından yarım gün kesinti yaparlar. Mola hakkın, çıkmak istedin; izin almadan molaya çıkmak yasak. Arkadaşın, dostun, akraban geldi; gidip konuşmak yasak. Telefon çaldı, telefonla konuşmak yasak. Maaşını kesintili aldın, kesintiyi sormak yasak. Hakkın çalındı, direnmek yasak. Senin gibi işçilerin 1886’da başlattığı kavga senin günün olmuş, o gün Taksim Meydanı yasak. Taksim Meydanı; çünkü senin gibi işçiler 1977’de milyonlar olup doldurmuşlar bu meydanı. Korkan iktidarlar 34 işçiyi katletmiş, senin gününde seni katletmişler. Ondan yaşadığımız toprakların 1 Mayıs Meydanı TAKSİM MEYDANI olmuş.

Bir başka meydanda, 1886’da Haymarket Meydanı’nda başlamış bu kavga. Anarşist işçilerin örgütlediği on binler, yüz binler Haymarket Meydanı’nı GÜNDE SEKİZ SAAT ÇALIŞMAK için doldurmuşlar. Meydan tıka basa dolmuş, işçilerin sesi gür, öyle haykırmışlar ki günde sekiz saati patronlar korkmuş, kolluk kuvvetleriyle saldırmışlar bize. Yaralanmışız, ölmüşüz o gün. Korkaklara yetmemiş bu katliam. Mitingi örgütleyen anarşistleri aramışlar atölye atölye, fabrika fabrika. Yaklaşık iki sene sonra yargılamışlar bir çoğunu ve asmışlar 4’ünü. İşte 1 Mayıs’ın kavgası böyle başlamış tarihte.

1886’dan 1977’e her yasağa, her yasağın cezasına rağmen örgütlenen işçiler, günde sekiz saat kavgasının şiarıyla daha adil, daha özgür, paylaşma ve dayanışmayla dolu bir dünya için çıkmışlar meydanlara. Mesele meydanın adı değil. İçinde bulunduğun zamanda, o meydanın adının anlamının ne olduğudur. Son seçim safsatasında herkesi “Hayır” demeye çağıranların, şimdi “Taksim Yasak Bakırköy’e” diyen iktidara Evet demesi, olsa olsa parlamenter bir stratejidir. Biz DEVRİMCİ ANARŞİST FAALİYET olarak Parlamenterlerle devrimcilerin ayrışması gerektiğini, Referanduma Dair 2. bildiri ile yayınlamıştık. Şimdi bu ayrışma başlamıştır.

Bir oy olan Hayır değil; bir reddediş, bir karşı koyuş, bir özgürlük, bir devrim olan HAYIR’ı haykırmak için herkesi 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’na çağırıyoruz.

Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Anarşizm!
Anarşist Devrime Faaliyetle!

Devrimci Anarşist Faaliyet

Bu yazı meydan1.org’da yayınlanmıştır. 

The post Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referanduma Dair Yayınlanan 3. Bildirisi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/07/14/devrimci-anarsist-faaliyetin-referanduma-dair-yayinlanan-3-bildirisi/feed/ 0
Üniformaların ve Sirenlerin Uzağında https://meydan1.org/2016/05/06/uniformalarin-ve-sirenlerin-uzaginda/ https://meydan1.org/2016/05/06/uniformalarin-ve-sirenlerin-uzaginda/#respond Fri, 06 May 2016 13:22:37 +0000 https://test.meydan.org/2016/05/06/uniformalarin-ve-sirenlerin-uzaginda/ Gürültünün, seslerin, sirenlerin, kalabalığın, bitmek bilmeyen tartışmaların, kavgaların, üniformaların uzağında olma isteğiyle yola çıkan 3 kadının sessizliği, birlikteliği, birliği anlama çabasının konu edildiği “Üniformaların ve Sirenlerin Uzağında” adlı performansın ilk sahnelenmesi önümüzdeki günlerde olacak. Konsepti ve koreografisi Serenay Oğuz tarafından yapılan Üniformaların ve Sirenlerin Uzağında’da Ece İnan, Ezgi Bilgin ve Serenay Oğuz’un performanslarını izleyeceğiz. Biz […]

The post Üniformaların ve Sirenlerin Uzağında appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydasn Gazetesi- Üniformaların ve Sirenlerin Uzağında

Gürültünün, seslerin, sirenlerin, kalabalığın, bitmek bilmeyen tartışmaların, kavgaların, üniformaların uzağında olma isteğiyle yola çıkan 3 kadının sessizliği, birlikteliği, birliği anlama çabasının konu edildiği “Üniformaların ve Sirenlerin Uzağında” adlı performansın ilk sahnelenmesi önümüzdeki günlerde olacak. Konsepti ve koreografisi Serenay Oğuz tarafından yapılan Üniformaların ve Sirenlerin Uzağında’da Ece İnan, Ezgi Bilgin ve Serenay Oğuz’un performanslarını izleyeceğiz. Biz de Meydan Gazetesi olarak, bu performansı gerçekleştiren 3 kadın dansçıdan biri olan Serenay Oğuz ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Meydan: Merhaba. Öncelikli olarak “Üniformaların ve Sirenlerin Uzağında” ismini verdiğiniz dans performansını neleri düşünerek oluşturduğunuzu söyleyebilir misin?

Serenay Oğuz : Dünyanın gürültülü, kalabalık, sürekli konuşuyor ve birbiriyle kavga ediyor olma halini düşünerek, önce kafamızda bir distopya yarattık. İnsanların hiç susmadığı ve sürekli konuştuğu, uyurken bile, nefes almadan, hiç durmadan konuştuğu ve bunun felaketle sonuçlandığı bir dünya. Aslında yaşadığımız dünyaya çok benzeyen… Burada bir dil var. Bu dili yaratan iktidar, erillik, kitle gibi kavramlar var. Bunun karşısına ne koyabiliriz dedik ve böylece bir sessizlik arayışı, yani bu performans yavaş yavaş oluşmaya başladı.

Performansı üç kadın olarak hazırlamanızın özel bir nedeni var mı? Ve biraz da performansı oluşturma sürecinden bahseder misin?

Kadın kimliği buna bir şeyler katıyor elbette. Üç kadın bir araya geldik ve birlikte bir yolculuğa başladık, ne üretebiliriz dedik. Biz bir aradayız, hepimizin dertleri var, söylemek istediğimiz şeyler var, ama bunu da bildiğimiz dille söylemek istemiyoruz, zaten onu reddediyoruz. Yani sadece üniformalar ve sirenler değil, bütün bunların uzağında olma isteği var. Özetle, biz üç kadınız, bir “dur” anı arıyoruz. O sürece teslim olmayı denedik aslında ve süreç bizi kendiliğinden buraya getirdi.

Tanıtım metninde “birlikteliği, birliği anlamaya çalışmaktan” bahseden bu performans, izleyicisine neyi aktarmayı amaçlıyor?

Çalışmaya başladıktan sonra bir anda çok benzer dertleri olan insanları görmeye başlıyoruz. Belki algımızı oraya açtığımız için, belki de kolektif farkındalık diye bir şey var, bilmiyorum. Özellikle “biz” kavramıyla ilgili son zamanlarda çok fazla çalışma var. Biz olmak galiba dünyanın her yerinde aynı, o hissiyatı yakalamak.

İstedim ki yaptığımız iş bir tablo gibi olsun, insanlar her baktığı yerden kendince birşey görsün. Doğrudan şunu söylüyorum diyemem ama bir sessizlik arayışımız var.

Son yıllarda devletin toplum üzerinde siyasi baskısı çok yoğun yaşanıyor. Toplum susturulmaya çalışılıyor diyebiliriz. Üniformaların ve Sirenlerin Uzağında’da buna dair ne bulabiliriz?

Bizim karşı çıktığımız durum, susturuluyor olmanın birbirimizle kavgaya dönüştüğü yerde ortaya çıkıyor. Bizimkisi belki de bir çözüm önerisi. Ama bu susma hali, sus pus olma hali değil. Aslında “Sessizliğin Anarşisi” kitabından etkilendim ve hatta performansın tanıtım metninde oradan bir cümle geçiyor: “aynı şeyleri susmaktan başka ortaklıkları olmayanların ortak eyleminin gücü”. Sessizlik diyor, iktidarın bilmediği bir yer. Onu buradan vurabiliriz. Tam olarak ben de bilmiyorum ama bunu aramak için yola çıktım.

Performası ortaya çıkarırken cevabını bilmediğim bir soruyla yola çıkıyorum, bu sorunun üzerine gidiyorum. Bazen buluyorum, bazen bulamıyorum, bulduğum kadarını paylaşıyorum. Bulamadığım kadarını belki birlikte çözeceğiz.

Bu proje mezun olduktan sonraki ilk projen. Okulun, konservatuvarun sanattaki yerini nasıl görüyorsun?

Okul denilen şey, zaten seni belli kalıplar üzerinden sisteme entegre etmeye çalışan bir kurum. Dans konusunda da, okuldaki eğitim bir kalıbın içinde kalıyor, tıkanıyor. Okula gitmeyi reddettiğim dönemler oldu ve bu sayede dışarıda başka üniversitelerde tiyatro derslerine, yurdışından gelen dansçıların workshoplarına girme fırsatı yakaladım. O yüzden, alternatif sahnelerin özgürlük alanının çok önemli olduğundan bahsedebilirim.

Sanatçılar güncel yaşanan sorunları yeterince ifade ediyorlar mı? Bu konuda kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?

Bir sürü üretim biçimi var. Herkesin benimsediği bir takım biçimler var. Sorunları paylaşmayı özellikle tercih edenler de var, hiç tercih etmeyen de var. Bu anlamda ben yaşadığımız sorunların ortak olduğunu söyleyebilirim. Sahne bulmak, performansın sergilenebilmesi, para kazanma kazanmama çelişkisi, bir araya gelme sorunu, ki sanatçılarda bence en büyük sorun.

Onun dışında büyük festivallerde yer almanın belli raconları oluyor. Bir takım jüriler senin işlerine bakıyor, seçiyor. Herkes yakınındakini tutmaya çalışıyor. İktidar mekanizması sanatın içinde aynen işliyor. Şehir tiyatroları, devlet tiyatroları baskı görüyor, birileri atılıyor. Atılsın, hepsi kapansın, her yer alternatif sahne olsun istiyorum. Güzel şeyler buradan çıkacak, büyük eski yapılardan değil.

Performansınızı ne zaman izleyebiliriz?

İlk performans 21 Nisan saat 20:30’da Kadıköy Teatron’da olacak. İstanbul’da başka gösterimler olacak ama tarihleri kesin değil. Mayıs’ta da İzmir’de iki performans olacak.

Meydan Gazetesi olarak röportaj için teşekkür ederiz.

Rica ederim, ben de teşekkür ederim.

 

Bu röportaj Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

The post Üniformaların ve Sirenlerin Uzağında appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/05/06/uniformalarin-ve-sirenlerin-uzaginda/feed/ 0
“Sömürücü Başı Eczacıbaşı” – Rıfat Güven https://meydan1.org/2015/04/17/somurucu-basi-eczacibasi-rifat-guven/ https://meydan1.org/2015/04/17/somurucu-basi-eczacibasi-rifat-guven/#respond Fri, 17 Apr 2015 13:15:00 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/17/somurucu-basi-eczacibasi-rifat-guven/   Özenle taranıp hafif sola yatmış saçları, son derece düzgün ve titizlikle ütületilmiş takım elbisesiyle, son derece lüks yani son derece sömürü üzerine kurulu bir mekanda röportaj veriyor büyük kapitalist, karizmatik patron Bülent Eczacıbaşı. Tam o anda elini makineye kaptırıyor bir demir doğramacı, tam o anda direksiyonu şarampole yuvarlıyor bir taksi şoförü saatlerce direksiyon sallamaktan […]

The post “Sömürücü Başı Eczacıbaşı” – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Sömürücü Başı Eczacıbaşı

 

Özenle taranıp hafif sola yatmış saçları, son derece düzgün ve titizlikle ütületilmiş takım elbisesiyle, son derece lüks yani son derece sömürü üzerine kurulu bir mekanda röportaj veriyor büyük kapitalist, karizmatik patron Bülent Eczacıbaşı. Tam o anda elini makineye kaptırıyor bir demir doğramacı, tam o anda direksiyonu şarampole yuvarlıyor bir taksi şoförü saatlerce direksiyon sallamaktan yorgun, tam o anda kalbe giden damarlarından biri tıkanıp yere kapaklanıyor bir plasiyer bedeninin 3-4 katı palet dolusu mal taşımaktan, tam o anda fazla mesaiye kalmadığı için atılıyor işten bir market çalışanı, tam o anda iskeleden düşüyor bir inşaat işçisi. Tokat yiyor tam o an da suratına bir kadın garson, patronundan müşteriyi daha fazla memnun etmediği için, tam o anda hastanede gözlerini yumuyor bir kot taşlama işçisi; fazladan zehirli toz yuttuğu için, tam o anda kalıyor altında lüks bir Jeep’in pisliklerini temizlerken bir temizlik işçisi. Bütün bunlar tam o anda oluyor, tam o konuşurken, tam o pervasızca yanıtlarken bu soruları, halktan kopuk kapitalizmin anlaşılmaz ,anlaşılmamak üzerine oluşturulmuş dilini kullanırken. Fakat aslında gayet anlaşılır bir şey de söylüyor, bu içindeki dona kadar işçilerin ezilenlerin terlerini emen emeğini sömüren kapitalist vampir, belki de ilk defa bu kadar dürüst oluyor.

Söylediklerinin özeti şu ; Sermaye güvende olsun da rejimin adı önemli değil diyor Eczacıbaşı. En yalın ifadesiyle ’mala geleceğine cana gelsin ’diyen bu takım elbiseli büyük burjuvaya eşlik eden ve aynı zamanlara denk düşen bir açıklama geliyor, kendi sınıfından, bir diğer egemenden. Son yaşanan büyük elektrik kesintisinin oluşturduğu kaybı, işçilerin bir cumartesi günü ücretsiz çalışmasıyla kapatılması gerektiğini söylerken İTO (İzmir Ticaret Odası) Başkanı aynı algıyla, aynı pervasızlıkla çıkıyor karşımıza tekrar tekrar.

Görüyoruz ki ezilenlerden biri rejimin sistemin değişmesi gereğinden söz ettiğinde, kendini direk cezaevinde yada toprağın altında bulurken, ezenlerden biri işçilerin ezilenlerin yaşamı pahasına sermayeyi önceliğe alıp rejimi önemsememesi, egemen basın ve devlet tarafından bırakın eleştirilmeyi, ödüllendiriliyor. Elbette ki biz geçmişten ve şu andan biliyoruz ki kapitalizm ve devletler kardeştir, kan kardeşidir, ezilenlerin kanıyla. Dolayısıyla kapitalistlerin sermayenin güvenini önceliğe alıp, Eczacıbaşı konuşurken tüm o olanları hiçe saymaları, devletle ve iktidarlarla olan derin bağlarından geliyor. Evet kapitalizm ve devletler kardeştir, kan kardeşidir, ezilenlerin kanıyla bağlıdırlar. Biz ezilenler işçiler onları doyurmaya, giydirmeye, taşımaya, yaşatmaya devam ettikçe onlar bizi öldürüyor, katlediyor, yok sayıyorlar ve tüm bunları hayasızca dillendiriyorlar.

Biz emeği, bedeni sömürülenler öfkemizi bilemedikçe örgütlenmedikçe, başkaldırmadıkça, kapitalizmle kavgaya girmedikçe, onlar konuştuğu sıralarda, tam o anlarda ölmeye, sermayeden sonra gelmeye devam edeceğiz.

 

Rıfat Güven

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Sömürücü Başı Eczacıbaşı” – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/17/somurucu-basi-eczacibasi-rifat-guven/feed/ 0
“Kavga Direniş Zafer” – Halil Çelik https://meydan1.org/2014/09/19/kavga-direnis-zafer-halil-celik/ https://meydan1.org/2014/09/19/kavga-direnis-zafer-halil-celik/#respond Fri, 19 Sep 2014 11:03:02 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/19/kavga-direnis-zafer-halil-celik/ Geçtiğimiz Ağustos ayı başında resmi anlamda kuruluşu tamamlanan İnşaat İşçileri Sendikası, patronlara karşı kullandığı yöntemler ile son yıllarda unutulmaya yüz tutmuş bir şeyi tekrar tekrar hatırlatıyor. Bunlardan ilki şirket önü eylemlerinden yol kapatmaya, şantiye işgaline varan doğrudan ve radikal eylem. Bir diğeri ise patronların ve kolluk güçlerinin beklediği arabuluculuk görevinden ziyade, işçilerin talepleri dışında hiçbir […]

The post “Kavga Direniş Zafer” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Geçtiğimiz Ağustos ayı başında resmi anlamda kuruluşu tamamlanan İnşaat İşçileri Sendikası, patronlara karşı kullandığı yöntemler ile son yıllarda unutulmaya yüz tutmuş bir şeyi tekrar tekrar hatırlatıyor. Bunlardan ilki şirket önü eylemlerinden yol kapatmaya, şantiye işgaline varan doğrudan ve radikal eylem. Bir diğeri ise patronların ve kolluk güçlerinin beklediği arabuluculuk görevinden ziyade, işçilerin talepleri dışında hiçbir ara formda anlaşmayan uzlaşmaz tavır; böylece İş Mahkemelerinde değil sokakta, kavga ederek direnerek zafere ulaşmak.

Yönetim kurulunun tamamının farklı alanlardaki inşaat işçilerinden oluştuğu İnşaat İşçileri Sendikası(İnşaat-İş), resmi anlamda sendika olmadan önce sendika girişimi, ondan da önce dernek olarak faaliyet yürütüyordu. Tüm bu süreçler boyunca tüzel kişiliğin gerektirdiği faaliyetlerden ziyade inşaat işçilerinin mücadelesinin ihtiyaçlarına göre hareket eden İnşaat-İş, son zamanlarda örgütlediği direnişlerle oldukça önemli ve değerli bir noktada duruyor. Çünkü zaman zaman benzer yöntem ve işleyişler farklı sendikalar tarafından kullanılıyor olsa da işçi mücadelesinde önemli bir tarihe sahip olan sendikal faaliyet, son yıllarda daha da katı hale gelen bürokrasi sorunundan, işçi direnişlerinde yaşanan atıllık ve devamı getirilemeyen eylem sürecine varana dek, yöntemsel ve yapısal bir takım sorunlarla karşı karşıya.

Çoğu sektörde yürütülen sendikal faaliyet bu sorunlar ve daha fazlasıyla karşı karşıya iken inşaat sektöründe ise böylesi bir faaliyet dahi yok. Çünkü inşaat işçilerinin durumu, çoğunlukta sigortasız, geçici, taşeron işçileri olarak örgütlenme çalışması şöyle dursun işçi olarak bile kabul edilmemeye kadar varıyor. Bu alandaki sendika ve farklı derneklerin ise deyim yerindeyse sadece adı var. Hatta bu sendika ve dernekler İnşaat-İş’in bilinirliğiyle beraber gün yüzüne çıkmaya başladı denebilir. Evet, İnşaat-İş bugün tüm bu olumsuzlukların en çok kendini hissettirdiği bir süreçte faaliyet yürütüyor.

Dernek sürecinden bu yana Sakarya’dan Kayseri’ye, Adana’dan Ankara’ya coğrafyanın dört bir yanından inşaat işçilerinin ücret gaspları, çalışma ve yaşam koşulları gibi tüm sorunları çözüm kaynağı oluyor. Çözüm kaynağı olan yöntemler İnşaat-İş için geçtiğimiz Nisan ayında TOKİ’ye ait Emlak Konut’ta şantiye işgalinde, Mayıs ayında Zorlu Center’de iş bırakma eyleminde, Ağustos’ta Astoria AVM önündeki geceli gündüzlü oturma eyleminde, yine Ağustos ayının sonunda Esenyurt Belediyesi önünde tüm baskılara ve polis saldırısına karşı direnişte, her seferinde daha da kuvvetlenerek belirginleşti.

İnşaat-İş ayrıca inşaat sektöründeki cinayetlere, katliamlara karşı da mücadele ediyor. En son Torunlar İnşaat’ta 10 inşaat işçisi katledildiğini duyar duymaz şantiyeye koşan İnşaat-İş, burada katliama tanıklık eden inşaat işçileriyle kurduğu ilişkide daha iyi ücret için değil inşaat işçilerinin tüm yaşamı için mücadele edildiğini bir kez daha gösterdi. İnşaat sektöründeki cinayetler ne devletin şirketlere uygulayacağı yaptırımlarla ne de şirketin alacağı güvenlik önlemleriyle önlenebilir; katliamların karşısında duracak tek güç, devletin yaptırımındansa kendi yaptırımını uygulayabilen, şirketin alacağı önlemlerdense şirkete karşı kendi önlemlerini alabilen işçilerin örgütlü gücüdür.

Halil Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Kavga Direniş Zafer” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/19/kavga-direnis-zafer-halil-celik/feed/ 0
“Toplu İş Sözleşmesi İşçiye Ne Kazandırır Ne Kaybettirir”- Halil Çelik https://meydan1.org/2012/11/18/toplu-is-sozlesmesi-isciye-ne-kazandirir-ne-kaybettirir-halil-celik/ https://meydan1.org/2012/11/18/toplu-is-sozlesmesi-isciye-ne-kazandirir-ne-kaybettirir-halil-celik/#respond Sun, 18 Nov 2012 19:29:04 +0000 https://test.meydan.org/2012/11/18/toplu-is-sozlesmesi-isciye-ne-kazandirir-ne-kaybettirir-halil-celik/ Geçtiğimiz Ekim ayı ortalarında devlet, sendikal faaliyet,toplu sözleşme ve greve ilişkin çok sayıda köklü değişiklik getiren “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi” yasasını çıkardı. Bu yasa işçiye ve sendikalara yarayacak bir yasa olarak sunuluyor olsa da özünde,işçilerin sendikalara örgütlenmesinden tazminatlarına; sendikaların ise toplu iş sözleşmelerinden,iş kollarına kadar birçok alanda yasaklamalar,kısıtlamalar getiriyor. Grev yapmak kısıtlanacak, işten atılan işçinin tazminatı verilmeyecek! “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi” yasası ile beraber […]

The post “Toplu İş Sözleşmesi İşçiye Ne Kazandırır Ne Kaybettirir”- Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Geçtiğimiz Ekim ayı ortalarında devlet, sendikal faaliyet,toplu sözleşme ve greve ilişkin çok sayıda köklü değişiklik getiren “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi” yasasını çıkardı. Bu yasa işçiye ve sendikalara yarayacak bir yasa olarak sunuluyor olsa da özünde,işçilerin sendikalara örgütlenmesinden tazminatlarına; sendikaların ise toplu iş sözleşmelerinden,iş kollarına kadar birçok alanda yasaklamalar,kısıtlamalar getiriyor. Grev yapmak kısıtlanacak, işten atılan işçinin tazminatı verilmeyecek! “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi” yasası ile beraber grev yasaklarının kaldırıldığı yalanı sıkça söyleniyor. Oysa çıkartılan yasa da grev, işçilerin sadece toplu iş sözleşmesinde yaşayacakları uyuşmazlık durumunda uygulayabilecekleri bir lütuf olarak sunuluyor. Genel Grev, siyasal amaçlı grev, dayanışma grevi gibi grevler ise yasa dışı ilan ediliyor. Ayrıca greve gidecek işçiler için bürokratik süreçler arttırılarak işçilerin greve başlama süreleri uzatıldıkça uzatılıyor. Bir diğer kısıtlama ise işten atmalardaki tazminatlar. 30 işçiden az işçi çalıştıran patronlar artık işçilerin sendikalı olmalarını bahane göstererek işten atacağı işçiye tazminat ödemeyecek. Sendikal faaliyet içerisinde bulunan veya sendikaya üye olduğu anlaşılan işçiler zaten bu sebeplerle sürekli işten atılıyor. Artık bu işten atmalar, patronlar için çok daha rahat olacak. Sendikalara ise öncelikli kısıtlama iş kolları üzerinden geliyor. Aynı iş kolunda faaliyet gösteren, birden fazla sendikaya üyelik bir lütuf olarak sunulsa da sendikaların örgütlü faaliyet yürütebileceği 28 iş kolu sayısı 20’ye düşürülüyor. Yine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, toplu iş sözleşmelerinde barajın sorun olmaması için çalıştıklarını söylüyor! Yasa iş kolu barajını %10 dan % 3 e düşürüyor. Oransal düşüş olsa da gerçekte durum tamamen farklı. Önceden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verileri baz alınırken artık SGK verileri baz alınacak. Bu veriler arasında da ciddi bir çelişki söz konusu. Mesela bakanlığın istatistiklerine göre, 28 işkolunda 5.4 milyon işçi mevcut ve bunların 3.2 milyonu sendika üyesi. Bu durumda sendikalaşma oranı % 59. SGK’ya göre de Türkiye’de 11 milyon sigortalı işçi var. Sendikalı işçi sayısı da 935 bin. Sendikalaşma oranı da % 59 değil, % 8 olarak ifade ediliyor. SGK verileri esas alınınca, baraj % 3’e düşürülse bile birçok sendika bu verilere göre toplu sözleşme yapma hakkını kaybedecek. Öte yandan düşürülen işkolu sayısı da bu barajı oran olarak olmasa da sayısal olarak ciddi anlamda yükseltiyor. Bu yasa işçilere ve sendikalara karşı çıkartılan ilk yasa değil elbette. İşçiye, işçi hakları ile alakalı baskı bir devlet refleksidir 1845 yılında çıkarılan Polis Nizamnamesi bu baskıların ilkiydi. Polis Nizamnamesi, işçi derneklerinin yok edilmesini, topluca iş bırakanların cezalandırılmasını içeriyordu. II. Meşrutiyet döneminde 1908 grevlerine karşı, sermaye göz önünde bulundurularak çıkartılan Ta’til-i Eşgal (Grev Kanunu) kanunu, işçilerin örgütlenmesini yasaklıyordu. 1925 yılında çıkartılan Takrir-i Sükûn Kanunu’ndan da işçiler nasibini alıyor; işçi sendikaları ve dernekleri tamamen kapatılıyordu. Türk Ceza Kanunu’na aynen eklenen, Mussolini dönemi faşist İtalya’nın Zanardelli Kanunu’nu ise 1933’te yapılan değişikliklerle, grevleri teşvik edenler için ağır cezalar getiriyordu.1936’da yapılan değişiklikte Sendikalar dahil, ezilenlerin her türlü örgütlenme ve propagandası yasaklanıyordu. 1947 yılında 5018 sayılı İşçi Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkındaki Kanun sendikaları tanısa da, sendikalara toplu sözleşme ve grev hakkı tanımıyordu.  Sonraki süreçlerde bu coğrafyada gerçekleştirilen iki darbeden de işçilere yoğun baskı ve yasaklamalar pay edilmişti. Bir şirket işleyişine sahip olan devlet ve devletsi kurumlar günümüzde ise hala işçileri nereden nasıl kısıtlayabileceklerinin hesabını yapıyor. Önceki süreçlerde yasalar direkt olarak birer yasak halinde. Günümüzde ise yasalar çeşitli değişikliklerle, ali cengiz oyunlarıyla bezenerek çıkıyor. Peki devlet, neden işçiler ve işçi örgütlenmeleri üzerinde kontrolü bu kadar sıkı tutmak istiyor? Cevabı işçilerde, işçilerin patrona karşı devlete karşı direnişinde saklı. 1886’da günde 8 saat için direnen ve devlet tarafından idam edilen 4 anarşistin mücadelesi, 1936’da İspanya bir devrime dönüştü. Aynı dönemlerde bu topraklarda ise çok sayıda grev ve işyeri işgali yaşanıyordu. 1963’lerde işçilerin Maden-İş’in Kavel Kablo Fabrikası’ndaki direnişi devletin ve patronları grevi kabullenmeye zorlayarak, TBMM’nin Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası’nı çıkartmak zorunda bırakmıştı.1969’da Alpagut Maden işçileri ise bu coğrafyanın tarihindeki ilk öz-yönetim deneyimini gerçekleştirmişti. 1970 yıllarında ise sendikal faaliyetlere hatta doğrudan sendikaya yönelik yasaklama isteği 15-16 Haziran Direnişiyle karşılaşmıştı. Böylece 60’lı yılların miting, işgal, grev ve direnişleri 15-16 Haziran genel direnişini yaratmıştı. 70’li yıllarda ise genel eylemler, grevler, DGM direnişleri, 1 Mayıs eylemleri, Tariş direnişi gibi faaliyetler gerçekleşmişti. İşçilerin ve işçi örgütlenmelerinin böylesi direnişi bugün de “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi” gibi bir yasaklama ve kısıtlamayla karşı karşıya. Bugüne kadar işçilerin ve devrimci sendikaların yasaklamalara karşı direnişi ne olduysa “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi” yasakları ve kısıtlamalarına da aynı direnişi gösterecektir.

The post “Toplu İş Sözleşmesi İşçiye Ne Kazandırır Ne Kaybettirir”- Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/11/18/toplu-is-sozlesmesi-isciye-ne-kazandirir-ne-kaybettirir-halil-celik/feed/ 0
Buğday Hasatı Ekmek Kavgası https://meydan1.org/2012/11/09/bugday-hasati-ekmek-kavgasi/ https://meydan1.org/2012/11/09/bugday-hasati-ekmek-kavgasi/#respond Fri, 09 Nov 2012 17:01:43 +0000 https://test.meydan.org/2012/11/09/bugday-hasati-ekmek-kavgasi/ Buğday, başak olur, dane olur, un olur, ekmek olur gelir soframıza… Zorlukla ve yoklukla yoğrulmuş ekmek günümüzde nasıl hayatın kavgasıysa, öylesine bir kavgayla da taşınır sofralara. Bir zamanlar buğday tanelerinin ekmek olma hikayesi aynı zamanda bir paylaşma ve dayanışma hikayesidir. Tarla denilen, taşlı toprakların ekimi ile başlar ekmeğin hikayesi. Şimdinin traktörü, eskinin öküzü. Toprak sürülür […]

The post Buğday Hasatı Ekmek Kavgası appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Buğday, başak olur, dane olur, un olur, ekmek olur gelir soframıza…

Zorlukla ve yoklukla yoğrulmuş ekmek günümüzde nasıl hayatın kavgasıysa, öylesine bir kavgayla da taşınır sofralara. Bir zamanlar buğday tanelerinin ekmek olma hikayesi aynı zamanda bir paylaşma ve dayanışma hikayesidir.

Tarla denilen, taşlı toprakların ekimi ile başlar ekmeğin hikayesi. Şimdinin traktörü, eskinin öküzü. Toprak sürülür önce. Öküzü kara gözlüsü köylü’nün eli ayağı, her şeyi. Tarla sürmek, harman koşmak, tomruk çekmek, kızak çekmek ve daha birçok ağır iş onların nasırlaşmış boyunlarından geçer. Toprağı sürmek, volta atmaya benzer. Gide gele, türkülerle sürülür, söylenir, işlenir toprak. Geçen seneden kalmış tohumluk buğday serpilir toprağa. Ekilir.

Ekin hasadı’nın ayı Haziran’dır. Köyün en güzel günleri sayılır o günler. Çünkü tarlalar imece usulü biçilir. İmece güzeldir, yorgunluğu örter, sıkıntıları unutturur. Ekini yetişen komşu, tarlasını biçmek için çoluk çocuk tüm köylüyü toplar. Sabah erkenden hazırlıklar yapılır, yardıma koşan kadınlar ellerinde oraklar, düşerler yola. Çoğunlukla ekin kadınlar tarafından biçilir. Kadın eli toprağa bir başka değer. Sarıların orta yerinde çiçekli basmalı, ellerinde buğday sapları ekin biçer, ekin tarlaları içerisinde rengarenk görünür kadınlar. Oraklar bilenir, orak sesleri birbirine karışır. Kadınlar ekinleri “deste” ler halinde tarlaya bırakır, desteler erkekler tarafından toplanır “deste” haline getirilir, yapılan bu bağ’lar bir araya toplanarak, yığınlaşır.

Köylerde ekin biçme zamanı bambaşka olur. Köy o kadar kalabalık olur ki; hasad da günün on iki saati bedenlerini yorsalar bile köylüler dinlenmezler, gitmezler, neşeli olurlar. Hepsi aynı şeyi mırıldanır; ‘ortaklaşa yapılınca ayrı bir tadı, eğlencesi vardır hasadın’. Kadınlar ekinleri biçerken bir yandan da erkekler öküz arabalarına ekinleri yükler ve çocukları önlerine katarak köye sefer yaptırırlar. Özellikle gençler ve çocuklar için en lüks arabaya binmekten daha zevklidir bu yolculuk, taşlıdır, diktir, bazen de yol çok dardır ama zevklidir. Ekinler, köye taşındıktan sonra harmanlara yakın yerlere yığınlar halinde istiflenir ve üzerleri örtülür.

Sıra ekinin harmanda koşulmasına (dövülmesine) gelmiştir. Harman öncesi ekinin iyice kuruması sağlanır. Kurumuş ve dövülmeye hazır saplar harmana serilir ve yine öküzler girer devreye. Öküzlere (boyunduruk) bağlanır, araya halat şeklinde sağlam deriden yapılmış kalın kayış ve kayışa da harman tahtasına (düven) bağlanır. Ve başlar güneş altında dönmeler. Artık harmanda kaç tur atılır bilinmez. Harman tahtasına fazla ağır olmayan kişiler, genellikle çocuklar oturtulur. Başlangıçta saman üstünde kay kay yapmak zevkli olur ama güneşin sıcağını yedikçe, saman tozu ve kılçığı buruna, boğaza kaçmaya başlayınca kaçma yollarıda aranır. Bir de önünde sürekli kuyruklarını sinekten korumak için sağa sola sallayan öküzlerden gözünü hiç ayırmamak lazım, ola ki hayvan dışkısını yapacak olursa hemen yanı başında duran ağaçtan yapılmış kısa kürekle acil tedbir almak gerekir. Dönme işi harmana çıkana kadar devam eder, ta ki buğdayın danesi ayrılıp, saplar saman kıvamına gelinceye kadar. Bir harman 2-3 güne ancak çıkar. Bu günlerde hiç yağmur yağsın istenmez.

Harman koşulunca, sıra “harman savurmaya” gelmiş demektir. Yani buğdayın danesini samandan ayırma işlemine. Yaba ile yapılan savurma işleminin ardından buğdaylar torbalara doldurulmaya başlanır. Henüz ekmek halini almasa da nihayet köylünün elinde artık buğdayı vardır. Sıra buğdayın temizliğine gelir. Buğday teknede, çeşmelerde güzelce yıkanır, suyu süzülsün diye cugallarla taşınır ve kuruması için betonlara serilir. Kurutma işleminden sonra taşından, çöpünden ayırmak için elenir. Eleme, bu iş için yapılmış kalbur, elek ve tepurla gerçekleştirilir. Sonrasında ise elenip ambarlara kaldırılan buğday değirmene götürülecek ve un haline getirilecektir. Buğdaylar değirmenlere taşınır ve buğday götüren çuvallara un doldurularak eve gelinir ve ambarda bölmelere doldurulur. Ve nihayet un tekneye alınacak, ekşi hamurla yoğurulacak, karaağaç çalısı ile kızdırılmış fırında pişirilecek ve rengi daha esmer olan, mis kokulu tadına doyum olmayan ekmek soframıza gelecektir.

Artık birçok köyde bunlar yaşanmıyor. Köylerin şehirlerden pek bir farkı yok. Herkes ekmeğine emek değil, para ödüyor. Böylece ekmek artık köylü için bir kavga da değil, sadece karın tokluğu. Nitekim ekmeğin hikayesin de asıl yitip giden sadece kavga da değil, ortaklaşmanın, paylaşmanın ve dayanışmanın yani yok edilen imecenin kendisi.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 5. sayısında yayımlanmıştır.

The post Buğday Hasatı Ekmek Kavgası appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/11/09/bugday-hasati-ekmek-kavgasi/feed/ 0