kriz – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sat, 25 Sep 2021 10:14:58 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Devletin Eğitim Krizi Sürüyor https://meydan1.org/2021/09/25/devletin-egitim-krizi-suruyor/ https://meydan1.org/2021/09/25/devletin-egitim-krizi-suruyor/#respond Sat, 25 Sep 2021 10:14:56 +0000 http://meydan1.org/?p=74268 Covid-19 salgını sonrası normalleşme süreci kapsamında okulların açılması eğitim krizini daha çok büyüttü. Okulların açılışından beri 1630 sınıf karantinaya alınırken en az 40 bin öğrenci okula gidemiyor. İktidarın gerçeklikten uzak bir şekilde uyguladığı politikalar başarısızlıkla sonuçlanmaya devam ediyor. Hiçbir tedbir alınmadan açılan okullarda kalabalık sınıflarda fiziki mesafe ve gerekli hijyen koşulları sağlanmadan sürdürülmeye çalışılan eğitim […]

The post Devletin Eğitim Krizi Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Covid-19 salgını sonrası normalleşme süreci kapsamında okulların açılması eğitim krizini daha çok büyüttü. Okulların açılışından beri 1630 sınıf karantinaya alınırken en az 40 bin öğrenci okula gidemiyor.

İktidarın gerçeklikten uzak bir şekilde uyguladığı politikalar başarısızlıkla sonuçlanmaya devam ediyor. Hiçbir tedbir alınmadan açılan okullarda kalabalık sınıflarda fiziki mesafe ve gerekli hijyen koşulları sağlanmadan sürdürülmeye çalışılan eğitim sistemi, krizi daha fazla büyüttü.

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kapatılan hiçbir okul olmadığı söylenirken geçen hafta Ordu Aybastı Fen Lisesi’nde, bu hafta ise Giresun Şebinkarahisar Fen Lisesi’nde tüm sınıfların karantinaya alındığı öğrenildi.

Okullarda dezenfektan bulunmuyor, küçük ve kalabalık sınıflarda havalandırma sorunu nedeniyle kapı açık ders işleniyor ve öğretmen sayısı yetersiz.

The post Devletin Eğitim Krizi Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2021/09/25/devletin-egitim-krizi-suruyor/feed/ 0
Ezilenin Her Anı Kriz! https://meydan1.org/2020/12/10/ezilenin-her-ani-kriz/ https://meydan1.org/2020/12/10/ezilenin-her-ani-kriz/#respond Thu, 10 Dec 2020 08:08:22 +0000 https://meydan.org/?p=67518 Ezilen bir insanın her anı krizdir. Yüzyıllardır süregelen bir krizin içine doğarız, emeğimizi satmaya başladığımız yaşlarda yükselir bu kriz; saatler, günler derken yaşamımızı satmakla sürer. Yaşamın kendisi bile krize dönüşür, dönüştürülür. Hep duyarız ya “krizin yükü” laflarını; yaşamak bir yüke dönüşür biz ezilenler için. Ödenemeyen fatura, çıkamayan cep harçlığı, alınamayan kitap, yürüdükçe batan nasır, çalışmakla […]

The post Ezilenin Her Anı Kriz! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Ezilen bir insanın her anı krizdir. Yüzyıllardır süregelen bir krizin içine doğarız, emeğimizi satmaya başladığımız yaşlarda yükselir bu kriz; saatler, günler derken yaşamımızı satmakla sürer. Yaşamın kendisi bile krize dönüşür, dönüştürülür. Hep duyarız ya “krizin yükü” laflarını; yaşamak bir yüke dönüşür biz ezilenler için. Ödenemeyen fatura, çıkamayan cep harçlığı, alınamayan kitap, yürüdükçe batan nasır, çalışmakla bükülen bel… Ezilenlerin üniversite diploması bile işsizlikle krize dönüşür çoğu zaman. Hepsi krizdir ve hiç azalmaz krizler.

Ezilen bir insanın her anı krizdir. İktidarların ekonomik krizleri de eklenir üstüne ama bu krizler istemsizce gelişmez. İktidarlar büyümek, daha çok kazanmak ve sömürmek için kullanır krizi; zenginler zenginleşir, fakirler fakirleşir.

Bugün yine bir krizdeyiz, bu kez korona krizinde. Belki birçoğumuz bir sağlık krizinin içinde olduğumuzu düşünmüş olsak da çalıştığımız mekanlar kapatılınca hepimiz meselenin iktidarlar için ekonomik olduğu gerçeğiyle yüzleştik. Bir gecede açıklanan yeni yasaklarla kafelerin, restoranların, barların kapandığını ve işsiz kaldığımızı öğrendik. Öğrendik ama her yer açıkken on binlercemizin çalıştığı mekanların neden kapandığını öğrenemedik.

Korona krizinde birçok yasak getirilmişti. Ve bu yasaklarla yaşamları en çok alt üst edilen kesimlerdendik kafelerde, restoranlarda, barlarda çalışan işçiler olarak. Sadece işsiz kalmak da değildi sorun. Kısa çalışma ödeneği adı altında paralar dağıtılacak denildi ama şartları uygun olanlarımıza. Şartlarımız uygunsa yani biraz şanslılardansak da aldığımız kısa çalışma ödeneğiyle hangi ihtiyacımızı nasıl karşılayacağımızı bilemez haldeydik. Ama lütufmuş gibi gösterilen kısa çalışma ödeneğinin aslında çalıştığımız her gün için devletin maaşlarımızdan çalarak oluşturduğu işsizlik sigortası fonundan karşılandığını biliyorduk. Yani devlet bizden çaldığını bize istemeye istemeye geri vermek zorunda kalırken bile yaşamlarımızı ona borçluymuşuz gibi göstermeye çalışıyordu.

Bir de bu krizde işçileri işten çıkarmanın yasak olduğu söylenmişti. İyi de zaten çoğumuz sigortasız olarak çalıştırılıyorduk… Patronlar istedikleri zaman istedikleri gibi bizi işten çıkarıyordu. Korona krizinde de sigortasız çalıştırılan biz kafe, restoran ve bar işçileri ilk gözden çıkarılanlar olduk. “Resmi olarak” çalıştırılmadığımız için işten çıkartılmamız da yasak değildi. Sigortalı olanlarımızın yaşadıkları da pek farklı olmadı. Çünkü işten çıkartmak yasaktı ama “maaşını ödemem” tehdidiyle istifa mektubu imzalatmak yasak değildi. İşinden istifa eden, etmek zorunda bırakılan işçilere ilişkin herhangi bir sayı bulabilir misiniz? Devletin herhangi bir kurumu buna ilişkin bir veri açıklayabilir mi? Açıklamaz çünkü bu bizi, emeğimizi, geleceğimizi sömürenlerin işine gelmez.

Şu an bir krizdeyiz ve kenarda köşede birikmiş beş kuruşumuz yok. Çünkü günlük kazanılan para günlük harcanır ve bir günde kazandığımız para birikmeye yetmez. Yola gider, yemeğe gider, telefon faturasına gider… Birikmiş beş kuruşumuz yoksa da işsiz kaldıktan birkaç gün sonra Türkiye standartlarında sağlıklı ve dengeli beslenmek için ayrılması gereken bütçenin ortalama 2 bin 447 lira 72 kuruş, zorunlu ihtiyaçlar için ayrılması gereken bütçenin ortalama 7 bin 973 lira olduğunu öğrendik. Sigortasız çalışan binlerce kafe, restoran ve bar işçisi olarak zaten her güne günü kotarmak için uyanıyoruz ancak devletin sigortalı olanlarımıza bu yasaklarla “lütfettiği” 1.500 liralık kısa çalışma ödeneği de bu standartların yakınından geçmeye bile yetmiyor.

Elimizdekiler yaşamak için yeterli olmayınca, olmayan parayı harcıyor; bankalara borçlanıyoruz. Borçlarımızı ödeyemedikçe daha da çok borçlanacağız. Biz borçlandıkça bankaların sahipleri ve onlarla el sıkışan devlet kazanacak. Milyarder bilmem kimin bu dönemde servetini şu kadara katlaması, TÜİK verilerine göre ekonominin yüzde 6.7 büyümesi de bu kazanmanın bir sonucu. Sadece yaşadığımız topraklarda değil bütün coğrafyalarda böyle bu durum. Temmuz 2020’nin sonunda dünyanın en zengin yaklaşık 2 bin 189 kişisinin serveti 10.2 trilyon dolara ulaşarak rekor kırdı. Sadece milyarderlerin milyarları artmakla kalmadı, milyarderlere yeni yeni milyarderler eklendi. Sömürenlerin daha rahat sömürmesi için işsizlere işsiz, fakirlere de fakir eklendi.

Ezilen bir insanın her anı krizdir. Peki kim ister krizle yaşamayı? Kimse istemez. Krizleri yok etmek için iktidarların adaletsiz olduğunu bilmek ve adil olan dünyayı yaratmak için bizim gibi ezilenlerle birlikte sokağa çıkmak gerekir. Emma Goldman yıllar önce şunları söylemişti: “İş isteyin. İş vermezlerse ekmek isteyin. Ekmek de vermezlerse ekmeğinizi alın.” Onların; elimizden işimizi, ekmeğimizi, geleceğimizi alanların istediklerimizi vermeyeceği apaçık ortada. Bir araya gelmedikçe, omuz omuza vermedikçe ihtiyaçlarımızı karşılayamayacağımızı biliyoruz. Hal böyleyken, tarih boyunca olduğu gibi bugün de: Vermeyecekler, Alacağız!

Atakan Polat – Genç İşçi Derneği

The post Ezilenin Her Anı Kriz! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/12/10/ezilenin-her-ani-kriz/feed/ 0
12 Eylül Devlettir, 12 Eylül Kapitalizmdir https://meydan1.org/2020/09/12/12-eylul-devlettir-12-eylul-kapitalizmdir/ https://meydan1.org/2020/09/12/12-eylul-devlettir-12-eylul-kapitalizmdir/#respond Sat, 12 Sep 2020 16:41:39 +0000 https://meydan.org/?p=63911 Yaşadığımız coğrafyada toplumun siyasi, ekonomik ve sosyal olarak değişimine neden olan 12 Eylül Darbesi’nin üzerinden 40 yıl geçti. 12 Eylül 1980 Darbesi, 1970’lerin özellikle ikinci yarısından itibaren yükselişe geçen devrimci sokak muhalefetini bastırmak ve ekonomik olarak da devletin kapitalist karakterini küresel anlamda esen neo-liberalizm rüzgarına entegre etmek gibi bir “işlevsellik” taşıyordu. Bu bağlamda 12 Eylül’ü, […]

The post 12 Eylül Devlettir, 12 Eylül Kapitalizmdir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Yaşadığımız coğrafyada toplumun siyasi, ekonomik ve sosyal olarak değişimine neden olan 12 Eylül Darbesi’nin üzerinden 40 yıl geçti. 12 Eylül 1980 Darbesi, 1970’lerin özellikle ikinci yarısından itibaren yükselişe geçen devrimci sokak muhalefetini bastırmak ve ekonomik olarak da devletin kapitalist karakterini küresel anlamda esen neo-liberalizm rüzgarına entegre etmek gibi bir “işlevsellik” taşıyordu. Bu bağlamda 12 Eylül’ü, aynı yılın 24 Ocak tarihinde ilan edilen, ekonomik anlamda yapısal dönüşüm sağlayan kararlardan ve o kararın “mimarlarından” Turgut Özal ile onun temsil ettiği, şu anda da iktidarda bulunan, kendilerini de devamcısı addettikleri siyasi gelenekten ayrı düşünemeyiz. Dolayısıyla 12 Eylül, sadece askeri bir kliğin iktidarı ele geçirmesi değil, “sivil siyasette de” uzantıları olan ve toplumu siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda “dönüştürmeye” odaklı bir darbedir.

12 Eylül’ün bu askeri ve “sivil” bileşenlerinin dışında, mevcut muhafazakar iktidarın güç tahkimini ve “yol temizliğini” kolaylaştıran, dış politika bağlamında bir başka faktörün de -bir başka söylemle fırsatın- altı çizilmeli. Dönemin Soğuk Savaş koşulları içinde düşünülmesi gereken bu “fırsatın” dinamiklerinden biri, ABD’nin SSCB ve komünizm tehdidine karşı devletlerin muhafazakar yapılarını güçlendirmeyi hedefleyen ve “Yeşil Kuşak Doktrini” olarak adlandırılan projesiydi. 1979’daki SSCB işgali sonrası ABD’nin ilk olarak Afganistan’da hayata geçirdiği bu proje, 12 Eylül Darbecileri için son derece kullanışlı oldu, askeri yönetim dönemi sonrası da istisnasız tüm iktidarlar için geçerliydi.

Bölgesel iktidar değişiklikleri bağlamında ise 12 Eylül’ü “çağıran” bir diğer gelişme 1979’da İran’da ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli müttefiki olan Şah Rejimi’nin devrilmesiydi. Afganistan ve İran’dan sonra bölgede bir diğer önemli müttefiki kaybetme kaygısı yerini, 1974’teki Kıbrıs işgali ile başlayan ambargonun sessiz sedasız bitirilmesi ve nihayetinde 12 Eylül’ün ilk saatlerinde darbenin Washington’a “our boys did it- bizim çocuklar başardı” şeklinde müjdelenmesine bıraktı.

12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri darbe, 24 Ocak 1980’de ilan edilen yol haritasını eksiksiz bir biçimde uygulamak gibi bir hedefe sahipti. Ancak bu “hedefi” gerçekleştirmek için yaşanan grevleri, direnişleri, fabrika işgallerini ve bütün bu devrimci dinamiği harekete geçiren toplumsal örgütlenmeyi ortadan kaldırmak gerekiyordu. Darbenin, devrimcilere yönelik idamlar, hapis cezaları, işkenceler şeklinde tezahür eden bilindik “rakamsal” sonuçlarının dışındaki asıl bakiyesi ise -günümüzde x,y,z kuşağı gibi tanımlamalarla da karşılanan ve dönemsel olarak başarılı olduğu söylenebilecek- toplumun depolitizasyonu oldu. Ancak 12 Eylül’ün murad ettiği depolitizasyonun 1987-88 öğrenci direnişleri, işçilerin sokaklara çıktığı ve 1990’daki Zonguldak Madenci Grevi-Ankara Yürüyüşü ile devamını getirdikleri 1989 Bahar Eylemleri, 1980’lerin ikinci yarısında yükselişe geçen Kürt Özgürlük Mücadelesi, devletin yasakladığı her 1 Mayıs ve Newroz’da alanlara çıkılarak, günümüze gelindiğinde de Gezi Direnişi gibi toplumsal ve tarihsel kesitlerde tıkandığı görüldü.

İçinden geçtiğimiz süreçte ise 12 Eylül Darbesi’ni gerçekleştiren ya da darbeyi zımnen destekleyen kimi aktörleri hoşnut edecek gelişmeler gündemden düşmüyor. Korona Krizi’nin başında, devletin en tepesindeki ismin patronlara yönelik “yüzünüz gülüyor” komplimanları, dönemin patron örgütü TİSK Başkanı Halit Narin’in 12 Eylül’ü selamladığı “şimdi gülme sırası bizde” şeklindeki coşkusunun 40 yıl sonraki güncellenmiş hali. Benzer şekilde aynı “tepe ismin” patronlara, OHAL sayesinde grevleri engelleme icraatlarını duyurması da zihinlerdeki tazeliğini koruyor. Diğer taraftan darbenin “mağdurları” arasında gösterilen MHP’lilerin o dönem 12 Eylül’ü “fikri iktidarda kendisi zindanda” şeklinde tanımladığını hatırladığımızda, aradan geçen 40 yılın MHP’ye fikren ve bedenen bir iktidar bahşettiğini görüyoruz.

Aradan geçen 40 yılda Kürtler açısından devlet baskısı anlamında değişen çok fazla bir şeyin olmadığı ise sembolik anlatımı güçlü bir cümlede özetlenebilir: “Kamber Ateş nasılsın?”. Dönemin Kürt siyasi tutsağı Kamber Ateş’in hapishane görüşüne gelen annesinin ezberleyebildiği tek Türkçe cümle olan ve görüş boyunca defalarca tekrarlanan “Kamber Ateş nasılsın?” sözleriyle 12 Eylül, Kürtlere sadece ve sadece Türkçe konuşmayı dayatmıştı. Aradan geçen 40 yılda, kayyum atanan belediyelerdeki Kürtçe tabelaların, park ve meydan adlarının değiştirilmesi, mahkeme tutanaklarına geçen “bilinmeyen bir dil” ibareleri aslında 40 yıl öncesi ile sınırlı olmayan inkar politikasının bugün de devam ettiğini gösteriyor.

Ancak tüm baskılarına rağmen darbeler, ezilenlerin örgütlenme ve mücadelelerini tamamen bitiremiyor. Gerçekleşen her darbe sonrası, orta ya da uzak bir zaman diliminde yükselişe geçen mücadeleler, toplumdaki mücadele dinamiklerinin darbelerle tümden ortadan kaldırılamayacağını gösterdi. İçinden geçtiğimiz süreçte de bu genel doğrunun altını çizmek gerek. 12 Eylül mirasçısı mevcut iktidar, ilan edilmiş ya da fiili OHAL’ler ile bu dinamikleri ve bu dinamiklerin harekete geçme potansiyelini ortadan kaldırdığını düşünedursun, devletin ortadan kaldıramadığı bu toplumsal dinamikler çatlakları derinleştiriyor ve iktidarın içinde bulunduğu krizi perçinliyor.

Emrah Tekin

The post 12 Eylül Devlettir, 12 Eylül Kapitalizmdir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/09/12/12-eylul-devlettir-12-eylul-kapitalizmdir/feed/ 0
Normalleşme Süreci Adliyelerde Kriz Yarattı https://meydan1.org/2020/06/16/normallesme-sureci-adliyelerde-kriz-yaratti/ https://meydan1.org/2020/06/16/normallesme-sureci-adliyelerde-kriz-yaratti/#respond Tue, 16 Jun 2020 08:11:18 +0000 https://meydan.org/?p=59727 Korona virüs salgını günden güne yayılırken ölüm ve vaka sayılarının kısmi azalma göstermesiyle beraber çarklarını yeniden döndürmeye başlayan devlet birçok alanda normalleşme sürecini başlattı. Normalleşme sürecinde yetersiz tedbirler salgın tehlikesini arttırırken normalleşme kapsamına bugün yeniden çalışmaya başlayan adliyelerin önünde oluşan insan kuyrukları da sürecin devlet tarafından tekrar krize dönüştürüldüğünü gösterdi. İzmir ve İstanbul’da çekilen fotoğrafları […]

The post Normalleşme Süreci Adliyelerde Kriz Yarattı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Korona virüs salgını günden güne yayılırken ölüm ve vaka sayılarının kısmi azalma göstermesiyle beraber çarklarını yeniden döndürmeye başlayan devlet birçok alanda normalleşme sürecini başlattı. Normalleşme sürecinde yetersiz tedbirler salgın tehlikesini arttırırken normalleşme kapsamına bugün yeniden çalışmaya başlayan adliyelerin önünde oluşan insan kuyrukları da sürecin devlet tarafından tekrar krize dönüştürüldüğünü gösterdi. İzmir ve İstanbul’da çekilen fotoğrafları paylaşıyoruz:

İstanbul- Kartal Anaolu Adliyesi
İstanbul- Çağlayan Adliyesi
İzmir Adliyesi

The post Normalleşme Süreci Adliyelerde Kriz Yarattı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/06/16/normallesme-sureci-adliyelerde-kriz-yaratti/feed/ 0
İstanbul Film Festivali Bu Yıl Online Gerçekleşecek https://meydan1.org/2020/05/14/istanbul-film-festivali-bu-yil-online-gerceklesecek/ https://meydan1.org/2020/05/14/istanbul-film-festivali-bu-yil-online-gerceklesecek/#respond Thu, 14 May 2020 08:33:51 +0000 https://meydan.org/?p=58448 Korona krizi nedeniyle gündelik yaşam çeşitli kısıtlamalarla sürerken kültür-sanat alanında da değişimler kendisini göstermeye başladı. Bir çok etkinlik iptal edilir ya da ileri bir tarihe ertelenirken, İstanbul Film Festivali bu yılki film gösterimlerini online yaparak gerçekleştirmeyi planlıyor. 15 Mayıs’ta başlayacak olan online film festivalinde, her akşam 21:00’da yeni bir film festivalin internet sitesi üzerinden erişime […]

The post İstanbul Film Festivali Bu Yıl Online Gerçekleşecek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Korona krizi nedeniyle gündelik yaşam çeşitli kısıtlamalarla sürerken kültür-sanat alanında da değişimler kendisini göstermeye başladı. Bir çok etkinlik iptal edilir ya da ileri bir tarihe ertelenirken, İstanbul Film Festivali bu yılki film gösterimlerini online yaparak gerçekleştirmeyi planlıyor.

15 Mayıs’ta başlayacak olan online film festivalinde, her akşam 21:00’da yeni bir film festivalin internet sitesi üzerinden erişime açılacak ve o film için bilet alanlar tarafından 5 gün boyunca izlenebilecek. Film ücretleri kredi kartıyla ödenebilecek ve her film için 1200 kişilik kontenjan olacak.

Festival gösterim programında Berlin ve Venedik Film Festivalleri’ne seçilmiş 15 film bulunuyor. Teknik olarak ilk kez denenecek bu uygulama belki de önümüzdeki günlerin yeni kültür-sanat etkinliklerinin biçimlerini de belirleyebilir gibi görünüyor.

The post İstanbul Film Festivali Bu Yıl Online Gerçekleşecek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/05/14/istanbul-film-festivali-bu-yil-online-gerceklesecek/feed/ 0
Koronavirüs Krizi: 4 Günlük “Sokağa Çıkma Kısıtlaması” Başladı https://meydan1.org/2020/04/23/koronavirus-krizi-4-gunluk-sokaga-cikma-kisitlamasi-basladi/ https://meydan1.org/2020/04/23/koronavirus-krizi-4-gunluk-sokaga-cikma-kisitlamasi-basladi/#respond Thu, 23 Apr 2020 07:40:24 +0000 https://meydan.org/?p=57401 Koronavirüs önlemleri çerçevesinde 22-23-24 ve 25 Nisan günlerinde ilan edilen sokağa çıkma kısıtlaması dün gece 00:00’dan itibaren başladı. 30 Büyükşehir ve Zonguldak’ta uygulanacak kısıtlama nedeniyle ihtiyaçların temin edilebilmesi için bugün ve yarın bakkal ve marketler 09:00-14:00 saatleri arasında çalışmayı sürdürebilecek. İçişleri Bakanlığı’nın konu ile ilgili genelgesine göre Adana, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bursa, Denizli, Diyarbakır, […]

The post Koronavirüs Krizi: 4 Günlük “Sokağa Çıkma Kısıtlaması” Başladı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Koronavirüs önlemleri çerçevesinde 22-23-24 ve 25 Nisan günlerinde ilan edilen sokağa çıkma kısıtlaması dün gece 00:00’dan itibaren başladı. 30 Büyükşehir ve Zonguldak’ta uygulanacak kısıtlama nedeniyle ihtiyaçların temin edilebilmesi için bugün ve yarın bakkal ve marketler 09:00-14:00 saatleri arasında çalışmayı sürdürebilecek.

İçişleri Bakanlığı’nın konu ile ilgili genelgesine göre Adana, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bursa, Denizli, Diyarbakır, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Hatay, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Kayseri, Kocaeli, Konya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Ordu, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Tekirdağ, Trabzon ve Van ile Zonguldak il sınırları içinde bulunanlar bu 4 gün boyunca istisnalar haricinde sokağa çıkamayacak.

Sokağa çıkma kısıtlamasında, kamu ve belediye görevlilerinin ve sağlık görevlilerinin yanı sıra istisna tutulacak olanlar şunlar:  birinci derece yakınlarının cenazelerine katılacak olanlar, elektrik, su, doğal gaz, telekomünikasyon ve benzeri kesintiye uğramaması gereken iletim ve altyapı sistemlerinin sürdürülmesi ve arızalarının giderilmesinde görevli olanlar, ürün ve/veya malzemelerin nakliyesinde ya da lojistiğinde (kargo dahil), yurt içi ve yurt dışı taşımacılık, depolama ve ilgili faaliyetler kapsamında görevli olanlar, yaşlı bakımevi, huzurevi, rehabilitasyon merkezleri, çocuk evleri vb. sosyal koruma/bakım merkezleri çalışanları, otizm, ağır mental retardasyon, down sendromu gibi “özel gereksinimi” olanlar ile bunların veli/vasi veya refakatçileri, demir-çelik, cam, ferrokrom benzeri sektörlerde faaliyet yürüten iş yerlerinin yüksek dereceli maden/cevher eritme fırınları ile soğuk hava depoları gibi zorunlu olarak çalıştırılması gereken bölümlerinde görevli olanlar.

The post Koronavirüs Krizi: 4 Günlük “Sokağa Çıkma Kısıtlaması” Başladı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/04/23/koronavirus-krizi-4-gunluk-sokaga-cikma-kisitlamasi-basladi/feed/ 0
SAVAŞ STRATEJiLERi : Masada Hüsran, Sahada Yenilgi, Sınırda Şantaj – Emrah Tekin https://meydan1.org/2020/04/07/savas-stratejileri-masada-husran-sahada-yenilgi-sinirda-santaj-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2020/04/07/savas-stratejileri-masada-husran-sahada-yenilgi-sinirda-santaj-emrah-tekin/#respond Tue, 07 Apr 2020 14:20:34 +0000 https://meydan.org/?p=56882 Sadece yaşadığımız topraklarda değil dünyada gündem olan virüs salgını nedeniyle Suriye’deki savaş gündemden düşmüş gibi duruyor. Ancak TSK’ye bağlı birliklerin Suriye’de hava saldırısına uğraması sonucu 34 askerin ölmesinden önce de Suriye’deki savaşın pek gündemde olduğundan bahsedemeyiz. Yani Suriye’deki savaş her an gündemdeki yerini tekrar alabilir. Çünkü yıllardan beri belirli olaylar yaşandıkça gündeme gelen ama hep […]

The post SAVAŞ STRATEJiLERi : Masada Hüsran, Sahada Yenilgi, Sınırda Şantaj – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Sadece yaşadığımız topraklarda değil dünyada gündem olan virüs salgını nedeniyle Suriye’deki savaş gündemden düşmüş gibi duruyor. Ancak TSK’ye bağlı birliklerin Suriye’de hava saldırısına uğraması sonucu 34 askerin ölmesinden önce de Suriye’deki savaşın pek gündemde olduğundan bahsedemeyiz. Yani Suriye’deki savaş her an gündemdeki yerini tekrar alabilir. Çünkü yıllardan beri belirli olaylar yaşandıkça gündeme gelen ama hep süren savaş, yeni görünümüyle de olsa devam ediyor.

Şu an inisiyatif Suriye -daha doğrusu- Rusya’da. Suriye’de iktidarı almaya çalışan cihatçılar TC sınırları yakınındaki İdlib’e sıkışmış durumda. Suriye’nin birçok bölgesinden kaçmak zorunda kalan cihatçılar Suriye’nin de yönlendirmesiyle İdlib’e gitmişti. İdlib’se savaşın ilk yıllarından beri cihatçıların en rahat ettiği bölgelerin başında geliyor. Suriye merkezli olarak yaşanan en önemli son gelişme, TC’nin İdlib’teki cihatçıları temsilen, Rusya’nın da TC’yi temsilen yer aldıkları masada varılan anlaşma. İktidarın kaynak sağladığı, artık anaakım haline gelmiş olan medya her ne kadar bu anlaşmayı bir ateşkes olarak değerlendirmiş olsa da Suriye’de silahların susturulduğundan bahsedemeyiz. 5 Mart 2020’de imzalanan bu anlaşmaya giden süreçse Şubat’ın sonlarında başladı.

Şubat’ın 27’sini 28’ine bağlayan gece -TC’nin Suriye Ordusu’na İdlip’te aldığı yerlerden çekilmesi konusunda verdiği “ültimatomun” dolmasına az bir süre kala- TSK’ye bağlı birliklerin hava saldırısına uğraması sonucu resmi rakamlara göre 34 asker ölmüştü. Saldırı, TC kaynaklarına göre Suriye tarafından gerçekleştirildi. Ancak durduğumuz yerden anlaşılan, TSK’ye bağlı birliklerin olmaması gereken yerde yani cihatçıların bulunduğu bölgede olmasıydı. Rusya Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada Ankara’ya verilen ince mesajda, TSK unsurlarının Soçi Mutabakatı uyarınca oluşturulmuş gözlem noktalarından çıkmamaları gerektiği belirtiliyordu. Rusya’nın bunun böyle olmadığını bildiğini ve İdlib’te inisiyatifi ele almaya çalışan TC’yi sıkıştırmak için hava saldırısı gerçekleştirilmesine vesile olduğunu anlamak zor değil.

Rusya ısrarla vurguladığı bu açıklamalarıyla aslında TC’nin, tüm dünyanın terör örgütü olarak kabul ettiği El Kaide türevi HTŞ ile sahadaki ortaklığına vurgu yapıyordu. Çünkü TC, ya Rusya’ya verdiği bilgide TSK’ye bağlı birliklerin olmaması gereken yerde olduğunu söyleyecek ya da Rusya’nın kendi askerlerini öldürmeyeceğine güvenerek hareket edecekti. TC, Rusya’nın kendi askerlerini öldürmeyeceğine güvendi ama Rusya -daha doğrusu Putin- pek de öyle hareket etmedi. TC bu güvenin bedelini de kendi açıkladığı sayıya göre 34 askeriyle ödedi. Ve TC, resmi olarak açıklamadığı ama içinde yer aldığı savaşta iyiden iyiye kendini belli etmenin eşiğine geldi. Sonuçsa diplomatik aşağılanmalar eşliğinde 5 Mart’ta istemeye istemeye imzalanan anlaşma oldu. Bu aşağılanmayı katmerleyen bir diğer gelişme de 5 Mart öncesi beliren Rusya tehdidine karşı NATO-ABD ipine sarılıp askeri değil, belli belirsiz bir diplomatik destek sözü alabilmek oldu.

Dış politikada aşağılanan iktidar, bunu iç politikada bir zafer olarak sunma “başarı”sını gösterebildi ve savaş fırsatçılığı yaparak bu durumdan ekonomiden göçmenlere kadar birçok konuda faydalanmaya çalıştı.

Devletin Savaş Fırsatçılığı

Halklar açısından bu kadar büyük yıkımlara yol açan Suriye Savaşı’nın, diğer taraftan TC başta olmak üzere bölgesel ve küresel devletler açısından “kullanışlılığı” son derece aşikar. TC, Suriye’deki savaşı iç politikada milliyetçiliğin yükseltilmesi; OHAL ve benzeri baskı uygulamalarıyla sokak muhalefetinin bastırılması için araçsallaştırdı. Muhalefeti bastırma konusunda “Savaşa Hayır” içerikli eylemlere izin verilmeyeceğini açıklayacak kadar ileri gitti. Muhalefeti ezerken benzer şekilde Afrin, Fırat Kalkanı ve Bahar Kalkanı gibi bölgelerdeki askeri ve idari varlığıyla iktidar, milliyetçi-muhafazakar tabanına yönelik “Neo Osmanlıcı” vaatlerinin altını fiilen doldurdu.

Biliyoruz ki savaşlar, devletler için sınırları dahilindeki muhalefeti bastırmanın, iktidara yönelik sesleri susturmanın, eylemleri durdurmanın, toplumu “olağanüstü hal” uygulamalarına alıştırmanın süreçleridir. Savaş süreciyle beraber devletin “demokratik” uygulamaları rafa kaldırılır. Toplumsal baskı ve pasifizasyon artar.

Savaş karşıtı eylemlerin yasaklamasıyla net olarak gördük ki savaş vesilesiyle mevcut işleyişe yönelik aykırı söz ve eylem cezalandırılacak, devlet şiddeti en belirgin haline bürünecektir. Devlet bir yandan bu süreçleri istediği gibi şekillendirirken diğer yandan savaşı, bir örneğini Batı’ya salladığı göçmen sopası politikasında gördüğümüz üzere, ekonomik amaçları için kullanacaktır.

Ekonomik Krize Çözüm Olarak Savaş

Ekonomik kriz ezilenlerin yaşamlarını yok ediyor; ekonomik kriz, savaşla hasır altı ediliyor!

Aralık ayında asgari ücret açıklanmıştı: 2.324 TL! Sendikaların açıklamalarına göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 2 bin 219,45 TL. İşçiye açlık sınırından sadece 105 tl fazlası reva görülmüş. Üstelik Türkiye’de çalışan işçilerin %43’ü asgari ücretle çalışıyor. Aynı yıl TC devletinin TSK için harcadığı bütçe ise 19 milyar dolar.

“Fırat Kalkanı Operasyonu” ile gerçekleştirilen işgal harekatında kullanılan altı adet İHA(İnsansız Hava Aracı) Bayraktar ailesine ait Baykar Makina adlı şirketten alınmıştı. Bayrak Makina’nın başında ise Erdoğan’ın diğer damadı Selçuk Bayraktar bulunuyor. Meclis’e verilen soru önergesi ile dönemin Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’ın açıklamasına göre altı İHA’ya ödenen para 36 milyon dolar olmuş. Üstelik Baykar Makina bu ihalede vergiden de muaf tutulmuş. Hatırlayacaksanız 2018 Ağustos aylarında yaşanan dolar artışı krizi sırasında Erdoğan doların artışını durdurmak için halka dolar bozdurma çağrıları yapmıştı. Ama damadı görmezden gelmiş ki ihale dolar üzerinden gerçekleştirilmiş!

2019 verilerine göre Türkiye’deki 25 milyarder patronun serveti 43,1 milyar dolar ediyor. Son altı yılda geçinemediği için intihar eden işçi sayısı ise 351!

Patronlar servetlerine servet katarken meclis önünde “Geçinemiyorum!” diyerek kendini yakan inşaat işçisi, oğluna pantolon alamadığı için intihar eden torna işçisi, iş bulamadığı için belediye başkanının önünde kendisini yakan genç işçi, aldığı maaşla ay sonunu getiremediği için sonunda kendisini 1600 derecelik demir eritme kazanına atan sanayi işçisi…

Kimi çalışıyor, elde avuçta olan geçinmesine yetmiyordu; kimi iş arıyor, bulamıyor, bir lokma yemeğe muhtaç bırakılıyordu. Ekonomik kriz ezilenleri yaşamdan koparacak noktaya getirirken zenginler servetlerinden bir şey kaybetmek bir yana dursun krizi fırsata dönüştürüp yeni savaşlar yaratarak paralarına para katıyordu. Yeni savaşlar yeni ihaleler demekti onlar için. Televizyonlarda savaş çığırtkanlığı yapma ve süsleyip püsleyip “şehit asker” haberleri verirken sorgulanamayan ihalelerle pastadan paylarını büyütme dönemleriydi. Suriye Savaşı’nın içeriye ekonomik faturası “şehitler tepesi” gibi süslü sözlerle gizlenmeye çalışıladursun, TC -bir benzerini Rusya’nın başarıyla uyguladığı- savaşı “yerli ve milli” silahlarını pazarlayacağı bir “showroom” olarak araçsallaştırmanın da peşinde. Ancak TC, her açıdan bir Rusya olmadığı için, bu stratejinin tutup tutmayacağı ise koca bir soru işareti.

Savaşın Teferruatları: Göçmenler

Suriye’nin İdlib bölgesinde TSK’ye yapılan hava saldırısı sonrasında, devletin göçmenlerin kara ya da deniz yoluyla Avrupa’ya geçişlerini engellememe kararı aldığı bildirilmişti. AKP Sözcüsü Ömer Çelik “Mülteci politikamız aynıdır ama ortada bir durum var, artık mültecileri tutabilecek durumda değiliz.” dedi. İzmir, Çanakkale ve İstanbul’daki birçok göçmen, sahillere ve Trakya’ya yönlendirildi. Uzun zamandır Avrupa, İdlib’deki durumun kötüleşmesi halinde Türkiye’deki göçmenlerin Batı’ya hareketinin hızlanmasıyla tehdit ediliyordu. Suriye sahasında alınan yara sonrası önce NATO devreye sokulmaya çalışıldı. Ancak NATO, TC’nin arkasında olduklarını açıklasa ve Rusya’yı kınasa da bundan öteye gitmedi. TC’nin İdlib’te eksikliğini en çok hissettiği nokta hava sahası konusu. Hava sahasını kullanamayan TC, kendisine yönelik gerçekleştirilecek olan hava saldırılarını da durduramıyor. TC buna karşı son çare olarak da Rusya’dan geçtiğimiz aylarda S-400 almak uğruna kendisinden vazgeçtiği Patriot sistemini görüyor. Ancak köprünün altından çok sular aktı ve TC umduğunu bulamadı. Askeri anlamda aradığını NATO’dan ve ABD’den bulamayan TC, Avrupa’yı zorlamaya ve buradan kendisine bir yarar sağlama yoluna gitti.

Bunun için de göçmenleri her fırsatta bir koz olarak kullanan devlet, 27 Şubat sonrasında bu kozuna hevesle sarıldı. AB’ye ve Batı’ya vermek istediği mesajı açık olarak veremeyenler, insan yaşamları üzerinden tehditlerle Suriye’de kendisine destekçi aradı. Bu hareket Avrupa tarafından pek hoş karşılanmasa da onlar bu tehdit sonrasında TC ile anlaşma yoluna gittiler. TC ile Yunanistan sınırı arasında sıkıştırılan göçmenlere yaşatılan her şey gözlerimizin önünde gerçekleşti. İçişleri Bakanı açıklamalarıyla onbinlerce kişi sınırı geçmiş gibi lanse edildi. Yaşadığımız topraklardaki faşistler de Suriye’deki savaştan kaçıp bu topraklara sığınmış göçmenlere mahallelerde saldırdı. Faşist saldırılarla birlikte göçmenler, evlerini ve dükkanlarını terk ederek Avrupa’ya gitmeleri için tehdit edildi. AB ile yapılan anlaşmadan sonraysa her şey “normale” döndürüldü.

Göçmenleri kendi stratejik pozisyonu için kullanmaktan çekinmeyen ve bunu medyası aracılığıyla dünyaya servis eden devlet, kendisine alan açmaya ve “üzerinde oyunlar oynanan” devlet değil “oynayan” devlet olmaya çalışmaktadır. Bu uğurda seçimlerde propaganda unsuruna dönüştürülen ne ensarlık kaldı ne de muhacirlik.

Devletlerarası Stratejik Pozisyon

Devletin tezkere sonrası aleni hale gelen savaş stratejisi, sadece mevcut bölgedeki siyasi ve ekonomik kazanıma odaklı değildir. Hedeflenen, aynı zamanda devletlerarası siyasi arenada “sözü geçen devletler”den biri olmaktır. Libya’dan Kıbrıs’a, Mısır’dan Suriye’ye sürmekte olan savaşlarda taraf olmak, taraflardan birini desteklemek, doğrudan savaşa müdahil olmak gibi eylemlerle bu arenada pozisyon almayı hedefleyen devlet, iç politikadaki “başına buyrukluğu” sınırları dışında da işletmeye çalışıyor. Bu başına buyrukluk, “fetih politikalarına” evriltilerek sınırlar dahilindeki milliyetçi muhafazakar zihniyetten her koşulda destek sağlanıyor. Dış politikada sözü geçen devlet imajı çizilerek, saldırgan politikalarla statü elde etmeye uğraşarak meşruluk sağlanmaya çalışılıyor.

Destansı söylemlerle uzun vadeli hedeflerini (2023, 2071 gibi) her fırsatta dile getirenler için ne 27 Şubat’ta yaşananların ne de başka zaman yaşanacak can kayıplarının önemi vardır. Devletçi söylemlere uygun şekilde yoğrulan her megaloman proje, ırkçı niyetler ve kutsallıkla pazarlanırken savaşta kaybedilen canların hesabı sorulamamakta ve devletin şehitlik muğlaklığında eriyip gitmektedir. Devletlerin çıkarları uğruna birer “teferruat” olarak görülenler bir sonraki hafta, ay ya da yıl hatırlanmayacaktır.

İktidarlar, kendi çıkarları uğruna milyonlarca insanın yaşamlarını talan etmekten çekinmemekte ve her savaşta olduğu gibi bu savaşta da ezilenleri daha fazla ezmeye çalışmaktadır. Mevcut iktidar ise “sahada ve masadaki” bozgununu, içeride de ekonomik ve siyasi krizini savaşla gizlemenin peşindedir. Ezilenler olarak yapmamız gereken iktidarların savaşında birer piyon olmak değildir. Bizim yapmamız gereken talan edilmeye çalışılan yaşamlarımızı savunmak, bütün savaş propagandalarına karşı mücadelemizi sürdürmek ve özgür bir dünyayı inşa etmektir.

Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 52. sayısında yayınlanmıştır.

The post SAVAŞ STRATEJiLERi : Masada Hüsran, Sahada Yenilgi, Sınırda Şantaj – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/04/07/savas-stratejileri-masada-husran-sahada-yenilgi-sinirda-santaj-emrah-tekin/feed/ 0
Sistemin Virüsü’ne Karşı Paylaşma ve Dayanışma Kazanacak! https://meydan1.org/2020/03/27/sistemin-virusune-karsi-paylasma-ve-dayanisma-kazanacak/ https://meydan1.org/2020/03/27/sistemin-virusune-karsi-paylasma-ve-dayanisma-kazanacak/#respond Fri, 27 Mar 2020 18:55:48 +0000 https://meydan.org/?p=56471 Anarşizm, yaşamın teorisidir; devletsiz bir toplumsal yaşamın teorisi.” P. Kropotkin Gün bitimine yakın bir zamanda, bir twitter mesajı bekler olduk bir zamandır. Mart’ın ikinci haftasından bu yana, Covid-19 salgınının yaşadığımız topraklardaki bilançosunu Sağlık Bakanı’ndan, önce canlı yayın konuşmalarından sonrasında da twitter mesajlarından, öğrenir olduk. Sağlık Bakanı’nın varlığında simgelenen devlet, her gün virüsün Z raporunu aldırıyor […]

The post Sistemin Virüsü’ne Karşı Paylaşma ve Dayanışma Kazanacak! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Anarşizm, yaşamın teorisidir; devletsiz bir toplumsal yaşamın teorisi.”

P. Kropotkin

Gün bitimine yakın bir zamanda, bir twitter mesajı bekler olduk bir zamandır. Mart’ın ikinci haftasından bu yana, Covid-19 salgınının yaşadığımız topraklardaki bilançosunu Sağlık Bakanı’ndan, önce canlı yayın konuşmalarından sonrasında da twitter mesajlarından, öğrenir olduk. Sağlık Bakanı’nın varlığında simgelenen devlet, her gün virüsün Z raporunu aldırıyor bize.

Batılı devletleri iyi önlem alamamakla suçlayan ilgili bakanlığa bağlı kişiler ve kurumlar, başkan ve bakanlar, şimdilerde üç hafta önceki konuşmalarını unutur oldular. Gizlilik içerisinde işlettikleri telaş politikaları, ne kadar gizlemeye çalışsalar da kendini iyiden iyiye belirginleştiriyor. “Paniğe kapılmaya gerek yok!” tavsiyesini verenler “acil durum plansızlıklarını” en ufak adımda açık ediyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün önce “küresel salgın” demekten imtina ettiği, sonrasında “meğerse salgınmış” diye nitelediği ve yayılmadığı kıta kalmayan virüs, şimdinin ve geleceğin temel belirleyicisi konumunda. Savaş, kriz, ticaret anlaşmaları, mega projeler, partiler arası yapay tartışma gündemleri bir anda kesildi. Varolabilme durumumuzu; dünya içinde ve birlikte varolabilme durumumuzu konuşuyoruz, tartışıyoruz ve izliyoruz. İnsanların büyük bir kesiminden arındırılmış “devletin karar mekanizmaları” çerçevesinde daha fazlasını yapmamız da istenmiyor: Evde kal! Yaşamlarımıza ilişkin karar alma yetkisini kendisinde görenler, pasif ve kaderci bir bekleyişe mahkum olmamızı öğütlüyor!

Başlangıç

Virüsün Çin’de nasıl ortaya çıktığına ilişkin bilim insanlarının bir dizi teorilerini okumakta ve izlemekteyiz. Çin’in Wuhan şehrinde, ya bir yarasa ya da bir pangolinden yayılma iddialarının dışında, biyolojik savaş kapsamında Çin’de üretilen bir virüs olduğu ya da ABD’nin ticaret savaşında Çin’i durdurmak için bu virüsü ürettiği gibi komplo teorileri de mevcut.

Şimdilik bilim insanlarının büyük bir kısmı, virüsün insan eliyle üretilmediği ve başka türlerden insana geçtiğinde hemfikir. Doğanın bize çizdiği bir kaderi yaşıyoruz yani! Dünyada yaşayan insanların çok az bir bölümü için tehlikeli ve bu az bölümün içindeki başka küçük bir grup için de ölümcül olan bir virüs… Küresel çapta devam eden “hafif semptom” propagandası, ilaç tedavisi olmaksızın hastalığın atlatılabileceğini salık veriyor. Peki sokak yasakları, işten çıkarmalar, sosyal izolasyon? Devletlerin “hafif semptom” propagandası içimizi rahatlatıyor mu? Her gün dünyanın farklı yerlerinden girilen ölüm ve vaka sayılarıyla birlikte düşündüğümüzde cevap belli değil mi?

Virüsün varlığı ve ortaya çıkaracağı hastalık noktasındaki insan etkisine ilişkin bir şey söyleyebilmek için ilgili bilginin detaylarına odaklanmak gerekiyor. Ancak meselenin politik ve dolayısıyla yaşamsal başlangıcını (en azından bu bağlamda) buraya koymaya gerek yok. Meselenin gözden kaçırılan kısmı, virüsün nasıl bu kadar hızlı yayıldığı. Bu noktada iki ana hat beliriyor; önlemlerin yetersizliği ve merkez etrafına konumlandırılmış insan yaşamları. İki hat da aynı temel sıkıntıyla ilgili; toplumsal organizasyon!

Yani, insanları gerçek yaşamsal ihtiyaçları için değil de, birilerinin daha fazla kar etmesi için merkezi üretim-tüketim mekanlarına tıkacaksınız. Bu üretim plantasyonlarında binler, onbinler, yüzbinler olarak üretim yapmaya zorlayacaksınız. Değil yaşam kalitesi, yaşamlarına sağlıklı bir şekilde devam etmeleri için gerekli “sağlık”a sahip olmalarını sonsuz üretim döngülerinde eriteceksiniz. Kitlesel üretime maruz bırakılan insanların, yaşamlarını sürdürmek için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılamalarının önüne mülkiyet sorunsalıyla geçeceksiniz. Sonra salgın olmayacağını bekleyeceksiniz!

İnsanların yaşamsal alanlarını, merkezi bir şekilde, daha iyi kontrol edilebilmeleri için büyük hapishanelere çevireceksiniz; hapishane şehirler yaratacaksınız. Yüzbinlerin, milyonların yaşamak zorunda olduğu şehirler inşa edeceksiniz. Bu inşa edilen mekanlarda, yaşamsal ihtiyaçları kitlesel ve merkezi planlamalarla çözmeye çalışacaksınız. Sonra virüsün bu mekanlarda yayılmaması için temenniniz olacak!

Politik ve ekonomik çıkarlar için, doğanın içerisinde “bir ama sadece bir varlık” olan insanın içinde yaşadığı ve onun bir parçası olduğu doğayı katledeceksiniz; ekolojik uyumu unutarak insanın doğadan uzaklaşmasına ve ona yabancılaşmasına neden olacaksınız. Sonra salgın olmayacağını bekleyeceksiniz!

Bize toplumsal organizasyonlarını dayatan mekanizmaların, bu mekanizmaların başındakilerin bize biçtiği kaderi yaşamaktayız. Bu salgının asıl sorumluları olan devletler ve şirketlerin; merkeziyetçi yönetimin ve kapitalist sistemin; kitlesel planlamanın ve mülkiyet sisteminin!

Alınmayan Önlemler Devletlerin Sağlık Meselesine Bakış Açısıyla İlgilidir!

Potansiyel olarak buna benzer bir salgın riskiyle karşı karşıya olduğumuz, olacağımız bu kadar açıkken; bu ya da buna benzer bir salgına karşı gerekli tedbirleri, önlemleri almak yerine savaşa, silah sanayine, gösterişli ve büyük inşaatlara, finans sektörüne, büyük şirketlere, ticarete para ayırmak tam da devletlerin yapacağı şeydir!

Bu tespit, devletten sağlığa bütçe ayırmasını isteme talebi değildir! Meselenin devletler ve şirketler nezdinde ne olduğunun açıkça ortaya konmasıdır.

Ne devletler ne de şirketler, sağlık için ihtiyaç olanların dağıtımında etkin olamazlar. Çünkü bunu hedeflemezler. İki mekanizmanın da amacı, kendilerini sürdürmektir. Kapitalistler için bu, kar demektir. Devlet için de koruyucu ve baskıcı uygulamalarıyla kendi varlığına ihtiyaç hissettirmektir.

Şu süreçte en çok ihtiyaç hissettiğimiz şey bilgiyken bu bilginin kontrolünün devletlerin ve şirketlerin tekelinde olması risk durumundaki konumumuzu pekiştirir. Sağlığa ilişkin bilgiye ve hizmete, devletlerin ve şirketlerin “sorunlu etkilerine” bağlı olmaksızın ulaşamamaktayız. Bu sorunlu etkiler, kar politikaları ve düzen tesisidir. Bunların sağlık hizmeti, yoksulluğu ve hastalığı sürdürür. Karşılıklı yardımlaşmayı yok eder. Bağımlılık yaratmaya hizmet eder.

Böylelikle devlete ihtiyaç duyulur, onun iktidarlı konumu meşrulaşır. Bizim sağlığımız için bizim yerimize en doğrusuna devletin kanaat getireceğine inanılır. Bağımlılık ilişkisini kar etme üzerine kuran şirketler için de durum aynıdır. Tedavi yerine iyileştirme, ilaç endüstrisinin pazar başarısını korumasına izin verir. Çoğu ilaç araştırması, zengin insanların yaşam tarzı taleplerini karşılamak için yapılır. Ancak öyle alternatifsiz bırakılırız ki “bile bile lades” oluruz.

Devlet ve şirket kontrolündeki sağlık sistemi, kendi sağlığımız üzerindeki irademizi, sağlıkla ilgili bilgiye erişim temelindeki sağlık kararları verme kapasitesini kısıtlar. Bu durum “sağlık sorunlarının” politik kaynaklarını gizler.

Yaşamsal Olanın Politikliğinin Fark Edilmesi

Salgınla beraber geleceğe dönük öngörüler ve tartışmalar farklı zeminlerde başladı. Covid-19 kaynaklı farklı bir yaşamsal sürecin başlaması, kaygıların ve geleceğe ilişkin isteklerin değiştiği kanaatiyle olumlu ya da olumsuz bir sürü düşüncenin öne sürülmesine neden oldu.

Uluslararası siyasetin ve küresel ekonominin üstündeki bir durum olarak virüsün varlığının, siyaset etme biçimini de kapitalist işleyişi de değiştireceği öngörüleri iyimser muhalif çevrelerce dillendiriliyor şimdilerde. Devletlerin ve kapitalist ekonomik yapıların kendiliğindenlikle değişeceği öngörüsündeki “insan iradesi yokluğu”, Covid-19 öncesinin, aynı determinist ağızlarından çıkanlarına benziyor. Salgının bir olanak olduğu, insanlardan bağımsız bir şekilde dillendiriliyor.

Devletli siyasetten bağımsız durumların da siyasi olabildiği, bunların biyopolitika kavramıyla referanslandığı yazılar türüyor. Tüm yazılanlarda “devlet” mefhumu bu kadar aleniyken, bu kavramın kendisiyle derdi olan bir düşünce, ideoloji, felsefe ve etik görmezden geliniyor.

Siyasetin devletli sınırlarına sığmadığının, yaşamsal olanın politik ve politik olanın da yaşamsal olduğunu dillendirenler olarak, ne sosyalistlerin analizlerinin yerinde ne de devletli kapitalist sistemin devamına odaklananların öngörülerinin geçerli olduğunu düşünüyoruz.

Devlet Koruyup Kollayamıyorsa Neden Ona İhtiyaç Duyalım!

Devletin varlığı, insan ihtiyacıyla mantıksal bir yerden temellendirilmeye çalışılır. Basit anlamıyla devlet, vatandaşlarını hegemonyasının sınırlarında korur ve kollar. İçinde yaşadığımız yaşamların yitmesine neden olan örnekte olduğu gibi, bu iddia gerçek değildir. Özellikle bu süreçlerden devletler çıkamaz!

Sürece ilişkin olanaklar tartışmalarında, “istisna hali” uygulamalar vurgusu yapanların söylediğine odaklanmak gerekir. Devletler için salgında yitenlerin bir önemi yoktur. Gözden çıkarılan nüfusun geleceği için önlem almak, devletler ve şirketler için zaman ve para kaybıdır. Bugün devletlerin ve şirketlerin temel sorunu, salgının ekonomik etkilerinin ne olacağı ve toplumsal bir isyan durumunun nasıl önleneceğidir. Alınan tedbirler ve önlemler tamamen buna yöneliktir; seyahat yasakları, her türlü etkinlik ve organizasyon yasakları, sokağa çıkma yasakları, denetim sıkılaştırmaları…  

Covid-19’dan tabi ki korunmalıyız. Ancak aynı zamanda devletlerin kontrol ve denetim politikalarını göz önünde bulundurmalıyız. Virüsün yaygın ve ölümcül olduğu İtalya’dan anarşist yoldaşlarımızın yaptığı çağrıya kulak vermeliyiz: “… Enfeksiyonu sınırlamaya yönelik kısıtlayıcı önlemlerin fiili etkinliği sorusunun ötesinde, körü körüne ve eleştirel olmayan uygulanan sert tedbirlerle edinilen otoriter yaklaşım, ortada bir değerlendirme hatası varsa felakete yol açabilir. Aynı zamanda, “iç mekanda kalın ve sorunla ilgilenmemize izin verin” algısı kaçınılması gereken, toplumda çok tehlikeli bir sorumsuzluk ve çocuklaşma sürecini tetikler. Bu acil durumdaki güçsüzlük ve imkansızlık hissi çok yüksek. Bireysel ve kolektif tercihlerin ve inisiyatiflerin aşağıdan yukarı örgütlenmesinin önemini ihmal etmemize sebep oluyor. Bu önlemler, toplumsal ilişkilerin daha da parçalanmasına, her türlü bireysel ve kolektif öz-savunmanın yıkılmasına ve insanların toplumsal düzeyde tepki verme yeteneklerine olan tüm güvenlerini kaybetmelerine sebep olabilir.

Otoriter ve militer önlemlerle, denetim ve kontrol mekanizmalarının hedef alacağı ilk kesimlerin işlerinden atılanlar ya da atılacaklar, göçmenler, kadınlar, işsizler, evsizler… yani ezilenler olacağı aşikardır. Hepimizin aynı gemide olduğunu söyleyenlerin “virüsün herkese bulaştığı” örnekleri, ilerleyen zaman içerisinde test yaptırabilen, daha iyi sağlık hizmeti alan ya da ilaca ve tedaviye ulaşan “kesim”den örneklerle farklı bir tabloya evrilebilir.

Salgından etkilenmemek için gerekenleri yaparken, bireysel ve kolektif sorumluluğumuzun farkında olarak; paylaşma ve dayanışmayı böyle bir süreç içerisinde kurtuluş noktasında en büyük yöntemler olduklarını görerek; devletlerin pasifizasyon politikalarına mahal vermeden; bireysel ve kolektif özgürlüklerimizi türlü nedenler göstererek kendi faşist politikalarının karşısında yok etmeye çalışanlara karşı örgütlü bir şekilde; devletin endişe ve korku politikalarına karşı enerjimizi ve umudumuzu kaybetmeden; mücadelemizi içinde bulunduğumuz koşullara uyumlu bir hale getirerek sürdürmemiz şart.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 52. sayısında yayınlanmıştır.

The post Sistemin Virüsü’ne Karşı Paylaşma ve Dayanışma Kazanacak! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/03/27/sistemin-virusune-karsi-paylasma-ve-dayanisma-kazanacak/feed/ 0
DAF: “Korona Krizine Dikkat! Paylaşma ve Dayanışmayla Beraberce!” https://meydan1.org/2020/03/21/daf-korona-krizine-dikkat-paylasma-ve-dayanismayla-beraberce/ https://meydan1.org/2020/03/21/daf-korona-krizine-dikkat-paylasma-ve-dayanismayla-beraberce/#respond Sat, 21 Mar 2020 18:30:43 +0000 https://meydan.org/?p=56248 Devrimci Anarşist Faaliyet, dünyada ve yaşadığımız coğrafyada giderek yayılan KoronaVirüs salgınının devletlerin ve kapitalizmin yanlış politikaları sonucu bir kriz haline gelmesine ve salgının etkilerinin giderek artmasına karşı toplumsal dayanışmanın örgütlenmesine yönelik bir çağrı yayınladı. İstanbul’un genelinde afişleme çalışmalarına bugün başlandı. Çağrının tam metni: Korona Krizine Dikkat! Paylaşma ve Dayanışmayla Beraberce! Bir krizle daha karşı karşıyayız. […]

The post DAF: “Korona Krizine Dikkat! Paylaşma ve Dayanışmayla Beraberce!” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Devrimci Anarşist Faaliyet, dünyada ve yaşadığımız coğrafyada giderek yayılan KoronaVirüs salgınının devletlerin ve kapitalizmin yanlış politikaları sonucu bir kriz haline gelmesine ve salgının etkilerinin giderek artmasına karşı toplumsal dayanışmanın örgütlenmesine yönelik bir çağrı yayınladı. İstanbul’un genelinde afişleme çalışmalarına bugün başlandı.

Çağrının tam metni:

Korona Krizine Dikkat! Paylaşma ve Dayanışmayla Beraberce!

Bir krizle daha karşı karşıyayız. Krizin adı Korona. Korona salgını bölge bölge, gün gün ilerliyor. Virüs elden ele, nefesten nefese bulaşıyor; camda, kumaşta, metalde, plastikte yaşıyor.

Virüsün belirtileri belli. Kuluçka süresini, hastalığın nasıl başladığını ve nasıl sonlandığını her gün dinliyor ve izliyoruz. Virüsü tanıyoruz, o da bizi tanıyor; yani yeni yeni tanışıyoruz. Yarın ne yapıp ne yapmayacağını bilmiyoruz. Değişecek mi? Değişmiş halleriyle insanlığı yenecek mi? Ya da insanlık virüsü durduracak mı? Virüsü yenecek mi? Bunlar şimdilik bilinmezler.

Aşı, Covid-19, hastalık, pandemik, salgın, tedavi gibi sağlıksal tanımları içeren bir terminoloji bir anda katıldı günlük konuşmalarımıza ve gündelik yaşantımıza. Bu sağlıksal sorun yavaş yavaş aştı kendisini ve yaşamsal bir krize dönüştü. Ekonomik ve sosyal tüm yaşamımız alt üst oldu.

Virüsü durdurmak için geçici uygulamalarla, genelgelerle tüm dünyada yeni bir yaşam yaratılıyor. Bencilliğin, rekabetin ve ihtirasın yani iktidarın dünyası perçinleniyor. Yalnızlık artıyor. Toplumsal dayanışma, bu yalnızlık yüzünden mahallelerde komşudan komşuya yapılamıyor. Toplumda yalnızlaşan birey, devletin-hükümetin kurumlarının ve kapitalizmin şirketlerinin adaletine kalıyor. Yani adaletsizliğe!

Korona artık bir kriz. Bir virüs salgını olarak başlayan bu sağlıksal gündem, ekonomik ve sosyal bir adalet gündemine dönüşmüştür. Tarih, yüzlerce salgının kendini krize dönüştürmesini yazar. Her salgın, ilahi ve ilahi olmayan iktidarı kuvvetlendirir; bireyi hiçleştirir, hasta sayısı ya da yaşamını yitirmiş ölü sayısı olarak istatiksel bir sayıya indirger. Hiçleşen birey hiçleşen toplum demektir. Başta şaşıran ve saçmalayan iktidar da bir iktidarsızlık süreci yaşar. Önce ortadan kaybolurlar çünkü korkarlar. Yavaş yavaş bu süreç atlatılır ve sonra her şey kontrollerindeymiş gibi davranarak iktidarlarını perçinlemek isterler. Şimdi Korona krizinin hangi evresindeyiz bu bilinmez ama hükümet standart salgın sürecindeki iktidar davranışlarını yapıyor.

Korona tehlikeli mi? Tabi ki tehlikeli ve biz kazandığıyla yaşayan, katı yatı olmayanlar için daha da tehlikeli. Çünkü bizim için kriz arttıkça ekonomide olumsuz etkileşimler de artacak. Gündelik yaşamı idame ettirmeye çalışırken ihtiyaçlar karşılanamayacak. Sosyal yalnızlaşma, kaygı ve korkuyla artacak. Paranoyaklık ve umursamazlık paralel bir yükselişteyken toplumsal iletişim azalacak. Bunlar, salgın süreçlerinde örgütsüz toplumların yaşadığı gerçekler. Salgın süreçlerinde her şeyden daha çok ihtiyacımız olan şey örgütlülüktür.

Korona krizine örgütlü bir şekilde karşı koymalıyız. Adaletine inanmadığımız devletin ve kapitalist şirketlerin şefkatinde değil toplumsal paylaşma, dayanışma ilişkilerini kuvvetlendirerek yaşamımızı kazanabiliriz.

Öncelikle ödemediğimiz-ödeyemediğimiz için faturalarımız kesilmeden tüm arkadaş dostları aramak ve hal hatır sormakla başlayabiliriz. Buna ihtiyacımız yok mu? Var. Sonrasında tanıdığımız tanımadığımız tüm komşularımıza selamımızı vermeliyiz. Dikkatli davranarak belli mesafeleri koruyarak komşularımıza bir ihtiyaçlarının olup olmadığını sormalıyız. Sorunlara beraber cevaplar aramalıyız. Bireysel ekonomimize ve enerjimize paralel paylaşma dayanışma iletişimimizi planlamalıyız. Planlarımıza çevremizdeki arkadaş ve dostlarımızı çağırmalıyız. Korona krizi bilgilerini verileştirerek bireysel yorumlarımızı kuvvetlendirmeliyiz. Paranoyaklık ve umursamazlık hastalıklarına kapılmamalı, çevremizde kapılanları da uyarmalıyız. Bu iki hastalığın, salgını arttıran iki unsur olduğunu unutmamalıyız. Ekonomik sorunları çözemeyeceğimizi düşünmeden, kişiler arası ekonomik olandan olmayana köprüler kurmaya çalışmalıyız. Faturalardan dolayı elektrik, gaz, su gibi ihtiyaçların kapatılmasını veya kesilmesini beraberce engellemeliyiz (Şimdilik Ankara, İstanbul  gibi bir kaç belediye gaz ve su kesilmeyeceğini açıkladı).

Bu özörgütlenme çabalarımız çalışmalarımız sonrasında toplumsal muhalefetin örgütlü topluluklarıyla ilişkilenmeliyiz. Biz Devrimci Anarşist Faaliyet olarak bu paylaşma dayanışma sürecinin örgütlenmesinin bir kuvveti olarak davranacağız. Biz birbirimize lazımız.

Kurtuluş yok tek başına! Ya hep beraber ya hiç birimiz!
Paylaşma Dayanışma için: 05531340334

DEVRİMCİ ANARŞİST FAALİYET

https://anarsistfaaliyet.org/sokak/korona-krizine-dikkat-paylasma-ve-dayanismayla-beraberce/

The post DAF: “Korona Krizine Dikkat! Paylaşma ve Dayanışmayla Beraberce!” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/03/21/daf-korona-krizine-dikkat-paylasma-ve-dayanismayla-beraberce/feed/ 0
İtalya, İran ve İspanya’da Koronavirüs Krizi Tırmanıyor https://meydan1.org/2020/03/19/italya-iran-ve-ispanyada-koronavirus-krizi-tirmaniyor/ https://meydan1.org/2020/03/19/italya-iran-ve-ispanyada-koronavirus-krizi-tirmaniyor/#respond Thu, 19 Mar 2020 15:17:05 +0000 https://meydan.org/?p=56173 İspanya Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre, ülkede hayatını kaybedenlerin sayısı bir günde 209 kişinin yaşamını kaybetmesiyle yüzde 30’luk artışla 767’ye yükseldi. Toplam vaka sayısı ise 17 bin 147 oldu. Hayatını kaybeden 767 kişiden 498’i başkent Madrid’den. Salgının ekonomiye verdiği hasarı telafi etmek için İspanya hükümeti 200 milyar avro (1 trilyon 417 lira) büyüklüğündeki destek paketini dün […]

The post İtalya, İran ve İspanya’da Koronavirüs Krizi Tırmanıyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

İspanya Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre, ülkede hayatını kaybedenlerin sayısı bir günde 209 kişinin yaşamını kaybetmesiyle yüzde 30’luk artışla 767’ye yükseldi. Toplam vaka sayısı ise 17 bin 147 oldu. Hayatını kaybeden 767 kişiden 498’i başkent Madrid’den.

Salgının ekonomiye verdiği hasarı telafi etmek için İspanya hükümeti 200 milyar avro (1 trilyon 417 lira) büyüklüğündeki destek paketini dün açıklamıştı.

İlk vakanın 19 Şubat’ta görüldüğü İran’daysa yaşamını yitirenlerin sayısı bir günde 149 kişilik artışla 1284’e yükseldi. İran Sağlık Bakanlığı Sözcüsü Kiyanuş Cihanpur, her 10 dakikada bir kişinin koronavirüsü nedeniyle yaşamını kaybettiğini açıkladı.

İtalya’da dün itibariyle 2 bin 978 kişinin koronavirüsü nedeniyle yaşamını kaybettiği açıklandı. Yaşamını kaybedenlerin yarıdan fazlası, salgının merkezi durumundaki 1.2 milyon nüfuslu Bergamo’da virüs nedeniyle ölenlerin cenazesi kiliselerde defin için sıra bekliyor. Cenazeevleri ölümlere yetişemediği için evde ölenlerin cansız bedeni odada saklanıyor.

The post İtalya, İran ve İspanya’da Koronavirüs Krizi Tırmanıyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/03/19/italya-iran-ve-ispanyada-koronavirus-krizi-tirmaniyor/feed/ 0
Binler Bakırköy Pazar Alanında Krize Karşı Miting’teydi https://meydan1.org/2019/12/08/binler-bakirkoy-pazar-alaninda-krize-karsi-mitingteydi/ https://meydan1.org/2019/12/08/binler-bakirkoy-pazar-alaninda-krize-karsi-mitingteydi/#respond Sun, 08 Dec 2019 20:04:26 +0000 https://meydan.org/?p=52263 İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri’nin ekonomik krize karşı düzenlediği miting bugün Bakırköy Pazar alanında yapıldı.Devrimci sendikaların ve örgütlerin örgütlediği mitingte yeni vergilere, zamlara, İşsizlik Fonu’nun yağmalanmasına, OHAL uygulamalarına karşı mücadelenin sürdürüleceği vurgulandı. Genç İşçi Derneği ise “Bizler çocuğuna pantolon alamayanlarız. Bizler doğalgaz faturasını ödemeyemediği için bebeği hasta olanlarız. Bizler asgari ücretle günde 14 saat […]

The post Binler Bakırköy Pazar Alanında Krize Karşı Miting’teydi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri’nin ekonomik krize karşı düzenlediği miting bugün Bakırköy Pazar alanında yapıldı.Devrimci sendikaların ve örgütlerin örgütlediği mitingte yeni vergilere, zamlara, İşsizlik Fonu’nun yağmalanmasına, OHAL uygulamalarına karşı mücadelenin sürdürüleceği vurgulandı.

Genç İşçi Derneği ise “Bizler çocuğuna pantolon alamayanlarız. Bizler doğalgaz faturasını ödemeyemediği için bebeği hasta olanlarız. Bizler asgari ücretle günde 14 saat çalışanlarız. Bizler maaşını 4 aydır alamayanlarız. Bizler kirasını ödeyemeyenleriz. Bizler yaşamları çalınanlarız. Ezilenleriz. Onlar ezenler. Onlar hakkımızı vermeyecekler. Alacağız. Onlar ekmeğimizi vermeyecekler. Alacağız. Onlar adaleti vermeyecekler. Alacağız. Onlar özgürlüğü vermeyecekler. Alacağız. Hak verilmez alınır; zafer sokakta kazanılır!” diyerek mitingteki yerini aldı. 

The post Binler Bakırköy Pazar Alanında Krize Karşı Miting’teydi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/12/08/binler-bakirkoy-pazar-alaninda-krize-karsi-mitingteydi/feed/ 0
Aylardır Maaşını Alamayan Doğa Koleji Öğretmenleri Grevde https://meydan1.org/2019/12/04/aylardir-maasini-alamayan-doga-koleji-ogretmenleri-grevde/ https://meydan1.org/2019/12/04/aylardir-maasini-alamayan-doga-koleji-ogretmenleri-grevde/#respond Wed, 04 Dec 2019 16:12:04 +0000 https://meydan.org/?p=52203   Aylardır maaş alamayan Doğa Koleji öğretmenleri derslere girmeme kararı aldı. Öğretmenler, tüm alacakları ödenene kadar derslere girmeyeceklerini açıkladı. Öğretmenlere velilerden de destek geldi. 2018 yılından beri düzensiz şekilde maaş alan Doğa Koleji öğretmenleri sonunda greve başladı. Kolejde, geçen dönem işten çıkarılan öğretmenlerin ağustos ayı maaşlarının hâlâ yatmadı. İşe devam eden öğretmenler ise dönem başından […]

The post Aylardır Maaşını Alamayan Doğa Koleji Öğretmenleri Grevde appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Aylardır maaş alamayan Doğa Koleji öğretmenleri derslere girmeme kararı aldı. Öğretmenler, tüm alacakları ödenene kadar derslere girmeyeceklerini açıkladı. Öğretmenlere velilerden de destek geldi.

2018 yılından beri düzensiz şekilde maaş alan Doğa Koleji öğretmenleri sonunda greve başladı. Kolejde, geçen dönem işten çıkarılan öğretmenlerin ağustos ayı maaşlarının hâlâ yatmadı. İşe devam eden öğretmenler ise dönem başından beri maaş alamamaları üzerine sonunda derslere girmemeye başladı.

Veliler de öğretmenlerin boykotuna destek verdi. Doğa Koleji genel merkezinde genel müdür ile bir görüşme gerçekleştiren veli grubuna, okulun satıldığı, banka işlemlerinin bittiği ve en geç çarşamba günü bunun ilanının yapılacağının söylendiği belirtildi.

 

The post Aylardır Maaşını Alamayan Doğa Koleji Öğretmenleri Grevde appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/12/04/aylardir-maasini-alamayan-doga-koleji-ogretmenleri-grevde/feed/ 0