monsanto – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 13 Mar 2019 10:21:57 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Tohumda Sömürü-Nergis Şen https://meydan1.org/2019/03/13/tohumda-somuru-nergis-sen/ https://meydan1.org/2019/03/13/tohumda-somuru-nergis-sen/#respond Wed, 13 Mar 2019 10:21:57 +0000 https://test.meydan.org/2019/03/13/tohumda-somuru-nergis-sen/ Bundan yaklaşık 350 milyon yıl önce… Tam olarak Karbonifer dönem içerisinde bitkiler soylarını sürdürmenin ve daha büyük alanlarda var olmanın bir yolunu buldular: Embriyolarını bir kılıf içine gizlemek. Sert kılıf içerideki döllenmiş yumurtayı dış etkenlere karşı koruyacak, bitkinin kendisi uygun koşulları bulup kabuğunu kırıncaya dek onu koruyacaktı. O bir tohumdu! Bu tohumlar ve tohumlu bitkiler […]

The post Tohumda Sömürü-Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Bundan yaklaşık 350 milyon yıl önce… Tam olarak Karbonifer dönem içerisinde bitkiler soylarını sürdürmenin ve daha büyük alanlarda var olmanın bir yolunu buldular: Embriyolarını bir kılıf içine gizlemek. Sert kılıf içerideki döllenmiş yumurtayı dış etkenlere karşı koruyacak, bitkinin kendisi uygun koşulları bulup kabuğunu kırıncaya dek onu koruyacaktı. O bir tohumdu!

Bu tohumlar ve tohumlu bitkiler milyonlarca yıl içerisinde değişti dönüştü ve tüm dünyaya yayıldı. Bu geçen zaman içerisinde yeryüzünden bir çok tür geldi geçti. Toprağa düşen tohumlara, kabuğunu kıran filizlere, boy veren bitkilere eşlik ettiler.

İnsanlık ve Tohum

Bu türlerden bir tanesi yaklaşık 200.000 yıl önce Afrika’da boy gösterdi ve vakit kaybetmeden bütün dünyaya yayılmaya başladı. Mezopotamya’dan Çin’e, Çin’den Avrupa’ya kadar ayak basmadık yer bırakmadılar.

Muazzam bir gözlem gücüne sahip olan bu türün bireyleri, hayatlarını avcılık ve toplayıcılık yaparak sağlıyorlardı. Fakat bir gün Mezopotamya dolaylarında bir insan ya da insan topluluğu tohumun kudretini fark etti. Bitkiden toprağa düşen tohum milyonlarca yıllık evrimin getirdiği kolaylıklarla rahatlıkla doğuyor büyüyor ve bir şekilde hayatta kalıyordu. Hayatta kalan bu bitki ise doğadaki diğer türlerin hayatta kalmasını sağlıyordu.

İnsan bu döngüyü fark etti ve bitkinin yaptığı şeyi o yapmaya başladı. Bundan yaklaşık 10.000 yıl önce insan eliyle toprağa bırakılan ilk tohum -kendisine benzer karmaşık birçok nedenle beraber dinin ortaya çıkışı gibi- toplumların hayatını kökünden değiştirdi ve toplumları bugüne kadar taşıyan olaylar silsilesini başlattı.

İlk önce birkaç küçük deneme yapıldı. Sonra göç güzergahlarında kurulan geçiçi bahçeler kalıcı bahçelere dönüşmeye başladı. Kalıcı bahçeler yavaş yavaş tarlarara dönüşürken komplike sulama sistemleri geliştirildi. Bu arada kurumsallaşmış dinler, rahipler, kolluk kuvvetleri ve devletler geriye kalan insanların tepesinde büyüyüp serpilmeye meylettiler.

Toprağa tohumu ilk defa bırakan çiftçinin torunları ve torunlarının torunları o tohumları melezleyerek bitkileri daha verimli hale getirdi. Yüzyıllar hatta bin yıllar boyunca -her ne kadar sırtlarında yukarıda saydığımız kamburları taşımak zorunda kalsa da- çiftçi topraktan toprak çiftçiden öğrenmeye devam etti.

Aradan binlerce yıl geçti. Günümüze kadar emekleyerek daha fazla üretim, daha az zaman şiarı hakim olmaya başladı. Sanayide kullanılan makineler, tarlalara transfer olurken zenginlerin zaman ve mal hırsı kimya sanayisini gübre ve ilaç olarak toprakla buluşturuyordu. Bu buluşmadan kimileri için zenginlik kimileri için de zehir çıkıyordu.

Tohumun Devletler ve Şirketler Tarafından Kontrolü

Bir toplumu kontrol etmek ve yönlendirmek gıda temelli başlar ve gıdayı kontrol etmek de tohumu kontrol etmekle… Tarımsal üretimi en başından beri kontrol altına alabilmek ve dönüştürmek, çiftçinin elinde bulunan yerel tohumu yok etmeyi amaçlar. Bu gıda iktidarını elinde bulundurmak için dünyanın genelinde şirketler ve devletler türlü stratejiler geliştirmişlerdir.

1950-1970 yılları arasında, ABD ve kapitalist devletlerin çoğunun yaptığı, tarımda kimyasalların üretimi, kullanımı ve tohum üzerindeki genetik araştırmalar elde edilen mahsulün artışına yol açmıştır. Bu süreç, “birinci yeşil devrim” süreci olarak adlandırılır.

  1. Dünya Savaşı sonrasında tarım olarak verimi çok yüksek bölgelere yönelik çalışmalarla “ikinci yeşil devrim” süreci başlatılmıştır. Bu süreçlerle tohum yetiştiriciliğinin merkezileşmesi sistematik bir şekilde başlamış bulunmaktadır.

İlk olarak Nelson Rockefeller ve ABD’nin eski tarım bakanı Henry Wallace tarafından Meksika bölgesinde, Meksika devletinin de desteğiyle gerçekleşmiştir. Buğday üzerinden işleyen bu süreçte Meksika, buğdayda kendine yeterli bir bölge haline gelmesinin yanı sıra ihracat yapmaya da başlamıştır. “Yeşil devrim”in uygulandığı bir sonraki bölge ise çok verimli toprakları ve kalabalık nüfusuyla Hindistan’dır. Burada da Ford Vakfı ve Hindistan devletiyle birlikte pirinç üretimi arttırılmıştır. Devamında ise Filipinler, Pakistan ve Çin’deki tahıl üretiminde artış yakalanmıştır.

Bu olayların etkisiyle; 60’lı yıllarda, Filipinler’de ekimi yapılan 3000’nin üzerinde pirinç türü varken yirmi sene sonra bölgenin %98’inde iki tür pirinç kaldı. Yani; devletler ve şirketler birbiriyle anlaşmalı bir şekilde, yerel tohumların tükenmesi ve geleneksel tarım yöntemlerinin dönüştürülmesi için üretimini kontrol altına aldıkları, hibrit veya GDO’lu tohumların ekimini dayatmaktaydı.

Hibrit tohumlardan, yerel tohumlara göre bir ekimde daha fazla mahsül elde edilebilmektedir. Ancak bu traktörlerle, sulama araçlarıyla, kimyasal gübrelerle, aşılarla ve ilaçlarla sağlanmaktadır. Hal böyle olunca, toprağın verimi aşırı düşüş yaşamaktadır. Bir başka dezavantajı ise sonraki dönem için tekrar tohum elde edilememesidir. Hibrit tohumlar çiftçiyi sürekli şirketlere mahkum eden bir pozisyonda bırakarak, ekonomik açıdan oldukça zorlamaktadır ve çiftçilerin kendi arasındaki dayanışma ilişkisini de sonlandırmayı amaçlar.

Monsanto, DuPont Pioneer, Syngenta, Dow, Land O’Lakes ve Bayer; dünya çapındaki bu şirketler dünyadaki tohumların yarısından fazlasını kontrol ediyor. Tohumun yarısından fazlasını kontrol etmelerine rağmen daha fazla kar hırsıyla, daha fazlasını elde etmek için birbirlerini desteklemekten geri kalmıyorlar. Syngenta, 2000 yılında ilaç şirketi olan Novartis’in tarım bölümü ile tarım kimyasalları şirketi Zeneca’nın birleşmesi sonucu oluşmuştur. Birbirlerini desteklediklerini gösteren şirketlerden bir diğeri ise Monsanto ve Bayer’dir. Bu iki dev şirket 2016 senesinde birleşerek genel olarak tohum meselesinde birinciliği garanti altına almışlardır. Bu birleşme öncesinde 2013 verilerine göz attığımızda; tohum satışlarında %26 pay ile birinciliği Monsanto elinde bulunduruyorken Bayer ise %3 pay ile altıncı sırada yer alıyor. Aynı yıl tarım ilaçlarına ait verilerde birincilik %20 payla Syngenta bulunmaktadır. Bu sıralamada Bayer %18 payla ikinci, Monsanto ise %8 payla beşincilikte. Bu tablonun ardından Bayer, Monsanto’yu satın alarak hem tohumda hemde tarım ilaçlarında birinciliği garantilemiş bulunuyor. Yani kendisi genetiği bozulmuş tohumlarını üretiyor, tohumun verimini arttırmak için ilaç üretiyor; bu kimyasal müdahalelerle insan sağlığı bozuluyor; bozulan insan sağlığının tedavisi için ilaç üretiyor. Tam bir kapitalist strateji; tam bir “kazan-kazan”.

Tohumu kendi tekellerinde bulunduran bu şirketler, bulunduğu bölgeye ait tohumları oralarda bulunan çiftçilerden toplamıştır. Buradaki amaçsa bu tohumları saklayıp,ıslah etmek, tohum üzerinde araştırmalar yapabilmek ve belki de en can alıcısı gelecekte kendilerinin yani şirketlerin iktidarını yaratacağı bir düzenin planları doğrultusunda kullanabilmektir. Bu tohumları saklamak içinse tohum şirketleri tarafından tohum bankalarını oluşturulmuştur. Devletler ve şirketler ellerinde birçok tohumu bulundurarak tohumlar üzerinden endüstriyel patentlere sahip olmayı amaçlamaktadırlar.

Patent Hırsızlıktır

Patent hakkı bundan 30 yıl kadar önce sadece makinalar -cansız varlıklar- için kullanılıyorken, günümüzde genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar yeni bir tür olarak tanımlanıp patentlenmektedirler. İlk olarak 1980’de genetiği değiştirilmiş bir mikrop ABD tarafından patentlenmiş ardından ise 1982’de Münih Avrupa Pantent Bürosu “insan eli değmiş her şey patentlenebilir” diyerek genetiği değiştirilmiş mikroorganizmaları patentlemiştir. 1985 yılında bitkiler, 1988 yılında hayvanlar, 2000 yılındaysa ilk defa insan embriyosu patent altına alınmıştır. Özellikle; çok yoğun oranda ekimi gerçekleşen buğday, mısır, pirinç gibi temel ihtiyaçların genetik oynamalarıyla yeni bir ürün olduklarının düzeni yapılarak şirketler bu ürünlerin patentlerini almışlardır. Monsanto, Washinton’da bulunan patent kurumundan 1989 yılından 2005’e kadar 647 adet patent hakkı aldığı verileri bulunmaktadır. Böylesi bir durumda çiftçi kendi yaşadığı bölgeye ait olan yani kendisinin olan tohuma ulaşmak için o tohumun patentlendiği şirketlere bağlı bir duruma gelmiş bulunuyordu.

İlk olarak Meksika ve Hindistan’da başlatılan yeşil devrim süreci devletlerin ve şirketlerin yararına olduğundan dünyada yayılmaktaydı ve bu süreç Türkiye’yi de içine çekmişti. Bu süreçte Türkiye’de ilk olarak “Sonora 64” isimli buğdayın ekimi gerçekleşti. Rockefeller Vakfı’nın kuruluşunda aktif olarak yer aldığı Meksika’da bulunan bir araştırma enstitüsünde geliştirilen bu hibrit olan buğdayla, Türkiye’deki tarım süreci de artık temizlenmesi zor ve sonlandırılamayacak bir yola girdi. Hibrit tohumlar artık çeşit çeşit ekilip biçilmeye, aynı zamanda çiftçiyi ekonomik açıdan dara sokmaya başladı.

2006 yılında 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu’nun çıkmasıyla çiftçinin artık yerli tohumu satması yasaklanmıştı. Ayrıca yerli tohumla üretim yapan çiftçi ise desteklenmeyecekti. Bu kanunla birlikte tohum şirketlerinin birliği olan Türkiye Tohumcular Birliği kurulmuş ve devlet tarafından tohumdaki kontrol bu birliğe ait olmuştu. Bu yapılanlar sonucunda artık temiz gıda da iyice ortadan kalkma riskiyle karşı karşıya kaldı.

Bir takım çiftçi hibrit tohumlarla üretim yaparken bir takım çiftçi ise tüm yasaklamalara rağmen bir şekilde devletlerden ve şirketlerden saklayarak ellerinde bulunan yerel tohumla üretimlerine devam etti. Tabi yerel tohumlarla elde edilen gıdaların piyasadaki satışının yasaklanma durumuyla ekonomik varlıkları zora giren çiftçiler, son senelerde adlarını sıkça duyduğumuz gıda topluluklarıyla, kolektiflerle ve kooperatiflerle tanışmış oldu. Çiftçiler için hem ekonomik bir alternatif yol olan gıda toplulukları, kolektifler ve kooperatifler hem yerel tohumun dilden dile aktarılmasının, unutulmamasının önünü açmış bulunuyorlar.

19 Ekim 2018 tarihinde Tarım Bakanlığı tarafından “Yerel Çeşitlerin Kayıt Altına Alınması, Üretilmesi ve Pazarlanmasına Dair” yeni bir yönetmelik yürürlüğe girdi. Yönetmelikle birlikte çiftçiler ellerinde bulunan yerel tohumlara dair patent almak zorunda bırakılıyor. Bunun sonucunda da tohumlar patentlenerek şirketlerin malı haline gelmişken bireylerin de mülkü olabilecek ancak devlet talep ettiğinde vermek zorunda olacaktı.

Tohum bankalarının tohumu saklama şartları da çok zordur. Tohumun saklama ortamındaki nemine, ısı değişikliğine oldukça dikkat etmek gerekir ayrıca verimliliğini sağlaması amacıyla belli zaman aralıklarıyla ekilerek yenilenmesi gerekmektedir. Elde edilen ürünün hiçbir zaman kendi yetiştiği bölgede gibi olmayacağı da unutulmamalıdır tabi. Biyoçeşitliliği sağlamak adı altında yaşadığımız topraklarda 2010 yılında Türkiye Tohum Bankası kurulmuş ve ellerinde 30.000’den fazla tohum bulunmaktadır.

Tohum Yaşamdır, Yaşamı Savunacağız!

Yerel tohumlardan elde edilen gıdalarla beslenmek gıdanın temizliğinden ve lezzetinden dolayı diğer tür tohumlara göre oldukça üstündür. Yerel tohumun doğayla ilişkisi de daha az su kullanılmasından, suni olmayan ve az gübre kullanılmasından, kimyasal ilaçlar olmamasından ve toprağı verimsiz bırakmamasından dolayı oldukça uyumludur.

İnsanların yaşamlarını sürdürebilmesi için ihtiyaç duydukları gıdayı kendi kontrollerinde bulundurmak isteyen devletler ve şirketler insanları üretim alanında büyük oranda kendilerine bağımlı hale getirmeye çalışıyor. Bu da ekonominin her alanında (üretim, tüketim, dağıtım) devletlerin ve şirketlerin iktidarlarını büyütmesi demek.

Tohuma devletlerin ve şirketlerin böylesine saldırıları varken bazı çiftçiler veya kendilerince balkonlarında, bahçelerinde ufak tefek üretim yapanlar bu saldırılara karşı direniş gösteriyorlar. Tohumun hiçbir şekilde patentlenemeyeceğini, yaşam olduğu savunanlar; kendi bulundukları bölgelerde veya düzenlenen festivallerde kendi aralarında tohum takası yaparak yerel tohumun varlığını sürdürmeye devam ediyorlar. Bizler, doğasına ve yaşam alanlarına yönelik saldırılara karşı direnmiş olanlar, üretim faaliyetlerimizin temelini oluşturan tohumlara karşı gerçekleştirilen saldırılara da direniş göstermeye, alternatifler yaratmaya devam edeceğiz. Ve bu tohumu -yaşamı- korumaya, üretmeye ve nesilden nesile aktarmaya, bu geleneği her daim sürdürmeye kararlıyız.

 

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.

The post Tohumda Sömürü-Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/03/13/tohumda-somuru-nergis-sen/feed/ 0
Yaratık Şirket Monsanto Kanser Ettiği İçin 289 Milyon Dolar Cezaya Çarptırıldı https://meydan1.org/2018/08/14/yaratik-sirket-monsanto-kanser-ettigi-icin-289-milyon-dolar-cezaya-carptirildi/ https://meydan1.org/2018/08/14/yaratik-sirket-monsanto-kanser-ettigi-icin-289-milyon-dolar-cezaya-carptirildi/#respond Tue, 14 Aug 2018 20:26:45 +0000 https://seninmedyan.org/?p=42011 Patentli tohumlarıyla çiftçiyi kendine mahkum bırakan, Vietnam Savaşı’nda köylülerin yaşamlarını yok eden sarin gazının baş mimarı yaratık şirket Monsanto ABD’de 289 milyon dolar cezaya çarptırıldı. 46 yaşındaki Dewayne Johnson, bahçıvan olarak çalıştığı 2012 yılından beri, şu anda başka bir yaratık şirket olan Bayer’e ait olan, Monsanto’nun ürettiği “Round Up” ve “Ranger Pro” marka böcek ilaçlarına […]

The post Yaratık Şirket Monsanto Kanser Ettiği İçin 289 Milyon Dolar Cezaya Çarptırıldı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Patentli tohumlarıyla çiftçiyi kendine mahkum bırakan, Vietnam Savaşı’nda köylülerin yaşamlarını yok eden sarin gazının baş mimarı yaratık şirket Monsanto ABD’de 289 milyon dolar cezaya çarptırıldı.

46 yaşındaki Dewayne Johnson, bahçıvan olarak çalıştığı 2012 yılından beri, şu anda başka bir yaratık şirket olan Bayer’e ait olan, Monsanto’nun ürettiği “Round Up” ve “Ranger Pro” marka böcek ilaçlarına maruz kaldı.

Yıllarca bu ilaçlara maruz kalan Johnson, kansere yakalandı ve çok ciddi sağlık sorunlarıyla uğraşıyor. Dewayne Johnson ölmek üzere.

Kansere yakalanmasına, yaratık şirket Monsanto’nun sebep olduğunu bilen Johnson, hali hazırda 4 bin davası bulunan şirkete bir dava da kendi yaşamı için açtı ve davayı kazanan ilk kişi oldu. Jüri, Johnson ve ailesine Monsanto tarafından 289 milyon dolar ödenmesine karar verdi

8 hafta boyunca süren davada Johnson’ın avukatı, Monsanto’nun yıllar boyunca kimyasalın yarattığı etkilere dair yapılan çalışmaları engellemeye çalıştığını ve bağımsız araştırmacıların şirkete gönderdiği analizleri görmezden geldiğini kanıtladı. Şirket aynı zamanda Monsanto ürünlerinin zararları hakkında yazılan akademik çalışmaları ve onları yazan bilimcileri de hedef alıp, lobi çalışmalarıyla itibarsızlaştırıyordu.

Peki Johnson Neden Kanser Oldu?

Böcek ilaçlarının içinde bulunan glifosat maddesi, 2015 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından kanserojen olma potansiyeli taşıdığı tasdiklenen bir kimyasal. 2015’den önce de çeşitli tartışmalara ve araştırmalara da konu olan glifosat, uzun zamandır Monsanto ile anılıyor.

Şirket olmasının bir getirisi olarak kendisinden bekleneni yapan Monsanto, hiç bir şey yapmadı ve kimyasalı kullanmaya devam etti. O kadar “hiç bir şey” yapmadı ki zehirlerinin üzerine bir kanser yapabilir etiketi dahi koymadı Çünkü kanser yapabilir yazmak, şirketin satışlarını olumsuz yönde etkileyebilirdi.

Kimyasalın kanser etme özelliğinden habersizce yıllar boyunca glifosat soluyan Johnson, en sonunda non-hodgkin lenfoma adı verilen bir kansere yakalandı.

Monsanto Patronu Johnson İçin Üzüntü Duyuyormuş

Monsanto Başkan Yardımcısı Scott Partridge ise ürünlerinin tamamen güvenli olduğunu, dava sonucunun ürünün 40 yıllık “güvenli” kullanımına gölge düşüremeyeceğini söyledi.

Johnson’ın -kendi şirketi yüzünden- içinde bulunduğu duruma üzüldüğünü(!), ancak şirket itibarlarını zedeleyen bu davayı temyiz edeceklerini açıkladı.


Monsanto’nun “icraatleri” bununla da sınırlı değil. Hali hazırda şirket için açılmış 4 bine yakın davanın yanı sıra, GDO’lu tohumlarıyla adeta tohum kartelliği yapan Monsanto hakkında Meydan Gazetesi’nin Aralık 2012’de basılan 6.Sayısında bir deşifre yazısı da yazılmıştı.

https://meydan1.org/gundem/2012/12/yaratik-sirket-monsanto/

The post Yaratık Şirket Monsanto Kanser Ettiği İçin 289 Milyon Dolar Cezaya Çarptırıldı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/08/14/yaratik-sirket-monsanto-kanser-ettigi-icin-289-milyon-dolar-cezaya-carptirildi/feed/ 0
Röportaj: Maldonado Yaşıyor! https://meydan1.org/2017/12/21/roportaj-maldonado-yasiyor-2/ https://meydan1.org/2017/12/21/roportaj-maldonado-yasiyor-2/#respond Thu, 21 Dec 2017 06:16:16 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/21/roportaj-maldonado-yasiyor-2/ Meydan Gazetesi: Öncelikle Santiago Maldonado kimdi? Hayatı ve mücadelesinden bizlere biraz bahsedebilir misiniz? Juan C.: Santiago ile yaklaşık 3 yıl önce Buenos Aires’te tanıştım. Ülkenin ve Latin Amerika’nın pek çok bölgesini gezen bir gezgindi Santiago. Şili’de çiftçilerin toprağına göz diken Monsanto karşıtı eylemlere katıldı. 1 yıl önce Güney Arjantin’de Mapuçe yerlileri ile iletişime geçti. Santiago […]

The post Röportaj: Maldonado Yaşıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>


Meydan Gazetesi olarak Buenos Aires’te faaliyet gösteren, 70’lerde anarşistler tarafından kütüphane ve sanat merkezi olarak kurulan Ateneo Anarquista de Constitución kolektifinden Juan C. ile bir röportaj gerçekleştirdik. Arjantin ve Şili’de ekoloji mücadelesi veren, katledilen Santiago Maldonado’nun yoldaşı Juan C., topraklarını gasp etmeye yönelik devlet ve şirket stratejilerine karşı mücadele eden yerli Mapuçe halkıyla birlikte direnişe devam ediyor.

Meydan Gazetesi: Öncelikle Santiago Maldonado kimdi? Hayatı ve mücadelesinden bizlere biraz bahsedebilir misiniz?

Juan C.: Santiago ile yaklaşık 3 yıl önce Buenos Aires’te tanıştım. Ülkenin ve Latin Amerika’nın pek çok bölgesini gezen bir gezgindi Santiago. Şili’de çiftçilerin toprağına göz diken Monsanto karşıtı eylemlere katıldı. 1 yıl önce Güney Arjantin’de Mapuçe yerlileri ile iletişime geçti. Santiago Maldonado, kendisini toprak ve dünya için mücadele eden bir anarşist olarak tanımlardı.

Arjantin’deki ekoloji mücadelesinden bahsedebilir misin? Ayrıca devletin bölgede yaşayan yerlilere ve örgütlenmelere karşı izlediği strateji nasıl?

Arjantin’de IRSA (Inversiones y Representaciones Sociedad Anónima) isimli çok büyük bir şirket var. Devlet ve şirket ortaklığında “Plan IRSA” adı verilen; Uruguay, Şili ve Arjantin arasında ticareti kolaylaştırmayı amaçlayan bir ticaret yolu projesi var. Devlet bu projeyi bitirdiği takdirde, Pasifik Okyanusu’na da rahatça açılabilecek. Böyle büyük bir proje için, bölgede yüzlerce yıldır yaşayan insanlara yapılan baskı da büyük oluyor. Şirket, yeni yollar ve limanlar yapmak için insanlara evlerini terk etmelerini söylüyor. Bölgede pek çok insan bu tarz projelere karşı mücadele ediyor. Bundan 5 yıl önce ekoloji mücadelesi veren örgütler, bölgede gerçekleşen bir Monsanto tesisinin inşaatını 2 yıl boyunca işgal etti. Bölgede, halkı sömüren zengin insanlara karşı doğrudan eylemler gerçekleştiren RAM (Resistencia Ancestral Mapuche) gibi yerel ekoloji örgütleri var. RAM üyelerinden biri, Şili’de yerlilerin toprağına çiftlik evi kuran ve neredeyse ülkenin yarısının sahibi olan bir şirket sahibinin evini yaktığı için Arjantin’de gözaltına alındı. Santiago, Mapuçe yerlilerinin gözaltına alınmasına karşı gerçekleşen eylemlerle dayanışma göstermek için gittiği Chubut bölgesinde, 1 Ağustos’ta bölgeye polisin gelmesinin ardından aynı gün kaybedildi.

Bu duruma yönelik halkın tepkisi ne oldu?

Başlangıçta olay gizlenmeye çalışıldı. Ancak olaydan 4 gün sonra anarşistler, Chubut’taki elçilik binasına saldırıp eylem yaptı. Medya, Santiago Maldonado olayını daha fazla saklayamadı. Sosyalist örgütler ve insan hakları örgütleri, Santiago Maldonado için eylemler düzenlediler. 2 hafta sonra kongre seçimleri vardı ve sol partiler Maldonado olayını seçim politikaları için kullanmak istiyordu. Anarşist yoldaşları kara bayrakları dalgalandırıp sokak eylemlerinin seçim propagandasına dönüşmesini engelledi. Onun bir anarşist olduğunu haykırdılar. Polis bu eylemlere saldırdı ve çatışmalar gerçekleşti. Devlet medyası saldırıyı “anarşistler olay çıkardı” şeklinde lanse etti.

Peki, bu sürecin Arjantin’deki siyasal sürece etkisi ne oldu?

Bizce Santiago Maldonado eylemleri Arjantin için önemli ve büyük bir süreçti. Arjantin’de Santiago Maldonado sürecine göre nispeten daha küçük eylemler örgütleniyor, başta da bahsettiğimiz gibi medya bunları umursamıyor ve görünürlük azalıyor. Ama muhalif haber siteleri ve kanallar da var, bunlar aktif yayın yapıyorlar. Bu iletişim kanalları dışında büyük bir devlet manipülasyonu sürüyor. Bu durum, toplumsal tepkilerin örgütlenmesi noktasında yıpratıcı oluyor.

Maldonado’ya yapılanlar bizim gündemimizde olmaya devam edecek. Muhtemelen yerel ekoloji mücadelesi veren herkes için de öyle olacak. Ancak bunun dışındaki insanlar ve gruplar için durum böyle olmayabilir. Seçim benzeri gündemlerle, halkın asıl gündemi maniple ediliyor.

Arjantin tarihinde daha önce Santiago Maldonado’nunki gibi bir kaçırılma hikayesi var mı peki?

Bunlardan en bilineni faşist cunta tarafından ’76 ve ’82 yılları arasında kaybedildikten sonra devlet tarafından katledilen çocukları için mücadele eden Plaza de Mayo ailelerinin hikayesidir elbette. Yaklaşık 30 bin muhalif ve devrimci “Kirli Savaş” dönemi boyunca kaybedilmiştir. Yakın tarihe baktığımızda ise karşımıza 31 Ocak 2009’da polis tarafından gözaltına alındıktan sonra kaybolup 17 Ekim 2014’te cansız bedenine ulaşılan Luciano Arruga çıkar. Ailesi “hırsızlık” suçlamasıyla gözaltına alınan Luciano’nun akıbeti için pek çok çabaya girişmiş ancak devlet her seferinde taleplerini reddetmişti. Yapılan çalışmalar sonucunda bir mezarlıkta “NN” ismiyle gömüldüğü keşfedildi.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Devletin Santiago Maldonado ve onun gibi, ezilen insanlarla dayanışma gösteren, onların mücadelesinin bir parçası olanlara karşı uyguladığı şiddet ve baskı, az önceki örneklerde de vurguladığımız gibi ne bir ilkti, ne de devlete karşı mücadele edenler var oldukça son olacaktır. Devletin Santiago Maldonado ve onun gibi, ezilen insanlarla dayanışma gösteren, onların mücadelesinin bir parçası olanlara karşı uyguladığı şiddet ve baskı, az önceki örneklerde de vurguladığımız gibi, ne bir ilkti ne de devlete karşı mücadele edenler oldukça son olacaktır. Bizler de onun yoldaşları olarak, devlete karşı mücadelemizi, ondan aldığımız dayanışma ateşiyle birer Santiago olarak sürdürmek konusunda ısrarcılığımızı koruyacağız.

Röportaj: Murat Çıkrıkçıoğlu & Emircan Kunuk

Bu röportaj Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.

The post Röportaj: Maldonado Yaşıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/21/roportaj-maldonado-yasiyor-2/feed/ 0
“DİKKAT! Tohum Şirketleri Çalışıyor” – Vahap Güler https://meydan1.org/2017/02/22/dikkat-tohum-sirketleri-calisiyor-vahap-guler/ https://meydan1.org/2017/02/22/dikkat-tohum-sirketleri-calisiyor-vahap-guler/#respond Wed, 22 Feb 2017 11:30:58 +0000 https://test.meydan.org/2017/02/22/dikkat-tohum-sirketleri-calisiyor-vahap-guler/ Dünya, Ortadoğu’daki savaşları, patlayan bombaları, “otoriter liderler”i, Davos Zirvesi’ni ve 4. Sanayi Dönemi’nin ilanını konuşurken; Dünya Bankası -belki beklenmedik bir şekilde değil ama- kaşla göz arasında “Tarım Sektörünün Etkinleştirilmesi” başlıklı bir rapor yayınladı. Rapor her ne kadar, “Tarım İçin İyi Uygulamalar” başlığında toplansa da, geçmiş deneyimlerimize dayanarak, Dünya Bankası’nın raporla birlikte dünyamız hakkında “pek de […]

The post “DİKKAT! Tohum Şirketleri Çalışıyor” – Vahap Güler appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Dünya, Ortadoğu’daki savaşları, patlayan bombaları, “otoriter liderler”i, Davos Zirvesi’ni ve 4. Sanayi Dönemi’nin ilanını konuşurken; Dünya Bankası -belki beklenmedik bir şekilde değil ama- kaşla göz arasında “Tarım Sektörünün Etkinleştirilmesi” başlıklı bir rapor yayınladı. Rapor her ne kadar, “Tarım İçin İyi Uygulamalar” başlığında toplansa da, geçmiş deneyimlerimize dayanarak, Dünya Bankası’nın raporla birlikte dünyamız hakkında “pek de iyi” önerilerde bulunmadığını tahmin edebiliriz.

Öncelikle raporun piyangodan çıkmadığını, G8 Zirvesi’nde ele alınan “Yeni Gıda Güvenliği ve Beslenme İttifakı” başlığı doğrultusunda hazırlandığını belirtmek gerekiyor. Özetlemek gerekirse rapor tohum yönetiminin neredeyse tamamını çiftçilerden alıp, zaten bu alanda tekel olan altı tohum firmasına devredilmesini öneriyor; hatta önermekle kalmıyor tüm çiftçilere bunu dayatıyor.

Literatürde, “Büyük Altılı” olarak geçen şirketler hayli tanıdık. BASF, Bayer, Dupont, Dow Chemical, Monsanto ve Syngenta’nın oluşturduğu bu kartel, 2013 verilerine göre, dünyada tarım kimyasallarının %75’ine, tohum piyasasının %63’üne, tohum ve pestisit konusunda özel sektörde yapılan araştırmaların %75’ine sahip. Şirketler ayrıca tohum ve biyo-teknolojiden toplamda 65 milyar Dolar gelir ediyorlar.

Söz konusu şirketlerin kendi aralarındaki pazar payları şöyle: Tohum piyasasının, %29’u Monsanto/Bayer’e aitken; ChemChina/Syngenta %9, DowDuPont Agri %21, endüstrinin geri kalanı %41 ile bu piyasayı paylaşıyorlar. Tarım ilaçlarındaysa pazarın paylaşımı şöyle: ChemChina/Syngenta %23, Bayer/Monsanto, %24, DowDuPont Agri %16, diğerleri %11,37.

Bu projeye kaynak ayıran ve sponsor olan beş adet vakıf ve kurum bulunuyor. Bu sponsorların arasında elbette “bu işte kesin bir bit yeniği” var dedirtecek bir isim de var: Bill Gates ve ona bağlı Bill Melinda Gates Vakfı. (21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri : KAPİTALİSTLERİN HAYIRSEVERLİK KUMPASI – Meydan Gazetesi, Sayı: 4)

Durum böyleyken, Dünya Bankası ne demeye böyle bir rapor yayınlıyor demeyin. Çünkü, “gelişmekte olan ülkelerdeki” tohum tedarikinin yüzde 80 ila 90’ı hala çiftçiler arası tohum alışverişi yoluyla sağlanıyor. İşte bu rapor da, özellikle bu bölgelerdeki çiftçilerin üzerinde baskı kurmak ve onların tohum üzerindeki söz hakkının büyük altılıya devredilmesini sağlamak için çalışıyor. Çünkü bu şirketler için daha fazla pazar genişlemesi, çiftçi tarafından yönetilen tohum sistemlerinin küçülmesine bağlı.

Dünya Bankası’nın 2016 EBA raporunun hemen ardından bir araya gelen 157 kurum “Dünya Bankası Ortaklıkların Tohumu Ele Geçirmesine İzin Veriyor” başlıklı bir karşı rapor yayınlayarak EBA’nın içeriğine dair endişelerini dile getirdiler. Karşı raporda şunlara dikkat çekiliyor:

“… Söz konusu raporda, büyük altılıyı “düzenleyici yüklerin” engellediğini belirlemek için dünyanın en büyük zirai ilaç şirketlerinin (Bayer, Monsanto, Syngenta, Pioneer, Yara başta olmak üzere küresel şirketlerin) uzmanlığına başvurmuştur…”

“… En iyi puanı, özel şirketlerin -ancak çiftçilerin değil- kamusal gen bankalarına erişimi kolaylaştıran ülkeler için veriyor.”

“… Projenin belirtilen hedefi politika yapıcıları ‘akıllı ve dengeli politikalar’ uygulamaya yönlendirmek olsa da EBA, gelişmekte olan ülkelerde çiftçilerin tohum tedarikinin %80 ila %90’ını sağlayan ve tarımsal biyolojik çeşitliliğin korunması için anahtar olan çiftçi tarafından yönetilen tohum sistemlerini yok sayıyor …”

Aslında, bütün bu yorumların ve tespitlerin sonu aynı yere çıkıyor; büyük altılı kurduğu kartelle arkasına hatırı sayılır devletleri, vakıfları şirketleri de alarak dünyadaki açlık sorununu çözüyor; “tarımı daha verimli hale getiriyoruz” sloganlarıyla, doğada “canlılık” ile ilgili ne varsa onu patentleyip, mülküne geçirmeye çalışıyor.

Bildiğimiz gibi, yaşadığımız topraklarda da söz konusu uygulamalar özellikle 12 Eylül ve sonrasında hayata geçirilmeye çalışılmış ve son yıllarda harfiyen uygulanmaya başlamıştı. Bugün coğrafyamızda köylü “ticari” amaçlarla kendi tohumunu kullanamazken, katır tohum dediğimiz patentli tohum kullanmak zorunda kalıyor. Patentli tohumlar ise, yalnızca bir sene kullanılabiliyor. Bu yüzden çiftçi her sene adını andığımız şirketlerden birinin kapısını çalmak zorunda kalıyor. Sonuç olarak, köylüler köylerini ve topraklarını terk etmek zorunda kalırken; onların boşalttığı alanlarda endüstriyel tarımcılar yer alıyor.

Halihazırda durum böyleyken, kapitalistler şimdi “son darbeyi” vurmaya hazırlanıyor. Bu son darbeyi karşılamak da başta biz yaşam savunucularına ve çiftçilere düşerken; aslında bütün bir yaşam için tüm insanlığa düşüyor.

Vahap Güler

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 36. sayısında yayınlanmıştır.

The post “DİKKAT! Tohum Şirketleri Çalışıyor” – Vahap Güler appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/02/22/dikkat-tohum-sirketleri-calisiyor-vahap-guler/feed/ 0
Yeni kabinenin Gerçek Yüzü https://meydan1.org/2014/09/19/yeni-kabinenin-gercek-yuzu/ https://meydan1.org/2014/09/19/yeni-kabinenin-gercek-yuzu/#respond Fri, 19 Sep 2014 18:04:05 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/19/yeni-kabinenin-gercek-yuzu/ Başbakan: Ahmet Davutoğlu Ahmet Davutoğlu’nun yakın zamanda IŞİD’e ilişkin “Terörist bir yapı olarak görülebilir ama oradaki yapı daha önceki hoşnutsuzluklara karşı bir reaksiyon olarak doğdu” diyerek IŞİD’i olumlar nitelikte yaptığı açıklamalar, oldukça ses getirmişti. Kabinenin yeni başbakanının IŞİD’e silah taşıyan tırlar açığa çıktığında yaptığı “silah taşımıyorlar, yardım konvoyuydu” açıklamaları, 62. hükümetin dış politikasının ne olacağını […]

The post Yeni kabinenin Gerçek Yüzü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı Seçimleri’ni kazandıktan sonra, en çok tartışılan konulardan biri yeni başbakanın kim olacağıydı. AKP kurmayları heyecanla, yeni kabinede kimlerin yer alacağını, hangi bakanların değişeceğini öğrenmeyi bekliyordu! 29 Ağustos’ta kurulan yeni hükümette başbakanlık rolü Ahmet Davutoğlu’na verildiğinde, bu heyecanlı bekleyiş sona erdi. Davutoğlu’nun başbakanlığının, Tayyip Erdoğan’ın yarı-başkanlık benzeri modelinde çok da etkili olmayacağı, en fazla tartışılanlar arasında.
Yeni hükümetle ilgili tartışmaların kime ne ifade ettiği muğlak olsa da, ezilenler için bu durumun anlamı az çok belli. Yolsuzluk, sömürü ve katliamla özdeşleşmiş 61. hükümetin işlevi neyse, bakanlarıyla beraber yeni hükümetin bizim için aynı şeyi ifade edeceği baştan belli.
Yolsuzluk-sömürü-katliam politikalarından yeni hükümet döneminde de vazgeçilmeyeceği, eski dönemden kalan kilit pozisyondaki bakanlarla bir kez daha gözler önünde. 62. TC hükümeti, yeni cumhurbaşkanıyla beraber aynı stratejiyle, yeni mağdur edilecek kesimlere yoğunlaşırken; yeni kabinedeki bakanların çok da bilinmeyen ya da unutulmaması gereken yüzlerini deşifre ettik. 

Başbakan: Ahmet Davutoğlu

ahmet davutoğlu 2

Ahmet Davutoğlu’nun yakın zamanda IŞİD’e ilişkin “Terörist bir yapı olarak görülebilir ama oradaki yapı daha önceki hoşnutsuzluklara karşı bir reaksiyon olarak doğdu” diyerek IŞİD’i olumlar nitelikte yaptığı açıklamalar, oldukça ses getirmişti. Kabinenin yeni başbakanının IŞİD’e silah taşıyan tırlar açığa çıktığında yaptığı “silah taşımıyorlar, yardım konvoyuydu” açıklamaları, 62. hükümetin dış politikasının ne olacağını şimdiden gözler önüne seriyor.

Hakkında çıkan tapelerde Suriye’ye ajan gönderip füze attırma planları yapanlar arasında olduğu söylenen Davutoğlu’nun Wikileaks belgelerinde adı “çok tehlikeli ve deli” olarak geçiyor.

Merkezi Chicago’da olan ALPAYTAC isimli lobi şirketiyle geçtiğimiz hükümet döneminde 1,5 milyon dolara anlaştığı ortaya çıkan Davutoğlu’nun İsrail’le bozulan ilişkilerini düzeltmek için, altı lobi şirketine milyonlarca dolar ödediği biliniyor. Ayrıca 17 Aralık’ta adı yolsuzluğa karışan şirketlerden biri olan Yıldız Holding’in sahibi Sabri Ülker ile de dünür olan Ahmet Davutoğlu’nun, tüm yolsuzlukların üzerini örtmek için Erdoğan tarafından başbakan olarak atandığı söyleniyor.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı: Mehdi Eker

mehdi3

“Biz köylülüğü çiftçilik zannediyoruz. Hâlbuki çiftçilik sanattır. Biz tarımda reform yapacağız, verimi arttıracağız.” diyerek tarım arazilerini toplulaştırıp, kartellere, ağalara, Cargill’lere, Monsanto’lara satacağını açıktan söylemekten imtina etmeyen bir zat olmasının yanı sıra; Mart 2009’da Bitlis’te soru sormaya çalışan halkı “Artislik yapma, sesini yükseltme!” diye azarlamaktan ve korumaları aracılığıyla tartaklayıp uzaklaştırmaktan çekinmemesiyle hafızalarımızda.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi zamanından Recep Tayyip Erdoğan’la nasıl bir vefa ilişkisi varsa; sansasyonel açıklamalarına ve seçildiği Diyarbakır’da bile sevilmemesine rağmen hala kabinede.

Zehirli, bozuk okul sütü tartışmaları sırasında canlı yayında iddiaları yalanlayıp süt içerek yaptığı şovdan da hatırlarız Mehdi Eker’i.

2013’te Mersin Limanı’nda GDO’lu pirinç yakalanınca “Dünyada GDO’lu pirinç üretilmedi henüz” diyen Mehdi Eker’in; gıda, tarım ve hayvancılığa dair ilgilendiği tek şey atlar. Ki bunu da bakanlığın 100-150 bin Euro’su karşılığında, Hollanda’dan getirtip Bakanlığın Botanik Bahçesi’nde özel bir bölüm yaptırdığı ve seyisinin maaşını bile bakanlığın karşıladığı atların gündem olmasıyla anladık.

Maliye Bakanı: Mehmet Şimşek

Maliye Bakanı Şimşek

Bank of America Merrill Lynch’in Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz Bölgesi Sorumluluğu’ndan Maliye Bakanlığı’na transfer olan Mehmet Şimşek halen, merkezi Almanya’da bulunan Global Ekonomik Sempozyum’un Danışma Kurulu Üyesi olup ayrıca 2007-2009 yılları arasında IMF & Dünya Bankası Türkiye Guvernörlüğü ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Koordinasyon Kurulu Üyeliği görevlerini yürütmüştür.

17 Aralık Operasyonu’nun ardından, bir yakını yolsuzluğa karıştıysa istifa edeceğini beyan eden Mehmet Şimşek’in, ağabeyi Selahattin Şimşek’in adı da liman yolsuzluğundan çıktı. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın yargıya müdahale ederek kapatmaya çalışmasıyla, müsteşarının başsavcıyı tehdit etmesiyle bilinen yolsuzlukta adı geçenlerin, Şimşek’e “dayı” diye hitap ettikleri ve Şimşek’ten kamu ihalelerinde yardımcı olmasını istedikleri, Şimşek’in de bu taleplere olumlu yanıt verdiği ve adının “liman yolsuzluğu” dosyasına girdiği öğrenildi.

Gündemden düştüğünü fark ettiğinde 18,8 milyar liralık bütçe açığını 150 milyon liraya mal olan zehirli sütlere bağlar, “Emekliler çok fazla maaş alıyor” gibi açıklamalar yapar.

İçişleri Bakanı: Efkan Ala

e2
Eski JİTEM’ci, sonra Diyarbakır eski valisi ve emniyetteki “paralel yapı operasyonları”nda önemli isimlerden biri olan Efkan Ala, bu topraklarda “fişleme” denilince akla gelen ilk isimlerden biri. “Kodlama” denilen fişlemelerle ilgili 1999’dan bu yana uygulamaya konulan MERNİS(Merkezi Nüfus İdare Sistemi) projesi kapsamında, sadece azınlık bilgilerinin değil, tüm nüfus olay bilgilerinin kodlarla tanımlı hale geldiğini itiraf etmişti. Bakanlığın YÖK aracılığıyla, yurtlarda kalan öğrencilerin isim ve kimlik bilgilerini topladığını da doğrulamış, ancak “fişleme olmadığını” beyan etmişti.

Ala da, her İçişleri Bakanı gibi halkı gaza boğar, 2014 1 Mayıs’ı başta olmak üzere polis saldırılarında hiç sektirmeden “orantısız güç kullanılmadı” beyanatları vermişti.

17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan hemen sonra kaydedildiği öne sürülen telefon konuşmalarına ilişkin ilk tapede dönemin başbakanlık müsteşarı olan Efkan Ala İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’ya, internette kurduğu sitede, devletin gizli kodlu belgelerini yayınlayan Taraf gazetesi yazarı Mehmet Baransu’nun “gözaltına alınması” talimatını “Kapısını kırın, alın o adamı” sözleriyle vermişti. Bir başka tapede ise, rüşvet olarak çocuğunun okul taksitini ödettiği ortaya çıkmıştı.

25 Aralık Operasyonu sırasında Efkan Ala tarafından Bilal Erdoğan’ın korumalarına verilen talimatı ise zaten unutamayız; “Bilal Erdoğan’ı gözaltına almak isteyenleri vurun!”

 

Kalkınma Bakanı: Cevdet Yılmaz

c1
Kalkınma Bakanlığı’nın bakanlık odası için, 2 milyon lira tutarında tadilat yapıldığının ortaya çıkmasının üzerinden yaklaşık 2 yıl geçti. Üstelik söz konusu tadilatın ihalesi de, tadilat yapıldıktan bir ay sonra gerçekleşmişti.

Ayrıca bir yılda 71 bin lirayı “temsil ve ağırlama gideri” olarak gösterip etli ekmeğe yatıran Cevdet Yılmaz, kalkınmadan pek anlamasa da yolsuzluk uzmanıdır.

Ekonomi Bakanı: Nihat Zeybekçi

Nihat Zeybekci

Nihat Zeybekçi, yakın zamanda, İngiltere South London College’de ekonomi eğitimi aldığını özgeçmişine yazmış, daha sonra bunun gerçek olmadığı anlaşılınca, özgeçmişinden çıkartmıştı. Astay İnşaat tarafından Zeytinburnu sahiline inşa edilen, Danıştay’ın ise tarihi yarımadanın siluetini bozduğu gerekçesiyle “tıraşlama” (fazla katların yıkımı) kararı verdiği kulelerde iki dairesi bulunan Zeybekçi, bu kararın ardından dairelerini sattığına dair yazılı açıklama yaparak suç ortaklığından yırtmaya çalıştı.

Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşu “Moody’s”i “ülke olarak kaale almadıklarını” söyleyecek kadar özgüveni olan Nihat Zeybekçi’nin, “Biz istesek dahi Türkiye’de ekonomik kriz çıkaramayız, o kadar sağlam” açıklaması yaptığı hafta itibariyle doların 2.33, Euro’nun 3.20 lira olduğu gözlerden kaçmadı.

Enerji Bakanı: Taner Yıldız

taner

Yeni kabinede görevine devam eden Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız da, hem satan hem alanlardan. Kayseri Elektrik Üretim Şirketi’nin Yönetim Kurulu Üyesi olmasının yanı sıra, Kayseri ve Civarı Elektrik TAŞ Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Müdürü olarak görev yaptı.

Sıkı bir HES savunucusu olarak doğanın ve yaşamın katlini vacip gören Taner Yıldız; Soma Katliamı’nda işçilerin öleceğini bildiklerini itiraf etmesinin ardından “Soma’da kirli gömlek giydim, simit yedim” yalakalıklarıyla kabahatini unutturmaya çalıştı.

Sağlık Bakanı: Mehmet Müezzinoğlu

ISTIHBARAT HIRSIZ

İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde Recep Tayyip Erdoğan’ın sınıf arkadaşıydı. İstanbul Avcılar’da 3 özel hastanenin (Avcılar Hospital, Medicana ve Doğuş) patronu olan Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun ismi, daha önce Avcılar Cihangir Mahallesi’ne yapılan devlet hastanesinin yapımının durdurularak, inşaatın hükümet konağı haline getirilmesinde geçmişti.

Gündem kürtaj iken; elbette AKP’nin kadın düşmanı politikaları doğrultusunda, kadınların “Benim bedenim, benim kararım” söylemini eleştirmiş; kürtaj kararının annenin hakkı olmadığını söylemişti.

Gündem Wikileaks belgeleri iken; ismi, yolsuzluğa en çok karışan AKP’liler listesinin ön sıralarındaydı.

Bir de Taksim-Gezi Direnişi’ndeki direnişçiler için sarf ettiği sözleri unutmayalım; “Hem polise, devlete karşı geleceksin, hem de ambulans bekleyeceksin”. Ve şimdi sağlığımızı güvenle Müezzinoğlu’na emanet edelim.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı: Faruk Çelik

Devlet-Bakanı-Faruk-Çelik

İkinci kez kabinede yer alan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’i, Soma’da 301 işçinin yaşamını yitirdiği maden katliamının meydana geldiği ocakta daha önce incelemelerde bulunan ve olumlu rapor veren 2 müfettiş ile kamu çalışanlarına soruşturma izni vermemesiyle hatırlayabiliriz.

Taşeronu yaygınlaştıran ve sendikal mücadelenin önüne geçen yasal düzenlemeler yapan Faruk Çelik’in bakanlığı döneminde iş cinayetleri sonucu yaşamını yitiren işçi sayısı 5 bine yaklaşıyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanı: İdris Güllüce

ido

Tuzla belediye başkanlığı görevini yürüttüğü 12 yıl boyunca Yaşamkent, Onur Kent, Cancan Sitesi, Hayat Sitesi, Billurkent ve Has Sitesi gibi kaçak sitelere göz yumduğu ortaya çıkmış; Güllüce döneminde belediye-uyanık müteahhit iş birliğiyle yapılan sitelerle Tuzla, “Kaçak Kooperatifler Cenneti” olarak anılır hale gelmişti.

KİPTAŞ Genel Müdürü İsmet Yıldırım ile 26 Aralık 2012’de yaptığı telefon konuşmasını içeren tapede, denetimin artmasını “kendi ayağına kurşun sıkmak” olarak nitelemesiyle; büyükşehir belediyeleri ile ilgili bir yasanın Bakanlar Kurulu’ndan nasıl çıkarıldığını gözler önüne sermişti.

Mecidiyeköy’deki Torun Center’da 10 işçiyi katleden Torunlar İnşaat’ın sahibi ve GYODER Başkanı Aziz Torun’la yaptığı ortak toplantılarda; “deprem ülkesinde yaşadığımızı, dolayısıyla kentsel dönüşümün hızlıca yapılması gerektiğini” vurgulayan İdris Güllüce, kentsel dönüşümün partisi olmadığını ifade ediyor.

Orman ve Su İşleri Bakanı: Veysel Eroğlu

veyso

Veysel Eroğlu’nu; yabancı sermaye ortaklı toplu konut yapan şirket KİPTAŞ’ın Yönetim Kurulu Başkanlığı’ndan biliriz öncelikle.

Geçen yıl yayınlanan tapelerden biriyle, Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Başkanı İlker Aycı ile olan telefon görüşmesinde, “orman arazisinde usulsüz maden işletilmesi ve para akladığı” ortaya çıkmıştı ayrıca.

2B arazilerinin satışa çıkartmasını, 2B araziler satıldıkça orman arazisinin arttığını iddia ederek meşrulaştırmaya çalışan Eroğlu’nu, bu bilgiler ışığında daha iyi anlarız. Orman arazilerini hem satan, hem de alıp alıp tepe tepe kullanan Veysel Eroğlu, su konusunda da pirüpak değil.

Hamidiye Su A.Ş’de Yönetim Kurulu Başkanlığı yapmasının yanı sıra, HES savunucusu olan Eroğlu’nun İSKİ genel müdürüyken adının karıştığı yolsuzluğu da unutmayalım.

Başbakan Yardımcısı: Bülent Arınç

Bulent Arinc

AKP’nin kuruluşundan bu yana 3Y(yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar) ile mücadele ettiklerini utanıp kızarmadan söyleyen Arınç, yine başbakan yardımcısı.

Arınç’ı; rant projelerinde, TOBB başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun danışman kadrosunda maaşlı olarak çalışan oğlu Ahmet Mücahit Arınç’ın Gezi Parkı AVM projesi ortaklığından; her bulduğu fırsatta kadını aşağılayan, yok sayan söylemlerinden; “kamyonların günde 7 bin sefer yaptığı, işçilerin arı gibi çalıştığı” İstanbul-Bursa-İzmir otoyolu projesinde; devletin bütçe imkanları ile yapamayacağını, kamu ve özel şirketler aracılığı ile yapılabileceğinden dem vurması ile hatırlarız.

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı: Lütfi Elvan

elvan2

Lütfi Elvan’ı, “haberleşme”ye dair icraatlarından internete doğrudan müdahale için yapılan yasal düzenlemeler, Twitter-Facebook takipleri için siber güvenlik ve internete yönelik sansür yasasıyla biliriz.

Berkin Elvan’ın 269 günlük direnişinin ardından yaşamını yitirmesi üzerine yapılan eylemler ve cenazeye yönelik polis saldırısına dair, “Üzücü bir hadise, ama Türkiye’nin artık bunlardan sıyrılması gerekiyor” şeklinde açıklamalar yaparak umudun çocuğunu, devletin-polisin katliamlarını unutturmaya; kendini ve devletini aklamaya çalışmasıyla hatırlarız.

Demiryollarını özelleştirmeye yönelik adımları, Yüksek Hızlı Tren Projesi de “ulaştırma”ya dair hatırladıklarımız. ÇED raporunun olumsuz olmasına rağmen, İstanbul’a 3. havalimanının yapılacağını belirten Elvan, havalimanının isminin de Recep Tayyip Erdoğan olacağını açıklamıştı. 2 milyar liranın üzerinde maliyeti olan, Kazlıçeşme-Göztepe arası planlanan “Avrasya Tüneli” projesiyle ilgili açıklamasında, İstanbul Boğazı’nın “altını delmeye” başladıklarını dile getiren Elvan, bu gidişle altını deldiği ceplerden daha çok milyar lira rant sağlayacak.

Başbakan Yardımcısı: Yalçın Akdoğan

Çözüm süreci

2011 yılında Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan “Polisi Yaftalamanın Dayanılmaz Cazibesi” başlıklı köşe yazısında polisleri cemaatçi olarak yaftalamanın 28 Şubat sürecindeki psikolojik operasyonlardan farksız olduğunu, herkesin –polis de olsa- istediği inanca sahip olabileceğini vurgulayan yeni Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan; polislere yönelik paralel yapı operasyonlarından sonra cemaat için “şantaj çetesi, tezgâhçı, yalancı, asalak, istihbarat şebekesi, hayalet, canavar” sözlerini sarf etmişti.

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın eniştesi Oktay Ferşat ile Gençlik ve Spor Bakanının kayınpederi Ali Yüksel’in 112 Acil Servis istasyonu kurma bahanesiyle yüzlerce müteahhidi dolandırdığı iddiasının yanı sıra, “Alo Fatih” gibi medyaya baskı tapelerinden ve Başbakan Danışmanı sıfatıyla, Bahçelievler Belediye Başkanı’nın oğlunun eşinin Kabataş’ta maruz kalmadığı şiddetle ilgili uydurduğu hikâyenin aslında ne kadar da gerçek olduğunu açıklamakla uğraşmasından da hatırlarız Yalçın Akdoğan’ı.

Gümrük ve Ticaret Bakanı: Nurettin Canikli

????????

Hemşerisi olan Olgun Peker ile ilgili, şike yasasının veto edilmesine karşı meclisin şike yasasını derhal geri göndermesini gündeme getirerek, partide öne çıkmıştır.

Giresunspor’un eski başkanı ile yaptığı telefon görüşmelerinin tapelerinin ortaya çıkması ile kulübün düzenlediği gecelerde sık sık dile getirdiği “tam destek” söyleminin nereye denk geldiği, milyonlarca liranın nasıl peşkeş çekildiği ortaya çıkmıştır.

4+4+4 temel eğitim sisteminin mucidi olmasının yanı sıra, verdiği önerge ile 22.00-06.00 arası içki yasağını sunan kişidir. Vergi uzlaşmalarından örtülü ödenek harcamalarına kadar birçok alandaki harcamalarla ilgili usulsüzlükleri Sayıştay tarafından ortaya çıkarılmasına rağmen, Maliye Bakanlığı izin vermediği için uzlaşmalar ve harcamalar incelenemiyor.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı: Ayşenur İslam

ayşenur 2

62. kabinedeki tek kadın, kadın düşmanı AKP’nin ve devletin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı konumunda. Tecavüzcünün ailesinden “erkek tarafı” olarak bahseden Ayşegül İslam, adından bile kadının kaldırıldığı bakanlıkta, kadına dair tek söz etmeyerek hafızalarımıza kazındı.

5 günde 8 kadının öldürüldüğü Temmuz ayında, koruma altındaki hiçbir kadının öldürülmediğini “şükrederek” açıklayan Ayşenur İslam; bu kadınlardan ikisinin, eşleri hakkında uzaklaştırma kararı olan kadınlar olduğundan habersizmiş gibi, bakanlığı “temize çıkarma” çabası içerisinde.

AB Bakanı: Volkan Bozkır

v2

Almanya’nın Türkiye’yi dinlemesiyle ilgili yaptığı açıklamada “Ayıp etmişler diyorum” dedi. Dinlemişlerse ayıp ettiklerini, ama “Biz de dinliyoruzdur muhakkak” diyerek çok da kızamadığını belirtti.

Bozkır, 2014 Eurovision Şarkı Yarışması’nı, Avusturyalı şarkıcı Conchita Wurst’un kazanması üzerine attığı, “Eurovision Şarkı Yarışması’nı kazanan Avusturyalıya baktıkça, ‘İyi ki bu yarışmaya artık katılmıyoruz’ diyorum” tweetiyle, homofobik devletin AB Bakanlığı görevini layıkıyla yerine getirdi.

 

 

Adalet Bakanı: Bekir Bozdağ

bekir 1,

Yargıdaki paralel operasyonlarda ve 17 Aralık soruşturmalarında ismi geçenlere ilişkin tahliyeleri hızlandırıp, Gezi’de katledilenlere yönelik soruşturmaları yavaşlatan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ; adliyelerdeki skandal kararları savunmasıyla ünlü.

Tokat’ta D.K. adlı kız çocuğunun, kendisinden dokuz yaş büyük erkek arkadaşı tarafından istismar edilmesine ilişkin davada, mağdurun yaşı büyütülerek sanığın beraat ettirilmesine ilişkin verilen karar; 6 aylık ikizleriyle 25 ay hapis cezası verilen Mülkiye Demir Kılınç kararı; kendi adının da geçtiği, İzmir’deki liman yolsuzluğu davasındaki takipsizlik kararı ve daha niceleri…

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı: Fikri Işık

bilim-sanayi-ve-teknoloji-bakani-fikri-isik-IHA-20140103AW000324-2-t

Ses kayıtlarını çıplak kulakla dinlediğinde sahte olduğunu “hissetmişti”. Kocaeli Gebze’de yapılmakta olan Bilişim Vadisi’nin öncülerinden. Vadi çevresindeki arsalarsa, çoktan olası konut yapılanmaları için kapatılmış durumda. Arsaların değerinin en az 10-15 katına çıkacağını önceden “hissedenler”, arsaları kapatmış olsa gerek.

ODTÜ Mezunlar Birliği Vakfı, Hereke Eğitim Kültür ve Yardımlaşma  Derneği, Kızılay, Yeşilay, Ayışığı Yetim ve Öksüz Çocuklar Yardımlaşma Derneği, KİHMED gibi sivil toplum kuruluşlarının üyesi olan sosyal sorumluluk sahibi Fikri Işık, Hayrettin Işık ve kardeşi İzzet Işık’ın büyük şirketlerin açtığı ihalelere müdahale ederek komisyon aldığı ve şirketlere ihaleler kazandırdığı sık sık konuşulmakta.

Işık’ın, Kocaeli Hereke’de bulunan Nuh Çimento’dan aldığı işlerle büyük paralar kazandığı da söylentiler arasında.

Milli Eğitim Bakanı: Nabi Avcı

n5

Son süreçte cemaatin dershaneleri ile en çok uğraşan isimlerden Nabi Avcı’yı, lise ve üniversite sınavlarındaki hatalarla anarız sık sık.

Bir önceki süreçte tapelerden biliriz; TÜRGEV tartışmaları ve Bilal Erdoğan’ın eğitim ile ilgili tapeleriyle. TÜRGEV (Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı) Yönetim Kurulu Üyesi Bilal Erdoğan’ın, imam hatip liselerinin müfredatı, öğrenci sayısı ve YURTKUR’a ait yurtlarla ilgili talimatlar verdiği tapeleri dinlemeyen yoktur.

Eskişehir’den Suriye’ye gönderilen yardım tırı için bir tören düzenletmiş, bu törende “TIR’ımızda gıda maddeleri var. İşgüzarlıklara karşı bir kez daha söylüyorum, gıda maddeleri var. Diğer TIR’larda olduğu gibi bunda da gıda maddeleri var” diyerek; El Nusra çetesine çanak tutmuştur. Nabi Avcı, şimdiyse muhtemelen IŞİD şeytanına çanak tutmaktadır.

 

 

Başbakan Yardımcısı: Numan Kurtulmuş

numan kurtulmuş 4

HAS Parti’deyken AKP’liler için “Harun gibi geldiler Karun gibi oldular”, “Bizim en büyük sıkıntımız aramızdaki gizli ve sinsi AKP’lilerdir”, “2023’te AKP hala iktidarda olursa, başbakanın çocukluk arkadaşı, askerlik arkadaşı, mahalleden arkadaşı, belediyeden arkadaşı ve şoförlerinden başka hiç kimsenin milletvekili olamadığını göreceğiz” diyordu. Sonrasında (muhtemelen Erdoğan’ın liseden münazara arkadaşı olması üzerinden) AKP’ye transfer oldu ve 62. kabinede başbakan yardımcılığına yükseldi.

Kültür ve Turizm Bakanı: Ömer Çelik

ömer 1

“2. Uluslararası Caz Festivali” kapsamında gerçekleştirilen konserde “Türkçe’de bir değişiklik yapıp, ‘caz yapma’ deyimini kaldırıyorum” diyerek hafızalara kazınmıştı.

İzmir’de, Mustafa Latif Topbaş’a ait arazi üzerinde 4. yüzyıla ait bir antik kent bulunmasının ardından yapılan telefon görüşmesinde, Ömer Çelik “antik duvarların birinci dereceden arkeolojik sit alanı olması sebebiyle kaldırılamayacağı, ancak mozaiklerin kaldırılacağından” bahsediyor. Latif Topbaş’ın, arazinin devlet tarafından satın alınmasını talep etmesi üzerine, Çelik, “Bir bakayım abi ona da onu nasıl yapacaklar konuşup tekrar bilgi vereyim” diyor.

Kendisi için Marriot Oteli’nden aşçı, Rixos Oteli’nden masör geldiği, masörün yabancı uyruklu olduğu ve çalışma izninin çıkartılması için tarafınca talimat verildiği de bir süre gündemi meşgul etmiştir.

Bir dönem ODTÜ’den mezun yalanı ortalarda dolaşmıştır. Zegna ve Armani’den başka kumaşı gardırobuna sokmayan, “Aşk ve puro beni uçurur” sözlerinin sahibi olan bakan, üst düzey entelektüellik taslama ve siyasi ahkâm konusunda ordinaryüs seviyesine sahip bir karakter.

 

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.

The post Yeni kabinenin Gerçek Yüzü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/19/yeni-kabinenin-gercek-yuzu/feed/ 0
“YARATIK ŞİRKET: Monsanto”- Mercan Doğan https://meydan1.org/2012/12/27/yaratik-sirket-monsanto-mercan-dogan/ https://meydan1.org/2012/12/27/yaratik-sirket-monsanto-mercan-dogan/#respond Thu, 27 Dec 2012 21:28:25 +0000 https://test.meydan.org/2012/12/27/yaratik-sirket-monsanto-mercan-dogan/ Yaşamlarımızın her alanını günbegün kendi rant alanına çeviren kapitalizmin, günümüzde en gözde silahlarından biridir GDO. (GDO: Genetiği Değiştirilmiş Organizma) Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’in “Petrolü kontrol edersen ulusları, gıdayı kontrol edersen insanları kontrol edersin. Gıda bir silahtır ve bizim müzakere çantamızdaki araçlardan biridir!” cümlesiyle özetlediği 1974 tarihli raporu, günümüz kapitalistleri için bir yol haritası […]

The post “YARATIK ŞİRKET: Monsanto”- Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Yaşamlarımızın her alanını günbegün kendi rant alanına çeviren kapitalizmin, günümüzde en gözde silahlarından biridir GDO. (GDO: Genetiği Değiştirilmiş Organizma) Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’in “Petrolü kontrol edersen ulusları, gıdayı kontrol edersen insanları kontrol edersin. Gıda bir silahtır ve bizim müzakere çantamızdaki araçlardan biridir!” cümlesiyle özetlediği 1974 tarihli raporu, günümüz kapitalistleri için bir yol haritası niteliğinde. Söz, GDO ve devlet-şirket işbirliğiyle konusu yaşamlarımız olan müzakerelerden açılınca da, yeryüzündeki genetiği değiştirilmiş tohumların %90’ının sahibi olan biyoteknoloji devi “Monsanto” adlı şirket ve icraatları akla gelir.

1. Nedir, Necidir Bu Monsanto?

1901 yılında Saint Louis’de, o günlerde sadece Almanya’dan ithal edilebilen sakarini ABD’de üretecek bir kimya şirketi olarak kuruldu. Alman karteli fiyatları düşürdüğü için zor günler yaşasa da, sadık müşterisi Coca-Cola sayesinde toparlanarak; vanilya, kafein, sakinleştiricileri de ürün yelpazesine ekledi. 1917’de Aspirin üretimine başladı, kısa sürede dünyanın en büyük Aspirin üreticisi oldu. 1. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’dan kimyasal madde ithalatı durdurulunca da, kimya sanayinde yerini sağlamlaştırdı ve zamanla, bu sektörde el atmadığı ürün kalmadı diyebiliriz.

Günümüzde bir tohum ve biyoteknoloji devi olan Monsanto, dönemin “sözde” ihtiyaçları doğrultusunda, yüzünü, sektörünü, ürünlerini, ilgi alanlarını 1901’den 2012’ye sürekli değiştirse de, sloganı hiç değişmedi:

“Kar hırsım uğruna; -ister kısa vadede, ister uzun vadede- doğayı da talan ederim, yaşamı da!”

2. GDO’nun Tanımı ve Monsanto’nun GDO’lu Tohumları

Bir canlıdaki genetik özelliklerin, insan eliyle ve laboratuar ortamında kopyalanarak, başka bir canlıya aktarılmasıyla elde edilen ürüne GDO denir. Kimi duyarlı çevreciler, “GDO’lu gıda” ya da “Frankeştayn gıda” diye nitelendirse de; üretenlerinin ve geliştirenlerinin bile bu “şey”lere gıda demeye dilleri varmaz. Bu şeylerin en azından insan bedenine zararlarını o kadar iyi bilirler ki; şimdiden Bayer başta olmak üzere ilaç şirketlerinden hisse satın alma peşindedirler. Hasta edip para kazanmak, iyileştirip para kazanmak, sonra tekrar hasta etmek; karlı bir döngüdür.

Monsanto başta olmak üzere GDO’lu tohum üreticileri, neden GDO’lu tohum ürettikleri sorusuna; tarımın, dolayısıyla yaşamın sürdürülebilirliğini sağlama amacı güttükleri yanıtını verir. Monsanto bizzat kendi internet sitesinde bunları söyler.

Neden sürdürülebilir tarıma ihtiyacımız var?

  • Çiftçiler dünya için gıda, yakıt ve elyaf sağlar.
  • Toprak, su ve enerji gibi kaynaklar sınırlıdır.
  • Küresel nüfusun gelecek birkaç on yıl içinde %40 artması beklenmektedir.
  • Nüfus artışını karşılamak için yiyecek üretiminin katlanarak artması gerekmektedir.

Sonuç: Çiftçiler toprağın her dönümünden, suyun her damlasından ve enerjinin her biriminden –gerek bugün, gerekse yarın– daha fazla yararlanmalıdır.

Lakin kapitalizmin bu sorumlu-sevimli yüzü, pek de inandırıcı değildir. GDO’nun gerçek amacı; küresel gıda tedarikini, bunun sonucu olarak da yaşamlarımızı kontrol altına alabilmektir. Yeryüzündeki açlığın nedeni, yeterli gıda olmaması değil; gıda dağılımındaki adaletsizliktir. Doğayı ve bununla beraber üreticiyi, tüketiciyi, değebildiği her şeyi “kaynak” olarak gören Monsanto efendilerinin umrunda olanın; artan gıda ihtiyacına yanıt vermek, açlığın hüküm sürdüğü bölgelere gıda götürmek ya da olası bir gıda kıtlığına karşı önlem almak olmadığı da ortada. Öyleyse internet sitesindeki sonuç bölümünü değiştirmek gerek.

Sonuç: Üretimhanelerimizde iş kazası adı altında işçi katliamlarına göz yumarak, köylüyü borçlandırıp intihara sürükleyerek, GDO’yla sürdürülebilir tarım adı altında zehir saçarak, doğayı katlederek; canlı-cansız bütün “kaynak”lardan daha fazla yararlanmalı, daha fazla güç, para ve dolayısıyla kontrol sahibi olmalıyız.

3. Tarım Hakimiyeti

Monsanto gibi şirketlerin, göz diktikleri bölgeyi hakimiyet alanına çevirme süreci, Dünya Ticaret Örgütü ve devlet yöneticileri başta olmak üzere yürüttükleri lobi faaliyetleriyle, genelde sorunsuz işliyor. Öncelikle, Monsanto bir kampanyayla adını duyuruyor. Bu kampanyanın adı, bölgesinin özelliklerine göre “yeşil, tohum, umut, gelecek” gibi sözcüklerle bezenmiş oluyor. Kimi bölgede hükümetler, kiminde bankalar çiftçilere patentli tohumları satın alabilmeleri için krediler sunuyor. Bu arada Monsanto küçük tohum şirketlerini satın alıyor ya da anlaşmalarla kendine bağlıyor. Böceklenmeyen tarla, öngörülebilir ve verimli hasat vaatleri, tarımla geçinen insanlar için gerçekten önemli olduğundan; çiftçiler krediyle borçlanarak, Monsanto’nun genetiği değiştirilmiş tohumlarından satın alıp ekiyorlar. Yine Monsanto’nun ürettiği tarım ilaçları sayesinde, ilk hasat –istisnalar dışında- “sorunsuz” geçiyor. Sorun genelde, elde edilen mahsulün kredi borçlarını kapatmamasıyla ortaya çıkıyor. Evdeki hesabın çarşıya uymamasının önemli sebeplerinden biri, tarım ilacı ve kimyasal gübrenin önceden hesaplanamaması.

Diyelim ki çiftçi bir şekilde ödedi borcunun ödemesi gereken kısmını, ikinci sorun kendini gösteriyor. Monsanto’nun genetiği değiştirilmiş tohumlarının hepsi patentli. Terminator tohum diye adlandırılan bu tohumlar kullanılarak yetiştirilmiş ürünlerden ayrılan tohumlardan bir daha ürün alınamıyor, alınabiliyorsa da patent bedeli ödenmesi gerekiyor. Böylelikle çiftçi yeniden, yeniden ve yeniden borçlanıyor. 3 binden fazla tohum türünün patentine sahip olan Monsanto, “şirket patenti içeren tohumların üretilmesi, saklanması, yeniden ekilmesi” gibi gerekçelerle çiftçilere dava açabiliyor.

Tekrar tekrar borçlanan çiftçi ne yapıyor? Resmi rakamlara göre Hindistan’da, Monsanto’nun girişinin ardından geçen 16 yılda, 250 binden fazla çiftçi intihar etti. Tek yol bu değil elbette; tefecilerden ya da tekrar bankalardan borç alarak yaşamlarını sürdürmeye çalışanlar da var. “Açlığa çare” diye sunulan tohumlarla açlaştırılan insanlar üzerinden, Monsanto efendileri günden güne daha toklaşıyor.

4. Monsanto’nun GDO Dışında Birkaç İcraatı

Ürettiği zehirli kimyasallarıyla yaşamları günden güne söndüren ve en yaşamsal ihtiyaçlarımızdan olan gıdanın mutlak hükümdarı olmaya yüzünü dönen şirketin, su yüzüne çıkmasından haz etmediği, bol miktarda icraatı var. İşte bu icraatların yalnızca birkaçı:

İlk atom bombası projesinin uranyum araştırmalarını bu şirket yapmış, sonrasında da 1980’e kadar Ohio’da bir nükleer santral işletmiştir.
2. Dünya Savaşı ertesinde, Teksas’taki plastik fabrikasında nitratla dolu bir kargo kamyonu vesilesiyle meydana gelen patlama, 500 kişinin canına mal olmuştur. Bu olay, Monsanto tarihindeki ilk işçi katliamı olsa da, son değildir.

Vietnam Savaşı sırasında ABD ordusunun Vietnam, Doğu Laos ve Kamboçya’nın ormanlık bölgelerinde kullandığı tarım ilacı ve yaprak dökücü olarak bilinen “Agent Orange”ın en önemli üreticisidir. Bu silah, kırsal ve ormanlık arazilerde yaprak dökerek gerillaların saklanmalarını engellemiş, gıdasız bırakmış; ayrıca köylülerin de gıdasız kalarak ABD kontrolündeki kentlere göç etmesini sağlamıştır. Vietnam Dışişleri Bakanlığı’na göre 4,8 milyon Vietnamlı Agent Orange’a maruz kaldı, 400.000 kişi öldü, 500.000 çocuk sakat doğdu ve düşük oranları arttı. Bunların yanı sıra, bölgelerin yeniden ormanlaştırılması neredeyse imkansız bir hal aldı.

5. “Kirli” Şirket, Nasıl Oldu da “Temiz”lendi?

Kurulduğu günden beri sürdürdüğü lobi faaliyetleri bile aklanmasına yetmemiş olacak ki; 1997-2002 yılları arasında Monsanto, bir çeşit sicil temizleme operasyonuna girişti. Şirket birleşme ve bölünmeleriyle bozuk sicilli bir kimya devinden, bir biyoteknoloji devine dönüştü. Bu süreçte yaptığı en akıllı hamle, kimyasal madde üretimini Solutia adlı bir şirkete devretmesiydi. Monsanto’nun icraatları sebebiyle yüksek para cezalarına çarptırılan şirket, 2003 yılında iflasını ilan etti ve Monsanto’nun temiz görünümlü tohum şirketi imajını oluşturmasına katkı sağladı.

6. Bizim Sofralarımıza Ne Zaman Girecek GDO?

Girdi bile. Evet, gerçekten gıda niyetine bolca GDO tüketiyoruz. Bu Monsanto adındaki şirket, Anadolu ve Mezopotamya topraklarında da, çeşitli ortaklıklarla 1998 yılından beri faaliyet yürütüyor ve birçok şubesi var. Söz konusu, şirketlerin itibarı olduğunda, elinden geleni ardına koymayan TC’nin Tarım Bakanlığı bile, raflardaki 1500’den fazla üründe GDO bulunduğunu kabul etti. Bildiğimiz üzere, denetimleri “eş-dost kontenjanı” sayesinde atlatanların sayısı, verilen sayının yaklaşık 3 katı oluyor. Bunu da göz önünde bulundurduğumuzda, çokça GDO yediğimiz ortada.

Bu yazının sonunda halkı isyana teşvik yok. Mücadeleye çağrı yok. Sessizlik var. Kaburgalarımız arasından üçüncü kolumuz çıkana kadar, açlar daha aç, toklar daha tok olana kadar, daha çok insan ölene kadar ve hatta yerde ot bitmez, gökte kuş uçmaz olana dek sessizlik var. Durabilirsen dur bakalım!

Mercan Doğan
[email protected]

The post “YARATIK ŞİRKET: Monsanto”- Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]> https://meydan1.org/2012/12/27/yaratik-sirket-monsanto-mercan-dogan/feed/ 0