komisyoncu – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Thu, 08 Nov 2018 15:20:51 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Üreticiden Tüketiciye Aracıların Sömürüsü – Nergis Şen https://meydan1.org/2018/11/08/ureticiden-tuketiciye-aracilarin-somurusu-nergis-sen/ https://meydan1.org/2018/11/08/ureticiden-tuketiciye-aracilarin-somurusu-nergis-sen/#respond Thu, 08 Nov 2018 15:20:51 +0000 https://test.meydan.org/2018/11/08/ureticiden-tuketiciye-aracilarin-somurusu-nergis-sen/ Geçtiğimiz haftalarda Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, uzun zamandan beri çok tartışılan ve konuşulan aracılar ve komisyoncularla ilgili beklenmedik bir çıkış yaptı. Albayrak “yeni hal yasası” adı altında aracılar ile komisyoncuların sayısının azaltılacağını, ürünlerin makul bir fiyata çekileceğini, ürünlerin kalitelerinin arttırılacağını açıkladı. Bu açıklamanın iki nedeni olabilir. Birincisi yine bir seçim öncesinde tabi ekonomik […]

The post Üreticiden Tüketiciye Aracıların Sömürüsü – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Geçtiğimiz haftalarda Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, uzun zamandan beri çok tartışılan ve konuşulan aracılar ve komisyoncularla ilgili beklenmedik bir çıkış yaptı. Albayrak “yeni hal yasası” adı altında aracılar ile komisyoncuların sayısının azaltılacağını, ürünlerin makul bir fiyata çekileceğini, ürünlerin kalitelerinin arttırılacağını açıkladı.

Bu açıklamanın iki nedeni olabilir. Birincisi yine bir seçim öncesinde tabi ekonomik krizin çok da uzak olmadığı bu dönemde böyle açıklamalarda bulunarak insanların içine su serpmektir. Bir diğeri de, üretici tüketici arasındaki komisyoncu zincirini kimi büyük şirketlere devrederek şeffaflık söylemi altında kapitalistlere peşkeş çekmektir.

Peki, üreticiden çıkıp tüketiciye ulaşana dek ürünlerdeki fiyatların dengesizliği bu kadar aşikarken, yapılması düşünülen bu müdahaleler var olan gerçekliği değiştirebilir mi? Arada kapitalistler ve devlet oldukça, elbette hayır!

Pazara, markete ya da manava gittiğimizde meyve sebzelerin üzerinde yazan fiyatlar adeta cep yakıyor. Fakat öte yandan bu meyve ve sebzeleri üretenler hiçbir şey kazanamadıklarını söylüyor. Peki sizce bunda bir çelişki yok mu? Üretim maliyetleri ortada, satış fiyatları ortada. Bu durumda üreticinin kazanması hatta ve hatta zengin olması gerekmiyor mu? Fakat kazın ayağı öyle değil.

Burada gözden kaçan önemli bir faktör var. Hatta bir değil, birden çok fazla faktör var. İşte o faktörler dediğimiz şey, aracılar ya da komisyonculardır. İşte bu aracılar, hem tüketicinin çok daha ucuza alabileceği gıdalara astronomik rakamlar ödenmesine hem de üreticinin “yeter artık bu sene de mahsul elimizde kaldı.” diyerek tonlarca meyve ve sebzeyi kamyonlarla sokağa dökmesine sebep oluyor.

Elimizdeki tabloya baktığımızda ortada zarar eden iki tarafın olduğu çok açık. İşte iki tarafın zararını topladığımız zaman ortaya çıkan rakam ise aracıların karını gösteriyor. Peki kim bu aracılar? Neden bir ürün tarladan markete gelene kadar bu denli zamlanıyor? Bu süreç nasıl gelişiyor? Şimdi bu süreçlere şöyle bir bakalım.

 

ÜRÜNLER ÜRETİCİ HAL PAZAR MARKET HAL/ÜRETİCİ PAZAR/ÜRETİCİ MARKET/ÜRETİCİ
Kilogram Fiyatı Kilogram Fiyatı Kilogram Fiyatı Kilogram Fiyatı Fiyat Farkı

(%)

Fiyat Farkı

(%)

Fiyat Farkı

(%)

ELMA 1,31 3,06 3,33 5,21 133,59 154,45 297,91
NOHUT 2,94 5,00 9,86 11,02 70,07 235,46 274,72
DOMATES 1,58 2,10 2,83 4,08 32,63 78,95 157,51
PATATES 1,28 1,73 2,42 3,03 35,69 89,54 137,56
KIRMIZI MERCİMEK 1,89 3,20 6,86 6,97 69,31 263,10 268,93

TZOB’un Temmuz ayına ait üretici-tüketici fiyat raporu

Üretici ve Tüketici Arasındaki Zincirler

Çiftçiler farklı üretim şekilleriyle ürünlerini üretirken bizler bu üretim koşullarının bilgisine ulaşamadan neyin tam olarak nereden geldiğini, nasıl üretildiğini bilmeden bu ürünleri alıyoruz ve tüketiyoruz. Soframıza gelmeden önce tarladan çıkan bir meyve veya sebze -üretici ve tüketiciyi dışarıda bırakırsak- en az altı tane aracının elinden geçiyor. İsterseniz bu aracı zincirine sırasıyla bir bakalım. Meyve veya sebze üreticiden çıktıktan sonra; ilk olarak tüccar tarafından alınıyor. İkinci adımda komisyoncuya ulaştırılıyor. Komisyoncu elindeki ürünü üçüncü aracı olan sevkiyatçıya veriyor. Sevkiyatçı zincirin dördüncü halkası olan nakliyeciye, nakliyeci beşinci aracı olan ikinci komisyoncuya ve ikinci komisyoncu ise altıncı ve son aracılar olan pazarlara veya marketlere veriyor.

Bu zincirin her halkasında ürüne, herkes kendi karını ekliyor. Bir de üstüne devletin vergilerini koyduğunuzda, her seferinde ürünün fiyatının üzerine yüzde hesaplamaları ekleniyor. Biraz bunları detaylandırdığımızda da komisyoncu haliyle -biraz kar edebileyim düşüncesiyle- bir miktar eklemelerle fiyatı arttırıyor. Her halci aldığı fiyatın üzerine komisyon bedeli olarak; kendi komisyon bedelinden devlete ödediği %18 oranındaki vergiyi de düşünerek hemen hemen %8 oranında ekleme yapıyor. Sevkiyatçı; halden aldığı ürünü diğer şehirlerdeki hallere sattıran kişi. Sevkiyatçı ürüne bir miktar komisyon ekleyerek başka hallere ulaştırmak için ürünü nakliyecilere veriyor. Ellerine geçen üründe nakliyeciler, kendi kazançları için de bir miktar fiyat arttırma yapıyor. Burada da ürün fiyatına yine ekleme yapmaya sebep olacak nakliyat bedeli altında %18 denk gelen bir vergi ve mazot parası karşımıza çıkıyor. Ayrıca bir de bu durumların hepsine stopaj ekleniyor. Bu da üreticinin tescilli ürünü üzerinden %2’lik oranında kesilen gelir vergisidir. Eğer ürün tescil ettirilmezse bu oran %4’e çıkmaktadır. Bu şekilde ürünün bir bölgeden başka bir bölgeye gelene kadar çok fazla halkalara uğramasıyla, üst üste gelen vergi, komisyon ve masraflarla fiyatların sürekli arttığını görüyoruz.

Peki Üreticinin Kazancı Ne?

Üretici elindeki ürününü kendi yaşamını devam ettirebilmek için satışa sunuyor. Tüccarlar üreticiden var olan ürünü alıyor. Tüccar %2 gelir vergisi stopajını ve %1 bağ-kur kesintisini yaptıktan sonra kalan tutarı üreticiye ödüyor. Haliyle üreticinin de aslında bir şey kazanamadığını görmüş oluyoruz.

TZOB (Türkiye Ziraat Odaları Birliği)’nin bu sene temmuz ayında açıkladığı üretici-market fiyatlarında kirazın üreticiden 2 liradan çıkış yaptığını görüyoruz. Kiraz hale geldiğinde 3,33 lira oluyor. Pazarda karşımıza 3,88 liradan çıkan kiraz markette ise 6,48 lira oluyor. Tüm bu aşamaların sonunda, üretilen meyve veya sebzelerin marketlerdeki fiyatlarından %45’inin aracıların payına ve %11’inin vergilere gittiğini öğrenince fiyatların nasıl pahalı olduğunu görüyoruz.

Hal böyle olunca da elimizde bir kilo olan domatesin üçte birini devlet, üçte birini ise aracılar alıyor. Ee geri kalan kısmı ise biz şehirde domates bekleyenlerle üretici paylaşmış oluyor. Aslında bu, şu anlama geliyor: Akşam kurduğumuz sofraya tam oturmak üzereyken ve sofrada leziz bir menemen bizi beklerken ansızın kapı çalıyor. Kapıyı açıyorsunuz, bir bakıyorsunuz ki, karşınızda iki kişi… Biri devlet diğeri aracı. “Ooo biz de çok acıkmıştık.” diye teklifsizce kapıdan içeri giriveriyorlar. Sen masaya oturmaya fırsat bulamadan ekmeği banıp banıp menemenin çoğunu bitiriyorlar. Onlar evden ayrılırken sofrada kırıntılarla, sen ve kapıda bekleyen üretici hüzünlü ve aç bir geceye buruk bir merhaba diyorsunuz.

Ürünün her halkasındaki kişiler bu durumun çok normal olduğunu, kendilerinin zaten çok az kazandığını söyleseler de bizlerin cebinden çıkan tutarın kat kat arttığının, üreticinin ise bir şey kazanamadığı gerçekliğinin üstünü hiçbir şey örtmüyor.

Aslında Biz Ne Yiyoruz?

“Çiftçinin farklı üretim şekilleri” diyerek yazıya başlamıştım. Şimdi bu üretim şekillerini ve aslında bu kadar pahalı ne yediğimize bakalım. Yaşadığımız topraklarda çiftçiler genellikle iki farklı şekilde üretim yapmaktadırlar; modern tarım ve geleneksel tarım. Modern tarım; yapay gübrelerin, ilaçların, makinaların kullanıldığı ve genetiğiyle oynanmış yada hibrit (melez) tohumlarla üretimin yapıldığı tarım yöntemidir. Geleneksel tarım ise bunların (gübre, ilaçlama, makina vs.) çok az kullanıldığı ya da hiç kullanılmadığı ve genellikle “atalık tohumlar”ın kullanıldığı bir tarım yöntemidir.

Tüccarlar genellikle ürünü ucuza alabilmek adına modern tarım yöntemiyle elde edilmiş ürünleri tercih etmektedirler. Fakat bu ürünlerin pahalı olmasının yanında besin değeri açısından da hiçbir değeri bulunmamaktadır.

Geleneksel tarımın ise aşamaları hem emek hem de maliyet olarak daha fazla olduğundan tüccarlar bu yöntemle üretilen ürünleri, satabilmeleri pek mümkün olmadığından tercih etmiyorlar. Tabi bu arada geleneksel tarım yöntemi de adına “organik, ekolojik, doğal” denilerek kendi piyasasını yaratmış bulunmakta. Ekolojik pazarlarda veya marketlerin organik reyonlarından bu ürünlere ulaşmak artık çok kolay. Ancak günümüzde bizler modern tarım yöntemiyle üretilmiş ürünleri zaten yüksek rakamlara alırken geleneksel tarım yöntemiyle üretilmiş ürünleri bu ekolojik pazarlarda veya organik reyonlarından çok daha fahiş fiyatlara alıyoruz.

Hem Sağlıklı Hem Ucuz Gıda Mümkün Mü?

Bu sorunun cevabı ise elbette mümkün olmalıdır. Çünkü bunu mümkün kılmak isteyen birçok üretici ve birçok tüketici var. Aracıları ortadan kaldırarak geleneksel tarım yöntemini benimseyen üreticilerin ürünlerini ise, bu ürünleri karşılıksız bir şekilde tüketiciyle buluşturan kolektifler, gıda toplulukları ve kooperatiflerde bulabiliriz. Üstelik herhangi bir aracının olmadığı doğrudan üreticinin ve tüketicinin arasındaki ilişkisi üzerine kurulu bu sistematikte “yediklerimiz gerçekten ne” sorusunun cevabı “temiz, sağlıklı ve güvenilir” olacaktır. Bahsettiğim bu sistematiği benimsemeyen üretici ya da tüketici köylü ya da kentli kurnazları da yok değil. Ancak bırakalım onlar kendi kurnazlıklarının peşinde birbirlerini yesinler. Ben samimiyeti ve doğruluğu benimseyenlerden bahsediyorum.

Bu tarz bir kolektif, gıda topluluğu yada kooperatifin amacı; geleneksel tarım yöntemiyle üretilen meyve ve sebzenin, üreticiden doğrudan, hiçbir kar amacı gütmeden tüketiciye ulaştırmaktır. Ürünün üretiminden, dağıtımına ve tüketimine kadar gerçekleşen sürecin tamamında üretici ve tüketici başta olmak üzere tüm ilgili kesimlerin sözünü söyleyebileceği ve inisiyatif olabileceği yolları geliştirmektir. Tüketici istediği zaman üretim alanlarını ziyaret edebilir hatta üretimin bir parçası olabilir. Bu tarz bir sistematikte daha fazla üreticiyle tanışarak, yeni bileşenleri ile beraber var olan ihtiyaçların doğrultusunda üretimin ne kadar gerçekleşebileceğini zamanla üretici ve tüketici birlikte karar verebilirler. Bu şekilde, aracılar vasıtasıyla aldığımız güvensiz ürünlerin yerine hem üreticisini tanıdığımız hem üretim koşullarını bildiğimiz hem de daha da ucuza aldığımız güvenilir gıdaya ulaşmak mümkün hale gelmektedir.

Nice aracısız yaşama, nice güvenilir ürünlere, nice kolektif ve kooperatiflere…

 

Nergis Şen

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 47. sayısında yayınlanmıştır.

 

 

 

The post Üreticiden Tüketiciye Aracıların Sömürüsü – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/11/08/ureticiden-tuketiciye-aracilarin-somurusu-nergis-sen/feed/ 0
Müjde Kimin İçin? – Rifat Güven https://meydan1.org/2017/05/02/mujde-kimin-icin-rifat-guven/ https://meydan1.org/2017/05/02/mujde-kimin-icin-rifat-guven/#respond Tue, 02 May 2017 09:50:54 +0000 https://test.meydan.org/2017/05/02/mujde-kimin-icin-rifat-guven/ Devletin ezilenlere yeni bir ‘müjde’si var: Arabuluculuk. Hükümet referandum sonrasına yeni bir yasa tasarısı sunmaya hazırlanıyor. 2014 yılından beri yürürlükte olan, fakat zorunlu olmayan arabuluculuğa başvurma şartı, artık zorunlu hale getiriliyor. Yani daha önce işçi-patron davalarında, sömürülen işçiler doğrudan iş mahkemelerine dava açabiliyorken artık öncelikle arabulucuya başvurmaları gerekiyor. Arabulucuya gidilmeden başvurulan iş mahkemeleri davaları usulen […]

The post Müjde Kimin İçin? – Rifat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Devletin ezilenlere yeni bir ‘müjde’si var: Arabuluculuk.

Hükümet referandum sonrasına yeni bir yasa tasarısı sunmaya hazırlanıyor. 2014 yılından beri yürürlükte olan, fakat zorunlu olmayan arabuluculuğa başvurma şartı, artık zorunlu hale getiriliyor. Yani daha önce işçi-patron davalarında, sömürülen işçiler doğrudan iş mahkemelerine dava açabiliyorken artık öncelikle arabulucuya başvurmaları gerekiyor. Arabulucuya gidilmeden başvurulan iş mahkemeleri davaları usulen doğrudan reddediliyor.

Peki nedir bu arabuluculuk? Devletin kendi sitesinde, yani Adalet Bakanlığı’na bağlı Arabuluculuk Daire Başkanlığı’nın sitesinde tanımı şöyle yapılıyor; “Arabuluculuk, günümüzde dostane yollarla uyuşmazlık çözüm yöntemleri içinde en yaygın olarak bilinen ve uygulanan uyuşmazlık çözüm yöntemidir.”

Adı üstünde, arabuluculuk. Ama kimlerin arasını nasıl bulacak, adaleti nereden koyacak? Bunlar muğlak!

Aslında pek muğlak da sayılmaz. Zaten fabrikalarda, şantiyelerde, mağazalarda, yıllardır köle gibi çalıştırılan, iş alanlarında sakat bırakılan, iş cinayetlerinde katledilen işçiler; haklarını, onlara dayatılan tek alan olan mahkemelerde aramaya çalışırken bir de şimdi bu çıktı başlarına. Dava dosyaları yıllarca bekletilen, tazminatları yıllarca devlet ve patronlar tarafından gasp edilen işçiler, bu sefer de arabulucu denen komisyoncular tarafından sömürülecek. Komisyoncular, hani bir şey alıp satarken arabuluculuk sıfatı ile para kazananlar. Tabi ki devletin arabulucusu ticaretteki komisyoncu ile tamamen aynı değil. Arabulucu ezilenle ezeni aynı pozisyonda değerlendirmekle kalmayacak, ayrıca adaletini güçlü olandan yana kullanabilecek. Neden mi?

Mahkemeye başvurulmadan önce gidilen arabulucunun masraflarını iki taraf eşit şekilde ödeyecek, asla eşit olamayan iki taraf. Cebinde minibüs parası bile olmayan tarafla, minibüsü satın alacak kadar parası olan taraf eşit şekilde ödeyecek! Yalnızca bununla sınırlı da değil, bir de işin rant ve rüşvet kısımları var. Bu anlaşmazlıklarda taraflardan ekonomik olarak güçsüz olanın yani işçinin rüşvet gibi bir yöntemle kararı etkilemesi zor görünürken patronların bu yöntemden yararlanma ihtimalleri çok yüksek. Ayrıca bu uygulamadan ekonomik bir fayda sağlayan arabuluculuğun kendisinin bir rant ve sektör kapısı olması ayrıntılarına girmiyorum bile.

Adaleti baştan sakat olan bu anlayış, ezilenlere bu uygulamayı işleri hızlandıracağı, anlaşmazlıkları mahkemeye gitmeden çözebileceği iddiasıyla bir müjde olarak sunuyor.

Hız kimin için avantajlı peki? Yıllarca iliklerine kadar sömürülen, aşağılanan, hakları yok sayılan işçiler için mi; yoksa acımasız bir rekabet peşinde koşan patronlar için mi?

Arabuluculuk kimin için müjde peki? İş mahkemelerinde adalet adına süründürülen, bir de bu uygulamayla daha da fazla ekonomik ve sosyal hak kaybına uğrayacak olan işçiler için mi, yoksa bu uygulamayla adaleti bir kez daha ekonomik ve sınıfsal gücüyle kazanacak olan patronlar için mi?

Müjde kimin için?

Rıfat Güven

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 38. sayısında yayınlanmıştır.

The post Müjde Kimin İçin? – Rifat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/05/02/mujde-kimin-icin-rifat-guven/feed/ 0