Kenan Evren – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Mon, 14 Sep 2020 06:32:26 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 12 Eylül Devlettir, 12 Eylül Kapitalizmdir https://meydan1.org/2020/09/12/12-eylul-devlettir-12-eylul-kapitalizmdir/ https://meydan1.org/2020/09/12/12-eylul-devlettir-12-eylul-kapitalizmdir/#respond Sat, 12 Sep 2020 16:41:39 +0000 https://meydan.org/?p=63911 Yaşadığımız coğrafyada toplumun siyasi, ekonomik ve sosyal olarak değişimine neden olan 12 Eylül Darbesi’nin üzerinden 40 yıl geçti. 12 Eylül 1980 Darbesi, 1970’lerin özellikle ikinci yarısından itibaren yükselişe geçen devrimci sokak muhalefetini bastırmak ve ekonomik olarak da devletin kapitalist karakterini küresel anlamda esen neo-liberalizm rüzgarına entegre etmek gibi bir “işlevsellik” taşıyordu. Bu bağlamda 12 Eylül’ü, […]

The post 12 Eylül Devlettir, 12 Eylül Kapitalizmdir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Yaşadığımız coğrafyada toplumun siyasi, ekonomik ve sosyal olarak değişimine neden olan 12 Eylül Darbesi’nin üzerinden 40 yıl geçti. 12 Eylül 1980 Darbesi, 1970’lerin özellikle ikinci yarısından itibaren yükselişe geçen devrimci sokak muhalefetini bastırmak ve ekonomik olarak da devletin kapitalist karakterini küresel anlamda esen neo-liberalizm rüzgarına entegre etmek gibi bir “işlevsellik” taşıyordu. Bu bağlamda 12 Eylül’ü, aynı yılın 24 Ocak tarihinde ilan edilen, ekonomik anlamda yapısal dönüşüm sağlayan kararlardan ve o kararın “mimarlarından” Turgut Özal ile onun temsil ettiği, şu anda da iktidarda bulunan, kendilerini de devamcısı addettikleri siyasi gelenekten ayrı düşünemeyiz. Dolayısıyla 12 Eylül, sadece askeri bir kliğin iktidarı ele geçirmesi değil, “sivil siyasette de” uzantıları olan ve toplumu siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda “dönüştürmeye” odaklı bir darbedir.

12 Eylül’ün bu askeri ve “sivil” bileşenlerinin dışında, mevcut muhafazakar iktidarın güç tahkimini ve “yol temizliğini” kolaylaştıran, dış politika bağlamında bir başka faktörün de -bir başka söylemle fırsatın- altı çizilmeli. Dönemin Soğuk Savaş koşulları içinde düşünülmesi gereken bu “fırsatın” dinamiklerinden biri, ABD’nin SSCB ve komünizm tehdidine karşı devletlerin muhafazakar yapılarını güçlendirmeyi hedefleyen ve “Yeşil Kuşak Doktrini” olarak adlandırılan projesiydi. 1979’daki SSCB işgali sonrası ABD’nin ilk olarak Afganistan’da hayata geçirdiği bu proje, 12 Eylül Darbecileri için son derece kullanışlı oldu, askeri yönetim dönemi sonrası da istisnasız tüm iktidarlar için geçerliydi.

Bölgesel iktidar değişiklikleri bağlamında ise 12 Eylül’ü “çağıran” bir diğer gelişme 1979’da İran’da ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli müttefiki olan Şah Rejimi’nin devrilmesiydi. Afganistan ve İran’dan sonra bölgede bir diğer önemli müttefiki kaybetme kaygısı yerini, 1974’teki Kıbrıs işgali ile başlayan ambargonun sessiz sedasız bitirilmesi ve nihayetinde 12 Eylül’ün ilk saatlerinde darbenin Washington’a “our boys did it- bizim çocuklar başardı” şeklinde müjdelenmesine bıraktı.

12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri darbe, 24 Ocak 1980’de ilan edilen yol haritasını eksiksiz bir biçimde uygulamak gibi bir hedefe sahipti. Ancak bu “hedefi” gerçekleştirmek için yaşanan grevleri, direnişleri, fabrika işgallerini ve bütün bu devrimci dinamiği harekete geçiren toplumsal örgütlenmeyi ortadan kaldırmak gerekiyordu. Darbenin, devrimcilere yönelik idamlar, hapis cezaları, işkenceler şeklinde tezahür eden bilindik “rakamsal” sonuçlarının dışındaki asıl bakiyesi ise -günümüzde x,y,z kuşağı gibi tanımlamalarla da karşılanan ve dönemsel olarak başarılı olduğu söylenebilecek- toplumun depolitizasyonu oldu. Ancak 12 Eylül’ün murad ettiği depolitizasyonun 1987-88 öğrenci direnişleri, işçilerin sokaklara çıktığı ve 1990’daki Zonguldak Madenci Grevi-Ankara Yürüyüşü ile devamını getirdikleri 1989 Bahar Eylemleri, 1980’lerin ikinci yarısında yükselişe geçen Kürt Özgürlük Mücadelesi, devletin yasakladığı her 1 Mayıs ve Newroz’da alanlara çıkılarak, günümüze gelindiğinde de Gezi Direnişi gibi toplumsal ve tarihsel kesitlerde tıkandığı görüldü.

İçinden geçtiğimiz süreçte ise 12 Eylül Darbesi’ni gerçekleştiren ya da darbeyi zımnen destekleyen kimi aktörleri hoşnut edecek gelişmeler gündemden düşmüyor. Korona Krizi’nin başında, devletin en tepesindeki ismin patronlara yönelik “yüzünüz gülüyor” komplimanları, dönemin patron örgütü TİSK Başkanı Halit Narin’in 12 Eylül’ü selamladığı “şimdi gülme sırası bizde” şeklindeki coşkusunun 40 yıl sonraki güncellenmiş hali. Benzer şekilde aynı “tepe ismin” patronlara, OHAL sayesinde grevleri engelleme icraatlarını duyurması da zihinlerdeki tazeliğini koruyor. Diğer taraftan darbenin “mağdurları” arasında gösterilen MHP’lilerin o dönem 12 Eylül’ü “fikri iktidarda kendisi zindanda” şeklinde tanımladığını hatırladığımızda, aradan geçen 40 yılın MHP’ye fikren ve bedenen bir iktidar bahşettiğini görüyoruz.

Aradan geçen 40 yılda Kürtler açısından devlet baskısı anlamında değişen çok fazla bir şeyin olmadığı ise sembolik anlatımı güçlü bir cümlede özetlenebilir: “Kamber Ateş nasılsın?”. Dönemin Kürt siyasi tutsağı Kamber Ateş’in hapishane görüşüne gelen annesinin ezberleyebildiği tek Türkçe cümle olan ve görüş boyunca defalarca tekrarlanan “Kamber Ateş nasılsın?” sözleriyle 12 Eylül, Kürtlere sadece ve sadece Türkçe konuşmayı dayatmıştı. Aradan geçen 40 yılda, kayyum atanan belediyelerdeki Kürtçe tabelaların, park ve meydan adlarının değiştirilmesi, mahkeme tutanaklarına geçen “bilinmeyen bir dil” ibareleri aslında 40 yıl öncesi ile sınırlı olmayan inkar politikasının bugün de devam ettiğini gösteriyor.

Ancak tüm baskılarına rağmen darbeler, ezilenlerin örgütlenme ve mücadelelerini tamamen bitiremiyor. Gerçekleşen her darbe sonrası, orta ya da uzak bir zaman diliminde yükselişe geçen mücadeleler, toplumdaki mücadele dinamiklerinin darbelerle tümden ortadan kaldırılamayacağını gösterdi. İçinden geçtiğimiz süreçte de bu genel doğrunun altını çizmek gerek. 12 Eylül mirasçısı mevcut iktidar, ilan edilmiş ya da fiili OHAL’ler ile bu dinamikleri ve bu dinamiklerin harekete geçme potansiyelini ortadan kaldırdığını düşünedursun, devletin ortadan kaldıramadığı bu toplumsal dinamikler çatlakları derinleştiriyor ve iktidarın içinde bulunduğu krizi perçinliyor.

Emrah Tekin

The post 12 Eylül Devlettir, 12 Eylül Kapitalizmdir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/09/12/12-eylul-devlettir-12-eylul-kapitalizmdir/feed/ 0
Devletin Bir Yalanı Daha Sona Erdi: 12 Eylül Davası Düştü https://meydan1.org/2017/05/04/devletin-bir-yalani-daha-sona-erdi-12-eylul-davasi-dustu/ https://meydan1.org/2017/05/04/devletin-bir-yalani-daha-sona-erdi-12-eylul-davasi-dustu/#respond Thu, 04 May 2017 17:37:36 +0000 https://seninmedyan.org/?p=4464 Devlet tarafından,12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirilen referandumun “sola yönelik” vaatlerinden olan 12 Eylül darbecilerinin yargılanması yalanı bugün itibarıyla sona erdi. Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 12 Eylül askeri darbesine ilişkin dönemin Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Ali Tahsin Şahinkaya hakkındaki davanın, sanıkların ölmüş olmaları nedeniyle düşürülmesine karar […]

The post Devletin Bir Yalanı Daha Sona Erdi: 12 Eylül Davası Düştü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Devlet tarafından,12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirilen referandumun “sola yönelik” vaatlerinden olan 12 Eylül darbecilerinin yargılanması yalanı bugün itibarıyla sona erdi.

Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 12 Eylül askeri darbesine ilişkin dönemin Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Ali Tahsin Şahinkaya hakkındaki davanın, sanıkların ölmüş olmaları nedeniyle düşürülmesine karar verdi.2012 yılında ilk duruşması yapılan davanın bugün son duruşması  yapıldı.

Duruşmada Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın avukatları ile müşteki tarafın avukatları hazır bulundu.Müşteki avukatları iki sanığın ölmüş olması nedeniyle  “en azından” rütbelerinin sökülmesi talebinde bulundu.Ancak mahkeme heyetince bu talep reddedildi.Verilen aranın ardından mahkeme iki sanık hakkındaki davanın düşürülmesine karar verdi.

Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 12 Eylül davasının iki sanığı, dönemin Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Evren ile eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Şahinkaya, 765 sayılı TCK’nın “Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler” başlıklı 146. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı.Evren ve Şahinkaya’nın avukatlarının itirazıyla dosya temyiz için Yargıtay’a gönderilmiş ancak dosyanın incelenmesi tamamlanmadan iki sanık iki ay ölmüştü.

12 Eylül 2010 tarihinde düzenlenen anayasa değişikliği referandumu öncesi mevcut iktidar referandumda anayasa değişikliği için “evet” oyu isterken vaatlerinden biri de “12 Eylül darbecilerinden hesap sormak” olmuştu.Devlet iktidarının bu vaadi ise liberal ağırlıklı “muhalif” bazı kesimlerde tam destek görmüş ve referandumda “evet-yetmez ama evet” propagandası yapılmıştı.

 

 

The post Devletin Bir Yalanı Daha Sona Erdi: 12 Eylül Davası Düştü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/05/04/devletin-bir-yalani-daha-sona-erdi-12-eylul-davasi-dustu/feed/ 0
“Kenan Evren Devlet Devlet Teröristtir” – Gürşat Özdamar https://meydan1.org/2015/06/04/kenan-evren-devlet-devlet-teroristtir-gursat-ozdamar/ https://meydan1.org/2015/06/04/kenan-evren-devlet-devlet-teroristtir-gursat-ozdamar/#respond Thu, 04 Jun 2015 11:09:34 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/04/kenan-evren-devlet-devlet-teroristtir-gursat-ozdamar/ 12 Eylül 1980 yılında gerçekleştirilen askeri darbenin mimarı olan Kenan Evren, Mayıs ayının başlarında öldü. Darbe sonrası başında bulunduğu cunta konseyi ile birlikte, yönetimi ele geçiren ve coğrafyanın ezilenlerine, devrimcilerine işkence ve katliamlar uygulayan katil Evren, bir süredir hastanede tedavi görüyordu. Katilin Layığı Devlet Törenidir Evren’in ölümü sonrası onun şahsında 12 Eylül dönemi uygulamaları tekrar […]

The post “Kenan Evren Devlet Devlet Teröristtir” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Kenan Evren Devlet Devlet Katildir

12 Eylül 1980 yılında gerçekleştirilen askeri darbenin mimarı olan Kenan Evren, Mayıs ayının başlarında öldü. Darbe sonrası başında bulunduğu cunta konseyi ile birlikte, yönetimi ele geçiren ve coğrafyanın ezilenlerine, devrimcilerine işkence ve katliamlar uygulayan katil Evren, bir süredir hastanede tedavi görüyordu.

Katilin Layığı Devlet Törenidir

Evren’in ölümü sonrası onun şahsında 12 Eylül dönemi uygulamaları tekrar gündeme geldi. Bu tartışmaların yer yer evrildiği nokta ise katil Evren’i 12 Eylül Darbesi ve sonrasında ortaya çıkan siyasal ve toplumsal denklemde, devletin dışında, “devlete rağmen” bir kötülükler kaynağı ( Evren’in cenazesine devlet töreni yapılmasın kampanyaları) olarak kendini gösterirken, bu tartışmaları açanlar ise son tahlilde devleti aklama pozisyonuna düştüler.

Kimi muhalif unsurlar içinde zaman zaman dillendirilen “derin devlet”, ”devletin içine çöreklenmiş güçler” gibi devleti, gerçekleştirdiği katliamlardan, adaletsizliklerden “azade” bir hale sokmaya çalışan bu algı, 12 Eylül darbecilerine karşı devletten yana “tavır alarak” devlet töreni yapılmamasının istenmesi katil ile devleti, birbirinin karşısına koyarak bu ruh ikizlerinden yapay bir şekilde “düşman kardeşler “ yaratma çabası olarak kendini belirginleştiriyor.

Toplumsal Dizayn Projesi Olarak 12 Eylül

Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren başkanlığındaki Milli Güvenlik Konseyi’nce gerçekleştirilen darbe sonrası verilen ilk tepkilerden biri, bir patron örgütlenmesi olan TİSK(Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) başkanı Halit Narin’e aitti. Narin, “kısa ve net” açıklamasında “Şimdiye dek işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde” derken aslında, toplumsal mücadeleler nedeniyle kesintiye uğrayan “kapitalist istikrarın”, söz konusu darbe marifetiyle hayata geçirileceğini “müjdeliyordu.”

12 Eylül öncesinde gelişen mücadele ile birlikte toplumun neredeyse hepsine sirayet eden örgütlenme refleksi, 12 Eylül’ü gerçekleştiren devletin, ortadan kaldırmak istediği şeylerin belki de başında geliyordu. Dönemin patronlarından Halit Narin ve onun gibilerinin “yüzünün gülmesine” vesile olan şey de aslında buydu. Ezilenler 12 Eylül öncesinde olduğu gibi örgütlü olarak çıkmayacaklardı karşılarına ve dolayısıyla kapitalizmin sömürü çarklarını çevirmek daha kolaylaşacaktı. Darbe ile birlikte kurgulanarak hayata geçirilmek istenen örgütsüz, adaletsizlikler karşısında mücadele refleksini yitirmiş bir toplumdu. Kapatılan sendikalar, dernekler ve siyasi partiler, yasaklanan grevler 12 Eylül sonrası devletin, devrimcilere yönelik gerçekleştirdiği katliamların yanı sıra nasıl bir toplum ve sistem için harekete geçtiğini anlatmaya yetiyor.

Devlet 12 Eylül’ün “Mirası”nı Hep Diri Tuttu

12 Eylül dönemiyle özdeşleşen ve yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren gibi semboller, devletin katliam defterinde sürekli güncellendi. Devlet, 90’larda Küçükarmutlu’da okulunun bahçesinde panzer altında yaşamını yitiren 7 yaşındaki Sevcan Yavuz’la, 2000’lerde 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’la, Ceylan Önkol’la, Taksim-Gezi Direnişi’nde Berkin Elvan’la ve son olarak Cizre’de katledilen çocuklarla, 12 Eylül mirasına “sıkı sıkıya” sahip çıktı.

Zaman zaman gündeme gelen 12 Eylül ile yüzleşme, darbeyi mahkum etme vb. söylemlerin ise, bu yaşananlar ışığında asla karşılığını bulamayacağını söylemek daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Devlet gerek 12 Eylül’de uygulamaya koyduğu açık faşizm, gerekse de yakın dönemde Kobané Direnişi sonrası başvurduğu “iç güvenlik yasası” gibi yöntemlere yaslanarak fiili anlamda toplumu örgütsüzleştirme amacı doğrultusunda, 12 Eylül mirasını canlı tutmayı bildi. Pratik anlamda ise 12 Eylül’ün, toplumun tüm hücrelerine dek örgütsüzleştirilmesi hedefini de korudu ve geliştirmek için yoğun çaba gösterdi.

En yakın dönemde akıllara gelen ve çeşitli gerekçelerle yasaklanan metal , THY, Şişe-Cam, Darphane grevleri bu “çabanın” pratik adımları olarak karşımıza çıkıyor. Diğer bir taraftan ise neredeyse her gün medyada çıkan “sendikalı oldukları için işten atılan işçiler” haberleri, o dönemin “yüzü gülen” patronu Narin gibi şimdiki patronların da yüzünü güldürmek için, örgütlenen işçilere ve diğer toplumsal kesimlere saldırmaktan geri durulmayacağını gösteriyor.

Gürşat Özdamar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Kenan Evren Devlet Devlet Teröristtir” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/04/kenan-evren-devlet-devlet-teroristtir-gursat-ozdamar/feed/ 0
Cumartesi Anneleri Galatasaray Meydanı’ndaydı! https://meydan1.org/2015/06/04/cumartesi-anneleri-galatasaray-meydanindaydi/ https://meydan1.org/2015/06/04/cumartesi-anneleri-galatasaray-meydanindaydi/#respond Thu, 04 Jun 2015 10:54:06 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/04/cumartesi-anneleri-galatasaray-meydanindaydi/ 1980 Faşist darbesinin baş karakteri Kenan Evren için düzenlenen cenaze töreni sıralarında Cumartesi Anneleri ve yaşam savunucuları Galatasaray Meydanı’nda “Evren’i nasıl bilirdiniz?” diye haykırdı. 12 Eylül faşist darbesini yapan, eski Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren için cenaze töreni düzenlendiği sıralarda İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi Anneleri ve yaşam savunucuları basın açıklaması yaptı. Eyleme Cumartesi Anneleri’nin […]

The post Cumartesi Anneleri Galatasaray Meydanı’ndaydı! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
meydan Gazetesi- Cumartesi Aneleri Galatasaray Meydanı'ndaydı

1980 Faşist darbesinin baş karakteri Kenan Evren için düzenlenen cenaze töreni sıralarında Cumartesi Anneleri ve yaşam savunucuları Galatasaray Meydanı’nda “Evren’i nasıl bilirdiniz?” diye haykırdı.

12 Eylül faşist darbesini yapan, eski Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren için cenaze töreni düzenlendiği sıralarda İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi Anneleri ve yaşam savunucuları basın açıklaması yaptı.

Eyleme Cumartesi Anneleri’nin ve yaşam savunucularının yanı sıra Devrimci Anarşist Faaliyet (DAF) ve birçok siyasi kurum, Sivil Toplum Kuruluşları (STK) milletvekilleri ve sanatçılar katılım gösterdi. Eylemde Kenan Evren’in ismi her geçtikçe “yuhlama”, “katil, faşist” sesleri yükseldi.

‘Faşist olarak bilirdik’

Eylem’de 1980 darbesinde gözaltında kaybedilen Hayrettin Eren’in ağabeyi Faruk Eren, 12 Eylül sürecinde binlerce insanın işkenceden geçirildiğini, katledildiğini söyleyerek, “Bunlardan bazıları işkenceden hiç çıkamadı. Biri de ağabeyim Hayrettin Eren’di” dedi. Evren ile ilgili sahte bir yargılama yapıldığını belirten Eren, 12 Eylül darbesinin iktidarda halen sürdüğünü söyledi. Eren, “Nasıl bilirdiniz?” sorusunu, “Faşist katilin teki olarak bilirdik” diyerek yanıtladı.

‘Cani olarak bilirdik’

Ardından devletin darbesiyle katledilen Nurettin Yedigöl’ün kardeşi Muzaffer Yedigöl sözü aldı. Yedigöl, Evren için “35 yıldır çektiğimiz acıların sorumlusu, adını bile anmak istemiyorum bize yaptıklarının bedelini ölüm döşeklerinde can vererek ödedi” diyerek sözüne devam etti, ve “Biz bu dünyada ondan hesap soramadık ama analarımız öbür dünyada ondan hesap soracak” dedi. Yedigöl, “Nasıl bilirdiniz?” sorusuna da şu yanıtı verdi: “İnsanlık suçu işlemiş bir cani olarak bilirdik.”

‘İnsanlık suçlusu olarak bilirdik’

Ardından söz alan 12 Eylül’ün ilk kayıplarından Cemil Kırbayır’ın kardeşi Mikail Kırbayır ise Evren için “Cemil Kırbayır’ın yaşam hakkını elinden aldığı gibi onun mezarını da hapsetmiştir. Bizim mezarına gidip karanfil koyma hakkımızı da elimizden almıştır” dedi. Darbeci Evren’in, Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarından da sorumlu olduğunu belirten Kırbayır, buna rağmen Evren’e devlet töreni yapılmasına “Korkumuz insanlık suçu işlemiş olanlara devlet töreninin gelenek halin getirilmesi. Kaygımız budur” sözleriyle isyanını haykırdı.

Açıklama, “Kenan Evren öldü ama fikirleri hala iktidarda. Bu iktidar anlayışı yok olmadığı süre içerisinde Kenan Evren’ler yaşayacak” denilerek eylem sonlandırıldı.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post Cumartesi Anneleri Galatasaray Meydanı’ndaydı! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/04/cumartesi-anneleri-galatasaray-meydanindaydi/feed/ 0
“Keenlemyekün” – Hüseyin Civan https://meydan1.org/2014/12/21/keenlemyekun-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2014/12/21/keenlemyekun-huseyin-civan/#respond Sun, 21 Dec 2014 19:30:14 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/21/keenlemyekun-huseyin-civan/   Demokrat olmamamızın sebeplerinden biri de, demokrasinin eninde sonunda savaşa ya da diktatörlüğe yol açmasıdır. Fakat diktatörlük destekçisi de değiliz; çünkü başka birçok sebebin yanı sıra, diktatörlük her zaman demokrasi isteğini uyandırır, demokrasiye geri dönüşü kışkırtır ve böylece halkların sahte özgürlükle açık ve vahşi tiranlığın arasında sürekli gidip geldiği kısır döngüyü sürdürür. Errico Malatesta, 1924 […]

The post “Keenlemyekün” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

Demokrat olmamamızın sebeplerinden biri de, demokrasinin eninde sonunda savaşa ya da diktatörlüğe yol açmasıdır. Fakat diktatörlük destekçisi de değiliz; çünkü başka birçok sebebin yanı sıra, diktatörlük her zaman demokrasi isteğini uyandırır, demokrasiye geri dönüşü kışkırtır ve böylece halkların sahte özgürlükle açık ve vahşi tiranlığın arasında sürekli gidip geldiği kısır döngüyü sürdürür.

Errico Malatesta, 1924

Seçimler siyasal gündemimizden çıkalı bir hayli olmuş. Özlemişiz. Seçim tartışmaları, neyse ki bu sefer biraz erken başladı! 2015 Haziranı’nda yapılması planlanan seçimlerin, Nisan ya da Mayıs gibi yapılması konuşuluyor şimdilerde. Yani en azından hükümetin niyeti bu yönde. Hükümetin son süreçlerde niyetleri ve bu niyetlerini gerçekleştirmesi arasındaki ilişki incelendiğinde, ne kadar başarılı olduğu su götürmez! Erken seçim tartışmaları, özellikle çözüm süreci paralelinde yapıldı. Davutoğlu, çözüm sürecinin “inşallah” seçimlerden önce nihai noktaya getirileceğini vurguladı. Hükümetin çözüm süreci politikalarının olumlu ya da olumsuz sonuçlarının, seçim sonuçlarına etki edeceği bu kadar açıkken, tartışmaların zemini Haşim Kılıç’ın son açıklamalarıyla seyir değiştirdi.

Seçim Dönemlerinin Paket Tartışması: %10’luk Baraj

Aslında seçim barajı tartışmaları, her seçim döneminde tekrar ortaya çıkan “paket tartışmalar”dan biri.

1974’ten darbe dönemine kadarki süre içerisinde, her iki yılda (hatta bazen aynı yılda) bir değişen Bülent Ecevit/Süleyman Demirel hükümetlerinin yarattığı iddia edilen “siyasi istikrarsızlık” ortamının normal bir sonuçlarından biri darbeyse, diğeri seçim barajı.

1980 darbesinin alametifarikalarından biri olan %10’luk seçim barajı, her seçim döneminde bir yanda siyasi istikrar öte yanda demokratik rejim kutupları ekseninde tartışılıyor. Bizzat AKP’nin seçim dönemlerinde dillendirdiği “vesayetçi dönem”le ilişkilendirilen bu uygulamanın kaldırılmasında, iktidar partisinden muhalefet partisine herkes hem fikir! Öyleyse tartışılan ne?

Bu sistem oluşturulurken Kenan Evren ve arkadaşlarının mantığı, ordunun ideolojisiyle zıt düşmeyen (belki askeri kökenli) siyasetçinin kuracağı istikrarlı bir tek parti çoğunluğu, parlamentoda bu hükümetin konumunu sarsamayacak sayıda parti olması ve Kürt halkının parlamentoya parti gönderme ihtimalinin engellenmesi üzerine yoğunlaşmıştı.

Mevcut hükümetin, askeri vesayetle hesaplaştığını iddia ederken eleştirdiği seçim barajını, kendi siyasal iktidarını arttırma ve pekiştirme adına kullanmaktan çekinmediğini/ çekinmeyeceğini baraj tartışmaları üzerinden görmekteyiz. Parlamentoda suni bir çoğunluk, kullanabildikleri ölçüde tüm siyasi partilerin kullanmak isteyeceği bir durumdur. Bu siyasal iktidar, meşruiyetini, üzerine kurduğunu iddia ettiği “millet iradesi”ne dayandıramaz. AKP’nin paket tartışmadaki konumu, açık bir şekilde “İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün!” saçmalığından ibarettir.

Demokratik Rejim Cephesi ve Haşim Kılıç

Avrupa Konseyi tarafından organize edilen bir konferansta Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, %10’luk seçim barajına ilişkin kanun hükmünün değişmesi için yapılan başvuruları değerlendirdikleri açıklamasında bulundu.

BBP ve SP’nin, meselenin gündem olmasından önceki başvurularına, gündemde payına düşeni alma hesapları yapan ana muhalefet, CHP İstanbul milletvekili Umut Oran’ın bireysel başvurusuyla hamle yaptı. Kılıçdaroğlu, söylemlerinin merkezini giderek bu meseleye çekerken, demokratik bir rejimin olmazsa olmazı olarak yeni akıllara gelen mesele, “paket tartışmalar”a uygun bir ortamda ilerletiliyor. Hatta TÜSİAD Başkanı Haluk Dinçer bile, barajın düşürülmesinden yana olduğunu açıklayan bir açıklama yaptı. “Demokratik rejim” yanlısı STK’ların açıklamaları, yine de hükümeti rahatsız edecek bir tonda değildi, ya da artık buna özen gösteriliyor.

Haşim Kılıç’ın, barajın düşürülmesi yönündeki ısrarı, AKP’nin totaliter hamlelerine karşı demokrasi savunuculuğu yapanlar için, bu seçimlerde tutunulacak tek dal konumunda.

Seçim gündeminin bu “usül” sorunu etrafında tartışılmaya başlanması, çok geçmeden AKP kanadından karşılandı. Karşılığın bu kadar sert olması, hükümetin, yapılması tartışılan “usül değişiklikleri”ne çok sıcak bakmadığının en açık ifadesi. Keza, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP’li Burhan Kuzu, seçim barajına ilişkin yaptığı açıklamayla, AKP’nin asıl tavrının ne olacağını belirtti. Bu tavır, sadece mevzubahis meselenin gündemleşmesiyle oluşan bir tavır değil. Bu, iktidarını giderek arttıran bir partinin, ideolojisinin ne olduğunun açıklamasıydı.

Keenlemyekün

Keenlemyekün, hukukta bir deyimdir. “Baştan itibaren anlam ifade etmez” gibi türkçeleştirilebilir. Yani “yok hükmünde” anlamına gelir. Bir olayın meydana gelmediğini varsayar. Burhan Kuzu’nun %10’luk baraj kaldırılırsa, kararın keenlemyekün olacağını ve uygulamayacaklarını söylemesi; kuvvetler ayrılığı ya da birliği ilkesinin, bir parti için ne kadar kullanışlı olabileceğinin en iyi göstergesi. Tabi manevra yapmayı bilene! Kuzu, partisinin ahkam kesme politikasını devam ettirerek, seçim barajının indirilmesi durumunda Anayasa Mahkemesi’ni ‘kalsın mı, gitsin mi?’ noktasına getireceğini belirtmekten de geri durmuyor.

Seçim barajı üzerinden konuşulmaya başlanan seçim gündemi, altı ay öncesinden halihazırda önümüzde duruyor. Seçim barajının yüzde kaç olacağı ve seçimleri hangi partinin kazanacağı tartışmalarının gölgesinde kalan siyasal gerçeklik, bu gölgeden çıkartılmalı.

Siyasi, ekonomik ve sosyal baskılara maruz bırakılan kesimler, siyasal ifade bulma noktasında keenlemyekün ilan ediliyorken; baraj tartışmaları da, seçim tartışmaları da, ezilen kesimler için anlamsızdır. Bu siyasal iktidardan nemalanacaklar, ana muhalefetiyle iktidarıyla seçim gündemini tüm siyasal gerçekliklerin önüne taşımayı, tüm siyasi-ekonomik-sosyal sorunlara çözüm olarak seçimleri göstermeyi amaçlamaktadır.

Farklı iktidar odaklarının konumlarını korumaları için illa meşruiyet aramadıklarının deneyimlendiği zamanlardayız. İşçi cinayetlerinin geçici ve alışılan gündemler sayıldığı, kadın katliamının her geçen gün büyüdüğü, ekonomik sömürünün ve yolsuzluğun, ekolojik talanın pekiştiği bir zamanda; tüm sorunlara parlamentoda çözüm arayacaklara, hatırlatılması gereken koca bir toplumsal devrimler tarihi var.

Siyasi istikrardan meşruiyetini alan totaliter rejim ve demokratik rejim arasındaki ilişki, birbirinin zıttı olmaktan çok, destekleyicisi konumundadır. Bu, yoldaş Malatesta’nın da vurguladığı gibi, kısır bir döngüdür. Bu kısır döngüyü yıkacak, keenlemyekün ilan edilen ezilenlerin yaşamlarının gerçekliğini var edecek bir öz-örgütlülüğe ihtiyaç vardır. Devrimci ve anarşist bir hareket, toplumsal devrimler tarihinde her zaman bunun adı olmuştur.

Hüseyin Civan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Keenlemyekün” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/21/keenlemyekun-huseyin-civan/feed/ 0
“İşte Şimdi Sahne Sizin” Zeynep Kocaman https://meydan1.org/2013/11/03/iste-simdi-sahne-sizin-zeynep-kocaman/ https://meydan1.org/2013/11/03/iste-simdi-sahne-sizin-zeynep-kocaman/#respond Sun, 03 Nov 2013 16:11:19 +0000 https://test.meydan.org/2013/11/03/iste-simdi-sahne-sizin-zeynep-kocaman/ Taşıyıcısı kadın olan örtü, günümüz muhafazakarlarınca “başörtüsü”, laiklerce “türban” ifadesiyle yıllardır siyasal krizleri beraberinde getirse de özünde bir kadın sorunu olduğu gerçeğini örtememiştir. Yasaklarla, siyasetle ve mücadelesiyle her daim gündem olmuş ve kadınları ilgilendirmiştir. Örtünen Değil, Örtülen Kadın Günümüze kadar cumhuriyetin modern kadın kimliği ile ilişkili olarak örtünme, ideolojik bir temelde sorgulanmıştır. Cumhuriyetin gelişiyle topluma […]

The post “İşte Şimdi Sahne Sizin” Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Taşıyıcısı kadın olan örtü, günümüz muhafazakarlarınca “başörtüsü”, laiklerce “türban” ifadesiyle yıllardır siyasal krizleri beraberinde getirse de özünde bir kadın sorunu olduğu gerçeğini örtememiştir. Yasaklarla, siyasetle ve mücadelesiyle her daim gündem olmuş ve kadınları ilgilendirmiştir.

Örtünen Değil, Örtülen Kadın

Günümüze kadar cumhuriyetin modern kadın kimliği ile ilişkili olarak örtünme, ideolojik bir temelde sorgulanmıştır. Cumhuriyetin gelişiyle topluma dayatılan “modernlik”, kadınlar için yeni bir kimliğin habercisiydi. “Modern” cumhuriyetle kadın başı açık, okur-yazar, seçme ve seçilme hakkına sahip bir kimlikle sınanıyordu. Geleneksel değerlerinden kopartılan toplum, bir de üstüne hiç de tanışık olmadığı Avrupalılar gibi davranmaya zorlanıyordu. Kılık kıyafet değişikliği, sembolik olarak Halifelik misyonunun terk edilişinin bir görüntüsüydü. Ancak bu yeni kimlik sadece biçimseldi ve özde kadının ev hapisliğini değiştirmedi. Genelde ev işçiliğinden çocuk bakıcılığına pozisyonu değişmeyen kadına, ayrıntılarda, yani sembolik olarak, yeni ulusal anlayışın örgütlenmesinde çeşitli pozisyonlar verildi. Bu bazen ulusal anlayışın dikte edildiği eğitim kurumlarında erkeğe yardımcı Fatma Rafet Angın gibi kadın öğretmenler olurken, bazen de erkeklik fabrikası orduda yaşamları için isyan edenlerin üzerine bombalar yağdıran Sabiha Gökçen gibi kadın askerler oldu.

Tek partili dönemden çok partili döneme, değişim vaadiyle yoksullaştırılanlar da yine en çok kadınlar oldu. Seçim zamanları oy uğruna modernizm rüzgarını arkasına alarak “başörtüsünü yobazlıkla” suçlayıp iktidar olanlarla, “başörtüsü değerimizdir” diyerek kaybettikleri iktidarı tekrar kazanmak isteyenlerin nutuklarıyla başörtüsü, erkekler tarafından bir siyaset aracına dönüştürülmüştü.

Meclis ve orduyu elinde tutan Kemalist rejim, yeni kurulan cumhuriyette devletin tüm organlarını kontrol ediyordu. Devlet Kemalist rejimin birebir işlediği bir yapıyken şehir merkezlerinden uzaklaştıkça kenar mahalle ve köylerde muhafazakâr cemaatler Kemalist rejim karşıtlığı yapıyor ve karşı karşıya geliyorlardı. Bu karşılaşmaların en belirgin sloganı ise yine kadının örtüsü oluyordu. Her iki taraf da kadının iradesini hiçe sayarak, kadının iradesi üzerine siyaset yapıyordu.

“Kadının Başındaki Bela: YÖK”

1966-67 yılları… Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde derslere başörtüsüyle girmek isteyen ilk kadın öğrenci Nesibe Bulaycı, yönetmelik gereğince eğitimine devam edebilmek için başörtüsünü çıkarmak zorunda kalır. Aynı fakültenin öğrencisi, aynı zamanda günümüz Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın da halası, Hatice Babacan ise başörtüsünü çıkarmayı reddeder, okuldan atılır ancak yaşananlar hafızalara kazınır. Çünkü bu ilk reddedişle “türban eylemleri” şeklinde ifade edilen siyasi çekişme başlamış olur.

“Modern Ortamda Teokratik Giysi Olmaz”

1973 yılında Ankara Barosu’na başı açık kaydolan Avukat Emine Aykenar, bir süre sonra başını örtmeye karar verir. Bunun üzerine dönemin Ankara Barosu Başkanı Yekta Güngör Özen imzasıyla “modern ortamda teokratik giysi olmaz” gerekçesiyle, aynı zamanda “mesleğin gelenek, onur ve kurallarına aykırı davranış” maddesine dayanılarak Ankara Barosu’ndan atılır. Aynı yıllarda benzer gerekçelerle kadın memurlar ve öğretmenler memuriyetten atılmışlar ya da başı açık bir şekilde çalışmayı sürdürebilmişlerdir.

Biçimsel Etkileşim Öze İşlesin Diye…

 

Kemalist rejimin günümüzde yavaş yavaş kaybettiği etkisinin en belirgin yansımalarından biri, Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili açılan davalar ve sonuçlarıdır. Özellikle bu yargılamalar arasında Balyoz darbe planı oldukça manidardır. “Yapılamayan” darbenin bir cami bombalamasıyla başlatılacağı bilgisinin varsayım ya da gerçek olmasının da bir önemi yoktur. Böylesi bir bilginin açığa çıkması, zaten bir darbedir. Balyoz planları darbe için yapılmış olsun ya da olmasın, zaten bu planlar açığa çıktığı günden itibaren bir darbe süreci yaşanmaktadır. Hükümet, varsayım olan ya da olmayan bir darbe planı üzerinden alışılagelmedik, anlaşılması zor bir darbe yapmıştır. Aynı ’80 darbesinin en önemli gerekçesi olan “Kardeş kardeşi öldürüyor, durdurmamız gerek” sözünün arkasından darbeyle gelen katliamın ve senelerce sürecek bir savaşın ilk adımlarının atılması gibi.

Bir başka gerekçesi irtica olan Kemalist rejimin komutanı Kenan Evren ise Kuran-ı Kerim’den ayetlerin yer aldığı bildiriler dağıtıyor, konuşmalarında peygamberden Allah’tan bahsediyordu. Bu biçimsel etkileşim öze işlesin diye her şehre, her kasabaya imam hatipler açılıyordu. Toplumun soldan sağa kayışı sağlandıkça daha dengeli bir politikayla başörtüsü yasağı sürdürülüyor ve Kemalist rejimin modern görüntüsü değişmiyordu. ’80 darbesiyle netleşen görüntünün siyah beyazdan renkliye geçişi, adeta televizyon görüntüsünün değişmesi gibidir ve bu değişimi muhafazakar gelenekten gelen liberalizmin sembol karakteri Turgut Özal başlatmıştır. Özal, ekonomik olarak liberalken, sosyal açıdan muhafazakar bir yapıdaydı, yani kendisine biçilen kıyafet buydu, O da bu kıyafeti giymekten oldukça memnundu. 1980 Anayasası’ndaki başörtüsü yasağına yaklaşmadı bile. Özal’ın, sonrası süreçlerde de yasağa yaklaşmama ve uzak kalma tutumu sürdü. Özal’ın ve sonrasındakilerin bu uzak kalma tutumu, resmi yasağın fiili serbestliğine dönüşmeye başlamıştı. Ama başörtüsünün fiili serbestliğinin de sınırları vardı. Öğrenci ve memur olan başörtülü kadınlar ayrıntılarda ufak tefek sorunlar yaşasalar da genelinde sorun yaşamamışlardı. Ta ki başörtüsü serbestliği Kemalist rejim tarafından tekrar bir tehlike olarak görülene kadar.

Milli Görüş’ün devamcısı Refah Partisi’nin 1995’te birinci parti olarak meclise girmesi ve Adalet Partisi devamcısı Doğruyol Partisi’yle 1997’de koalisyon oluşturup hükümet kurmasıyla başlayan “tehlike” 1997’de adeta bir darbeyle karşılandı ve böylece başörtüsü için de her şey değişmeye başladı. Resmi yasak tekrar fiili yasaklamayla sürerken, sonrasında 1998’de Refah Partisi Kemalist rejimin “laik cumhuriyet ilkelerine aykırılık”tan kapatıldı. Bu kapatılmadan üç yıl sonra Refah Partisi yerine kurulan Fazilet Parti’sinden İstanbul milletvekili seçilen Merve Kavakçı’nın yemin törenine başörtüsüyle katılması yeni bir krize yol açtı ve beraberinde başlatılan yargılamanın sonuçlanmasıyla, 2001’de Fazilet Partisi de kapatıldı.

1994’te HEP’li Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana yemin töreninde Kürtçe yemin ettiği için, İstanbul milletvekili Merve Kavakçı ise yemin töreni esnasında başörtüsü taktığı için siyasetten ötelendiler. Belki de bu ortak kader, bugünkü Kürt siyasetinin meseleye bakışındaki önemli etkenlerden biridir.

Başörtüsü yasağının fiiliyattaki saçma sapan uygulamalarına karşı, başörtüsü takan her kadın direnmek zorunda kaldı. Saçma sapan uygulamalardı çünkü o dönemlerde üniversite kapılarındaki genç kadınların başörtülerinin üzerine bir de peruk taktığı görüntüler, bize yasağın anlamsızlığını gösteriyordu.

Aynı süreçte belirginleşen Fethullah Gülen cemaati ve bugünün iktidarı AKP de yine Kemalist rejimin tedirgin olacağı benzer anlayışın devamcılarıydılar. Yalnız bu devamcılar kendilerinden öncekilerin birçoğunun birçok özelliğini taşırken, diğer yandan kapitalizme entegre bir Türkiye’nin oluşturulması için oldukça prezantabl davranıyorlardı. Muhafazakar sol ile sağ arasında liberal kimlikli bir AKP’nin kendini bulma çabası hissediliyordu. Bu çabada önemli etkiyi, kanaat önderleri oluşturuyordu. Başörtüsünü biçimselden başlayan bir değişimle öze indirecek olan değişimin bu sembol karakterleri bir bir açığa çıkmaya başlamıştı. Dünün direnen başörtülü kadınının mücadelesi üzerine, toplumun imaj olarak beğeneceği başörtüsü koyuluyor ve başörtüsü direnişin sembolünden, liberallerin imaj savunusuna dönüşüyordu.

Cumhuriyetin başından itibaren ikili kavgadaki taraflar zaman zaman hissettikleri ama bir türlü net olarak göremedikleri üçüncü karakterle ilk kez bu kadar net bir şekilde karşılaşıyorlardı. Bu karakter bir yandan Kemalistlerin ilerlemeci modern özelliklerini taşırken, diğer yandan Kemalizm karşıtı muhafazakar Müslümanların muhafazakar özelliklerini de sahipleniyor ve açığa çıkan modern Müslüman anlayışla bu kapsamdaki tüm kavramları da mülkiyetine geçiriyordu. Modernizmin en belirgin özelliği demokrasinin “savunuculuğundan” muhafazakarlığın olmazsa olmazı alkol yasağına kadar her şeyin kendi bünyesinde bulunmasını istiyordu. Her daim kenar süsü olan milliyetçiliği ise işine gelince yükseltiyor, işine gelince düşürüyordu. Bu algının yarattığı imaj haline gelen başörtüsünün ve onun yaratıcısı kadının serüvenine gelince…

Modern Müslüman Kadının “Şule başı”

1960’lı yıllarda, aristokrat Müslüman gazeteci Mehmet Şevki Eygi öncülüğünde haftalık çıkan Yeni İstiklal Gazetesi’nde yazmaya başlayan Şule Yüksel Şenler, özellikle başörtüsü konusundaki farklı söylemleriyle karşımıza çıkar.

Şule Yüksel Şenler döneminin “misyoner” kadınlarından biridir. Anadolu’yu kapı kapı dolaşarak kadınlara “örtünün” çağrılarında bulunur. Aynı zamanda görüntüsü, düzgün diksiyonu, ikna kabiliyeti ve entelektüel birikimiyle kadınları etkiler. Örtülü kadının özel ve kamusal alandaki kabulünü bir karşı koyuş olarak “modern” Müslüman kadın prototipiyle değiştirmeyi misyon edinmiş ve kısa zamanda bu tarzdaki kadınları etrafında toplamayı başarmıştır. Konuştukları ve yazdıkları kadar taktığı “örtüsü” de dönem itibariyle kadınların “modern” örtüsü haline gelir. Kendi ifadesiyle, protokollerden bıkmış bir prensesin Roma’daki sıkıcı hayatı ve onu haber yapmak isteyen gazeteci arasındaki aşk hikayesini anlatan “Roman Holiday” isimli filmin başrol kadın oyuncusu olan Audrey Hepburn’nun başındaki örtüden esinlenerek taktığı bu örtünme şekli günümüze değin uzanan “şule başı” modelidir.

“I’m Malcom X” ya da “I’m Şule Yüksel Şenler”

Siyah Müslümanlar Hareketi’nin anlatıldığı Malcolm X filminin son sahnesinde Güney Afrikalı ilkokul öğrencilerinin tek tek ayağa kalkarak “I’m Malcolm X!” (Ben Malcolm X’im) demeleri filmi izleyenleri oldukça etkilemiştir. Şule Yüksel Şenler hakkında Star Gazetesi yazarlarından, AKP’nin kalemşoru Hakan Albayrak’ın bir yazısında Şule Yüksel Şenler-Malcom X benzetmesi bizlere tek tek ayağa kalkan ve Şulebaşlarıyla günümüze dek çoğalan “modern” Müslüman kadınlarını çağrıştırmaktadır.

Şule Yüksel Şenler “modern” örtüsüyle bir dönem sonrasını epey etkilemiş ve bu konuda oldukça da başarılı olmuştur. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın özellikle televizyonlardan yayınlanmasında ısrarcı olduğu, Şule Yüksel Şenler’in aynı adlı romanından diziye uyarlanan ve şimdilerde ATV kanalında yayınlan Huzur Sokağı da izleyicilere bu başarı öyküsünü anlatıyor. Dizinin kadın karakteri Feyza gerçek hayattaki Şuleyi mi anlatıyor bilemiyoruz ancak bu romanın aynı zamanda birçok üniversitenin kapı girişinde elden ele dağıtılması Şulebaşlı Feyzaların artık her yerde olduğunun bir göstergesi olsa gerek. Ancak “modern görünümlü” de olsa topluma, erkeğe, aileye yakıştırılan ve istenilen kadınlar olarak. Tarih boyunca bir kumaş parçası kadar değersiz görülüp fikri sorulmadan, bu kumaş parçasıyla taçlandırılan kadınlar olarak. Bütün ataerkil yapıların yıkılmadığı, kadın üzerindeki zorunluluklarının yok olmadığı sürece kendi yaşamı hakkında karar veremeyen kadınlar olarak. Ne modern zihniyetli cumhuriyetçilerin, ne de muhafazakar modern görünümlü şulebaşçıların kurtaramayacağı kadınlar olarak.

On Gram Örtünün Altına Gizlenen Özgürlük

Kalemi güçlü yazarlardan Onur Caymaz örtünmeye ilişkin bir yazısında şu şekilde ifade etmiş; bu işin kökü İsa’dan bile yedi yüzyıl öncesine Asurlulara dek dayanıyor diyerek. Eski bir Sami inancına göre, kadının saçları, cinsel organını kaplayan kılların devamıymış ve erkekler tepedeki kıllara bakıp, “aşağıdaki”ni hayal etmesinler diye Asur’da kadınların başları kapalıymış. Fakat bu işin “iktidar mücadelesi”ne dönüşmesine sebep olan sürecin başlangıcı, Aziz Pavlus’a dek uzanıyormuş. Tarsuslu Pavlus, Korinthoslulara Mektup’ta “Tanrı esiniyle dua eden veya konuşan her kadın başını örtmelidir. Erkek başını örtmez, Tanrı’nın imgesidir ve şanıdır, ama kadın erkeğin şanıdır, çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratılmıştır ve erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratılmıştır” der. Belki de bu yüzden Müslüman yazar Muhammed Kasimi, “Her örtünün ardında, kadına duyulan üç bin yıllık kin vardır” demiş.

Sözün özü; başörtüsü yaşadığımız coğrafyada yüz yıllık cumhuriyetin kuruluşundan önce başlayan belki de yıkılmasından sonra da sürecek bir kısır döngüdür. Başörtüsünün siyasetten arınması oldukça zorken artık tesettür modasıyla bir imaj olarak, başka bir döngüde kısırlaşmıştır. Siyasetin tükettiği başörtüsü, alışveriş merkezlerinde lüks markaların vitrinlerinde pahalı etiketlerle kapitalizmin modern Müslüman kadınına, yani tüketicisine sunuluyor. Müslümanlığın dini gereksinimini uygulamak isteyen kadın, gelenekselden moderne on gram kumaş parçasının altında kendi özgürlüğünü örtüyorsa şayet, örterek sakladığı özgürlüğü aynı zamanda onun kendi benliğidir de ve kadının kendi özgür benliğiyle alacağı kararlarla yaşamasını kimse yasaklayamaz. Çünkü yeryüzüne gelen ilk kadın olduğu söylenen Lilith de, özgür kararlarını yasaklayan Adem’e karşı koyarak yalnız kalacağını bilmesine rağmen yine de özgürlüğü seçmiştir.

Zeynep Kocaman

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 14. sayısında yayımlanmıştır.

The post “İşte Şimdi Sahne Sizin” Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/11/03/iste-simdi-sahne-sizin-zeynep-kocaman/feed/ 0
Geçmiş Bahar Geçmiş Yaz… Gelmiş Nükleer Vakti! https://meydan1.org/2013/08/31/gecmis-bahar-gecmis-yaz-gelmis-nukleer-vakti/ https://meydan1.org/2013/08/31/gecmis-bahar-gecmis-yaz-gelmis-nukleer-vakti/#respond Sat, 31 Aug 2013 13:31:21 +0000 https://test.meydan.org/2013/08/31/gecmis-bahar-gecmis-yaz-gelmis-nukleer-vakti/ Tam 68 yıl önce, 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’da, 9 Ağustos 1945’te Nagasaki’de patladı bombalar. Nagasaki Belediyesi’nin resmi listesine göre; gerçekleşen ekolojik katliama paralel olarak, o an öldürülen veya daha sonra nükleerin etkisiyle ölen insanların toplam sayısı 143.124’e ulaşmıştı. Bu katliam ne bir ilkti, ne de son oldu. Kapitalizm ve devlet yüzyıllardır, küçücük atomlardan bile kocaman […]

The post Geçmiş Bahar Geçmiş Yaz… Gelmiş Nükleer Vakti! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Tam 68 yıl önce, 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’da, 9 Ağustos 1945’te Nagasaki’de patladı bombalar. Nagasaki Belediyesi’nin resmi listesine göre; gerçekleşen ekolojik katliama paralel olarak, o an öldürülen veya daha sonra nükleerin etkisiyle ölen insanların toplam sayısı 143.124’e ulaşmıştı. Bu katliam ne bir ilkti, ne de son oldu.

Kapitalizm ve devlet yüzyıllardır, küçücük atomlardan bile kocaman katliamlar yaratıyor!

Devlet, “bilgi ve iletişim çağı” olduğu iddia edilen günümüzde de, katliamlarını sürdürüyor ve bu katliamlarını halkların gözünde meşrulaştırmak için, kılıflar uydurmaya devam ediyor. Bilimi, teknolojiyi, hiç sorgulamadan duyduğu hayranlıkla kabullenmesi gereken bizlerden, sunulan bilimsel nimetleri, sunanlara şükrederek tüketmemiz bekleniyor.

***

Özal döneminde yaşanan Çernobil Katliamı sonrasında, katliamın kılıfçıları sansasyonel açıklamalar yapmıştı, hatırlarsanız.

Dönemin Başbakanı Turgut Özal; “Radyoaktif çay daha lezzetlidir.”

Cumhurbaşkanı Kenan Evren; “Radyasyon kemiklere yararlıdır.”

Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral; “Çaylarda tehlike yok ki imha edelim.”, “Dinine, imanına inanan ‘Radyasyon var’ demez.”, “Çaydaki radyasyon tehlikesiz.”

Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) eski başkanı, “nükleerci bilim adamı” lakabıyla tanınan Ahmet Yüksel Özemre; “Ne bulursanız yiyebilirsiniz.”, “Çayda tehlike yok ama dışsatımı yasaklıyoruz.” demişti.

***

Bir süredir gündemi oldukça meşgul eden ve nimet denilerek kılıfına uydurulan iki proje de, Mersin-Akkuyu ve Sinop’ta faaliyete geçmesi planlanan nükleer santraller.

Bugünün kılıfçıları da, eski kılıfçılar gibi -patlama, sızıntı ya da bomba olmasa dahi- nükleer santrallerin başlı başına birer katliam olduğu gerçeğinin üstünü örtmeyi amaçlıyor. Bu amaçla, -ev tipi ya da sanayi tipi değil- “nükleer tipi” dikiş makinelerinin başında, harıl harıl çalışıyor.

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan; “Ülkemizin artan enerji ihtiyacı ve dışarıya ödediğimiz kaynak düşünüldüğünde, nükleer santral ile biz adeta ‘sessiz devrim’ gerçekleştiriyoruz.”

Uluslararası Enerji Ajansı Başekonomisti Fatih Birol; “Birçok ülkenin kaderini enerji belirleyecek. Nükleer enerji, diğerlerine göre daha ucuz.”

AK Parti Sinop Milletvekili Mehmet Ersoy; “Santralimizin inşaatı sürecinde, yaklaşık 10.000 kişi çalışacak.” diyor.

Örtmeye çalıştıkları katliam o kadar büyük ki; Erdoğan, Taksim’den başlayıp dört bir yana yayılan isyan hareketinin harladığı ateşi, “devrim”i dillendirmek zorunda kalıyor. Fatih Birol, daha ucuza enerji üretimini vurgularken; Mehmet Ersoy da milyonlarca işsizin yarasına sözde merhem sürüyor.

Bunlar dışında, Akkuyu Nükleer Santrali’nde çalışmak amacıyla Rusya’da mühendislik eğitimi almaya hak kazanan -önceki 117 öğrencinin ardından- 80 öğrenci daha sınavla seçiliyor. İTÜ, ODTÜ, Yıldız Teknik, Hacettepe gibi “seçkin” üniversitelerini bırakıp “nükleer mühendisi” olmayı tercih eden öğrencilerin, TC’nin ilk “Nükleer Uzman Grubu” olacağı açıklanıyor. Yani, bedeli doğayı ve yaşamı katletmek olsa da, burslu ve iş garantili bir eğitim alacakları…

***

Katliam kılıfçılarının diktiklerini bir yana bırakırsak, bir de bu kılıfları yırtanlar var. Kılıfın altındakileri de yıkanlar. “Yıkmak, yaratmaktır!” diyorlar. Herkesi, her şeyi talana yeminli “kapitalizmi” ve…”devleti” yıkmak. Paylaşma ve dayanışma ilişkileriyle örülen, ekolojik uyumla dönen dünyayı yaratmak.

Onlar için; yazdan sonra, nükleer vakti gelmiyor. Mevsimlerin döngüsü de farklı işliyor;

Geçiyor bahar, geçiyor yaz… Geliyor yeniden isyan vakti!

The post Geçmiş Bahar Geçmiş Yaz… Gelmiş Nükleer Vakti! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/08/31/gecmis-bahar-gecmis-yaz-gelmis-nukleer-vakti/feed/ 0
“Selanik’ten Geriye… Bir İhtilal Daha Var”- Erdinç Yücel https://meydan1.org/2012/11/13/selanikten-geriye-bir-ihtilal-daha-var-erdinc-yucel/ https://meydan1.org/2012/11/13/selanikten-geriye-bir-ihtilal-daha-var-erdinc-yucel/#respond Tue, 13 Nov 2012 11:07:35 +0000 https://test.meydan.org/2012/11/13/selanikten-geriye-bir-ihtilal-daha-var-erdinc-yucel/ Onlar için kooperatif demek, aracıların, bilicilerin ve hazır yiyicilerin aradan çekilmesi demektir. Ve bir aynaya ihtiyaç duyduklarında Arjantin’de, Brezilya’da, İspanya, Almanya ve Sırbistan’da halen yaşanmakta olan özyönetim deneyimlerine bakmaları yetecektir. “Kendimize kim olduğumuzu hatırlatmak için hepimizin aynalara gereksinimi var.” (Memento) Siyaset dedikleri sihirli bir değnek… Kimin elinde boy gösterse, insanlara dünyayı onun gözüyle seyrettirmeyi başarıyor. […]

The post “Selanik’ten Geriye… Bir İhtilal Daha Var”- Erdinç Yücel appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Onlar için kooperatif demek, aracıların, bilicilerin ve hazır yiyicilerin aradan çekilmesi demektir. Ve bir aynaya ihtiyaç duyduklarında Arjantin’de, Brezilya’da, İspanya, Almanya ve Sırbistan’da halen yaşanmakta olan özyönetim deneyimlerine bakmaları yetecektir.

“Kendimize kim olduğumuzu hatırlatmak için hepimizin aynalara gereksinimi var.” (Memento)

Siyaset dedikleri sihirli bir değnek… Kimin elinde boy gösterse, insanlara dünyayı onun gözüyle seyrettirmeyi başarıyor. Belki de Arapça köküne inildiğinde “vahşi bir atı sakinleştirme” anlamına ulaşılabildiği içindir. Belki de dünyayı izlemenin tatlı rehavetiyle ona kimin gözünden baktığımız artık önemini yitirdiği içindir. Sahi, kaç zamandır bu tribünde oturduğunu hatırlayan var mı aramızda? Kim olduğunu ve ne istediğini çoktan unutmuş olan bunca insan içinde aynaya bakacak cesareti olan kaç kişi bulabiliriz?

Başka Bir Dünya: Selanik

Bolluk günlerinde her şey an’da kilitlenmiş gibidir. Ezeli bir sükûnetin içinden gelip ebedi bir saadete ulaşan bir an’dır bu… Başka olasılıklara göz kırpmak, başka yollar aramak, başka sularda kulaç atmak kimsenin aklına bile gelmeyecektir… Olan biten her şey, başka türlüsü mümkün olmadığı için yaşanmaktadır zaten. Sonra birden bir şey olur. Bolluk günlerinin ezeli ve ebedi olmadığını bize hatırlatan bir şey… Ve kendimizi sayısız olasılıkla baş başa buluveririz… Tribünden sahaya inip diğer olasılıkları test etmenin zamanı gelmiştir artık… Tıpkı Selanik’te VIO.MET işçilerinin yaptığı gibi…

Fabrika yönetimi 2011 Mayısında krizi bahane ederek üretimi durdurtup ortalıktan toz olur. Ne de olsa dünyada aynı işi çok daha ucuza yaptırabilecekleri aç insanlarla dolu başka ülkeler vardır. Fabrikayı korsanlar gibi buharlaştırırlarsa yaklaşık 50 işçinin ödenmemiş maaşlarının da, yıllarca çalışarak hak ettikleri tazminatların da yükünden kurtulmuş olacaklardır. Her şeyi düşünmüşlerdir ama işçilerin tribünden sahaya inebilecekleri gelmemiştir akıllarına. Ve akla gelmeyen başa gelir. Çünkü bolluk günlerinin sonunda her zaman başka olasılıklara açılan kapılar vardır.

VIO.MET işçilerinden 38’i, patronun fabrikadaki stoku ve makineleri kaçırmasını engellemek için fabrikada nöbet tutmaya başlarlar. Resmi olarak işsiz sayılmamaktadırlar fakat işleri yoktur. Toplanırlar, düşünürler, konuşurlar… Başka olasılıkların varlığını hatırlayacak kadar köşeye sıkışmışlardır artık. Böylece oy birliğiyle fabrikayı özyönetim esaslarına göre işler hale getirmeye karar verirler. Kooperatifleşecek ve patronlar için değil, kendileri için üretime başlayacaklardır. Çünkü onlar için kooperatif demek, aracıların, bilicilerin ve hazır yiyicilerin aradan çekilmesi demektir. Ve bir aynaya ihtiyaç duyduklarında Arjantin’de, Brezilya’da, İspanya, Almanya ve Sırbistan’da halen yaşanmakta olan özyönetim deneyimlerine bakmaları yetecektir. Ya da biraz geriye gidip Ege’nin doğusuna da bakabileceklerdir.

On İki’den Geriye

Kenan Paşa’ya soracak olursanız “on iki” düşmanın denize dökülmesi demektir. Onun gibi bir şey en azından… Sıkıyönetim Savcılarının iddianameleri de bunu doğrulayacaktır. İzmir’deki Tariş davasında tutuklanan 135 işçi hakkında “vatan topraklarının bir bölümünü işgal etmek”ten dava açtılarsa bir bildikleri vardır. 12 Eylül’den yedi ay önce devlet, askeri ve polisiyle on bin kişilik silahlı bir gücü seferber ederek Çiğli İplik Fabrikasını “düşman işgali”nden kurtarmasa neler olurdu hiç öğrenemedik… Ama orada yaşananların Yeni Çeltek’le bir ilgisi olduğunu da dönemin gazete arşivlerinden okumuş bulunduk.

Evet Yeni Çeltek! Peki neydi Yeni Çeltek ?

Türkiye Şeker Fabrikaları 1955’te Amasya Suluova’da bir şeker fabrikası açar. Suluova’da pancar vardır. Pancar’ı işleyip şekere dönüştürmek için gereken enerjiyi sağlayacak kömür yatakları da vardır. Böylece Yeni Çeltek maden ocağı da Suluova’da açılır. Köylüden pancar yok pahasına alınacak, madende kömür, işçilerin ölesiye çalışmasıyla elde edilecek, ve bu acımasız çark dönerken memleketin en ucuz şekeri imal edilecektir. Çarkın güvenli biçimde işlemesi için de silahlı külahlı gangster sendikacıların ağzına bir parmak bal çalınacaktır. Her şey 1920’lerin Amerikasındaki gibi başlar ama aynı yılların İtalyasındaki gibi sonuçlanır. 1974 – 80 arası kocaman bir dalgaya dönüşen halk hareketi kendisine yeni yollar, yeni kollar, yeni kanallar açarak ilerler. Dünyadaki farklı deneyimlerin bilgisine derinlemesine sahip bir hareket değildir bu. Ama hareket halindeki topluluklar başka olasılıkları görmeye meyyal olurlar. Yeni Çeltek’te de olan budur. Önce gangster sendikacıların tekeline son verirler. Devrimci çevrelere kapılarını açarlar. Devrimci komiteler, sendikalar, inisiyatifler kurulur. Yerden biter gibi adeta… Çünkü harekette bereket vardır. Çünkü hareket halindeki toplulukların “tehlikelere” odaklandığı pek görülmemiştir. Politik “doğrular” değil, akacak kanallar önemlidir. Yeni Çeltek’te de Yeraltı Maden İş sendikası örgütlenir. Yine de koşulları değiştirmek zordur. Gangster sendikacılar ellerinden kayıp giden iktidarı yeniden ele geçirmek için kan dökerler. Ama topluluklar bir yerde harekete geçtilerse, kurbanlık olmaktan hoşlanmadıkları içindir. Gangster sendikacıların da kanı dökülecektir bu durumda. Çünkü “düşman, kendi kanını görene kadar korkunçtur!” 1976’da Suluova’nın Halk Komiteleri vardır, işçilerle profesyonel sendikacılar arasındaki hiyerarşiyi ortadan kaldıran bir örgütlenme vardır, insanların öz savunmanın meşruiyetine duyduğu güven vardır. Bunlar varken işçiler kendi taleplerini işverene “dayatabilme” gücüne de sahiptir. Yüzlerce işçinin 23 günlük başarılı grevi örgütlü direnişin nelere kadir olduğunu bütün Suluova’ya gösterir.

1980’e gelindiğinde vahşi çalışma koşulları bir ölçüde ortadan kalkmıştır. üretimde verimlilik yüksektir ancak işveren maliyeti de yüksek bulmaktadır. Hal böyleyken ocakların kapatılmasına karar verirler. Bütün Suluova’nın ve çevre ilçelerin desteğini alan işçiler ise grevle yanıtlarlar bu kararı. Ama işlerin durdurulduğu bir grev değildir bu. İşçiler ocaklara inmeye devam ederler. Artık işveren için değil, kendileri için kazma sallamaktadırlar. Söz yalnızca onlardadır. Ve buna dostlar arasında özyönetim denmektedir. Tıpkı 1977’de Aşkale’de, 1970’te Günterm Kazan Fabrikası’nda ve 1969’da Alpagut’ta olduğu gibi…

Yeni Çeltek’teki özyönetim macerası “on iki”de son bulur. Parlamenter “demokrasi” balkabağına dönüşür. Fareler ve insanlar baş başa kaldığında Suluova’nın 689 evladına Dev-Yol üyesi olmak suçlamasıyla dava açılır. Bunlardan 64’ünün idamı istenir…

Köke Ulaşmak: Hikâyenin Başlangıcı

Çorum’un leblebisinden başka bir de Alpagut’u vardır. Hatta önce Alpagut’u vardır ki bunu bilmemek ne olduğumuzu ve aslında kim olabileceğimizi de bilmemek anlamına gelir.

Alpagut’ta 1942’de kurulan maden ocakları zamanla bölge halkının tek geçim kaynağı olmuştur. Ağır çalışma koşullarına ve kuş kadar ücretlere onca yıl katlanan madenciler, 1969’a gelindiğinde açlıkla baş başa kalırlar. İki buçuk aydır maaşları ödenmediği gibi ne zaman ödeneceği da söylenmemektedir. Bölge tarıma elverişli değildir. Neredeyse tüm araziler maden işletmesi için istimlâk edilmiştir. Bölge insanının, yaşamak için ocaklarda heder olmaktan başka bir seçeneği de yoktur. 13 Haziran 1969’a gelindiğinde tam 73 gündür ücretlerini alamayan 950 işçi; “Biz unutulduk. Öyleyse biz kendimizi düşünelim” diyerek ocağı işgal ederler. Kendi deyişleriyle “yönetime artık işçiler el koy”muşlardır.

Sonrası bu 950 işçiden 786’sının sonuna kadar sürdürdüğü 35 günlük bir “ihtilal” hikâyesidir. İşçiler, adına “ihtilal konseyi” dedikleri bir öz örgütlenme kurarlar. “Öncü” partileri, profesyonel “rehber”leri, liderleri yoktur. Konsey bütün işçilerin ortak kararıyla, konsensusla seçilmiştir. Konsey, bütün işçilerin dahil ve eşit söz (oy) hakkına sahip olduğu işçi genel kuruluna bağlıdır ve olağanüstü toplantılar dışında her hafta toplanan genel kurula hesap vermektedir. Hiyerarşik işbölümü kaldırılmıştır. İşçiler sekizer saatlik üç vardiya halinde çalışacaktır. İşgalin güvenliği, işçiler, eşleri ve çocukları tarafından ortaklaşa sağlanmaktadır. Üretilen kömürün satışını da “ihtilal konseyi” üstlenmiştir. Aracıların ve profesyonel işbölümünün ortadan kaldırılması demek, daha yüksek verimlilik, daha ucuz kömür, daha insani çalışma şartları ve daha çok ücret demekti. (Evet Alpagut aynasına bakmadan önce, anarşinin belirsiz bir gelecekte değil, hemen şimdi aslında sana ne önerdiği hakkında bir fikrin yoktu değil mi itiraf et.)

“İhtilal”in ikinci ve üçüncü haftasında üretim yüzde elli artmıştı. Maazallah devlet otoritesinin bu şekilde sarsılması başka yerler için de örnek olabilirdi. 17 Temmuz günü madeni kuşatan jandarma “ihtilal”e son verdi. Sonrasında her şey “normal”e döndü ve işçilerin beş aylık pasif direnişi sonucu yeniden işe dönecek olan 13 kişi işten atıldı.

Köke dönüş derken kasıt Alpagut aynası değildi elbet. 1956 ‘da Macaristan’da ortaya çıkan işçi konseyleri, 1936’dan 1939’a kadar İspanyol devrimine damgasını vuran anarşist kır komünleri ve işçi komiteleri, 1920’lerde İtalya’da ortaya çıkan (anarşistlerin ve komünistlerin etkin olduğu fabrika konseyleri, 1923’te cumhuriyetin ilanından hemen önce İstanbul’da iş yerini işgal ederek denetimi ele geçiren mürettiplerin direnişi, Rusya’da yenilgiye uğrayan 1905 devrimi sırasında işçiler tarafından kurulan ve 1917 Şubat devrimi sırasında dört bir yanda yeniden boy gösteren sovyetler ve elbette 1871 Paris Komünü…

Hep geriye gitmenin mümkün olduğu bu yolculukta hiçbir deneyimin bize “eksiksiz” ve “olgun” bir model sunmadığı söylenebilir elbette. Ama zaten varlık nedeni yalan söylemek olan siyaset erbabından başka kim kusursuz bir tıraş deneyimi vaat edebilir ki bize?

Ve en başta söylendiği gibi… Siyaset dedikleri sihirli bir değnek… Kimin elinde boy gösterse, insanlara dünyayı onun gözüyle seyrettirmeyi başarıyor. Oysa bir de toplumsal devrim ihtimali var. Orada eller senin ellerin, gözler senin gözlerin ve diğer her şey herkesindir. Çünkü hayatlarımızdan başka sahip olabileceğimiz hiçbir şey yoktur gerçekte ve sistem denilen bu dipsiz kuyu bize hayatlarımızdan başka her şeye sahip olabileceğimizi söyler. Ve biz, ezeli bir sükûnetin içinden gelip, ebedi bir saadete ulaşan bir an’ın içinde olduğumuz zannıyla bolluk günlerinin sona ermemesini dileriz.

“Gözlerinizi kapattığınız zaman dünya yok olmuyor değil mi?” (Memento)

Erdinç Yücel
[email protected]

The post “Selanik’ten Geriye… Bir İhtilal Daha Var”- Erdinç Yücel appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/11/13/selanikten-geriye-bir-ihtilal-daha-var-erdinc-yucel/feed/ 0