müzakere – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Mon, 21 Jan 2013 09:55:38 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Müzakereye Suikast https://meydan1.org/2013/01/21/muzakereye-suikast/ https://meydan1.org/2013/01/21/muzakereye-suikast/#respond Mon, 21 Jan 2013 09:55:38 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/21/muzakereye-suikast/ Geçtiğimiz haftalarda Başbakan Erdoğan’dan ve BDP kanadından “İmralı görüşmeleri” diye tabir edilen bir müzakere sürecinin sürmekte olduğuna ilişkin açıklamalar geldi. Devlet yeni başlamayan zaten bir süredir sürmekten olan bir müzakere sürecindeyiz diyerek, MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın bu görüşmeleri başlattığı ve Öcalan ile İmralı’da 2 kez görüştüğünü belirtti. Bu süreç hükümetin “terör sorununun “ çözümü olarak […]

The post Müzakereye Suikast appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Geçtiğimiz haftalarda Başbakan Erdoğan’dan ve BDP kanadından “İmralı görüşmeleri” diye tabir edilen bir müzakere sürecinin sürmekte olduğuna ilişkin açıklamalar geldi. Devlet yeni başlamayan zaten bir süredir sürmekten olan bir müzakere sürecindeyiz diyerek, MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın bu görüşmeleri başlattığı ve Öcalan ile İmralı’da 2 kez görüştüğünü belirtti. Bu süreç hükümetin “terör sorununun “ çözümü olarak ta gördüğü Kürt sorununun çözümünde bir kez daha tek muhatabın Abdullah Öcalan olduğu konusundaki tavrının bir göstergesiydi. BDP “demokratik açılım” adıyla dillenen sürecin en başından beri tüm diyaloglarında ısrarla belirttiği “Kürt sorununda muhatap İmralı’dır” sözünün bugün gerçekleşiyor olmasından ötürü “hükümet üzerine düşeni yapmıştır” açıklamasıyla görüşmelerin sonraki aşamasına işaret etti. Hem hükümet kanadında hem de BDP kanadında görüşmelerin ilerleyen seyri önemli.

14 yıldır kapatılmış olup da halen Kürt halkının tek muhatap olarak işaret ettiği ve Kürt özgürlük mücadelesinin bütününde etkisinin halen kaybolmadığı bir isim Abdullah Öcalan. Devlette zaten bu gerçekten kaçamazdı ve kaçamadı da. Bugün gelinen nokta devlet nezdinde bir müzakere olarak düşünülebilir. Ancak BDP kanadında ve Kürt özgürlük mücadelesinin bütününde hükümetin başlattığı bu müzakerenin oluşturacağı koşullar son derece önemli. Kürt halkının yıllardır onurlu bir barışın koşulları noktasında dillendirdiği taleplerin sağlanması ve bu konuda somut adımların atılması konusundaki ısrarı oldukça net. Bu net olan talepler karşılanmadıkça müzakere gerçekliğini bulamaz.

Daha dün bir bugün iki deme den Fransa’nın Paris şehrinde katledilen üç Kürt kadının ölüm haberi müzakere dışı bir gündem yarattı. Öyle ki katledilen bu kadınlar Kürt özgürlük mücadelesi için hem mücadeledeki konumları, hem de müzakeredeki pozisyonları açısından son derece önemli kadınlardı. Yani bu sıradan bir cinayet değil. Belli ki böylesi bir süreçte siyasi anlamda karışıklık yaratmak isteyen biri ya da birileri var. Hükümet, beklenildiği gibi yaşanılan bu katliamı PKK’ye indirgemek isteyerek “iç infaz” şeklinde yorumladı. BDP kanadından “derin devlet”, “dış güçler” açıklamaları gelirken, PKK ise katledilen yoldaşlarını “şehit” ilan ederek iç infaz iddialarını çürüttü. Zaten PKK “İmralı görüşmeleri” sürecini izlemeyi ve müzakerenin sürmesi gerektiğini vurguluyordu. Yaşanılan bu katliam ancak yine devletin kendi içerisindeki “müzakere sürecini” hazmedemeyen kanadından gelmesi olasılığını taşıyor.

Yıllardır Kürt halkının onurlu bir barış koşullarının gerçekleşebilmesi hazmedilemeyerek halk türlü propagandalarla, inkar ve imha politikalarının içerisinde eritiliyordu. Bu inkar ve imha aynı zamanda hareketin de bütününe yönelikti. KCK operasyonları ve tutuklanmalar son sürecin en önemli yıpratma politikasıydı. Siyasetçiler, gazeteciler, sendikacılar, akademisyenler, öğrenciler olmak üzere 3558 Kürt tutuklandı, cezaevlerine kapatıldı.Kürt siyasetçilerine yönelik karalama kampanyaları, BDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin meclis tezgahları birer birer oluşturuldu. Yani son süreçte Kürt özgürlük mücadelesinin bütününe ilişkin topyekün bir saldırı sürmekteydi.

TC bir değil bin hesap peşinde

TC’nin aynı zamanda bir Ortadoğu stratejisi var. Bölge de kendisini belirginleştirme derdinde. Hükümetin bölgedeki küresel hesapları son süreçte TC’yi Iraklı Kürtlere, Iraklı Kürtleri de TC’ye zorunlu kılmış gözüküyor. Irak merkezi hükümeti ile köprüleri atmış durumda. TC, Irak, Suriye, İran ekseninde sünni politikaları sahiplenen bir ülke olarak algılanıyor. Irak’taki gerginlik doğrudan TC’yi ilgilendirmiyor gibi görünse de, TC, Irak Merkezi Hükümeti ile Iraklı Kürtler arasındaki çekişmenin merkezinde. Yani bugün Irak’lı Kürtlerle el sıkışan bir hükümetin kendi ülke sınırları içerisindeki Kürtlerle olan ilişkisi önemli bir sorun olarak karşısına çıkıyor. Bu sorunu çözmek zorunda olan TC bölgedeki karmaşık denklemlerde kendini güçlendirmek istiyor. Senelerdir inkar ettiği ve önemsiz “üç beş serseri” gibi göstermeye çalıştığı PKK’nin ise önemli bir güç olduğunun farkında.

Ve ayrıca müzakere süreciyle birlikte artık fazlaca önemsemediği Avrupa Birliği kriterleri gibi Demokratik devlet görüntüsü yaratmada Kürt sorunu gibi önemli bir engeli aşmak istiyor.
TC, İmaralı görüşmelerinden hem Ortadoğu politikalarındaki strateji ve hem de batılılaşma politikalarındaki kabulü açışından medet umuyor. Müzakerelerin diğer tarafında Kürt hareketi ise senelerdir verdikleri özgürlük mücadelesinin taleplerinin karşılanmasını istiyor. Ve bu taleplerin karşılanması sürecinde Kürt halkının onurunun incilmemesinin gerektiğinin çok önemli olduğunu defelarca söylediler. Ayrıca şunun da farkındalar, bu müzakereler sonucunda taleplerinin karşılanması sadece TC’yi değil tüm dünya devletlerini bağlayıcı olacaktır.

Ancak Kürt hareketinin taleplerinin ve hassasiyetlerinin önemsenmemesi halinde silah bırakmanın teslim olmak anlamına geleceği aşikardır. Yıllardır akan kanın, akıtılan gözyaşının ve acının dinmesi, artık savaşın sonlanması taraflarca hem gerekli hem de zorunlu ise bu ancak TC’nin tüm sosyal ekonomik ve siyasi baskısını Kürt halkının üzerinden çekmesiyle mümkündür.

The post Müzakereye Suikast appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/21/muzakereye-suikast/feed/ 0
21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Rio+20: Devlet Şirket STK Pazarlığı” (1. sayfanın devamı) https://meydan1.org/2012/09/29/21-yyda-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-rio20-devlet-sirket-stk-pazarligi-1-sayfanin-devami/ https://meydan1.org/2012/09/29/21-yyda-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-rio20-devlet-sirket-stk-pazarligi-1-sayfanin-devami/#respond Sat, 29 Sep 2012 20:11:03 +0000 https://test.meydan.org/2012/09/29/21-yyda-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-rio20-devlet-sirket-stk-pazarligi-1-sayfanin-devami/ 1. sayfanın devamı Haziran ayında yapılan Rio+20 zirvesinde Türkiye’nin “en iyi sürdürülebilir” kalkınma projelerini hazırlayarak temsilci paydaşlar adıyla zirveye katılan kurum ve kuruluşların neredeyse hepsinin, kentsel dönüşümden ekolojiye, kadın mücadelesinden yoksulluğa birçok alanda asıl yıkımın baş mimarları olması şaşırtıcı değil elbette. Öyle ki, Solaklı Vadisi’nde yaşamı için direnen ve vadilerine HES yapılmasını istemeyen köylüler, bu […]

The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Rio+20: Devlet Şirket STK Pazarlığı” (1. sayfanın devamı) appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
1. sayfanın devamı

Haziran ayında yapılan Rio+20 zirvesinde Türkiye’nin “en iyi sürdürülebilir” kalkınma projelerini hazırlayarak temsilci paydaşlar adıyla zirveye katılan kurum ve kuruluşların neredeyse hepsinin, kentsel dönüşümden ekolojiye, kadın mücadelesinden yoksulluğa birçok alanda asıl yıkımın baş mimarları olması şaşırtıcı değil elbette.

Öyle ki, Solaklı Vadisi’nde yaşamı için direnen ve vadilerine HES yapılmasını istemeyen köylüler, bu projenin ortağı ve kredi sağlayıcısı Şekerbank’ı, çevre projeleri kapsamında dünyaya akıl verirken bulabilir. Kentsel yıkım projelerinin baş mimarı olan hükümetin yerel bekçisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi, dünyaya nasıl faydalı birer belediye olunması gerektiğini anlatabilir. Dünyada binlerce işçiyi öldüren ve dünyadaki su rezervlerinin 3’te 1’ine yakın bir kısmını yöneten Coca Cola’nın ‘ekolojik’ mucit yarışmaları, yeni mucizeler yaratabilir. Elbette tüm bunların yanında dünyada yeşil ve ekonomik bir yıkımın nasıl sürdürülebileceğine dair planların bir parçası olarak Greenpeace, Tema, TTGV ve birçok sivil toplum kuruluşu, toplumu, bu sömürgecilerle kurulan bir diyalogun parçası haline getirebilir. Peki, bu diyalog, nasıl bir diyalog?

 Diyalog ve Müzakere: Bir Teslimiyet Meselesi

Bugün siyasal alandan sosyal yaşama kadar birçok alanda aktif bir şekilde kullanılan diyalog kavramı, müzakereci demokrasinin en revaçta tuttuğu uzlaşma yöntemlerinden birisidir. Diyalog, sözlük anlamıyla ‘karşılıklı konuşma’ manasına gelse de her sözcük gibi sözlükte durduğu gibi durmaz. Ve aslında her sözcük gibi, manipüle edilmeye açıktır. Müzakerenin önü ‘muarefe’ ardı ise ‘muahede’dir.

Yani muhatabınla ilk önce tanışır, sonra tartışır ardından da anlaşırsın. Amaç derdini sana ‘müzakere yolunu açanların’ dilediği şekilde çözüme ulaştırmak ise, iktidarla diyalog kurmak en kullanışlı yöntemdir. Yukarıdan lütfedilen ve yalnızca birkaç ‘şanslı’ temsilcinin mazhar olabildiği bu ‘diyalog ve müzakere süreci’, yalnızca iktidarın dilediği güzergâhta gidebilenlerin sahip olabileceği bir tür ‘fırsat eşitliğine’ tekabül eder.
Ancak bu fırsatlar, öyle herkesin doğuştan sahip olabileceği türden değildir. Bu eşitliğe sahip olabilmek için, ilk önce iktidarın istediği şeyleri, onun istediği yöntemlerle ve çizilen sınırlar içinde söylemek gerekir. Sınırı aşmak, toplumsal alandaki meşruluğunun iktidarlarca topyekûn saldırıya uğraması demektir. Dilediğin konuyu tartışabilir, müzakere edebilirsin ama onu asla eylemselliğe dökemezsin. Her doğrudan eylem, kamusal meşruluk hanende bir eksiye dönüşme tehlikesini taşır.

Egemen ile ezilen arasında olduğu varsayılan eşitlik ise, sosyal, kültürel ve ekonomik çelişkiler göz ardı edilerek sağlanır. İktidarla diyalog bir tür ‘entegrasyon’ fırsatı olarak sunulurken, sisteme entegrasyonun da anahtarını içerir. Bu süreç, sömürüyü bir takım elitler için kullanışlı hale getirirken, sömürüyü güvenli bir şekilde sürdürebilmek için vardır. Her şeye sahip olanlarla hiçbir şeye sahip olmayanlar arasında kurulacak temsili diyalog, tam da bu yüzden meşru olmaktan öte mümkün değildir.

İşçi, patron ve hükümetler arasındaki uzlaşma koşullarını sağlamak ve sömürü sistemini daha güvenli hale getirmek için kurulmuş Uluslararası Emek Örgütü (ILO), 2009 yılında yayımladığı Küresel İş Paktı’nda “diyalog” kavramının gerekliliğinin altını tükenmez kalemle çizmişti. ILO, sosyal ve siyasal gerilimin arttığı zamanlarda, sosyal diyalog mekanizmalarını önemsemenin ve daha çok kullanmanın hayati öneminden bahsederken, aslında bir devrim kavramının gerçekliğinden korkulduğunu açıkça ilan etmişti. Rusya eski Maliye Bakanı Aleksey Kudrin, Putin iktidarına karşı siyasi tutsakların derhal serbest bırakılması talebinde bulunan 120.000 kişiye yaptığı konuşmada “Bir diyalog platformu gerekiyor yoksa devrim olacak, yoksa Rusya’da barışçıl bir değişim için önümüzdeki şansı kaybedeceğiz” demişti. Ve işin en kötü yanı, efendiler, varlığını sınırsız büyüme ve sömürü kavramlarından alan kapitalizmin sınırsız büyümesine yardımcı olmak için, yanlarına işçi ve emek örgütlerini çağırıyordu.

İnsanlar arası eşitsizliğin ve adaletsizliğin ‘kural’ olduğu bir sistemde, rasyonel bir tartışma zeminini ‘eşitlik ve adalet’ şiarıyla yapmak, gerçekten de ancak liberal bir aklın ürünü olabilir. Bu nedenledir ki varlığını ezilenlerin kanını emerek devam ettirebilen bir sistemin verebileceği eşitlik, Afrika’da 30 Afro maden işçisinin ‘police’ler tarafından tarandığı dakikaya kadardır. Ama her nasılsa masada söz konusu Afrika’nın kalkındırılması ise herkes ‘eşittir.’

Elbette toplumsal muhalefetin bu vb. konularda iktidar üzerinde uyguladığı baskılar sınırlı da olsa sonuçlar vererek egemenleri kendi ezberlerini bozmaya zorlamakta. Ancak, ezen ile ezilen çelişkisinden doğan devrimci mücadeleye karşılık, liberal demokrasinin isyancılara ‘sınırları aşmamak’ şartıyla tanıdığı diyalog hakkını kullanmak, kimi zaman politik bir baskı ve manevra amacını taşısa da çoğunlukla talepkar ve düzen içi bir çözüm yoluna işaret etmektedir. Bugün mücadelenin kendisini, esnafla müşteri arasında geçen bir tür ‘pazarlık’ meselesi olarak gösteren ve ortada açık bir şekilde duran sınıfsal ve sosyal çelişkiyi ‘karşılıklı anlaşıp konuşularak çözülebilecek’ teknik bir meseleye indirgeyen sistem, kendi meşruluğunu bu tarz STK ve STK’laşmış örgütler aracılığıyla uzlaşma masalarında sağlamaktadır.

Diyalog kavramını kişiler, kurumlar ve karşıtlıklar arası çözümün ‘ideal’ şekli olarak gören ve bu yöntemi dayatanlar, ‘diyaloğun bittiği yerde savaş çıkar’ diyorlar. Bu barış nasıl bir barıştır ki yıllarca bizlere yoksulluk, acı ve kan getirdi. Silahların temsili olarak susmasına ‘barış’ diyebilenler, sömürünün sessiz sedasız ve kuralına göre yapılmasını istiyorlar. Hâlbuki ezenlerin egemenliğinde barış, savaş terörünün gölgesinde hepimizin rızasıyla gerçekleşmiş bir teslimiyettir. Ezilenler için arzu edilen gerçek barış, kapitalistlerin ve akıllı liberallerin diyaloglarıyla değil, ezenlerin savaşta da barışta da bitmeyen savaşına karşı, “savaşarak” kazanılacaktır. Ve bu “savaş”, tüm egemenlik biçimlerini hayatlarımızın en ücra köşelerinden çıkarana dek sürecektir…

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 3. sayısında yayımlanmıştır.

The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Rio+20: Devlet Şirket STK Pazarlığı” (1. sayfanın devamı) appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/09/29/21-yyda-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-rio20-devlet-sirket-stk-pazarligi-1-sayfanin-devami/feed/ 0