muhalefet – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Fri, 17 Jul 2020 21:40:19 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 YEREL SEÇİMLERE DAİR https://meydan1.org/2019/03/03/yerel-secimlere-dair/ https://meydan1.org/2019/03/03/yerel-secimlere-dair/#respond Sun, 03 Mar 2019 11:13:30 +0000 https://test.meydan.org/2019/03/03/yerel-secimlere-dair/ Coğrafyamızda son 10 yılda, 10’un üzerinde seçim ya da referandum gerçekleşti. Özellikle son 4 yılda gerçekleşen seçim ve referandumların gerçekleştiği koşullar, temsili sistem içerisindeki meşruluğu ve sonuçları; mart sonunda ve bundan sonra gerçekleştirilecek seçim ya da referandumları öngörmek açısından çok önemli. Mart sonunda gerçekleşecek seçim her ne kadar yerel bir seçim olsa da seçim propagandaları, […]

The post YEREL SEÇİMLERE DAİR appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Coğrafyamızda son 10 yılda, 10’un üzerinde seçim ya da referandum gerçekleşti. Özellikle son 4 yılda gerçekleşen seçim ve referandumların gerçekleştiği koşullar, temsili sistem içerisindeki meşruluğu ve sonuçları; mart sonunda ve bundan sonra gerçekleştirilecek seçim ya da referandumları öngörmek açısından çok önemli.

Mart sonunda gerçekleşecek seçim her ne kadar yerel bir seçim olsa da seçim propagandaları, seçim sürecinin öne çıkan isim ve söylemleri genel siyasetle ilişkili. Genel seçimlerde oluşturulan koalisyonların sürdürüldüğü; farklı şehirlerdeki belediyeleri kazanmak için stratejilerin oluşturulduğu; OHAL süreciyle başlayan kutuplaştırıcı politizasyonun arttırıldığı bir seçim süreci.

Ve her şeyin ötesinde ekonomik krizin günden güne kendini giderek belirgin kıldığı bir ortamda gelen seçim süreci…

Değişen Seçimler mi, Rejimler mi?

İçinde bulunulan siyasal sürecin, iç politika ve dış politika ayrımlarını ortadan kaldıran bir konjonktür olduğu tespiti sıklıkla yapılıyor. Ancak bu durum, tüm bu süreci iç politikanın dayattığı gözbağından bağımsız görüyor olduğumuz anlamına gelmiyor. Örneğin Venezüela coğrafyasında yaşanan tüm gelişmeler, iç politikadaki tutumlara göre düşünülüyor; iç politik atmosferin yarattığı karşıtlığa göre taraf belirleniyor.

Aslında iç politik durumun da dünyanın genelinde beliren süreçlerden etkilendiğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bu seçim sürecinde farklı mecralarda konuşulan/yazılan durumda olduğu gibi, farklı coğrafyalarda benzer siyasi figürler ve işleyişler belirmekte. Bu ortaklık, farklı coğrafyalardaki rejimlerin niteliğinin değişimiyle ilgili.

Seçim kazanmış ve siyasal iktidarı ellerinde barındıran figürler; temsili demokrasinin sınırlarını da zorlayarak kendi mutlak pozisyonlarını temsili demokrasinin seçim gibi araçlarıyla meşrulaştırıyorlar. Liberal demokrasi, seçimli otokrasi, seçilmiş diktatörlük, rekabetçi otoriterlik, temsiliyetsiz seçim ve benzeri bir dizi kavramla nitelenmeye çalışılan bu yeni durum, post-demokrasi denilen çatı bir isimlendirme altında toplanıyor.

Eski dönemin diktatör ve otoriter yöneticileriyle post-demokrat liderlerin arasındaki temel fark; siyasal iktidara darbe, iç savaş vb. yöntemlerle değil de seçimle gelmeleri ve bu iktidarı ellerinde seçimle tutmaları. Burada siyasal iktidar diye kastedilen sadece yasama ya da yürütme gücü değil kendi mutlak pozisyonlarını sürdürebilmek için devletin tüm aygıtlarını elinde tutma durumudur. Önceki dönemin meşru ilke ve kuralları, seçimden alınan güçle ihlal edilebilir ve hatta değiştirilebilir. Ancak yeni rejimin çıkarlarına hizmet ediyorsa demokrasiyle ilişkili kurumlar korunabilir; yeri geldiğinde işletilebilir. Yani post-demokrasi, kağıt üstünde demokrasi, keyfi demokrasi… Muhalif siyasal analizcinin yapmadığını hemen yapalım; altını çizelim. Siyasal iktidarı elinde bulunduranın asıl gücü “seçilmişliği”!

Seçilerek siyasal iktidarı ele geçiren post-demokrat diktatörler, düzenli aralıklarla yenilenen seçimlere ihtiyaç duyarlar. Demokratik görünümü bu seçimler aracılığıyla sürdürürler. Rusya’da Putin, Macaristan’da Orban, ABD’de Trump, Venezüela’da Maduro, Filipinler’de Duterte ve tabi ki Erdoğan… Hiçbiri seçildiği ilk dönem, temsili demokrasinin liberal değerlerine karşı tavır almamıştır. Süreç sonunda gelinen nokta, liberal değerlerin somutlaştığı kurumları bile ortadan kaldırmak olmuştur. Hepsi, medyayı büyük oranda denetim altına almış, yargıyı kontrol altına almış; muhalefeti baskılamak ve susturmak için kullanmıştır.

Mevzu bahis post-demokratların benzer özelliklerinden bir diğeri, ailesel ilişkileri rant dağıtım ağı olarak kullanmaları. İktidarlarını ellerinde tutmalarına yarayan bu rantın dağıtımının nereye kadar gidebileceği, ne kadar açık yapılabileceğini coğrafyamızda deneyimlemiş bulunmaktayız.

Yaratılan iç ve dış düşmanlar, bu düşmanlarla savaş üstünden kurulan söylemler, seçim zamanlarının vazgeçilmezi. Bu yöntem aracılığıyla, iktidarlarının meşruluğunun sağlanacağı seçmen desteğini toplayabiliyorlar.

Belirtildiği gibi tüm bu ortak özellikler, meselenin bir dönemin eğilimi olduğunu ve farklı coğrafyalarda da buna benzer siyasal süreçlerin yaşandığını gösteriyor. Bu tespitlerin hepsi küresel düzeyde yapılıyor yapılmasına ancak şu telkin de elden bırakılmıyor: “Seçimler bu siyasal iktidarın pozisyonunu pekiştiriyor ancak yine de oy kullanmak demokratik bir yükümlülüktür!”

Post-Demokrasilerde Seçimler Tuzak mıdır?

Tüm bunlardan bahsettikten sonra “Temsili demokratik sistemin muhalefet saflarında seçimlere dahil olmak, oy vermek bu durumu meşrulaştırmak mıdır?” sorusu önem kazanmaktadır. Öyle olmadığı kanaatiyle, böyle bir başlık atmaktan imtina etmeyen muhalif siyasal analizciler, bu tarz bir despotluğun “demokratik yollardan iktidarı kaybetmesi” hatta kaybetmese bile seçimlere dahil olma ısrarcılığını nasıl açıklamak gerek?

Daha da ötesi, oy kullanmama durumunu post-demokratik sistemin teslimiyet tuzağı diye tanımlamak, post-demokratik iktidarların pozisyonunu ve bunun seçimle ilişkisini tespit etmenin yeterli olduğunu söylemek, “Demokrasi mücadelesi veren ve vermeye kararlı herhangi bir demokratik mücadele alanını boşlamak gibi bir tavır olamaz!” demek, post-demokratik diye tanımladıkları sisteme özgü bir muhalefet tarzı olsa gerek! Hatta ekonomik kriz koşullarında gerçekleşen seçimlere özgü yaratıcı bir tespiti de vardır bu tarz bir muhalefetin; muhalefet partilerinin seçmenlerine düşen görev sandığa giderek iktidarı daha çok ter dökmeye mecbur bırakmaktır. Aksi takdirde, siyasal iktidarı elinde bulunduranlar daha ayrımcı, daha dışlayıcı politikalar için imkan bulacaktır.

Yerel Yönetimlerin Anlamı

Bu post-öğütleri, güne ayak uydurmanın bir gerekliliği olarak gören “yerel muhalefet” de, 31 Mart Seçimleri’ne başka bir anlam yüklemiyor. Temel mesele AKP öncülüğündeki ittifaka geri adım attırmak!

Yerel yönetimlerin demokrasinin yerelleşmesi için çok önemli olduğu, radikal bir yöntemle birleştirildiği haliyle insanların siyasal iradelerini daha etkili bir şekilde temsil ettirmenin bir aracı olabileceği söylemleri bu seçimlerde çok kullanılmayan vaatlerden.

Oysa genel seçimlerden farklı olarak insanların yaşadıkları yerlerin siyasi, ekonomik ve toplumsal mekanizmalarına müdahil olmasına yardımcı olacak bir süreç diye yerel seçimlerin yükseltildiği dönemlere çok da uzak değiliz. Başta da belirtmiştik, son 10 yılda 10’un üzerinde seçim ve referandum yaşadık!

Ademi merkeziyetçiliği esas alan, merkezin siyasal stratejilerine muhalefet olabilecek bir yerel yönetimin imkanı sorunu işte tam da içinde bulunduğumuz sürecin ana çelişkisidir. Belediyeler aracılığıyla, içinde bulunulan genel politik sürece farklı bir yol bulabilir miyiz sorusuna ilişkin en yakıcı örnek, Kürdistan’daki -yöneticiliğini merkezden atanan kayyumların yaptığı- 82 belediyedir. Post-demokrat tanımları geliştirenlerin söylemekten imtina ettiği durum, bu siyasal iktidarların mütemadiyen şiddet tekeline başvurma durumudur. Kürdistan örneğinde olduğu gibi, temsili demokratik değerlere göre bile insanların siyasal iradeleri yok sayılmıştır. Bu sürecin, hangi sürecin sonunda oluştuğunu belirtmemek, OHAL öncesi bölgesel OHAL’i unutmak anlamına gelir. Yani insanların siyasal iradeleri zaten yok sayılmıştı, kayyumlar bu sürecin devamcısıydı.

AKP’yi geriletmek için farklı koalisyon kombinasyonlarından imtina etmeyenlerin açıkça görmesi gereken, temsili demokratik alternatiflerle işlerin yoluna koyulamayacağıdır. Seçim süreçlerinde, kendi başına AKP karşıtlığını bile “ilerici” tayin edenler, “ilerici” ittifaklarıyla içinde bulunulan genel sömürü ve baskı durumuna kestirme yollardan çözüm aramaktadır. Bu çözümü ararken yaptıkları, yakındıkları sisteme eklemlenmektir.

Seçimleri Boykot Bir Strateji Olabilir mi?

Bir yandan seçim sisteminin ne kadar da yanıltıcı olduğundan ve iktidarın iktidarını pekiştirmesine olanak verdiğinden bahsedeceksiniz, seçimin verdiği olanaklarla iktidarın kendisini nasıl meşrulaştırdığını vurgulayacaksınız ama yine de “Demokrasinin bir sorumluluğu olarak oy vermek lazım.” diyeceksiniz. Demokrasi saplantısı bu olsa gerek!

Seçim boykotu anarşist düşüncenin “Karşı olmak için karşı olalım.” refleksi değil siyasaldan anladığıyla ilişkilidir. Neyin siyasal olup olmadığının devlet tarafından belirlendiği, bu belirlenmiş sınırlar dışında siyasalın olmadığını iddia eden düşünce böylelikle devletli düşüncenin varlık sorununu tartışılmaz hale getirir.

Anarşizmin seçimlere ve temsili demokratik sisteme bakış açısını bir kenara koyarsak, seçim boykotunun dünyanın farklı coğrafyalarında muhalefetin kullandığı araçlardan biri olduğunu belirtelim. Hileli seçim potansiyeliyle karşılaşıldığı, seçimleri organize eden siyasal yapının meşruiyetini yitirdiği, siyasal temsilcilerin temsilci olma durumlarını yitirdikleri noktalarda boykot siyasal bir alternatif olarak belirir.

Yani muhalefetin seçim sistemi savunucularının görmedikleri, görmek istemedikleri bir siyasal davranıştır oy kullanmamak. 1973 Kuzey İrlanda Referandumu’nda, 1983’te Jamaika Genel Seçimleri’nde, 1995 Bangladeş Genel Seçimleri’nde, 1997 Sırbistan Seçimleri’nde, 1999 Cezayir Başkanlık Seçimleri’nde, 2005’te Venezüela Seçimleri’nde, 2017’deki Katalonya Referandumu’nda, 2018 Makedonya Referandumu’nda, 2018 Kamboçya Seçimleri’nde… Boykot siyasi bir seçim olarak tercih edilmiştir. Yani oy kullanmamak siyasal bir tutumdur, seçim sistemi ve oy kullanmanın dışında başka siyasal eylem olamayacağını düşünen “seçim ısrarcı muhalefet” bu durumu ısrarlıca es geçmektedir.

Seçimlerde oy kullanmama tutumu aynı zamanda oldukça günceldir. Darbe ve diktatörlük arasındaki Venezüela coğrafyasında 2018 Mayısı’ndaki son seçimlerde Maduro’nun %50’nin altında oy alarak başkan olması muhalefetin boykot kampanyasıyla ilişkili. Keza muhalefet Maduro’nun başkanlığının meşruluğunun olmadığını bu seçimlere dayandırmaktadır. Bir başka güncel örnek, yine geçtiğimiz yılın mart ayında Mısır’da gerçekleşen başkanlık seçimleri… 7 muhalefet partisi seçimlerin sonuçlarının baştan belli olmasını (yani General Sisi’nin başkanlığını) neden göstererek seçimlerde boykot çağrısı yaptı.

Oy kullanmamanın farklı siyasal kesimler tarafından seçimlerde uygulanabilen bir yöntem olduğunu ve böylelikle bu yöntemin siyasal bir eylem olduğunu gösterdikten sonra, özellikle devlet ve kapitalizm karşıtı mücadelenin bir parçası olarak toplumsal hareketlerin bu yöntemi sıklıkla kullandığı iki coğrafyaya bakmak yerinde olacaktır.

2004’te Güney Afrika’da Topraksız Halk Hareketi (LPM) tarafından “Toprak Yok! Ev Yok! Oy Yok!” kampanyası düzenlendi. İnsanların zorla evlerinden çıkartılması ve bu şekilde yaşamak zorunda bırakılmasını protesto etmek amacıyla başlattıkları boykot kampanyası, 2006’da belediye seçimlerinde de Abahlali baseMjondolo hareketi tarafından sürdürüldü. 2008’deki yerel, 2009’daki genel seçimlerde de benzer bir kampanya başka toplumsal hareketlerin dahil olmasıyla sürdü. 2011’de devletin gecekonduları boşaltma politikası, %42’lik oy kullanmama eylemiyle protesto edildi. Oy kullanmama, kentsel dönüşüm ve zorunlu göçe maruz kalan kesimlerce siyasal bir eylem olarak benimsenmiş oldu.

2009’da Meksika’da “Nulo (0 oy)” Kampanyası örgütlendi. Meksika’daki siyasal sistemin, politikacıların kendi iktidar oyunlarından başka bir şey yansıtmadığının; kurumlara toplumsal güvenin ekonomik krizle her geçen gün azaldığının açık bir göstergesiydi Nulo. Kampanya istediği başarıyı yakalamasa da seçimleri boykot bu coğrafyada EZLN’nin sık uyguladığı yöntemlerden biriydi. 1995, 1998, 2005, 2006… Yerel seçimler, genel seçimler, başkanlık seçimleri… Seçimleri boykotun bu coğrafyada açıkça gösterdiği yegane durum, sol iktidarın da ezilenlerin aleyhine ekonomik, siyasi ve toplumsal politikaların sürdürücü olmasıydı. Keza 2018’deki son seçimlerde, seçimin galibi Lopez Obrador’un ilk projesi Tren Maya oldu. Proje, farklı coğrafyalardaki benzer kapitalist “mega projeler”de olduğu gibi kar odaklı olmasının yanında büyük bir ekolojik yıkımı da beraberinde getiriyor. Ve projenin diğer bir hedefi de Zapatistaların yaşam alanı olan Chiapas.

Siyasal analizi kendi bildiklerini doğrulatmak üzerinden yapanların es geçtiği durumu tüm bu örneklerden sonra yineleyelim. Oy kullanmamak farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda farklı siyasal işleyişlerde kullanılan siyasal bir yöntem!

Seçim Değil Toplumsal Devrim

Post-demokrasi, seçimli otokrasi vb. kavramların havada uçuştuğu; ilerici ittifak, eleştirel destek gibi kavramlarla burjuva demokrasisi içerisindeki hareketlerin anlamlandırılmaya çalışıldığı; yerel yönetimle oluşacak farklı bir siyasal işleyişten değil de yerel yönetimin iktidarını nasıl olursa olsun ele geçirmenin stratejilerinin yapıldığı bir siyasal ortamda, bize “oy”alanma pratiklerinden başka alternatif gösteremeyenlere başka bir kavramı ve onunla ilgili pratikleri hatırlatalım: Toplumsal Devrim.

İhtiyaç duyulan şey, seçimlerden farklı bir siyasallık içerisinde devrimci tutumun toplumsallaştırılması, iktidarların “meşruluğunu” yitirdiği stratejilere odaklanılması ve toplumsal devrim idealinin uzak ve ulaşılamaz bir olgu değil devrimci pratiklerle somutlaştırılabilir bir gerçeklik olduğunun anlatılmasıdır. Sürekli bir şekilde… Birbirimize… Ama öncelikle kendimize…

The post YEREL SEÇİMLERE DAİR appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/03/03/yerel-secimlere-dair/feed/ 0
İktidarda Beka Muhalefette Sıkışmışlık Sorunu Baki https://meydan1.org/2019/03/03/iktidarda-beka-muhalefette-sikismislik-sorunu-baki/ https://meydan1.org/2019/03/03/iktidarda-beka-muhalefette-sikismislik-sorunu-baki/#respond Sun, 03 Mar 2019 09:22:11 +0000 https://test.meydan.org/2019/03/03/iktidarda-beka-muhalefette-sikismislik-sorunu-baki/ 100 yaşını geçkin ilk kez oy kullanacak hayali seçmenler, ittifakların hangi belediye için hangi partiden hangi ismi aday göstereceği, Binali Yıldırım’ın belediye başkanlığına adaylığı için meclis başkanlığından istifa edip etmeyeceği, birkaç önemli ilçede “solcu” isimlerin aday gösterilmesiyle ilgili CHP içinde/dışında yaşanan tartışmalar, Beyoğlu’nda Alper Taş’ın adaylığı, HDP’nin üç büyükşehirde aday çıkarmaması, Saadet Partisi ve HDP’nin […]

The post İktidarda Beka Muhalefette Sıkışmışlık Sorunu Baki appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

100 yaşını geçkin ilk kez oy kullanacak hayali seçmenler, ittifakların hangi belediye için hangi partiden hangi ismi aday göstereceği, Binali Yıldırım’ın belediye başkanlığına adaylığı için meclis başkanlığından istifa edip etmeyeceği, birkaç önemli ilçede “solcu” isimlerin aday gösterilmesiyle ilgili CHP içinde/dışında yaşanan tartışmalar, Beyoğlu’nda Alper Taş’ın adaylığı, HDP’nin üç büyükşehirde aday çıkarmaması, Saadet Partisi ve HDP’nin Millet İttifakı’na destek olup olmayacağı…

Cumhur İttifakı’ndan toplumsal muhalefetin farklı kesimlerine yerel seçimlere katılmayı ya da herhangi bir adayı desteklemeyi bir politik faaliyet olarak ortaya koyan hemen hemen tüm siyasi yapıların üzerinde durduğu meseleler bunlar. Bunlar o kadar tartışıldı ki seçimin önemsiz hale geldiği ya da meşru olup olmadığı da seçmenlerin gündemine girdi.

Adaylar, partiler tartışıldı; ihtimal verilmeyen isimler ihtimal verilmeyen partilerden aday oldu. Gündemin hızına kimse yetişemedi. Seçim büyüsüne kapılanlar ittifaklara ve konuşulan adaylara odaklanıp yoluna devam etti.

Milliyetçi-muhafazakar algının yükselişi, darbe girişimi, savaş, operasyonlar ve seçimlerle geçen yılların ardından elbette yerel seçimlerin de sıradan bir politik süreç olması düşünülemezdi.

“Sadece Bir Yerel Seçim Değil”

“Büyük ve derin güçlerin oyunlarıyla karşı karşıya ve tehdit altında olan devlet” söylemi yıllardır siyasi iktidarların en çok dillerine doladıkları senaryolardan biri oldu. “Büyük tehlikelere” karşı güçlü ve uyanık durması gereken iktidar bloğu yine bir seçimi ölüm kalım meselesi haline getirdi. Önce Devlet Bahçeli’nin “alınacak kötü sonuç her şeyi ters yüz edebilir. Bu da içinde bulunduğumuz şu geçiş döneminin altüst olması demektir.” sözleri; ardından Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye’nin önünü kesmek isteyenler hazırlık yapıyorlar. Zalimler fırsat kolluyorlar. Zalimler zehirli hava kokluyorlar… Milli beka için Cumhur İttifakı’nın yerel seçimlerde de varlığına kanaat getirildi.” ifadeleri seçimlerle meşrulaştırdıkları rejimlerini daha da sarsılmaz kılmak için dile getirildi.

Seçim sürecinin daha ilk başlarında gündem edilen “beka” meselesi yine sürecin en önemli gündemi haline getirildi. MHP’liler konuyu bir kez daha bölünme tehlikesine bağladı ve “bölünme yerelden başlar” diyerek milliyetçiliği arttırmak, seçimlere katılımı ve ittifaka verilecek oyları yükseltmek istiyor.

Kendi söylediğine kendisi inanıp telaşa düşmüş olacak ki, YSK’ye adayların bildireceği son günden hemen önce AKP ve MHP ittifak yapacakları belediyelerin sayılarını genişletti. Oyların bölünmesi sonucunda kimi belediyeleri CHP’nin, özellikle HDP’nin kazanması engellenmeye çalışıldı.

Seçimi kazanma telaşı paçaları sarmış olacak ki Cumhur İttifakı’nın İzmir adayı göz boyamak için bir açıklamasında “Hep İzmir’i AKP’li yapmaya çalıştık, aslında AKP’yi İzmirli yapmalıyız” derken bir başka sefer de üzüm bağlarında fotoğraf çektirip “İzmir şarabını dünya markası yapacağız.” dedi. Binali Yıldırım ise Kadıköy ziyaretinde hoşgörülü bir profil vermeye çalışarak Barlar Sokağı’ndan geçerken içki içen gençlere “Afiyet olsun” demeden geçmedi. Beka sorunu korkusu etkisini gösterdi ki farklı kesimlerden seçmenleri kendinde konsolide etme çabası sadece iktidar kesiminden gelmedi. CHP de Urfa Siverek’te eski MHP’li Mehmet Fatih Bucak’ı, Konya’nın Taşkent ilçesinde de başörtülü bir kadını aday gösterdi. Benzeri böylesi pragmatik siyasi hamleler yine yerel seçimlerin, rant ve siyasi meşruluğun yaratılması için kullanılmasına malzeme oldu. Ekonomik krizin etkisinin arttığı ve tanzim kuyrukları ile daha görünür olduğu bugünlerde bu meşruluğun korunuyor olduğu görüntüsü özellikle iktidar için çok önemli.

Pragmatik hamlelerin ve tartışmalı söylemlerin eşliğinde yine her türlü hile, sahtekârlık, baskı, kendi hukukunu bile çiğneyen yöntemlerin mübah olduğu bir seçim günü yaşanacak. Bununla birlikte tüm bu olaylara rağmen toplumsal muhalefetin almak isteyeceği ya da alacağı her belediye başkanlığı koltuğunun ise “beka” sorunu olan bir sistemin yerine alternatif bir siyasetin değil “demokratik” ve “meşru” merkezi yönetim yanılgısının yaratılmasında bir parça olacağını unutmamak gerekir.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. sayısında yayınlanmıştır.

The post İktidarda Beka Muhalefette Sıkışmışlık Sorunu Baki appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/03/03/iktidarda-beka-muhalefette-sikismislik-sorunu-baki/feed/ 0
İktidarın Siyasetsizlik Projesi Olarak ANTi ANTi AKP – Emrah Tekin https://meydan1.org/2018/11/12/iktidarin-siyasetsizlik-projesi-olarak-anti-anti-akp-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2018/11/12/iktidarin-siyasetsizlik-projesi-olarak-anti-anti-akp-emrah-tekin/#respond Mon, 12 Nov 2018 18:42:05 +0000 https://test.meydan.org/2018/11/12/iktidarin-siyasetsizlik-projesi-olarak-anti-anti-akp-emrah-tekin/ Yaşadığımız coğrafyada 2002 yılı, başta iç politika olmak üzere pek çok açıdan siyaset mimarisinin neredeyse baştan aşağı güncellenmesinin başladığı yıl olmuştu. AKP’nin 3 Kasım seçimleri sonrası iktidara gelmesi ve zamanla “fabrika ayarlarına” dönmesiyle belirginleşen bu yeni durum, muhalefet saflarında da saf bir AKP karşıtlığı olarak yansımasını buldu. AKP öncesi dönemde muhalefetin genellikle iktidarda olan partiye […]

The post İktidarın Siyasetsizlik Projesi Olarak ANTi ANTi AKP – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Yaşadığımız coğrafyada 2002 yılı, başta iç politika olmak üzere pek çok açıdan siyaset mimarisinin neredeyse baştan aşağı güncellenmesinin başladığı yıl olmuştu. AKP’nin 3 Kasım seçimleri sonrası iktidara gelmesi ve zamanla “fabrika ayarlarına” dönmesiyle belirginleşen bu yeni durum, muhalefet saflarında da saf bir AKP karşıtlığı olarak yansımasını buldu.

AKP öncesi dönemde muhalefetin genellikle iktidarda olan partiye atıfta bulunmadan -doğrudan- sistemin siyasal ve iktisadi erk sahiplerini hedef alan mücadele pratiğiyle tezat oluşturan bu yeni durum, geleneksel siyasi çizgileri birbirine zıt politik çevreleri “karşıtlık” üzerinden bir araya getirdi. Ya da en azından bu potansiyeli barındırdı. Gerek Meclis’te, gerekse seçimler öncesi gündeme gelen ittifak senaryolarında somutlaşan “asgari ortak payda” stratejisi, muhalefetin kendi gücünü ve yapabileceklerini iktidar partisinin gücüne odaklayarak sınırlandırdı. Esas olarak “seçim kazanmak için” kurulmuş bir parti olan AKP’nin “bu uğurda” yaptıklarını ve yapacaklarını unutturdu. Bu “unutkanlık”, amacına ulaşma yolunda her geçen gün “ustalaşan” AKP karşısında, her seçim yeniden ve isteyerek sıkışılan seçim sandığı ve sandığa hapsolan mücadele yöntemleri olarak tezahür etti.

Esas olarak %50’ye karşı %50 olarak formülize edilen mevcut sosyo-politik manzarada iktidar partisi cenahı ise muhalefetin “karşıtlık” stratejisini siyasetsizlik olarak tanımladı. Bunu “karşı mahalleden” oy devşirerek var olan dengeyi bozma stratejisi izledi. Kemikleşmiş AKP’li profilinin aksine, bir dönem de olsa muhalefette bulunmuş kişilerle hayata geçirdi. Bu isimler dönem dönem değişkenlik gösterse de geliştirdikleri argüman, muhalefete atfettikleri “anti-AKP’lilik” kimliği ve bu paralelde getirdikleri siyasetsizlik eleştirisi oldu. “Anti-AKP siyasetsizliğiyle” aynı fotoğraf karesinde bulunmak istemeyen, beri yandan da muhalefeti iktidar cenahından eleştiriyor görünmekten kaçınan bu çevreler, muhalefet karşıtı bu pozisyonları için “anti-anti AKP” tanımını -kah açıktan kah dolaylı yoldan- kullandı. Siyaset yapma tarzlarını bu minvalde inşa etti.

Muhafazakar-sağ siyasi terminolojiye uygun bir söylem ve stratejiyle, diğer %50’nin safında gedik açma ve “anti-AKP siyaseti eleştirisi” olarak tanımlanabilecek bu projenin öne çıkan isimlerinden biri de eski Marksist Halil Berktay’dı. Mevcut iktidarı değiştirmeye odaklı muhalefeti Berktay, bu politikaları paralelinde devrimci değil, “devirmeci muhalefet” olarak tanımladı. Bu rolüyle bir dönem, hasbelkader bulunduğu “devrim” saflarından karşı devrime “hicretinde” iktidar sahiplerine de rüştünü ispatlama yolunda mesafe kat ediyordu. Kabaca, muhalefetin ya da toplumun bir kısmını, “muhalefet karşıtlığı üzerinden” iktidar partisinin politikalarına angaje olmaya zorlayacak bu projenin hala güncelliğini koruduğunu söylemek mümkün.

Kendisini anti-anti AKP’li olarak tanımlayan Berktay nezdinde iktidar, asıl olarak bu projeyle muhalefeti makul sınırlara çekmeyi ve zamanla “mümkünse” ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Diğer taraftan sokak da “makbul olan ve olmayan” eylem ayrımıyla kriminalize ediliyor. Berktay’ın “devirmeci muhalefet” söylemiyle ilişkilendirirsek Gezi Parkı eylemlerinden yolsuzluk protestolarına kadar, muhalefetin tüm sokağa çıkış girişimleri hükümeti devirmeye odaklı ve birbiriyle bağlantılı darbeler bütününün bir parçası olarak lanse ediliyor.

Özellikle 15 Temmuz, Halil Berktay ve benzerleri gibi siyaset yapma pratiğini büyük oranda bu argümanlara odaklamış “anti-muhalefet” çevreleri için önemli bir “lütuf” ve darbe iddialarını temellendirecek somut bir dayanak oldu. Ancak 15 Temmuz’un ardından ilan edilen OHAL sonrası yapılan ve genellikle döviz dışında materyalin bulunmadığı eylemlere (örneğin liselilerin Kadıköy’deki karne eylemine ya da havalimanı işçilerinin protestolarına) yönelik sert polis saldırıları da, bu çevrelerin hak arama eylemlerini hedef göstermek için öne sürdüğü “ama ellerinde sapan-molotof vardı” söylemini boşa düşürdü. Bu bağlamda “anti-anti AKP” projesi, iktidarın onay verdiği makul sınırlar içinde yapılırsa aslında AKP tarafından istenen muhalefetsiz “siyaset” stratejisine yedeklenmiş oldu. Böylece muhalefetin kendisini sıkıştırdığı “anti-AKP” argümanı üzerinden pozisyon alan “anti-anti AKP”ci muhalefet karşıtlığının, iktidar partisinin murat ettiği siyasetsizlik stratejisinin bir aparatından başka bir şey olmadığı ortaya çıktı.

Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 47. sayısında yayınlanmıştır.

The post İktidarın Siyasetsizlik Projesi Olarak ANTi ANTi AKP – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/11/12/iktidarin-siyasetsizlik-projesi-olarak-anti-anti-akp-emrah-tekin/feed/ 0
Yolsuzluk Yarışı – Emrah Tekin https://meydan1.org/2017/12/23/yolsuzluk-yarisi-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2017/12/23/yolsuzluk-yarisi-emrah-tekin/#respond Sat, 23 Dec 2017 07:48:24 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/23/yolsuzluk-yarisi-emrah-tekin/ 2019’dan önceye alınacağına dair yorumların arttığı seçimler öncesi, muhalefet ve onun tarafından “köşeye sıkıştırılmaya” yönelik adımlarla karşı karşıya kalan iktidar arasında, geçtiğimiz ay içinde karşılıklı hamleler yapıldı. Bu hamlelere, ABD’nin açtığı “Zarrab Davası” da eklendiğinde, AKP’nin “iç ve dış düşmanlar” söyleminin kaçınılmaz olarak yükseldiğini gördük. AKP’nin retoriğinde 2015’ten bu yana ağırlığını arttıran “yerli ve milli” […]

The post Yolsuzluk Yarışı – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

2019’dan önceye alınacağına dair yorumların arttığı seçimler öncesi, muhalefet ve onun tarafından “köşeye sıkıştırılmaya” yönelik adımlarla karşı karşıya kalan iktidar arasında, geçtiğimiz ay içinde karşılıklı hamleler yapıldı. Bu hamlelere, ABD’nin açtığı “Zarrab Davası” da eklendiğinde, AKP’nin “iç ve dış düşmanlar” söyleminin kaçınılmaz olarak yükseldiğini gördük.

AKP’nin retoriğinde 2015’ten bu yana ağırlığını arttıran “yerli ve milli” vurgusuna karşı, bu söylemi boşa çıkarmaya dönük olarak -önce Paradise, sonrasında Man Adası belgelerinde- Erdoğan, Yıldırım ve aile bireylerinin vergiden muaf off-shore hesapları ifşa ediliyordu. Paradise ve Man belgeleri açıklanmadan önce yapılan vergi zamlarına yönelik muhalefet tarafından gerçekleştirilen bu “nokta atışı” belgelerin sahteliği-gerçekliği üzerine odaklanan tartışmalar, meselenin bağlamından koparılarak bu “hamlelerin” boşa düşürülmesi, iktidarın hanesine “artı” olarak yazıldı.

Zarrab Davası’nda ise yine yerlilik-millilik vurgusunu içeren “anti-ABD’ci” söylemin, 16 Nisan’da oluştuğu varsayılan Hayır Bloku’nun bölünmesine yönelik bir strateji taşıdığı söylenebilir. Kaldı ki, devletin Rıza Zarrab tutuklandığında “bizi ilgilendiren bir konu değil”, davanın başlamasına yakın Zarrab için ABD’ye nota vermeye varan, itiraflara başlayınca ise aynı şahsın “ajan” ilan edilmesi şeklinde gelgitler içeren bu “tavrı” Saadet ve Vatan Partisi gibi “Hayır Bloku’nun” farklı cenahlarınca sahiplenildi.

Ancak, iktidarın iç ve dış düşman tanımlarında belirginleştirdiği öznelerden gelecek “salvoları” salt siyasi hamlelerle geçiştirmesi, Zarrab Davası söz konusu olduğunda mümkün olmayabilir. Dava sonuçlandıktan sonra, ABD’nin İran’a yönelik ambargosunun delinmesinde kullanılan Halk Bankası üzerinden TC’ye uygulanabilecek bazı ekonomik yaptırımlar, halihazırda kırılgan olan ekonomi üzerinde önümüzdeki süreçte daha da olumsuz etkiler yaratabilir. Keza geçtiğimiz günlerde açıklanan kağıt üzerindeki “ekonomik büyüme” raporu, olası bir mali krizi gerçeklikten kopuk bu rakamsal verilerle savuşturmaya yönelik bir hamle olarak okunabilir. Bu da, ABD’de Trump’ı bile koltuğundan etme potansiyeline sahip olduğu söylenen Mike Flynn gibi bağlantıları nedeniyle, New York’ta görülen davayı, iç politika getirilerine mal ederek hukuksal zeminden -“Türkiye’nin hedeflendiği” söylemiyle- siyasi bir zemine çekmeye çalışan iktidarın, ciddi bir strateji hatası yaptığına işaret ediyor.

Zarrab Davası, ilk günlerdeki sıcaklığını yitirmeye yüz tuttuğu sırada, devletin -henüz tasfiye edilmemiş- tek muhalefet partisi konumundaki CHP’ye yönelik gerçekleştirilen, belediye başkanının görevden alındığı “Ataşehir” hamlesi ise, hem ufuktaki seçimler, hem Ataşehir gibi yükselen bir rant merkezinin kontrolünü ele geçirme, hem de gücünü belediyeler dahil tahkim etmeyi hedefleyen parti-devlet rejiminin inşası bağlamında değerlendirilmeli. Önümüzdeki günlerde başka bazı CHP belediyelerine uzanması beklenen Ataşehir benzeri soruşturmalar, söz konusu belediyelerde yolsuzluk yapıldığına dair bir kamuoyu algısı yaratmayı hedefliyor. Böylece Man Adası, Zarrab Davası gibi açıkları nedeniyle iktidarın “üzerine gelen” muhalefet partisi, yaklaşan seçimler öncesi, “yolsuzlukların odağı” olarak gösterilirken, diğer taraftan “tonunu düşürmediği” taktirde kendisini, el konulan HDP belediyeleri benzeri bir akibet beklediği imasıyla tehdit ediliyor.

Şu anda kendisini CHP ve benzeri siyasi odaklarda belirginleştiren muhalefet algısının, bunun gibi şantaj siyaseti karşısında geri adım atması da önümüzdeki süreçte kimse için şaşırtıcı olmasa gerek. Halihazırda resmi ve resmi olmayan iki denetleme mekanizmasının (meclis-medya) iktidarın kontrolünde olduğu bir siyasi atmosferde, Paradise- Man Adası belgeleri- Zarrab Davası üzerinden iktidarı “yıpratmaya” girişen söz konusu muhalefet, devletin yolsuzluklarının ayyuka çıktığı ve medyanın da bu denli kontrolde olmadığı 17-25 Aralık sonrası, iktidar tarafından davet edildiği “seçim minderine” çıkmakta sakınca görmemiş, hatta yolsuzlukların ve öncesinde Gezi’de katledilenlerin “hesabının” orada sorulacağı illüzyonuna kapılmıştı. Ancak önümüzdeki süreçte Man belgeleri, Zarrab davası ve benzerlerinin, iktidarın yükseltmeye çalıştığı duvarı aşındıracağını da göz ardı etmeden, başka bir direniş hattı kurmak gerektiği, bu illüzyonun karşısında bir gerçeklik olarak duruyor.


Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Yolsuzluk Yarışı – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/23/yolsuzluk-yarisi-emrah-tekin/feed/ 0
İrade-i Külliye İrade-i Milliye’ye Karşı – Emrah Tekin https://meydan1.org/2017/11/04/irade-i-kulliye-irade-i-milliyeye-karsi-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2017/11/04/irade-i-kulliye-irade-i-milliyeye-karsi-emrah-tekin/#respond Sat, 04 Nov 2017 19:22:42 +0000 https://test.meydan.org/2017/11/04/irade-i-kulliye-irade-i-milliyeye-karsi-emrah-tekin/ “…Bu yıl sonuna kadar teşkilatlarımızı yeniden gözden geçireceğiz. Çünkü ortada bir metal yorgunluğu var. Bunu aşmamız lazım….” İktidarda 15. yılını dolduran AKP’nin, bugünlerde yaşadığı iç krizin işaret fişeği, Erdoğan’a ait bu sözlerdi. 16 Nisan Referandumu öncesi “evet” oyu verilmesi yönünde yapılan “Türkiye’yi şaha kaldıracağız” propagandasıyla tezat oluşturarak, metal yorgunluğu var ifadesiyle “arıza veren” iktidar partisi […]

The post İrade-i Külliye İrade-i Milliye’ye Karşı – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>


“…Bu yıl sonuna kadar teşkilatlarımızı yeniden gözden geçireceğiz. Çünkü ortada bir metal yorgunluğu var. Bunu aşmamız lazım….”

İktidarda 15. yılını dolduran AKP’nin, bugünlerde yaşadığı iç krizin işaret fişeği, Erdoğan’a ait bu sözlerdi. 16 Nisan Referandumu öncesi “evet” oyu verilmesi yönünde yapılan “Türkiye’yi şaha kaldıracağız” propagandasıyla tezat oluşturarak, metal yorgunluğu var ifadesiyle “arıza veren” iktidar partisi şu günlerde belediye başkanlarının istifası görünümündeki görevden almalarla gündemde.

Son olarak istifası beklenen belediye başkanlarının AKP’ye yaşattığı “sancı” sırasına göre İstanbul, Düzce, Niğde, Bursa, Ankara ve Balıkesir’de bu süreçler gerçekleşti. Geçtiğimiz günlerde Balıkesir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur’un “Bir irade-i külliye var kainatta her şeyi kontrol altında tutan, en son o ne derse o olur” şeklindeki kinayeli sözleri, muhafazakar bir parti olarak AKP’de “kainatta her şeyi kontrol altında tutmaya muktedir” olan iradenin yeni adresini Külliye (Erdoğan) olarak işaret ettiği ve bu durumu eleştirdiği şeklinde yorumlandı.

Parti içinde sonsuz biat etmiş görünen herkesi, hatta partinin kendisini bile -Erdoğan’ın şahsında gelişmiş olan- bu kişiselleşmiş iktidarın bekası için hedef alabilme ihtimali, hiç kimsenin bu iktidar mekanizması karşısında “güvende” olmadığının göstergesi.

Melih Gökçek, istifa edeceği söylentileri gündeme geldiği dönemde Erdoğan hakkında “ümmetin lideri” ibareli sözlerine rağmen; siyasi geçmişinde AKP’ye katılmada gösterdiği tereddütü, Ankara’da 23 yıldır kurduğu “dükalık”ı ve Erdoğan iktidarına tehditler yaratabileceği göz önüne alındığında gidişini engelleyemedi. Benzer şekilde, AKP içinde “Kadir Abi” şeklindeki “özgül ağırlığı”, hatta Gökçek’in tersine, hırçın olmayan mizacı nedeniyle “Reis’e” bayrak açma potansiyeli taşımamasına karşın Kadir Topbaş da aynı kaderi paylaştı. Bu iki büyük şehrin belediyesinin -AKP’nin hizmet kriterlerine göre- başarılı başkanlarının görevden el çektirilmesindeki amaçlardan birinin, giderek kutsiyet atfedilen bu kişiselleşmiş iktidarı, çevresinde ona antipati oluşturabilecek figürlerden uzak tutmak olduğu söylenebilir. Melih Gökçek’in çoğu zaman AKP içinde bile tepki toplayan açıklamaları ve icraatları ve Kadir Topbaş’ın damadının Gülen Cemaati ile ifşa olan ilişkileri ve tutukluluğu gibi kötü görüntüler oluşturuyordu. Aynı zamanda 2019’daki seçimler de düşünüldüğünde, gerçekleşen istifalar bu “anıtsal kutsiyetin” (yani Erdoğan’ın) etrafında yapılması zorunlu otları ayıklama işlemiydi, “peyzaj düzenlemeleriydi.” Bu istifalarda elbette 16 Nisan’da bu kentlerde “hayır” oylarının önde çıkması ise bir başka etken.

Bugün gelinen noktada Erdoğan’ın yaptığı tüm bu hamleler aslında onun ve AKP’nin demokrasi anlayışını somutlaştırdığı, “milli irade” şeklinde slogan haline getirdiği seçim sandığını ve “seçilmişleri” anlamsızlaştırıyor. Özellikle geçmişte muhalefetin her sokağa çıktığı dönemde “milli iradeyi” (yani İrade-i Milliye’yi), sandığı işaret eden bu anlayışın şimdilerde siyaseten kendisini boşa düşüren bu hamleleri karşısında toplumsal muhalefetin nasıl bir söylem ve refleks geliştireceği merak konusu. Seçimle gelenin seçimle değil “İrade-i Külliye (Külliye’deki başkanın, Erdoğan’ın iradesi) ile gideceği anlayışına karşı, “İrade-i Milliye”yi savunan (yani önlerine konan her seçim sandığını umut olarak gören) toplumsal kesimin tepkisi, iktidarın “biyolojik ritmini” ve akıbetini belirleyecektir.


Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır. 

The post İrade-i Külliye İrade-i Milliye’ye Karşı – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/11/04/irade-i-kulliye-irade-i-milliyeye-karsi-emrah-tekin/feed/ 0
Taht Kavgası – Halil Çelik https://meydan1.org/2017/09/26/taht-kavgasi-halil-celik/ https://meydan1.org/2017/09/26/taht-kavgasi-halil-celik/#respond Tue, 26 Sep 2017 09:26:36 +0000 https://test.meydan.org/2017/09/26/taht-kavgasi-halil-celik/ Seçimlerin peşi sıra dizildiği, her yıl yeni bir seçim dönemine girdiğimiz son dört yılın ardından, daha şimdiden adı konulmamış yeni bir seçim dönemi başladı: 2019 Başkanlık Seçimi. Hem yerel seçimin hem genel seçimin olacağı, hem de TC tarihinde ilk defa başkanlık seçiminin olacağı bir yıl olacak 2019. OHAL ile birlikte fiilen işleyen başkanlık, KHK’lar ile […]

The post Taht Kavgası – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Seçimlerin peşi sıra dizildiği, her yıl yeni bir seçim dönemine girdiğimiz son dört yılın ardından, daha şimdiden adı konulmamış yeni bir seçim dönemi başladı: 2019 Başkanlık Seçimi.

Hem yerel seçimin hem genel seçimin olacağı, hem de TC tarihinde ilk defa başkanlık seçiminin olacağı bir yıl olacak 2019. OHAL ile birlikte fiilen işleyen başkanlık, KHK’lar ile işlevsizleşen meclis, kayyumlar ile “arındırılmış” belediyeler görünen o ki, 2019’da yeni bir boyut kazanacak. Bunun hazırlıkları devlet iktidarının iki bloğunda da başlamış durumda. “Seçim startı verildi” gibi haberleri henüz pek duymasak da iktidar ve ana muhalefet partilerinde hassas terazi ile ince ince hesaplanan bir dönem başladı.

2019’da Cumhurbaşkanlığı seçimi ile beraber Başkanlık Sistemi’ne tam anlamıyla geçilmiş olacak. Tayyip Erdoğan yeni bir rejim, yeni bir sistem ile 10 yıl daha TC’yi biçimlendirmek istiyor. Öte yandan muhalefet ise geçtiğimiz referandumda bu durumu engellemeye çok yaklaştığı düsturuyla Tayyip Erdoğan’ı seçtirmemek için stratejiler geliştiriyor. Yandaş kalemşörlerin vurguladığı “Başkan Erdoğan” döneminin başlaması ya da Saray/AKP/Erdoğan’ın siyasi iktidardan devletleşmeye evrilen iktidarının son bulması olarak bu seçime de yine hayati bir önem atfedilmeye başlandı bile.

Erdoğan’ın Dönüşü ve Dönüşüm

Referandumun ardından buruk da olsa, eksik de olsa istediğini alan Erdoğan ve partisi AKP, referandumdan bu yana önemli bir çalışma başlattı. Bakanların pozisyonlarından başlayan kadro değişimi AKP’nin tüm yapısına yayılıyor. Adına önce metal yorgunluğu, ardından profesyonel deformasyon denen dönüşümün amacının ne olduğuna dair farklı yorumlar yapılıyor olsa da AKP’de resmi olarak başkan olan Erdoğan, ilk günden beri metal aksamı dönüştürüyor. Bu dönüşüm en son İstanbul’da İl Danışma Meclisi Toplantısı’nda Erdoğan’ın “Kongre sürecinde gerçekleştireceğimiz bu değişim asla bir tasfiye değildir. Bizim siyaset terbiyemizde vefa çok önemlidir.” sözleriyle perçinlendi. Yine aynı toplantıda İl başkanları, Erdoğan’ı “küskünler ordusu oluşturmamak gerektiği” yönünde uyardı. Tüm bu gelişmeler göz önünde bulundurulacak olursa, metal dönüşümü sürecinin Erdoğan için kritik bir süreç olacağı anlaşılıyor.

Gerçekleşen dönüşümün dışında, AKP tarafı farklı bir çalışmaya daha başlamış durumda. Yıllardır AKP’nin halkın nabzını tutmak adına, sürekli kendi tabanına anketler yaptırdığı ve bu anketlerden hareketle politika yaptığı biliniyor. Bu seçim döneminde ise anketi kendine muhalif olanlara yaparak onların talep ve tercihlerini de hesaba katmayı planladığı kulisleri paylaşılıyor. Yıllardır kutuplaştırma siyaseti izleyen Erdoğan’ın, muhaliflerin taleplerinin ne olduğunu anketler ile öğrenmesi garipsenecek bir durum olmasının yanı sıra, oy kazanma çabası olarak da yorumlanabilir.

Erdoğan’ın başkan seçildiğinde, başkan yardımcısı pozisyonunda bulunacakların kim olabileceğine dair bir listesinin olduğu bir başka tartışma konusu. Listede konuşulanlardan Tansu Çiller ismi şaşkınlık yaratsa da Devlet Bahçeli gibi beklenen isimler de konuşuluyor. Erdoğan’ın böyle bir kulis bilgisi paylaşmasının nedeni, milliyetçi-muhafazakar tabanı etkileyecek olumsuzlukları ortadan kaldırma amacı olabilir. AKP cephesinde oy çatlağı olmaması planlanırken, öte yandan karşısındaki blokun tek adayda birleşebilme ihtimalini de elinde bulundurduğu devlet iktidarı sayesinde ortadan kaldırmaya çalışıyor. 2019’a dair başta Kılıçdaroğlu olmak üzere aday olabilme ihtimali olan herkese yönelik en ince ayrıntıya kadar çalışılıyor.

YSK ile oyunun kurallarını sürekli kendi lehine değiştiren Erdoğan’ın, OHAL’i ve KHK’ları kullanarak baskı, gözaltı ve tutuklamalarla herkeste yaratmak istediği bir korku olduğu da aşikar. Savaş stratejisi gereği Kürt halkı ve mücadelesine yönelik her şeyi yok etme politikası güdüyor. Ayrıca yandaş basınla karşı propagandalarını aralıksız sürdürüyor. Erdoğan’ın başkanlığa dair çalışmaları, Kürdistan’da yürüteceği politikanın ne seyirde olacağını şimdiden gösteriyor.



Metal yorgunluğu; sürekli çalışan ya da belli bir yükün sürekli uygulanması sonucu metal malzemelerin istenilen dayanma özelliğini yitirmesi, ya da sürekliliğin bozulmasına verilen isim. Yani uçağa gövde veren çelik kaplamalar zaman içinde kendi kendine gevşeyip niteliklerini kaybediyorlar; sonra ne oldu, nasıl oldu bilemeden uçak düşüyor! 

Kaybetmeyi Kabullenmiş Bir Muhalefet

Referandumda resmi olarak kaybetmiş; moral olarak kazandığını ilan etmiş olan Hayır bloğunun ana akım bileşenleri de, Erdoğan ve AKP kadar hassas bir süreçte olduklarının farkındalar. Kemal Kılıçdaroğlu ve partisi CHP, AKP karşıtlığı politikasını terk ederek, bu yeni seçim sürecinde farklı bir strateji ile politika belirlemeye başladı.

Kuruluşundan bu yana devlet iktidarının niteliğini belirlemiş olan CHP anlayışı gün geçtikçe eridi. CHP muhalefetinin, oyunun kurallarını belirlemek şöyle dursun, oyun bozanlığa karşı kuralları hatırlatacak etkisinin dahi kalmadığı bir dönemdeyiz. Böyle bir dönemde, AKP’nin Kürt vekillere yönelik planlarının bir parçası olarak milletvekilliği dokunulmazlığı kaldırma hamlesine “Evet” diyerek başta Selahattin Demirtaş olmak üzere HDP’li vekilleri tutuklanmasının neden oldu. Ancak topaç döndü ve MİT tırlarının cihatçı çetelere sevkiyat yaptığının ispatını gün yüzüne çıkaran CHP’li milletvekili Enis Berberoğlu da OHAL uygulamaları rahatlığıyla tutuklandı.

Erdoğan karşısında sürekli olarak kaybeden konumunda olan Kılıçdaroğlu ve CHP’li kurmaylar bu defa atılacak adımı 2019 Başkanlık Seçimi hassasiyeti ile değerlendirerek tutuklamaya farklı bir tepki vermeye karar verdiler. Başta Berberoğlu’nun tutuklanması olmak üzere OHAL ve KHK’lar ile yaşanan tüm adaletsizliklere karşı bir adalet kampanyası başlattılar. CHP içerisinde tabanın buna hazır olup olmadığı gibi gereksiz bir tartışma yürütmektense, Kılıçdaroğlu zamanında tepki vermenin gerekliliğiyle tek başına da olsa bir adalet yürüyüşü başlatma kararı alarak, gerçek muhalefete yani sokağa adımını attı.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü, toplumsal muhalefet açısından adaletsizliklere karşı birleşmenin merkezi olarak görüldü. Referandum sürecinde “Hayır” blokunun oluşturduğu birliğin sürdürücülüğü rolü biçildi. 24 günlük Adalet Yürüyüşünün ardından, İstanbul’da yapılan miting ile bu birleşim adeta taçlandırıldı. Maltepe’de gerçekleştirilen miting, çok uzun bir aradan sonra muhalefetin yapmış olduğu en kalabalık miting oldu. Mitinge katılan kişi sayısı hakkında yandaş basın o kadar çok manipülasyon yaptı ki, katılımın ne kadar yüksek olduğu böylece kanıtlanmış oldu. Ayrıca CHP elitlerinin sürekli tartıştığı “tabanın buna hazır olup olmaması” konusunun da açılmamak üzere kapandığı görüldü.

Bildiğimiz CHP

Adalet Mitinginin CHP’nin kendi muhalefeti açısından oldukça başarılı bir strateji olduğu yorumları yapılırken, bu mitingin 2019 Başkanlık Seçimleri çalışmasında önemli bir adım olduğu değerlendirildi. Yürüyüş ve mitingin ardından CHP kendince sokakta durmayı sürdürerek Çanakkale’de bir Adalet Kurultayı gerçekleştirdi. Ancak Adalet Kurultayı, yürüyüş ve miting gibi neredeyse tüm yazan çizenlerin benzer şeyler söylediği bir kurultay olmadı. “Bildiğimiz CHP” olarak kurultaydaki yemek yeme sorunlarından tutalım da yapılan panellerdeki tartışma konularına, Hafıza Sokağı adı verilen bölümdeki resimlere, çağrılanlar ile çağrılmayanlara kadar neredeyse her şey tartışma konusu oldu. Adalet Mitinginin ardından sol muhalefet ile ortaklaşacağı düşünülen CHP’nin, gerçekleştirdiği kurultayda AKP tabanı olan milliyetçi-muhafazakar kesimi de kazanma çabası olduğundan, kurultayda böyle sorunların yaşandığı yorumları yapılıyor.

CHP’nin başkanlık seçiminde Erdoğan’ın karşısına kimi çıkaracağı henüz açıklanmamış olsa da CHP Başkanı Kılıçdaroğlu şimdiden kulislerde konuşulan bir isim. Bütün bir Adalet sürecinin tek başına başlatıcısı olması göz önünde bulundurulduğunda, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı olası görünüyor.

Tüm bu stratejiler bir kenara bırakılacak olursa, CHP’nin bu süreci sokakta inşa etmesi, CHP’nin toplumsal muhalefet içerisindeki konumunu değiştirmemiştir. CHP’nin sokağa çıkmasının nedeni, devlet olanaklarından yoksun kalmaları ve siyaset yaptıkları alanda itibarsızlaşmasındandır. Yoksa ne Kılıçdaroğlu ne de CHP sokakta muhalefet yapmayı meşru göremezler!

Erdoğan’a Bir “Rakip” Daha Geliyor

RTE karşısına dikilecek olan bir diğer isim ise Meral Akşener. Kurmayların televizyon programında “Adayımız Meral Akşener” diyerek ağızdan kaçırırcasına etmiş oldukları sözler ile, Akşener de başkanlık yarışındaki yerini almış oldu. Meral Akşener’in alacağı oy nedir, merkez parti söylemleri ne kadar yer tutar bilinmez ama Erdoğan’ın Tansu Çiller hamlesi, Akşener’i yabana atmadığının göstergesi. Burada Erdoğan’ın amacı doğrudan Akşener’in oylarını almak değil, Akşener’in merkezine kayabilecek olan oyları engellemek olabilir.

CHP’nin Koşullarında Muhalefette Ortaklaşma

Devlet iktidarı dışında kalan muhalefet ile devrimci muhalefetin durumu ise karışık bir vehamet içerisinde. 7 Haziran sürecinde parlamenter muhalefetin önemli bir dinamiği olmuş olan HDP, bugün kriminalize edildikçe ediliyor. Devlet iktidarının hemen tüm kesimlerince adeta bir illegal örgüt muamelesi görüyor. Bu yüzden 2019’da HDP’nin alabileceği rolü konuşmak için oldukça erken. Öte yandan seçimler dönemi dışında devrimci muhalefetin bir parçası olarak hareket eden yapılar da, referandumda başlayan “Hayır” politikleşmesini bir süre “Referandum’u tanımıyoruz” a kadar giden söylemelerle devam ettirdi. Ancak bu söylemlerin ardı arkası bir anda kesildi. Adalet Yürüyüşü ile sol muhalefete el uzatan Kılıçdaroğlu’nun yaratmış olduğu politikliğe sığınan bu muhalefet, kendi renklerinden vazgeçerek yürüyüşe katıldı, kendileri organize ediyor gibi Adalet Mitingini sahiplendiler. CHP nasıl referandum sonrası söylemini 2019 Başkanlık Seçimlerine uyarladıysa, “referandumu tanımayanlar” da Kılıçdaroğlu’nun 2019 stratejisinde yerini aldı. Devrimciler için yoğunlaşan baskı, bir yılı aşan OHAL ve KHK’lara karşı politika üretmek, direnenlerin mücadelesini büyütmek dururken, Adalet mitinglerinde, kurultaylarında pozisyon almak; seçilmişlerin ve seçileceklerin stratejisine göre hareket etmek tercih edilir olmaya başladı.

Taht Savaşları…

2019 başkanlık seçimlerine dek önümüzde uzun bir zaman var. Ama taraflar, seçim her an olacakmış gibi tedirginlik içerisinde saf tutmuş durumdalar. Bu tedirginlik, “baskın seçim” tartışmaları ve seçimin 2018’de olacağı söylemleriyle daha da hissedilir oldu.

2019’dan geriye doğru gidecek olursak, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine baktığımızda karşılaştığımız tablo hayli ilgi çekici. TC tarihinde Cumhurbaşkanlığı, Mustafa Kemal’in 1 oya karşı 158 oy ile seçildiği ilk seçimden Cemal Gürsel’in demokrasiyle(!) seçilmesine; Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığından Turgut Özal’ın suikast polemiklerine kadar “Çankaya Savaşları” olarak bilindi. Çankaya Savaşları sadece entrikalar, yalanlar ve hileler değil, bunlarla beraber kanlı tarihler de yazmıştır.

2019 TC Cumhurbaşkanlığı seçimi bir Çankaya Savaşı olmayacaktır tabi ki. Çünkü artık Çankaya değil adres Saray, TC Cumhurbaşkanlığı değil makamın adı Türkiye CumhurBAŞKANı olacak. Çankaya Savaşlarında muhtıralara, darbelere, çatışmalara maruz kalan halklar; Saray’ın taht savaşlarında nelere maruz kalacak hep beraber yaşayarak göreceğiz.

Halil Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır.

The post Taht Kavgası – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/26/taht-kavgasi-halil-celik/feed/ 0
Lise ve Üniversitelerden Anarşist Merhaba – Meltem Çuhadar, Şeyma Çopur https://meydan1.org/2017/09/23/lise-ve-universitelerden-anarsist-merhaba-meltem-cuhadar-seyma-copur/ https://meydan1.org/2017/09/23/lise-ve-universitelerden-anarsist-merhaba-meltem-cuhadar-seyma-copur/#respond Sat, 23 Sep 2017 19:45:43 +0000 https://test.meydan.org/2017/09/23/lise-ve-universitelerden-anarsist-merhaba-meltem-cuhadar-seyma-copur/ Giriş 2017-2018 eğitim öğretim dönemi, eylül ayı (liseler özelinde 18 Eylül günü) içerisinde başlamış oldu. Başlayan bu eğitim dönemi öncesinde, geçtiğimiz dönemlerde de olduğu gibi, çeşitli alt başlıklarda yapılan tartışmalar (laiklik) ile aslında eğitim tartışılmış oldu. (Hatta bu yazının yazıldığı günlerde TEOG kaldırıldı). Biz de tartışmanın önemli bir öznesi olarak tartışmaya katılmak istedik. Öncelikle eğitimi […]

The post Lise ve Üniversitelerden Anarşist Merhaba – Meltem Çuhadar, Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Giriş

2017-2018 eğitim öğretim dönemi, eylül ayı (liseler özelinde 18 Eylül günü) içerisinde başlamış oldu. Başlayan bu eğitim dönemi öncesinde, geçtiğimiz dönemlerde de olduğu gibi, çeşitli alt başlıklarda yapılan tartışmalar (laiklik) ile aslında eğitim tartışılmış oldu. (Hatta bu yazının yazıldığı günlerde TEOG kaldırıldı). Biz de tartışmanın önemli bir öznesi olarak tartışmaya katılmak istedik.

Öncelikle eğitimi basitçe tanımlayalım. Eğitim, bilgi aktarımı kisvesi altında iktidarın bireyleri ve toplumu şekillendirme aracıdır. Bu yapmış olduğumuz tanım, toplumun tamamını değerlendirdiğimizde karşılık bulacak bir tanım olamayabilir. Çünkü, toplumda bilginin “uygun” bir şekilde aktarıldığı ve başka bir aktarım şeklinin olmadığını zanneden bir anlayış vardır.

Biz, eğitim kavramı üzerine yapmış olduğumuz araştırmalar ve tartışmalar sonucu; eğitim denilen sistemin bireyin ve toplumun üzerinde bir tahakküm aracı olduğunu, devletin, kapitalizmin ve dinin bireyleri ve toplumu kendi çıkarlarına göre şekillendirmek için var olduğu sonucuna vardık. Eğitim sorunsalında özellikle son yıllarda çok tartışılan, “Alternatif Eğitim” gibi modeller, eğitim sistemi için bir kurtarıcı olarak tanımlansa da bilginin mülkiyeti ve bu mülkiyet üzerinden oluşan tahakküm sorunsalını çözmeye yetmemektedir. Ancak bu tartışma, başka bir yazının konusudur.

Eğitimin bir iktidar aracı olarak kullanıldığını kabul edersek, bu dönemin başlangıcında yaşanan tartışmaların iktidar kavgasından başka bir şey olmadığını fark ederiz. Bu kavganın tarafları, AKP’nin adıyla somutlaşan milliyetçi-muhafazakar iktidar ve ulusalcı-cumhuriyetçi muhalefettir. Bu sadece basit bir iktidar-muhalefet tartışması gibi görünse de, tartışmanın kapsamı, toplumun yönetilmesinden tutun da yaşamın şekillendirilmesine kadar etkilidir. Yine de eğitim sisteminin öznesi olan bizler için eğitim başlığının tartışılan alt başlıklarını değerlendirelim.

Müfredat Değişikliği Tartışması

Müfredat, eğitimin bireyi şekillendirilmesindeki en belirgin araçtır. Bireye, dolayısıyla topluma hangi bilginin verilip verilmeyeceği ve nasıl verileceği müfredat tarafından belirlenir. Müfredatı belirlemek aslında iktidarın kısa ve uzun erimde toplumu şekillendirme stratejisiyle alakalıdır. Milliyetçi ve muhafazakar bir toplum yaratmak isteyen iktidar 6 yaşından 18 yaşına kadar süren eğitimin şeklini belirlemek ister. Bu dersler kapsamında, milliyetçilikle bezenmiş tarih ve coğrafya derslerinde “vatan” sınırlarının şekillendirilmesi, abartılı savaşlardaki abartılı kahramanlıklarla yükseltilen milliyetçilik Türk Dili ve Edebiyatı’yla sürdürülecektir. Oluşturulmak istenen muhafazakar ahlak anlayışı, ders saatleri artırılan din kültürü ve ahlak bilgisi dersi ile gerçekleştirilecektir. Matematik, fizik, kimya gibi (toplum) iktidar yararına olan dersler değişmezken, çok renkliliği-sesliliği, yaratıcılığı savunan sanat, düşünen düşündüren soruları cevaplayan sorgulayan felsefe, birey hallerinden toplumun hallerini araştıran geliştiren psikoloji, sosyoloji gibi derslerin ders saati azaltılırken derslerin niteliği de değiştirilir. (“Nitelikleri düşürülür” yazmadık çünkü zaten eski müfredatta da nitelikleri düşüktü. Sadece bu iktidara uygun bir şekilde nitelikleri değiştirildi.) Spor dersi ise genel geçer sporların yapıldığı bir spor anlayışından çıkarılarak güçlü güçsüz ayrımını belirleyen ve adeta bir asker sporuna dönüştürüldü (Aslında hep böyleydi).

Müfredat değişikliği tartışmalarının önemli bir örneği, evrim teorisinin müfredattan çıkarılıp çıkarılmaması oldu. Gelen tepkiler üzerine iktidar önce oldukça netti: “Olmayan bir şeyin dersini nasıl öğretelim” karşılığını verdi. Ardından her ne olduysa “Çıkarmadık, daralttık.” denildi. Tartışmada en son varılan nokta ise “evrim teorisinin felsefi altyapısı olmadığı gerekçesiyle liselerden kaldırılıp üniversitelerde öğretilmesi” oldu. İktidarın evrim teorisini tamamen müfredattan çıkaramamasının nedeni, tek başına muhalefetin tepkisi değil gibi görünüyor. Bunun nedeni, önümüzdeki günlerde anlaşılacak gibi.

Yönetmelik Değişikliği Tartışması

Eğitim sisteminde yönetmelik değişikliğinin kapsamı okulun işleyişi ile ilgilidir. Okulun başlangıç ve bitiş saatleri, okul içi kurallar ve kurallara uyulmadığında disiplin kurulunun işleyişi gibi konular yönetmelikle ilgili konulardır. Yönetmelikler, eğitim sistemi içerisine konumlandırılan öğrencinin tüm hareketlerini kontrol altına alan kurallardan oluşur. Kılık kıyafetinden saç sakalına, öğrencinin okul içi okul dışı hal hareketlere kadar davranışlarını kapsamaktadır. Hatta bu kapsama geçtiğimiz dönemlerde çıkarılan bir yönetmelikle öğrencilerin internet paylaşımları da alındı. Daha internet paylaşımları üzerinde herhangi bir öğrenci Erdoğan’a hakaret suçlamasından cezalandırılmamış olsa da bu önümüzdeki günlerde bunun olmayacağı anlamına gelmemektedir. Kaldı ki internet paylaşımları üzerinden öğrencilerin fişlendiği ise aşikar. Bu fişlemelerle “bu bizden-bu bizden değil” anlayışıyla ayrıştırdıkları öğrencileri büyük bir baskının beklediğini biliyoruz. Her türlü muhalif öğrencinin karşı karşıya kalacağı bu baskı, iktidar ve muhalefetin kavgasının ötesinde herkesi kapsayacaktır. Ayrıca bu yönetmeliklerin işleyişi belirgin bir çelişki içerecektir/içermektedir. AKP (ya da MHP) bünyesindeki müdürler, müdür yardımcıları ve öğretmenler yönetmelikle belirlenen disiplin kurallarını kendi öğrencilerine uygulamayacaklardır. Bu bize yönetmeliklerin kural koyucular tarafından bile işletilmediğini göstermektedir. Disiplin kuralları kural koyucular tarafından bile işletilmez. Çünkü bu kurallar “disiplin” için değil iktidarın kendine itaatkar bir toplum ve birey yetiştirmesi için uygulanır. Bu dönem gerçekleştirilecek olan bir başka değişiklik ise bu kuralların işletilemediği karşı koyuşlara saldırmak için özel güvenlik görevlileri yerine okullara özel polislerin yerleştirilmesidir.

Yapısal Değişiklik

AKP’den önce kemalist-ulusalcı ideolojiyle şekillendirilen eğitim 15 yıldır iktidarda olan AKP tarafından milliyetçi-muhafazakar anlayışa dönüştürülüyor. Bu dönüşüm, yavaş yavaş senelerdir sürmekteydi ancak son dönemde yapısal değişikliklerin hayata geçirilmesi hızlandı. Ortaokul ve liselerin imam hatip lisesine dönüştürülmesi, geçtiğimiz yıllarda da büyük bir tartışma konusuydu. Okulların yapısal değişikliği hızlandıkça İmam Hatiplerin sayısı da arttı. Önceden 60 bin olan imam hatiplerin sayısı 2017 itibariyle 2 milyonu aştı. Bu okulların iki bini, bu yıl açıldı. Yapılan yönetmelik değişikliğinde, bir ilçede Anadolu Lisesi açılabilmesi için nüfus şartı en az 20 bine yükseltildi. İmam hatipler için ise nüfus şartı 5 bine kadar düşürüldü. Bir başka yapısal değişiklik ise imam hatipler dışındaki Sosyal Bilimler, Fen, Güzel Sanatlar ve Spor Liseleri yönetmeliklere uymadığı gerekçesiyle kapatılabilecek olması. Bu değişikliğin uygulanması pek çok Anadolu, Fen, Sosyal Bilimler, Güzel Sanatlar ve Spor Liselerinin kapatılarak İmam Hatip Lisesine dönüştürülmesini sağlayacak.

Sonuç

Eğitim sistemi, milliyetçi-muhafazakar anlayışın topluma empoze edilmesi için, önceki iktidarlar tarafından olduğu gibi- bu iktidar tarafından da kullanılıyor. İktidarların kendi ideoloji ve yaşam biçimlerini topluma dayatma noktasında bir araç olarak kullandıkları eğitim, iktidarlar ve muhalefet tarafından tartışılırken meselenin asıl öznesi olan biz öğrenciler özgürlüğü bu iki taraftan birini seçmek zannederek büyük bir yanılgı yaşıyoruz. Aslında seçenekler aynı, hangisini seçersek seçelim, iktidarlar tarafından şekillendirdiğimiz bir seçim olacak bu.

Meltem Çuhadar

Lise Anarşist Faaliyet

Yükseköğretime Giriş Sınavı sonrasında “özgürce” seçtiğimiz üniversitenin bir bölümündeyiz. Artık, ilkokul ve liseden en önemli farkı “zorunlu” olmamasıyla aşırı “özgürleşmiş” olan üniversitedeyiz. Artık üniversitedesin, merhaba.

Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK): 12 Eylül’den sonra çıkarılan bir yasa ile kurulmuş, “Tüm yüksek öğretimi düzenleyen ve yükseköğretim kurumlarının faaliyetlerine yön veren, bu kanunla kendisine verilen görev ve yetkiler çerçevesinde özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, bir kuruluştur.” Ekim 2016’da yayınlanan KHK’nın ardından önceden YÖK’ün sorumlu olduğu üniversitelere rektör atama, artık cumhurbaşkanı tarafından gerçekleştirecek.

Üniversitelerde Neler Oluyor?

Zorunlu eğitim olmadığı için ilkokul ve liselerden ayrı tutulan üniversiteler, Yüksek Öğretim Kurumu’nca genel hatları belirlenen, ancak “her rektörün kendi yönetmeliği” olduğundan bu tartışmalara (laik eğitim-muhafazakar eğitim) dahil değil. Ancak, tartışmayı daha geniş bir başlığa, milliyetçi-muhafazakar ideolojinin toplumu istediği gibi şekillendirmesine çekersek, üniversiteler özelinde bu konuyla ilgili hayli söz üretebiliriz.

Öncelikle belirtelim: Üniversite, bireylerin sistem içinde konumlanabilmesi için var olan entegrasyondur. Birey kapitalist sistem içerisinde hangi pozisyonda konumlanacağını üniversiteler sayesinde gerçekleştirir. Ancak üniversiteler, bu topraklardaki ekonomik, siyasal ve toplumsal olaylara karşı söz üretebilmek adına önemli bir alandır. Bu yüzden üniversitelerde siyasi olarak var olmak biz anarşist gençler için de önemlidir. “Ülkemizin aydın insanları”, AKP’nin karanlığı” gibi söylemlerle tartışmanın diğer tarafını oluşturan ulusalcı- kemalist veya ilerici-sosyalist düşünceden farklı bir noktada duruyoruz.

Rektörler Artık “Seçilmiyor”

Gerçekleştirmek istediği yapısal dönüşümün üniversite ayağında, yakın tarihe kadar başörtüsü serbestliği dışında görünür bir çalışma yapmayan milliyetçi-muhafazakar iktidar, stratejilerini gerçekleştirmek için OHAL’i kullandı. Bu kapsamda, 29 Ekim’de yayınlanan 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile rektörlük seçimleri kaldırıldı. Rektörler, YÖK’ün önerdiği üç aday arasından Cumhurbaşkanınca atanacak. Şayet bir ay içerisinde önerilenlerden birisi Cumhurbaşkanı tarafından atanmazsa, YÖK de iki hafta içerisinde yeni aday göstermezse, Cumhurbaşkanı doğrudan atama yapacak.

Tüm bu düzenlemelerin üniversitelere yönelik bir hamle olmasının ötesinde “Başkanlık”ın uygulamaya geçmesinin bir göstergesi olduğunu unutmamak gerek. 1980 darbesi ile kurulan YÖK, 2007’ye dek fiili olarak “özerk” bir yapıya sahipti ve YÖK’ün çizdiği genel sınırlarda, her üniversitenin yönetimi rektörlüklerdeydi.

2016’da rektörlük seçimleriyle ilgili yayınlanan KHK’dan önce, “Rektörlük seçimleri üniversitelerde haksız uygulamalar, kırgınlıklar ve kişisel çekişmelere yol açmakta ve yükseköğretim kurumlarında kaos ortamının oluşmasına neden olmaktadır. Bu nedenle üniversitelerde seçim sisteminin terk edilerek atama sisteminin getirilmesi ile bu sıkıntıların ortadan kalkmasının sağlanması amaçlanmaktadır.” açıklamasıyla AKP tarafından meclise yasa önerisinde bulunmuş, ancak muhalefetin tepkisi nedeniyle yasa önergesi geri çekilmişti.

Rektörlüğün Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi, aslında pratikte 2016’dan önce gerçekleşen bir uygulama. İstanbul Üniversitesi’nde 2015’te yapılan seçimlerde 300 oy fark ile Raşit Tükel rektör seçilmiş, ancak YÖK Mahmut Ak’ı birinci sıradan Cumhurbaşkanına önermiş ve böylece rektör Mahmut Ak olmuştu.

Bunun ardından, akademik camiada da, üniversiteliler arasında da tartışılan konu “milli irade” meselesi oldu. Erdoğan’ın o süreçte yükselttiği ve oy çoğunluğunu ifade eden “milletimizin iradesi” -yani temsili demokrasi- söz konusu üniversite olduğunda, hiç dillendirilmemişti ve Erdoğan, cumhurbaşkanı olmanın sorgulanamazlığı ile çoğunluğu da hiçe sayarak (zaten azınlık yok sayılıyor) yeni bir rektör atamıştı.

Darbeden bir yıl sonra kurulan YÖK, kuruluşuyla beraber, her üniversitenin kendi özelinde yaptığı rektörlük seçimini kaldırmıştı. Yükseköğretim Kurumlarına rektörü doğrudan YÖK’ün sunduğu adaylar tarafından Cumhurbaşkanı’nın ataması Kanunu getirilmişti. 1992 yılında, bu kanunda düzenleme yapılmış, üniversitelerde tekrar rektörlük seçimleri yapılmaya başlanmıştı. 2016 yılında çıkartılan KHK ile, seçimler tekrar kaldırılmış oldu. Yani üniversiteler YÖK’e değil, doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmış; bu yüzden YÖK’ün de eski etkisi kalmamış oldu.

Akademisyenler İhraç Ediliyor

Vakıf Üniversitelerini saymazsak, “köklü üniversiteler” olarak adlandırılan üniversiteler; bundan önce devrimci çalışmaların yapıldığı yerlerdi. Aynı zamanda, iktidarın sunduğu bilgi anlayışının ve iktidarın ideolojisinin dışında; -YÖK’ün etkisini saymazsak- rektörlerin, dekanların, profesörlerin ve akademisyenlerin kendi bilgi anlayışları ve muhalif ideolojileri vardı. Aynı zamanda, üniversiteliler ekonomik, siyasal ve toplumsal adaletsizliklere karşı üniversitelerden söz üretebiliyor, siyasetin bir öznesi haline gelebiliyorlardı.

Devletin OHAL kapsamında yayınladığı KHK’lar ile yüzlerce akademisyen görevden atıldı. Görevden alınan akademisyenlerin bir kısmı devletin FETÖ ile ilişkili olduğu öne sürdüğü akademisyenlerdi. Ancak görevden alınanların büyük çoğunluğunu muhalif akademisyenler oluşturuyordu. 11 Ocak 2016’da, Barış İçin Akademisyenler imzasıyla bir bildiri yayınlanan 1128 akademisyen, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” şiarıyla Kürdistan’da yapılan “insan hakları ihlalleri”ne karşı tepkilerini gösterdiler. Hemen ardından Erdoğan tarafından hedef alınmaları gecikmedi: “akademisyen müsveddeleri”, “alçaklar”, “terörist yandaşları” gibi yaftalamaların ardından, “gerekli kurumları gerekli faaliyete” çağıran Erdoğan, yayınlanan KHK’lar ile kendisinden olmayanı susturma, sindirme ve yok etme stratejisinin bir uzantısı olarak FETÖ’cülerle birlikte, bu akademisyenleri de görevden aldırdı. Yerlerine atanan rektörler, profesörler ve akademisyenler; hepsi açık bir şekilde iktidarı destekliyordu.

Entegrasyon Şekil Değiştiriyor

AKP’nin milliyetçi-muhafazakar anlayışı haricinde üniversitelerde yaygınlaştırmak istediği anlayışın kendi ekonomik çıkarlarına da paralellik gösterdiğini söylemek zor olmasa gerek. Üniversitenin entegrasyon olduğunu söylemiştik, son 15 yıldır AKP iktidarının yapmış olduğu, yapmayı amaçladığı ve bundan sonra yapacağı şey bu entegrasyonun şeklini değiştirmektir. Sözgelimi bundan önce Çevre Mühendisliği’nde okuyan bir öğrenci, okulunda öğrencilerin yaptığı ekoloji panellerinde yer alması, akademisyenlerin veya profesörlerin ders anlatırken HES, RES gibi enerji santral projelerinin karşısında yer aldıklarını belirtmesi, yakın gelecekte imkansız görünüyor. Önümüzdeki süreçte, iktidarın öğretmenleri ve iktidarın anlayışının empoze edildiği öğrenciler artık santral projelerini yüzde yüz destekleyeceklerdir.

Şunu ekleyelim; üniversitelerde kemalist-ulusalcı ideolojinin hakim olduğu dönemde “daha özgürmüşüz” gibi bir yargıdan söz etmiyoruz. Ulusalcı-kemalist ideolojinin ilk yıllarında da benzeri stratejiler geliştirilmiş, “kemalist olmayan”ın herhangi bir alanda kendini var etmesi söz konusu olmamıştır. İktidarların, kendi ideolojileri doğrultusunda toplumu şekillendirme stratejilerinde, eğitim kurumları her zaman iktidara paralel olmuştur. Milliyetçi-muhafazakar iktidar, şu an kendi anlayışını/ideolojisini belirli bir kalıba sokmaya ve bu kalıpları keskin çizgilerle belirlemeye çalışıyor. Bu yüzden, kendinden olmayan hiçbir düşüncenin varlığı, kendi alanı olan üniversitelerde mümkün olamaz.

Devletin kutuplaştırma politikasının bir uzantısı olarak, toplumun geneline yayınlan bu taraflaşma, üniversitede de belirginleşti. Eğitim başlığında değerlendirilen tartışmaların üniversiteye yansıması bu taraflaşmanın ötesinde, iktidarın kendinden olmayanı hiçbir alanda var etmeme stratejisinin somutlaşmasıdır. Görünen o ki, bu dönem de biz gençler için tartışmalı bir yıl olacak.

Şeyma Çopur

Anarşist Gençlik

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır.

The post Lise ve Üniversitelerden Anarşist Merhaba – Meltem Çuhadar, Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/23/lise-ve-universitelerden-anarsist-merhaba-meltem-cuhadar-seyma-copur/feed/ 0
Adalet Yürüyüşüne – Mitingine Dair https://meydan1.org/2017/07/11/adalet-yuruyusune-mitingine-dair-2/ https://meydan1.org/2017/07/11/adalet-yuruyusune-mitingine-dair-2/#respond Tue, 11 Jul 2017 17:01:41 +0000 https://test.meydan.org/2017/07/11/adalet-yuruyusune-mitingine-dair-2/ Parlamenter muhalefetin beklenmedik bir manevrayla Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde başlattığı Adalet Yürüyüşü, genelde muhalefetini sandık dışında yapmayan CHP için oldukça radikaldi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun 24 günlük “Adalet Yürüyüşü”, Maltepe Miting Meydanı’nda sonlandı. Adalet talebinin, tutuklanan CHP milletvekili Enis Berberoğlu nezdinde tüm OHAL mağdurlarını kapsadığı muammasıyla başlayan ve biten yürüyüşün anlamı da, bu muammada kalarak kaybolacaktır. Maltepe’deki miting […]

The post Adalet Yürüyüşüne – Mitingine Dair appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Parlamenter muhalefetin beklenmedik bir manevrayla Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde başlattığı Adalet Yürüyüşü, genelde muhalefetini sandık dışında yapmayan CHP için oldukça radikaldi.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun 24 günlük “Adalet Yürüyüşü”, Maltepe Miting Meydanı’nda sonlandı. Adalet talebinin, tutuklanan CHP milletvekili Enis Berberoğlu nezdinde tüm OHAL mağdurlarını kapsadığı muammasıyla başlayan ve biten yürüyüşün anlamı da, bu muammada kalarak kaybolacaktır.

Maltepe’deki miting alanında KHK’lar ile işten atılan memurlar, akademisyenler, gazeteciler, gözaltılar, tutuklamalar, açlık grevlerine yönelik saldırılar gündemleştirilirken; OHAL’in kaldırılması birincil istek olarak belirginleşti.

Yürüyüş ve miting sürecine eklemlenen HDP ve devrimci muhalefetten bazı örgütlenmeler, yürüyüşe katılarak kattıkları renklerini, mitingde renksizliğe dönüştürmüşlerdir. Bu dönüşüm, toplumsal muhalefetin “yeni lideri” Kemal Kılıçdaroğlu tarafından bizzat istenmiştir. Kırmızı ve beyaz dışındaki renkleri istemediğini, yürüyüşün 24. günü baskın bir şekilde söylemişti. Bu, Tayyip Erdoğan’ın karşısına çıkmaya hazırlanan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, muhalefetin tümünü toparlayabilmek için sunduğu şarttır.

Yürüyüş, mitingle beraber başkanlık seçimi için bir anlaşmaya mı dönüşüyordu?

Kemal Kılıçdaroğlu, yürüyüşün Maltepe Mitingi’yle bitmeyeceğini vaat ederken, “Adalet Yürüyüşü” süreciyle Enis Berberoğlu’nun birdenbire bırakılmayacağını bildiğini; ama bu sürecin, meclis ve sokak ile beraberce örgütlenerek bir şeyleri değiştireceğini söylüyordu.

CHP, kaybedilen birçok seçimden ve az biraz oyla kaybedilen referandumdan sonra, sandık sandık sıkışan toplum için bir sokak eyleminin, yürüyüşün gerekliliğini anlamış ve bu gerekliliğin manevrası ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun toplumun “2019 adayı” olmasını istemiştir.

Yürüyüş ve miting değerlendirildiğinde, hedefe ulaşılmış gibi görünüyor.

Ve görünen köy kılavuz istemez; referandum sürecinde devrimci anarşistlerin eleştirdiği başlıklardan biri olan “parlamenter muhalefet ile devrimci muhalefetin ayrışmasının önemi”, bu süreçte de anlaşılmayacaktır. Bu süreç de meclisten sokağa, sokaktan sandığa, sandıktan meclise doğru sürecektir. Bu yanılgı döngüsünden çıkılmadıkça; Ne Adaleti, Ne de Özgürlüğümüzü Kazanamayız!

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayımlanmıştır.

The post Adalet Yürüyüşüne – Mitingine Dair appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/07/11/adalet-yuruyusune-mitingine-dair-2/feed/ 0
Pazartesinin Gelişi Cumartesiden Bellidir – Davut Erkan https://meydan1.org/2017/04/15/pazartesinin-gelisi-cumartesiden-bellidir-davut-erkan/ https://meydan1.org/2017/04/15/pazartesinin-gelisi-cumartesiden-bellidir-davut-erkan/#respond Sat, 15 Apr 2017 12:02:32 +0000 https://test.meydan.org/2017/04/15/pazartesinin-gelisi-cumartesiden-bellidir-davut-erkan/ Son birkaç yıldır toplum sürekli bir seçim cenderesinde tutuluyor. Özellikle Gezi Direnişi’nden sonra toplumda oluşan memnuniyetsizlik ve isyan, 2014 yılı içerisinde yerel seçimler ve hemen sonrasında cumhurbaşkanlığı seçimiyle seçim sandıklarına yönlendirildi. Her seçimden sonra, iktidar meşruiyet iddiasını biraz daha güçlendirdi. İster hükümet seçimi olsun, ister belediye isterse de cumhurbaşkanı. Seçilen seçilmişliğin verdiği meşruiyete güvenerek, toplumun […]

The post Pazartesinin Gelişi Cumartesiden Bellidir – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Son birkaç yıldır toplum sürekli bir seçim cenderesinde tutuluyor. Özellikle Gezi Direnişi’nden sonra toplumda oluşan memnuniyetsizlik ve isyan, 2014 yılı içerisinde yerel seçimler ve hemen sonrasında cumhurbaşkanlığı seçimiyle seçim sandıklarına yönlendirildi. Her seçimden sonra, iktidar meşruiyet iddiasını biraz daha güçlendirdi. İster hükümet seçimi olsun, ister belediye isterse de cumhurbaşkanı. Seçilen seçilmişliğin verdiği meşruiyete güvenerek, toplumun kendisini seçmeyen ve kendisinden memnun olmayan kesimine “bizi istemiyorsunuz ama biz demokratik seçimler sonucunda göreve geldik, bu yüzden bize ve yürüttüğümüz politikalara saygı duyacaksınız” açıklamalarında bulundu. Muhalefet ise, yenilen pehlivan misali her seçimde daha fazla asıldı, aynı oranda da her seçimden daha ezik, daha yenik bir psikolojiyle çıktı. Nitekim MHP’nin bugün AKP’nin “milliyetçilik kolu” haline gelmesinde, aynı “bükemediğin bileği öpeceksin” anlayışının etkisi yadsınamaz.

Ancak kabul etmek gerekir ki, bu seçimler silsilesinde, 7 Haziran Genel Seçimleri ayrı bir eşikti. Büyük oranda oy kaybeden AKP, Kürdistan’a yönelik saldırılar ve katliamlarla toplumda korkuyu ve milliyetçi histeriyi büyüttü. Kürt halkına karşı, belki MHP’nin hayallerinin bile ötesinde bir yok etme politikası yürüten AKP, devşirdiği oylarla yeniden tek başına iktidar oldu. Son raddede MHP, AKP ile “evet ittifakı” kurdu, Doğu Perinçek “AKP bizim programımıza geldi, bizim yanımıza geldi memnunuz.” açıklamasında bulundu.

Tüm bu sürecin önemli bir noktası da tabii ki de 15 Temmuz’du. 15 Temmuz sonrası KHK’lar ve fiili durumlarla sınırsız güç elde eden AKP, elindeki bu gücü eski ortakları olan Gülen cemaatinin yanı sıra, bütün bir muhalefeti ezmek için kullandı. Gülencilerin tasfiyesi sonucu ordu ve polis teşkilatlarının yanı sıra, yargı da tamamen AKP’nin militanlarının denetimine geçti. Bürokrasiden bahsetmeye gerek bile yok. OHAL süresince meclis zaten işlevsiz kalmışken, HDP’nin eş başkanları dâhil milletvekilleri dokunulmazlıkları kaldırılarak tutuklandı. HDP ve DBP’li tüm belediyelere, eş başkanları tutuklandıktan sonra AKP’li kayyumlar atandı.

İşte bu tablonun devam ettiği bir süreçte, Anayasa değişikliği için referanduma gidiliyor. Referandumdan evet çıkarsa anayasa değişmiş olacak ve “Cumhurbaşkanlığı” sistemine geçilmiş olacak. “Hayır” oyu çıkarsa mevcut sistem devam edecek.

Aslına bakılırsa, “evet” çıkarsa Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinden beri fiilen yürütülen ve artık kimsenin pek de itiraz etmediği partili cumhurbaşkanı ve “yok hükmünde” başbakanlık sistemi yasalaşmış olacak. “Hayır” çıkarsa fiili durum devam ettirilecek.

Hatta AKP kanadından birçok kişi hayır çıkması durumunda Anayasa değişikliğinin yani başkanlık sisteminin yine de gündemde olacağını söyledi. “Evet cephesi”, referandumdan hayır çıkması durumunda ülkede kaos olacağı tehditlerinde birçok kez açıkça savurdu zaten. Yani 7 Haziran seçimlerinden sonra olduğu gibi, AKP seçim yenilgisini kabul etmeyecek ve ne yapıp edip kendi ajandasını topluma dayatacak. Bunu da büyük ihtimalle yine devlet terörü ya da devreye sokacağı yeni bir savaş aracılığıyla yapacak.

Evet” çıkması durumunda da pek farklı bir tabloyla karşılaşamayacağız. Sınırsız gücü elinde bulunduran mevcut iktidar, bir seçim zaferi daha elde ettiğinde, şimdiye kadar yürüttüğü tüm politikalar aklanmış, devamının gelmesi ise “meşruiyet” kazanmış olacak. Çıkacak sonuç ne olursa olsun devlet; Kürt halkına, devrimcilere, muhaliflere, kadınlara, tüm ötekilere yönelik sürdüre geldiği baskı, zulüm, kapatma, katletme politikasını devam ettirecektir. Ama “yasal başkanlık” sistemiyle, ama “fiili başkanlık” sistemiyle… Biz ezilenlerinse, her halükarda örgütlenme ve mücadele dışında başka bir seçeneği yoktur.

Referandum sonrası yaşanacakları görmek için ne medyum olmaya, ne de çok derin politik analizler yapmaya gerek var, sadece referandum çalışmalarına yönelik devlet terörü dahi, referandum sonrası nasıl bir güne uyanacağımızı görmek için yeterli. Toplumun önüne sunulan iki seçenekten biri olan “hayır” için çalışma yapan parti, örgüt ve kişilere yönelik doğrudan devlet eliyle, yani polis ve yargı eliyle gerçekleşen saldırıların yanı sıra sokakta yaşanan ve failleri korunan saldırılar, yeni dönemin dolayısıyla da referandum sonrasının da ruhunu ortaya koyuyor.

Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir rapora göre, sadece Mart ayında hayır çalışması yapanlara yönelik 112 gözaltı, 19 saldırı, 17 engelleme gerçekleşti. Elbette bunlar sadece medyaya yansıyanlar.

Sokaklarda hayır stantlarına, afişleme ve bildiri dağıtımlarına, propaganda otobüslerine yönelik birçok saldırı gerçekleşti. Balıkesir’de bir otobüsün lastiklerini kesen kişiler hayır yazılı görselleri çizdi. Denizli’de hayır standına taşlı saldırıda 3 kişi yaralandı. Kayseri’de milletvekiline satırlı saldırı gerçekleşti. Brüksel’de evet afişlemesi yapan 3 kişi, biri kadın 3 HDP’liyi bıçakladı. Evet cephesinde yer alan MHP’nin “hayır” diyen muhalif isimleri kapalı salonlarda dahi toplantı yapamıyorlar.

Referandum çalışması kapsamında afiş asan, bildiri dağıtan, stant açan onlarca kişi gözaltına alındı. Sosyal medya paylaşımları da devletin hedefindeydi, onlarca kişi sosyal medyada yazdıkları nedeniyle gözaltına alındı, tutuklandı.

Dahası, referandumda hayır cephesinde yer alan birçok parti ve örgüte yönelik, operasyonlar gerçekleştirildi. Birçok ilde yapılan şafak operasyonlarıyla onlarca kişi gözaltına alındı ve tutuklandı. Erdoğan nerede miting yapacak olsa, mitingten hemen önce muhaliflere yönelik operasyonlar ve ardından tutuklamalar gerçekleşti.

Devlet, “hayır” propagandasına dahi tahammül edemiyorken seçimden çıkacak “hayır” sonucuna saygı göstereceğini düşünmek safça olacaktır. Tüm sandıklar gibi referandum sandığı da, demokrasi aldatmacasının göz boyama araçlarından biri olmaktan öteye gitmeyecektir. Sandıktan çıkacak sonuç, 17 Nisan Pazartesi gününü değiştirmeyecektir. Çünkü pazartesinin gelişi, cumartesiden bellidir.

Davut Erkan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 38. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Pazartesinin Gelişi Cumartesiden Bellidir – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/04/15/pazartesinin-gelisi-cumartesiden-bellidir-davut-erkan/feed/ 0
“Seçim, Savaş, Koalisyon Oyalamasyon” – Emrah Tekin https://meydan1.org/2015/09/07/secim-savas-koalisyon-oyalamasyon-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2015/09/07/secim-savas-koalisyon-oyalamasyon-emrah-tekin/#respond Mon, 07 Sep 2015 11:03:28 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/07/secim-savas-koalisyon-oyalamasyon-emrah-tekin/ 7 Haziran genel seçimlerinin, sonucunda hiçbir partinin tek başına hükümet kuramaması, gündemi koalisyon görüşmelerine ve politikacıların çıkar manevralarına kilitledi. 12 yıldır iktidarını sürdüren AKP’nin bu seçimlerde tek başına hükümet kuramayacak oluşu, muhalefet partilerini harekete geçirdi. Hızla, olası koalisyon senaryoları tartışılmaya başlandı, hesaplar yapıldı, ihtimaller konuşuldu. Seçim sonuçlarını yorumlayan parti genel başkanlarının hepsi -ağız birliği edercesine- […]

The post “Seçim, Savaş, Koalisyon Oyalamasyon” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Seçim Savaş Koalisyon Oyalamasyon- Emrah Tekin

7 Haziran genel seçimlerinin, sonucunda hiçbir partinin tek başına hükümet kuramaması, gündemi koalisyon görüşmelerine ve politikacıların çıkar manevralarına kilitledi. 12 yıldır iktidarını sürdüren AKP’nin bu seçimlerde tek başına hükümet kuramayacak oluşu, muhalefet partilerini harekete geçirdi. Hızla, olası koalisyon senaryoları tartışılmaya başlandı, hesaplar yapıldı, ihtimaller konuşuldu. Seçim sonuçlarını yorumlayan parti genel başkanlarının hepsi -ağız birliği edercesine- devleti hükümetsiz bırakmayacaklarını açıklarken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, hükümet kurma görevini seçimlerden birinci parti çıkan AKP’nin genel başkanı Ahmet Davutoğlu’na ancak 32 gün sonra verdi.

AKP’nin Koalisyon Oyalamaları

Hükümet kurma görevinin verilmesi işinin olabildiğince ağırdan alınması -dillendirilmese de- partilerin tavırlarını görmeden hareket etmek istemeyen AKP’nin bir taktiğiydi. Şüphesiz bu durumun da başlıca sebepleri olarak Tayyip Erdoğan’ın iktidarını paylaşmaktan korkmasını ve AKP’siz kurulacak bir koalisyonla birlikte 17-25 Aralık yolsuzluk dosyaları başta olmak üzere birçok dosyanın açılma ihtimallerini sayabiliriz.

Seçim sonrası oluştuğu iddia edilen “AKP’ye karşı %60’lık blok”un, meclis başkanlığı seçimlerinde MHP’nin HDP destekli CHP adayı Deniz Baykal’ı desteklememesi ve AKP adayı İsmet Yılmaz’ın seçilmesiyle, illüzyondan ibaret olduğu açığa çıktı. AKP’siz bir koalisyon ihtimalinin düşüklüğünü de gözler önüne seren meclis başkanlığı seçiminin ardından, Davutoğlu parti liderlerini ziyaret ederek görüşmelere başladı. Yoğunluklu olarak CHP’yle süren bu görüşmelerden sonuç çıkmadı; Davutoğlu görevi almasından 35 gün sonra koalisyonun kurulmayacağını açıkladı. Böylece TÜSİAD, MÜSİAD gibi sermaye grupları başta olmak üzere kapitalistlerin, Taksim Gezi İsyanı ve 17-25 Aralık yolsuzluk olayları ile kutuplaşan siyasi anlayışların uzlaşmasıyla sağlanacağı düşünülen ekonomik istikrar için istediği AKP-CHP “Büyük Koalisyon”u kurulamadı.

Tayyip Erdoğan: “Koalisyon Değil Başkanlık”

7 Haziran seçimlerinden sonra oluşan tabloyla tek başına iktidar olamayan AKP ve Tayyip Erdoğan, yeniden tek başına iktidar olabilmek için pek çok siyasi hamle ve manevra gerçekleştirdi. Bunlardan ilki koalisyonun kurulamaması sonucunda, 1 Kasım’da yeniden bir seçim gerçekleştirmek ve seçime kadarki süreçte devleti yönetecek seçim hükümetini kendi tasarrufunda oluşturmaktı. Bu yüzden de kurulması düşünülen seçim hükümetine MHP’den Tuğrul Türkeş’e ve HDP’den Levent Tüzel’e bakanlık teklifi götürerek partilerde çatlak yaratıp bu partilerden en az birini baraj altında bırakma amacıyla kimi siyasi hamleler gerçekleştirildi.

Tüm bu hamleler 1 Kasım sonrası oluşacak siyasi tabloda başkanlık sistemine geçiş için yeterli koltuk sayısına yönelikti. Kaldı ki Tayyip Erdoğan 7 Haziran seçimleri öncesi yaptığı konuşmalarda da başkanlık sistemine “huzur içinde geçiş” için 400 milletvekilinin verilmesi gerektiğini söylemişti. Erdoğan’ın başkanlık sistemine geçişte bahsettiği “huzur”un ne anlama geldiği, devletin 20 Temmuz’daki Suruç Katliamı sonrası geçtiği savaş durumuyla anlaşıldı.

Hükümet Koalisyonundan Savaş Koalisyonuna

400 milletvekili alamayınca “huzursuzlaşan” Erdoğan, devletin yıllardır uyguladığı Kürt halkını asimile, Kürt siyasetini ise yok etme politikasını aleni bir şekilde sürdürdü. Çözüm süreci olarak adlandırılan, çatışmasızlık ve tek taraflı ateşkes sürecinde sürdürülen, sözde de olsa barış politikası terk edilerek Kürdistan’da bir savaş başlatıldı. 20 Temmuz’dan itibaren başlatılan bu savaş çerçevesinde pek çok yerleşim alanında 90’lı yıllardaki OHAL uygulamalarını çağrıştıran geçici güvenlik bölgeleri oluşturuldu, ormanlar yakıldı, sokağa çıkma yasakları ilan edildi, askeri ve siyasi operasyonlarla 1000’in üzerinde insan gözaltına alındı ve aralarında çocukların da bulunduğu 70’in üzerinde insan katledildi.

AKP, başlattığı bu savaşın “kendince” meşruiyetini kazanmaya çalışırken bir takım ittifaklar ve koalisyon arayışları içine girdi. Başkanlık sistemi noktasında kendisine bir getirisi olmadığı için kurmadığı hükümet koalisyonu yerine “savaş koalisyonu” yolunu seçti. Oluşturulmak istenen bu koalisyon 7 Haziran sonrası birden bire ortaya çıkmadı.

Seçim Vaadi Bu Kez Barış Değil Savaş!

AKP 17-25 Aralık operasyonlarının, “dış güçlerin” kendisine yönelik bir darbe girişimi olduğunu varsayarak yeni bir süreç ilan etmişti. “Yeniden milli mücadele” olarak adlandırılan bu sürecin ilk mitingini ise, o dönem başbakan olan Tayyip Erdoğan, “Samsun’a çıkarak” gerçekleştirmişti.

Şimdilerde ise AKP, milliyetçi söylemine devam ederek, var olan savaşın nedenini HDP’ye verilen oylar olarak açıklıyor. Kürdistan coğrafyasını, ormanlarından kentlerine dek yangın yerine çevirmeyi amaçlayan bu devlet iktidarı, kendi sermaye gruplarının yanı sıra, kendisine “muhalif” görünen bazı medya gruplarını da fiilen söz konusu savaş koalisyonuna katmış görünüyor. 7 Haziran seçimleri öncesi HDP’ye açık destek veren bu çevreler, önceki dönemlerden aşina olunan ”6 aylık hamile eş”, ”3 aylık yeni evli asker” söylemli polis-asker cenazesi “haberleriyle” savaş çığırtkanlığı yaparak misyonlarını sürdürüyorlar. Toplumun “milliyetçi hassasiyetlerinin” yanı sıra “dini hassasiyetlerini” de kullanan devlet iktidarı, yürüttüğü bu savaşı “hak ile batılın” savaşı olarak lanse ediyor.

1 Kasım seçimleri öncesi devlet iktidarı, bu savaş koalisyonu ile topluma bir savaş vaat ediyor. “Son gerilla ortadan kaldırılıncaya dek”, “Evlatlarını da kendilerini de feda etmeye hazır”, “Amacı Allah nasip ederse şehit olmak” olan devlet iktidarının bu vaadi toplumda nasıl bir karşılık bulacak, önümüzdeki süreçte göreceğiz. Ancak 90’lı yıllardaki asker-polis cenazelerinden farklı olarak bu defa cenazelerde gözlemlenen, ”Onlar saraylarda oturup, zırhlı araçlarda gezerken, çocukları bedelli askerlik yapıyor; olan yoksulların çocuklarına oluyor. Böyle vatan sağolmasın.” içerikli, devlete ve onun savaşına yönelik tepkiler, bu savaş vaadinin toplumda bulacağı karşılığa dair büyük bir soru işareti oluşturuyor.

Meydan Gazetesi- Seçim Savaş Koalisyon Oyalamasyon - Emrah Tekin

Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Seçim, Savaş, Koalisyon Oyalamasyon” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/07/secim-savas-koalisyon-oyalamasyon-emrah-tekin/feed/ 0
“Seçim Provokasyonu”- Hüseyin Civan https://meydan1.org/2015/04/28/secim-provokasyonu-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2015/04/28/secim-provokasyonu-huseyin-civan/#respond Tue, 28 Apr 2015 17:12:08 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/28/secim-provokasyonu-huseyin-civan/ Türkiye diye ifade edilen 783.562 km karelik alanda 74,93 milyon insan yaşıyor. Haziran ayında yapılacak genel seçimler sonucunda meclise girecek 550 kişi, 74.93 milyon kişinin iradesi olmakla kalmayacak, yakın, orta ve uzak gelecekte tüm bu insanların ekonomik, siyasi ve sosyal ihtiyaçlarının belirlenmesi, karşılanmasının organize edilmesi noktasında karar verici konumda bulunacak. Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür. […]

The post “Seçim Provokasyonu”- Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Seçim Provokasyonu

Türkiye diye ifade edilen 783.562 km karelik alanda 74,93 milyon insan yaşıyor. Haziran ayında yapılacak genel seçimler sonucunda meclise girecek 550 kişi, 74.93 milyon kişinin iradesi olmakla kalmayacak, yakın, orta ve uzak gelecekte tüm bu insanların ekonomik, siyasi ve sosyal ihtiyaçlarının belirlenmesi, karşılanmasının organize edilmesi noktasında karar verici konumda bulunacak.

Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür. Her seçim döneminde yaşananlar, seçim sonuçlarının açıklanmasıyla unutulur ve bir dahaki seçim dönemine girildiğinde aynı senaryo aynı repliklerle tekrar sahneye konulur. İktidar bakımından “bunlar hep provakasyon” dönemidir. Seçimlere kadar yaprak da düşse kıyamet de kopsa iktidarın tek açıklaması vardır: Provokasyon. Başka cevaplar aramak için zahmet etmeye hiç gerek yoktur.

Son bir ay içinde yaşanan doların tarihi rekor seviyesine ulaşması, Berkin’in katillerinin açıklanması için Çağlayan adliyesinde yapılan eylem, Ağrı’da savaşa karşı canlı kalkan olmak isteyen insanların katledilmesiyle sonuçlanan TSK operasyonu ve son olarak ülke çapında yaşanan elektrik kesintileri dahil her şey, “tam seçim ortamına girilmişken, herkes seçim kampanyasına hazırlanırken gerçekleşen provokasyonlar”dı şüphesiz!

Bugünden Haziran ayında gerçekleşecek seçimlere gelinceye kadar da, bizi daha birçok provokasyon bekliyor. Maden altında yüzlerce işçinin kalıp can vermesi veya onlarcasının inşaattan düşmesi olabilir bu provokasyon. Kardeşlerinin katledilmesine karşı sokaklara çıkan binler ya da katliama karşı direnen bir halk da olsa olsa provokasyondur…

Muhalefet bakımındansa geleneksel “bu seçim çok önemli” dönemidir bu takvim. Hayalciliği bir kanara bırakarak realist olmak gereklidir. Zira bu seçim şimdiye kadarki en kritik seçimdir. Her zaman bir gerekçe vardır, nitekim 2015 seçimleri de “bu coğrafyanın göreceği son seçim olabilir”.

Stratejik bir hamle olarak “boykot” tavrı olmadığı sürece sağından soluna kadar her kesim bir şekilde bu seçim oyununun kıyısında köşesinde bir yerde konumlanacak. Anarşistlerin seçimlere yönelik eleştirileri ise her zamanki gibi “hayalcilik” olarak yaftalanarak çabucak seçim çalışmalarına geri dönülecek.

Anarşizm, bireyin iradesinin temsil edilemezliği; başka bir bireye ya da kuruma devredilemezliği noktasında nettir. Çünkü irade, kişinin düşündüğünü eyleyebilmesiyle yani özgürlüğüyle doğrudan bağlantılıdır. Seçimler, bireylerin irade temsilini değil teslimini amaçlar. Her temsilci, iradesi teslim alınan milyonlarca insan demektir.

Anarşizmin toplumsal karar alma süreci olarak ortaya koyduğu çözüm, bireylerin oluşturduğu toplulukların kendilerine ilişkin kararları kolektif almalarına olanak verecek doğrudan demokratik karar alma süreçleridir. Bireylerin iradelerini doğrudan yansıtabildiği karar süreçleri aynı zamanda alınan kararların doğrudan uygulamaya geçeceğinin de belirlendiği alanlardır.

Tabi ki 74.93 milyon insanın doğrudan demokratik bir yapı oluşturup tüm kararları böyle alacağından bahsetmiyoruz. Anarşizmin teorik yaratımı ve tarihinden deneyimledikleriyle oluşturduğu, farklı bir siyasal biçimdir. Bu siyasal biçimin, devletin birey iradesini yok etmeye odaklanmış merkeziyetçi mülkiyetçi doğasında yer bulamayacağı açıktır.

Anarşizmin parlamenter demokrasiye yönelik eleştirilerine hak veren bir kesimse reel politik durumdan dem vuracaktır. Hadi bir önceki ya da ondan önceki seçim döneminin reel politik durumuna hiç girmeyelim, ama toplumsal muhalefet iddiası bulunanların bu seçimlerde bir beklenti içerisine girmesi gerçekten büyük hayalcilik.

Tayyip Erdoğan’ın seçimler, hükümetler ve meclisler üstü; siyaset, hukuk, anayasa üstü konumunu her geçen gün daha da pekiştirdiği, ve hatta bütün bu kurumları istediği gibi evirip çevirebildiği, başkanlık tartışmaları devam ededursun, cumhurbaşkanı üzerinden merkezileşmenin devam ettiği, güçler ayrılığı anayasal ilkesine rağmen yasama-yürütme-yargı dengesinin cumhurbaşkanı lehine ortadan kaybolduğu bir düzlemde seçimlere bel bağlamak serap görmektir. Zira halihazırdaki devletin işleyiş mekanizmasının, ne seçimle belirleneceği iddia edilen yasama ve yürütme ile, ne de bağımsız olduğu iddia edilen yargıyla hiçbir ilgisi yok.

Erdoğan’ın 12 yıldan beri kadrolaşarak merkezde ve yerellerde kendi ideolojik ve politik yönetimini, aygıtlarını, kurum ve kuruluşlarını güçlendirdiği, bağımsız medyanın kontrolünün “beyefendi”de olduğu, yine ayı kişinin gözetiminde rantın açıktan dağıtımının yapıldığı bu demokratik sistemde seçimleri bir çıkış olarak görmek gerçekten büyük hayalciliktir. Seçimler -hiç olmadığı ya da hep olduğu kadar- çocukların eline verilmiş bir oyuncaktan başka hiçbir anlam taşımıyor.

Şimdiye kadar hep biz gerçekçi olmamakla suçlandık. Şimdi sıra seçimleri çözüm görenlerde. Ne zaman makinesine ne de çok uzaklara gitmeye gerek var; birkaç kulaç atarak bir seçim kandırmacası, birkaç adım atarak da bir toplumsal devrimi görmek mümkün. Neyin gerçekçilik neyinse hayalcilik olduğu ortada, seçim sizin…

Hüseyin Civan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Seçim Provokasyonu”- Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/28/secim-provokasyonu-huseyin-civan/feed/ 0