komün – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 07 Apr 2020 15:37:01 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Anarşist Ekonomi Tartışmaları (33): Ekonomiyi Yenmek https://meydan1.org/2020/04/07/anarsist-ekonomi-tartismalari-33-ekonomiyi-yenmek/ https://meydan1.org/2020/04/07/anarsist-ekonomi-tartismalari-33-ekonomiyi-yenmek/#respond Tue, 07 Apr 2020 15:32:42 +0000 https://meydan.org/?p=56905 Dayanışma ekonomisi, Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizimizde daha önce ele aldığımız bir konu. Bu sayıda ise popüler bir model olarak pratik edilen dayanışma ekonomisine yönelik bir eleştiriye yer veriyoruz. Alıntıladığımız metin, ekonomiyi bir amaç olarak görmeyi reddeden anarşist bir grup olan Görünmez Komite’nin 2015’te yayımladığı “Arkadaşlarımıza” adlı kitapta bulunuyor. Komünü zaptedilmez yapan şeyin tam da […]

The post Anarşist Ekonomi Tartışmaları (33): Ekonomiyi Yenmek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Dayanışma ekonomisi, Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizimizde daha önce ele aldığımız bir konu. Bu sayıda ise popüler bir model olarak pratik edilen dayanışma ekonomisine yönelik bir eleştiriye yer veriyoruz. Alıntıladığımız metin, ekonomiyi bir amaç olarak görmeyi reddeden anarşist bir grup olan Görünmez Komite’nin 2015’te yayımladığı “Arkadaşlarımıza” adlı kitapta bulunuyor.

Komünü zaptedilmez yapan şeyin tam da onun esasını oluşturması, onun baştan başa sarıldığı halde hiçbir zaman gasp edilemeyecek olması, önceden de Roma Hukuku’ndaki res communes’in ayırt edici özelliğiydi. “Ortak şeyler” okyanus, atmosfer, tapınaklar gibi ele geçirilemeyecek şeylerdi. Birkaç litre suyu, bir kıyı şeridini ya da tapınağın taşlarını ele geçirebilirsiniz ama denizi değil, kutsal yeri değil. Res communes paradoksal biçimde şeyleştirilmeye, şeylere dönüşmeye direnirler. Kamu hukukunda, kamu hukuku dışında kalanları belirtir: Ortak kullanımda olanlar yasal kategorilere indirgenemez. Dil genellikle “komünal”dir: Kişi onun sayesinde, onun aracılığıyla kendini ifade edebilse de kimse onu kendi mülkü yapamaz. Kişi onu sadece kullanabilir.

Son yıllarda bazı ekonomistler yeni bir “komün” teorisi geliştirmeye çalışıyorlar. “Komün”ün, pazarın değer vermekte zorlandığı ama onsuz işlemeyeceği şeyler olduğu söyleniyor: Çevre, zihinsel ve bedensel sağlık, okyanuslar, eğitim, kültür, büyük göller vb. ama aynı zamanda dev altyapılar (otobanlar, internet, telefon ya da sağlık ağları vb.). Hem gezegenin durumundan endişelenen hem de pazarın işleyişini geliştirmeyi arzulayan bu ekonomistlere göre, bu “ortak şeyler” için sadece pazara dayanmayan yeni bir “yönetişim” biçimi icat etmek gerekiyor.

2019 Nobel Ekonomi ödülü sahibi Elinor Ostrom’un “komünü yönetmek” için sekiz ilke tanımladığı son “çok satan” kitabının adı Ortak Malların Yönetimi. Henüz oluşturulmamış olan “ortak şeylerin yönetim kadrosunda” kendilerine bir yer olduğunu anlayan Negri ve şürekası özünde tamamen liberal olan bu teoriyi benimsedi. Hatta kapitalizm tarafından üretilen her şeyin son tahlilde insanların üretken işbirliğinin sonucu olduğu şeklinde bir akıl yürütmeyle, “ortak şeyler” kavramını bunları kapsayacak şekilde genişlettiler. İnsanların bunları ele geçirmesinin yolu ise pek sık görülmeyen bir “ortak şeylerin demokrasisi” olarak gösteriliyordu. Fikir yoksunu ebedi takipçileri koşup onların arkasında sıraya girdiler. Şimdi kendilerini “sağlık, barınma, göç, sosyal hizmetler, eğitim, tekstil endüstrisindeki koşullar vb.” talep ederken buldular; ele geçirilmesi gereken o kadar çok “ortak şey” var ki… Böyle giderse yakında nükleer santrallerin işçiler tarafından yönetilmesini isteyecekler ve tabi NSA (Ulusal Güvenlik Ajansı isimli ABD istihbarat teşkilatı), çünkü internet herkese ait olmalı. Onlara göre sofistike teorisyenler “ortak şeyleri” Batı’nın sihirli şapkasından son çıkan metafizik prensip olarak görme eğiliminde. Bir “arche” diyorlar, “bütün politik hareketi örgütleyen, kumanda eden ve hükmeden” anlamında, yeni kurumları ve yeni bir dünya hükümetini doğuracak olan yeni bir “başlangıç”. Bütün bunların kaygı verici yanı, hayal edebildikleri tek devrimin bugünkü dünyanın yönetim kademesine Proudhon ve İkinci Enternasyonal’den ilham alan insanların danışmanlık yapması. Günümüzdeki komünler “ortak şeylerin” hiçbirine erişim talebinde bulunmuyor ya da yönetimine heves etmiyor. Doğrudan doğruya ortak bir yaşam biçimi örgütlüyorlar, yani gasp edilemeyecek olanla ortak bir ilişki geliştiriyorlar ve dünya ile başlıyorlar.

Bu “ortak şeyler” yeni nesil bürokratların eline geçti diyelim, bizi öldüren şeyler hiçbir açıdan gerçek anlamda değişmeyecek. Metropolün tüm sosyal yaşamı dev bir cesaret kırma projesi gibi çalışıyor. İçindeki herkes, varoluşlarının her yönüyle, genel emtia sistemi örgütlenmesi tarafından tutsak ediliyor. Kişi elbette o ya da bu örgütte aktivist olabilir, “arkadaş” grubuyla sokağa çıkabilir ama nihayetinde herkes kendi başınadır, kendi postunu kurtarır ve bunun farklı olacağını düşünmek için bir neden yoktur. Fakat her hareket, her sahici deneyim, her isyan süreci, her grev, her işgal, o hayatın kendini kanıtlayan sahte kanıtında açılan bir çatlaktır; ortak bir yaşamın mümkün ve arzulanır olduğunu, değerli ve coşkulu olabileceğini kanıtlar. Bazen sanki buna inanmamızı engellemek için diğer yaşam biçimlerini, sönümlenenlerinden kalan izler dahil, imha etmek üzere her şey üst üste geliyor gibi gözüküyor. Geminin dümenindeki gözü dönmüşlerin en korktuğu şey, yolcuların onlardan daha az nihilist olması. Gerçekten de bu dünyanın bütün örgütlenmesi, yani ona mutlak bağımlılığımız, olası diğer bütün yaşam biçimlerinin gündelik olarak inkarıdır.

Toplumsal cila çatlayıp soyuldukça bir güç biçimini almanın aciliyeti yüzeyin altından ama görünür biçimde yayılıyor. Meydanlar hareketi bittiğinden beri birçok şehirde grev komitelerinin ve mahalle meclislerinin ama aynı zamanda kooperatiflerin tahliyeleri durdurmak için, her şey için ve her anlamda karşılıklı yardımlaşma ağlarının ortaya çıktığını görüyoruz. Üretim, tüketim, barınma ve kredi kooperatifleri ve hatta yaşamı her yönüyle ele alan “entegre kooperatifler”. Bu çeşitlilikte, daha önceden marjinal olan bir pratikler yumağı, şimdiye kadar bunları neredeyse kendine saklayan radikal gettonun çok ötesine yayılıyor. Böylelikle daha önce olmayan bir ciddiyet ve etkinlik kazanıyorlar ve bu pratikler kolaylaşıyor. İnsanlar para ihtiyacını beraberce karşılıyorlar, biraz kazanmak ya da onsuz yapmak için örgütleniyorlar. Yine de araç yerine amaç olarak alınırsa kooperatif bir marangozhane ya da oto tamirci, maaşlı iş kadar bezdirici olabilir. Her bir ekonomik oluşum, eğer komün onun bütünlüğünü reddetmiyorsa unutulmaya mahkumdur, zaten unutulmuştur. Yani komün, ekonomik toplulukları (komüniteleri) birbirleriyle iletişim (komünike) haline getiren, onların içinden akan ve onları taşıran şeydir; ben-merkezci eğilimlerini engelleyen bağdır.

20. yüzyılın başında Barselona işçi hareketinin etik yapısı yürümekte olan deneyimlere bir rehber olabilir. Ona devrimci karakterini veren tek başına özgürlükçü okullar, CNT-FAI damgalı parayı basan teknisyenler, sektörel sendikalar, işçilerin kooperatifleri ya da pistoleros grupları değildi. Bütün bunları birleştiren bağdı, bütün bu faaliyetlerin ve oluşumların arasında yeşeren ama hiç birine atfedilemeyecek olan ortak yaşamdı. Bu onun yenilmez olan temeliydi.

“Krizin” vurduğu birçok Avrupa ülkesinde toplumsal ve dayanışmaya dayalı ekonominin ve onlara eşlik eden kooperativist ve mutualist ideolojilerin ısrarla geri döndüğünü görüyoruz. Bunun “kapitalizme bir alternatif” oluşturabileceği fikri yayılıyor. Biz bunu daha çok mücadeleye alternatif, komüne alternatif olarak görüyoruz. Sadece Dünya Bankası’nın son yirmi yılda dayanışma ekonomisini özellikle Güney Amerika’da nasıl bir politik pasifleştirme tekniği olarak kullandığına bakmak ikna edici olacaktır. “Üçüncü Dünya” ülkelerinin gelişmesine yardım projesi, 1961-1969 yıllarında ABD Savunma Bakanı olan ve Vietnam, Portakal Gazı ve Rolling Thunder bombalaması ile bilinen Robert McNamara’nın karşı isyan tasarımıdır. Bu ekonomik proje esasında ekonomik değil tamamen politiktir ve basit bir amacı vardır. ABD’nin “güvenliğini” garantilemek yani komünist isyanları yenmek için onları doğuran en büyük etken olan “aşırı yoksulluk”tan mahrum bırakmak. Yoksulluk yoksa isyan yok. Katıksız Galula. McNamara 1968’de “Cumhuriyetin güvenliği” diye yazıyordu, “sadece onun askeri gücüne değil, hatta öncelikle, burada kendi evinde olduğu kadar dünyanın her yerinde gelişmekte olan ülkelerde istikrarlı ekonomik ve politik sistemlerin yaratılmasına dayanır.” Bu açıdan bakıldığında yoksullukla savaşın bir çok amacı var. İlk olarak asıl sorunun yoksulluk değil zenginlik olduğu gerçeğini gizliyor; küçük bir azınlığın iktidarla birlikte üretim araçlarının çoğunu elinde tuttuğu gerçeğini. Ayrıca sorunu politik değil toplumsal mühendislik meselesine çeviriyor. Dünya Bankası’nın 1970’ten beri yoksulluğu azaltmak için yaptığı müdahalelerin neredeyse sistematik olarak başarısızlığa uğraması ile dalga geçenler, gerçek amacı olan isyanı önlemek konusunda çoğunlukla kesin başarı sağladığını dikkate alsalar iyi olur. Bu mükemmel işleyiş 1994’e kadar sürdü.

1994, 170.000 yerel “dayanışma komitesinin” desteğiyle ABD ile yapılan serbest ticaret anlaşması ile üretileceği öngörülen şiddetli toplumsal bozulmanın etkilerini yumuşatmak için tasarlanan Meksika’da Ulusal Dayanışma Programı’nın (PRONOSOL) başlatıldığı zamandı. Zapatistaların isyanına yol açtı. O zamandan beri Dünya Bankası “yoksul halkların otonomisini ve yetkelendirilmesini destekleyen” mikrokrediye* odaklandı (2001 Dünya Kalkınma Raporu). Kooperatifler, yardımlaşma dernekleri, kısacası toplumsal ve dayanışmacı ekonomi. Aynı rapor diyor ki “yoksul insanların yerel örgütlere mobilizasyonunu teşvik edin ki aynı zamanda o kurumlarda denetleyici olarak rol alabilsin, yerel karar alma süreçlerine katılabilsin ve böylece günlük hayatta hukukun üstünlüğünün sağlanması için işbirliği yapsınlar.” Yani yerel liderleriyle işbirliği yapıp kendi ağlarımıza dahil edin, muhalif grupları etkisizleştirin, “insan sermayesinin” değerini yükseltin, daha önce emtia dolaşımından kaçan her şeyi, marjinal olanları bile dolaşıma sokun.

Onbinlerce kooperatifin ve hatta kazanılan fabrikaların bile Argentina Trabaja programına entegre olması Cristina Kirchner’ın 2001 isyanına cevap olarak ayarlanmış karşı isyancı başyapıtıdır. Ondan aşağı kalmasın, Brezilya’nın 2005 yılında 15.000’e varan işletmesi ile kendi Ulusal Dayanışma Ekonomisi Sekreterliği, yerel kapitalizmin başarı hikayesine parlak biçimde ekleniyor. “Sivil toplumun mobilizasyonu” ve “farklı bir ekonominin” geliştirilmesi Naomi Klein’ın safça düşündüğü gibi “şok stratejisine” uygun bir cevap değil, şok mekanizmasının diğer vuruşu. Neoliberalizmin temel unsuru olan şirket-biçimi kooperatiflerle beraber yayılıyor. Yunanistan’da bazı solcuların yaptığı gibi ülkesinde son iki yılda öz yönetimli kooperatiflerin patlamış olmasından aşırı memnun olmamak gerekir. Çünkü Dünya Bankası tam olarak aynı hesabı aynı memnuniyetle yapıyor. Toplumsal ve dayanışma tipinde esnek bir marjinal ekonomik sektörün varlığı politik, dolayısıyla ekonomik, iktidarın merkezileşmesine karşı bir tehdit oluşturmuyor. Hatta onu bütün zorluklardan koruyor. Bu kadar korunaklı bir tamponun arkasında Yunan armatörler, ordu ve ülkenin büyük şirketleri her zamanki işlerine devam edebiliyorlar. Bir miktar milliyetçilik, toplumsal ve dayanışma ekonomisinden bir dokunuş ve işte sonuç: İsyan biraz daha beklemek zorunda.

Ekonomi “davranışların bilimi” ünvanını ya da hatta “uygulamalı psikoloji” mertebesini iddia etmeden önce ihtiyacın, bu ekonomik yaratığın dünya üzerinde çoğaltılması gerekiyordu. Bu ihtiyaç hali, bu muhtaç emekçi, doğanın yarattığı bir şey değil. Uzun zaman boyunca sadece yaşam şekilleri vardı, ihtiyaçlar değil. İnsan bu dünyanın bir parçasında yaşar ve orada kendini nasıl besleyeceğini, nasıl giyineceğini, eğleneceğini ve başının üstüne bir dam koyacağını bilirdi. İhtiyaçlar tarih içinde kadın ve erkekleri dünyalarından kopararak üretildi. Bunun yağma, sömürü, kapatma ya da kolonizasyon biçimlerinden hangisini aldığı bu bağlamda önemli değil. İhtiyaçlar, ekonominin kopardığı dünyanın karşılığında insana verdiği şeydi. İnkar etmenin faydası yok, bu ön kabulle başlıyoruz. Fakat eğer komün ihtiyaçlar için sorumluluk almayı içeriyorsa, bu özerklik kaygısından değildir, çünkü bu dünyaya ekonomik bağımlılık, sürekli ezilmenin varoluşsal olduğu kadar politik bir nedenidir.

Komün ihtiyaçlarımızı karşılarken bunu içimizdeki muhtaç olma durumunu yok etme niyetiyle yapar. Bir eksiklik hissedildiğinde yaptığı ilk hareket, o eksiklik her ortaya çıktığında o eksikliği ortadan kaldırmanın yolunu bulmaktır. Eve ihtiyacı olanlar mı var? Sadece onlar için bir tane yapmazsın; herkesin kendine hızlıca bir ev yapabileceği bir atölye kurarsın. Toplantı yapmak, oyalanmak ya da eğlenmek için bir yere mi ihtiyaç var? Bir yer işgal edilir ya da inşa edilir ve “komüne dahil olmayanlara” da açılır. Gördüğünüz gibi mesele ihtiyacın bolluğu değil ortadan kaldırılmasıdır, yani kolektif güce katılım dünyaya karşı tek başına olma hissini yok eder. Bunun için hareketin esrikliği yeterli olmaz; araçların bol ve çeşitli olması gereklidir.

Selanik’te işçileri tarafından yeniden işletilmeye başlanan Vio.Me fabrikası** ile, her ne kadar oradan ilham aldıklarını söyleseler de, Arjantin’de felaketle sonuçlanan bir dizi çeşitli özyönetim girişimi arasında bir ayrım yapmak gerekir. Farklı olan, fabrikanın tekrar üretime geçmesinin sadece bir alternatif ekonomi girişimi olarak değil, en başından Yunanistan’daki “hareketin” bütün unsurları tarafından desteklenen politik bir direniş olarak yaratılmış olmasıydı. Fayans bağlantı malzemesi üreten bu fabrika dönüştürülerek aynı makinelerle dezenfektan jel üretimine başlandı ve özellikle “hareket” tarafından işletilen dispanserlere gönderildi. Buradaki komünal özellik, hareketin çeşitli kesimlerinin arasındaki yankılardır. Eğer komün “üretiyorsa” bu sadece ikinci derecede önemlidir; “ihtiyaçlarımızı” tatmin ediyorsa bu fazladan bir şeydir çünkü ortak bir yaşam arzusuna ek olarak yapılmıştır; üretilenleri ve ihtiyaçları amaç olarak almadan. Komün, kendi büyümesinin gerektirdiği müttefiklerini bu dünyaya açıkça karşı çıkışında bulacaktır. Ekonomiyi gerçekten krize sokacak olan komünlerin büyümesidir ve bu ciddi olan tek karşı büyümedir.

* Bkz. Zapatistlerin Perspektifinden Ekonomi Politik, Meydan 34. ve 35. sayı

** Bkz. Selanik VIO.MET İşçileri ile Röportaj: Kooperatifleşmeye Doğru, Meydan 3. sayı

Çeviri: Özgür Oktay

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 52. sayısında yayınlanmıştır.

The post Anarşist Ekonomi Tartışmaları (33): Ekonomiyi Yenmek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/04/07/anarsist-ekonomi-tartismalari-33-ekonomiyi-yenmek/feed/ 0
Patika Ekoloji Kolektifi Ekolojik Yıkımların Karşısında https://meydan1.org/2018/10/14/patika-ekoloji-kolektifi-ekolojik-yikimlarin-karsisinda/ https://meydan1.org/2018/10/14/patika-ekoloji-kolektifi-ekolojik-yikimlarin-karsisinda/#respond Sun, 14 Oct 2018 11:50:42 +0000 https://test.meydan.org/2018/10/14/patika-ekoloji-kolektifi-ekolojik-yikimlarin-karsisinda/ Meydan Gazetesi: İsim, büyük ölçüde içerik hakkında bilgiler verir. Bu sebeple “Neden Patika?” sorusuyla başlayalım.. Patika Ekoloji Kolektifi: Ekoloji mücadelesi bizim için, yaşamı savunurken ve yeni bir yaşamı yaratırken izlediğimiz bir yol ve bu yol bir patika aslında. Çünkü patikalar tüm canlılar içindir, patikalarda ayrık otlarına da rastlarsınız böceklere de… Keçilerin de ayak izleri vardır […]

The post Patika Ekoloji Kolektifi Ekolojik Yıkımların Karşısında appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Kapitalizmin ve devletlerin siyasi ve ekonomik çıkarlar uğruna yaşama yönelik durmak bilmez saldırılarıyla ortaya çıkan küresel iklim değişiklikleri; yaşadığımız coğrafyadaki iktidarın ekolojik yıkım pahasına arzuladığı nükleer santraller ve çılgın projeler… Böylesi bir süreçte, yaşamı savunan bir gazete olarak biz de ekoloji mücadelesinde yaratıcı ve etkili eylemlerde bulunan Patika Ekoloji Kolektifi ile gerçekleştirdiğimiz röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

Meydan Gazetesi: İsim, büyük ölçüde içerik hakkında bilgiler verir. Bu sebeple “Neden Patika?” sorusuyla başlayalım..

Patika Ekoloji Kolektifi: Ekoloji mücadelesi bizim için, yaşamı savunurken ve yeni bir yaşamı yaratırken izlediğimiz bir yol ve bu yol bir patika aslında. Çünkü patikalar tüm canlılar içindir, patikalarda ayrık otlarına da rastlarsınız böceklere de… Keçilerin de ayak izleri vardır patikalarda, kaplumbağaların da… Patikaların kenarlarında ezilerek katledilen hayvanlarla karşılaşmazsınız örneğin. Her birimizin ayak izi art arda gelir. Patikalar yürümekten vazgeçmeyenler oldukça şekillenir ve var olur.

Bize göre yol iki nokta arasında bir çizgi değildir. Bu yolda yürürken hepimizin kafasında, başladığımız noktadan daha özgür daha adaletli bir yere varmak olsa da yol bir gitme biçimidir aynı zamanda. Biz ekoloji mücadelesinde araç ve amaçların paralel olması gerektiğine inanıyoruz, böylece mücadele pratiğimizle varacağımız noktayı yaratacağımızı düşünüyoruz. Bu yüzden bu yola “patika” dedik.

Patika Ekoloji Kolektifi nasıl bir örgütlenmedir? Örgütlenme biçimi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Patika Ekoloji Kolektifi yatay bir örgütlenmedir. Kolektifin işleyişinde alınan kararlar, herkesin katılımıyla gerçekleşir. Karara katılan her bir birey sonsuz söz hakkı ile işleyişte yer alır. Bireyler arasında herhangi bir hiyerarşi yoktur. Patikada herkes elini taşın altına sokması gerektiğini hisseder. Bunu da keyifle ve özenle yaparız.

Bununla birlikte kolektif içerisindeki her birey aslında farklı mücadele alanlarında deneyimleri olan yaşamlarını savunma ve dönüştürme çabasında olan bireyler. Bugün ekolojik yıkımların da faili olan devletlerin ve kapitalizmin her alanda gerçekleştirdiği saldırıların karşısında Patika, bütünlüklü bir mücadele hattını savunur. Yani Patika, bir HES şantiyesinin doğaya, doğadaki canlı-cansız varlıklara olan tahribatı dışında, o şantiyede çalışan ve patronu tarafından sömürülen işçiler içinde mücadele eder. Yaşamın dönüşümü derken çok fazla tüketmeyi değil evlerimizde konserve yapmayı, turşu kurmayı, üretici dayanışma ağları ile yemeyi-içmeyi, ikinci elcilerden giyinmeyi tercih ederiz. Her tercihimiz bu dönüşümün birer propagandasıdır. Kola içmeyiz ya da taşlanmış kot giymeyiz mesela. Çünkü biri içme suyumuzun biri hayatlarımızın sonunu hazırlıyor, biliyoruz. Kapitalist bir yaşamın çatlaklarından filizlenen bir betondelendir Patika. Bu yüzden her yerden hep çoğalacağız, hiç bitmeyeceğiz.

Patika kendisine bir ekoloji örgütü diyor ve bildiğimiz kadarıyla çevreciliğe karşı…

Çevrecilik insan merkezli bir düşüncedir, yani kastedilen; insan ve çevresidir. Ağaçların kesilmesini, hayvanlarının soyunun tükenmesini “önemser” çünkü insanların “konfor alanlarının” sürdürülmesini hedefler. “Sürdürülebilir” enerji kaynaklarını savunur, üretilen enerjinin insanların değil, endüstrinin ihtiyacı olduğunu görmezden gelir. Yine çevrecilik “geri dönüşümü” bir çözüm olarak gösterir, geri dönüşümün aslında bir manipülasyon olduğundan hiç bahsetmez, tüketim kültürünü sorgula(t)maz. Gündelik alışkanlıklarımızı değiştirmeden, sistemi sorgulamadan, “suya sabuna dokunmadan” “doğa dostu” imajını pekiştirmenin yollarını arar. Bu anlayış elbette kapitalizmin de zararsız gördüğü ve desteklediği bir anlayıştır. Biz bu bakış açısını çok sıkıntılı görüyoruz, kesinlikle çevreci değiliz.

Patika yaşam savunuculuğu yapan bir ekoloji örgütü. Hayvanın özgürlüğünden suyun, toprağın, havanın özgürlüğüne, tüketim mabetlerine yetmeyecek enerji üretim santrallerinin talanından kentsel dönüşümün rant talanına, bu sömürü sisteminin iktidar merkezli anlayışından mülkiyetçi anlayışına, yani kapitalizme karşı topyekûn oluşturulacak bütünlüklü mücadele ile yaşamı bugünden yaratma çabasıyla düşlüyor ve eyliyoruz. Çevrecilerse sadece birer truva atı.

Patika ne türlü mücadeleler verdi bu zamana kadar?

Yerel halkla birlikte bugüne dek başta Karadeniz olmak üzere coğrafyamızda yapılmak istenen hidroelektrik santrallerinden(HES) nükleer santrallere, termik santrallerden taş ocaklarına kadar yaşamı yok eden enerji şirketlerine karşı mücadeleler verdik. Suyun ticarileştirilmesine karşı çeşitli eylemler ve kampanyalar örgütledik. Yine Patika ismini taşıyan dergimizle rüzgar, jeotermal ya da güneş gibi enerji santrallerinin doğamız için yaratacağı yıkımları ele alan yazılar yayınladık, yeni çıkarılması düşünülen kaya gazını gündemimize alarak bu coğrafyada ilk kez tartışılmasını sağladık, sürdürülebilir enerji ya da geri dönüşüm gibi kavramların asıl yüzlerini teşhir eden incelemelere sayfalarımızda genişçe yer verdik.

Ekoloji alanındaki düşüncelerimizi yaygınlaştırabilmek için çeşitli platformlarda, oluşumlarda, etkinlik ve festivallerde yer aldık. Ayrıca çeşitli üniversitelerde gerçekleşen panellere katılarak ekoloji başlıklı aktarımlar gerçekleştirdik.

Son dönemde ise ekoloji mücadelesi veren farklı örgütlerin, ekolojik üretim yapan komün ve kolektiflerin de katılımıyla oluşturulan Kır-Kent Ağı buluşmalarına katıldık ve kır-kent ağının kurulmasında yer aldık.

Kır-Kent Ağı buluşmalarından biraz daha bahseder misin? Kır-Kent Ağı ile ne hedefleniyor?

Kır-kent buluşmalarının ilki Temmuz ayında Bergama’da gerçekleşti. Bu buluşmaya ekoloji mücadelesi veren örgüt ve topluluklardan, kolektif bir şekilde ekolojik ilkelerle kendi üretimlerini yapan komün ve topluluklara, şehirlerde tüketim ağları kuran gıda toplulukları ve derneklere kadar birçok farklı bileşen katıldı. Bir tanışma ve tartışma toplantısı olarak gerçekleşen ilk buluşmanın ardından ikinci buluşmamızı Eylül ayında İstanbul’da gerçekleştirdik. Bu buluşmada, yaşamlarımızın ortaklaştırılması, dayanışma ağlarının genişletilmesi ve güçlendirilmesi gibi başlıklara yoğunlaştık. İlk buluşmaya da katılım gösteren Fethiye’den Refikler Komünü ve Bayramiç’ten Zeytinli Ekolojik Yaşam Topluluğu’nun ortak deneyimleri bu dayanışma ağının nasıl geliştirilebileceğine dair pratik bir örnek olarak tartışıldı. Kır-kent ağının ne hedeflediği ve nasıl işleyeceğine dair yürütülen tartışmalarda üretim süreçlerini, tüketim ağlarını ve bütçelerini ortaklaştırmak, yerellerde dayanışma ilişkileri geliştirmek, bütünlüklü bir mücadele hattı kurmak ve yaşamlarımızı dönüştürmek tartışmaların ana hattını oluşturdu. Aslında hedeflenen alternatif üretim-tüketim ilişkilerinin oluşturulması, yaşamla iç içe oluşturulacak yaşamsal bir kültür aracılığıyla kapitalist ve devletli ilişkilerin yıkıcılığından kurtulmak.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Ekolojik uyumla yeni bir yaşamı oluşturmaya bugün her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Bunun için paylaşma ve dayanışma ilişkilerimizi çoğaltmalı ve örgütlenmeliyiz.

Röportaj için teşekkür ederiz. Meydan Gazetesi olarak mücadelenizi selamlıyoruz.

 

Bu röportaj Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.

 

 

 

The post Patika Ekoloji Kolektifi Ekolojik Yıkımların Karşısında appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/10/14/patika-ekoloji-kolektifi-ekolojik-yikimlarin-karsisinda/feed/ 0
Anarşist Yayınlar Dizisi (3) : Fransa’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar https://meydan1.org/2015/09/15/anarsist-yayinlar-dizisi-3-fransada-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/ https://meydan1.org/2015/09/15/anarsist-yayinlar-dizisi-3-fransada-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/#respond Tue, 15 Sep 2015 14:59:08 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/15/anarsist-yayinlar-dizisi-3-fransada-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/ Bence devrimci bir gazetenin asıl yapması gereken şey, her alanda yeni toplumsal ilişkilerin doğmakta olduğunu, eski kurumlara karşı giderek bir öfkenin büyümekte olduğunu haber veren belirtileri toplamak ve sayfalarında bunlara yer vermektir. (…) İnsanlara, arkalarında tüm insanlığın güm güm atan yüreğinin bulunduğunu, yüzyıllar süren haksızlıklara karşı bir isyan ve yepyeni bir yaşam biçimi oluşturma girişimlerinin […]

The post Anarşist Yayınlar Dizisi (3) : Fransa’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

FransadaAnarşistYayınlar

Bence devrimci bir gazetenin asıl yapması gereken şey, her alanda yeni toplumsal ilişkilerin doğmakta olduğunu, eski kurumlara karşı giderek bir öfkenin büyümekte olduğunu haber veren belirtileri toplamak ve sayfalarında bunlara yer vermektir. (…)

İnsanlara, arkalarında tüm insanlığın güm güm atan yüreğinin bulunduğunu, yüzyıllar süren haksızlıklara karşı bir isyan ve yepyeni bir yaşam biçimi oluşturma girişimlerinin başlatıldığını hissettirmek gerekir; budur devrimci bir gazeteye düşen iş.

Pyotr Kropotkin

Anarşist Yayınlar isimli yazı dizimizin üçüncü bölümünde Paris Komünü’nün beşiği, anarşist devrim mücadelesinde sembol isimlerin mücadele ettiği Fransa topraklarında yayınlanmış anarşist yayınları inceleyeceğiz.

Fransız İhtilali sırasında işçiler arasında yayılmaya başlayan anarşizm, Fransa’daki tarihinde ülkenin hemen her dönemine derin etkileri olan bir düşünce ve hareket haline geldi.

1840’larda yoldaş Pierre Joseph Proudhon’un yazılarıyla ve temelini attığı projelerle kendini yaratan hareket Komün’ün örgütlenmesinden Enternasyonal’e, oradan sendikal harekete dek birçok alanda etkisini artırdı. Sadece bu kadarla sınırlı değildi elbet. Anarşist devrim mücadelesinde adeta sönmeyen birer meşale olmuş sayısız yoldaş geldi geçti Fransa tarihinden. Alevler içinde yanan barikatların ardında bir militan, Yaralıların Bakımı İçin Kadınlar Birliği’ni kurduğunda bir şifacı olan Louise Michel’den, Bakunin’in yoldaşı, Birinci Enternasyonal’in başarılı propagandisti James Guillaume’e, Eylemle Propaganda Kuşağı’nın cesur temsilcileri Emile Henry ve Jules Bonnot Çetesi’nden Fransa zindanlarında beş yıl tutuklu kalan Kropotkin’e kadar sayısız anarşistin mücadelesine ev sahipliği yaptı bu topraklar.

Yazı dizimizin bu ayki bölümünde işte bu devrimci tarihin yazılı belgelerinin üzerine incelemeler yaptık.

L’Anarchie

L'anarchie_(1907)

Bu isimle yayınlanan ilk yayın 1850 yılında Anselme Bellegamigue tarafından yayınlandı. Gazete formatındaki L’Anarchie, “anarşist” adını benimseyen ilk yayın organıydı. Sadece iki sayı çıktı. Daha sonra 1905’in Nisan ayında, bireyci çizgideki Albert Libertad isimli bir anarşist tarafından yeni bir versiyonu yayınlanan Paris merkezli gazetenin destekçileri arasında Emile Armand, Andre Lorulot, Emilie Lamotta, Raymond Callemin ve Victor Serge gibi isimler bulunuyordu. 13 Nisan 1905’ten 22 Temmuz 1914’e kadar 484 sayısı yayınlandı. Sonra 1926 yılında Louis Couvet gazetenin üçüncü neslini yayınlanmaya başladı. Bu versiyonu ise 3 yıl sürdü. İlk kez yayınlandığı 1800’lü yıllardan beri bazen kısa, bazen uzun periyotlarda yayınlanan gazetenin etkisi sınırlı oldu.

Le Revolte

le_revolte

Pyotr Kropotkin’in İsviçre’ye sürüldüğü yıllarda, François Dumartheray ve Georges Herzig ile birlikte çıkardığı anarsişt-komünist çizgideki Le Revolte (İsyan) gazetesinin ilk sayısı, 1879 yılında İsviçre’nin Cenevre kentinde yayınlanmaya başladı. İlk sayısı 2000 adet basılan gazete, Kropotkin’in yoldaşı olan, aynı zamanda yayın ekibine de katılan Élisée Reclus tarafından finanse ediliyordu. Gazetenin çıkarıldığı sıralarda Reclus ve Kropotkin, Cenevre gölü yakınlarındaki Clarens köyünde yaşıyorlardı. Daha sonra, Kropotkin İsviçre’den sınır dışı edilip Fransız Lyon mahkemesince mahkum edildiğinde, Le Revolte gazetesinde yeni bir editöre ihtiyaç duyuldu. Reclus bu iş için başta tereddüt etmesine rağmen yoldaşı Jean Grave’i önerdi. Grave, Reclus’un önerisini kabul etti ve 1883 yılında bu vesileyle Cenevre’ye taşındı. İki yıl sonra Grave gazete için Fransa’ya geri döndü. 1887 yılında gazetenin adı artık La Revolte olmuştu. La Revolte’nin son sayısı 14 Mart 1885 tarihinde yayınlandı. La Revolte Mayıs 1886’ya kadar ayda iki kez, sonrasında ise haftalık 4 sayfa olarak yayınlandı. Gazetenin 1886’da 4000 olan tirajı 1889’da 6000’e kadar yükseldi. İlk çıktığı İsviçre ve yayınlandığı Fransa topraklarında büyük toplumsal etkileri olan La Revolte, işçi hareketlerini doğrudan etkiledi. Paris Komünü’nün ardından büyük bir darbe alan anarşizmi, güçlü bir şekilde ayağa kaldıran sürecin temellerini atan bir yayın organı olarak hafızalara kazındı.

L’En Dehors

VanderLubbe-15oct33-EnDehors-Archyves00

Fransızca yayınlanan gazete, 1891 yılında Zo d’Axa tarafından yayınlanmaya başladı. Yayın ekibinde sayısız anarşist eylemcinin yer aldığı gazeteye Zo d’Axa ile yakın ilişkideki Albert Libertad ve eylemle propaganda kuşağının öne çıkan isimlerinden Emile Henry gibi isimlerin yanı sıra Jean Grave, Bernard Lazare, Octave Mirbaeu, Saint-Pol Roux, Tristan Bernard, Georges Darien, Lucien Descaves, Sebastian Faure, Felux Feneon, Camille Mauclair, Emile Verhaeren, Adolphe Tabarama gibi çok sayıda anarşist katkıda bulundu. Anarşist basını susturmak için açılan Trinity davasında Zo d’Axa ve birçok arkadaşı tutuklandı ve L’En Dehors projesi bir süreliğine sona erdi.

1922 yılında bir başka L’en Dehors, Emile Armand takma ismini kullanan Ernest Juin Armand tarafından yayınlanmaya başlandı. Armand, bireysel özgürleşme, kadın özgürlüğü ve anarşizmin savunulduğu metinler yayınlıyordu. Gazetenin bu versiyonu İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla sona erdi. Ekim 1939’da ise yayını durdu. Bu versiyonundan yıllar sonra 2002 yılında L’en Dehors projesi tekrar başladı. Gazetenin yeni versiyonu Amerika’da yayımlanan Green Anarchy ile yapılan işbirliği ve birkaç destekçinin (Lawrence Jarach, Patrick Mignard, Thierry Lode, Ron Sakolsky, Thomas Slut) katkısıyla yayına tekrar başladı. Kapitalizm, özgür aşk, insan hakları ve sosyal mücadeleler gibi konu başlıklarındaki istikrarını korudu. L’En Dehors şimdilerde internet sitesiyle olarak sanal ortamda yayınına devam ediyor.

L’Unique

lunique1956

Zo d’Axa’nın tutuklanmasına karşı gösterdiği dayanışmayla adı öne çıkan Fransız anarşist Emile Armand’ın gazetesi L’Unique, 1945 ve 1956 yılları arasında toplam 110 sayı yayınlandı. Diğer yazarlar arasında Gerard de Lacaze-Duthiers Manuel Devaldes, Lucy Sterne, Teheresa Gaveher gibi isimler yer alıyordu. Gazetenin illüstrasyonlarını ise Armand’ın yakın dostu Louis Moresu yapıyordu.

Xin Shiji

Çin anarşizminin iki kanadından biri olan Paris grubu tarafından yayınlanan Xin Shiji, Fransa’da yaşayan Çinli anarşistlerin yayın organıydı. İlk sayısı Haziran 1907’de yayınlanmaya başladı. Yazar ve destekçileri arasında Wu Zhihui, Chu Minyi, Li Shizeng, Zhang Renjie yer alıyordu. Kendilerine göre farklı bir çizgide yer alan Tokyo grubu ise, o sıralarda yerli özelliklere ve Asya geleneklerine daha çok vurgu yapıyordu. Xin Shiji’de yapma bir dil olan Esperanto kullanıyordu. Gazetenin yazarları, Mihail Bakunin ve Pyotr Kropotkin’in düşüncelerinden ilham aldılar. 1920 yılının Mayıs ayına kadar yayınlanan Xin Shiji, finansman sorunları nedeniyle dağılana dek 121 sayı yayınlandı ve Avrupa coğrafyasında sürdürülen anarşist mücadeleye farklı bir bakış açısı getirdi. Dergi yayınlandığı onca yıl boyunca Çince’ye çevrilmiş pek çok kaynak bıraktı. Bakunin, Kropotkin, Proudhon ve Malatesta’nın temel eserlerinin Çince’ye kazandırılmasında ve mücadelenin toplumsallaştırılmasında büyük etkileri oldu.

Le Monde Libertaire

Tarama_20150806 (2)

Anarşist Federasyon’un 1858 yılında kurulan yayın organı Le Monde Libertaire’in temelleri, Joseph Dejacque tarafından atıldı. İlk yayınlandığında adı Le Libertaire olan gazetenin yayın ekibinde Louise Michel’den Sebastian Faure’ye birçok yoldaş yer aldı ve 100.000 tiraja kadar ulaştı. 1953 yılında federasyonda yaşanan ayrışma sonucunda, Le Libertaire ismini Liberter Komünist Federasyon kullanmaya başladı.

Le Monde Libertaire, 2004 yılının Ekim ayında ellinci yıldönümünü kutladı ve bunun şerefine 400 sayfalık bir koleksiyon sayısı hazırladı. 2002 yılında gazete formatından dergi formatına geçen Le Monde Libertaire, şimdilerde haftalık periyotta yayınlanmaya devam ediyor.

Ejemplar del periódico anarquista Le Revolté, fundado por Reclús y Kropotkin, que Moises S. Bertoni atesoraba en su casa del Alto Paraná.

…………….

Zeynel Çuhadar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post Anarşist Yayınlar Dizisi (3) : Fransa’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/15/anarsist-yayinlar-dizisi-3-fransada-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/feed/ 0
Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (14) : Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 2 https://meydan1.org/2015/03/15/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-14-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-2/ https://meydan1.org/2015/03/15/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-14-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-2/#respond Sun, 15 Mar 2015 20:21:25 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/15/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-14-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-2/ Özgürlükçü Komünizm, Mücadele Eden Sınıfların Özlemi (2) Ekonominin iki ana alanı vardır: nasıl üretildiği ve nasıl paylaşıldığı. Komünist paylaşımın nasıl işleyebileceği konusunda birkaç farklı alternatif önerildi. İnsanların genelde kabul ettiği yaklaşım, atölyelerden fabrikalara kadar meclis demokrasisi ile, bölgesel ve küresel düzeyde ise meclislerin federasyonu ile örgütlenmektir. Doğrudan demokratik meclisler, kimsenin kimseyi temsil etmediği demokratik organlardır. […]

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (14) : Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 2 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları 14

Meydan gazetesinin Anarşist Ekonomi Tartışmaları dizisine, Kuzey Amerika IWW üyesi, Scott Nappalos’un yazısının ikinci bölümüyle devam ediyoruz. Yazının odağında güncelliğini koruyan bir tartışma olan teorinin pratikte somutlaşması ve teorinin pratikten üretilmesi yer alıyor. Yazının bu bölümünde, anarşist komünist ekonomi teorisi içindeki iki ana akım, planlı ve plansız modeller, günümüzde popüler olan Katılımcı Ekonomi ile karşılaştırılarak inceleniyor ve önceki bölümde verilen pratikler, teorik tartışma içinde değerlendiriliyor. Uzunluğu nedeniyle üç bölümde yayınlayacağımız yazı, libcom’un dışında birçok uluslararası anarşist sitede yayınlanmış olma ve daha önceki yazı dizilerimizde içerisinden yazılarına yer verdiğimiz The Accumulation of Freedom: Writings on Anarchist Economics kitabındaki bölümlerden biri olma niteliği taşıyor.

Özgürlükçü Komünizm, Mücadele Eden Sınıfların Özlemi (2)

Ekonominin iki ana alanı vardır: nasıl üretildiği ve nasıl paylaşıldığı. Komünist paylaşımın nasıl işleyebileceği konusunda birkaç farklı alternatif önerildi. İnsanların genelde kabul ettiği yaklaşım, atölyelerden fabrikalara kadar meclis demokrasisi ile, bölgesel ve küresel düzeyde ise meclislerin federasyonu ile örgütlenmektir. Doğrudan demokratik meclisler, kimsenin kimseyi temsil etmediği demokratik organlardır. İşçiler ve toplum üyeleri bütün kararlarını doğrudan, açık toplantılarda alırlar. Halk meclislerinin ötesinde, işyerleri ve mahalleler arasındaki koordinasyonu komiteler ve temsilci heyetleri sağlar. Meclis, temsilcilere talimatlar verir ve temsilcinin meclisin iradesini uygulamasını bekler. Benzer şekilde, sınırlarını aşan temsilcilerin yetkileri anında geri alınabilir ve kararları meclisin onayına bağlıdır. Bunun tam olarak nasıl çalışacağı, temsilcilerin görevleri, vb. bence politik kararlardır ve en iyisini pratik belirler.

Neyin ne kadar üretileceğine karar vermek için mahalle meclisleri benzer şekilde yukarı doğru federe edilir. İşçiler nasıl çalışacaklarına karar verirken ilgili topluluklar atık ve kirlilik gibi konuları ele alarak en güvenli ve en adil nasıl üretileceğine karar verirler. Mevcut ekonominin içinde birçok değersiz endüstri ve ürün olmasının yanı sıra bazılarının nükleer silahlar gibi yok edici potansiyelleri olduğu için bu endüstrileri kolektifleştirmek yetmez, tasfiye edilmeleri gerekir. Ani yükselişler ve düşüşlerle örgütlenen, kar etmeye dayalı bir ekonomiyi, toplumun ihtiyaçlarını kullanıma dayalı olarak karşılayan bir ekonomiye dönüştürme süreci zaman alacaktır. İş sınıflarını yok etmek ve kötü işleri yeniden örgütleyerek adil paylaşmak gerekir. Toplumun ürettiklerinden faydalanmak için engeli olmayanlar en azından asgari miktarda emekle katkıda bulunmalıdır.[xi]

Paylaşımı ele alırsak, komünist ekonomik pratik ve düşünce içinde toplumun zenginliklerini paylaşmak için birkaç örgütlenme stratejisi önerilmiştir. Komünist ekonomik gelenek içerisinde iki ana çerçeve vardır: Planlı strateji ve kendiliğinden ortaya çıkan denilebilecek strateji. Teorilerin sayısı, mevcut düşüncedeki kutuplaşmaların sayısından azdır.

Planlı komünist ekonomi, genel olarak, paylaşımın halk meclislerinin federasyonu ile oluşturulan konseylerde yapılan üretim planına göre yapılmasını savunur. Bölgenin halkı düzenli olarak bir araya gelip hazırdaki malzeme ve emek miktarına göre ne üretileceğine karar verirken üretilenlerin paylaşılmasını bireylerin ve ailelerin ihtiyaçlarına göre düzenler (ücrete göre değil). Böyle bir komünist toplumda üretim iki faaliyet üzerine kurulur: insanların neyi ne kadar istediğini ölçmek ve bunları hem kolektif olarak, hem de sorumluluğu belli olacak biçimde üretmek.

Teknolojinin bugün geldiği seviye düşünüldüğünde insanların günlük tüketimini ölçmek çok basittir. Komünist bir toplumda, hem tüketim hem de üretim istatistiklerini otomatik olarak kaydetmek kolay olacaktır. Böylece neyin ne kadar gerektiğini tahmin edebilmek için tüketim örüntüleri (dönemsel ya da belli durumlarda gerçekleşen azalmalar ve çoğalmalar) hakkında anlık veri üretilebilir ve toplum, insanların istekleri için gereken kaynakları tahsis edebilir. Bu yolla kaynaklar durmadan değişen üreticilere demokratik olarak tahsis edilebilir.

Üretimin gelişmesini planlamak amacıyla, bilgi merkezlerinde çalışmalar yapılarak bu veriler bir araya getirilip istatistikler düzenlenebilir. Bu tip bilgi merkezleri yerel, bölgesel ve küresel düzeylerde olabilir. En küçük yerel ölçekte, bilgi merkezleri yerel ihtiyaçları karşılamak için stok durumlarını ve üretim kapasitesini takip edebilir. Bölgesel bilgi merkezleri bu istatistikleri düzenleyerek bölge çapındaki durum tablosunu görebilir. Bunu görmenin bir yolu da bölgesel üretim birimlerinin stok durumlarını, üretim kapasitelerini ve ihtiyaçlarını anında izlemektir. Küresel bir bilgi merkezi benzer şekilde bölgesel istatistikleri düzenler. Bu küresel bilgi sistemi merkezsiz olarak birbirine bağlanabilir ve insanlara gereken her tür raporu sağlayabilir.[xii]

Bu, sadece günlük tüketim için üreteceğimiz anlamına gelmiyor. Komünizm, karı ve ekonomik eşitsizliği kaldırarak kapitalizmin aşırı-tüketici ihtiyaçları için yaratılan yapay ihtiyaçları tasfiye ederken, gelip geçici hevesler için değil, daha iyi bir dünya için arzumuzu yansıtan bir ekonomiyi ve toplumu inşa edebilmek isteriz. O zaman, toplumsal dönüşümle ilgili bu kararları ve güncel eğilimleri birbirine bağlayan bir mekanizmanın olması gerekir.

Kullanım tabloları, komün meclislerinde tartışılabilecek verileri sağlar ve meclisler bu verilere dayanarak, mevcut endüstrilere ve gelecekteki üretimi geliştirecek faaliyetle kaynakların nasıl tahsis edileceğine, yeni üretim birimlerinin kurulmasına ya da mevcut olanların büyütülmesine karar verir. Büyük olasılıkla yeni endüstriler ve ürünler yaratmak isteyen işçiler tekliflerini meclise sunarlar ve meclis eski emek ve malzeme kullanımı ile yenisi arasında karar verir. Bu kısmi planlama denebilecek süreçte, kaynaklar kolektif olarak tahsis edilirken düşünüp taşınılır, tartışılır ve kolektifin önceliklerine dayalı bir plan oluşturulur. Bu plan yukarı doğru ilerlerken meclislerin federasyonunda tartışılır ve değiştirilir. Mevcut endüstriler ve ürünlerse günlük kullanıma uyum sağlayacak esnekliğe sahip olurlar. Buna benzeyen bir sosyal bütçeleme biçiminde komünün zenginliği halkın önerilerine göre tahsis edilir. Federasyonlar bu kararları koordine etmek için verileri paylaşır, önerileri gözden geçirir ve etkilenen toplulukların gözden geçirmeleri için gönderir.[xiii]

Üretim çizelgeleri, doğrudan demokratik konseylerde belirlenen ve yukarı doğru federe edilen önceliklere dayanarak hazırlanır. Bu yolla ücretlere, fiyatlara ve sınıf eşitsizliğine dayanmayan birçok endüstrinin planları ve koordinasyonu yapılır. Neyin ne kadar üretileceğini belirleyen şey fiyat değil komünün önceliklerdir. Tüketim, ücrete değil ihtiyaca dayalıdır. Toplumsal üretimle ilgili kararlar kapitalizmin bireyci, ne-olursa-olsun-satılıyorsa-üret mantığıyla değil, bilinçli ve kolektif olacaktır. Kropotkin’in Ekmeğin Fethi ‘de bahsettiği komünist belediyeler muhtemelen böyledir. Katılımcı ekonominin önerdiği entegre, küresel bir ekonomi için planlama konseyleri teoride komünist olacak şekilde değiştirilebilir.[xiv]

Başka bir görüş, kendiliğinden ortaya çıkan ve uyum sağlayan bir ekonomiyi savunur. [xv] Komünist paylaşım hakkındaki bu görüş sezgilere güvenir ve toplumu birbirine bağımlı, yaşayan ve karmaşık bir organizma olarak görür. Bu görüşe teşvik eden iki kök sebep vardır. Birincisi burada bütün bir ekonomiyi başarılı, bilinçli ve net olarak planlama yeteneğimiz şüphelidir; ikincisi, komünist bir toplumda dinamik ve evrilen bir öz-planlama biçiminin hem savunucuları, hem de tarihsel öncülleri vardır. Macar ve İspanya devrimleri sırasında, halk ekonomiyi kendi eline alıp kar amaçlı üretimi kolektifleştirerek ortak kullanım amaçlı bir ekonomiye dönüştürmüş ve bazı durumlarda bunu çok kısa bir zamanda başarmıştır. Bu dönüşüm başlangıçta hiçbir birleşmiş planlama aygıtı olmadan gerçekleşmiştir. Bireylerin ve grupların sayısız inisiyatiflerinden evrilerek ortaya çıkan paylaşım, zamanla birlik olmuş, örgütlenmesi toplulukların ve savaşların yarattığı talepleri karşılamak için evrilmiştir. Burada söylenmek istenen, o dönemde örgütlülüğün olmadığı değil, iki modelin arasındaki farktır: biri yapısal ve tarihsel olarak açık görüşlü bir örgütlenme, yani kendiliğinden ortaya çıkan ve evrilen bir yapıyı ortaya çıkarabilecek bir örgütlenmedir; diğeri geniş çapta planlanmış, öngörülebilir ve oldukça durağan bir örgütlenmedir. Faaliyetlerini böyle programlara bağlı kalarak yönlendiren ve buna uygun koşullarda yaşayanlara sunacak çok az delil vardır. Birçok seviyede ortaya çıkan problemleri çözerken ortaya çıkan bir ekonomik faaliyeti ve dengeye ulaşabildiği anda bu faaliyetin kararlı duruma gelmesini anlayabiliyoruz. Maalesef bu tartışmalarda saklı kalan bir problem var; devrimci bir durumda dengenin nasıl sağlanacağı problemi, birçok açıdan, olası geleceklerin soyut modellerinden daha önemli bir problemdir. Elbette, sadece sağlam ve uyum sağlayan bir ekonomik biçimin ötesinde, (devrimci ve özgürlükçü) prensipler ve pratikler, çözümün bir parçasıdır.

Gelecekte ne isteyeceğimizi öngörme yeteneğimizi sorgulamanın haklı sebepler vardır.[xvi] Kapitalizm altında arzular; yaratılır, değiştirilir ve sömürülür. Kar ortadan kalktığında ihtiyaçlar kolektif ve organik hale gelir. Yine de ihtiyaçlar sabit değildir ve tahmin edilemez. Bilakis, insanların yaşamı dalgalanmalar ve öngörülemez değişimlerle doludur. Üstelik kendi tüketimimiz ve arzularımız hakkındaki algılarımızın hatasız olduğunu kesin olarak söyleyemeyiz. İnsanlar genellikle kendilerini yanlış nitelerler çünkü nasıl davrandıklarına göre değil, kendilerini nasıl görmek istediklerine göre düşünürler. Durumu politize edin ve milyonlarca insana genişletin ve işte karşınızda ben-yansımalarına dayalı bir ekonomiyi yaratırken görülen ciddi yapısal zayıflıklar. Cornelius Castoriadis 1960’lar ve 1970’lerde benzer itirazlarda bulunmuştur.[xvii] Castoriadis benzer gerekçelerle sıkı planlamayı reddeder.

Bir plan, tüketim mallarının eksiksiz bir listesini ya da bunların hangi oranlarda üretilmesi gerektiğini nihai bir hedef olarak öneremez. Böylesi bir öneri iki nedenle demokratik olmaz: Birincisi bu önerini hiçbir zaman “ilgili gerçeklerin tüm bilgisine”, yani herkesin tercihlerinin tüm bilgisine dayalı olamaz. İkicisi, bu yöntem çoğunluğun azınlık üstünde gereksiz bir tiranlığına eşdeğer olacaktır. Nüfusun %40’ı belli bir maddeyi tüketmek istiyorsa, kalan %60’ın başka bir şeyi tercih etmesi bahanesiyle bundan mahrum bırakılmaları için bir gerekçe yoktur. Hiçbir tercih ya da zevk diğerinden daha mantıklı değildir. Dahası, tüketici istekleri çoğu zaman birbirleriyle uyumlu değildir. Bu konuda çoğunluk oylaması yapmak karne vermeye denk düşer ve bu problemi çözmenin en anlamsız yoludur. Bu yüzden planlama kararları belli maddelere değil, genel yaşam standardına (toplam tüketim hacmi) yöneliktir. Bu tüketimin içeriğine detaylı olarak girilmez.[xviii]

Scott Nappalos

Çeviri : Özlem Arkun

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (14) : Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 2 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/15/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-14-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-2/feed/ 0
“Osmanlı Döneminde Bulgaristan’daki Anarşistler” – Zlatko F. https://meydan1.org/2015/02/17/osmanli-doneminde-bulgaristandaki-anarsistler-zlatko-f-2/ https://meydan1.org/2015/02/17/osmanli-doneminde-bulgaristandaki-anarsistler-zlatko-f-2/#respond Tue, 17 Feb 2015 17:00:20 +0000 https://test.meydan.org/2015/02/17/osmanli-doneminde-bulgaristandaki-anarsistler-zlatko-f-2/ Bulgaristan’daki anarşist görüşün kökenlerini erken Ortaçağ Slav komünlerine bağlayan birçok kanıt vardır. Bu komünler o kadar eşitlikçidir ki, bazı Bizans tarihçileri bu düzeni “anarşi” olarak adlandırıyorlardı. Bu topraklarda devlet gücü iyice yerleştikten sonra, ezilenlerin mücadelesi çoğunlukla dini tarikatlar biçiminde olmuştur. Bunların en güçlüsü olan Bogomilizm; yasaları, vergileri, devleti ve dini otoriteyi reddetmesiyle anarşist düşünceye yakın […]

The post “Osmanlı Döneminde Bulgaristan’daki Anarşistler” – Zlatko F. appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Bulgaristan’daki anarşist görüşün kökenlerini erken Ortaçağ Slav komünlerine bağlayan birçok kanıt vardır. Bu komünler o kadar eşitlikçidir ki, bazı Bizans tarihçileri bu düzeni “anarşi” olarak adlandırıyorlardı.

Bu topraklarda devlet gücü iyice yerleştikten sonra, ezilenlerin mücadelesi çoğunlukla dini tarikatlar biçiminde olmuştur. Bunların en güçlüsü olan Bogomilizm; yasaları, vergileri, devleti ve dini otoriteyi reddetmesiyle anarşist düşünceye yakın düşer.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise, ezilenlerin toplumsal mücadelesi hajduk (haydut) gruplar biçimini almıştır. Bunların çoğu, eşkıya olsalar da, yoksul halkla iyi ilişkilenmiş ve takdir edilmişlerdir.

Hajduklar, adalet ve özgürlük savaşçıları olarak o kadar ün kazanmışlardır ki, Bulgar “rönesansı” döneminde (19. yüzyılın ikinci yarısında), milliyetçi hareketin eğitimli özgürlük savaşçıları için bir model ve örnek olmuşlardır. Bütün baskıların öyle ya da böyle İmparatorluk eliyle gerçekleştirildiği bu zamanlarda, İmparatorluğu yok etmekle, Bulgar halkı adına bağımsız bir ulusal devlet kurmak arasındaki farkı anlayan çok insan yoktu. Yine de özgürlük savaşçılarının hareketi içinde Balkan Halkının Federasyonu için, hatta devletsiz bir toplum kurulması için, güçlü bir eğilim vardı.

Bulgaristan’daki devrimcilerin ve uluslararası örgütlü anarşizmin ilk teması 1869 Nisanında oldu. “Genç Bulgaristan” örgütünden iki temsilci, Cenevre’de Mikhail Bakunin ve Sergey Neçhaev’le buluştular. Aynı yıl Bakunin, dergisinde “Bulgar Devrimi İçin Bir Taslak” yazdı; Neçhaev de “Kolokol” dergisinde, Türk ve Romanya devletlerine karşı Bulgar özgürlük davasını desteklediğini belirtti; Romanya’da bulunan Bulgaristanlı devrimcilerle ve özellikle, Neçhaev’in “Devrimcinin El Kitabı”nı dağıttığı için birkaç ay boyunca tutsak edilen Hristo Botev’le kalıcı bir ilişki kurdu. Nikolay Meledin ve Nikolai Sudzilovsky gibi Rusya’da bulunan başka anarşistler de Bulgaristan’daki devrimcilere yabancı değildir, ama bunlar resmi Bulgar tarihinde geniş ölçüde görmezden gelinir.

Bağımsız Bulgar krallığının (1880’lerde) kurulmasının hemen ardından, ideolojik olarak modern anarşizme çok yakın olan “Pauperlikers” adında özgür bir toplumsal hareket ortaya çıkmıştır. Çoğunlukla güncel metinlerin Bulgarcaya çevirilerini yapmışlardır. Hareket, 15 yıl içinde kapitalist toplum ve yerel Marksist parti liderlerinin cadı kazanında erimiştir.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde Bulgaristan halkı için en popüler politik mesele Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında kalanların kurtarılmasıdır. Bu yüzden (1890’ların sonunda) oluşan ilk anarşist çevreler daha çok bu meseleye yoğunlaşmışlardır.

Bugün, bunların en bilineni “Tayfalar”dır. Cenevre’de Bulgarca anarşist metinler yayınlayıp dağıtan küçük bir öğrenci grubu olan “Cenevre Atölyesi”nden başlamış; Bulgaristan’a dönmeleriyle birlikte daha geniş bir grup oluşturarak kendilerine “Gemiciler” adını vermişlerdir. Grubun faaliyetlerinin çoğu Osmanlı İmparatorluğu’na karşı olmuştur. En büyük eylemleri II. Abdülhamit’e karşı suikast girişimi, İstanbul’daki Osmanlı Bankası’nı bombalama girişimi ve başarıya ulaşan, Selanik’teki Osmanlı Bankası’nın bombalanmasıdır (1 Mayıs 1903). Bu eylemler, İmparatorluğun içindeki Batı kapitaline yöneliktir, yani İmparatorluğun kendisine.

“Gemiciler”in fedakar ve yürekli eylemleri, özellikle Bulgaristan’da, örgütlü özgürlük hareketleri üzerinde anarşist düşüncenin etkili olmasını sağladı. Fakat aynı yılın sonunda gerçekleşen Ilinden-Preobrazhenie Ayaklanması’nı hazırlayan süreçte yer alan başka yüzlerce anarşist vardır. Ayaklanma ile birlikte bir toplumsal devrimin yaşandığı Stranca’da halkı örgütleyen Mihail Gerdzhikov, önemli bir anarşist ve (örgütün öncülü) FAKB’nin kurucularındandır. Ayaklanmayı örgütleyenlerin, katılanların, ünlü şarkılarda anılanların çoğu iyi bilinen anarşistlerdir ama bunlar sonradan, insanların kendi tarihinin bilgisi tümüyle devlet propagandası egemenliğine girmeye başladığında, rahatça unutulmuştur.

Balkan Savaşları’ndan sonra Bulgaristan sınırları dışındaki Bulgaristan halkının özgürleştirilmesi davası tamamen devlet propagandasına ve devlet-güdümündeki hareketlere dönüşmüştür. Anarşist hareket de faaliyetlerini sınırların içindeki mücadeleye ve Bulgaristan devletine karşı yönlendirmiştir. Bu yıllar, gittikçe yayılan devlete karşı harekete geçmenin birçok insana doğal geldiği, hareketin en güçlü yıllarıdır. Fakat bu başka bir hikaye.

Zlatko F.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Osmanlı Döneminde Bulgaristan’daki Anarşistler” – Zlatko F. appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/02/17/osmanli-doneminde-bulgaristandaki-anarsistler-zlatko-f-2/feed/ 0
Osmanlı’da Anarşizm – Sarayın Kapısına Dayanan Anarşistler: İtalyan İşçi Birliği https://meydan1.org/2014/12/24/osmanlida-anarsizm-sarayin-kapisina-dayanan-anarsistler-italyan-isci-birligi/ https://meydan1.org/2014/12/24/osmanlida-anarsizm-sarayin-kapisina-dayanan-anarsistler-italyan-isci-birligi/#respond Wed, 24 Dec 2014 19:25:33 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/24/osmanlida-anarsizm-sarayin-kapisina-dayanan-anarsistler-italyan-isci-birligi/ Osmanlı’da Anarşizm Anarşizmin bu topraklarda toplumsal bir etki yaratabilmesi, çok da uzak olmayan bir geçmişe sahip olsa da, anarşizm, bu coğrafyadaki başkaldırı ve mücadele geleneğiyle bağını kurabildiği oranda “sadece bir entelektüel çaba” olmaktan çıkabilmiştir. Bu coğrafyada, kökleri 19. yüzyılın sonlarına kadar ulaşan anarşizmin, dönemin bütün dünyada ses getiren anarşist yönelimlerinden etkilenmemesi imkansızdı. “Eylemle propaganda” döneminin […]

The post Osmanlı’da Anarşizm – Sarayın Kapısına Dayanan Anarşistler: İtalyan İşçi Birliği appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Bu topraklar üzerinde yaşayan anarşizmi incelemek, üzerine yorum geliştirmek tabi ki kolay bir iş değil. Özellikle son dönemde dünya üzerinde yaşanan toplumsal hareketlerle beraber düşünüldüğünde, anarşizmin toplumsal hareketler üzerindeki etkisinin giderek artmakta olduğu söylenebilir. Bu artan etki, kendini sadece anarşizmin doğrudan etkisi olarak göstermemekte. Anarşizmin siyaset arenasına soktuğu ve tartıştırdığı meselelerin ve kavramların, toplumsal hareketler üzerinde bıraktığı etkisi, hareketlerin mücadele hattı, yöntemi ve mücadelenin dayanağını oluşturan noktaları bütünüyle değiştirerek kendini göstermektedir. Bu değişimi, bu coğrafya üzerindeki toplumsal hareketlerde de gözlemlemek mümkündür.

Tüm bu dolaylı etkilerin yanında, anarşizmin doğrudan toplumsal hareketlere etki eden yanını içinde bulunduğumuz on senelik süreçte yaşamaktayız. Anarşist bir mücadelenin gelenek haline geldiği topraklardaki deneyimler, mücadelenin kendini yeni göstermeye başladığı diğer coğrafyalar açısından yardımcı olma niteliği taşıyor. Öte yandan anarşizmin yerelliklere özgü mücadele anlayışını savunan doğasıyla, bu deneyimlerin farklı özgün koşullarda nasıl daha da farklılaştırılabileceğini gözler önüne seriyor.

Bu topraklardaki anarşizmin, belki de taşıması gereken en önemli özelliği bu. Kendi özgün koşullarında kendini yaratan, kendi coğrafyasındaki mücadelelerin geleneğini bünyesinde barındıran, daha örgütlü, devrimci ve iktidarın bütün yeni biçimlerine karşı yaratıcı ve kalıcı faaliyetler ve söylemler geliştirebilen bir anarşizm.

Tüm bu kaygıları barındıran bir bakış açısıyla, özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinde faaliyet yürüten, yürüttükleri faaliyetlerle mevcut siyasete etki eden anarşist hareketleri, örgütlenmeleri ve anarşistleri Meydan Gazetesi’nin bu sayısıyla birlikte irdelemeye başlıyoruz. Bu bölümünde çok derine inmeden Osmanlı’daki anarşizme genel hatlarıyla değinerek bir giriş yapmaya çalıştık. Şu ana kadar, Osmanlı’nın son dönemlerinde anarşist harekete ilişkin yazılanların yetersizliğini göz önünde tutarak hazırlayacağımız bu yeni bölümle, aynı zamanda boşluk gördüğümüz bu literatüre katkı yapmayı umuyoruz. Yine aynı bölüm kapsamında, Dario Antonelli’nin Meydan Gazetesi için kaleme aldığı İtalyan İşçileri Birliği’yle ilgili köşe yazısını da yayınlıyoruz.

 

Osmanlı’da Anarşizm

Anarşizmin bu topraklarda toplumsal bir etki yaratabilmesi, çok da uzak olmayan bir geçmişe sahip olsa da, anarşizm, bu coğrafyadaki başkaldırı ve mücadele geleneğiyle bağını kurabildiği oranda “sadece bir entelektüel çaba” olmaktan çıkabilmiştir.

Bu coğrafyada, kökleri 19. yüzyılın sonlarına kadar ulaşan anarşizmin, dönemin bütün dünyada ses getiren anarşist yönelimlerinden etkilenmemesi imkansızdı. “Eylemle propaganda” döneminin en etkili olduğu yıllarda, Osmanlı Devleti’nde anarşizmin kök salmaya başlaması rastlantı olmasa gerek. Osmanlı Devleti içindeki farklı etnik unsurların (özellikle Ermenilerin), özgürlükleri için girişmiş olduğu bir dizi “eylemle propaganda” sadece yöntemsel bir tercih değildi. Anarşizm, Osmanlı Devleti içerisinde Ermenilerin bir dizi örgütlenmesinde ideolojik olarak da yer bulmuştu.

Aleksander Atabekyan Aleksander Atabekyan

Bu ideolojik örgütlenmede, Kropotkin’e yakın isimlerden biri olan Aleksandr Atabekyan’ın rolü büyüktür. 1891’e kadar birçok Batılı anarşistle iletişim halinde olan Atabekyan, dönemin tüm Ermeni devrimci hareketlerinde önemli bir kişiliktir. 1891’de, Londra’da aralarında Kropotkin’in de bulunduğu bir toplantıda Rusça makaleleri basmayı ve yaşadığı coğrafyaya ulaştırmayı üstlenir. Bu niyetle 1895’te Hamanykh’yi (komün) basar. Dergide sadece anarşizm ve Ermeni Devrimci Hareket’e ilişkin makaleler yoktur. Aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin yürüttüğü Ermeni katliamı da derginin önem verdiği konular arasındadır.

Atabekyan, Ermeni Devrimci Federasyon’un içinde de önemli bir yere sahiptir. Bu federasyonun II. Abdülhamit’e girişeceği suikastler, bu eylem biçiminin Osmanlı Devleti’nde giderek artan bir siyasal ifade biçimi kazanmasına neden olacaktır.

Atabekyan’la hemen hemen aynı döneme denk düşen, anarşist yazının ilk eserini Kıbrısizade Osman Bey’in Fransızca yazdığı “Socialisme et Anarchie” oluşturur. Kitap, Sofya’da 1895’te basılmıştır. Bu kitap, anarşizm üzerine basılmış ilk kitaptır. Kitabın, anarşizm tarihinde çok sönük kalmış, ancak anarşist hareket açısından bir o kadar da zengin bir tarihe sahip Bulgaristan’da çıkması gayet anlamlıdır.

Bu dönemin politik zenginliğinin içinde, özellikle Ermenilerin ve Yahudilerin anarşist girişimleri dikkat çekmiştir. Osmanlı içindeki bu anarşist çevrelerin faaliyetleri, modernleşmeye çalışan Osmanlı içerisindeki, modern Batıya daha yakın (hem düşünsel, hem mekânsal) konumları olabilir. Ancak akıldan çıkarılmaması gereken bir nokta da, özellikle Batı dışı anarşizmlerin bu çevrelere etki edebileceği olasılığıdır. Nitekim bu girişimlerin Sofya ve Selanik menşeili girişimler olması dikkat çekicidir.

1910’da, yani Haydar Rıfat Beynelmilel İthal Fırkalar içindeki “Anarşist Fırkalar; Proudhon-Bakunin”e yer verdiği tarihte, bu coğrafyadaki birçok ideolojiye kaynaklık eden İştirak ilk sayısını çıkarttı.

İştirak’ta anarşizm ve anarko-sendikalizmle ilgili de birçok makale yayımlanmıştı. Sosyalist bir çizgiye daha yakın olan gazetede, bu makalelerin yayınlanmasında Baha Tevfik’in etkisi göze çarpmaktadır. Baha Tevfik, 1914’te ölene kadar, İştirak içinde, anarşizmin kendine yer bulmasını sağlamıştı. Materyalizm, Nietzsche, birey vb. konularda yazılarıyla Baha Tevfik, Abdullah Cevdet, Hüseyin Hilmi gibi önemli karakterlerin arasında kendine özgün bir yer edinebilmiştir. Yazdığı “Felsefei Ferd” kitabıyla, liberal olduğu tartışmalarına net bir cevap vermiştir.

İştirak içerisindeki “anarşist çevreler”in, Atabekyan ya da Selanik’te faaliyette olan “anarşist çevrelerle” ilişkisine dair hiçbir veri bulunmamasına rağmen, İştirak’ı hazırlayan düşünsel süreçlerde, özellikle Selanik’te faaliyette bulunanların etkisi göz ardı edilemez. Müslüman olmayan tebaada anarşizm, Osmanlı Devleti karşısında radikal bir tutuma bürünerek radikal eylemleri de içeren bir harekete dönüşmüş, modernleşmeyle birlikte ortaya çıkan aydın çevre içerisinde anarşizm aynı zamanda entelektüel bir birikimin oluşmaya başladığı bir düşünce de olmuştur.

 

Sarayın Kapısına Dayanan Anarşistler : İtalyan İşçi Birliği

Ondokuzuncu yüzyılın 70’li ve 80’li yılları arası, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme dönemine girdiği, hükümetin zayıfladığı, Mısır üzerindeki hâkimiyetin zayıfladığı, Balkanlar’da savaşların ve ayaklanmaların yoğunlaştığı bir dönemdir. Bu durum, Akdeniz’in doğu havzasının, enternasyonalistlerin ve devrimcilerin dikkatlerini yönelttiği bir coğrafya olmasına yol açmıştı.

Aynı dönemler, bahsi geçen bütün bu bölgelerde enternasyonalistlerin ve devrimcilerin, İtalyan göçmen işçiler ve sınırdışı edilen siyasi işçilerin oluşturduğu grupları örgütlediği dönemlerdi. 1870’de aralarında anarşistlerin de olduğu kalabalık İtalyan topluluklarının yaşadığı Mısır-İskenderiye’de ilk anarşist örgütlenmeler oluştu. Bu örgütlenmelerden biri, 1877’de Verviers’teki (Belçika) AIT kongresinde temsil edildi.

Aynı süreçte İstanbul’da, İtalyan İşçi Birliği (La Società Operaia Italiana di Mutuo Soccorso) 1863’ten beri faaliyet gösteriyordu. Bu birlik, sürgündeki 14 İtalyan işçi tarafından kurulmuştu. Radikal düşüncelerden etkilenen bu birliğe sadece işçiler üye olabiliyordu.

Osmanlı'da Anarşizm3

30 Nisan 1876’da, AIT’in İsviçre seksiyonunun çıkardığı “Jura Federasyonu Bülteni”nde bir makale, Türkiye’deki duruma adandı. “Türk hükümeti sıkıntıda… Hersek’teki savaş İstanbul’da bir devrime yol açabilir” başlığıyla verilen haberde, altı aydır ücretleri ödenmeyen tersane işçilerinin Donanma Bakanlığı’na gittiği, burada bakanın işçilerin delegesini yumrukladığı, sonrasında Veziriazam’a gittiğini, buradan da kötü bir şekilde kovulduğunu, son olarak da padişahla görüşmeye saraya gittikleri, ancak saraya girmeden iki birlik asker tarafından etraflarının sarıldığı yazıldı.

Selanikli Gemiciler Selanikli Gemiciler

1878 Eylül’ünde İtalyan anarşist Errico Malatesta İskenderiye’dedir. Kasım’da İtalyan Konsolosluğu’nun önünde gerçekleştirilen bir eyleme katılan diğer anarşist eylemcilerle beraber, Fransız gemisiyle doğrudan Suriye’ye sürgün edilir. 1881’de, Londra’da düzenlenen anarşist kongrede, hem Osmanlı hem de Mısır temsil edilmiştir. Errico Malatesta, sadece Mısır Federasyonu değil, aynı zamanda İstanbul’daki anarşist örgütlerin de delegesi konumundadır.

Bu birkaç veri bile tarihin bu belirli kesitinin tam anlamıyla keşfedilmeye ve tekrar değerlendirmeye ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Özellikle Avrupa anarşizmi ve enternasyonalist hareketi ile genelinde Akdeniz havzasında, özelinde Türkiye’de anarşizmin ve işçi hareketlerinin arasındaki ilişkiye odaklanan çalışmaları devam ettirmeye daha fazla ihtiyacımız var.

İtalya Anarşist Federasyonu’ndan Dario Antonelli

 

       

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.                            

 

 

The post Osmanlı’da Anarşizm – Sarayın Kapısına Dayanan Anarşistler: İtalyan İşçi Birliği appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/24/osmanlida-anarsizm-sarayin-kapisina-dayanan-anarsistler-italyan-isci-birligi/feed/ 0
Paylaşarak Özgürleşenlerin Köyü Longo Mai https://meydan1.org/2014/05/09/paylasarak-ozgurlesenlerin-koyu-longo-mai/ https://meydan1.org/2014/05/09/paylasarak-ozgurlesenlerin-koyu-longo-mai/#respond Fri, 09 May 2014 10:15:39 +0000 https://test.meydan.org/2014/05/09/paylasarak-ozgurlesenlerin-koyu-longo-mai/ Çitlerin olmadığı bir köy burası, bu köyde bahçeler, tarlalar, ambarlar hep ortak… Bu köyde “benim” yok, “bizim” var.  Hiçbir şey birinin değil, her şey herkesin.  Burada paylaşılanlar sadece “şeyler” değil, hayaller de ortak, hayatlar da. Ortak yaşamlarda her iş paylaşarak yapılıyor,  burada çalışmanın yorgunluğu değil; birlikte üretmenin huzuru ve neşesi var. Bu tasvir bir hayalin […]

The post Paylaşarak Özgürleşenlerin Köyü Longo Mai appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Çitlerin olmadığı bir köy burası, bu köyde bahçeler, tarlalar, ambarlar hep ortak… Bu köyde “benim” yok, “bizim” var.  Hiçbir şey birinin değil, her şey herkesin.  Burada paylaşılanlar sadece “şeyler” değil, hayaller de ortak, hayatlar da. Ortak yaşamlarda her iş paylaşarak yapılıyor,  burada çalışmanın yorgunluğu değil; birlikte üretmenin huzuru ve neşesi var.

Bu tasvir bir hayalin tasviri değil, bu köy Fransa Limans’da Longo Mai Köyü. Türkçesi “Çok Yaşa Köyü”, ömrü uzun olsun diye böyle koymuşlar adını. Longo Mai bu  dileklerle kurulduğunda senelerden 1973…

Bu köyün kuruluşunun öyküsü ise kısaca şöyle; 1968 Mayıs’ının ardından İsviçre’ye sığınan bir grup, burada İsviçreli öğrencilerle tanışıp, ortak hareket etmeye başladı. Bu grup bir taraftan neo-nazilere karşı  mücadele ederken, diğer taraftan işçi mücadelelerinde yer alıyordu. Bu dönemdeki önemli direnişlerden olan Schirmeck’teki fabrika işgaline de katılan grup, burada önemli deneyimler kazanmıştı. Bu süreç boyunca hem Avrupa, hem de İsviçre’de basın ve hukuk alanında  birçok kişiyle ilişki kuran grup, bu deneyimin sonrasında, Limans’da bulunan Zinzine tepesinde, üzerinde sadece yıkıntı bir çiftlik evi bir de güvercin kümesinin olduğu 270 hektarlık bir araziyi  satın aldı. Anarşist, antimilitarist fikirlerle hareket eden grup yaşamı yeniden yaratmak için burada komünal bir topluluk kurdu. O günden bugüne sürmekte olan kooperatif şu anda Almanya’dan Costa Rica’ya, Avusturya’dan İsviçre Jura’sına kadar on farklı kooperatifle de işbirliği halinde.

Birbirinden farklı bölgelerde faaliyet gösteren kooperatifler, hayvansal ürünlerden gıdaya, giyimden kozmetiğe kadar birçok alanda üretim yapmakta. Chantemerle’deki  iplik fabrikası, Luberon’daki bağcılık ve zeytincilik kooperatifi, İsviçre Jura’sındaki kaz ve koyun yetiştiriciliği yapan kooperatif bunlardan sadece bir kaçı. Bu kooperatifler ağı arasında en eskisi ve en büyüğü, Limans’daki Longo Mai.

Longo Mai kooperatif olarak adlandırılıyor fakat işleyişi komünal. Tüm arazi, arabalar ve tüm alet ve makineler ortak kullanılıyor, dolayısıyla üretim süreci de kolektif işliyor. Komünde evlerde yemek pişmiyor, ortak bir yemekhaneleri var ve haftada bir toplanarak bir sonraki haftanın menüsünü ve hazırlık, yemek, bulaşık inisiyatifi listelerini oluşturuyorlar. Ortak bir fırınları, bir kesimhaneleri, bir marangoz atölyesi, bir metal atölyeleri ve arabalar için tamir atölyeleri var. Fırında kendi ihtiyaçlarının yanında fazladan da ekmek yapılıyor ve bu ekmekler köy pazarında satılıyor. Kesimhanede ise yine yetiştirdikleri hayvanları kesiyor ve yine kendilerinin yaptığı soğutuculu bir kamyonetle  civar köylere dağıtıyorlar. Diğer atölyelerde ise komünün ahşap ve metalden yapılabilen bütün ihtiyaçları karşılanıyor. Evlerini kendileri yapıyorlar. Bir su değirmeni ile ihtiyaçları olan elektriği üretiyorlar.

Yaşamların böylesine ortaklaştığı bu köyde elbette  kararlar da ortak. Kimsenin özel mülkiyetinin olmadığı bu komünde gelirler ortak bir havuzda birikiyor ve tüm ihtiyaçlar tartışılıyor. Sorunların çözümünde ise önceden belirleneni ve değişmeyen tek ilkeyi tartışarak, ortak karar alıyorlar. Ve böylece tüm bireyler topluluğun bugününü ve geleceğini  belirleyen etken bireyler oluyor.

Elbette yaklaşık 300 kişilik bu komünde böyle bir hayatı dış dünyadan tamamen kopuk bir şekilde sürdürselerdi belki yaşadıkları hayat daha kolay ve “ütopik” olabilirdi, oysa onlar en baştaki  kaygılarını hala taşıyorlar ve bu noktada eylemeye de devam ediyorlar.

Longo Mai Limans’da kurulduğundan bu yana birçok eylem ve örgütlenme çalışması yaptı, birçok kooperatifle dayanışma gösterdi. Madagaskar’da kurulan bir kooperatifi destekledi, Costa Rica’da bir kooperatif kurulmasına bizzat önayak oldu. Longo Mai, Avrupa’da göçmen ve mültecilerin savunma komitesinin oluşturulmasına katkıda bulundu ve Pinochet darbesinin ardından sürgün edilen 2000 kişinin İsviçre komünlerine yerleştirilmesini sağladı. Yine;  bizim yaşadığımız topraklarda Fatsa ve Yeni Çeltek davalarının takipçiliğini yaptı ve  bu davaların uluslararası basında yer bulması için çaba sarf etmişti.  

Longo Mai, sahip olduğu uluslararası basın ilişkilerini kullanmasının yanı sıra, kendi gündemlerini oluşturup duyurabileceği,  basın yayın araçlarını da oluşturdu. Komünde aynı zamanda kurulduğu günden bu yana birçok kez kapatılma tehdidi alan bir de radyo istasyonu  yer alıyor. 1981 yılında kaçak olarak yayına başlayan Radyo Zinzine, şu anda 20 bin dinleyicisi olan ve düzenli yayın yapan, yasal bir kanal. Radyo Zinzine’nin yanında, bir haftalık yayın ve bir de gazete çıkarıyorlar. Aynı zamanda yüz kadar gazetecinin bağlı olduğu bir haber ajansı olan Bağımsız Haber Ajansı (AIM) ile ilişkili ve  Avrupa Özgür Radyolar Birliği’nin üyesi durumunda.  

Longo Mai; yıllardır sürdürdüğü komünal deneyimi, dayanışma kültürü ve politik alanlardaki varlığından dolayı, özellikle de anarşistlere, antimilitaristlere, asker kaçaklarına ve göçmenlere kapılarını açması nedeniyle defalarca baskıyla karşılaştı. Örneğin 1989 yılı Kasım ayında, Longo Mai Köyü, Alman devletinin talebiyle, “tehlikeli Kürt teröristlere yataklık yaptığı” bahane edilerek basılmıştı. Tüm bunlara rağmen hala varlığını sürdürmekte olan bu köy, isminin hakkını vererek daha da “çok yaşayacak” gibi görünüyor.

Longo Mai’nin köylüleri, bugün komündeki üçüncü kuşağı yetiştirirken biliyoruz ki onlar dün hayallerini sırtlanıp, bugün hayatlarını dönüştürenler… Onlar paylaşarak örgütlenen, örgütlenerek özgürleşenlerden…

Nesilden nesile “Çok Yaşa” Longo Mai.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 17. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Paylaşarak Özgürleşenlerin Köyü Longo Mai appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/05/09/paylasarak-ozgurlesenlerin-koyu-longo-mai/feed/ 0