Meydan 49 – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 04 Nov 2020 21:37:52 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Devletlerin IŞİD Bakiyesi – Emrah Tekin https://meydan1.org/2019/04/16/devletlerin-isid-bakiyesi-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2019/04/16/devletlerin-isid-bakiyesi-emrah-tekin/#respond Tue, 16 Apr 2019 10:02:29 +0000 https://test.meydan.org/2019/04/16/devletlerin-isid-bakiyesi-emrah-tekin/ Irak ve Suriye’yi birbirinden ayıran sınır kapısını 2014 Haziranı’nda ele geçiren IŞİD, bu olaya ilişkin yayınladığı videoda dünyaya şöyle meydan okuyordu: “Sykes-Picot Antlaşması burada yırtılmıştır.” Yaklaşık 100 yıl önce devletlerin Ortadoğu’daki haritaları kendi iktisadi ve politik çıkarları çerçevesinde belirlediği Sykes-Picot’yu kendi yöntemleriyle hükümsüz kılan IŞİD, sonraki 4 yılı aşkın süreçte gerçekleştirdiği katliamlarla bu meydan okumaya […]

The post Devletlerin IŞİD Bakiyesi – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Irak ve Suriye’yi birbirinden ayıran sınır kapısını 2014 Haziranı’nda ele geçiren IŞİD, bu olaya ilişkin yayınladığı videoda dünyaya şöyle meydan okuyordu: “Sykes-Picot Antlaşması burada yırtılmıştır.” Yaklaşık 100 yıl önce devletlerin Ortadoğu’daki haritaları kendi iktisadi ve politik çıkarları çerçevesinde belirlediği Sykes-Picot’yu kendi yöntemleriyle hükümsüz kılan IŞİD, sonraki 4 yılı aşkın süreçte gerçekleştirdiği katliamlarla bu meydan okumaya paralel biçimde dünyaya korku salacaktı. Hilafet ilan ettiği Irak ve Suriye’de, Belçika büyüklüğünde bir toprak parçasına hükmeden, dahası bu bölgelerde, petrol gelirleri başta olmak üzere kendi ekonomisi, yargı sistemi, 8 milyonluk nüfusa ulaşan sosyal yapısı, hatta diplomasisi olan ve tüm bu özellikleri nedeniyle BM’de temsil edilmek dışında bir devlete dair tüm özelliklere sahip olan ve zamanla İslam Devleti (İD) olarak ismini değiştiren IŞİD, 2014 yılı ortalarından itibaren ABD’nin öncülüğündeki koalisyonun hedefindeydi.

Bugünlerde Suriye’nin küçük bir kasabası olan Bağuz’a sıkışan ve gelen bilgilere göre “son kalıntılarının” buradan da çıkarıldığı söylenen IŞİD’in gelecekteki askeri ve siyasi varlığına dair tartışmalar ve soru işaretleri ise geçerliliğini koruyor. Hilafet ilan ettiği topraklardaki hakimiyetinin sona ermesi nedeniyle “bitti” denilen IŞİD, Ortadoğu’da halen canlılığını koruyan mezhepsel kırmızı çizgiler nedeniyle -belki de farklı adlarla- geri dönebilir mi? Mensuplarının, “hilafetin” gücünün doruğunda olduğu dönemde sloganlaştırdıkları gibi “devlet” (İD) “baki” kalacak mı?

ABD’nin 2003’te Irak işgali sonrası bölgede harekete geçen mezhepçi fay hatlarının bir sonucu olarak ortaya çıkan cihatçı terör çetelerinden biri olan IŞİD’in kuruluşu 2004’te Irak el Kaidesi adını alan Tevhid ve Cihat Cemaati adlı örgüte dayanıyor. Bu örgütün kurucuları arasındaki Ürdünlü cihatçı Ebu Musab ez Zerkavi’nin önceki yıllarda Afganistan’daki SSCB işgaline karşı ABD destekli cihatçı çetelerin safında savaşması, IŞİD ve benzeri örgütlerin, devletlerin “birtakım” politikaları sonucu üretildiği gerçeğini gösteriyor. Bu bağlamda, bölgede cihatçı çetelerin “can suyu” bulmasında tarihsel olarak SSCB ve ABD’nin Afganistan ile Irak’ı işgallerinin belirleyici dönüm noktaları olduğunun altı çizilmeli. Aynı şekilde, selefi cihatçı çeteleri harekete geçiren bir başka dinamik ise Şiilik-Sünnilik ekseninde 600 yılı aşkındır devam eden iktidar çekişmesini daha üst boyuta taşıyan 1979’da İran’da Molla rejiminin iktidara gelmesiydi. Ortadoğu’da devletlerin dahil olduğu tüm bu denklemlerin, aradan geçen on yıllara rağmen üç aşağı beş yukarı güncelliğini koruduğunu belirtmek gerek.

Geldiğimiz noktada bir başka ve asıl büyük problem ise direndiği son bölge olan Bağuz’dan çıkarılan IŞİD’in bir dönem onbinlerle ifade edilen üyesinin, nereye gittiği ya da gideceğidir.

Küresel cihat ideolojisini benimsemiş bir örgütün varlığının sonlanmasına dair baştan beri yapılan alan hakimiyetinin bitirilmesi yaklaşımı, bu bağlamda IŞİD hakkındaki temel yanlışlardan birini oluşturuyor. Bu gerçeği görmek için IŞİD’in eski gücünden çok uzakta olduğu 2018’de tam 3670 saldırıyı üstlendiği verisi, açıklayıcı bir veridir. Bu saldırıların, IŞİD’in “küresel cihat” ideolojisini destekler nitelikte Irak ve Suriye dışında Mısır, Afganistan, Yemen, Filipinler gibi çok geniş bir coğrafyada gerçekleştiği belirtilmeli. 2018’deki bu rakamlarda yer alan Fransa, Belçika, Kanada ve Avustralya’daki “küçük çaplı” bıçaklı saldırılar, önceki yıllarda Manchester, Barcelona, Nice, Las Vegas gibi batı metropollerinde katliamlar gerçekleştiren IŞİD’in bu potansiyel ve motivasyonunun halen mevcut olduğunu gösteriyor.

11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırıları sonrası dönemin ABD Başkanı George W. Bush “teröre karşı küresel savaş” adlı doktrinini açıklamıştı. Bundan sonra Irak’ı işgal eden ABD’nin, Ortadoğu politikalarındaki “şahin” başkanı, işgal sonrası 1 Mayıs 2003’te ABD Donanması’na bağlı USS Abraham Lincoln uçak gemisinde, arkasında “görev tamamlandı” pankartı dururken bir “zafer konuşması” yapacaktı. Ancak Bush’un tabiriyle “tamamlanan” görevin ne olduğunu anlamak için dünya, IŞİD ve benzerleri gibi birçok cihatçı çete ile “tanışmak” ve bu tanışmanın bedellerini ödemek zorunda kaldı. Aynı şekilde bugünlerde, sığındığı son nokta olan Bağuz’da, ABD tarafından IŞİD’e karşı ilan edilen “zafer” 2003’ten bugüne yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda devletlerin benzer politikaları paralelinde tarihin tekerrür etme olasılığını barındırıyor. Daha da ötesinde ise bir başka olasılığın, IŞİD ve benzeri gibi cihatçı çetelerin kullanışlılığını her zaman değerlendiren kimi bölgesel devletlerin, alan hakimiyeti ortadan kalkan IŞİD’in, küresel cihada hazırlanan bakiyesini Ortadoğu’da bir süre daha “misafir etmeye” istekli olabileceği unutulmamalı.

Emrah Tekin

[email protected]

The post Devletlerin IŞİD Bakiyesi – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/04/16/devletlerin-isid-bakiyesi-emrah-tekin/feed/ 0
Filmlerimi, Yazılarımı ve Arşivimi Geri Almak İçin Eylemdeyim https://meydan1.org/2019/04/16/filmlerimi-yazilarimi-ve-arsivimi-geri-almak-icin-eylemdeyim/ https://meydan1.org/2019/04/16/filmlerimi-yazilarimi-ve-arsivimi-geri-almak-icin-eylemdeyim/#respond Tue, 16 Apr 2019 09:47:44 +0000 https://test.meydan.org/2019/04/16/filmlerimi-yazilarimi-ve-arsivimi-geri-almak-icin-eylemdeyim/ 6 ay önce polisin “sosyal medya paylaşımları ile terörü ve terör örgütünü övmek” suçlamasıyla evini basarak 20 yıllık arşivine el koyması ve o tarihten bu yana geri vermemesi üzerine İzmir Bayraklı Adliyesi önünde eylem yapan ve arşivini geri alıncaya kadar eylemini her salı sürdüreceğini açıklayan Seyri Sokak Video ve Belgesel Kolektifi‘nden Oktay İnce ile bir […]

The post Filmlerimi, Yazılarımı ve Arşivimi Geri Almak İçin Eylemdeyim appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

6 ay önce polisin “sosyal medya paylaşımları ile terörü ve terör örgütünü övmek” suçlamasıyla evini basarak 20 yıllık arşivine el koyması ve o tarihten bu yana geri vermemesi üzerine İzmir Bayraklı Adliyesi önünde eylem yapan ve arşivini geri alıncaya kadar eylemini her salı sürdüreceğini açıklayan Seyri Sokak Video ve Belgesel Kolektifi‘nden Oktay İnce ile bir röportaj gerçekleştirdik.

Meydan Gazetesi: Merhaba, 16 Ekim 2018 tarihinde evinin basılmasıyla başlayan süreci kısaca özetler misin?

Oktay İnce: Kapıyı çaldılar, sabah 10 gibiydi. Ankara’da ya da İstanbul’da olsaydı bu gözaltılarla insanlara korku verilmek istendiği için gece yarısı 04:00’te gelirlerdi. Ama burası Kemalpaşa. Biri kadın 4 polis “elimizde mahkeme kararı var, arama yapmak için geldik” dediler. Kararı görmek istedim. Marmaris Sulh Hakimliği’nden çıkarılmış olan kararda “evdeki her türlü dijital malzemenin alınması” yazıyordu. Arama yaptılar, tutanak tutup malzemelere el koydular. Gözaltı işlemi yapılmadı.

Polis görsel arşivini geri vermeme nedenini nasıl açıkladı?

Yasal olarak kopyasını alıp aslını bırakmak zorundasınız dediysem de sanırım bu darbecilerle ilgili olarak getirilen bir düzenlemeyle tüm dijital malzemenin asıllarının alındığını söylediler. Kopyalama, il merkezinde yapılacakmış. Kopyalayacağız ve vereceğiz diyorlar ama kopyalamanın süresi belirsiz.

Görüntülerini geri almak için nasıl bir süreç işlettin?

Arama sırasında aslında kavga çıkarmak gerekiyor. Yani vermemek için direnmek gerekiyor. Avukatları çağırmak gerekiyor. Ne kadarını ellerinden alabilirsek, kurtarabilirsek o kadar iyi. Öncesinde saklamadıysan arama sürecinde tantana çıkarman gerekiyor. Bunu alamazsınız diyerek. Ama beni aradıklarında çocukla yalnız olduğum için böyle davranma şansım olmadı.

Sonrasında bu arama kararını çıkaran savcıya gittim. Belgeselci olduğumu söyledim. 20 yıldır çektiğim görüntüler, yaptığım filmler ve yazdığım yazılar bunun içinde dedim. Savcı da İzmir Siber Suçlar Dairesi’ne kopyalamanın bir an önce yapılarak orjinallerin geri iade edilmesini içeren bir yazı yazdı. Daha sonra ise bu “suç”un internet üzerinden işlenmesini ve belli bir adresinin olmamasını gerekçe göstererek yetkisizlik kararı verdi. Dosya bu kez de Ankara’ya gitti.

İzmir Siber Suçlar’a gidip harddiskleri kopyalayıp geri vermelerini istedim ama onlar da darbecilerle uğraştıklarını söyleyip işlerinin yoğunluğunu gerekçe gösterdiler. Böylece hukuki süreç bitmiş oldu benim için. Süreç tüketilince ben de sokakta açıklama yapmaya karar verdim. Kamusal bir baskıyla bu işin çabuklaştırılarak yapılmasını sağlamak için.

Aradan aylar geçip arşivin sana teslim edilmeyince adliye önünde eylem yaptın. Bu eyleme nasıl karar verdin?

Ben hukuki sürecin tükenmesini bekledim. Araya seçim girdi, seçim sürecinin bitmesinin ardından ilk eylemi İzmir Adliyesi önünde yaptım. Sonrakilerde yeri değişebilir. Eylem yeri olarak konu ile ilgili temsili binalar, onların adalet dağıttıklarını iddia ettikleri saraylar olabilir. Bu adaletsizliğin, bu el koymanın teşhirine yönelik, onun görünürlüğünü sağlamak için eylemin biçimleri de değişebilir.

Sokakta yapacağım eylemleri polis kameraları da kaydettiği için aslında onlara doğrudan bir mesaj da vermiş olacağım. Ayrıca basında da yer bulabilirse oluşacak kamusal baskının sonucunda görüntülerimi geri alabileceğimi düşündüğümden bu eylem sürecine başladım.

İlk eyleminde ne tür tepkiler aldın, polislerden herhangi bir açıklama ya da engelleme geldi mi?

Eylem yerine geldiğimde siviller oradaydı, foto-film merkezi oradaydı. “Nerede olacak, nasıl olacak?”gibi sorular sordular ve eğer oturma eylemi yaparsam bunun 2911’e aykırı bir “suç” olduğu uyarısında bulundular. Ben bu konuda hukukçuların görüşüne itibar ederim dedim ve adliye binasının ve tabelasının görünebileceği bir noktada ısrarcı oldum, eylemime başladım.

Genel olarak seyrettiler, görüntü aldılar, açıklamamı yaptım ve açtığım pankartı 1 saat boyunca tuttum. Birinci raund bu şekilde tamamlandı.

Sana yöneltilen suçlama ile alınan görüntülerin arasında ne gibi bir ilgi kurulmuş?

Seyri Sokak hesabından, Dersim’de vurulan 2 TİKKO militanı hakkında birisi retweet, birisi tweet 2 paylaşım yapılmış. Bu insanlar halk savaşçısı olarak nitelenmiş, terörist denmediği için terör propagandası sayıyorlar bu tweetleri.

Bu tweetlerin kim tarafından atıldığını bulmak için mobil telefonumu ya da IP adresimi araştırabilirler. Ama harddisklerden ya da görüntülerin içerisinden buna ilişkin bir şey çıkarmaları mümkün değil. Ama yapmak istedikleri Seyri Sokak’ı bir tür illegal yapıymış gibi göstermek.

Bunun dışında da arşivimdeki birçok eylem ve direniş görüntülerinden, o eylemlere katılanlara yönelik suçlama getirebilirler. Ama bundan daha çoğu polisin kendi arşivinde zaten var.

Özgür haber alma hakkının engellenmesi bağlamında değerlendirdiğinde polisin tutumunu hakkında ne düşünüyorsun?

Basın kartın yoksa burada niye görüntü çekiyorsun diye zorluyorlar. Herkesin haber yapmasını ya da hukuki kanıt oluşturmasını bu şekilde engelliyorlar. Zaten son çıkan düzenlemeyle bu kart Cumhurbaşkanlığı onayına girmiş durumda. Yani bu, Saray’ı eleştirenlerin basın kartını onaylamamak anlamına geliyor.

Sen sarı kart taşısan da görüntü kaydetmeni fiili olarak engelliyorlar. Kimisinin çektiği görüntülerini sildiriyorlar, kimisini 1 saat gözaltında tutup bırakıyorlar. Zaten bu bir saatlik sürede eylem bitmiş oluyor.

Görüntü kaydeden diğer bağımsız videocuların benzer bir tehditle karşılaşmaması için neler yapılmalı?

Polisler arşivimi aldıktan sonra bazı arkadaşlarımdan “Niye iyi saklamadın, niye kopyalamadın?” diyenler oldu. Belgeselciler arşivlerini farklı evlerde saklayabilirler, internet ortamında da saklayabilirler ama ben bunların açıktan savunulması gerektiğini düşünüyorum. Ben nerede, nasıl saklayacağım kaygısına düşmeden filmlerimi üretmek istiyorum.

Basit nedenlerle el koyamazsınız, depolarınıza atamazsınız, yıllarca oralarda tutup çürütemezsiniz! Ben bunu açıktan savunmak gerektiğini, bunun bir hak olduğunu düşünüyorum. Bunu anlatalım ki görüntülerimizi hem çekerken hem film hazırlarken hem de gösterirken içimiz rahat olsun. Bunu oluşturacağımız kamuoyuyla anlatalım ki bu mücadele devlete pahalıya mal olsun.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.

The post Filmlerimi, Yazılarımı ve Arşivimi Geri Almak İçin Eylemdeyim appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/04/16/filmlerimi-yazilarimi-ve-arsivimi-geri-almak-icin-eylemdeyim/feed/ 0
AVM’ler Yükseliyor Semtler Dönüşüyor – İlyas Seyrek https://meydan1.org/2019/04/15/avmler-yukseliyor-semtler-donusuyor-ilyas-seyrek/ https://meydan1.org/2019/04/15/avmler-yukseliyor-semtler-donusuyor-ilyas-seyrek/#respond Mon, 15 Apr 2019 13:10:45 +0000 https://test.meydan.org/2019/04/15/avmler-yukseliyor-semtler-donusuyor-ilyas-seyrek/ Asıl olarak devletin iç/dış politikalarının konuşulduğu genel seçimlerin aksine yerel seçimlerde -her ne kadar şimdilerde devletin bir “beka sorunu” olduğu gündem edilmiş olsa da- adaylar yerel, “mahalli” konular üzerinden yarışmaktadır. Bundan dolayı da geçtiğimiz seçim sürecinde “Beyoğlu’nda zaman geçiren/yaşayan profil değişti, Kadıköy doldu taştı, Bakırköy ve Kartal boşaldı” şeklindeki sorunlar, adaylara duyurulması için daha çok […]

The post AVM’ler Yükseliyor Semtler Dönüşüyor – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Asıl olarak devletin iç/dış politikalarının konuşulduğu genel seçimlerin aksine yerel seçimlerde -her ne kadar şimdilerde devletin bir “beka sorunu” olduğu gündem edilmiş olsa da- adaylar yerel, “mahalli” konular üzerinden yarışmaktadır. Bundan dolayı da geçtiğimiz seçim sürecinde “Beyoğlu’nda zaman geçiren/yaşayan profil değişti, Kadıköy doldu taştı, Bakırköy ve Kartal boşaldı” şeklindeki sorunlar, adaylara duyurulması için daha çok gündem edilmiştir. Kısacası İstanbul’un bu ilçelerinin “o eski halinden eser yok şimdi”. Bunların yanı sıra gerek tüketime ve inşaata odaklı neoliberal ekonomik politikaların gerekse muhafazakar milliyetçi politikaların ilçelere ve İstanbul’un tamamına yönelik büyük etkilerini yaşıyoruz. Kentsel dönüşümlerle değişen yaşamlar, inşaatı tamamlanmamış binalar ve yıkılmayı bekleyen yıkık dökük yapılarla hayalet mahallelere dönüşen mekanlar ve diğer pek çok kentsel sorun… Seçim döneminde adayların vaatleri de ilçelerin yaşadığı sorunlara konu olmuştu. Örneğin CHP’nin Kadıköy adayı Şerdil Dara Odabaşı’nın, Beyoğlu adayı Alper Taş’a “Beyoğlu’nda seçimi kazan da Kadıköy’ü kurtar. AKP belediyesi İstanbul’un vitrini Beyoğlu’nda eğlence, kültür, sanat hayatını bitirdiği için herkes Kadıköy’e geliyor, seçmenler aşırı yoğunluktan şikayetçi” söylemleri de bu yönde bir açıklamadır.

Peki gerçekten ilçelerde yaşanan bu değişikliklerin nedenleri nelerdir? Beşiktaş’ın/Kadıköy’ün dolup taşmasının, belirli ilçelerin boşalmasının ve nitelik değiştirmesinin nedenleri nedir?

Kadıköy/Beşiktaş Doldu Taştı!

Beşiktaş’ın ve Kadıköy’ün ziyaretçilerle dolup taşmasıyla ilişkili olarak insanların, ekonomik ve daha çok siyasi baskılar sonucunda büyük bir dönüşüm geçiren Beyoğlu’ndan veya “çevre” diye nitelendirilecek mahalle ve ilçelerden vakit geçirmek, eğlenmek, alışveriş yapmak amaçlı buralara gelmelerine odaklanmak eksiklik olacaktır.

Evet, Kadıköy’ün “Kadıköylülük” kimliği üzerinden belirli bir nüfus grubunun ekonomik, sosyal, politik ve/veya kültürel gelişimlerini korumak ve sürdürmek için mekânsal olarak kümelendiği yerlere yönelik tanımlanan bir tür “enklav” (enclave) gibi lanse edilmeye/düşünülmeye başlandığı ve bu haliyle -Louis Wirth’in tanımıyla- bir tür “gönüllü getto” havasına bürünmeye başladığını söyleyebiliriz. İşte bu algıyla ilişkili olarak gelişimin neden ve nasıl olduğuna da bakmak gerekmektedir. Bu gelişimin temelinde Kadıköy’e metrosundan metrobüsüne, treninden vapuruna pek çok farklı yolla ulaşımın kolaylaşmasının etkisi olduğu gibi Kadıköy’ün çizdiği “muhalif ve özgür bir ortam” betimlemesinin de etkisi bulunmaktadır. Ama bunlar resmin tamamı değil; işin tuzu biberi, cilasıdır.

Genetiği Değiştirilmiş Beyoğlu

Her ne kadar bugün, siyasi iktidarın karşısında bir mücadele alanı olarak kullanılan ve toplumsal muhalefet için değerli olan pek çok siyasi değeri yitirmeye başlasa da Beyoğlu, özellikle Gezi Parkı Direnişi ile önemli bir simgesel mekandı. Direnişin sonucunda Topçu Kışlası yapılamamış olsa da AKM’nin yıkılması, Taksim Meydan Camii ve Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi mekanın fizikselliğinde, hafızasında ve kültürel kodlarında önemli değişiklikler meydana getirdi, getirmeye devam ediyor. Tarlabaşı gibi mahallelerde devam etmekte olan soylulaştırma ve yerinden etme uygulamaları, İstiklal Caddesi üzerindeki restorasyon çalışmaları ve kültür sanat merkezlerine yönelik politikalar da dönüşümün sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik ayaklarından birkaçıydı. Ayrıca Arap nüfus ağırlıklı turistlere göre ekonomisinin yeniden düzenlenmesinin önünün açılması yoluyla da Beyoğlu’nun  hızla cazibe merkezi olmaktan çıkarılmaya çalışıldığını; başta üniversiteliler olmak üzere kentli orta sınıfın mekânla arasına mesafe koymasına yönelik hamleler yapıldığını görmek gerekmektedir.

Bakırköy ve Kartal’da Yaşanan Dönüşüm

Neoliberal ekonomi politikalarının getirdiği rant gelirinin değişimi, ulaşım yatırımları, ekonomik ve siyasi etkenler nedeniyle bazı alanların yükselişe geçip belirli mahalle ve semtlerin eski değerini yitirmesi neticesinde geniş boyutlarda dönüşümler yaşanmaktadır. Tüketim odaklı ekonomi ve rant gelirinin önemli bir kaynak olarak görüldüğü ekonomik yaklaşımın bazı ilçelerde kentsel dönüşümü ve yerinden edilmeyi etkilediği gibi zaman geçirmek, eğlenmek veya alışveriş yapmak için orada yaşayanları da başka merkezlere yönelttiğini de görmek gerekmektedir. Bakırköy ve Kartal’da yaşanacak geniş çaplı bir dönüşüm öncesinde “kuzuların sessizliği”  boyutunda artan boş, kiralık/satılık daire ve işyerleri de bu durumu kanıtlamaktadır.

AVM’ler Yükseliyor Semtler Düşüyor

1988 yılında Bakırköy’de, Türkiye’nin ilk AVM’si (Galleria) açılmıştı. O günden bugüne artan AVM’ler modern ve farklı ihtiyaçların giderilmesini sağlamalarının yanı sıra alışverişin ötesinde bir olgu haline gelmiştir. Teknolojinin internet üzerinden alışverişe birçok olanak sağlaması, insanların telefonları ile alışveriş yapabilme durumu, AVM’lerin giderek daha çok sosyal ve eğlence amaçlı vakit geçirebileceği rekreasyonel açık ve kapalı mekânlar haline dönüşmesinde bir etken olmuştur. Ayrıca son 20 yıl içinde kapalı, kontrollü ve içe dönük bir tipoloji de sunan alışveriş merkezleri, 1993’ten sonra karma kullanımlı ofis, konut vb. işlevleri de barındırmıştır. Alışveriş mekanı kentten kopuk fakat kendi içinde kent parçalarını barındıran yapılara dönüşmüştür. Bu değişim ile birlikte büyük alışveriş merkezlerinde alışveriş, tüketici için kolay, rahat, çeşitli, zevkli ve daha ekonomik hale gelmiştir. Bu AVM’ler, en yüksek gelir seviyesinden en düşük gelir seviyesine kadar toplumun her kesimine hitap ettiği için geniş bir kesimin ilgisini çekmektedir.

Bu durumda hem alışveriş hem rekreasyon alanı olarak AVM’ler, küçük/çevre semtler üzerinde ciddi sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve yerleşimsel etkilere sahiptir. Bu etkilerin en başında  insanların bulunduğu ve bulunmak istediği mekanları değiştirmek istemesi ve eğlence, giyim ve yemek alışkanlıklarındaki değişim gelmektedir. Kent mekanı, alışveriş merkezi içinde yeniden yapılanmakta ve AVM’ler de kent merkezine alternatif oluşturmaktadırlar. Kısacası yaşam alanı ve toplumsal mekan olmaları nedeniyle AVM’ler çekici özelliğe sahiptir. AVM’lerin sayısında artış yaşandığı gibi AVM’lerde zaman geçiren insanların sayısında da artış söz konusudur. 2019’un ilk aylarında açıklanan sayısal verilere bakarsak da İstanbul’da toplam 123 aktif, 15 inşaat halinde olmak üzere toplam 138 AVM bulunmaktadır.

AVM’ler halihazırda düşüşte olan semtlerdeki/ilçelerdeki insanları çekse de doğal yeşil alanlara, sahillere sahip olmamaları ve genellikle alkol kullanımına uygun olmamaları nedeniyle belirli bir kesimin de alternatif merkezlere doğru gitmesinin önüne geçememiştir. İşte tam da bu noktada, gittikçe artan tüketim mekanları ve muhalif havası nedeniyle Beşiktaş ve özellikle Kadıköy bu alternatifi oluşturmaktadır.

Çare ?

Kentsel problemler temel olarak mekansal problemlerdir. En başta belirtmek gerekir ki mekan sadece bir konum belirtmemektedir. Toplumsal ilişkilerin gerçekleştiği alan olması nedeniyle toplumsal dönüşüme de zemin hazırlamaktadır ve mekana en ufak müdahale büyük toplumsal sonuçları beraberinde getirmektedir. Bu ilişkisellik hali geniş pek çok yapı ile iç içe geçmiş olduğu için de bu tür kentsel sorunların birden çok “çare”si bulunmaktadır. Bu sorunların merkezi yerleşim anlayışıyla/yöntemiyle ilişkisi olduğu gibi rant ve tüketime dayalı ekonomi anlayışıyla da ilişkisi bulunmaktadır. Bu sorunlardan kurtulmanın çaresi de burada yatmaktadır!

İlyas Seyrek

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.

The post AVM’ler Yükseliyor Semtler Dönüşüyor – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/04/15/avmler-yukseliyor-semtler-donusuyor-ilyas-seyrek/feed/ 0
“Sosyal Devlet”in Çöküşü: Adaletin ve Özgürlüğün Karşısında Macron – Romain Dubier https://meydan1.org/2019/04/15/sosyal-devletin-cokusu-adaletin-ve-ozgurlugun-karsisinda-macron-romain-dubier/ https://meydan1.org/2019/04/15/sosyal-devletin-cokusu-adaletin-ve-ozgurlugun-karsisinda-macron-romain-dubier/#respond Mon, 15 Apr 2019 10:26:26 +0000 https://test.meydan.org/2019/04/15/sosyal-devletin-cokusu-adaletin-ve-ozgurlugun-karsisinda-macron-romain-dubier/ 2006’dan beri Fransa’nın deneyimlediği en büyük toplumsal hareketle karşı karşıya kalan Macron Paris’teki birçok kamu binasını koruması için orduyu gönderdi. Böylece altı aydır her hafta Sarı Yelekliler ve Kara Blok’la girdiği çatışmalarda “yıpranan” polisi ve jandarmayı rahatlatmayı amaçlıyor. Kolluk kuvvetleri, politikacılar ve köşe yazarları televizyon ve radyoda günlerdir askeri bir dilden konuşuyorlar. “Askerlere vur izni […]

The post “Sosyal Devlet”in Çöküşü: Adaletin ve Özgürlüğün Karşısında Macron – Romain Dubier appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

2006’dan beri Fransa’nın deneyimlediği en büyük toplumsal hareketle karşı karşıya kalan Macron Paris’teki birçok kamu binasını koruması için orduyu gönderdi. Böylece altı aydır her hafta Sarı Yelekliler ve Kara Blok’la girdiği çatışmalarda “yıpranan” polisi ve jandarmayı rahatlatmayı amaçlıyor. Kolluk kuvvetleri, politikacılar ve köşe yazarları televizyon ve radyoda günlerdir askeri bir dilden konuşuyorlar. “Askerlere vur izni verilecek” dedi birisi, “insanlar ölebilir” diye ekledi bir başkası. Ezen sınıfların temsilcileri savaşın retoriğini yaymaya başladı.

Devlet ağzıyla konuşacaksak “yabancı” bir orduya ya da “terörist” bir örgüte karşı verilen bir savaş değil bu iktidarın ezilenlere karşı, sözde kendi insanlarına karşı savaşı. Sürecin başından beri çeşitli imalı sözlerle Sarı Yelekliler’i ve burjuva dükkanlarını, restoranlarını yakmaya cesaret edenleri “iç düşman” olarak adlandırdılar.

Fransa devletinin kendi düzenini sağlamak için orduyu çağırması en son 1948’de yaşanmıştı. O yıl yükselen işçi hareketiyle toplumsallaşan grevler Fransa’yı sarsmıştı. Dönemin sosyalist içişleri bakanı, madencileri işlerinin başına dönmeye zorlamak için askerleri yollamıştı. O zamandan beri, kolonyal savaşlar dönemi hariç, ordu hiçbir zaman polis operasyonu yürütmemişti.

Sınıf Mücadelesini Sözde Refah Devletiyle Yatıştırmak

2. Dünya Savaşı’nın ardından Paris, işçi ve patron temsilcilerinin katıldığı birleşme görüşmeleri etrafında örgütlenen güçlü bir refah devleti inşasını başlatarak varlığını sürdüren ekonomik adaletsizliklere karşı sınıf mücadelesini yatıştırmaya çalıştı. Patron ve işçi ilişkileri, her iki tarafın katkıda bulunduğu bu “toplumsal güvenliği” tartışmak ve yönetmekle sınırlandırıldı. Sınıf mücadelesi tamamen ortadan kaybolmadıysa da yeni doğan “Sosyal Devlet” geniş ölçüde kabul gördü.

Bunun sonucu olarak korunması gereken düzen, sadece tek bir sınıfın düzeni olmaktan çıktı. “İç düşman” ortadan kayboldu. Fransız Çevik Polisi CRS, 1944’te askerlerin yerine kullanılmak için oluşturuldu. O zamandan beri düzeni sağlamak için ordu hiç çağrılmamıştı. Polis, askeri teçhizatla donatılmıştı ve yüksek oranda şiddet kullanarak baskıyı artırıyordu ama askerler kışlalarından hiç çıkmadı. Değişen hükümetler, uyuşmazlıkları sandıkta ve toplumsal müzakerelerle çözmeye devam etti.

İşler her zaman böyle “yolunda” gitmiyordu tabii. 1795’te Robespierre’in düşüşünden beri, öyle ya da böyle burjuvazinin yönetimdeydi ve zaman zaman çıkan ayaklanmaları ezmesi için orduya güveniyordu. 1871’de muhafazakar iktidarlar orduyu Paris Komünü’nün bastırılması için kullandı, binlerce komünar katledildi. Söylentilere göre katliamın sona ermesinin nedeni kanalizasyonun daha fazla insanın kanını kaldıramaması olmuştu.

1870’lerde Cumhuriyet bunun son olduğu ilan etse de, devlet birçok kez grevleri ve toplumsal hareketleri bastırmak için askerleri harekete geçirdi. 1906’da merkeziyetçi bir burjuva olan İçişleri Bakanı George Clemenceau, 1099 işçiyi katleden Avrupa’da meydana gelmiş en büyük maden katliamını yönetti. Courrière madencilerini işbaşı yapmaya zorlamak için 20.000 asker gönderdi. Bu kuralın bir istisnası 1907’de gerçekleşti. 17E hattındaki askerlerin Fransa’nın güneybatısında köylülere ateş etmeyi reddetmesi ve köylülere katılması özgürlük mücadelesinin bir sembolü haline gelmiştir.

Ne zaman ki askerler, işçiler ve köylüler I. Dünya Savaşı’nda aynı siperlerde beraber savaştılar, bu yan yana gelişin yarattığı risk nedeniyle düzeni sağlaması için orduya başvurmak zorlaşmaya başladı. 1936 Devrimi ve toplumsallaşmış genel grevin ardından alınan çeşitli kazanımlara rağmen 1944’e gelindiğinde Fransa hala pek çok yönden “geri kalmış” bir ülkeydi.

1940’larda “Sosyal Devlet”in inşası, toplumsal şiddetin ve polis baskısının bittiği anlamına gelmiyordu tabii ki. Fakat bütün sınıflara ait bir devlet kavramı iç düşman kavramını etkisiz hale getirdi. Ordu, toplumsal mücadelelerde hakem olamazdı çünkü bu durum varlığını borçlu olduğu devletin yok olması riskini taşıyordu. Bu yüzden düzeni koruma işi 60 yıldır “askersizleştirilmişti”.

İsyan Eden “Halk” mı Yoksa “Vahşi Kitleler” miyiz?

1871’de Komün’ün bastırılmasını planlayan Adolphe Thiers, 1850’lerde devleti destekleyen iyi “halk” ve “sarayları ve heykelleri yakan, Paris’e saldırıp kan dökenler” ayrımını yapıyordu. Bir yanda devlete teslim edilmiş bir “halk”, diğer yanda etkisiz hale getirilmesi gereken “vahşi bir kitle”. Yabancı bir istilacı gibi zaptedilmesi gereken bir düşman, barbar. Onu kontrol etmek ordunun işiydi.

Polis eylemcilerle çatışırken Macron’un bazı kamu binalarını koruması için orduyu göndermesi, bu mantalitenin geri döndüğünü ve “Sosyal Devlet”in başarısızlığını gösteriyor.

Macron seçildiğinden beri özelleştirmeyle, toplumsal yaşamı zayıflatmakla, emekli maaşlarını azaltmakla, tren hatlarını kapatmakla, kamu harcamalarını kısmakla ve kamu hizmetlerini azaltmakla meşgul. Kuşkusuz bunları başlatan Macron değildi. Ondan önceki Nicolas Sarkozy ve François Hollande’ın ikisi de canavarın derisini yüzmeye başlamıştı zaten. Fakat “Sosyal Devlet”in mezarını kazan Macron oldu.

Devlet ezelden beridir sadece tek bir sınıfa hizmet ediyor. Macron’un neo-liberal politikaları, sınıf mücadelesinin yeniden güçlenmesini sağladı. Yeni ezenler; onların “halkına” karşı “düşmanlar” olarak karakterize edilen muhalefet arasındaki, yeni toplumsal mücadelelerin yolunu açtı.

Eğer Sarı Yelekliler hareketinden öğrenilecek bir şey varsa o da toplumun kendini örgütlemesi için hiçbir parti ya da iktidarlı yapıya ihtiyacı olmadığıdır. Bu ayaklanma, halkın yönetim sürecine katılma isteğini göstermesiyle, temsiliyet konusunda devletin sorunlar yaşamasına yol açtı. Sokağa çıkanların iş yerlerindeki sömürüye ve iktidarların devletin olabileceğini düşündükleri şekliyle yok olmasına ilişkin talepleri vardı.

Hükümetin bu taleplerin hiçbirine hiçbir cevap vermemesi, ideolojisinin çöktüğü gerçeğini gösteriyor. Devlet iktidarlara aittir, onlara hizmet eder ve sistemlerini sürdürmek için ezilen sınıfların örgütlenmesini engellemeye çalışır.

Devletin sınıfların işbirliği ile örgütlenip herkese hizmet edebileceğine inanmak bir illüzyondan ibarettir. İktidarlar yeterince güçlendikleri anda ya da muhalefet yeterince zayıfladığı anda kendi gücünü yeniden geri alır. Kolluk kuvvetlerinin yani ordunun ve polisin şiddetiyle karşılaştığımızda, Elysée Reclus’nün 1905’te yazdığı gibi; “taviz vermeyeceğiz”.

“Ya adalet insanlığın idealidir ve bu durumda onu herkes için isteriz ya da sadece iktidar toplumları yönetir, o zaman düşmanlarımıza karşı güç kullanırız. Ya eşitlerin özgürlüğü ya da kısasa kısas.”

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.

Çeviri: Özgür Oktay

The post “Sosyal Devlet”in Çöküşü: Adaletin ve Özgürlüğün Karşısında Macron – Romain Dubier appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/04/15/sosyal-devletin-cokusu-adaletin-ve-ozgurlugun-karsisinda-macron-romain-dubier/feed/ 0
Ōtautahi/Christchurch Trajedisinden Yansıyanlar https://meydan1.org/2019/04/15/otautahi-christchurch-trajedisinden-yansiyanlar/ https://meydan1.org/2019/04/15/otautahi-christchurch-trajedisinden-yansiyanlar/#respond Mon, 15 Apr 2019 10:20:21 +0000 https://test.meydan.org/2019/04/15/otautahi-christchurch-trajedisinden-yansiyanlar/ Yeni Zelanda’daki iki cami, dört adet ateşli silah taşıyan bir “beyaz üstünlükçü” tarafından saldırıya uğrayalı bir haftayı biraz geçti. 50 kişi öldü, 50 kişi de yaralandı. Saldırgan internette canlı yayın yaptı ve bu video hızla paylaşıldı. Ayrıca kendi düşünce yapısı ve yaptıklarını neden yaptığı konusunda ipuçları veren 78 sayfalık bir bildiri yayınladı. O zamandan beri […]

The post Ōtautahi/Christchurch Trajedisinden Yansıyanlar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Anarşist Aotearoa İşçi Dayanışma Hareketi’nin 15 Mart’ta Yeni Zelanda’da yaşanan ırkçı katliam üzerine bildirisini yayımlıyoruz.

Yeni Zelanda’daki iki cami, dört adet ateşli silah taşıyan bir “beyaz üstünlükçü” tarafından saldırıya uğrayalı bir haftayı biraz geçti. 50 kişi öldü, 50 kişi de yaralandı. Saldırgan internette canlı yayın yaptı ve bu video hızla paylaşıldı. Ayrıca kendi düşünce yapısı ve yaptıklarını neden yaptığı konusunda ipuçları veren 78 sayfalık bir bildiri yayınladı.

O zamandan beri Yeni Zelanda’nın sömürgeci geçmişi, Yeni Zelanda toplumundaki aşırı sağ gruplar ve ırkçılığın varlığı hakkında pek çok tartışma yapıldı ama bu olayın ne olduğunu ve nedenini gerçekten açıklayamıyor.

Irkçılık ve beyaz üstünlüğü oluşumunu gerçekten anlamak için, içinde yaşadığımız sistemin, kapitalizmin kendi çıkarları doğrultusunda işçileri kontrol etmek ve bölmek için ırkçılığı nasıl kullandığının anlaşılması gerekir. Irkçı baskıdan kimin yararlandığına dair de dikkatli bir analiz gerekir. Son faşist saldırıları kolayca “olağandışı bir şey” olarak veya ‘şeytani’ bir bireyin eylemi olarak etiketlemek yeterli değildir.

Kapitalizm ırkçılıkla iç içedir. Irkçılık fikir olarak, sömürgeciliği ve köleliği meşrulaştırmak için geliştirildi ve kullanıldı. Bir ayrımcılık ve baskı biçimi olarak yüksek düzeyde sömürü yaratmak ve bunu meşrulaştırmak için kullanıldı ve kapitalizmin gelişiminde önemli bir faktör oldu. İmparatorlukların ve köleliğin, ırkçı yapılarının bitmesi ırkçılığı tarihe gömmedi.

Irkçılık hem fikir olarak hem de uygulamada sürerken iki önemli işleviyle kapitalizme hizmet ediyor. Birincisi, kapitalistlerin göçmenler ve azınlıklar gibi ucuz, örgütsüz ve son derece sömürülebilir emek kaynaklarını kullanmasına olanak veriyor. İkincisi, ırkçılık işçi sınıfının ülke bağlamında genellikle göçmenleri ve mültecileri “iş ve konutları alan” günah keçisi olarak göstererek, uluslararası bağlamda ulus-devlet imajını yüceltip diğer ulusların işçilerine göre bir üstünlük duygusu yaratarak bölünmesine; aynı ırkın ya da ulusun işçi ve kapitalistleri arasında -gerçekte hiçbir ortak yanları olmasa da- ortak çıkar görüntüsü yaratarak kapitalist egemen sınıfın işçi sınıfını bölmesine ve yönetmesine olanak sağlar.

Bu fikirlere karşı mücadele etmemiz gerektiğini söylemeye gerek yok. Irkçılık hiç bir işçiye fayda sağlamaz. Doğrudan ırkçılıkla ezilmeyen işçiler bile işçi sınıfı bölündüğü için ırkçılık yüzünden kaybediyorlar.

Buna rağmen işçi sınıfının çoğu fikirler üzerindeki kapitalist kontrol nedeniyle ırkçılığı sıklıkla destekler. Kapitalistler sadece güç aracılığıyla değil, aynı zamanda kapitalist bir dünya görüşünü teşvik ederek yönetirler. İşçi sınıfını eğitim sistemi, medya ve edebiyat aracılığıyla ulusal ve ırksal üstünlük fikirleriyle ve gururuyla beslerler. Bu propagandanın yaşam boyunca damla damla verilmesinin etkisi azımsanamaz.

Bir diğer etmen de işçi sınıfının maddi koşullarıdır. Yoksulluk insanları bir başkasından üstün olmaktan gurur duyma fikirlerine açık bırakır. İşçi sınıfı sınırlı olan iş, ev ve diğer ihtiyaçlar için rekabetin içinde sıkışmış durumda ve herhangi bir ayrıcalıktan faydalanma olanağını gördüğün anda ondan faydalanırsın.

Beyaz işçi sınıfının çoğu üyesi, teknolojiyle yok olan işler, işlerin süreksiz hale gelmesi, ücretlerin azalması nedeniyle bir zamanlar doğal karşıladıkları güvenceleri kaybettiler. Beyaz üstünlüğünün hortlaması, beyazların daha önce kapitalizmin ve ırkçılığın onları muaf tuttuğu şartlara düşme endişesini temsil ediyor.

Eğer iddia ettiğimiz gibi ırkçı baskı ve ideoloji koşullarını sürekli olarak üreten kapitalizm ise, ırkçılığa karşı mücadele ancak kapitalist sistemi devirerek tutarlı bir şekilde gerçekleştirilebilir. Bu, ırkçılığa karşı mücadelenin devrim sonrasına kadar ertelenmesini savunmak değildir. Sadece birleşik bir işçi sınıfının ırkçılığı ve kapitalizmi yenebileceğini, bunun da sadece her türlü baskı ve önyargıya karşı çıkarak, işçi sınıfının tüm üyelerinin desteğini kazanmak temelinde inşa edilebileceğini savunuyoruz.

Saldırı silahlarını yasaklamak, internet sağlayıcılardan belirli sitelere erişimi engellemesini istemek, casuslardan sağda casusluk talep etmek ırkçılığa son vermeyecek. Çözüm için, sıklıkla saldırının temellerinin atılmasına yardımcı olan siyasetçilere yönelmek de. Bu, Yeni Zelanda halklarının işi olmalıdır.

Irkçılık karşıtlığı, tüm anarşistlerin faaliyetlerinde ön planda tutulmalıdır. Bu, yalnızca her zaman her baskıya karşı çıktığımız için değil, aynı zamanda ne ırkçılığı ne de kapitalizmi işçi sınıfını birleştirmeksizin yok edemeyeceğimiz için önemlidir. Yaratmamız gereken dünya, sınıflandırma olmayan, “beyazlığın” ve kapitalizmin olmadığı bir dünya.

Beyaz üyelere kendi topluluklarında ve işyerlerinde beyaz kimlik siyasetinin tehlikeleri açıklanmalıdır. “Belki de çok fazla göç var” ya da “müslümanlar farklı” diyenlere meydan okumalıyız. Politikacıların ve medya yorumcularının politik puan kazanmak için, platformlarını kullanarak müslümanları ve göçmenleri istismar etmelerini durdurmamız gerekiyor. Aşırı sağ, bu tür eylemler olmadığı sürece, kendilerini insanların aradığı alternatif ve çevrelerindeki değişen dünyaya verilen cevap gibi sundukları için, beyaz işçi sınıfı arasında zemin bulmaya devam edecektir.

Herhangi bir istisna olmaksızın, toplumda her türlü faşist örgütlenmeyle mücadele etmek durumundayız. Faşistler örgütlenmekte özgür hissettiklerinde söylemleri normalleşir ve taraftarlar bundan güç ve güven kazanabilirler. Dahası, faşist örgütleme, günah keçisi yaptıkları insanların yaşamları için bir tehdittir. Konuşma özgürlüğü argümanlarından etkilenmeyin, bu insanlar tartışmakla ilgilenmiyor, fikirlerinin doğruluğuna zaten ikna olmuşlar ve sadece güç istiyorlar.

Bununla birlikte, ırkçılık karşıtlığının ırkçılıkla tek başına mücadele edemeyeceği her zaman hatırlanmalıdır. Kapitalizmle mücadele ile ırkçılıkla mücadele aynı madalyonun iki tarafıdır. Hiçbiri diğeri olmadan başarılı olamaz. Sağ, hoşnutsuzluğa alternatif bir vizyon sunmada başarılı oldu, biz de aynı şeyi yapmalıyız ve daha iyi yapmamız gerekiyor, çünkü ne de olsa, her şey dâhil eşitlikçi bir gelecek vizyonumuz daha çok ümit veriyor.

Üzerinde düşünülmesi gereken bir şey daha silahlı saldırıdan beri “bu biz değiliz” ağlaşması, ancak bu bizin Yeni Zelanda’nın tüm insanlarını kapsayan bir “biz” olmadığını hatırlamak zorundayız. Bu ülke, dünyadaki her ülke gibi, çatışan sınıf çıkarları ile karşıt sınıflardan oluşan, sınıflara bölünmüş bir toplumdur ve bu sınıflardan sadece biri yönetiyor, o da kapitalist sınıf. Jacinda Ardern’in temsil ettiği sınıf da budur ve başbakana yapılan tüm övgüler içinde bunun hatırlanması gerekir. Sömürülen işçiler olarak bizi temsil eden ortak değerleri arayabilirken, tepki olarak Yeni Zelanda halkının bir araya gelmiş olması iç açıcı olmuşsa da, yönetici sınıf ile bizim aramızda hiçbir ortak değer yoktur. Trajediyi ele alma biçimine rağmen Jacinda Ardern, yönetici sınıfın ve bu saldırıyı gerçekleştiren beyaz üstünlükçüye önderlik eden kurumların bir temsilcisi olarak çözüm değil, sorunun bir parçasıdır.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.

Çeviri: Betül Taylan

The post Ōtautahi/Christchurch Trajedisinden Yansıyanlar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/04/15/otautahi-christchurch-trajedisinden-yansiyanlar/feed/ 0
Kapitalizmin Hızına Yetişmek Mümkün mü? https://meydan1.org/2019/04/14/kapitalizmin-hizina-yetismek-mumkun-mu/ https://meydan1.org/2019/04/14/kapitalizmin-hizina-yetismek-mumkun-mu/#respond Sun, 14 Apr 2019 17:08:59 +0000 https://test.meydan.org/2019/04/14/kapitalizmin-hizina-yetismek-mumkun-mu/ Paradokslarıyla ünlü Elealı Zenon’un en ünlü paradokslarından biri, mitolojik kahraman Aşil(Akhilleus) ve bir kaplumbağa arasında geçtiği varsayılan yarışa ilişkindir. Aşil, Yunan mitolojisinin en önemli kahramanlarından biri olup Aşil’den daha hızlı bir isim olmadığı kabul edilir. Aşil henüz bir çocukken bile bir ceylanı yakalayabilecek kadar hızlıdır. Zenon’un varsayımında kaplumbağa Aşil’le girdiği koşu yarışını kazanacaktır. Kendisinden bir […]

The post Kapitalizmin Hızına Yetişmek Mümkün mü? appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Paradokslarıyla ünlü Elealı Zenon’un en ünlü paradokslarından biri, mitolojik kahraman Aşil(Akhilleus) ve bir kaplumbağa arasında geçtiği varsayılan yarışa ilişkindir. Aşil, Yunan mitolojisinin en önemli kahramanlarından biri olup Aşil’den daha hızlı bir isim olmadığı kabul edilir. Aşil henüz bir çocukken bile bir ceylanı yakalayabilecek kadar hızlıdır. Zenon’un varsayımında kaplumbağa Aşil’le girdiği koşu yarışını kazanacaktır. Kendisinden bir yüzyıl önce yaşamış olan Ezop’un masalında kaplumbağanın rakibi olan tavşanı paradoksu için yeterli görmediği bellidir Zenon’un. Onun için paradoksunu iyiden iyiye ilgi çekici kılmak için Aşil’i kullanmaya karar verdiği açıktır.

Bu varsayımda Aşil, kendisinden katbekat yavaş ilerleyen kaplumbağayla eğlenmek için ona yarışa biraz önde başlaması olanağı verir. Veyahut hikayenin başka bir anlatımına göre kaplumbağayı umutsuz görerek onu aşağılayan Aşil’in hırsından yararlanan kaplumbağa, yarışa Aşil’e göre biraz daha önde başlamak için onu ikna eder.

Yarış başlar. Aşil kaplumbağadan çok daha hızlı koşacağını düşündüğü için kaplumbağaya avans verir. Yarış başlar: Zenon der ki, “Akhilleus kaplumbağanın başlama noktasına vardığında, kaplumbağa önde başlamış olduğu için bir miktar daha yol almış olacaktır. Akhilleus kaplumbağanın aldığı yolu tamamlamak için her zaman bu yolun önce yarısını koşmak zorunda değil midir? Her yarı yolu tamamladığında, kaplumbağa daha da ilerlemiş olacağından bu sonsuza kadar devam eder ve Akhilleus asla kaplumbağaya yetişemez.”

Bu böyle sonsuza dek süreceği için Aşil kaplumbağaya hiçbir zaman yetişemeyecek, dolayısıyla kaplumbağanın onu geçtiğini kabul etmek zorunda kalacaktır.

Yani Aşil’in hatası, kaplumbağaya belli bir avans vermesi miydi?

Biz Kapitalizmin Hızına Yetişebilir Miyiz?

Aslında biz Aşil’den şanssızız. Biz, bizim hayatımız hakkında istediği kuralları koyup bu kurallara rağmen yine kendi istediği gibi oynayacak olan kapitalizme kendi rızamızla hiçbir avans vermedik. Ancak kapitalizm, kendisini var etme sebebi olarak ezilenden her zaman yaşamını almış ve bu nedenle her zaman biz ezilenlerden her zaman önde olmuştur. Biz hayatımızı sürdürebilmek için çalıştığımız işe yetişmek amacıyla vapura yetişmek zorundayızdır. Vapura yetişmek için de otobüse. Zenon’un paradoksu aklımıza gelirse vay halimize! Çünkü bu paradoksa göre her zaman peşinden koşturduğumuz otobüs bizden önde olduğu için ona yetişmemiz dolayısıyla işe yetişmemiz her zaman imkansızdır. Buna rağmen gözlerimizde sağımızı solumuzu görmemize engel olan at gözlüğüyle yola devam etmek zorunda bırakılıyoruz. Hem de sırtımızdan kırbaç eksiltilmeden.

Kapitalizmin kendisini yeni yeni açık ettiği zamanlarda kırbaçlar göze görünür, sırtımızda hissedilirdi. Ancak içinden geçtiğimiz modern zamanlarda kırbaç sırtımıza zaman zaman elektrik, su, doğalgaz faturası olarak zaman zaman kira olarak zaman zaman da krediler olarak inmektedir. Sırtımızda değil belki ama cüzdanımızda hissederiz acısını.

1 yıl önce son modelini aldığımız telefonun bu sene yeni bir son modeli çıkmıştır. Kapitalizmin beraberinde getirdiği tüketim kültürü hemen “eski” telefonu bırakıp yeni telefonu almamızı emreder. Reklam panolarında, televizyonlarda, internette her yerde karşımıza çıkan reklamlar, en çok ihtiyacımız olan şeyin son model telefon olduğu yanılsamasını yaratır. Parmak izi okutarak açılan telefonlar eskimiştir artık, yeni olan yüz tanıma sistemiyle açılan telefonlardır.

Kapitalizm hızlıdır. Telefonu yenilemese bile içindekileri hemen her an yeniler. Devletlerin kontrol hırsıyla belli bir oranda internette gezinmelerimiz yavaşlatılsa da hemen şu sosyal medyadan çıkıp diğer sosyal medya uygulamasına girmemiz, yanından yöresinden geçmediğimiz gelişmeleri ilk bizim öğrenmemiz, hayatımızla ilgisi olmayan insanların paylaşımlarını ilk bizim görmemiz gereklidir. Keza yeni çıkan oyunları da ilk biz oynamalı, şarjımız ve priz kenarlarından ayrılmayan aklımıza sabrımız dayanıyorsa bu oyunu da ilk bizim bitirmemiz gerekir. Oyunu satmakla yetinemez kapitalizm, her şeyden kar etmek zorundadır. Başladığınız oyunda diğer oyuncuların önüne geçmek yani hiçbir zaman onların size yetişemeyeceğini garantilemek için oyun içinde çeşitli araçlar satın almalısınızdır. Kapitalizm için zaman önemli değil hız önemlidir. Saatlerce uğraşıp kazandığınız parayı oyuna yatırıp hemen zaman kazanmanız gerekir. Parayla birlikte hız da sizindir, oyunda emeğin bir önemi yoktur. Kapitalizm için oyunu kazanmak önemlidir. Biz oyunu kazandığımızı zannederken aslında kapitalizme karşı içinde olduğumuz oyunu kaybediyoruzdur.

Yeni bir metro inşaatına sevinir hale getirmişlerdir bizi. Metro demek hız demektir, hiç trafiğe takılmadan işe gitmemiz gerekir ki yaşamak için kendimizi daha hızlı ezdirebilelim. İçinden geçtiğimiz zamanlarda hiçbir metro istasyonu sahile çıkmaz. Aksine polis bariyerleri ile kapatılmış meydanlara, işgücünün yoğunlaştığı yerlere çıkar. Gezilecek yerlerde yok mu peki kolaylıkla ulaşacağınız toplu taşıma alanları? Vardır, tabi eğer turistseniz. Kapitalizm hiç değilse insanların uyumasına izin verir. Gece, yavaşlık demektir. Gece hıza gerek yoktur, metrolar gece çalıştırılmaz. Taşınacak işgücü yoktur çünkü.

Paradoksa dönecek olursak, matematik aklımızı karıştıran bu paradoksa bir çözüm üretmiştir. Yani Aşil gönül rahatlığıyla yarışa devam edebilir. Ama biz içinde yaşadığımız bu paradoksa henüz çözüm üretemedik. Evet çalışmak zorundayız. Evet şehrin kira olarak pahalı yerlerinden ev tutamayız, bunun için “varoş” denilen yerlerden ev tutmamız gerekir. Evet bunun için metro bizim için avantaj gibi görünebilir. Hayatımızı devam ettirebilmek için kapitalizmin hızına yaklaşmak zorunda olduğumuz defalarca aklımıza, bedenimize ezberletilebilir. Ama bu paradoksu eninde sonunda çözmemiz gerekir. Kapitalizmin hızına yetişmek zorunda olduğumuz bu paradokstan kurtulmanın yolu, paradoksu yok etmekten geçiyor; onun içinde kendimizi “hızlı” bir şekilde kaybetmekten değil.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.

The post Kapitalizmin Hızına Yetişmek Mümkün mü? appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/04/14/kapitalizmin-hizina-yetismek-mumkun-mu/feed/ 0