kürt halkı – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sat, 17 Mar 2018 18:08:08 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Erdoğan Amed’de OHAL’i Övdü: “Eski OHAL’lerdeki Gibi Özgürlükleri Kısıtlamıyoruz(!)” https://meydan1.org/2018/03/17/erdogan-amedde-ohali-ovdu-eski-ohallerdeki-gibi-ozgurlukleri-kisitlamiyoruz/ https://meydan1.org/2018/03/17/erdogan-amedde-ohali-ovdu-eski-ohallerdeki-gibi-ozgurlukleri-kisitlamiyoruz/#respond Sat, 17 Mar 2018 18:08:08 +0000 https://seninmedyan.org/?p=32520 Bugün Amed’de AKP’nin 6. Olağan İl Kongresi’nde konuşan Erdoğan, iktidara gelir gelmez OHAL’i kaldırdıklarını hatırlatarak “Bugünkü OHAL ile o zaman uygulanan OHAL’i karıştırmayın” dedi. “Çok çektiniz çok” diyerek AKP’lilere seslendi ve “Kardeşlerim şimdiden soruyorum. Mart 2019’a hazır mıyız ? Mart yetmez, Kasım 2019’a hazır mıyız ? Durmak yok, yola devam. Gençler lisede, üniversitede bütün kardeşlerimizi […]

The post Erdoğan Amed’de OHAL’i Övdü: “Eski OHAL’lerdeki Gibi Özgürlükleri Kısıtlamıyoruz(!)” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Bugün Amed’de AKP’nin 6. Olağan İl Kongresi’nde konuşan Erdoğan, iktidara gelir gelmez OHAL’i kaldırdıklarını hatırlatarak “Bugünkü OHAL ile o zaman uygulanan OHAL’i karıştırmayın” dedi. “Çok çektiniz çok” diyerek AKP’lilere seslendi ve “Kardeşlerim şimdiden soruyorum. Mart 2019’a hazır mıyız ? Mart yetmez, Kasım 2019’a hazır mıyız ? Durmak yok, yola devam. Gençler lisede, üniversitede bütün kardeşlerimizi kucaklayarak ev ev dolaşmaya var mıyız? Şimdi hedef 2019. Çok çektiniz çok. Şimdi yeni bir Diyarbakır inşaa ediyoruz. Artık siz de bu yeni Diyarbakır’ın ev sahiplerisiniz” dedi.

Erdoğan, 20 aydır devam eden OHAL’in yanısıra hendekler sürecinde harabeye çevirdikleri Sur’la, yüzyıllardır sürdürülen baskı ve ayrımcılıkla ilgili de konuştu:

“AK Parti’yi kurduğumuz günlerde buralara geldiğimizde ‘Bizden ne istersiniz’ diye sorduğumuzda aldığımız ilk cevap ‘OHAL’i kaldırın’ idi. O dönemin OHAL’ini bugünkü ile karıştırmayın. O dönemdeki OHAL’de tüm vatandaşlarımızın üzerinde demokrasi kılıcı vardı. İktidara geldiğimizde ilk iş OHAL’i kaldırmak oldu. Bugün OHAL yetkilerinin yüzde 5’i bile kullanılmıyor. Hak ve özgürlük alanında hiçbir kısıtlama yapılmıyor. Pek çok reforma imza attık, yanlış uygulamalara birer birer son verdik. Ülkemizde hangi kesimin sorunu varsa onun için çalışmak boynumuzun borcudur. Biz inancımız gereği kimsenin doğduğu yere bakmayız. Rizeli Tayyip Erdoğan’da Diyarbakırlı Mehmet Hasan da Allah’ın bir kuludur. Üstünlük sebebi arayacaksak sadece takvaya bakmalıyız. Ülkemizde sadece Kürt olduğu için baskı görüp haksızlığa uğrayan kim varsa Tayyip Erdoğan yanında yer alır, onunla birlikte mücadele ederim. Ülkemizde ister Müslüman ister başka bir dinden olduğu için ayrımcılığa uğrayan varsa onun da yanında olurum. Herhangi bir kimseyi ya da vilayeti kimsenin ötekileştirmesi söz konusu olamaz. 13-15 yaşında kızları dağlara kaçırarak onlara orada nelerin yaptığını televizyonlardan izlediniz değil mi? İşte bunlar bu. Be vicdansızlar siz nasıl Diyarbakırlısınız? Nasıl ben Kürt’üm diyorsunuz da o camileri yıktınız. Sizde vicdan yok mu? Şimdi yeniden inşaa ettik. Sadece Sur içinde 2 katrilyon harcadık. Yaklaşık 3 bin 700 hasarlı binada yaşayan vatandaşlarımızın büyük çoğunluğu ile anlaşma sağlandı. Kimsenin mağdur olmasına müsaade etmedik. Bu ülkede bölücü terör örgütü benim halkıma, benim Kürt kardeşlerime çok çektirdi ama artık çektiremeyecek, bitti bu işler. Hz Süleyman Camii’nin çevresini genişleterek şehrimize önemli bir değer kazandırdık. Cami bölgesindeki sahabe mezarları da vatandaşımıza açıldı. Kurşunlu Camii başta olmak üzere zarar gören tarihi yerler restore edildi.”

The post Erdoğan Amed’de OHAL’i Övdü: “Eski OHAL’lerdeki Gibi Özgürlükleri Kısıtlamıyoruz(!)” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/03/17/erdogan-amedde-ohali-ovdu-eski-ohallerdeki-gibi-ozgurlukleri-kisitlamiyoruz/feed/ 0
Pazartesinin Gelişi Cumartesiden Bellidir – Davut Erkan https://meydan1.org/2017/04/15/pazartesinin-gelisi-cumartesiden-bellidir-davut-erkan/ https://meydan1.org/2017/04/15/pazartesinin-gelisi-cumartesiden-bellidir-davut-erkan/#respond Sat, 15 Apr 2017 12:02:32 +0000 https://test.meydan.org/2017/04/15/pazartesinin-gelisi-cumartesiden-bellidir-davut-erkan/ Son birkaç yıldır toplum sürekli bir seçim cenderesinde tutuluyor. Özellikle Gezi Direnişi’nden sonra toplumda oluşan memnuniyetsizlik ve isyan, 2014 yılı içerisinde yerel seçimler ve hemen sonrasında cumhurbaşkanlığı seçimiyle seçim sandıklarına yönlendirildi. Her seçimden sonra, iktidar meşruiyet iddiasını biraz daha güçlendirdi. İster hükümet seçimi olsun, ister belediye isterse de cumhurbaşkanı. Seçilen seçilmişliğin verdiği meşruiyete güvenerek, toplumun […]

The post Pazartesinin Gelişi Cumartesiden Bellidir – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Son birkaç yıldır toplum sürekli bir seçim cenderesinde tutuluyor. Özellikle Gezi Direnişi’nden sonra toplumda oluşan memnuniyetsizlik ve isyan, 2014 yılı içerisinde yerel seçimler ve hemen sonrasında cumhurbaşkanlığı seçimiyle seçim sandıklarına yönlendirildi. Her seçimden sonra, iktidar meşruiyet iddiasını biraz daha güçlendirdi. İster hükümet seçimi olsun, ister belediye isterse de cumhurbaşkanı. Seçilen seçilmişliğin verdiği meşruiyete güvenerek, toplumun kendisini seçmeyen ve kendisinden memnun olmayan kesimine “bizi istemiyorsunuz ama biz demokratik seçimler sonucunda göreve geldik, bu yüzden bize ve yürüttüğümüz politikalara saygı duyacaksınız” açıklamalarında bulundu. Muhalefet ise, yenilen pehlivan misali her seçimde daha fazla asıldı, aynı oranda da her seçimden daha ezik, daha yenik bir psikolojiyle çıktı. Nitekim MHP’nin bugün AKP’nin “milliyetçilik kolu” haline gelmesinde, aynı “bükemediğin bileği öpeceksin” anlayışının etkisi yadsınamaz.

Ancak kabul etmek gerekir ki, bu seçimler silsilesinde, 7 Haziran Genel Seçimleri ayrı bir eşikti. Büyük oranda oy kaybeden AKP, Kürdistan’a yönelik saldırılar ve katliamlarla toplumda korkuyu ve milliyetçi histeriyi büyüttü. Kürt halkına karşı, belki MHP’nin hayallerinin bile ötesinde bir yok etme politikası yürüten AKP, devşirdiği oylarla yeniden tek başına iktidar oldu. Son raddede MHP, AKP ile “evet ittifakı” kurdu, Doğu Perinçek “AKP bizim programımıza geldi, bizim yanımıza geldi memnunuz.” açıklamasında bulundu.

Tüm bu sürecin önemli bir noktası da tabii ki de 15 Temmuz’du. 15 Temmuz sonrası KHK’lar ve fiili durumlarla sınırsız güç elde eden AKP, elindeki bu gücü eski ortakları olan Gülen cemaatinin yanı sıra, bütün bir muhalefeti ezmek için kullandı. Gülencilerin tasfiyesi sonucu ordu ve polis teşkilatlarının yanı sıra, yargı da tamamen AKP’nin militanlarının denetimine geçti. Bürokrasiden bahsetmeye gerek bile yok. OHAL süresince meclis zaten işlevsiz kalmışken, HDP’nin eş başkanları dâhil milletvekilleri dokunulmazlıkları kaldırılarak tutuklandı. HDP ve DBP’li tüm belediyelere, eş başkanları tutuklandıktan sonra AKP’li kayyumlar atandı.

İşte bu tablonun devam ettiği bir süreçte, Anayasa değişikliği için referanduma gidiliyor. Referandumdan evet çıkarsa anayasa değişmiş olacak ve “Cumhurbaşkanlığı” sistemine geçilmiş olacak. “Hayır” oyu çıkarsa mevcut sistem devam edecek.

Aslına bakılırsa, “evet” çıkarsa Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinden beri fiilen yürütülen ve artık kimsenin pek de itiraz etmediği partili cumhurbaşkanı ve “yok hükmünde” başbakanlık sistemi yasalaşmış olacak. “Hayır” çıkarsa fiili durum devam ettirilecek.

Hatta AKP kanadından birçok kişi hayır çıkması durumunda Anayasa değişikliğinin yani başkanlık sisteminin yine de gündemde olacağını söyledi. “Evet cephesi”, referandumdan hayır çıkması durumunda ülkede kaos olacağı tehditlerinde birçok kez açıkça savurdu zaten. Yani 7 Haziran seçimlerinden sonra olduğu gibi, AKP seçim yenilgisini kabul etmeyecek ve ne yapıp edip kendi ajandasını topluma dayatacak. Bunu da büyük ihtimalle yine devlet terörü ya da devreye sokacağı yeni bir savaş aracılığıyla yapacak.

Evet” çıkması durumunda da pek farklı bir tabloyla karşılaşamayacağız. Sınırsız gücü elinde bulunduran mevcut iktidar, bir seçim zaferi daha elde ettiğinde, şimdiye kadar yürüttüğü tüm politikalar aklanmış, devamının gelmesi ise “meşruiyet” kazanmış olacak. Çıkacak sonuç ne olursa olsun devlet; Kürt halkına, devrimcilere, muhaliflere, kadınlara, tüm ötekilere yönelik sürdüre geldiği baskı, zulüm, kapatma, katletme politikasını devam ettirecektir. Ama “yasal başkanlık” sistemiyle, ama “fiili başkanlık” sistemiyle… Biz ezilenlerinse, her halükarda örgütlenme ve mücadele dışında başka bir seçeneği yoktur.

Referandum sonrası yaşanacakları görmek için ne medyum olmaya, ne de çok derin politik analizler yapmaya gerek var, sadece referandum çalışmalarına yönelik devlet terörü dahi, referandum sonrası nasıl bir güne uyanacağımızı görmek için yeterli. Toplumun önüne sunulan iki seçenekten biri olan “hayır” için çalışma yapan parti, örgüt ve kişilere yönelik doğrudan devlet eliyle, yani polis ve yargı eliyle gerçekleşen saldırıların yanı sıra sokakta yaşanan ve failleri korunan saldırılar, yeni dönemin dolayısıyla da referandum sonrasının da ruhunu ortaya koyuyor.

Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir rapora göre, sadece Mart ayında hayır çalışması yapanlara yönelik 112 gözaltı, 19 saldırı, 17 engelleme gerçekleşti. Elbette bunlar sadece medyaya yansıyanlar.

Sokaklarda hayır stantlarına, afişleme ve bildiri dağıtımlarına, propaganda otobüslerine yönelik birçok saldırı gerçekleşti. Balıkesir’de bir otobüsün lastiklerini kesen kişiler hayır yazılı görselleri çizdi. Denizli’de hayır standına taşlı saldırıda 3 kişi yaralandı. Kayseri’de milletvekiline satırlı saldırı gerçekleşti. Brüksel’de evet afişlemesi yapan 3 kişi, biri kadın 3 HDP’liyi bıçakladı. Evet cephesinde yer alan MHP’nin “hayır” diyen muhalif isimleri kapalı salonlarda dahi toplantı yapamıyorlar.

Referandum çalışması kapsamında afiş asan, bildiri dağıtan, stant açan onlarca kişi gözaltına alındı. Sosyal medya paylaşımları da devletin hedefindeydi, onlarca kişi sosyal medyada yazdıkları nedeniyle gözaltına alındı, tutuklandı.

Dahası, referandumda hayır cephesinde yer alan birçok parti ve örgüte yönelik, operasyonlar gerçekleştirildi. Birçok ilde yapılan şafak operasyonlarıyla onlarca kişi gözaltına alındı ve tutuklandı. Erdoğan nerede miting yapacak olsa, mitingten hemen önce muhaliflere yönelik operasyonlar ve ardından tutuklamalar gerçekleşti.

Devlet, “hayır” propagandasına dahi tahammül edemiyorken seçimden çıkacak “hayır” sonucuna saygı göstereceğini düşünmek safça olacaktır. Tüm sandıklar gibi referandum sandığı da, demokrasi aldatmacasının göz boyama araçlarından biri olmaktan öteye gitmeyecektir. Sandıktan çıkacak sonuç, 17 Nisan Pazartesi gününü değiştirmeyecektir. Çünkü pazartesinin gelişi, cumartesiden bellidir.

Davut Erkan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 38. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Pazartesinin Gelişi Cumartesiden Bellidir – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/04/15/pazartesinin-gelisi-cumartesiden-bellidir-davut-erkan/feed/ 0
Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referandum Üzerine Birinci Bildirisi: “REFERANDUMA DAİR” https://meydan1.org/2017/02/26/devrimci-anarsist-faaliyetin-referandum-uzerine-birinci-bildirisi-referanduma-dair/ https://meydan1.org/2017/02/26/devrimci-anarsist-faaliyetin-referandum-uzerine-birinci-bildirisi-referanduma-dair/#respond Sat, 25 Feb 2017 21:52:37 +0000 https://test.meydan.org/2017/02/26/devrimci-anarsist-faaliyetin-referandum-uzerine-birinci-bildirisi-referanduma-dair/ Anarşistler ilkesel olarak oy kullanmaz ve seçimlere katılmazlar SEÇMENE DAİR: Bir oy ile politikleşmek; parti ya da başkan seçimlerinde bir oyluk kampanyaların parçası olarak politikleşmek. Türkiye’de yapılan son seçimlerde seçmenin %87’si seçimlere katılmıştır. Seçimlere katılanların sayısı 49 milyon, katılmayanların sayısı ise yaklaşık 9 milyondur. Sistem değişikliği için önümüzde yapılacak olan referanduma katılım da benzer sayılarda […]

The post Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referandum Üzerine Birinci Bildirisi: “REFERANDUMA DAİR” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Anarşistler ilkesel olarak oy kullanmaz ve seçimlere katılmazlar

SEÇMENE DAİR:

Bir oy ile politikleşmek; parti ya da başkan seçimlerinde bir oyluk kampanyaların parçası olarak politikleşmek. Türkiye’de yapılan son seçimlerde seçmenin %87’si seçimlere katılmıştır. Seçimlere katılanların sayısı 49 milyon, katılmayanların sayısı ise yaklaşık 9 milyondur. Sistem değişikliği için önümüzde yapılacak olan referanduma katılım da benzer sayılarda olacaktır.

Seçmen için seçimlere katılmak ne demektir?

Seçimli sistemlerin tümünde, çoğunluk olan iktidar olur. Demokraside, çoğunluğun iktidarı demokratiktir. Çoğunluk olan iktidardır, azınlık olan ise iktidar olamamıştır. Çoğunluğun ve azınlığın ilişkisi, seçimler sürecince iki ayrı yöntemin tartışması şeklinde sürmüştür. Tartışmadıkları tek şey ise seçimlerdir. Seçimler bir grubun toplumu “ben-biz yönetmek istiyoruz” sözüyle başlayan, diğer grubun ise “hayır ben-biz yönetmek istiyoruz” sözüyle karşılık bulduğu bir iddiadır. Seçimler, iddianın taraflarının anlaşarak başlattığı seçmen sayma sürecidir ve seçmenler olmadan gerçekleşemez. Hangi tarafın seçmeni diğerinden çoksa, toplumun yönetimi de o tarafta olacaktır. Seçmen, bu iddialaşmada sadece sayısal bir değerdir. Bu sayısal değer gündelik yaşamında birçok sorunu çözmeye çalışarak yaşayan vatandaş için önemsenecek bir değer değildir. İddialaşmanın tarafları seçimlerdeki katılımı arttırmak için, vatandaşı, sayılan seçmen sıfatından çıkarıp iddianın içine sokmak isterler. Böylece iddiaya katılım artacaktır. Katılımın artması, bir sayı olan seçmenin, öncelikle iddiayı ve sonrasında ise seçimleri ve daha da sonrasında seçimlerin sonucunda oluşacak iktidarı içselleştirmesini sağlayacaktır. Seçmen kazansa da kaybetse de seçimin sonucunu ve seçilmiş tarafın iktidarını kabullenecektir. Vatandaşın bu kabullenmesi, seçimlerde iddialaşan her grubun kazanımıdır. Seçimi kazanan hükümetini sürdürdükçe, kaybeden de muhalefetini sürdürecek ve her iki taraf da bir dahaki seçimleri bekleyeceklerdir.

Seçmen sorumluluğu ne demektir?

Vatandaşın toplumun yönetimine katılması demektir. Atacağı bir oyla toplumun sosyal, ekonomik ve siyasal yönetimine katıldığını sanan seçmen, sorumluluk safsatasıyla yaratılan bu sistemle anlaşacaktır. Anlaşma basittir; kullandığın oy kazansın ya da kaybetsin sen kazanana, yani haklı iktidara, yönetilme hakkını sunmalısın. Bu, kullanacağın bir oyla onaylayacağın anlaşmanın sorumluluğudur.

Seçmenlerin bir oy ile eşitlenmesi ne demektir?

Seçimler sınıflar arası çatışmada bir yanılgı yaratır. Seçimler 1400 lira maaş verilen bir işçiyle 14.000 lira maaş verilen bir mühendisi ve hatta bu işçi ve mühendisin “bir” üretiminden 140.000 lira kazanan patronu bir oy ile eşitleme yanılgısını yaratmaktadır. Aylarca süren ve bir günde biten bu yanılgının ardından toplumsal yönetimde hiçleşen ezilenler, seçilmiş tüm yönetimlerin sömürüsünü yaşarlar.

AKP’nin senelerdir süren genel yönetimi süresince de yeni yasalarla işletilen taşeronluk sisteminin, CHP yerel yönetimlerinde de işlediği aşikardır. Yaklaşık 20 senedir yapılan tüm seçimlerde en yüksek oyu alan bu iki partinin sınıfsal çelişkideki pozisyonları benzerdir. Aralarından birinin hükümet ve diğerinin muhalefet olması, sınıfsal çatışmayı olumlu ya da olumsuz etkilemeyecektir. 140.000 lira kazanan patronun toplumsal yönetime etkisi her daim daha fazla olacak, kapital sahibi olarak yönetime sahip olanlarla sürekli ilişkileri sürecektir. Emeğine 1400 lira verilen işçinin ise yönetime etkisi olmayacaktır. Bir oy ile başlayan ve biten yanılgının bir anlık “bu toplumda ben de varım” mutluluğu ise gündelik yaşamın sosyal ve ekonomik gerçekliğiyle sonlanacaktır.

Kalifiye seçmen olmak ne demektir?

Toplumda çoğunluk kesime ait olmak demektir. Seçimlere giren her grup için toplumun çoğunluğunu oluşturan kesim, seçimin sonucunu belirleyecek olan kitledir. Kitlenin özellikleri, seçim propagandalarının eksenini de belirler. AKP de CHP de, toplumda çoğunluğu oluşturan Türk, Sünni, milliyetçi-ulusalcı gibi toplumda genel geçer değeri olan kesimleri kazanmayı amaçlar. Kalifiye seçmenin dışında kalan seçmen ise, kitle sayısına oranla daha az oy demektir. Bu, kalifiye olmayan seçmenin, seçim propagandalarında ikincil önemde kalması anlamındadır. Böylece vatandaşın sosyal ve ekonomik kimliği, onun seçmenlik derecesini belirlemiş olur.

MUHALEFETE DAİR:

Seçimlerde iktidara muhalefet olmak ne demektir?

Seçimlerde iktidara muhalefet olmak, geçmiş seçimlerde seçilmemişsin ve gelecek seçimler için umutlusun demektir.

Seçimli sistemlerin tümünde seçime en az iki grubun katılımı gereklidir. Kazanan ve kaybedenin belli olacağı seçim gününe kadar iki grup birbirlerine muhaliflerdir. Kazananın iktidar olması paralelinde kaybeden ise muhalefet olacaktır.

Parlamenter sistemde parlamento içerisinde AKP’nin tüm kararlarına karşı koyan CHP, AKP’nin yaptığı yönetim uygulamalarını, devletin işleyişine ve toplumun yaşamına olumsuz olan etkilerini gündeme getirir. Muhalefetin parlamento içindeki bu misyonu iktidara zıt bir propaganda yapmasını da sağlar. Muhalefetin seçmenle kurduğu salt ilişki artık budur; çünkü seçmenle bir oy için başlattığı anlaşma, seçimleri kaybetmesiyle sonlanmıştır.

Parlamento dışındaki muhalefet ise, muhalefetinin varoluşunu seçimleri kazanan iktidara karşı koymaya dayandırmaz; parlamento dışı muhalefetin dayanağı emperyalizm-kapitalizm karşıtlığıdır. Söz konusu muhalefet, Marksist Leninist sınıf çerçevesinde sınıfsal çatışmanın tarafıdır. Sınıfsal çatışmanın burjuvazi karşısında işçi sınıfının iktidarıyla sonlanacağı devrim için mücadele ederler. Mücadele stratejileri içinde seçimlerde parlamenter muhalefetle pratik bir taraflaşmadan yanadırlar. Bir strateji olarak seçimi savunan devrimci muhalefet, seçim süresince toplumu örgütleme olanağını vurgular. Vatandaşın seçim süreçlerinde bir oy ile yaşayacağı politikleşmeden faydalanabileceğini savunur. Marksist Leninist toplamında bilimsel sosyalist örgütlenmeler, yorum farkları dışında, stratejik olarak seçimlerin kullanılmasını savunur.

HDP Kürt halkının parlamentodaki temsiliyetinin ötesinde devrimci muhalefetin de toparlandığı bir kuruma dönüşmüştür. HDP 1 Kasım genel seçimlerine kadar katıldığı seçimlerde seçmen sayısını sürekli olarak arttırmıştır. Artık parlamentoya bir parti olarak katılma şartı olan %10 seçmen sayısına ulaşabilmekte ve parlamentoda bir parti olarak bulunabilmektedir. Kendi birincil seçmeni olan bölge halkından aldığı oy sabitleşmiştir. Metropollerden alacağı oylarla %10-11 arası iniş çıkışlar yaşamaktadır. Yalnız 1 Kasım ile beraber başlayan TC’nin Kürt Hareketi ile iç ve dış politikalarında karşı karşıya kalması süreci, seçilerek parlamentoya giren HDP’nin yasal-yasa dışı yöntemlerle parlamentodan çıkarılmasıyla sonuçlanmıştır. Seçilmişlerin dokunulmazlıklarına rağmen birer birer yargılanıyor ve tutuklanıyor olması, kural koyucunun yani devletin kendi kurallarını değiştirebilme serbestliğinin göstergesidir. Bir başka gösterge ise genel seçimlerin yanı sıra yerel seçimlerde seçilerek belediye başkanlığını kazanan HDP’li belediyelere kayyum atanmasıdır. Devlet iç ve dış stratejileri paralelinde seçimleri ve seçilmişleri hiçleştirerek, temsili demokrasilerin bir yönetilme yanılgısı olduğunu ispatlamaktadır.

7 Haziran seçimlerinde hepimizin bir parçası olduğu bütünlüklü bir isyan sürecinin, sokak eylemlerinin, yavaş yavaş sandığa sıkıştırıldığını gördük. CHP’den Vatan Partisi’ne varoluşsal olarak olağan karşılayacağımız bu sıkışmanın anlaşılmaz ve karmaşık tarafı, HDP’nin topluma yaptığı sokak değil sandık telkiniydi. Sokak eylemlilikleri toplumsal bir şekilde sürerken seçim kampanyaları içinde erimekte, Kobanê’nin kurtuluşu bile kampanyaya sıkışmaktaydı. Her gün sokağa bir kampanyanın parçası olarak değil kendini gerçekleştirmek için çıkanlar, sokaktan önce sandığın binalarına sonra evlerinin bulunduğu apartmanlara girdiler. HDP, bir oyla bir gün değil, bir direnişle her gün politikleşenlerden “Haydi AKP diktatörlüğüne son” diyerek oy kullanmasını istedi. Seçim kampanyaları, kullanılan oylar ve değişmeyen sistem, değişmeyen devlet diktatörlüğünde birer birer umutsuzluğa dönüştü. “Bu düzen böyle gelmiş böyle gider” söylevi dillerden dillere yayılır olmadı mı? Umudu sokaktan sandığa sıkıştırılanlar ve umudu oy kullanmak sananlar, şimdi, bu yanılgıyı bir başka seçimle tekrarlamak istiyorlar. Oy, umut değil seçmenin politikleşme yanılgısı; seçimler ise adalet ve özgürlük için umut değil, toplumun yönetilme yanılgısıdır.

İKTİDARA DAİR

Seçimler iktidarın ya sürmesi ya sonlanması demektir. Her iktidar toplumun tümünün onayını almak ister, bu onay seçimlere katılarak verilir.

Art arda seçimleri kazanan AKP’nin sürekli çatırdama senaryolarıyla geçirdiği bir iktidar döneminde, zamansız bir referandum seçim sürecindeyiz. Bu zamansız seçimler yani standart periyotta olmayan seçimler, AKP’nin sevdiği seçimlerdir. İktidar olmanın çoğunluk olmanın serbestliğiyle kurgulandığı; iktidarın kurallarını kendinin koyduğu ve beğenmediği kuralı kaldırdığı bir seçim sürecinin daha içindeyiz. Bu referandum, AKP’nin üçüncü referandumu ve AKP bunu da kazanırsa, toplumun şekillendirmesinde önemli bir pozisyonda kazanmış olacaktır. AKP’nin seçim stratejilerinde en önemli ayrıntı kendi seçmen sayısını artırmasını istemesinin yanı sıra seçime katılan seçmen sayısına da artırmak istemesidir. İktidar kendisine muhalif olanların duygu ve düşüncelerini önemsemiyormuş gibi davransa da gerçekte önemser; çünkü iktidarın en çekindiği şeylerden birisi toplumsal onayı alamamaktır. İktidar zaten kendisi için oy kullanan seçmenin onayını almıştır. Muhalif olan seçmenin onayını alması için muhalif seçmenin seçime katılması yeterlidir. Muhalif seçmenin seçime katılmış ve kaybetmiş olması, seçim sonuçlarının meşruluğunu sağlayacaktır. Çünkü meşru olmayan bir iktidar, iktidar olamaz. Kendi iktidarı için en çekineceği şey seçimlere katılımın düşük olması demektir. Direk ya da dolaylı boykot AKP’nin gerçek korkusudur. Bunun için AKP katılımı artırmayı genel gerilimi artırmaya endekslemiştir. Kendi propagandasını yaparken provakatif söz ve eylemlerle muhalefeti gererek, seçmenler arası cepheleşmeyi artırır. Cepheleşme artıkça seçime katılım da artacaktır.

BİZ ANARŞİSTLERE DAİR:

Seçimlere katılmamak tarafsızlık mı demektir?

Yönetme ve yönetilme ilişkisini reddeden anarşistlerin, toplumun yönetimi için yapılan seçimleri de reddetmesi gerekmektir. Bu bir tarafsızlık değil, yöneten ve yönetilenin olmadığı bir dünya için mücadeleye taraflaşmak demektir. Seçimin özgür irade yanılgısı yarattığı aşikardır. Özgür iradesiyle toplumsal yönetime yakınlaştığını ve etki ettiğini düşünen birey, bu yanılgı ile gündelik gerçeklerden uzaklaşacaktır. Bireyin yaşadığı adaletsizliklere, tutsaklıklara, yoksulluğa ve yoksunluklara uzaklaşarak daha itaatkarlaşması kaçınılmazdır. Bireyin yadsındığı toplum anlayışının yarattığı adil ve özgür olmayan bu dünya düzeninde, toplumun yönetiminin seçimle belirlenmediği toplum yoktur. Seçmene sunulan seçenekler bellidir ve seçmenin seçimi ne olursa olsun değişmeyen belli başlı gerçekler vardır:

1) Emeğini ve zamanını satarak yaşamak zorunda olanların, yani ezilenlerin, yönetime etkisi yoktur.

2) Ezilenler için seçim sonrası yönetimlerin uygulamalarında fark yoktur.

3) Kapital sahiplerinin yönetim sahipleriyle çıkar birlikleri vardır.

4) Her toplumda kronikleşmiş iktidar ve muhalefet potansiyeli olan aileler, aşiretler, ideolojik partiler, mezhepler ve etnisiteler vardır. TC’de bu Türk Kürt, Sünni, Alevi, laik, muhafazakar gibi şekillenmiştir.

5) İktidar, devlet-şirket ilişkisinin düzenlenmesinden sorumludur. Bu sorumluluğunu yürütme, yargı ve kolluk kuvvetleri gibi organlarını kullanarak yapar. Bu, ezen ezilen ilişkisinin istenilen sabit şeklinin sürekli savunulması sorumluluğudur. TC’de ve diğer dünya devletlerinin hangisinde seçimleri kazanan iktidarın ezilen sınıfı ezen sınıftan kolladığı deneyimlenmiştir? Seçilmiş muhafazakar, liberal ve hatta sosyalist hiçbir iktidar, ezilenler sınıfının çıkarlarını gözetmemiştir.

Anarşistler seçimlerde oy kullanarak -kullandıkları oy kazansa da kaybetse de- seçimi kazananın iktidarını onaylamayı savunamazlar. Anarşistler, Marksist Leninist bilimsel sosyalistler gibi seçimler süresince seçim kampanyalarına katılarak toplumun örgütlenmesini bir stratejiye dönüştürmezler. Seçimlere katılan taraflar, halkın adalet ve özgürlük taleplerinin tümünün seçim söylevlerinde kapsandığı ve seçimi kazanmaları sonrasında bunun karşılanacağı yanılgısını yaratırlar. Bir yanıyla kapsamlı talep anlamı taşıyan seçim kampanyasının bireysel ya da örgütsel destekçisi-dayanışmacısı olmak, bu yanılgının yayılması sağlamaktır. Seçim sürecini faydalanacak bir fırsata çevirmeyi istemek seçim sisteminin yani bu yanılgının propagandasını yapmak istemektir. Anarşistler, toplumu oluşturan bireyleri oy kullanmama sorumluluğuna çağırmalıdırlar. Bu çağrı, bireyin kendi iradesini, ayrıca adil ve özgür bir dünya isteğini bir partinin ya da başkanın iradesine bırakmama sorumluğudur. Böylesi bir sorumluluk bir güne değil her güne yayılacak bir politikleşmenin başlangıcıdır.

Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referanduma Dair Yayınlanan Birinci Bildirisi

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 36. sayısında yayınlanmıştır.

The post Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referandum Üzerine Birinci Bildirisi: “REFERANDUMA DAİR” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/02/26/devrimci-anarsist-faaliyetin-referandum-uzerine-birinci-bildirisi-referanduma-dair/feed/ 0
Devlet Tehcire Hazırlanıyor – Halil Çelik https://meydan1.org/2016/02/10/devlet-tehcire-hazirlaniyor-halil-celik/ https://meydan1.org/2016/02/10/devlet-tehcire-hazirlaniyor-halil-celik/#respond Wed, 10 Feb 2016 06:40:26 +0000 https://test.meydan.org/2016/02/10/devlet-tehcire-hazirlaniyor-halil-celik/ Bir gariptir devletlerin hikayeleri. Aynı iktidar temellerinden oluşmuş aynı yöntemlerle kabul ettirirmeye çalışırlar iktidarlarını. Mesela işgal ederler halkların yaşam alanlarını. Çerokiler, Çikasovlar, Çoktavlar, Krikler ve Seminoleler gibi kabilelerin yaşam alanlarını gasp ederek bu yaşam alanı üzerine kurulan ABD gibi veya Keltlilerin yaşam alanlarından biri olan İrlanda’yı işgal eden Roma İmparatorluğu ve İngiltere devletleri gibi. Katliamlar […]

The post Devlet Tehcire Hazırlanıyor – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
TEHCİR

Bir gariptir devletlerin hikayeleri. Aynı iktidar temellerinden oluşmuş aynı yöntemlerle kabul ettirirmeye çalışırlar iktidarlarını.

Mesela işgal ederler halkların yaşam alanlarını. Çerokiler, Çikasovlar, Çoktavlar, Krikler ve Seminoleler gibi kabilelerin yaşam alanlarını gasp ederek bu yaşam alanı üzerine kurulan ABD gibi veya Keltlilerin yaşam alanlarından biri olan İrlanda’yı işgal eden Roma İmparatorluğu ve İngiltere devletleri gibi.

Katliamlar yaparlar mesela. 1794’te Varşova’da 20.000 Polonyalı’yı katleden Rus devleti gibi; 1838’de 300 Aborjin yerlisini katleden Avustralya devleti gibi; Aralık 1937’de 26.000 Nanking’liyi katleden Japonya devleti gibi.

Soykırım vardır devletlerin yöntemlerinde. 1920-30 yılları arasında Nordik ırkının arılığını korumak gibi bir safsata yüzünden Tater(Göçer) kadınlarını zorla kısırlaştırmış, insülin ve elektroşok yöntemleri ile soykırım yapmıştır Norveç devleti. Almanya devleti Büyük Alman İmparatorluğu’nu kurmak ve mükemmel Alman ırkını yaratmak safsatalarına sığınmış ve farklı etnik kökenden 21 milyon insanı topluca kurşuna dizmiş, toplama kamplarında, fırınlarda yakmış, gaz odalarında zehirlemiştir.

Bizim coğrafyamızda kurulan devletlerin de tarihinde vardır işgal, katliam, soykırım. Ama buralarda bir başkadır adı sanı her şeyin. Üçünü de içinde barındıran bir yöntem vardır mesela: TEHCİR. Tehcir, Osmanlı’dan bu yana Anadolu, Mezopotamya ve Ortadoğu’da uygulanır. Hicret’ten gelir tehcir. Hani şu Müslümanların İslam yok olmasın diye Kureyş kabilesinin zulmüne karşı Mekke’den Medine’ye kısa süreliğine göç ettikleri hicret.

Osmanlı İmparatorluğu devleti, tehciri kutsal kitaba dayandırır, Hicret’i anlatan Haşr süresine. İroni midir intikam mıdır bilinmez ama bu kutsal kitaba dayanarak hakimiyeti altındaki coğrafyalarda halklara dayatmıştır tehciri. Türk alevisi Dedeşeli Oymağı’ndan tutalım da Ermenilere kadar uygulanmıştır. Sırf güçlerini göstermek için Karamanoğulları Türklerini Sudan’a Mısır’a ve İran’a diyerek tehcir etmiştir Osmanlı. Bu tehciler ile halkların yaşam alanları, devletin hakimiyet alanı olmuş; tehcire maruz kalan insanların büyük bir kısmı ya yol ve hava şartları ya da tehciri uygulayan devlet görevlilerinin yanlış uygulamaları gibi bahanelere sığınılarak katledilmiştir. Tehcire rağmen yaşamayı sürdürebilenler ise farklı bir etnik köken, farklı bir din, farklı bir mezhep tarafından en iyi ihtimalle asimilasyona uğratılmış; soykırıma maruz kalmıştır.

Kuruluşundan bugüne Türkiye Cumhuriyeti devleti ise coğrafyamızda yaşanan tehcirleri asla kabul etmemiştir. Hatta tehciri kelime olarak dahi kullanmamış, kullandırtmamıştır. Yeri geldiğinde zorunlu göç, yeri geldiğinde etnik temizlik, yeri geldiğinde Türkleştirme. Evet, TC devletinin tehcir uygulamaları vardır ve coğrafyamızda yaşayan Lazlar, Çerkesler,Ermeniler defalarca tehcire maruz kalmıştır.Kürtler ise bugün hala daha tehciri en yalın haliyle yaşıyor.

Bugün Kürdistan coğrafyasının kuzeyinde, il il, ilçe ilçe, mahalle mahalle bir savaş yürütülüyor. Bu savaş, anlatılan tarihin savaşları gibi, devletler arası bir savaş değil; TC devleti ile Kürt halkı arasında bir savaştır. Devletin, on yıllarca savaşarak bitiremediği Kürtlerin, bir kez daha savaşarak ezilmek istendiği bir savaş. Bu savaşta her türlü yolu denemeye başlayan TC devleti, son olarak bir tehcir hazırlığı içerisine girmiş bulunuyor. Amed’den Cizir’e evlerini bombalayararak talan ettiği, cenazelerini günlerce sokaklarda bekleterek öfke kustuğu Kürt halkını şimdi de kendi coğrafyasından göç ettirmeyi planlıyor. Amed Sur halkı için “Nitelikli Kentsel Dönüşüm”, “ Terör Master Planı” adını verdikleri projeleri ile daha önce 90’lı yılların köy yakmalarında kullandığı yöntemleri ve daha fazlasını kullanıyor.

Ancak artık ne 90’lı yıllardayız ne de tehcir ile korkuttukları halklara “Sizi Rakka’ya süreriz” diyen Osmanlı İmparatorluğu’nda. Bugün kendini Osmanlı’nın torunu ilan edenler meraklanmasın, Kürt halkı yürüyor..yürüyor. Bir iki güne kadar Rakka’ya, ordan doğrudan Ankara’ya!

Halil Çelik
[email protected]

Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.

The post Devlet Tehcire Hazırlanıyor – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/02/10/devlet-tehcire-hazirlaniyor-halil-celik/feed/ 0
“Kapıkulu” – Özgür Oktay https://meydan1.org/2015/11/03/kapikulu-ozgur-oktay/ https://meydan1.org/2015/11/03/kapikulu-ozgur-oktay/#respond Tue, 03 Nov 2015 18:10:33 +0000 https://test.meydan.org/2015/11/03/kapikulu-ozgur-oktay/ Suriye’de evini kaybeden 8 milyon insan var ve savaşın şiddeti, uzun bir süre daha azalacağa benzemiyor. Lübnan’da yaşayan her dört kişiden biri Suriye göçmeni, ancak Mayıs ayında yeni alımlar durduruldu. Halen iki milyon Suriyeli göçmenin bulunduğu TC sınırlarına, yüz binlercesi Avrupa’ya, en çok da Almanya’ya gitmek isteyen en az bir milyon göçmenin daha gelmesi bekleniyor. […]

The post “Kapıkulu” – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi-Kapıkulu - Özgür Oktay

Suriye’de evini kaybeden 8 milyon insan var ve savaşın şiddeti, uzun bir süre daha azalacağa benzemiyor. Lübnan’da yaşayan her dört kişiden biri Suriye göçmeni, ancak Mayıs ayında yeni alımlar durduruldu. Halen iki milyon Suriyeli göçmenin bulunduğu TC sınırlarına, yüz binlercesi Avrupa’ya, en çok da Almanya’ya gitmek isteyen en az bir milyon göçmenin daha gelmesi bekleniyor.

Avrupa devletleri, şu anda bile tümüyle kontrol altına alamadığı göçmenleri sınırlarının ötesinde durdurmadığı sürece istediği rahatlığa kavuşamayacak. Almanya şansölyesi Angela Merkel, elinden geldiğince cazip kılmaya çalıştığı ahlaksız teklifi, TC devletine sunmaya geldi.

Genişletilmiş Sınır Polisliği

Merkel, TC’den göçmenleri Avrupa sınırında, özellikle de Yunanistan deniz sınırında durdurmasını istiyor. Savaşla yaşamları yok edilen göçmenler, yaşamlarını tümüyle kaybetmek pahasına sınırlardan geçerken, onları durdurmak için yapılacak insanlık dışı uygulamaların faili olmak, Avrupa’nın “insancıllık” karizmasına ciddi zararlar verecektir. Şimdi ise bu işi, zorbalığını gizlemeye gerek duymayan bir taşerona verecek.

Sınır polisliği, Tc’nin mevcut kolluk kuvvetlerine ek bağlantılar ve kaynaklar sağlayacağı için de ayrıca cazip gelecektir. AB’nin kendi içinde tartışma yaratan fişleme önerileri burada hayata geçirilebilir. Göçmenlerin Avrupa’ya çıkışı konusunda söz sahibi olmak, iktidarın politik olarak da kullanabileceği bir olanaktır. Örneğin Alan Kürdi’nin ailesinin Kanada’ya yaptığı iltica başvurusu, kısmen TC’nin mülteci statüsüve çıkış vizesi vermemesi nedeniyle reddedilmişti.

Bu taşeronluk yerli savaş ekonomisini de canlandırarak iktidarın yakın dönemdeki baskıcı politikalarına destek verecektir. Yeni TOMA’lar belki de artık AB fonuyla alınacak.

Başvurular Göçmen Kamplarında

Merkel’le birlikte gelen Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, Avrupa Birliği’nin (AB) iltica taleplerinin değerlendirileceği mülteci kamplarını Türkiye’de kurması gerektiğini söyledi. Şu anda 25 kampta 280 bin göçmen kalıyor ama bu mevcut göçmen nüfusunun bile ancak %15ini oluşturuyor.

Daha önce bu işi Yunanistan yapıyordu. Bu kamplar yıllarca skandal düzeyinde kötü koşullar ve ölümler olduktan sonra bu yıl içinde kapatıldı. Yunanistan’la sorunlu ilişkileri olan Almanya, göçmenler konusunda başka adres aramak zorundaydı. Ulusal baş müteahhit AB’den bu işi alırsa, TC ekonomisinin motoru olan inşaat sektörünü de canlandıracak.

Pazarlık Maddeleri

Merkel’in en güçlü pazarlık maddesi, 3 milyar avroluk nakit yardım. Diğer fon yardımları da düşünüldüğünde, bu haberle borsanın, son iki ayın en yüksek düzeyine çıkması şaşırtıcı değil.

Avrupa bürokrasisi düşünüldüğünde yakın zamanda vizesiz dolaşım hakkı çok gerçekçi gözükmese de, Merkel, sürecin hızlandırılacağını söyledi. Merkel ayrıca, TC’nin AB üyeliğine kabul edilmesi için bloke edilen maddelerinin açılmasında destek olacağını belirtti. Bu maddelerden en kritiği olan “demokratikleşmeye” ilişkin, “Seçimlerden sonra da özellikle, Kürtlerle yeniden barışma konusunun ön plana çıkarılmasını da diliyoruz” dedikten sonra, “Tabiki her ülke kendi demokratikleşmesini kendi iç kuvvetleriyle sağlayacaktır. Türkiye de bu konuda birçok önlem aldı” diyerek, bahsettiğinin nasıl bir barış olduğunu anlatmış oldu.

İç Politika Kaygıları

Bu görüşme, anlaşmanın tarafları olan iki iktidar için de iyi iç politika malzemesi sundu. Merkel’in bu çözümü gerçekleşirse, göçmen alımını artırması nedeniyle oyları düşen Hristiyan Demokratların pozisyonunu güçlendirecektir. TC tarafında ise, seçimlere iki hafta kala, daha yeni, TC’nin AB üyeliğini onaylamayan Merkel’in yardım istemek için İstanbul’a gelmesi, propagandasını güçlü gözükmek üzerine kuran Erdoğan’a eşsiz bir hediye oldu. Bu hediyeyi alırken AB’ye tam üyelik koşulunu öne sürmesini, sadece bu gösterinin parçası olarak değerlendirmek gerekir.

Sonuç

Göçmenlerin yaşamlarını yok eden savaşın sorumluları olan bu devletler; bir tarafta sınırlarda tekrar karşılarına dikilen Avrupa, diğer tarafta yükümlülükten kurtulmak için “misafirlerine” mülteci statüsü bile tanımayan TC, altın kaplamalı tahtların üzerinde anlaşmaya oturdular. Bu anlaşmayla Almanya, mülteci başvurularını, göçmen politikası bile olmayan bir devlete teslim ederken, TC göçmen katliamlarının doğrudan faili olacaktır. Bu anlaşma, devletlerin her anlaşması gibi, ezilenlerin yaşamlarını yok ederken iki devletin de çıkarına olacaktır.

Özgür Oktay

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Kapıkulu” – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/11/03/kapikulu-ozgur-oktay/feed/ 0
” Devletin Bombaları Değişmez Bahaneleri Değişir ” – Rıfat Güven https://meydan1.org/2015/10/27/devletin-bombalari-degismez-bahaneleri-degisir-rifat-guven/ https://meydan1.org/2015/10/27/devletin-bombalari-degismez-bahaneleri-degisir-rifat-guven/#respond Tue, 27 Oct 2015 10:29:22 +0000 https://test.meydan.org/2015/10/27/devletin-bombalari-degismez-bahaneleri-degisir-rifat-guven/ Büyük bir kalabalık görünüyor uzaklardan.En önde bir resim,sağ yumruğu yukarıda işçilere ajitasyon atan bir adamın resmi.Resmin ardından on binlerce insan yürüyor. Bıkmadan usanmadan yürüyorlar, yüzleri öfkeli ve kararlı, kulakları sağır edercesine yükselen sloganlarla inletiyorlar yürüdükleri yolları, sokakları. Bir işçinin, bir inşaat işçisinin arkasından yürüyorlar. Yaşamını inşaat işçilerinin, ezilenlerin örgütlü mücadelesine adamış birini uğurluyorlar. Çok büyük […]

The post ” Devletin Bombaları Değişmez Bahaneleri Değişir ” – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Devletin Bahaneleri Değişir Bombaları Değişmez Rıfat Güven

Büyük bir kalabalık görünüyor uzaklardan.En önde bir resim,sağ yumruğu yukarıda işçilere ajitasyon atan bir adamın resmi.Resmin ardından on binlerce insan yürüyor. Bıkmadan usanmadan yürüyorlar, yüzleri öfkeli ve kararlı, kulakları sağır edercesine yükselen sloganlarla inletiyorlar yürüdükleri yolları, sokakları. Bir işçinin, bir inşaat işçisinin arkasından yürüyorlar. Yaşamını inşaat işçilerinin, ezilenlerin örgütlü mücadelesine adamış birini uğurluyorlar. Çok büyük bir kalabalık iniyor yoksulların mahallesinden zenginlerin meydanlarına. Onlara korkmadıklarını sinmediklerini, yılmadıklarını göstermek için. Ankara’da patlayan bombanın sesinin sadece Ankara’da yankılanmadığını göstermek için.

Devlet, 10 Ekim günü, takviminde kansız geçmeyen günlerden birine bir yenisini daha ekledi. Resmi takvimi kanla yazılı devlet, yüzün üzerinde insanı öldürdü o gün.Bir kısım insanın da koltuklarında kamu spotlarını izlediği tam o sıralarda öldürdü. Televizyonlarda, gazetelerde kendisinin ve iktidarının meşruiyetinin propagandasını yapan devlet, sokaklardaki zoraki meşruluğunun sınırlarını gösterdi tekrar. Devletin savaşından bıkanlar yine onun barışında öldü. Saniyeler içinde katledildiler. Tekin Abi de onlardan biriydi. Devletin kan gölüne çevirdiği bu topraklarda ölümlere, katliamlara dur demek için gittiği barış mitinginde öldürüldü altı yoldaşıyla birlikte.

Ezilenlerin yan yana gelmesinden, örgütlenmesinden çok korkan devletin geçmişi, patlattığı patlattırdığı bombalarla doludur. Devletler ve iktidarlar için tarihin hanesindeki rakamlar değişir, gerekçeler değişir ama ezilenlerin bedenlerinde patlayan bombalar değişmez. Belki de zamanla değişen tek şey sadece bombaların tahrip gücüdür. Oysa devletin şiddeti bakidir. Zira devletin kendisi şiddettir. Kürtlerin, kadınların, işçilerin, ezilenlerin ölü bedenleri üzerinde yükselen şiddet.

Tekin Abi uğurlanıyor, on binlerin kalabalığında, ezilenlerin ellerinde yükseliyor bedeni. Kendisi gibi yıllarca şantiyelerde, tersanelerde, fabrikalarda, marketlerde, inşaatlarda köleleştirilerek yavaş yavaş ya da bir iş cinayetinde aniden öldürülen sınıf yoldaşlarının ellerinde yükseliyor bedeni. Çok büyük bir kalabalık iniyor yoksulların mahallesinden ,zenginlerin meydanlarına. Göstermek için, korkmadıklarını, sinmediklerini, yılmadıklarını. Yükseltmek için ezilenlerin sesini.

Bir inşaat işçisiydi o, yıllarını “kendi inşa ettikleri binaların altında kalmak istemeyenleri” örgütlemeye adamış bir devrimciydi. Bir yoksul, bir öteki, bir ezilendi. Kavgası sınırsız, sınıfsız, barış içinde yaşanan bir dünya içindi. O, 10 Ekim’de Ankara’da bir meydanda katledildi, diğer yüzlerce insan gibi. O meydandan yaklaşık 500 km uzaklıkta, bir diğer meydanda yoldaşları, işçiler, ezilenler and içiyordu. Hesap sormak için. Tek bir ses yankılanıyordu etrafta ;

Katil Devlet Hesap Verecek !

Rıfat Güven

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Devletin Bombaları Değişmez Bahaneleri Değişir ” – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/10/27/devletin-bombalari-degismez-bahaneleri-degisir-rifat-guven/feed/ 0
“IŞiD’i Yok Etmek Rojava’yı Savunmakla Başlar” – İbrahim İbrahim* https://meydan1.org/2015/04/17/isidi-yok-etmek-rojavayi-savunmakla-baslar-ibrahim-ibrahim/ https://meydan1.org/2015/04/17/isidi-yok-etmek-rojavayi-savunmakla-baslar-ibrahim-ibrahim/#respond Fri, 17 Apr 2015 20:36:45 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/17/isidi-yok-etmek-rojavayi-savunmakla-baslar-ibrahim-ibrahim/ Bu tarihi ve ahlaki gerçek birçok insan ve toplum tarafından bilinmiyor. Kürt halkı onlarca hatta yüzlerce yıldır, terörizmin her biçimine karşı ve yurtlarının değişik bölgelerini kontrol eden bütün sistemlere karşı savaşmıştır. Kürdistan’ın egemen devletlerin çıkarları arasında kalma durumu, 1514’te iki İslam İmparatorluğu olan İran ve Osmanlı’da başlar, 1917’de İngiltere ve Fransa ile devam eder. Yakın […]

The post “IŞiD’i Yok Etmek Rojava’yı Savunmakla Başlar” – İbrahim İbrahim* appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi-IŞİD'i Yok Etmek Rojava'yı Savunmaktır

Bu tarihi ve ahlaki gerçek birçok insan ve toplum tarafından bilinmiyor. Kürt halkı onlarca hatta yüzlerce yıldır, terörizmin her biçimine karşı ve yurtlarının değişik bölgelerini kontrol eden bütün sistemlere karşı savaşmıştır.

Kürdistan’ın egemen devletlerin çıkarları arasında kalma durumu, 1514’te iki İslam İmparatorluğu olan İran ve Osmanlı’da başlar, 1917’de İngiltere ve Fransa ile devam eder. Yakın dönemde ise T.C, Irak, İran ve Suriye’deki rejimler, hapisten işkenceye, katliamdan kasaba ve köy yakmalara kadar bütün terörizm biçimlerini uygulamışlardır. Bu terör 80’lerin sonunda Irak, Halepçe’de 5000, Enfal’da 180000 Kürdü katletmiş, Dersim’de 4000 köyü yok etmiş, binlerce Kürdü katletmiştir.

Kürt halkına yönelik terörizm, İran ve Türk imparatorluklarından bugüne aynı aşırı İslamcı ve ırkçı düşünceyle, Batı Kürdistan’da Rojava’da, özellikle de Kobanê ve Afrin şehirlerinde, Halepçe ve Qamişlo bölgelerinde devam etmektedir. Kürtler bu merkezlerde ve tüm Kürt coğrafyasında, IŞİD’in temsil ettiği selefi cihatçı Arap milliyetçisi terörizme karşı her gün savaşıyor ve zafer kazanıyor. El-Kaide, Kürt bölgelerini kuşattığında her fırsatta kafalarını kesiyor çünkü Kürtler bölge halkının manastırlarını ve kiliselerini koruyor ve bu teröristler çocuklara nefreti ve terörü öğretmek istiyor.

Bu terörizm rahatça Avrupa ve Amerika’ya ve dünyaya uzanıyor çünkü T.C devleti sınırlarını bu teröre açmış durumda.

Başından beri Kürt bölgelerinde IŞİD çetelerinin karşısında duran ve ellerindeki mütevazi silahlara rağmen onları yenilgiye uğratan halkın savunma birlikleri YPG ve kadın savunma birlikleri YPJ, Suriye’de bu terörle savaşabilen yegane güçlerdir. Suriye ulusal koalisyonunun Suriye’nin bu bölgesinde ne bir üssü, ne de askeri birliği kalmıştır. Suriye’deki askeri birlikler, özgürlük ve demokrasiye inanmayan, aşırı İslamcı güçler tarafından kontrol edilmekte ve Kürt güçlerinin demokratik özgürlük düşüncesine karşı oldukları için saldırmaktadırlar.

Bu demokratik kıta, eğer bu terörün demokratik kıtasına ulaşmasını istemiyorsa, Türkiye’de yaşayanlar, Kürt halkı ve onun siyasi hareketi hakkında oluşturdukları imaja inanmaktan vazgeçmeli, bütün dünya adına ve onunla ortak hareket ederek IŞİD’e karşı savaşan gençlere destek vererek birçok etnik ve dini azınlığın yaşadığı Rojava’ya insani yardım göndermelidir.

 

İbrahim İbrahim

*Avrupa’daki Demokratik Birlik Partisi (PYD) yönetim kurulu üyesi ve medya komisyonu üyesi

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.  

The post “IŞiD’i Yok Etmek Rojava’yı Savunmakla Başlar” – İbrahim İbrahim* appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/17/isidi-yok-etmek-rojavayi-savunmakla-baslar-ibrahim-ibrahim/feed/ 0
21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Savaşı Görmeyip “Barışa Bak”anlar” – Merve Arkun https://meydan1.org/2014/12/25/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-savasi-gormeyip-barisa-bakanlar-merve-arkun/ https://meydan1.org/2014/12/25/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-savasi-gormeyip-barisa-bakanlar-merve-arkun/#respond Thu, 25 Dec 2014 19:41:37 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/25/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-savasi-gormeyip-barisa-bakanlar-merve-arkun/ Kasım ayının ilk günlerinde, İstanbul’da bulunan Taxim Hill Otel’de düzenlenen bir basın açıklamasıyla duyuruldu “Barışa Bak” projesi. “Ordu demokrasinin temeli” diyerek 12 Eylül Darbesi’nin destekçilerinden olan ve Liberal Düşünce Topluluğu kurucularından Atilla Yayla’dan, Berkin Elvan’ın annesini yuhalatarak Erdoğan’a destek çıkan Yavuz Bingöl’ün “haysiyet suikasti”ne kurban edildiğini söyleyen Meryem Gayberi’ye kadar, toplam 69 imzacıyla “çözüm sürecinin […]

The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Savaşı Görmeyip “Barışa Bak”anlar” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Kasım ayının ilk günlerinde, İstanbul’da bulunan Taxim Hill Otel’de düzenlenen bir basın açıklamasıyla duyuruldu “Barışa Bak” projesi. “Ordu demokrasinin temeli” diyerek 12 Eylül Darbesi’nin destekçilerinden olan ve Liberal Düşünce Topluluğu kurucularından Atilla Yayla’dan, Berkin Elvan’ın annesini yuhalatarak Erdoğan’a destek çıkan Yavuz Bingöl’ün “haysiyet suikasti”ne kurban edildiğini söyleyen Meryem Gayberi’ye kadar, toplam 69 imzacıyla “çözüm sürecinin sağlıklı yürütülmesi” amacıyla yola çıkıldığı söylendi. Düzenlenen toplantıda, barış konserlerinden trenlerine kadar “barış” dolu hayallerden bahsedilirken; var olmak için direnenlerin mücadelesi “provokasyon” ilan edildi.

“Hükümetten bağımsız” ve “sivil” bir oluşum olarak ortaya çıktığı iddia edilen projenin yankıları sürerken, “Barışa Bak”ın amaçlarını, imzacılarını ve “ne yöne baktığı”nı tartışmakta fayda var.

Başlatılan bu projeyle “barışa bak”ma iddiasını taşıyanlar, yaşadığımız coğrafyada on yıllardır yaşanan savaşın, topraklarından edilen binlerce insanın, kaybedilen ve katledilen bir halkın hesabını yapmanın da ötesinde yaşamını savunmak için direnenleri -tıpkı iktidarın yaptığı gibi- “provakasyon”larla ve “darbe girişimleri”yle suçlarken; projeyle çizilmek istenen “barış”, tam da hükümetin Yeni Türkiye şablonuna bakarak çiziliyor. Devletin çözüm adı altında Kürt halkına yönelik işlettiği inkâr ve imha politikasına karşı girişilmiş mücadeleyi, barıştan uzaklaştırma olarak ilan eden “barışsever”lerin barıştan anladıklarının ne olduğu açık. AKP hükümetine yönelik müteşekkirliklerini her fırsatta dillendiren “Barışa Bak”çılar, kardeşlik altında devletin gizli stratejilerinin sürdürücüsü konumunda. Meşruluklarını, “biz ne o taraftanız, ne bu taraftanız” diyerek dayandırdıkları pozisyonlarıyla; devletçi algıyı farklı bir yerden zihinlere kazımaya, Kürt halkının mücadelesinin altını boşaltmaya çalışıyorlar.

Genellikle iktidar yanlısı akademisyen, yazar ve gazetecilerden oluşan “Barışa Bak” çağrıcıları toplam 69 imzadan oluşuyor.17 Aralık sürecinde iktidar paydaşları arasında belirginleşen AKP-Cemaat ayrışmasında, safını “paralel yapıya karşı seçilmiş hükümetten yana” koyan Barışa Bak projesi çağrıcılarından bazılarının, “iktidar yanlısı performanslarıyla” kısa özgeçmişleri şöyle:

Yıldıray Oğur

ODTÜ Siyaset Bilimi mezunu olan Yıldıray Oğur, 2003 yılında Genç Siviller hareketinin kurucuları arasında yer aldı. Radikal, Taraf gazeteleri ile Birikim dergisinde yazılar yazan Oğur, 2013 yılında, iktidarı açıktan destekleyen Türkiye gazetesinde yazmaya başladı. Türkiye’de yazmaya başladıktan sonra Erdoğan’ın fiili danışmanı haline gelen Oğur’un köşe yazıları, Erdoğan’ın bazı mitinglerinde tarihsel alıntılar yaptığı temel kaynak oldu.

Kobanê Direnişi süresince yazdığı köşe yazılarında, “çözüm süreci”nin muhataplarından Kürt hareketini eleştirmiş; devletle aynı perspektifte, devlet-polis şiddetinden kaynaklanan ölümlerden, hareketi sorumlu tutmuştu. Bu beyanlar, Yıldıray Oğur’un iktidarla yaşadığı söylemsel uyumun daha da belirginleşmesini sağladı. Meydan Gazetesi’nin yine aynı bölümünde “akil heyeti”ni deşifre ederken yer verdiğimiz Oğur, devletin “barış” söyleminin en önemli yaratıcılarından.

Oral Çalışlar

Aydınlık çevresinden eski bir sosyalist olan Oral Çalışlar bugüne dek Cumhuriyet, Taraf, Radikal gibi siyasi yelpazenin farklı kulvarlarından birçok gazetede köşe yazıları yazdı. “Akil İnsanlar” heyetinde yer almasının ardından iktidarla olan ilişkisini belirginleştiren TESEV üyesi Çalışlar, şimdilerde de liberal yazarların kendilerine yer bulduğu “serbestiyet.com” sitesinde yazıyor.

Orhan Miroğlu

1970’li yıllarda Kürt hareketi içerisinde yer alan; 1980 yılında girdiği cezaevinden 1988 yılında tahliye olan Miroğlu, Ülkede Özgür Gündem, Özgür Politika, Birgün ve Taraf gibi gazetelerde köşe yazarlığı yaptı. 2010 yılındaki Anayasa Referandumu sürecinde iktidara yakınlaşan Miroğlu, bu yakınlaşmayı ilerleyen yıllarda öylesine içselleştirdi ki; kendi geçmişini bile inkâr etmeye başladı. 12 Eylül döneminde, tutsak kaldığı Diyarbakır Cezaevi’nde sistematik işkenceye maruz kalan Miroğlu, yakın dönemde katıldığı bir TV programında “Devlet eliyle sistematik işkence kesinlikle yoktur!” diyerek, bu içselleştirmeyi somutluğa kavuşturdu.

Yaşadığı “politik değişiklik”in ardından, sınırlı sayıda gazetecinin binebildiği Erdoğan’ın uçağında kendisine yer buldu ve 2012 yılından itibaren iktidara yakınlığıyla bilinen Star Gazetesi’nde yazmaya başladı.

Nagehan Alçı

Boğaziçi Üniversitesi siyaset bölümü mezunu olan Nagehan Alçı, Hürriyet, Milliyet, Akşam gibi gazetelerde köşe yazarlığı ve Kanal D, Fox, CNN Türk gibi kanallarda da programlar yaptı. “Akil” heyette yer alan Alçı da, Barışa Bak projesi içerisindeki çoğu isim gibi, “zaman içerisinde saf değiştiren”lerden.

2009 yılında yazdığı “Bir Delikanlılık Portresi: Tayyip Erdoğan” yazısında Erdoğan’ı çokça eleştiren Nagehan Alçı; özellikle 17 Aralık sonrası, iktidarın hararetli savunucularından biri haline geldi.

Etyen Mahçupyan

Liberalliğiyle bilinen Etyen Mahçupyan, başbakan Davutoğlu’nun başdanışmanlığını yürütüyor.1996 yılına kadar kendi şirketlerinin yöneticiliğini yapan Mahçupyan, 1997’de Radikal’e, 2001’de ise Zaman’a geçti; siyasal çizgisinin “ne hızla” değiştiğini açıkça gösterdi.

TESEV Demokratikleşme Programı’nın 2012’den beri başkanı konumunda bulunan Etyen Mahçupyan, Hrant Dink’in 2007 yılında öldürülmesinden sonra Agos gazetesine geçmişti. Geçtiğimiz Mayıs ayından bu yana ise, iktidar yanlısı patron Ethem Sancak’ın gazetesi Akşam’da yazıyor.

Sinan Çetin

“Hiçbir düşünce kutsal değildir, her düşünce değişir ve gelişir, embesillerinki hariç” şeklindeki konuşmalarıyla, bir sosyalistten bir kapitaliste dönüşümünü rasyonalize eden Sinan Çetin; Plato adlı şirketinin patronluğunu yaparken, aynı zamanda emlak sektörüne de el atmış durumda. Cihangir’de sahip olduğu çok sayıda gayrimenkul üzerinden emlak ticaretine girişen Çetin, sektördeki “rant dostları”ndan Ali Ağaoğlu’nun da reklamlarını çekiyor.

Barışa Bak projesinin imzacılarından Atilla Yayla ile birlikte de bir yayınevinin patronluğunu yürüten Sinan Çetin, katıldığı her programda iktidar güzellemesi yapmaktan geri durmuyor.

Markar Esayan

AKP-Cemaat kavgası öncesi Taraf gazetesinde yazarlık ve yayın koordinatörlüğü yapan Markar Esayan, yaşanan ayrışma sonrasında Yeni Şafak’ta yazmaya başladı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde “Affedersiniz benim için de çok çirkin bir şekilde Ermeni dediler” şeklinde konuşan Erdoğan’ı, “Biz Ermeniyiz, tecrübe ile sabit, hakiki ırkçıları gözünden tanırız; merak edilmesin. 12 yıldır AK Parti’ye destek veren bir Türkiyeli olarak, bu pazar da Yeni Türkiye için Erdoğan’a oy vereceğim.” sözleriyle aklamıştı. %10 barajı tartışmalarında AKP’nin yanında yer alarak, barajın kaldırılmasına yönelik tepkisini gösteren Esayan, HDP’den de bağımsız adaylarla seçimlere girmesini istemiş. İstikrar sürsün diye…

Rasim Ozan Kütahyalı

“Havuz medya” grubu gazetelerinden Takvim ve Sabah’ta köşe yazarlığı yapan Rasim Ozan Kütahyalı, Melih Gökçek’in sahibi olduğu Beyaz TV’de de futbol yorumcusu. Nagehan Alçı ile olan evliliğinden doğan çocuklarının “isim babalığı”nı Erdoğan’a yaptıracak kadar iktidarla “içli dışlı” olan Kütahyalı, kendi jenerasyonundan birçok yazar gibi, devrimcilere ve devrimci mücadeleye olan kinini kusmaktan geri durmuyor. “Ben bu devlet için kellemi ortaya koyanlardanım!” diye ifadelerini dillendirmekten geri durmayan Kütahyalı, futboldan siyasete engin bilgi birikimlerini, hükümetin ona sunduğu tüm olanaklardan yararlanarak anlatmaktan geri durmuyor.

Cengiz Alğan

“Barışa Bak” projesinin fikir sahibi denilebilecek Cengiz Alğan, eski bir DSİP yöneticisi. 2010 referandumunda “Yetmez Ama Evet” diyenlerden biri olan Alğan, 17 Aralık Yolsuzluk Operasyonu’ndan sonra, iktidar tarafındaki duruşunu iyice belirginleştirmiş; yolsuzluk operasyonun bütününü “seçilmiş hükümete darbe” şeklinde tanımlamıştı. Şimdilerde açıkça sürdürdüğü bu iktidar destekçiliğini Taksim-Gezi Direnişi sürecinde başlatan Cengiz Alğan, ortaya çıkan videolarda polisin sıktığı mermiyle katledildiği açıkça görülse de, Ethem Sarısülük’ün “karanlık güçlerce” öldürüldüğünü söylemişti.

Halil Berktay

“Barışa Bak” projesinin bir başka çağrıcısı, Oral Çalışlar gibi Aydınlık hareketinden olan eski sosyalist Halil Berktay, şimdilerde liberal bir akademisyen olarak tanınıyor. Çeşitli üniversitelerde öğretim üyeliği yaptı, bir dönem Taraf gazetesinde köşe yazıları yazdı, son dönemlerde ise iktidarı destekleyen isimlerin bir araya geldiği serbestiyet.com’da yazmaya başladı. Kendini anti-anti AKP’ci diye tanımlayan Halil Berktay, Taraf gazetesinde yazdığı dönemde 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin ortaya attığı bir iddia ile de gündeme gelmişti. Devlet tarafından gerçekleştirilen ve 36 kişinin yaşamını yitirdiği 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin Halil Berktay, “devrimci iki grubun çatışması” yorumunda bulunmuş; dolayısıyla bu katliamda kendince “devleti aklamıştı.”

 

 

Merve Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Savaşı Görmeyip “Barışa Bak”anlar” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/25/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-savasi-gormeyip-barisa-bakanlar-merve-arkun/feed/ 0
” DAF; Selanik, Gümülcine ve Atina’da Kobanê Direnişi’ni Anlattı ” – Alp Temiz https://meydan1.org/2014/12/25/daf-selanik-gumulcine-ve-atinada-kobane-direnisini-anlatti-alp-temiz/ https://meydan1.org/2014/12/25/daf-selanik-gumulcine-ve-atinada-kobane-direnisini-anlatti-alp-temiz/#respond Thu, 25 Dec 2014 15:31:48 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/25/daf-selanik-gumulcine-ve-atinada-kobane-direnisini-anlatti-alp-temiz/ Devrimci Anarşist Faaliyet ve Anarşist Kadınlar, Kobanê direnişi ile dayanışma için gerçekleştirilen, Yunanistan’da 3 farklı şehirde düzenlenen etkinliklerde konuşma yaptı. Gerçekleştirilen her 3 etkinlikte de, Devrimci Anarşist Faaliyet adına Alp Temiz, Anarşist Kadınlar adına Mercan Doğan ve RoarMag editörü Joris van Eyck konuşma yaptı. İlk konuşmayı yapan Joris van Eyck, Kobanê direnişinin başlıca sosyo-politik koşullarından […]

The post ” DAF; Selanik, Gümülcine ve Atina’da Kobanê Direnişi’ni Anlattı ” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Devrimci Anarşist Faaliyet ve Anarşist Kadınlar, Kobanê direnişi ile dayanışma için gerçekleştirilen, Yunanistan’da 3 farklı şehirde düzenlenen etkinliklerde konuşma yaptı.

Gerçekleştirilen her 3 etkinlikte de, Devrimci Anarşist Faaliyet adına Alp Temiz, Anarşist Kadınlar adına Mercan Doğan ve RoarMag editörü Joris van Eyck konuşma yaptı.

İlk konuşmayı yapan Joris van Eyck, Kobanê direnişinin başlıca sosyo-politik koşullarından bahsetti. Kürt halkının özgürlük mücadelesi ve Rojava devriminin tarihsel gelişim süreci hakkındaki temel bilgilerin aktarımını yaptı. TC sınırları içerisinde yaşayan Kürt halkının Rojava devrimi ile bağlantısını ise, üç temel unsura bağladı: “Birincisi, devletlerin çizdiği sınırlar, yapay yapılardır. Bu sınırlar, TC içinde yaşayan Kürt halkının Rojava ile bağlantısını koparamamıştır. İkinci olarak, TC devletinin IŞİD’e sağladığı destek, TC sokaklarında Rojava ile dayanışmak ve TC’nin bu tavrını protesto etmek için yapılan eylemleri meşrulaştırıyor. Üçüncüsü, Rojava’da gerçekleşen devrim, Türkiye’deki demokratik özerklik süreci ile aynı ilkelere dayanıyor.”

Ardından konuşan Alp Temiz, Devrimci Anarşist Faaliyet’in Rojava Devrimi ve Kobanê Direnişi’ni destekleyişinin haklı gerekçelerini açıklarken, kendini anarşist olarak adlandıran ya da toplumsal devrim mücadelesi veren örgütlenmelerin de bu direnişi desteklemek zorunda olduğunu şu sözlerle belirtti:

“Rojava’da oluşan durum, ne Esad’ın bölgeyi bırakmasıyla; ne de küresel güçlerle yapıldığı iddia edilen anlaşmalarla oluşmuştur. Rojava’da iki buçuk yıl öncesinde gerçekleşen büyük dönüşüm; siyasal hareketliliğin Ortadoğu’yu iki zıt kutuptan (cuntacı sekülerler-muhafazakar demokratlar) birinin iktidarını seçmeye zorladığı bir konjonktürde gerçekleşmiştir. Rojava ortadoğu coğrafyasındaki “baharların” kışa döndüğü bir dönemde, halkın bu iki kutuba sığmayıp kendi çözümünü yaratmasıdır. 


Rojava’da yaşam yeniden yapılandırılırken, yaratılmaya çalışılan toplumsal mekanizmaların merkeziyetçi olmayan yapısı, devletsizliğe yapılan ısrarlı vurgu, üretim-tüketim-dağıtım ilişkilerinin kapitalizmden olabildiğince uzak bir şekilde örgütleniyor oluşu, öz-örgütlenmenin toplumsal işleyişin sürdürülmesinde garantör olması, üç kantondaki komünlerin ayrı ayrı karar süreçleriyle komünlerin işleyişini şekillendiriyor oluşunun önemini, yaşadığımız çağda kimse inkar edemez.

Yakın coğrafyada toplumsal mücadele veren devrimciler olarak bize sadece umut vermeyen, mücadele verdiğimiz coğrafyalarda mücadelemizi besleyen bu toplumsal dönüşümün; olumsuz ya da daha olumlu bir yola gireceğini bilemeyiz. Ancak bizler, devrimci anarşistleriz. Bir kenarda oturup olanları izleyip, sadece yorum yapamayız; toplumsal mücadelelerin içerisinde yer alır, anarşist bir devrim için mücadele ederiz.”

Son olarak, Anarşist Kadınlar adına konuşma yapan Mercan Doğan ise, Kobanê direnişinde kadınların rolünü, kadın mücadelesinin cephede ve aynı zamanda cephe gerisinde nasıl gerçekleştiğini anlattı. Kadın Savunma Birlikleri YPJ’nin Kobane direnişindeki rolünün, 1936’da İberya’da anarşist devrim mücadelesindeki Mujeres Libres (Özgür Kadınlar) birliklerininki ile taşıdığı benzerliklere vurgu yaptı.

Türkiye, Suriye, Irak ve İran devletlerinin sınırlarla bölmeye çalıştığı Kürt halkının özgürlük mücadelesine gösterilen dayanışmada “Li Dijî Dehaqan, Em Hemû Kawane” söyleminin önemini Kürt mitolojisindeki Ezen Dehaq’a karşı Ezilenlerin, Kawa’nın mücadelesi üzerinden anlattı. Son olarak sınırda yaşanılan deneyimleri aktaran Mercan Doğan, konuşmaların ardından, sınırdaki deneyimleriyle ilgili soruları yanıtlayarak konuşmasını detaylandırdı.

Gümülcine (Komotini)’de yer alan Adelante Özgür Sosyal Merkezi’nde, bu yıl 10’uncusu düzenlenen Antiotoriter Festival kapsamında 13 Kasım akşamı “Modern Totaliterliğe Direnmek: Kobane Savaşı” başlıklı panel gerçekleştirildi. Dinleyicilerin sosyal merkezi tümüyle doldurduğu etkinlikte, gerçekleştirilen konuşmalardan sonra sorulan sorular, kadın mücadelesinde yoğunlaştı. Bir kadın dinleyicinin “Genç yaşta kadınların savaşta aktif yer aldığını görüyoruz. Bu şekilde savaşmak kadının doğasına aykırı değil mi?” şeklindeki sorusunu Anarşist Kadınlar’dan Mercan Doğan şu şekilde yanıtladı: “…bunca katliam ve tecavüz karşısında buna direnmemek, bununla mücadele etmemek kadının doğasına aykırı olurdu.” Saat 20:00’de başlayan etkinlik, gece 01:00’de sonlandı.

14 Kasım akşamı Selanik’te yer alan Mikropolis Özgür Sosyal Merkezi’nde gerçekleştirilen etkinlik, saat 19:30’da başladı. Mikropolis konferans salonunun tümüyle dolduğu etkinlik gece 12:00’de sonlandı.

16 Kasım akşamı Atina’da Excharia mahallesinde yer alan Nosotros Özgür Sosyal Merkezi’nde gerçekleştirilen etkinlik ise, saat 20:00’de başladı. 5 saatten fazla süren etkinlikte, Türkiye’deki devrimci mücadelelerinde yasal engellerle karşılaşarak Avrupa’da siyasi sürgün olarak yaşamlarını sürdüren çeşitli devrimci kurumlardan bireylerin de dinleyici olarak katılımları gözlemlendi. Konuşmaların sonlanmasının ardından söz alarak Kobane direnişini ve Devrimci Anarşist Faaliyet’in mücadelesini selamladıklarını ifade eden sürgündeki devrimciler, panelistlerin dayanışma çağrılarını tekrarladılar.

18 Kasım akşamı Ioannina şehrinde gerçekleştirilmesi planlanan etkinlik ise, program yoğunluğu nedeniyle iptal edildi.

Alp Temiz

[email protected]

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” DAF; Selanik, Gümülcine ve Atina’da Kobanê Direnişi’ni Anlattı ” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/25/daf-selanik-gumulcine-ve-atinada-kobane-direnisini-anlatti-alp-temiz/feed/ 0
“Keenlemyekün” – Hüseyin Civan https://meydan1.org/2014/12/21/keenlemyekun-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2014/12/21/keenlemyekun-huseyin-civan/#respond Sun, 21 Dec 2014 19:30:14 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/21/keenlemyekun-huseyin-civan/   Demokrat olmamamızın sebeplerinden biri de, demokrasinin eninde sonunda savaşa ya da diktatörlüğe yol açmasıdır. Fakat diktatörlük destekçisi de değiliz; çünkü başka birçok sebebin yanı sıra, diktatörlük her zaman demokrasi isteğini uyandırır, demokrasiye geri dönüşü kışkırtır ve böylece halkların sahte özgürlükle açık ve vahşi tiranlığın arasında sürekli gidip geldiği kısır döngüyü sürdürür. Errico Malatesta, 1924 […]

The post “Keenlemyekün” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

Demokrat olmamamızın sebeplerinden biri de, demokrasinin eninde sonunda savaşa ya da diktatörlüğe yol açmasıdır. Fakat diktatörlük destekçisi de değiliz; çünkü başka birçok sebebin yanı sıra, diktatörlük her zaman demokrasi isteğini uyandırır, demokrasiye geri dönüşü kışkırtır ve böylece halkların sahte özgürlükle açık ve vahşi tiranlığın arasında sürekli gidip geldiği kısır döngüyü sürdürür.

Errico Malatesta, 1924

Seçimler siyasal gündemimizden çıkalı bir hayli olmuş. Özlemişiz. Seçim tartışmaları, neyse ki bu sefer biraz erken başladı! 2015 Haziranı’nda yapılması planlanan seçimlerin, Nisan ya da Mayıs gibi yapılması konuşuluyor şimdilerde. Yani en azından hükümetin niyeti bu yönde. Hükümetin son süreçlerde niyetleri ve bu niyetlerini gerçekleştirmesi arasındaki ilişki incelendiğinde, ne kadar başarılı olduğu su götürmez! Erken seçim tartışmaları, özellikle çözüm süreci paralelinde yapıldı. Davutoğlu, çözüm sürecinin “inşallah” seçimlerden önce nihai noktaya getirileceğini vurguladı. Hükümetin çözüm süreci politikalarının olumlu ya da olumsuz sonuçlarının, seçim sonuçlarına etki edeceği bu kadar açıkken, tartışmaların zemini Haşim Kılıç’ın son açıklamalarıyla seyir değiştirdi.

Seçim Dönemlerinin Paket Tartışması: %10’luk Baraj

Aslında seçim barajı tartışmaları, her seçim döneminde tekrar ortaya çıkan “paket tartışmalar”dan biri.

1974’ten darbe dönemine kadarki süre içerisinde, her iki yılda (hatta bazen aynı yılda) bir değişen Bülent Ecevit/Süleyman Demirel hükümetlerinin yarattığı iddia edilen “siyasi istikrarsızlık” ortamının normal bir sonuçlarından biri darbeyse, diğeri seçim barajı.

1980 darbesinin alametifarikalarından biri olan %10’luk seçim barajı, her seçim döneminde bir yanda siyasi istikrar öte yanda demokratik rejim kutupları ekseninde tartışılıyor. Bizzat AKP’nin seçim dönemlerinde dillendirdiği “vesayetçi dönem”le ilişkilendirilen bu uygulamanın kaldırılmasında, iktidar partisinden muhalefet partisine herkes hem fikir! Öyleyse tartışılan ne?

Bu sistem oluşturulurken Kenan Evren ve arkadaşlarının mantığı, ordunun ideolojisiyle zıt düşmeyen (belki askeri kökenli) siyasetçinin kuracağı istikrarlı bir tek parti çoğunluğu, parlamentoda bu hükümetin konumunu sarsamayacak sayıda parti olması ve Kürt halkının parlamentoya parti gönderme ihtimalinin engellenmesi üzerine yoğunlaşmıştı.

Mevcut hükümetin, askeri vesayetle hesaplaştığını iddia ederken eleştirdiği seçim barajını, kendi siyasal iktidarını arttırma ve pekiştirme adına kullanmaktan çekinmediğini/ çekinmeyeceğini baraj tartışmaları üzerinden görmekteyiz. Parlamentoda suni bir çoğunluk, kullanabildikleri ölçüde tüm siyasi partilerin kullanmak isteyeceği bir durumdur. Bu siyasal iktidar, meşruiyetini, üzerine kurduğunu iddia ettiği “millet iradesi”ne dayandıramaz. AKP’nin paket tartışmadaki konumu, açık bir şekilde “İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün!” saçmalığından ibarettir.

Demokratik Rejim Cephesi ve Haşim Kılıç

Avrupa Konseyi tarafından organize edilen bir konferansta Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, %10’luk seçim barajına ilişkin kanun hükmünün değişmesi için yapılan başvuruları değerlendirdikleri açıklamasında bulundu.

BBP ve SP’nin, meselenin gündem olmasından önceki başvurularına, gündemde payına düşeni alma hesapları yapan ana muhalefet, CHP İstanbul milletvekili Umut Oran’ın bireysel başvurusuyla hamle yaptı. Kılıçdaroğlu, söylemlerinin merkezini giderek bu meseleye çekerken, demokratik bir rejimin olmazsa olmazı olarak yeni akıllara gelen mesele, “paket tartışmalar”a uygun bir ortamda ilerletiliyor. Hatta TÜSİAD Başkanı Haluk Dinçer bile, barajın düşürülmesinden yana olduğunu açıklayan bir açıklama yaptı. “Demokratik rejim” yanlısı STK’ların açıklamaları, yine de hükümeti rahatsız edecek bir tonda değildi, ya da artık buna özen gösteriliyor.

Haşim Kılıç’ın, barajın düşürülmesi yönündeki ısrarı, AKP’nin totaliter hamlelerine karşı demokrasi savunuculuğu yapanlar için, bu seçimlerde tutunulacak tek dal konumunda.

Seçim gündeminin bu “usül” sorunu etrafında tartışılmaya başlanması, çok geçmeden AKP kanadından karşılandı. Karşılığın bu kadar sert olması, hükümetin, yapılması tartışılan “usül değişiklikleri”ne çok sıcak bakmadığının en açık ifadesi. Keza, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP’li Burhan Kuzu, seçim barajına ilişkin yaptığı açıklamayla, AKP’nin asıl tavrının ne olacağını belirtti. Bu tavır, sadece mevzubahis meselenin gündemleşmesiyle oluşan bir tavır değil. Bu, iktidarını giderek arttıran bir partinin, ideolojisinin ne olduğunun açıklamasıydı.

Keenlemyekün

Keenlemyekün, hukukta bir deyimdir. “Baştan itibaren anlam ifade etmez” gibi türkçeleştirilebilir. Yani “yok hükmünde” anlamına gelir. Bir olayın meydana gelmediğini varsayar. Burhan Kuzu’nun %10’luk baraj kaldırılırsa, kararın keenlemyekün olacağını ve uygulamayacaklarını söylemesi; kuvvetler ayrılığı ya da birliği ilkesinin, bir parti için ne kadar kullanışlı olabileceğinin en iyi göstergesi. Tabi manevra yapmayı bilene! Kuzu, partisinin ahkam kesme politikasını devam ettirerek, seçim barajının indirilmesi durumunda Anayasa Mahkemesi’ni ‘kalsın mı, gitsin mi?’ noktasına getireceğini belirtmekten de geri durmuyor.

Seçim barajı üzerinden konuşulmaya başlanan seçim gündemi, altı ay öncesinden halihazırda önümüzde duruyor. Seçim barajının yüzde kaç olacağı ve seçimleri hangi partinin kazanacağı tartışmalarının gölgesinde kalan siyasal gerçeklik, bu gölgeden çıkartılmalı.

Siyasi, ekonomik ve sosyal baskılara maruz bırakılan kesimler, siyasal ifade bulma noktasında keenlemyekün ilan ediliyorken; baraj tartışmaları da, seçim tartışmaları da, ezilen kesimler için anlamsızdır. Bu siyasal iktidardan nemalanacaklar, ana muhalefetiyle iktidarıyla seçim gündemini tüm siyasal gerçekliklerin önüne taşımayı, tüm siyasi-ekonomik-sosyal sorunlara çözüm olarak seçimleri göstermeyi amaçlamaktadır.

Farklı iktidar odaklarının konumlarını korumaları için illa meşruiyet aramadıklarının deneyimlendiği zamanlardayız. İşçi cinayetlerinin geçici ve alışılan gündemler sayıldığı, kadın katliamının her geçen gün büyüdüğü, ekonomik sömürünün ve yolsuzluğun, ekolojik talanın pekiştiği bir zamanda; tüm sorunlara parlamentoda çözüm arayacaklara, hatırlatılması gereken koca bir toplumsal devrimler tarihi var.

Siyasi istikrardan meşruiyetini alan totaliter rejim ve demokratik rejim arasındaki ilişki, birbirinin zıttı olmaktan çok, destekleyicisi konumundadır. Bu, yoldaş Malatesta’nın da vurguladığı gibi, kısır bir döngüdür. Bu kısır döngüyü yıkacak, keenlemyekün ilan edilen ezilenlerin yaşamlarının gerçekliğini var edecek bir öz-örgütlülüğe ihtiyaç vardır. Devrimci ve anarşist bir hareket, toplumsal devrimler tarihinde her zaman bunun adı olmuştur.

Hüseyin Civan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Keenlemyekün” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/21/keenlemyekun-huseyin-civan/feed/ 0
“Devletten Hilafete IŞİD’den İslam Devleti’ne” – Emrah Tekin https://meydan1.org/2014/07/22/devletten-hilafete-isidden-islam-devletine-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2014/07/22/devletten-hilafete-isidden-islam-devletine-emrah-tekin/#respond Tue, 22 Jul 2014 14:56:56 +0000 https://test.meydan.org/2014/07/22/devletten-hilafete-isidden-islam-devletine-emrah-tekin/ Irak’ta haziran ayı başında TC Musul Konsolosluğu’nu basarak konsolosluk görevlilerini ve çalışanlarını kaçıran Irak Şam İslam Devleti örgütü, yine haziran ayının sonlarına doğru, Suriye ve Irak’ta kontrolü altında bulundurduğu bölgede hilafet ilan etti. Örgüt, liderleri Ebubekir el Bağdadi’yi ise halife ve tüm dünya müslümanlarının lideri ilan etti. Irak Şam İslam Devleti adıyla 2013 yılı başlarından […]

The post “Devletten Hilafete IŞİD’den İslam Devleti’ne” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Irak’ta haziran ayı başında TC Musul Konsolosluğu’nu basarak konsolosluk görevlilerini ve çalışanlarını kaçıran Irak Şam İslam Devleti örgütü, yine haziran ayının sonlarına doğru, Suriye ve Irak’ta kontrolü altında bulundurduğu bölgede hilafet ilan etti. Örgüt, liderleri Ebubekir el Bağdadi’yi ise halife ve tüm dünya müslümanlarının lideri ilan etti. Irak Şam İslam Devleti adıyla 2013 yılı başlarından beri, hakimiyet kurduğu bölgelerde gerçekleştirdiği kanlı infazlarla adını duyuran örgüt, söz konusu bölgelerde uzun zamandır şeriat kanunlarına dayalı bir devlet yönetimi uyguluyordu. IŞİD’in bu son hilafet ilanı ise, örgütün yeni bir stratejisi olarak yorumlanıyor. Örgüt, diğer taraftan da isim değişikliğine giderek, İslam Devleti adını aldı.

IŞİD’in bu hilafet ilanını, radikal islamcı örgütlerin söylemsel ve eylemsel bütünlüğüyle doğru orantılı bir sonuç olarak değerlendirmekle birlikte, bu sonucun ileriki süreçlerde bölgeye nasıl bir etkisi olacağını görmek gerek. Bununla birlikte, örgütün azımsanamayacak bir coğrafyada ilan ettiği hilafet ve özellikle internetten propaganda amaçlı yayınladığı vahşi infaz videoları, kamuoyunda ılımlı İslam-radikal İslam ve buna bağlı olarak “Gerçek İslam nedir?” tartışmalarını beraberinde getirdi. Tüm bu tartışmalar süredursun, IŞİD zaten söz konusu bölgedeki defacto durumda her devlet gibi kan ve katliamlarla varlığını adım adım inşaa ediyordu. IŞİD’in katliamlarla inşa ettiği devlet son olarak, aslında çok da şaşırtıcı olmayan bir sonuçla “hilafet devleti”ne dönüştü.

Irak’ta Şeriat ve Hilafete Giden Yol

Irak’ta 2003 yılındaki ABD işgali sonrası, IŞİD’in şimdiki kadrolarının önemli bir kısmını oluşturan militanlar, işgale karşı direniş amacıyla, ama asıl önemlisi, yine ABD’lilerin iktidara taşıdığı Şiilere karşı mücadele için, iktidardan düşen BAAS kadrolarıyla işbirliği yaptılar. Bu işbirliğinin temelinde ise, iktidardaki Şiilere karşı bir Sünni isyanı örgütlemek yatıyordu. Bu doğrultuda Ninova, Diyala ve Anbar illerinden oluşan Sünni üçgeninde kurtarılmış bölgelerde şeriat devleti ilan etmeyi amaçlıyordu. Örgüt, Irak ve Suriye’deki bu hakimiyet savaşından dolayı, bağlı olduğu El-Kaide ile ters düştü. 2012 yılında El-Kaide lideri Eymen el Zevahiri’nin, örgütün elinde bulundurduğu ve Suriye’deki en zengin petrol kaynaklarına sahip kentlerden biri olan Rakka’dan çekilme çağrısına IŞİD’in olumsuz yanıt vermesi, yani “biat etmemesiyle” bu ayrılık gün yüzüne çıkmıştı. Bu süreç sonrası örgüt, 2013 yılı başlarında Irak Şam İslam Devleti ismiyle Irak ve Suriye’de, kuzeyde TC sınırındaki Tel-Abyad’dan, güneyde Irak’ın Felluce kentine ve doğuda Musul’a kadar olan bölgede hakimiyet kurdu. Ayrıca bu bölgelere çok yakın olan ve Kürtler, Araplar ile Türkmenler arasında tartışmalı bir statüye sahip olan Kerkük kenti de, IŞİD’in hilafeti yaymak istediği bölgeler arasında.

 

IŞİD’in Halifesi el-Bağdadi Hakkında:

IŞİD’in halife ilan ettiği Ebu Bekir el-Bağdadi ile ilgili bilgiler örgütün hilafet ilanına dek aslında kısıtlıydı. Örgüt içerisinde Ebu Dua olarak da bilinen el-Bağdadi’nin, hilafetin ilan edildiği gün Musul’daki camide yaptığı konuşma sırasındaki görüntüsü dışında yayınlanmış bir fotoğrafı bulunuyordu. Ancak örgütün hilafet devleti ilan etmesinin ardından el-Bağdadi’nin etrafında yaratılan tüm bu “gizem” ortadan kalkmaya başladı. Örgüt, belki de halifeliğin mantığına uygun bir meşruluk amacıyla, el-Bağdadi’nin aslında İslam peygamberi Muhammed’in soyundan geldiği yönünde bilgiler vermeye başladı.

Örgüte yakın internet sitelerinde el-Bağdadi’nin tam ismi İbrahim bin Avad bin İbrahim el-Bedri el-Radavi el-Hüseyni el-Samarrai olarak verilirken, Peygamber Muhammed’in soyundan geldiğine dair şeceresi yayınlanarak, kendisinin Kureyşi, Haşimi ve Hüseyni kökenli olduğu iddia ediliyordu. İslam kaynaklarına göre Peygamber Muhammed, Kureyş kabilesine mensup ve Haşimi soyundan geliyor. Torunu olan Hüseyin’in soyundan gelenler ise Seyyid yani Muhammed’in günümüzdeki devamcısı olarak görülüyor.

IŞİD’in sözkonusu hilafet ilanıyla, Suudi Arabistan topraklarındaki Müslümanların kutsal kentlerinden Mekke’yi de içine alan bölgeyi Dar-ül Harp (Savaş Bölgesi) ilan ettiği, hatta hilafet ilanını izleyen günlerde örgüt sözcüsü Ebu Muhammed el Adnani’nin İstanbul’u da ileriki süreçte “fethedeceklerine” dair açıklamalar yaptığı medya organlarında yayınlandı.

IŞİD gerek Irak’ta, gerekse Suriye’de kontrol ettiği bölgelerde şeriat devleti uygulamaları gerçekleştiriyordu. Tekfirci bir selefi dünya görüşüne sahip olan, kendisi gibi düşünmeyeni kafir yani düşman gören örgüt; canlarını bağışlama karşılığında, müslüman olmayanlardan “cizye” adında ağır vergiler alıyor. Ayrıca zina, hırsızlık gibi olaylarda söz konusu bölgedeki kadıları aracılığıyla, adı geçen “suçların” Kuran’daki karşılığı ceza infazları uygulatıyor. Ayrıca yine bir şeriat devletinden bekleneceği gibi alkol ve sigarayı yasaklarken, kadınların da eşleri yanlarında olmadan evlerinden dışarı çıkmalarını yasaklıyor.

Yine Kuran kaynaklarına dayandırılarak, gerek Suriye, gerekse Irak’ta, savaş halinde olunan Şiilerin-Alevilerin canları ve mallarının (tabi ki eşleri ve kız çocukları da dahil olmak üzere!) IŞİD militanlarına “helal” olduğu yollu fetvalar çıkarılıyor.

IŞİD’in tavizsiz bir şekilde cezalandırdığı “suçlardan” biri de, örgütün isminin telaffuzu konusu. Bu konuda son derece hassas olan militanlar, örgütün ismini “Devlet” ya da “İslam Devleti” yerine, kısaltmasıyla ya da açılımıyla telaffuz edenlere 75 kırbaç cezası uyguluyor.

Aslında örgüt, tüm bu ve buna benzer şer-i devlet uygulamalarını 1,5 yılı aşkın bir zamandır sürdürüyordu. 29 Haziran’daki hilafet ilanından sonra ise, örgütün bölgedeki benzer tüm uygulamaları sosyal ve yazılı medyada daha çok yer almaya başladı.

Suriye’de 2011 yılından bu yana süren iç savaşta, seküler BAAS rejimine karşı bölgede rejime karşı savaşan ya da kendilerinden daha az cihatçı olarak gördükleri unsurları düşman ilan eden selefi örgütlerin varlığını ve IŞİD’in söz konusu tekfirci anlayışını göz önüne aldığımızda; haziran ayı sonunda gerçekleşen hilafet ilanını da beklenen bir gelişme olarak değerlendirebiliriz.

Hilafet Nedir, Halife Kimdir?

Hilafet ve halife kavramları, İslami siyasi terminolojide, İslam toplumu ve devletini vurgulamak için kullanılagelmiştir. Kuran’da da çeşitli bölümlerde Adem, Davut gibi dini şahsiyetlere atfen kullanılan halifelik kavramı, bu anlamıyla Allah’ın yeryüzündeki temsilcisini işaret eder. Halifeler; yetkilerini kullanmaya, İslam toplumunun, yani ümmetin “biatı” ile başlar. Arapça sözcük anlamı ile ise, “hak ettiği için Allah’ı adaletle temsil eden yetkili kişi”dir.

Hilafet ve halifelik kavramları bu anlamlarıyla dini bir içeriğe sahipmiş gibi görünse de, fiiliyatta dünyevi bir karşılık bulmuştur. Bu dünyevi karşılığı, IŞİD’in söz konusu hilafet ilanında açıkça görmek mümkün. Örgüt; cizye vb. İslami argümanlarla, insanlardan paralar toplarken ve savaş ganimetleri statüsüne sokarak silah vb. gereçlere el koyarken, Kuran’daki ilgili ayetlere göndermelerde bulunuyor.

IŞİD gibi küresel cihadı benimsemiş bir örgütün öznesi olduğu söz konusu hilafet ilanında da, örgüt lideri el-Bağdadi, bu özelliklere sahip olduğu atfedilerek tüm dünya müslümanlarının halifesi ilan edildi. Bağdadi, örgütün hilafet ilan ettiği, Müslümanların kutsal ayı ramazanın ilk günü Musul’daki cami hutbesinde yaptığı konuşmada, hilafet ilanını “Allah’ın Vaadi” başlığı altında yaptı.

Genel olarak İslam kaynakları, hilafetin meşruluğunu tüm ümmetin rızası ve bir şuranın (kurulun) oluruna dayandırsa da; her dini uygulamada olduğu gibi yoruma son derece açık bir durumla IŞİD, hilafet ilanında da farklı İslamı kaynakların farklı yorumlarını kıstas almış durumda. Tüm ümmetin rızası ve yetkili bir kurulun onayı olmaksızın “İslam toplumu ve devletinin istikrarı” adına ikrah, yani zorlama yoluyla bir hilafet ilanının meşruluğunu salık veren kimi İslami kaynaklar, bu noktada IŞİD’in esin kaynağı olmuştur.

Özellikle Irak’taki ABD işgali sonrası ve Suriye’de yaklaşık 4 yıldır süren iç savaş sonrası bu bölgelerde halihazırdaki Şii ve seküler iktidarlar karşısında savaşan selefi-cihatçı örgütlerden son dönemlerde adı ön plana çıkan IŞİD’in, güçlenerek hilafet devleti ilan etmesi, beklenen bir sonuç olarak görülebilir. 2013 yılı 3 Temmuz’u da yaşanan bu sonucun bir miladı olarak yorumlanabilir. Mısır’daki darbe sonrası Mısır ve Suriye’de yasadışı ilan edilen Müslüman Kardeşler militanlarının önemli bir kısmının “cihat bölgesi” Suriye’ye geldikleri biliniyordu. Bu faktörlerin, IŞİD’i bölgede güçlendiren ve son olarak hilafet devleti ilanına giden süreçte etkilediği söylenebilir. Bunların haricinde hilafet devleti ilanı sonrası bazı lokal El-Kaide unsurlarının (Libya El-Kaidesi ve Suriye’deki bazı El-Nusra unsurları) IŞİD’e biat etmesiyle de; IŞİD ve “dünya müslümanlarının yeni halifesi” el-Bağdadi’nin, bir kaç yıl önce ölen Usame bin Ladin’in yeni varisi mi olacağı sorusu kafalarda beliriyor.

El-Kaide bağlantılı, “bölgenin yerlisi” El-Nusra’dan farklı olarak IŞİD, dünyanın çok farklı ülkelerinden militanları bünyesinde barındırıyor. Küresel cihadı benimsemiş bu militanların örgüte katılımlarından sonra, vatandaşı oldukları devletin pasaportlarını yakma videolarını sitelerinde propaganda amaçlı yayınlarken örgüt; küresel cihada olan yaklaşımına dair önemli ipuçları da veriyor. IŞİD’in hilafet ilanıyla, “küresel cihadın ve dünya müslümanlarının lideri”, yani halifesi Ebu Bekir el Bağdadi’ye biat etmesi beklenen “milletten soyutlanarak ümmetleşmiş” müslüman bir dünya mı tahayyül ettiği, önümüzdeki dönemde cevap bekleyen soru olarak önümüzde duruyor.

Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 20.sayısında yayımlanmıştır. 

The post “Devletten Hilafete IŞİD’den İslam Devleti’ne” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/07/22/devletten-hilafete-isidden-islam-devletine-emrah-tekin/feed/ 0
“Benim Sloganım ‘Karar Halkındır’ ” – Mercan Doğan https://meydan1.org/2014/07/22/benim-sloganim-karar-halkindir-mercan-dogan/ https://meydan1.org/2014/07/22/benim-sloganim-karar-halkindir-mercan-dogan/#respond Tue, 22 Jul 2014 12:06:53 +0000 https://test.meydan.org/2014/07/22/benim-sloganim-karar-halkindir-mercan-dogan/ Tayyip Erdoğan’ın “milli güç” sloganı seçim kampanyasının ana söylemi. Sonu zaten baştan belli seçimin tek olmasa da tek güçlü adayı benim zati dercesine yola koyulmuş Erdoğan “milli”yi böylelikle bir kez daha hafızalarımıza mıhlamış oldu. Zatimce “milli” söyleminden hiç haz etmeyenlerdenim. Misal toplumun erkek hafızasında “milli olmak” diye bir vecize vardır hani. Erkeğin ilk cinsel deneyiminden […]

The post “Benim Sloganım ‘Karar Halkındır’ ” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Tayyip Erdoğan’ın “milli güç” sloganı seçim kampanyasının ana söylemi. Sonu zaten baştan belli seçimin tek olmasa da tek güçlü adayı benim zati dercesine yola koyulmuş Erdoğan “milli”yi böylelikle bir kez daha hafızalarımıza mıhlamış oldu. Zatimce “milli” söyleminden hiç haz etmeyenlerdenim.

Misal toplumun erkek hafızasında “milli olmak” diye bir vecize vardır hani. Erkeğin ilk cinsel deneyiminden sonra boynuna taktığı madalya gibi bir şey “milli olmak”, bir nevi erkek olmak. Nitekim Tayyip’in sloganındaki “milli” millet vurgusunu anlatıyor, o başka demeyin. İki söylem de aynı kapıya çıkıyor. Toplumun hafızasındaki “millet” Türkçesi ulus olanın Farsça karşılığı. Burada bir dipnot edeyim zaten Tayyip’in tek bilip, konuştuğu dil de Farsça. Yani sözün özü erkek cinsel gücüyle, devlet milli gücüyle iktidarına kavuşmuş oluyor. Şimdi aslolan slogana tekrar dönecek olursak, Tayyip için bu slogan adeta cuk oturmuş. Yani Tayyip pek bir kurnaz, milli olup milleti ayartmayı iyi biliyor. Ben Kürt olsam, kadın olsam, eşcinsel olsam, Süryani olsam… hayatta bu sloganın altına evet basmazdım.

Ama karar halkındır!

CHP-MHP çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu da “Ekmek için Ekmeleddin” sloganıyla seçim çalışmalarını sürdürüyor. Burada ekmek iki türlü kullanılmış. Birincisi 250 gr fiyatı 1 lira olan soframızdaki ekmek. İkincisi ise toprağı ekmek anlamında. Geçtiğimiz yıl dönümünden 600 kilo elde edilen buğdaydan, bu sene ancak 300 kilo alınabildi, neden? Çünkü kuraklık yaşıyoruz. Ekimi yapan çiftçi bu sene de kuraklık yaşarsa ekmek bile yiyemeyecek. Ne kadar ironik değil mi? Ekmeleddin beyin sloganı adeta ironilerle dolu.

Misal “saygıyı, birliği, dirliği, sevgiyi, bolluğu… ekmek için oyunuzu Ekmel Bey’e veriniz.” Ne güzel kavramlar yan yana dizilmiş değil mi? İnsanın bir an inanası geliyor. Ancak ve ancak “Çoook zenginsin be Ekmel. Çook zenginleşmissin beyim” YSK’ya açıklanan milyon dolarlar, dededen kalma konaklar, onlarca apartuman… Yani pek güzel hizmet etmiş Ekmeleddin Bey İslam âlemine, helali hoş olsun diyemeyeceğim.

1789 yılı, Fransız Devrimi’nde Paris’teki yoksullar, yiyecek ekmekleri olmadığı için ayaklanmışlardı. Bu sırada Kraliçe Marie Antoinette “ekmek bulamayanlar pasta yesin” şeklinde ahmakça bir öneri ortaya atmıştı. Sorun şu ki, öneride bahsedilen, bildiğimiz pasta değil brioche adlı verilen ve ekmeğe çok benzeyen bir çörekti. Bu durumda bu sözler iyi niyetli de olabilirdi. “Eğer ekmek istiyorlarsa onlara iyi cinsinden verin” gibisinden. Ama ironi bu işte. Diğer yandan, bu ifade 1760’tan beri aristokratik çürümenin tasviri olarak yazılı bir biçimde kullanılıyordu. Eee aristokrasi tarih sahnesinden çekildiğine göre Ekmeleddin Bey “ekmek” sloganıyla nasıl buluştu dersiniz? Sloganın çıkış hikâyesi için (kaşlar K. Emrah pozisyonunda çatık vaziyette) “küçükken ekmek derlerdi bana” diyor beyimiz, ben ise ekmek bulamayana ne verecek merak ediyorum.

Ama karar halkındır!

Gelelim “halkın adayı” sloganıyla yola koyulan Selahattin Demirtaş’a. Selahattin isminin analiz sonuçlarını araştırdım ve bir baktım ki, isimle cisim pek benzeşiyor. Aynen şöyle; hayalperest, sıkıntılardan kurtulmak için mücadele eden, sanatsal yeteneğe sahip, atılgan ve enerjik, sakin ve durağan, duygularını zor açabilen, kırılgan, sağduyulu. Şimdi tek tek ilerleyelim.

Seçimden galip çıkmak, Selahattin için, evet bir hayal. Ancak o sıkıntılarından(!) kurtulmak için mücadele ediyor. Sanata yatkın, çoook güzel Zazaca türkü söylüyor. Genç yaşına rağmen atılganlığı sayesinde Kürt siyasetinin en aktif yüzlerinden biri. Seçim konuşmalarında o kadar sakin ve durağan ki… Ne işim var benim burada der gibi. Diğer yandan sanki içinde fırtınalar kopuyor da duygularını açamıyor gibi. Kırılgan. Tıpkı “barış süreci” gibi. Sağduyulu. Tıpkı yıllardır devlet tarafından kök söktürülen “Kürt halkı” gibi. Yani Selahattin aslında içimizden biri. Ancak keşke, ahh keşke(!) bizim Selahattin koltuk kapma yarışında hayalperestçe boş bir hayal peşinde değil de, doğduğu toprakların yamaçlarında top koştursa. Ben onun yanında, işte o zaman, o topraklar için “biz” derdim, eveet derdim.

Ama karar halkındır!

Mercan Doğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Benim Sloganım ‘Karar Halkındır’ ” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/07/22/benim-sloganim-karar-halkindir-mercan-dogan/feed/ 0