kürtaj – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Mon, 18 Jan 2021 10:17:47 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Kürtaj, Devlet Hastanelerinde Fiili Olarak Engelleniyor https://meydan1.org/2021/01/18/kurtaj-devlet-hastanelerinde-fiili-olarak-engelleniyor/ https://meydan1.org/2021/01/18/kurtaj-devlet-hastanelerinde-fiili-olarak-engelleniyor/#respond Mon, 18 Jan 2021 10:17:46 +0000 https://meydan1.org/?p=69032 Türkiye’deki 295 devlet hastanesinin 102’sinde kürtajın yasak olduğunu belirten HDP Milletvekili Züleyha Gülüm, fiili kürtaj yasağının nedenlerinin araştırılması ve isteğe bağlı kürtajın sağlanmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınması amacıyla Meclis’te bir araştırma komisyonu kurulmasını teklif etti. Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, ‘fiili kürtaj yasağı’na ilişkin Meclis Başkanlığı’na araştırma önergesi sundu. “Türkiye’de güvenli, ücretsiz […]

The post Kürtaj, Devlet Hastanelerinde Fiili Olarak Engelleniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Türkiye’deki 295 devlet hastanesinin 102’sinde kürtajın yasak olduğunu belirten HDP Milletvekili Züleyha Gülüm, fiili kürtaj yasağının nedenlerinin araştırılması ve isteğe bağlı kürtajın sağlanmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınması amacıyla Meclis’te bir araştırma komisyonu kurulmasını teklif etti.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, ‘fiili kürtaj yasağı’na ilişkin Meclis Başkanlığı’na araştırma önergesi sundu.

“Türkiye’de güvenli, ücretsiz ve erişilebilir kürtaj hakkı, kürtaj yapmayı reddeden kamu yetkililerince engellenmektedir” diyen HDP’li vekil, önergesinde şu ifadeleri kullandı:

Yasal olmasına rağmen doğum kontrolü yöntemleri ile kürtaj hizmeti sağlamayan kamu hastanelerinin tespit edilerek fiili kürtaj yasağının nedenlerinin araştırılması ve isteğe bağlı kürtaj hizmetinin sağlanmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınması amacıyla Anayasa’nın 98. İçtüzüğün 104. ve 105. Maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılması için gereğini arz ve teklif ederim.

Gülüm, önergesinin gerekçesinde ise Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin “Yasal Ancak Ulaşılabilir Değil: Türkiye’deki Kamu Hastanelerinde Kürtaj Hizmetleri” raporundaki verileri hatırlattı.

Söz konusu rapora göre, Türkiye’de yasal olmasına rağmen 295 devlet hastanesinin 102’sinde kürtajın yasak veya devlet hastanelerinde yapılmadığı gerekçesiyle kürtaj hakkının engellendiği belirtiliyor.

Raporda 295 hastanenin yalnızca 10’unda kadının isteği esas alınarak, hiçbir şart koşulmadan kürtaj hizmetinin verildiği, “İsteğe bağlı kürtaj yapmayan” hastane oranın ise son dört yılda yüzde 12’den yüzde 54’e çıktığı ve İstanbul dahil olmak üzere 56 ilde isteğe bağlı kürtaj hizmetinin verilmediği ifade ediliyor.

“Bu veriler hükümetin kürtaj karşıtı politika ve söylemlerinin yaygın bir fiili yasağa dönüştüğünü açıkça göstermektedir” diyen HDP’li Gülüm, önergesinin devamında şu ifadelere yer verdi:

Özellikle 2012 yılından itibaren sistematikleşen kürtaj karşıtı uygulamalar ve kürtajın bir cinayet olduğu yönündeki söylemler kürtajın yasal olmadığı algısına yol açmıştır. Bununla birlikte devletin sorumlu olduğu kamu hastanelerinde ücretsiz sunulması gereken hizmetlerin özel hastanelere yönlendirilerek ücretli hale getirilmesi sağlık hakkının ihlaline, özellikle yoksul kadınların bu haktan mahrum kalmasına neden olmaktadır.

Dahası, Sağlıkta Dönüşüm Programı’yla birlikte sağlık ocaklarının kapatılarak aile hekimliğine geçilmesi ve hastanelerde olduğu gibi burada da performans sisteminin etkili olması, Dünya Sağlık Örgütü’nün temel ilaçlar listesine aldığı medikal kürtaj haplarına erişilememesi, hekimlerin yasalara aykırı olduğu halde kürtajı yapmama durumunda korunacağını bilmeleri veya aksine kürtaj yaptıkları için fişleneceği baskısı gibi nedenler fiili kürtaj yasağının başlıca nedenleri arasındadır.

The post Kürtaj, Devlet Hastanelerinde Fiili Olarak Engelleniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2021/01/18/kurtaj-devlet-hastanelerinde-fiili-olarak-engelleniyor/feed/ 0
Arjantin’de Kürtaj Yasağı Kalkıyor https://meydan1.org/2020/03/01/arjantinde-kurtaj-yasagi-kalkiyor/ https://meydan1.org/2020/03/01/arjantinde-kurtaj-yasagi-kalkiyor/#respond Sun, 01 Mar 2020 20:16:16 +0000 https://meydan.org/?p=55387 Arjantin Devlet Başkanı Alberto Fernandez, kürtajın yasallaşması için yasa tasarısı sunacağını açıkladı. Fernandez, Arjantin’de kürtajın 100 yıl önce yasaklandığını fakat bazı durumlarda kadınların hayatını riske atarak gizli yerlerde kürtaj yaptırdığını belirterek “Önümüzdeki 10 gün içinde, gebeliğin başlangıcında kürtajın yasal hale getirecek ve kadınların bu kararı almalarının ardından sağlık sistemine erişmesine izin verecek yasa tasarısını sunacağım” […]

The post Arjantin’de Kürtaj Yasağı Kalkıyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Arjantin Devlet Başkanı Alberto Fernandez, kürtajın yasallaşması için yasa tasarısı sunacağını açıkladı.

Fernandez, Arjantin’de kürtajın 100 yıl önce yasaklandığını fakat bazı durumlarda kadınların hayatını riske atarak gizli yerlerde kürtaj yaptırdığını belirterek “Önümüzdeki 10 gün içinde, gebeliğin başlangıcında kürtajın yasal hale getirecek ve kadınların bu kararı almalarının ardından sağlık sistemine erişmesine izin verecek yasa tasarısını sunacağım” dedi.

Arjantin’de kadınların bu konudaki eylemleri sürerken 2018’de kadınlara hamileliklerinin ilk 14 haftasında kürtaj hakkını öngören yasa tasarını reddedilmişti. Arjantin’de hali hazırda kürtaja sadece tecavüz vakalarında ve annelerin sağlık sorunu yaşadığı durumlarda izin veriliyor.

The post Arjantin’de Kürtaj Yasağı Kalkıyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/03/01/arjantinde-kurtaj-yasagi-kalkiyor/feed/ 0
Jane’i Arayın- Merve Arkun https://meydan1.org/2019/03/04/janei-arayin-merve-arkun/ https://meydan1.org/2019/03/04/janei-arayin-merve-arkun/#respond Mon, 04 Mar 2019 10:24:13 +0000 https://test.meydan.org/2019/03/04/janei-arayin-merve-arkun/ Kürtaj Yasağına Karşı Dayanışmayı Büyüten Kadınlar: Jane Kolektifi Kürtajın suç sayılarak yasaklandığı bir coğrafyada istemediğiniz bir hamilelik yaşarken bilboardlarda, gazetelerde, dergilerde bir ilan gördüğünüzü düşünün; “Hamile misiniz? Dayanışmaya mı ihtiyacınız var? Jane’i arayın!” 1960’lı yılların sonunda Chicago’da, yani Amerika Birleşik Devletleri’nde kürtajın yasak olduğu dönemlerde kurulan gizli bir kürtaj servisi Jane Kolektifi. Çeşitli yerlere verdiği […]

The post Jane’i Arayın- Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Kürtaj Yasağına Karşı Dayanışmayı Büyüten Kadınlar: Jane Kolektifi

Kürtajın suç sayılarak yasaklandığı bir coğrafyada istemediğiniz bir hamilelik yaşarken bilboardlarda, gazetelerde, dergilerde bir ilan gördüğünüzü düşünün; “Hamile misiniz? Dayanışmaya mı ihtiyacınız var? Jane’i arayın!”

1960’lı yılların sonunda Chicago’da, yani Amerika Birleşik Devletleri’nde kürtajın yasak olduğu dönemlerde kurulan gizli bir kürtaj servisi Jane Kolektifi. Çeşitli yerlere verdiği ilan ve reklamlarla kürtaj olmak isteyen kadınlara çağrı yapıyor.

Kod adları “Jane” olan kadınlar tarafından kurulan bu kolektifin ilanlarında görülen numarayı aradığınızda bir telesekreter tarafından karşılanıyorsunuz. Telesekretere isminizi, telefon numaranızı ve hamileliğiniz kaçıncı haftasında olduğunuzun bilgisini verdikten kısa bir süre sonra, bir Jane size geri dönüyor ve kürtaj konusunda sizinle dayanışma göstereceklerini belirtiyor. Bir Jane sizi kürtaj olacağınız gizli evlerden birine ulaştırıyor; başka bir Jane size kürtaj yapıyor; bir diğer Jane kürtaj sonrasında tedavinizi düzenliyor… Jane Kolektifi’nin ördüğü bu dayanışma ile kürtajın yasak olduğu bir coğrafyada, 4 yıl boyunca toplamda 11.000’den fazla kadına gizlice kürtaj yapılıyor.

Kolektif üyesi Jane’ler, devlet tarafından “suç” denilerek yasaklanan kürtajın bilgisini birbirleriyle paylaşarak kürtaj olanağını daha fazla kadına ulaştırmayı amaçlıyor. Kürtaj yaptıkları süre zarfında durdurmakta zorlandıkları bazı kanamaları deneyimleseler de, Jane Kolektifi üyesi kadınlar, kürtaj yaptıkları hiçbir kadının yaşamını yitirmesine izin vermiyorlar; dayanışmayla yaşatıyorlar.

Kolektifin gizli evlerinden bir tanesi 1972 yılında ifşa edilince polis tarafından basılıyor. Evi basan polisler kürtajı yapanın erkek bir doktor olduğunu düşünerek evi didik didik ediyor. Kürtajı yapanın da kolektifin sürüdürülebilirliğini sağlayıp sayısız kadına kürtaj olanağı sağlayanın da kolektifin isimsiz “Janeleri” olduklarını öğrenince, evde bulunan 7 Jane’i tutukluyor. Polis tarafından tutuklanan Jane’ler ise bindirildikleri polis aracında, kürtaj isteyen kadınların isimlerinin yazılı olduğu kağıtları yutarak kürtaj olmayı bekleyen kadınlarla dayanışmalarını sürdürüyor.

Kolektif üyelerinin tutuklanmasından kısa bir süre sonra mahkemenin verdiği karar ile Amerika Birleşik Devletleri’nde kürtaj bir suç olmaktan çıkarılıp yasalaşıyor. Jane Kolektifi’nin ördüğü dayanışma ile onbinlerce kadın kürtaj olma imkanını bulmuşken kolektif, verdiği mücadele ile kazanıyor.

Kanunen “Yasal”, Fiilen Yasak

Türkiye’de isteğe bağlı kürtaj 1983 yılında yasalaştığında; hamilelikler kanunen 10. haftanın sonuna kadar, kadının “mağdur” olması durumunda ise 20. haftanın sonuna kadar sonlandırılabiliyordu. Ancak yine de herkesin bu “hak”ka kolayca ulaşabilmesi söz konusu değildi. Yeterli donanıma sahip personelin yokluğu ve hastanelerin bu duruma adaptasyon problemi, kürtajın fiilen uygulanmasının önünde büyük bir engeldi.

Bugün Sağlık Bakanlığı, gebeliğin 10. haftası dolana dek annenin sağlığı açısından tıbbi bir sakınca olmadığı takdirde istek üzerine kürtaj yapılabildiğini belirtse de pratik uygulamalar bunun yalnızca bir iddia olduğunu kanıtlıyor.

İsteğe bağlı kürtajın yapıldığı iddia edilen devlet hastanelerinde, pratik olarak kürtajın yapılmadığı ve hatta engellendiği ortada. Devlet hastanelerinde isteğe bağlı kürtaj, doktor performans sistemi kapsamında puan sağlasa da hastaneye bir getiri sağlamaması sebebiyle fiiliyatta uygulanmıyor.

2016 yılında yayınlanan “Devlet Hastanelerinde Kürtaj Hizmetleri” başlıklı rapora göre, 81 ilin 53’ünde isteğe bağlı kürtaj hizmeti yok; Batı Marmara ve Doğu Karadeniz bölgelerinde bulunan devlet hastanelerinin hiçbirinde ise isteğe bağlı kürtaj yapılmıyor. İstatistiklere göre bugün coğrafya genelindeki 431 devlet hastanesinin yalnızca %7.8’inde isteğe bağlı kürtaj yapılırken %11.8’inde de hiçbir koşul altında kürtaj yapılmıyor. İsteğe bağlı kürtaj oranının bu kadar düşük olması, kürtaj olmak isteyen kadınları “özel kliniklere” ve “özel hastanelere” mecbur bırakırken; ekonomik imkansızlıklar sebebiyle kürtaj yaptırma imkanı bulamayan kadınlar için bu durum doğurmayı zorunlu hale getiriyor…

Bir Nüfus Politikası Olarak Teşvikler, Kısıtlamalar, Yasaklar

Devlet bir yandan kürtajı ve doğum kontrol mekanizmalarını giderek kısıtlarken, bir yandan da nüfus politikalarının bir parçası olarak tüp bebek tedavisini de teşvike devam ediyor. Her evlilikte üç denemeyi de karşılayan SGK, daha önceki evlilikten çocuk olsa ve ayrıca evlat edinilmiş olsa dahi, söz konusu tüp bebek teşvikine bir engel görmüyor. Doğum kontrol mekanizmaları ve aile planlanması devlet eliyle yasaklanır ya da kısıtlanırken “bir nüfus politikası” olarak üremeye teşvik giderek artırılıyor…

Kürtaj tartışmalarının dışında, devletin üreme sağlığına yönelik uygulamaları da aslında resmin bütününü bir nüfus politikası olarak görmemize olanak veriyor. 9 yıl öncesine kadar sağlık ocaklarında ücretsiz verilen ve SGK reçeteleriyle ücretsiz alınabilen doğum kontrol hapları, 2012 yılında SGK sisteminde yapılan bir değişiklik ile “pasif ilaç” kategorisine alınmıştı. Söz konusu tarihten itibaren ise doğum kontrol haplarının satışı ücretli yapılmaya başlandı. Doğum kontrol haplarının sadece tedavi amaçlı değil, hamilelik önleme amaçlı kullanıldığı da göz önünde bulundurulduğunda; bu değişimin üreme sağlığı hakkına yönelik bir yaptırımı da beraberinde getirdiği açıktır. 2017 yılında Sağlık Bakanlığı’nın Aile Hekimliği uygulamasında yaptığı bir başka değişiklik ile birlikte ise doğum kontrolü için rahim içi araç (spiral) uygulamasına da son verildi.

Aslında bu ve benzer uygulamalar ile doğum kontrol mekanizmalarının giderek kısıtlandığı açıkça görülüyor. Söz konusu kısıtlamalar istenmeyen hamileliklerin sayısında bir artışı beraberinde getirirken; kürtaja yönelik yasaklar ve kısıtlamalar ise kürtajı fiilen yasak, doğurmayı da zorunlu hale getiriyor.

Karar da Yaşam da Bizimdir!

Erdoğan 2008 yılında “en az üç çocuk” söylemi ile üreme ve aile planlaması tartışmalarının hararetlenmesine sebep olmuş; 2012 yılında ise “Her kürtaj bir Uludere’dir” diyerek Roboski Katliamı’nı gizlemek ve aklamak için kadın bedenine saldırmıştı. Ayrıca AKP, 2014-2018 yıllarını kapsayan Onuncu Kalkınma Planı’nda ise “toplam doğurganlık hızının tecriden yükseltilmesi”ni hedeflediğini açıkça ifade etmişti.

Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde; doğum kontrolüne ya da kürtaja yönelik getirilen kısıtlamaların aslında bir nüfus politikasının parçaları olduğunu görmek mümkün.

Kadının kimliğini de bedenini de bir politika aracı olarak kurgulayan ve kullanan erkek iktidarlar bizlere böyle saldırırken belki de çözüm sırtımızı birbirimize yaslamakta, birbirimizin elinden tutup birbirimizden güç almakta. 2012 yılındaki büyük kürtaj eylemlerinde hep bir ağızdan haykırdığımız gibi “Karar da yaşam da bizimdir!” diyerek getirilen kısıtlamalara, artırılan yasaklara karşı yeni Jane’lere dönüşerek birbirimizin çaresi olmakta, dayanışmayla yaşamakta…

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.

The post Jane’i Arayın- Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/03/04/janei-arayin-merve-arkun/feed/ 0
Papa Franciscus İçin Kürtaj Yaptırmak Kiralık Katil Tutmakmış https://meydan1.org/2018/10/10/papa-franciscus-icin-kurtaj-yaptirmak-kiralik-katil-tutmakmis/ https://meydan1.org/2018/10/10/papa-franciscus-icin-kurtaj-yaptirmak-kiralik-katil-tutmakmis/#respond Wed, 10 Oct 2018 13:01:41 +0000 https://seninmedyan.org/?p=44175 Geçtiğimiz aylarda Franciscus’un başında bulunduğu Vatikan’a bağlı olan Katolik Kilisesi’nin 70 yıl boyunca yüzlece çocuğa cinsel işkence uyguladığı ve Vatikan’ın bunları sakladığı açığa çıkmıştı. Papa ise yaşananların üzerine sadece göstermelik bir özür diledi. Franciscus, geçtiğimiz pazar ayininde ise, şeytanın kilisenin peşinde olduğunu ve yaşananların onun yüzünden gerçekleştiğini söyleyerek, Katoliklerden böyle bir şeyin bir daha yaşanmaması […]

The post Papa Franciscus İçin Kürtaj Yaptırmak Kiralık Katil Tutmakmış appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Geçtiğimiz aylarda Franciscus’un başında bulunduğu Vatikan’a bağlı olan Katolik Kilisesi’nin 70 yıl boyunca yüzlece çocuğa cinsel işkence uyguladığı ve Vatikan’ın bunları sakladığı açığa çıkmıştı. Papa ise yaşananların üzerine sadece göstermelik bir özür diledi. Franciscus, geçtiğimiz pazar ayininde ise, şeytanın kilisenin peşinde olduğunu ve yaşananların onun yüzünden gerçekleştiğini söyleyerek, Katoliklerden böyle bir şeyin bir daha yaşanmaması için her gün dua etmesini talep etti.

Söyledikleri akla mantığa sığan şeylermiş gibi konuşmaktan asla yorulmayan Franciscus, bugün bir saçmalığa daha imza attı. Haziran ayında kürtajın Nazilerin yahudilere uyguladığı soykırımdan bir farkı olmadığını söyleyen papa, herhalde uzun süredir konuşmadığından olsa gerek bu kez de kürtajın kiralık katil tutmakla aynı şey olduğunu açıkladı.

Vatikan Aziz Petrus Meydanı’nda haftalık konuşmasını gerçekleştiren Franciscus, bir hamileliği sonlandırmanın tıpkı mafyanın yaptığı gibi insanları ortadan kaldırmak için kiralık katil tutmaya benzer bir davranış olduğunu açıkladı. Sözlerini desteklemek için kalabalığa soru şeklinde yönelten papaya insanların verdiği cevap ise HAYIR oldu.

Franciscus, Ağustos ayında Arjantin meclisi tarafından reddedilen kürtaj yasasına da kesinlikle karşı olduğunu duyurmuştu.

 

The post Papa Franciscus İçin Kürtaj Yaptırmak Kiralık Katil Tutmakmış appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/10/10/papa-franciscus-icin-kurtaj-yaptirmak-kiralik-katil-tutmakmis/feed/ 0
”Doğurmak ya da Doğurmamak Politikalaşamaz” https://meydan1.org/2016/06/23/dogurmak-ya-da-dogurmamak-politikalasamaz/ https://meydan1.org/2016/06/23/dogurmak-ya-da-dogurmamak-politikalasamaz/#respond Thu, 23 Jun 2016 08:46:05 +0000 https://test.meydan.org/2016/06/23/dogurmak-ya-da-dogurmamak-politikalasamaz/ Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemleriyle gündeme gelen “doğum kontrolü”, “kürtaj”, “annelik” tartışmaları ve Boşanma Komisyonu’nun yakın zamanda meclise sunduğu yasa değişikliği önerisi, iktidarın oluşturmak istediği yeni toplumun ayak sesleri gibi görünüyor. Yaklaşık iki yıldır gündemde olan “devletin yapısının değiştirilmesi” meselesi, toplumun daha muhafazakar öğelerle şekillendirilmesiyle de yakından ilişkili. İktidar, İslami nüansları daha baskın bir toplum oluşturmak isterken, […]

The post ”Doğurmak ya da Doğurmamak Politikalaşamaz” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

kürtaj

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemleriyle gündeme gelen “doğum kontrolü”, “kürtaj”, “annelik” tartışmaları ve Boşanma Komisyonu’nun yakın zamanda meclise sunduğu yasa değişikliği önerisi, iktidarın oluşturmak istediği yeni toplumun ayak sesleri gibi görünüyor. Yaklaşık iki yıldır gündemde olan “devletin yapısının değiştirilmesi” meselesi, toplumun daha muhafazakar öğelerle şekillendirilmesiyle de yakından ilişkili. İktidar, İslami nüansları daha baskın bir toplum oluşturmak isterken, aynı zamanda liberal politikaların sorunsuzca işlediği, küresel güçlerden bağımsız olabilecek veya bağımsızmış gibi görünebilecek bir devlet yapısı kurmayı hedefliyor.

Yaratılmak istenen bu yeni toplumun propagandasını yaparken, devletin kadın bedenine, kadının kararına yönelmesini şaşırtıcı bulmamak ve böylesi saldırıları sadece kadın düşmanlığı olarak algılamamak gerekir. Örneğin; AKP’nin, 2011 yılında Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirmesi; kadını bir özne olmaktan öte, sadece aileyle birlikte var olabilecek bir nesne olarak “dönüştürmek istemesi”yle ilişkilidir. Erdoğan’ın, 2012’de yaşanan Roboski Katliamı sonrasında yaptığı “Her kürtaj bir Uludere’dir” açıklamasının ardından, bugünlerde gündeme gelen “doğum kontrol ihanettir” ve “eksik, yarım kadın” söylemleriyle benzer saldırılar sürmektedir.

Devletin Nüfus Politikası

Devletin iktidarını güçlendirebilmesi için, bedenleri yönetmesi ve isteğine göre düzenleyebilmesi gerekir. İnsan bedeninin biyolojik niteliklerini düzenleme ve denetleme olarak adlandırılan biyo-iktidarın saldırı alanı -sahip olduğu üretkenliği sebebiyle- kadının bedeni ve kimliği üzerinden şekillenir.

Avrupa’da 14. yüzyılda başlayan ve 16. yüzyılda büyük bir krize dönüşen nüfus azalışının nedeni, savaşlar ve kıtlık sebebiyle ekonominin düşüşü ve henüz gelişmemiş kapitalizmin sancılarıdır. 17. yüzyılda devletin, doğurganlığı düzenleme ve kadınların kendi bedenleri üzerindeki kontrolünü yok etme isteği de bu krize bağlıdır, ancak bununla sınırlı değildir.

Kadınların bedeni ve kararları üzerinde yüzyıllardır var olan erkek egemen tahakküm, 17 ve 18. yüzyıllardan itibaren bir devlet politikası olarak ortaya çıkar. Örneğin; farklı birçok devlet, 20. yüzyıla dek pronatalist (üremeyi destekleyici) politikalar yürütürken; 20 ve 21. yüzyılda ise -kapitalizmin ve modern devletin oluşumunu kısmen tamamlaması sebebiyle- antinatalist (üremeyi kısıtlayıcı) politikalar gütmeye başlamıştır.

Devletin kadın bedenine yönelik denetiminin en yoğun olduğu alansa doğum kontrolüdür. İktidar, kadının kendi bedenini kontrol edebilmesinin önüne geçmek amacıyla doğum kontrol politikaları uygular. Bu politikalar -devletin ekonomik, siyasal ve tomlumsal stratejisiyle ilişkili olarak- kimi zaman çok doğuma, kimi zaman az doğuma yönlendirecek uygulamalar içerir.

Devletin kadın bedenine yönelik bu saldırısındaki tek amaç, sadece nüfusu istediği biçimde oluşturmak istemesi değildir. Saldırı, kadın bedeninin devlet denetimine açılması, aile kavramı ve toplumsal cinsiyet rolleriyle ilintilidir. Anne ve eş statüsüyle toplumsal ve siyasal yaşantının dışında bırakılmak istenen kadın, üretim gücü nedeniyle sadece bir meta olmanın ötesinde, erkek egemen algının yok saydığı bir nesne konumuna getirilmek istenmektedir.

1920’lerde ve 30’larda, yıllardır süren savaş nedeniyle, nüfusta azalma söz konusudur. O dönemde nüfus fazlalığı askeri ve siyasi bir güç olarak kabul edildiğinden, nüfus arttırmaya yönelik politikalar izlenmiştir. 1930’larda Mussolini’den etkilenen TC devleti, “doğumları artırmak, ölümleri azaltmak” gayesinde olduğunu söylemiş; doğum kontrol ilaçlarını ve kürtajı yasaklamıştır. Amaç sadece nüfusun arttırılması değildir, devletin ırkçı-milliyetçi yeni bir nesil yaratma isteğiyle de doğrudan ilgilidir.

İkinci Dünya Savaşı sonrası, devletlerin karşısına büyük bir sorun olarak çıkan “nüfus”, 1960’lı yıllarda TC’de de tartışılmaya başlanmıştır. Ekonomik kalkınmanın da gerçekleştirilmek istenmesiyle aynı tarihlerde Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştur. Devlet Planlama Teşkilatı’nın “I, II ve III. 5 Yıllık Kalkınma Planlarında çeşitli nüfus politikaları uygulamaya konmuştur. TC’nin uluslararası düzeyde “gelişmekte olan ülke” konumunda bulunması nedeniyle nüfusun fazlalığı bir problem olarak görülmüş ve toplumun refah seviyesinin yükseltilebilmesi için doğum kontrol ve kürtaj serbestliğine gidilmiştir.

2012’de ise yapılan fiili değişikliklerle iyice zorlaşan, “neredeyse” yasaklanan kürtajla birlikte, devletin yıllardır uyguladığı nüfus politikasında bir farklılaşma olduğu görülmekte. ABD’nin 1994’te Kahire Nüfus Kalkınma Üzerine Eylem Konferansı’nda “nüfus artışının doğal bir olay olduğu” ve “refah seviyesinin nüfusla değil, özelleştirmeyle sağlanacağı” savunusundan TC yeni etkilenmiş olacak ki; nüfus artışına yönelik politikalarını hızlandırdı. Burada, İslam dininde kürtajın, doğum kontrolünün yasak olmasının ötesinde; yaratılmak istenen “yeni nesil” kavramını değerlendirmek gerekir. Zira 1930’larda doğumların arttırılmasıyla yaratılmak istenen ve eğitim politikalarıyla şekillendirilen milliyetçi-devletçi yeni nesil; bugün muhafazakar, kutsal aileye bağımlı ve devletin daimi destekçisi “yeni nesil bireyler” olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kadınlar Nüfus Politikalarının Karşısında

Nüfus politikalarının uygulanmasında, pek çok tomlumsal ve ekonomik etmen vardır. Kadını toplumsal alandan uzaklaştırarak güçlendirilecek iktidar ve kadının üretim gücünden elde edilecek iş gücü, bu etmenlerin önde gelenleridir.

İlk olarak Aydınlanma’yla başlayan “bedenlerin kontrolü” meselesi, modern nüfus kavramı olarak günümüze dek uzanmıştır. Devletlerin nüfus politikalarında amaçladıkları, toplumun yaşam kalitesini artırmak değil; sahip oldukları iktidarın uluslararası düzeyde bir güce dönüşmesi ve ekonomik olarak güçsüz olan coğrafyalarda ayrıcalıklı konumlarını koruma isteğidir.

19. ve 20. yüzyıllarda Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da yasak olan doğum kontrolü, devletin kadın bedenine yönelik saldırılarının en görüneni olmuştur. Kadınların bu saldırılara olan tepkisiyse, zorunlu bazı uygulamalara neden olmuştur. Emma Goldman’ın Amerika’da verdiği doğum kontrol mücadelesi, Goldman’ın yaptığı konuşmaların defalarca yasaklanmasına, hatta tutuklanmasına neden olmuş; ancak devlet, kadınların mücadelesini durduramamıştır. Emma Goldman’dan hareketle aynı savunuyu yapan Margaret Sanger, 1916’da dünyadaki ilk doğum kontrol kliniğini açmış; ardından tutuklanmış ve açmış olduğu klinik kapatılmıştır. Fakat devlet, farklı bölgelerde açılan pek çok kliniğin ardından doğum kontrolünün yapılmasını engelleyemeyeceğini anlayınca, doğum kontrolünü serbest bırakmak zorunda kalmıştır. 1921’de İngiltere’ye sıçrayan doğum kontrol mücadelesi, İngiltere devletine de benzer uygulama değişiklikleri yaptırmak zorunda kalmıştır.

1960’lı yıllarda dünya üzerinde nüfus politikalarının ivme kazanmasıyla birlikte, kadınların doğum kontrol mücadelesi de yükselmiştir. 1970’lerde kürtajın yasaklanmasına ilişkin Fransa’da düzenlenen eylemler uluslararası niteliğe ulaşmış ve 1967-73 yılları arasında toplam 20 devlet, kürtaj yasasıyla ilgili değişiklikler yapmak zorunda kalmıştır.

Kadına Yönelik Saldırılar Bir Devlet Geleneğidir

Devlet iktidarının kadına yönelen saldırılarını değerlendirmek, uzun soluklu bir politikayı değerlendirmek olacaktır. Diğer devletlerce yapılan yasal düzenlemeler, nüfus politikalarının kadın üzerindeki baskısını azaltmak amacını taşımaz. Örneğin kimi devletler nüfus politikalarıyla, eğitimli, beyaz, burjuva sınıfın nüfusunu artırmayı amaçlar. Bir taraftan nüfus artırılmaya çalışılırken, Doğu Avrupa’da ise Çingeneler kısırlaştırılır. Kadının kapitalizme iş gücü olması nedeniyle, çoğu Avrupa ülkesinde, özellikle Romanya’da iş yerlerinde ayda bir zorunlu muayeneler yapılır ve hamile kadınlar işten çıkartılır.

TC Devleti’nin günümüz politikasıysa, dünya devletlerinin günümüz uygulamalarının dışında olmakla birlikte, nüfus planlaması yapmıyormuş gibi gösterilmek istenen bir nüfus politikasıdır.

Kadının bir üretim aracı olarak görüldüğü, toplumsal ve siyasal yaşamın dışında konumlandırılmak istendiği devlette, doğum kontrolü ve kürtaj, bu bedene saldırının görünen kısmıdır. Devletin şu anki amaçlarının bir kısmı, militarizme hizmet edecek yeni bireyler ve eğitim politikalarıyla muhafazakarlaştıracak bireyler yaratmak, daha çok kontrol olarak sıralanabilir.

Kadın bedeni üzerinden yaratılmak istenen tüm bu “yeni birey”, “yeni nesil”, “yeni toplum” ve yeni devlet anlayışını kıracak olansa, kadının özörgütlü mücadelesi olacaktır. Bu yüzden, bu mücadele hattını salt anayasal bir hak talebi mücadelesi olarak değerlendirmek de sığlık olacaktır.

“Aile kurumunun güçlendirilmesi” amacıyla kadın dayanışmasına engel olmak, hadım uygulamalarıyla bedenleri disipline etme politikalarını ilerletmek, “toplumun huzur ve ahlakı için” çocukları tecavüzcüsüyle evlendirmek… Tüm bunlar, iktidarın kadına yönelik saldırılarının yasa önerileriyle teorize edilmiş halidir. Erkek egemenlik var oldukça kadınların sürdüreceği direniş, devletin bedenlere yönelen saldırılarına cevap olacaktır. İktidarın, otoritenin var olmadığı bir ilişki biçimini yaratan kadınlar, bedenlerinin ve kararlarının savunusunu yapmaya devam edeceklerdir. Emma Goldman’ın söylediği gibi;

“(…) İlk olarak, kendilerini bir seks metası olarak değil, kişilik sahibi bireyler olarak değerlendirerek. İkincisi, kendi bedeni üstünde kimsenin hak iddia etmesini kabul etmeyerek; Tanrı, devlet, toplum, koca, aile vb’nin hizmetkarı olmayı reddederek; kendi yaşamını daha basit, ancak daha derin ve zengin yaparak. Yani, tüm karmaşıklıklarıyla yaşamın anlamı ve içeriğini kavramayı deneyerek, kendini kamusal görüşün ve kamusal dışlamanın korkusundan kurtararak. Kadını seçim sandıkları değil, ancak anarşist devrim özgürleştirecektir; anarşist devrim, onu dünyada daha önce görülmemiş bir güç, özgür erkekler ve kadınların oluşmasını sağlayacak kutsal ateşten bir güç haline getirecektir.”

Nergis Şen – Ece Uzun

 Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayınlanmıştır.

The post ”Doğurmak ya da Doğurmamak Politikalaşamaz” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/06/23/dogurmak-ya-da-dogurmamak-politikalasamaz/feed/ 0
“İşte Şimdi Sahne Sizin” Zeynep Kocaman https://meydan1.org/2013/11/03/iste-simdi-sahne-sizin-zeynep-kocaman/ https://meydan1.org/2013/11/03/iste-simdi-sahne-sizin-zeynep-kocaman/#respond Sun, 03 Nov 2013 16:11:19 +0000 https://test.meydan.org/2013/11/03/iste-simdi-sahne-sizin-zeynep-kocaman/ Taşıyıcısı kadın olan örtü, günümüz muhafazakarlarınca “başörtüsü”, laiklerce “türban” ifadesiyle yıllardır siyasal krizleri beraberinde getirse de özünde bir kadın sorunu olduğu gerçeğini örtememiştir. Yasaklarla, siyasetle ve mücadelesiyle her daim gündem olmuş ve kadınları ilgilendirmiştir. Örtünen Değil, Örtülen Kadın Günümüze kadar cumhuriyetin modern kadın kimliği ile ilişkili olarak örtünme, ideolojik bir temelde sorgulanmıştır. Cumhuriyetin gelişiyle topluma […]

The post “İşte Şimdi Sahne Sizin” Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Taşıyıcısı kadın olan örtü, günümüz muhafazakarlarınca “başörtüsü”, laiklerce “türban” ifadesiyle yıllardır siyasal krizleri beraberinde getirse de özünde bir kadın sorunu olduğu gerçeğini örtememiştir. Yasaklarla, siyasetle ve mücadelesiyle her daim gündem olmuş ve kadınları ilgilendirmiştir.

Örtünen Değil, Örtülen Kadın

Günümüze kadar cumhuriyetin modern kadın kimliği ile ilişkili olarak örtünme, ideolojik bir temelde sorgulanmıştır. Cumhuriyetin gelişiyle topluma dayatılan “modernlik”, kadınlar için yeni bir kimliğin habercisiydi. “Modern” cumhuriyetle kadın başı açık, okur-yazar, seçme ve seçilme hakkına sahip bir kimlikle sınanıyordu. Geleneksel değerlerinden kopartılan toplum, bir de üstüne hiç de tanışık olmadığı Avrupalılar gibi davranmaya zorlanıyordu. Kılık kıyafet değişikliği, sembolik olarak Halifelik misyonunun terk edilişinin bir görüntüsüydü. Ancak bu yeni kimlik sadece biçimseldi ve özde kadının ev hapisliğini değiştirmedi. Genelde ev işçiliğinden çocuk bakıcılığına pozisyonu değişmeyen kadına, ayrıntılarda, yani sembolik olarak, yeni ulusal anlayışın örgütlenmesinde çeşitli pozisyonlar verildi. Bu bazen ulusal anlayışın dikte edildiği eğitim kurumlarında erkeğe yardımcı Fatma Rafet Angın gibi kadın öğretmenler olurken, bazen de erkeklik fabrikası orduda yaşamları için isyan edenlerin üzerine bombalar yağdıran Sabiha Gökçen gibi kadın askerler oldu.

Tek partili dönemden çok partili döneme, değişim vaadiyle yoksullaştırılanlar da yine en çok kadınlar oldu. Seçim zamanları oy uğruna modernizm rüzgarını arkasına alarak “başörtüsünü yobazlıkla” suçlayıp iktidar olanlarla, “başörtüsü değerimizdir” diyerek kaybettikleri iktidarı tekrar kazanmak isteyenlerin nutuklarıyla başörtüsü, erkekler tarafından bir siyaset aracına dönüştürülmüştü.

Meclis ve orduyu elinde tutan Kemalist rejim, yeni kurulan cumhuriyette devletin tüm organlarını kontrol ediyordu. Devlet Kemalist rejimin birebir işlediği bir yapıyken şehir merkezlerinden uzaklaştıkça kenar mahalle ve köylerde muhafazakâr cemaatler Kemalist rejim karşıtlığı yapıyor ve karşı karşıya geliyorlardı. Bu karşılaşmaların en belirgin sloganı ise yine kadının örtüsü oluyordu. Her iki taraf da kadının iradesini hiçe sayarak, kadının iradesi üzerine siyaset yapıyordu.

“Kadının Başındaki Bela: YÖK”

1966-67 yılları… Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde derslere başörtüsüyle girmek isteyen ilk kadın öğrenci Nesibe Bulaycı, yönetmelik gereğince eğitimine devam edebilmek için başörtüsünü çıkarmak zorunda kalır. Aynı fakültenin öğrencisi, aynı zamanda günümüz Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın da halası, Hatice Babacan ise başörtüsünü çıkarmayı reddeder, okuldan atılır ancak yaşananlar hafızalara kazınır. Çünkü bu ilk reddedişle “türban eylemleri” şeklinde ifade edilen siyasi çekişme başlamış olur.

“Modern Ortamda Teokratik Giysi Olmaz”

1973 yılında Ankara Barosu’na başı açık kaydolan Avukat Emine Aykenar, bir süre sonra başını örtmeye karar verir. Bunun üzerine dönemin Ankara Barosu Başkanı Yekta Güngör Özen imzasıyla “modern ortamda teokratik giysi olmaz” gerekçesiyle, aynı zamanda “mesleğin gelenek, onur ve kurallarına aykırı davranış” maddesine dayanılarak Ankara Barosu’ndan atılır. Aynı yıllarda benzer gerekçelerle kadın memurlar ve öğretmenler memuriyetten atılmışlar ya da başı açık bir şekilde çalışmayı sürdürebilmişlerdir.

Biçimsel Etkileşim Öze İşlesin Diye…

 

Kemalist rejimin günümüzde yavaş yavaş kaybettiği etkisinin en belirgin yansımalarından biri, Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili açılan davalar ve sonuçlarıdır. Özellikle bu yargılamalar arasında Balyoz darbe planı oldukça manidardır. “Yapılamayan” darbenin bir cami bombalamasıyla başlatılacağı bilgisinin varsayım ya da gerçek olmasının da bir önemi yoktur. Böylesi bir bilginin açığa çıkması, zaten bir darbedir. Balyoz planları darbe için yapılmış olsun ya da olmasın, zaten bu planlar açığa çıktığı günden itibaren bir darbe süreci yaşanmaktadır. Hükümet, varsayım olan ya da olmayan bir darbe planı üzerinden alışılagelmedik, anlaşılması zor bir darbe yapmıştır. Aynı ’80 darbesinin en önemli gerekçesi olan “Kardeş kardeşi öldürüyor, durdurmamız gerek” sözünün arkasından darbeyle gelen katliamın ve senelerce sürecek bir savaşın ilk adımlarının atılması gibi.

Bir başka gerekçesi irtica olan Kemalist rejimin komutanı Kenan Evren ise Kuran-ı Kerim’den ayetlerin yer aldığı bildiriler dağıtıyor, konuşmalarında peygamberden Allah’tan bahsediyordu. Bu biçimsel etkileşim öze işlesin diye her şehre, her kasabaya imam hatipler açılıyordu. Toplumun soldan sağa kayışı sağlandıkça daha dengeli bir politikayla başörtüsü yasağı sürdürülüyor ve Kemalist rejimin modern görüntüsü değişmiyordu. ’80 darbesiyle netleşen görüntünün siyah beyazdan renkliye geçişi, adeta televizyon görüntüsünün değişmesi gibidir ve bu değişimi muhafazakar gelenekten gelen liberalizmin sembol karakteri Turgut Özal başlatmıştır. Özal, ekonomik olarak liberalken, sosyal açıdan muhafazakar bir yapıdaydı, yani kendisine biçilen kıyafet buydu, O da bu kıyafeti giymekten oldukça memnundu. 1980 Anayasası’ndaki başörtüsü yasağına yaklaşmadı bile. Özal’ın, sonrası süreçlerde de yasağa yaklaşmama ve uzak kalma tutumu sürdü. Özal’ın ve sonrasındakilerin bu uzak kalma tutumu, resmi yasağın fiili serbestliğine dönüşmeye başlamıştı. Ama başörtüsünün fiili serbestliğinin de sınırları vardı. Öğrenci ve memur olan başörtülü kadınlar ayrıntılarda ufak tefek sorunlar yaşasalar da genelinde sorun yaşamamışlardı. Ta ki başörtüsü serbestliği Kemalist rejim tarafından tekrar bir tehlike olarak görülene kadar.

Milli Görüş’ün devamcısı Refah Partisi’nin 1995’te birinci parti olarak meclise girmesi ve Adalet Partisi devamcısı Doğruyol Partisi’yle 1997’de koalisyon oluşturup hükümet kurmasıyla başlayan “tehlike” 1997’de adeta bir darbeyle karşılandı ve böylece başörtüsü için de her şey değişmeye başladı. Resmi yasak tekrar fiili yasaklamayla sürerken, sonrasında 1998’de Refah Partisi Kemalist rejimin “laik cumhuriyet ilkelerine aykırılık”tan kapatıldı. Bu kapatılmadan üç yıl sonra Refah Partisi yerine kurulan Fazilet Parti’sinden İstanbul milletvekili seçilen Merve Kavakçı’nın yemin törenine başörtüsüyle katılması yeni bir krize yol açtı ve beraberinde başlatılan yargılamanın sonuçlanmasıyla, 2001’de Fazilet Partisi de kapatıldı.

1994’te HEP’li Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana yemin töreninde Kürtçe yemin ettiği için, İstanbul milletvekili Merve Kavakçı ise yemin töreni esnasında başörtüsü taktığı için siyasetten ötelendiler. Belki de bu ortak kader, bugünkü Kürt siyasetinin meseleye bakışındaki önemli etkenlerden biridir.

Başörtüsü yasağının fiiliyattaki saçma sapan uygulamalarına karşı, başörtüsü takan her kadın direnmek zorunda kaldı. Saçma sapan uygulamalardı çünkü o dönemlerde üniversite kapılarındaki genç kadınların başörtülerinin üzerine bir de peruk taktığı görüntüler, bize yasağın anlamsızlığını gösteriyordu.

Aynı süreçte belirginleşen Fethullah Gülen cemaati ve bugünün iktidarı AKP de yine Kemalist rejimin tedirgin olacağı benzer anlayışın devamcılarıydılar. Yalnız bu devamcılar kendilerinden öncekilerin birçoğunun birçok özelliğini taşırken, diğer yandan kapitalizme entegre bir Türkiye’nin oluşturulması için oldukça prezantabl davranıyorlardı. Muhafazakar sol ile sağ arasında liberal kimlikli bir AKP’nin kendini bulma çabası hissediliyordu. Bu çabada önemli etkiyi, kanaat önderleri oluşturuyordu. Başörtüsünü biçimselden başlayan bir değişimle öze indirecek olan değişimin bu sembol karakterleri bir bir açığa çıkmaya başlamıştı. Dünün direnen başörtülü kadınının mücadelesi üzerine, toplumun imaj olarak beğeneceği başörtüsü koyuluyor ve başörtüsü direnişin sembolünden, liberallerin imaj savunusuna dönüşüyordu.

Cumhuriyetin başından itibaren ikili kavgadaki taraflar zaman zaman hissettikleri ama bir türlü net olarak göremedikleri üçüncü karakterle ilk kez bu kadar net bir şekilde karşılaşıyorlardı. Bu karakter bir yandan Kemalistlerin ilerlemeci modern özelliklerini taşırken, diğer yandan Kemalizm karşıtı muhafazakar Müslümanların muhafazakar özelliklerini de sahipleniyor ve açığa çıkan modern Müslüman anlayışla bu kapsamdaki tüm kavramları da mülkiyetine geçiriyordu. Modernizmin en belirgin özelliği demokrasinin “savunuculuğundan” muhafazakarlığın olmazsa olmazı alkol yasağına kadar her şeyin kendi bünyesinde bulunmasını istiyordu. Her daim kenar süsü olan milliyetçiliği ise işine gelince yükseltiyor, işine gelince düşürüyordu. Bu algının yarattığı imaj haline gelen başörtüsünün ve onun yaratıcısı kadının serüvenine gelince…

Modern Müslüman Kadının “Şule başı”

1960’lı yıllarda, aristokrat Müslüman gazeteci Mehmet Şevki Eygi öncülüğünde haftalık çıkan Yeni İstiklal Gazetesi’nde yazmaya başlayan Şule Yüksel Şenler, özellikle başörtüsü konusundaki farklı söylemleriyle karşımıza çıkar.

Şule Yüksel Şenler döneminin “misyoner” kadınlarından biridir. Anadolu’yu kapı kapı dolaşarak kadınlara “örtünün” çağrılarında bulunur. Aynı zamanda görüntüsü, düzgün diksiyonu, ikna kabiliyeti ve entelektüel birikimiyle kadınları etkiler. Örtülü kadının özel ve kamusal alandaki kabulünü bir karşı koyuş olarak “modern” Müslüman kadın prototipiyle değiştirmeyi misyon edinmiş ve kısa zamanda bu tarzdaki kadınları etrafında toplamayı başarmıştır. Konuştukları ve yazdıkları kadar taktığı “örtüsü” de dönem itibariyle kadınların “modern” örtüsü haline gelir. Kendi ifadesiyle, protokollerden bıkmış bir prensesin Roma’daki sıkıcı hayatı ve onu haber yapmak isteyen gazeteci arasındaki aşk hikayesini anlatan “Roman Holiday” isimli filmin başrol kadın oyuncusu olan Audrey Hepburn’nun başındaki örtüden esinlenerek taktığı bu örtünme şekli günümüze değin uzanan “şule başı” modelidir.

“I’m Malcom X” ya da “I’m Şule Yüksel Şenler”

Siyah Müslümanlar Hareketi’nin anlatıldığı Malcolm X filminin son sahnesinde Güney Afrikalı ilkokul öğrencilerinin tek tek ayağa kalkarak “I’m Malcolm X!” (Ben Malcolm X’im) demeleri filmi izleyenleri oldukça etkilemiştir. Şule Yüksel Şenler hakkında Star Gazetesi yazarlarından, AKP’nin kalemşoru Hakan Albayrak’ın bir yazısında Şule Yüksel Şenler-Malcom X benzetmesi bizlere tek tek ayağa kalkan ve Şulebaşlarıyla günümüze dek çoğalan “modern” Müslüman kadınlarını çağrıştırmaktadır.

Şule Yüksel Şenler “modern” örtüsüyle bir dönem sonrasını epey etkilemiş ve bu konuda oldukça da başarılı olmuştur. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın özellikle televizyonlardan yayınlanmasında ısrarcı olduğu, Şule Yüksel Şenler’in aynı adlı romanından diziye uyarlanan ve şimdilerde ATV kanalında yayınlan Huzur Sokağı da izleyicilere bu başarı öyküsünü anlatıyor. Dizinin kadın karakteri Feyza gerçek hayattaki Şuleyi mi anlatıyor bilemiyoruz ancak bu romanın aynı zamanda birçok üniversitenin kapı girişinde elden ele dağıtılması Şulebaşlı Feyzaların artık her yerde olduğunun bir göstergesi olsa gerek. Ancak “modern görünümlü” de olsa topluma, erkeğe, aileye yakıştırılan ve istenilen kadınlar olarak. Tarih boyunca bir kumaş parçası kadar değersiz görülüp fikri sorulmadan, bu kumaş parçasıyla taçlandırılan kadınlar olarak. Bütün ataerkil yapıların yıkılmadığı, kadın üzerindeki zorunluluklarının yok olmadığı sürece kendi yaşamı hakkında karar veremeyen kadınlar olarak. Ne modern zihniyetli cumhuriyetçilerin, ne de muhafazakar modern görünümlü şulebaşçıların kurtaramayacağı kadınlar olarak.

On Gram Örtünün Altına Gizlenen Özgürlük

Kalemi güçlü yazarlardan Onur Caymaz örtünmeye ilişkin bir yazısında şu şekilde ifade etmiş; bu işin kökü İsa’dan bile yedi yüzyıl öncesine Asurlulara dek dayanıyor diyerek. Eski bir Sami inancına göre, kadının saçları, cinsel organını kaplayan kılların devamıymış ve erkekler tepedeki kıllara bakıp, “aşağıdaki”ni hayal etmesinler diye Asur’da kadınların başları kapalıymış. Fakat bu işin “iktidar mücadelesi”ne dönüşmesine sebep olan sürecin başlangıcı, Aziz Pavlus’a dek uzanıyormuş. Tarsuslu Pavlus, Korinthoslulara Mektup’ta “Tanrı esiniyle dua eden veya konuşan her kadın başını örtmelidir. Erkek başını örtmez, Tanrı’nın imgesidir ve şanıdır, ama kadın erkeğin şanıdır, çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratılmıştır ve erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratılmıştır” der. Belki de bu yüzden Müslüman yazar Muhammed Kasimi, “Her örtünün ardında, kadına duyulan üç bin yıllık kin vardır” demiş.

Sözün özü; başörtüsü yaşadığımız coğrafyada yüz yıllık cumhuriyetin kuruluşundan önce başlayan belki de yıkılmasından sonra da sürecek bir kısır döngüdür. Başörtüsünün siyasetten arınması oldukça zorken artık tesettür modasıyla bir imaj olarak, başka bir döngüde kısırlaşmıştır. Siyasetin tükettiği başörtüsü, alışveriş merkezlerinde lüks markaların vitrinlerinde pahalı etiketlerle kapitalizmin modern Müslüman kadınına, yani tüketicisine sunuluyor. Müslümanlığın dini gereksinimini uygulamak isteyen kadın, gelenekselden moderne on gram kumaş parçasının altında kendi özgürlüğünü örtüyorsa şayet, örterek sakladığı özgürlüğü aynı zamanda onun kendi benliğidir de ve kadının kendi özgür benliğiyle alacağı kararlarla yaşamasını kimse yasaklayamaz. Çünkü yeryüzüne gelen ilk kadın olduğu söylenen Lilith de, özgür kararlarını yasaklayan Adem’e karşı koyarak yalnız kalacağını bilmesine rağmen yine de özgürlüğü seçmiştir.

Zeynep Kocaman

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 14. sayısında yayımlanmıştır.

The post “İşte Şimdi Sahne Sizin” Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/11/03/iste-simdi-sahne-sizin-zeynep-kocaman/feed/ 0
Kürtaj Benim Kararım, Tecavüz Senin Şiddetin https://meydan1.org/2012/09/30/kurtaj-benim-kararim-tecavuz-senin-siddetin/ https://meydan1.org/2012/09/30/kurtaj-benim-kararim-tecavuz-senin-siddetin/#respond Sun, 30 Sep 2012 11:13:36 +0000 https://test.meydan.org/2012/09/30/kurtaj-benim-kararim-tecavuz-senin-siddetin/ 8 Eylül Cumartesi günü, Taksim’de Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu üyesi kadınlar bir oturma eylemi gerçekleştirdi. Tecavüz du-rumunda kürtajın yasal sınırı yoktur diyen ka-dınlar, “Zeynep doğurmak istemiyor”, “ Kürtaj benim kararım, tecavüz senin şiddetin”, “Jin, jiyan azadi” yazılı dövizler taşıdı. Son dönemde tecavüz sonucu hamile kalan kadınların hukuk-sal süreçler içerisinde doğurmaya zorlanmasına tepki gösterdiler. Son zamanlarda yaşanan bu olaylara ve verilen kararlara […]

The post Kürtaj Benim Kararım, Tecavüz Senin Şiddetin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
8 Eylül Cumartesi günü, Taksim’de Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu üyesi kadınlar

bir oturma eylemi gerçekleştirdi. Tecavüz du-rumunda kürtajın yasal sınırı yoktur diyen ka-dınlar, “Zeynep doğurmak istemiyor”, “ Kürtaj benim kararım, tecavüz senin şiddetin”, “Jin, jiyan azadi” yazılı dövizler taşıdı. Son dönemde tecavüz sonucu hamile kalan kadınların hukuk-sal süreçler içerisinde doğurmaya zorlanmasına tepki gösterdiler. Son zamanlarda yaşanan bu olaylara ve verilen kararlara göz atıldığında olay-ların sıklığı dikkat çekiyor: 15 yaşındaki Zeynep’e tecavüz eden eniştesi 54 yaşındaki Hayrettin İzzet, tu-tuksuz yargılanıyor. Zeynep 14 haftalık hamile. 14 yaşında 5 kişinin cinsel saldırısına uğrayan Z.K davasında sanıklar, Nisan ayında serbest bırakıldı. Z.K. hamile. Geçtiğimiz günlerde tecavüzcüsünü öldüren kadın olarak gündeme gelen N.Y. hamileliğinin 29. haftasında olduğu için kürtaj yaptıramıyor. N.Y “Ölsem de doğurmam” dediği hal-de mahkeme, hamileliğin yasal sınır olan20 haftayı geçtiğini gerekçe göstererek, N.Y’nin gebeliğinin sonlandıramayacağını iddia ediyor. Tecavüz sonucu hamile kalan Z.K. ve Zeynep kendi durumlarını çeşitli raporlarla, sav-cılık ve mahkemede verdikleri ifadelerle kanıt-lamak zorunda bırakılıyor. Bu sürecin sonunda ise mahkemenin, N.Y davasında olduğu gibi 20 haftalık yasal süreç dolduğu için kürtaj yapıla-mayacağına karar vermesi çok olası. Devlet, geçtiğimiz aylarda kürtaj ve se-zaryen gibi konularda yeni yasal düzenlemeler getireceğini açıklamış, bunu gündeme soktuk-tan sonra ise sanki oluşan tepkiler sonucunda bir geri adım atılıyormuş gibi bir hamle yaparak bu konuda henüz bir değişiklik yapılmayacağı-nı söylemişti. Ardından bu tartışmaları kısmen sonlandırmıştı. Ancak görünen o ki bu süreçte verilen mesajlar ve Recep Akdağ’ın geçtiğimiz aylarda “başına kötü bir olay gelirse doğursun devlet bakar” şeklindeki açıklaması yerine ulaş-mış, devletin gündemleştirdiği söylemler de pratikte karşılığını bulmaya başlamıştır.

The post Kürtaj Benim Kararım, Tecavüz Senin Şiddetin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/09/30/kurtaj-benim-kararim-tecavuz-senin-siddetin/feed/ 0