laiklik – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Fri, 03 Nov 2017 21:10:19 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Ne Fark Eder? – Zeynep Kocaman https://meydan1.org/2017/11/04/ne-fark-eder-zeynep-kocaman/ https://meydan1.org/2017/11/04/ne-fark-eder-zeynep-kocaman/#respond Fri, 03 Nov 2017 21:10:19 +0000 https://test.meydan.org/2017/11/04/ne-fark-eder-zeynep-kocaman/ Müftüye nikah kıyma yetkisi getiren yasa, diğer OHAL yasaları gibi apar topar hiç vakit kaybettirmeden uygulamaya konulmak üzere meclisten geçti. Toplumda dini otoriteyi sağlayan Diyanet’e ve toplumdaki bireyleri dini konularda bilgilendirmekle görevli müftülere neden böyle bir yetki verildi? Son günlerde birçok farklı mecrada bu sorunun cevapları üzerine tartışılıyor. Öncelikle bu yasa kimin eliyle hazırlandı ve […]

The post Ne Fark Eder? – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Müftüye nikah kıyma yetkisi getiren yasa, diğer OHAL yasaları gibi apar topar hiç vakit kaybettirmeden uygulamaya konulmak üzere meclisten geçti. Toplumda dini otoriteyi sağlayan Diyanet’e ve toplumdaki bireyleri dini konularda bilgilendirmekle görevli müftülere neden böyle bir yetki verildi? Son günlerde birçok farklı mecrada bu sorunun cevapları üzerine tartışılıyor.

Öncelikle bu yasa kimin eliyle hazırlandı ve yasalaştı? AKP’nin. AKP, 2002 yılından bu güne sosyal politikalarla toplumun her kesimine etki edebilecek uygulamaları neden bir bir hayatımıza geçiriyor? Toplumun her kesimini biçimsel olmasa da muhafazakârlaştırmak için. Peki, bu uygulamaların neden birçoğunu kadın üzerinden kuruyor? Çünkü kadın, toplumun sosyal alanlarına en fazla nüfuz eden en etken kimliktir de ondan.

İlk uygulama neydi? Başörtüsü serbestliği. Önce üniversitelerde hemen ardından devlet dairelerinde, şimlerde hemen her yerde.

Akabinde Kadın Bakanlığı yerine Aile Bakanlığı. Önce Kürtaj yasaklandı hemen ardından “üç çocuk” politikasıyla akıllara kazınan “doğum kontrolü”.

Sonrasında kadın-erkek eşitsizliği bahane edilerek önerilen “annelik teşviki”. Önce süt izniyle döner sermaye gelirleri kesildi. Ardından anneliğin çalışma hayatına olan etkisi gerekçe gösterilerek peşi sıra gelen uygulanmalarla (doğum izni, yarım zamanlı çalışma…) kadın eve hapsedildi. Kiralık işçilik yasasının çıkartılmasındaki en önemli etkenin de annelik teşviki yasası olduğunu unutmayalım.

Şimdilerde müftü nikahı demişler ne fark eder? Ha müftü, ha memur ne fark eder? Kadınlar farkında mısınız? Değişiyoruz işte. Eve kapatılıyoruz, biçimsel olarak kapatılıyoruz, bedenimiz hakkında karar alamıyoruz, kimliğimiz belli rollere hapsediliyor, ekonomik özgürlük denilen savsatanın hayatlarımıza olan tek etkisi “çalışan anne” olabilmek. Seçme özgürlüğümüz sadece bir “oy”a indirgeniyor o kadar, çünkü hayatımızla ilgili bütün kararlar bir grup erkek egemen tarafından alınıyor. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi her gün bir katliam oluyoruz.

Peki, neyi tartışıyoruz? Laiklik-sekülerlik mi? Ya da muhafazakarlık? Hangi politikanın hangi politik rejimin kurbanları oluyoruz? Tüm bu uygulamalar bizi bir islam devletine mi dönüştürecek yoksa? Farkında mısınız? Bu tartışmaların ekseninde döndükçe daha da sıkışıyoruz, sıkıştırılıyoruz. Sorunun esas temelini fark etmedikçe, bir araya gelip örgütlenmedikçe, esaretin yerine özgürlüğü koyup değiştirmedikçe yani özgürleşmek için harekete geçmedikçe ne fark edecek?

Ne devlet, ne din, ne de toplumdaki erkek egemen değer yargıları… Hepsini itin bir kenara ne yaptırmak istiyorlarsa yapmayın, ne söyletmek istiyorlarsa söylemeyin! Çünkü yüzyıllardır hepsi kadının ve özgürlüğün karşısında!

Yaşasın nikah kıymayan, anneliği meslek edinmeyen, hiçbir kariyer istemeyen kadınların özgürlüğü! Yaşasın özgürlük mücadelemiz!

Zeynep Kocaman

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır.

 

The post Ne Fark Eder? – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/11/04/ne-fark-eder-zeynep-kocaman/feed/ 0
Lise ve Üniversitelerden Anarşist Merhaba – Meltem Çuhadar, Şeyma Çopur https://meydan1.org/2017/09/23/lise-ve-universitelerden-anarsist-merhaba-meltem-cuhadar-seyma-copur/ https://meydan1.org/2017/09/23/lise-ve-universitelerden-anarsist-merhaba-meltem-cuhadar-seyma-copur/#respond Sat, 23 Sep 2017 19:45:43 +0000 https://test.meydan.org/2017/09/23/lise-ve-universitelerden-anarsist-merhaba-meltem-cuhadar-seyma-copur/ Giriş 2017-2018 eğitim öğretim dönemi, eylül ayı (liseler özelinde 18 Eylül günü) içerisinde başlamış oldu. Başlayan bu eğitim dönemi öncesinde, geçtiğimiz dönemlerde de olduğu gibi, çeşitli alt başlıklarda yapılan tartışmalar (laiklik) ile aslında eğitim tartışılmış oldu. (Hatta bu yazının yazıldığı günlerde TEOG kaldırıldı). Biz de tartışmanın önemli bir öznesi olarak tartışmaya katılmak istedik. Öncelikle eğitimi […]

The post Lise ve Üniversitelerden Anarşist Merhaba – Meltem Çuhadar, Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Giriş

2017-2018 eğitim öğretim dönemi, eylül ayı (liseler özelinde 18 Eylül günü) içerisinde başlamış oldu. Başlayan bu eğitim dönemi öncesinde, geçtiğimiz dönemlerde de olduğu gibi, çeşitli alt başlıklarda yapılan tartışmalar (laiklik) ile aslında eğitim tartışılmış oldu. (Hatta bu yazının yazıldığı günlerde TEOG kaldırıldı). Biz de tartışmanın önemli bir öznesi olarak tartışmaya katılmak istedik.

Öncelikle eğitimi basitçe tanımlayalım. Eğitim, bilgi aktarımı kisvesi altında iktidarın bireyleri ve toplumu şekillendirme aracıdır. Bu yapmış olduğumuz tanım, toplumun tamamını değerlendirdiğimizde karşılık bulacak bir tanım olamayabilir. Çünkü, toplumda bilginin “uygun” bir şekilde aktarıldığı ve başka bir aktarım şeklinin olmadığını zanneden bir anlayış vardır.

Biz, eğitim kavramı üzerine yapmış olduğumuz araştırmalar ve tartışmalar sonucu; eğitim denilen sistemin bireyin ve toplumun üzerinde bir tahakküm aracı olduğunu, devletin, kapitalizmin ve dinin bireyleri ve toplumu kendi çıkarlarına göre şekillendirmek için var olduğu sonucuna vardık. Eğitim sorunsalında özellikle son yıllarda çok tartışılan, “Alternatif Eğitim” gibi modeller, eğitim sistemi için bir kurtarıcı olarak tanımlansa da bilginin mülkiyeti ve bu mülkiyet üzerinden oluşan tahakküm sorunsalını çözmeye yetmemektedir. Ancak bu tartışma, başka bir yazının konusudur.

Eğitimin bir iktidar aracı olarak kullanıldığını kabul edersek, bu dönemin başlangıcında yaşanan tartışmaların iktidar kavgasından başka bir şey olmadığını fark ederiz. Bu kavganın tarafları, AKP’nin adıyla somutlaşan milliyetçi-muhafazakar iktidar ve ulusalcı-cumhuriyetçi muhalefettir. Bu sadece basit bir iktidar-muhalefet tartışması gibi görünse de, tartışmanın kapsamı, toplumun yönetilmesinden tutun da yaşamın şekillendirilmesine kadar etkilidir. Yine de eğitim sisteminin öznesi olan bizler için eğitim başlığının tartışılan alt başlıklarını değerlendirelim.

Müfredat Değişikliği Tartışması

Müfredat, eğitimin bireyi şekillendirilmesindeki en belirgin araçtır. Bireye, dolayısıyla topluma hangi bilginin verilip verilmeyeceği ve nasıl verileceği müfredat tarafından belirlenir. Müfredatı belirlemek aslında iktidarın kısa ve uzun erimde toplumu şekillendirme stratejisiyle alakalıdır. Milliyetçi ve muhafazakar bir toplum yaratmak isteyen iktidar 6 yaşından 18 yaşına kadar süren eğitimin şeklini belirlemek ister. Bu dersler kapsamında, milliyetçilikle bezenmiş tarih ve coğrafya derslerinde “vatan” sınırlarının şekillendirilmesi, abartılı savaşlardaki abartılı kahramanlıklarla yükseltilen milliyetçilik Türk Dili ve Edebiyatı’yla sürdürülecektir. Oluşturulmak istenen muhafazakar ahlak anlayışı, ders saatleri artırılan din kültürü ve ahlak bilgisi dersi ile gerçekleştirilecektir. Matematik, fizik, kimya gibi (toplum) iktidar yararına olan dersler değişmezken, çok renkliliği-sesliliği, yaratıcılığı savunan sanat, düşünen düşündüren soruları cevaplayan sorgulayan felsefe, birey hallerinden toplumun hallerini araştıran geliştiren psikoloji, sosyoloji gibi derslerin ders saati azaltılırken derslerin niteliği de değiştirilir. (“Nitelikleri düşürülür” yazmadık çünkü zaten eski müfredatta da nitelikleri düşüktü. Sadece bu iktidara uygun bir şekilde nitelikleri değiştirildi.) Spor dersi ise genel geçer sporların yapıldığı bir spor anlayışından çıkarılarak güçlü güçsüz ayrımını belirleyen ve adeta bir asker sporuna dönüştürüldü (Aslında hep böyleydi).

Müfredat değişikliği tartışmalarının önemli bir örneği, evrim teorisinin müfredattan çıkarılıp çıkarılmaması oldu. Gelen tepkiler üzerine iktidar önce oldukça netti: “Olmayan bir şeyin dersini nasıl öğretelim” karşılığını verdi. Ardından her ne olduysa “Çıkarmadık, daralttık.” denildi. Tartışmada en son varılan nokta ise “evrim teorisinin felsefi altyapısı olmadığı gerekçesiyle liselerden kaldırılıp üniversitelerde öğretilmesi” oldu. İktidarın evrim teorisini tamamen müfredattan çıkaramamasının nedeni, tek başına muhalefetin tepkisi değil gibi görünüyor. Bunun nedeni, önümüzdeki günlerde anlaşılacak gibi.

Yönetmelik Değişikliği Tartışması

Eğitim sisteminde yönetmelik değişikliğinin kapsamı okulun işleyişi ile ilgilidir. Okulun başlangıç ve bitiş saatleri, okul içi kurallar ve kurallara uyulmadığında disiplin kurulunun işleyişi gibi konular yönetmelikle ilgili konulardır. Yönetmelikler, eğitim sistemi içerisine konumlandırılan öğrencinin tüm hareketlerini kontrol altına alan kurallardan oluşur. Kılık kıyafetinden saç sakalına, öğrencinin okul içi okul dışı hal hareketlere kadar davranışlarını kapsamaktadır. Hatta bu kapsama geçtiğimiz dönemlerde çıkarılan bir yönetmelikle öğrencilerin internet paylaşımları da alındı. Daha internet paylaşımları üzerinde herhangi bir öğrenci Erdoğan’a hakaret suçlamasından cezalandırılmamış olsa da bu önümüzdeki günlerde bunun olmayacağı anlamına gelmemektedir. Kaldı ki internet paylaşımları üzerinden öğrencilerin fişlendiği ise aşikar. Bu fişlemelerle “bu bizden-bu bizden değil” anlayışıyla ayrıştırdıkları öğrencileri büyük bir baskının beklediğini biliyoruz. Her türlü muhalif öğrencinin karşı karşıya kalacağı bu baskı, iktidar ve muhalefetin kavgasının ötesinde herkesi kapsayacaktır. Ayrıca bu yönetmeliklerin işleyişi belirgin bir çelişki içerecektir/içermektedir. AKP (ya da MHP) bünyesindeki müdürler, müdür yardımcıları ve öğretmenler yönetmelikle belirlenen disiplin kurallarını kendi öğrencilerine uygulamayacaklardır. Bu bize yönetmeliklerin kural koyucular tarafından bile işletilmediğini göstermektedir. Disiplin kuralları kural koyucular tarafından bile işletilmez. Çünkü bu kurallar “disiplin” için değil iktidarın kendine itaatkar bir toplum ve birey yetiştirmesi için uygulanır. Bu dönem gerçekleştirilecek olan bir başka değişiklik ise bu kuralların işletilemediği karşı koyuşlara saldırmak için özel güvenlik görevlileri yerine okullara özel polislerin yerleştirilmesidir.

Yapısal Değişiklik

AKP’den önce kemalist-ulusalcı ideolojiyle şekillendirilen eğitim 15 yıldır iktidarda olan AKP tarafından milliyetçi-muhafazakar anlayışa dönüştürülüyor. Bu dönüşüm, yavaş yavaş senelerdir sürmekteydi ancak son dönemde yapısal değişikliklerin hayata geçirilmesi hızlandı. Ortaokul ve liselerin imam hatip lisesine dönüştürülmesi, geçtiğimiz yıllarda da büyük bir tartışma konusuydu. Okulların yapısal değişikliği hızlandıkça İmam Hatiplerin sayısı da arttı. Önceden 60 bin olan imam hatiplerin sayısı 2017 itibariyle 2 milyonu aştı. Bu okulların iki bini, bu yıl açıldı. Yapılan yönetmelik değişikliğinde, bir ilçede Anadolu Lisesi açılabilmesi için nüfus şartı en az 20 bine yükseltildi. İmam hatipler için ise nüfus şartı 5 bine kadar düşürüldü. Bir başka yapısal değişiklik ise imam hatipler dışındaki Sosyal Bilimler, Fen, Güzel Sanatlar ve Spor Liseleri yönetmeliklere uymadığı gerekçesiyle kapatılabilecek olması. Bu değişikliğin uygulanması pek çok Anadolu, Fen, Sosyal Bilimler, Güzel Sanatlar ve Spor Liselerinin kapatılarak İmam Hatip Lisesine dönüştürülmesini sağlayacak.

Sonuç

Eğitim sistemi, milliyetçi-muhafazakar anlayışın topluma empoze edilmesi için, önceki iktidarlar tarafından olduğu gibi- bu iktidar tarafından da kullanılıyor. İktidarların kendi ideoloji ve yaşam biçimlerini topluma dayatma noktasında bir araç olarak kullandıkları eğitim, iktidarlar ve muhalefet tarafından tartışılırken meselenin asıl öznesi olan biz öğrenciler özgürlüğü bu iki taraftan birini seçmek zannederek büyük bir yanılgı yaşıyoruz. Aslında seçenekler aynı, hangisini seçersek seçelim, iktidarlar tarafından şekillendirdiğimiz bir seçim olacak bu.

Meltem Çuhadar

Lise Anarşist Faaliyet

Yükseköğretime Giriş Sınavı sonrasında “özgürce” seçtiğimiz üniversitenin bir bölümündeyiz. Artık, ilkokul ve liseden en önemli farkı “zorunlu” olmamasıyla aşırı “özgürleşmiş” olan üniversitedeyiz. Artık üniversitedesin, merhaba.

Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK): 12 Eylül’den sonra çıkarılan bir yasa ile kurulmuş, “Tüm yüksek öğretimi düzenleyen ve yükseköğretim kurumlarının faaliyetlerine yön veren, bu kanunla kendisine verilen görev ve yetkiler çerçevesinde özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, bir kuruluştur.” Ekim 2016’da yayınlanan KHK’nın ardından önceden YÖK’ün sorumlu olduğu üniversitelere rektör atama, artık cumhurbaşkanı tarafından gerçekleştirecek.

Üniversitelerde Neler Oluyor?

Zorunlu eğitim olmadığı için ilkokul ve liselerden ayrı tutulan üniversiteler, Yüksek Öğretim Kurumu’nca genel hatları belirlenen, ancak “her rektörün kendi yönetmeliği” olduğundan bu tartışmalara (laik eğitim-muhafazakar eğitim) dahil değil. Ancak, tartışmayı daha geniş bir başlığa, milliyetçi-muhafazakar ideolojinin toplumu istediği gibi şekillendirmesine çekersek, üniversiteler özelinde bu konuyla ilgili hayli söz üretebiliriz.

Öncelikle belirtelim: Üniversite, bireylerin sistem içinde konumlanabilmesi için var olan entegrasyondur. Birey kapitalist sistem içerisinde hangi pozisyonda konumlanacağını üniversiteler sayesinde gerçekleştirir. Ancak üniversiteler, bu topraklardaki ekonomik, siyasal ve toplumsal olaylara karşı söz üretebilmek adına önemli bir alandır. Bu yüzden üniversitelerde siyasi olarak var olmak biz anarşist gençler için de önemlidir. “Ülkemizin aydın insanları”, AKP’nin karanlığı” gibi söylemlerle tartışmanın diğer tarafını oluşturan ulusalcı- kemalist veya ilerici-sosyalist düşünceden farklı bir noktada duruyoruz.

Rektörler Artık “Seçilmiyor”

Gerçekleştirmek istediği yapısal dönüşümün üniversite ayağında, yakın tarihe kadar başörtüsü serbestliği dışında görünür bir çalışma yapmayan milliyetçi-muhafazakar iktidar, stratejilerini gerçekleştirmek için OHAL’i kullandı. Bu kapsamda, 29 Ekim’de yayınlanan 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile rektörlük seçimleri kaldırıldı. Rektörler, YÖK’ün önerdiği üç aday arasından Cumhurbaşkanınca atanacak. Şayet bir ay içerisinde önerilenlerden birisi Cumhurbaşkanı tarafından atanmazsa, YÖK de iki hafta içerisinde yeni aday göstermezse, Cumhurbaşkanı doğrudan atama yapacak.

Tüm bu düzenlemelerin üniversitelere yönelik bir hamle olmasının ötesinde “Başkanlık”ın uygulamaya geçmesinin bir göstergesi olduğunu unutmamak gerek. 1980 darbesi ile kurulan YÖK, 2007’ye dek fiili olarak “özerk” bir yapıya sahipti ve YÖK’ün çizdiği genel sınırlarda, her üniversitenin yönetimi rektörlüklerdeydi.

2016’da rektörlük seçimleriyle ilgili yayınlanan KHK’dan önce, “Rektörlük seçimleri üniversitelerde haksız uygulamalar, kırgınlıklar ve kişisel çekişmelere yol açmakta ve yükseköğretim kurumlarında kaos ortamının oluşmasına neden olmaktadır. Bu nedenle üniversitelerde seçim sisteminin terk edilerek atama sisteminin getirilmesi ile bu sıkıntıların ortadan kalkmasının sağlanması amaçlanmaktadır.” açıklamasıyla AKP tarafından meclise yasa önerisinde bulunmuş, ancak muhalefetin tepkisi nedeniyle yasa önergesi geri çekilmişti.

Rektörlüğün Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi, aslında pratikte 2016’dan önce gerçekleşen bir uygulama. İstanbul Üniversitesi’nde 2015’te yapılan seçimlerde 300 oy fark ile Raşit Tükel rektör seçilmiş, ancak YÖK Mahmut Ak’ı birinci sıradan Cumhurbaşkanına önermiş ve böylece rektör Mahmut Ak olmuştu.

Bunun ardından, akademik camiada da, üniversiteliler arasında da tartışılan konu “milli irade” meselesi oldu. Erdoğan’ın o süreçte yükselttiği ve oy çoğunluğunu ifade eden “milletimizin iradesi” -yani temsili demokrasi- söz konusu üniversite olduğunda, hiç dillendirilmemişti ve Erdoğan, cumhurbaşkanı olmanın sorgulanamazlığı ile çoğunluğu da hiçe sayarak (zaten azınlık yok sayılıyor) yeni bir rektör atamıştı.

Darbeden bir yıl sonra kurulan YÖK, kuruluşuyla beraber, her üniversitenin kendi özelinde yaptığı rektörlük seçimini kaldırmıştı. Yükseköğretim Kurumlarına rektörü doğrudan YÖK’ün sunduğu adaylar tarafından Cumhurbaşkanı’nın ataması Kanunu getirilmişti. 1992 yılında, bu kanunda düzenleme yapılmış, üniversitelerde tekrar rektörlük seçimleri yapılmaya başlanmıştı. 2016 yılında çıkartılan KHK ile, seçimler tekrar kaldırılmış oldu. Yani üniversiteler YÖK’e değil, doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmış; bu yüzden YÖK’ün de eski etkisi kalmamış oldu.

Akademisyenler İhraç Ediliyor

Vakıf Üniversitelerini saymazsak, “köklü üniversiteler” olarak adlandırılan üniversiteler; bundan önce devrimci çalışmaların yapıldığı yerlerdi. Aynı zamanda, iktidarın sunduğu bilgi anlayışının ve iktidarın ideolojisinin dışında; -YÖK’ün etkisini saymazsak- rektörlerin, dekanların, profesörlerin ve akademisyenlerin kendi bilgi anlayışları ve muhalif ideolojileri vardı. Aynı zamanda, üniversiteliler ekonomik, siyasal ve toplumsal adaletsizliklere karşı üniversitelerden söz üretebiliyor, siyasetin bir öznesi haline gelebiliyorlardı.

Devletin OHAL kapsamında yayınladığı KHK’lar ile yüzlerce akademisyen görevden atıldı. Görevden alınan akademisyenlerin bir kısmı devletin FETÖ ile ilişkili olduğu öne sürdüğü akademisyenlerdi. Ancak görevden alınanların büyük çoğunluğunu muhalif akademisyenler oluşturuyordu. 11 Ocak 2016’da, Barış İçin Akademisyenler imzasıyla bir bildiri yayınlanan 1128 akademisyen, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” şiarıyla Kürdistan’da yapılan “insan hakları ihlalleri”ne karşı tepkilerini gösterdiler. Hemen ardından Erdoğan tarafından hedef alınmaları gecikmedi: “akademisyen müsveddeleri”, “alçaklar”, “terörist yandaşları” gibi yaftalamaların ardından, “gerekli kurumları gerekli faaliyete” çağıran Erdoğan, yayınlanan KHK’lar ile kendisinden olmayanı susturma, sindirme ve yok etme stratejisinin bir uzantısı olarak FETÖ’cülerle birlikte, bu akademisyenleri de görevden aldırdı. Yerlerine atanan rektörler, profesörler ve akademisyenler; hepsi açık bir şekilde iktidarı destekliyordu.

Entegrasyon Şekil Değiştiriyor

AKP’nin milliyetçi-muhafazakar anlayışı haricinde üniversitelerde yaygınlaştırmak istediği anlayışın kendi ekonomik çıkarlarına da paralellik gösterdiğini söylemek zor olmasa gerek. Üniversitenin entegrasyon olduğunu söylemiştik, son 15 yıldır AKP iktidarının yapmış olduğu, yapmayı amaçladığı ve bundan sonra yapacağı şey bu entegrasyonun şeklini değiştirmektir. Sözgelimi bundan önce Çevre Mühendisliği’nde okuyan bir öğrenci, okulunda öğrencilerin yaptığı ekoloji panellerinde yer alması, akademisyenlerin veya profesörlerin ders anlatırken HES, RES gibi enerji santral projelerinin karşısında yer aldıklarını belirtmesi, yakın gelecekte imkansız görünüyor. Önümüzdeki süreçte, iktidarın öğretmenleri ve iktidarın anlayışının empoze edildiği öğrenciler artık santral projelerini yüzde yüz destekleyeceklerdir.

Şunu ekleyelim; üniversitelerde kemalist-ulusalcı ideolojinin hakim olduğu dönemde “daha özgürmüşüz” gibi bir yargıdan söz etmiyoruz. Ulusalcı-kemalist ideolojinin ilk yıllarında da benzeri stratejiler geliştirilmiş, “kemalist olmayan”ın herhangi bir alanda kendini var etmesi söz konusu olmamıştır. İktidarların, kendi ideolojileri doğrultusunda toplumu şekillendirme stratejilerinde, eğitim kurumları her zaman iktidara paralel olmuştur. Milliyetçi-muhafazakar iktidar, şu an kendi anlayışını/ideolojisini belirli bir kalıba sokmaya ve bu kalıpları keskin çizgilerle belirlemeye çalışıyor. Bu yüzden, kendinden olmayan hiçbir düşüncenin varlığı, kendi alanı olan üniversitelerde mümkün olamaz.

Devletin kutuplaştırma politikasının bir uzantısı olarak, toplumun geneline yayınlan bu taraflaşma, üniversitede de belirginleşti. Eğitim başlığında değerlendirilen tartışmaların üniversiteye yansıması bu taraflaşmanın ötesinde, iktidarın kendinden olmayanı hiçbir alanda var etmeme stratejisinin somutlaşmasıdır. Görünen o ki, bu dönem de biz gençler için tartışmalı bir yıl olacak.

Şeyma Çopur

Anarşist Gençlik

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır.

The post Lise ve Üniversitelerden Anarşist Merhaba – Meltem Çuhadar, Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/23/lise-ve-universitelerden-anarsist-merhaba-meltem-cuhadar-seyma-copur/feed/ 0
” Liselerde İsyan ? ” – Şeyma Çopur https://meydan1.org/2016/06/21/liselerde-isyan-seyma-copur/ https://meydan1.org/2016/06/21/liselerde-isyan-seyma-copur/#respond Tue, 21 Jun 2016 09:31:18 +0000 https://test.meydan.org/2016/06/21/liselerde-isyan-seyma-copur/ Her şey, İstanbul Erkek Lisesi müdürünün okulda düzenlenen mezuniyet gününde yaptığı konuşma sırasında, öğrencilerin müdüre sırtını dönmesiyle ve bir bildiri yayınlamasıyla başladı. O gün orada yaşananlar, aslında tüm senenin özetiydi. Arkadaşlarımız dağıttıkları bildiride, okulda yasaklanan etkinliklerden ve şenliklerden, yapılan fişlenmelerden, artan baskıdan söz ediyor ve tüm liselileri bu isyana ortak olmaya çağırıyordu. O gün orada […]

The post ” Liselerde İsyan ? ” – Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi-Liselerde İsyan Şeyma Çopur

Her şey, İstanbul Erkek Lisesi müdürünün okulda düzenlenen mezuniyet gününde yaptığı konuşma sırasında, öğrencilerin müdüre sırtını dönmesiyle ve bir bildiri yayınlamasıyla başladı. O gün orada yaşananlar, aslında tüm senenin özetiydi. Arkadaşlarımız dağıttıkları bildiride, okulda yasaklanan etkinliklerden ve şenliklerden, yapılan fişlenmelerden, artan baskıdan söz ediyor ve tüm liselileri bu isyana ortak olmaya çağırıyordu.

O gün orada yapılan ve yüzlerce kişiyi aynı bildiri etrafında toplayan eylem, yıllardır süren baskıların, daha da arttığı bu yeni dönemdeki patlamasıydı. Yapmak istediğimiz etkinliklerin yasaklanması ne ilkti, ne de son.

Bizi baskı altına alıp “eğmek” için her yolun mübah olarak görüldüğü eğitim sisteminde, bu dönemde değişen tek şey mübah olana gidilen yoldu. Değişen iktidarlar, asla bizimle aynı tarafta olamazlardı. AKP iktidarı döneminde öğrenci ve okul yönetimi arasındaki zıtlık, “muhafazakar” politikalardan dolayı daha netleşmiş görünse de; aslında AKP iktidarı öncesi de sonrası da bizim için hep aynı netlikteydi. Yıllardır üzerimize giydirilen üniforma, yasaklanan dergiler, düşüncelerimiz… Okul idaresi ile bizi çok net ayıran statülerimiz kadar ortadaydı.

Okula başlamamızla birlikte karakterlerimiz “itaatkar” hale getirilmek istenirken, bağlandığımız ipler giderek geriliyor ve kopmaya yaklaşıyordu. Kopma anına kadar ne zaman isyan etmeye kalkışsak; o ipin ucunu tutanlar ipi ya boynumuza düğümlüyor ya da gevşeterek bizi “rahatlatıyordu.” Tek seçeneğimiz, o ipleri kesip atmaktı. Ancak bu defa “herkes” o ipleri kesmek yerine iplerin üzerinde yürümeyi seçmişti. Koptu kopacak bir ip üzerinde yürünmekteydi bu defa.

Daha açık söylemek gerekirse, bu süreci yürütenler yıllar boyu devam eden tüm baskıları görmezden gelerek, Kemalist eğitim politikalarının muhafazakarlar kadar baskıcı olduğunu bilmiyormuş gibi, ipin üzerinde cambazlık yapmayı tercih ettiler. Söylemleri, eylemleri hatta isimleri bile her şeyi tektipleştiriyordu, tıpkı eğitim gibi… Karanlığa sırtımızı dönelim derken, aydınlanmadan bahsediyor; gericiliğe karşı duralım derken ilerlemeciliği savunarak yine aynı sistemin değirmenine su taşıyorlardı. Ancak savundukları, baskıların, yasakların bir başka kılığa, Kemalizme bürünümüş haliydi. “Dindar ve kindar nesillerin yetiştirilmesi amaçlanıyor“ diyerek savunulan laiklik ve bilimsellik, yaşadıklarımızı ne kadar özetleyebiliyor? Özetlemek bir yana, bu söylemlerin her biri baskılara karşı hissedilenleri sığlaştırıyor.

Tam bu noktada ip koptu kopacak… Baskıyla, itaatle, otoriteyle, iktidarla boynumuza düğüm düğüm olmuş ipi kesip atmak yerine, ipin üzerinden yürüyüp daha iyi bir eğitimi istemek, daha iyi bir baskıyı, daha iyi bir otoriteyi istemek kadar anlamsızdır.

Bunu söylemek, devletin okullarda yürüttüğü “proje”yi yok saymak değil. Bunu söylemek, devletin yüzyıllardır eğitimdeki değişmez, tek ve en büyük projesinin “kendine uygun insanlar yetiştirmek” olduğu gerçeği üzerinde ısrarcı olmak. Bugün toplumun beyaz yakalı kesimini oluşturacak liselerde eğitilenler üzerinden şekillenen politika, geçtiğimiz dönemlerde “Meslek Lisesi Memleket Meselesi” projesiyle toplumun mavi yakalılarını hedef almıştı.

İpten kurtulmak, ipi parçalamaktır. O ip üzerinden bir yere varılacağını düşünenler; laikliğe, bilimselliğe, hatta aydınlığa uzanabilirler. Ancak, herkes cambazı hayranlıkla seyrederken, cambazın, ipin kopmasıyla yere çakılmasını da anlatabilmesi gerekir.

Anlatmaya yüzü olur mu bilmem, ama sahneye çıkıp şovunu sürdürebilmek için ipi düğüm düğüm etmesi gerekeceği kesin…

Şeyma Çopur

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Liselerde İsyan ? ” – Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/06/21/liselerde-isyan-seyma-copur/feed/ 0
Kitap: “Karanlık Vardiya” https://meydan1.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/ https://meydan1.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/#respond Sun, 13 Sep 2015 18:02:21 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/ Köyler boşaltılıyor, elleri arkadan kelepçeli insanlar yüzükoyun yerlerde yatırılıyor, askeri araçların içerisinden çocukların üzerine kurşunlar yağdırılıyor, uçaklar köyleri bombalıyor, evler basılıyor, yargısız infazlar yapılıyor, ormanlar yakılıyor… Televizyonda “Bizimkiler” dizisi yok, tetris oyununun modası çoktan geçti, o yılların fenomen yarışması “Hugo’nun yerinde yeller esiyor, Eurovision şarkı yarışmaları artık eskisi kadar popüler değil, çünkü 90’lardan bahsetmiyoruz. 2015’teyiz. […]

The post Kitap: “Karanlık Vardiya” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Kitap Karanlık Vardiya Mine Yılmazoğlu

Köyler boşaltılıyor, elleri arkadan kelepçeli insanlar yüzükoyun yerlerde yatırılıyor, askeri araçların içerisinden çocukların üzerine kurşunlar yağdırılıyor, uçaklar köyleri bombalıyor, evler basılıyor, yargısız infazlar yapılıyor, ormanlar yakılıyor…

Televizyonda “Bizimkiler” dizisi yok, tetris oyununun modası çoktan geçti, o yılların fenomen yarışması “Hugo’nun yerinde yeller esiyor, Eurovision şarkı yarışmaları artık eskisi kadar popüler değil, çünkü 90’lardan bahsetmiyoruz. 2015’teyiz.

Ali Yılmaz, hazırladığı “Karanlık Vardiya” kitabında, sanki 90’ları değil de günümüzü anlatıyor. Kitap temel olarak, Antonio Gramsci’nin devletin zora başvurmadan ‘nasıl yönetebildiğini’ açıklamak için kullandığı “hegemonya” kavramını ele alıyor. Devletin, baskı aracılığıyla politik iktidar egemenliğini sağlamasının yanı sıra, kültürel iktidarı aracılığıyla da ideolojik bir hegemonya kurduğundan söz ederken; insanların kendini ve çevresini yanılsama içinde algılamasını sağlayan bu gücü sorguluyor.

Kitapta hegemonya, rızanın örgütlendiği yani şiddet ya da zora başvurmadan inşa edilen süreçler olarak tanımlanıyor. Devletin kendi varoluşunu sürekli ve vazgeçilmez kılabilmek için, bazen baskıya bazen de rıza üretmeye başvurmasının örnekleri sıralanıyor bir bir. Toplumun genelinin nasıl olup da kendilerine doğrudan hiç de faydası olmayan, hatta zarar veren ekonomik, politik, sosyal ve kültürel söylemleri -kimi zaman toplumsal huzur adına, kimi zaman eskiye dönme korkusuyla, kimi zaman da din ya da laiklik elden gidiyor paranoyasıyla- can-ı gönülden destekleyebildiklerini açıklamaya yarıyor.

Karanlık Vardiya, Brezilya’da 1964 seçiminden sonra yapılan darbenin ardından “ölüm filoları”nın binlerce kişiyi öldürmesinden, Vietnam’da tarım arazileri ve ormanların kimyasal silahlarla bombalanmasına kadar birçok rıza üretme örneğinden söz ediyor. 1980 darbesinin de rıza üretme amacıyla yapıldığına değinirken, o yıllar boyunca, spor salonlarının, depolar ve kışlaların, nasıl sorgu ve işkence merkezlerine çevrildiğini anlatıyor.

Devletin tüm bu zorbalık ve dayatmalarına karşı, 90’lı yıllarda cezaevlerinden başlayarak, üniversitelerde, fabrikalarda ve özellikle Kürt coğrafyasında karşı koyuşlar ve direnişler engellenemedi ve etkisi günümüze kadar devam eden isyanlara dönüştü. Tüm yasaklamalara karşın 1 Mayıs’ta sokağa çıkılmaktan vazgeçilmedi. Grev yasağına rağmen 1986’da Netaş’ta iş bırakan işçiler bu süreç boyunca hem patrona hem de devlete meydan okudu. Sonraki yıllarda “işçi baharı” olarak ivme kazanan işçi eylemleri 1990’lı yılların özelikle ilk yarısında kamu işçilerinin de katılımıyla büyümeye başladı. Cezaevlerindeki tek tip kıyafet dayatması ise, açlık grevleri ve ölüm oruçları ile yanıt buldu ve devlete geri adım attırdı. Üniversitelerde de örgütlenmeyi engellemek için dayatılmak istenen, üniversite yönetimlerinin kontrolündeki “tek tip” öğrenci dernekleri sistemine karşı direnişe geçilerek işgaller gerçekleştirildi.

Tüm bu ve benzeri direniş ve karşı koyuşlar, devletin 80 darbesiyle birlikte sarsılmaz gibi gösterdiği hegemonyasını kırmaya başlayınca; devlet, bu kez de resmi kolluk ve istihbarat güçlerinin yanı sıra koruculuk sistemi gibi para-militer güçlerle ve JİTEM gibi, varlığını hep inkar ettiği kontrgerilla örgütlenmeleriyle tüm toplum kesimleri üzerindeki baskısını daha da arttırmaya koyuldu. Bir yandan da faşist baskı uygulamalarının gün yüzüne çıkmasını engellemek amacıyla diyaneti, hukuk ve eğitim sistemlerini seferber etti; özellikle medyayı bu psikolojik savaşın özel bir silahı olarak kullanmayı ihmal etmedi.

Polisin sokak eylemlerine yaptığı saldırılarda katlettiği insanlar, infazlar, ev baskınları, soruşturmalar, polis sayısının artırılması, gözaltında tecavüz ve ölüm, okullara çevik kuvvetin girişi, basına uygulanan sansür, gazetelerin kapatılması, birçok gazetecinin silahlı ya da bombalı saldırıda ya da işkencede öldürülmesi, JİTEM tarafından öldürülenlerin cesetlerinin ayaklarından iple tanka bağlanarak sürüklenmesi ve çırılçıplak teşhir edilmeleri, köy baskınları, köylülere dışkı yedirme, korucuların tehditleri, ceset kuyuları, Kürt siyasetçilerin öldürülmesi, partilerin kapatılması, yeni hapishanelerin inşaası, yeni karakolların yapımı, arazilerin mayınlanması, yaylaların yasaklanması, olağanüstü hal, köy boşaltmalar, ilçelere giriş çıkışın yasaklanması yalnızca Karanlık Vardiya kitabında sıralanan olaylar ya da 90´lardaki bir televizyon kanalındaki haberlerden aklımızda kalanlar değil, günümüzde de aktörleri değişmiş olsa da, benzer biçimde sürdürülen, devletin hegemonya politikası.

 Mine Yılmazoğlu

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kitap: “Karanlık Vardiya” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/feed/ 0