nafta – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Fri, 11 Sep 2015 14:43:25 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 ” Katliamın Ortak Yüzleri Suruç ve Iguala ” – Ece Uzun https://meydan1.org/2015/09/11/katliamin-ortak-yuzleri-suruc-ve-iguala-ece-uzun/ https://meydan1.org/2015/09/11/katliamin-ortak-yuzleri-suruc-ve-iguala-ece-uzun/#respond Fri, 11 Sep 2015 14:43:25 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/11/katliamin-ortak-yuzleri-suruc-ve-iguala-ece-uzun/ Şurası açıktır ki; bütün devletler sürdürülebilirliklerini yaptıkları katliamlara borçludurlar. Bugün Suruç’ta yaşamını yitiren 33 devrimci ile dün Meksika’da kaçırılan ve (kuvvetle muhtemel) katledilen 43 öğrenci aynı şey için öldürülmüşlerdir; devletin ve devletin taşeronlarının varlığını tehdit ettikleri için. Bu devlet ister Meksika, ister T.C olsun; bu taşeronlar ister radikal islamcı, ister uyuşturucu çeteleri olsun; devlet, devlettir; […]

The post ” Katliamın Ortak Yüzleri Suruç ve Iguala ” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Katliamın Ortak Yüzleri Suruç ve Iguala

Şurası açıktır ki; bütün devletler sürdürülebilirliklerini yaptıkları katliamlara borçludurlar. Bugün Suruç’ta yaşamını yitiren 33 devrimci ile dün Meksika’da kaçırılan ve (kuvvetle muhtemel) katledilen 43 öğrenci aynı şey için öldürülmüşlerdir; devletin ve devletin taşeronlarının varlığını tehdit ettikleri için. Bu devlet ister Meksika, ister T.C olsun; bu taşeronlar ister radikal islamcı, ister uyuşturucu çeteleri olsun; devlet, devlettir; çete çetedir! Ancak ve ancak halkın örgütlü gücüyle alt edilebilirler!

Bilhassa son 10-15 yılda yaşananlara bakılırsa Meksika ve yaşadığımız toprakların kaderinin paralel bir şekilde ilerlediğini ve hatta birçok noktada kesiştiğini görebiliriz. Aradaki binlerce kilometreye rağmen, devletlerin uyguladığı politikalar öylesine birbirine benziyor ki, bu devletlerin zulmüne uğrayan iki insan karşı karşıya gelse sadece birbirlerine bakarak bile birbirlerini anlayabilir. Kuzey Kürdistan’da verilen özgürlük mücadelesi, Kobanê Direnişi, başkanlık sistemi tartışmaları ve nihayetinde Kobanê’de yaşamın yeniden yaratılması için dayanışmaya giden 33 devrimcinin katledilmesi, yine son günlerde devletin gerilla cenazeleri üzerinden ürettiği “korku salma” politikası… Chiapas dağlarında özgürlüğü yeniden yaratan Zapatistler, devletin özellikle devrimcilere karşı kullandığı paramiliter örgütler, 43 öğrencinin kaçırılması ve “sık sık” yaşanan bu gibi kaçırılma olayları sonrasında işkence edilmiş, yakılmış cenazelerin toplu mezarlar halinde bulunması… Bütün bu olaylar karşılaştırıldığında; söz konusu halkların çektiği acıların ve verdikleri mücadelenin ortak bir hat izlediğini görürüz. Her iki devletin de son küresel kapitalist projeleri uygulama konusundaki hevesi göz önüne alındığında, bu benzerlikler daha da belirginleşiyor.

NAFTA ve Sömürgeciliğin Yeni Yüzü

1994 yılının ilk günü, Zapatistler 12.000 kişilik bir güçle, Meksika’nın Güneyindeki 3 şehri (Sen Cristobal De Las Casas, Margarita, Ocausinco) ele geçirmişlerdi. Çıkan çatışmalarda 145 kişi yaşamını yitirmiş, çok sayıda insan yaralanmıştı. Fakat 1 Ocak 1994, yalnızca Zapatistlerin zaferinin yıldönümü değil; aynı zamanda Kanada, Meksika ve Birleşik Devletler arasında imzalanan Kuzey Atlantik Serbest Ticaret Antlaşması’nın (NAFTA) da yürürlüğe girdiği gündü.

Meksika’nın bugününü anlamada NAFTA’nın özel bir yeri var. Özellikle son yıllarda uygulanan küresel kapitalist politikaların önünü açması ve buna karşı örgütlenen halk hareketlerinin sokağa yansıması bakımından bir hayli önemli. Bu anlaşma ile beraber çok uluslu şirketlerin yapboz tahtasına dönüşen Meksika’da özelleştirmeler, kemer sıkma paketleri, yerli halkların alanlarına yönelik artan tecavüzler, tarım arazilerinin gaspı ve ekolojik yıkımlar ardarda birbirini izlemeye başladı.

Sokaklar ve Dağlar

Bu son 15-20 yıl içerisindeki gelişmeler elbette sokağa da yansıdı. Artık dayanılamayacak boyuta ulaşan sömürüye karşı sokaklara çıkan ezilenler; devletin polisi, askeri ve paramiliter örgütleri ile sıkı bir çatışmaya girişti.

Dünya gündemine, adeta bomba gibi düşen 43 öğrencinin kaçırılması olayı da aslında bunlarla bağlantılıydı. Olaydan hemen önce Meksika’daki politik atmosfer bir hayli hareketliydi. Eğitim, sağlık ve petrol alanındaki özelleştirmeler, içinde öğretmenlerin, öğrencilerin, işçilerin ve köylülerin bulunduğu toplumun birçok kesimini sokağa dökmüş; birçok yerde polisle sert çatışmalar yaşanmıştı.

“Barış Süreci”

Tıpkı yaşadığımız topraklarda olduğu gibi Meksika’da da, EZLN ile devlet arasında bir “barış süreci” yaşandı. 94 yılında EZLN’nin 3 şehirden devleti çıkarmasından sonra imzalanan “barış”ın ardından başlayan süreç, devletler ve halklar arasında süren tüm barış görüşmeleri gibi hüsranla sonuçlandı. Dönemin devlet başkanı Zedillo, bir yandan görüşmelerini sürdürürken diğer yandan Marcos’u yakalatmak için bir operasyon düzenledi; fakat bu amacına ulaşamadı. Bu süreçle beraber görüşmeler tıkandı. 1996 yılında San Andres Mutabakatı imzalandı, fakat devlet mutabakatta verdiği sözlerin hiçbirini gerçekleştirmedi. Bu süreç 2001 yılına kadar, devletin oyalama taktikleri ve saldırılarıyla devam etti. 2001’de “Toprağın Rengi” yürüyüşünde 3.000 km yol kat edilerek meclise kadar gelindi. Yürüyüşe binlerce köylü ve gerillalar katıldı. Yine 2001 yılında dönemin Meksika başkanı Vincente Fox’un da oyalama taktiklerine devam etmesi üzerine, Zapatistler tek taraflı “özyönetim” ilanında bulundular.

EPR ve 43 Öğrencinin Kaçırılması

Eğitim alanındaki özelleştirmeler, özellikle 1940 yılından beri varlığını sürdüren ve Escuelas Normales Rurales’i (Türkiye’deki Köy Enstitüleri benzeri bir okul) etkiliyordu. Bu okullara özellikle kırsal alanda yaşayan yoksul çocuklar gidiyor, buradan mezun olduktan sonra da aynı okullara öğretmen olarak geri dönüyorlardı. Meksika’daki birçok devrimci örgütün kalbi olan bu okullar, bir süre sonra devlet tarafından bir tehdit olarak görülmeye başlandı. Açılan elli kadar ENR’nin sayısı, günümüzde yirminin altına kadar düştü. Okullar kimi zaman askerler tarafından boşaltılarak kapatıldı, birçok kişi katledildi. Kapatılamayan okullar ise bir yandan özelleştirmelerle, diğer yandan çetelerin yaptığı saldırılarla halen kapatılmaya çalışılıyor. Kaçırılan 43 öğrenci de bu okulların en radikallerinden biri olarak bilinen Ayotznapa ENR’sindendi. Olay günü, öğrenciler Meksika tarihinin en kanlı katliamlarından biri olarak bilinen Tlatelolco Katliamı’nın Mexico City şehrindeki anmasına gitmeye çalışıyorlardı. Öncelikle Iguala kentine gitmek üzere bir otobüse el koyan -Meksika’da özellikle gençlik hareketlerinin sık kullandığı bir yöntem- öğrenciler, kente ulaşmadan önce polis tarafından durdurularak saldırıya uğramıştı. Burada 6 öğrenci hayatını kaybederken, 25 kişi yaralanmış; polis ve onlara yardım eden çeteciler 43 öğrenciyi kaçırmışlardı. Her ne kadar elde net veriler olmasa da, bu öğrencilerin polis, çeteciler ve ordu işbirliği ile katledildiği biliniyor.

“Meksika, Başkanlık İçin Uygun Model”

T.C cumhurbaşkanı, geçen aylarda yaptığı Meksika ziyaretinin ardından, bu ülkede uygulanan başkanlık sistemini “model” olarak gördüğünü söyledi ve başkanlık derken ne kastettiğini işaret etmiş oldu: “Daha fazla güç!”. Çünkü Meksika’da neredeyse 100 yıldan beri uygulanagelen başkanlık sistemi, devlet yönetimini farklı iktidar odaklarının çatışmalarından çıkartıp gücü tek bir kişiye emanet ediyor. Bu sistemde bir başkan yardımcısı yok. Bütün bakanlar, kabine ve sekreterler, başkan tarafından belirleniyor. Başkan ayrıca federal bölge yüksek mahkeme başkanını, federal yargıçları, emniyet genel müdürünü, kuvvet komutanlarını, cumhuriyet başsavcısını, valileri, maliye bürokratlarını, diplomatları atama ve görevden alma yetkisine sahip. Ülkedeki en yüksek askeri rütbe, yine başkana ait. Hatta savaş-barışa karar verme ve müzakere süreçlerini yürütme hakkı vardır. Yasamayı ise iki meclis yapar: 500 kişilik Milletvekili Meclisi ve 200 kişilik Senato. Ancak yasaların geçerlilik tarihlerini belirleme hakkı ve kabul etmediği yasayı veto etme hakkı yine başkana aittir.

Katliamdan bugüne dek öğrencileri bulmak için yapılan çalışmalarda 60 tane toplu mezar açıldığı, bu mezarlarda da 129 kişinin cenazesine ulaşıldığı belirtilirken bunlardan hiçbirinin kaçırılan 43 öğrenciye ait olmadığı tespit edilmişti. Buradan da anlaşılacağı üzere, Meksika’da kaçırıp kaybetme yöntemi, devletin ve çetecilerin sık sık uyguladığı bir yöntemdir. Bunların en bilinen örneklerinden bir tanesi ise, 1996 yılında Zapatist köylülerin yaşadığı Chiapas’ta, 16’sı çocuk, 20’si kadın 45 Tzotzil yerlisinin kaçırılıp katledilmesi; bir diğeri ise Zapatistlerin Öteki Kampanya’sına katılan Toprağın Savunusu İçin Halklar Cephesi militanlarına saldırılması olarak gösterilebilir. Saldırıda gözaltına alınan 200 kişiden 2’si katledilmiş, 26’sı ise tecavüze uğramıştı. Ayrıca devletin ve paramiliter örgütlerin 2006’dan 2013’e kadar toplam 26.121 kişiyi kaybettiği söyleniyor.

Bu son olayla beraber hali hazırda aylardan beri sokakları terk etmeyen ezilenlerin öfkesi zirveye ulaşmıştı. Dört bir yanda yoğun çatışmalar sürerken, genel grevler birbirini izledi ve kimi devlet binaları (eyalet başkanlık sarayı gibi) ateşe verildi. Öyle ki, Ayotzpana’da oluşan bu hareket, 1994’deki Zapatist zaferinden bu yana ortaya çıkan en kalabalık ve en etkili hareket haline geldi. Eylemlere Cheran ve Zapatista gibi halk hareketlerinin yanı sıra; köylüler, öğretmenler, öğrenciler ve bunların sendikaları yoğun katılım gösterdi. Bu süreçte aktif olan birçok anarşist, “polisle çatışmaktan ve halkı galeyana getirmekten” tutuklandı. Başta anarşistler olmak üzere, toplumsal muhalefet içinde etkin olan birçok kurum ve kişiye yönelik operasyonlar ise halen devam etmekte.

Tlatelcoco Katliamı

1968 yılında Meksika, Olimpiyat Oyunlarına ev sahipliği yapıyordu. Oyunlar için yapılan harcamalar, zaten kıt kanaat geçinen halkı canından bezdirmiş; insanları sokağa dökmüştü. 2 Ekim 1968 günü, ağırlığını öğrencilerin oluşturduğu on binden fazla insan “olimpiyat istemiyoruz, devrim istiyoruz!” (no queremos olimpiadas, qu-eremos revolution!) sloganıyla bir araya gelmişti. Polisin eylemcilerin üzerine ateş açması ile beraber 300 kişi yaşamını yitirmişti. Katliam, bölge halklarının kalbine bir öfke tohumu olarak düşerken, devletin kayıtlarına ise “4 kişi öldü, 20 kişi yaralandı” olarak geçmişti.

Aradan geçen bir senenin sonunda, her ne kadar sokak hareketi durgunlaşsa da, halk kaçırılan 43 öğrencinin peşini bırakmadı. Meksika’da yaşanan bu ve bunun gibi kaçırma olayları ne ilkti, ne de son olacak gibi gözüküyor. Fakat toplumda bu saldırıların “normalleşmesi” gibi bir şey söz konusu değil. Devlet, polis ve paramiliter çeteler saldırdıkça, halk direnmeye devam ediyor ve örgütlü mücadelesini kararlılıkla sürdürüyor.

Cheran

Meksika’nın çeşitli bölgelerinde tıpkı Zapatistler gibi devletin ve çetelerin baskılarına karşı silahlanmış ve özyönetime geçmiş birçok irili ufaklı köylü topluluğu bulunuyor. Bunlardan bir tanesi de “Cheran” olarak bilinen otonom. Cheran Meksika’nın Michoagan eyaletinde, devletin, özel şirketlerin ve para-militer örgütlerin; yerli halkların topraklarını gasp etmesi ve yaşadıkları yerlerin çevresindeki ormanları katletmesi sonucunda silahlanarak isyan eden ve özyönetim ilan eden yerli halkın hareketidir.

Sonuç olarak, dünya üzerinde devletlerin yaptığı katliamlarda aktörler değişiyor; fakat senaryo aynı kalıyor. Burada değiştiren ve değiştirebilecek olan ise ancak ve ancak ezilenler oluyor. Meksika’da sokakları dolduran, Suruç sonrasında üzüntüsünü öfkeye dönüştürebilenlerin örgütlü gücü oluyor!

Ece Uzun

[email protected]

Bu yaz Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Katliamın Ortak Yüzleri Suruç ve Iguala ” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/11/katliamin-ortak-yuzleri-suruc-ve-iguala-ece-uzun/feed/ 0
“Bir Ölüm Tarlası: Juarez”- Filiz Aktaş https://meydan1.org/2013/03/12/bir-olum-tarlasi-juarez-filiz-aktas/ https://meydan1.org/2013/03/12/bir-olum-tarlasi-juarez-filiz-aktas/#respond Tue, 12 Mar 2013 11:04:57 +0000 https://test.meydan.org/2013/03/12/bir-olum-tarlasi-juarez-filiz-aktas/ Bir tarla düşünün. Üstünde çiçekler, buğday, arpa bitmeyen. Çorak, toz toprak içinde bir tarla. Ölüm tarlası. Amerika-Meksika sınırında bulunan, bir kan tarlası Juarez. Bu kente girdiğinizde çoğunlukla ne olduğunu anlamlandıramadığınız bir koku duyarsınız, ölümün kokusunu. Herhangi bir sokak başında kesik bir kol, bacak ya da kafa  görmeniz ise hiçbir zaman sıra dışı olmayacaktır. Dünyanın en […]

The post “Bir Ölüm Tarlası: Juarez”- Filiz Aktaş appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Bir tarla düşünün. Üstünde çiçekler, buğday, arpa bitmeyen. Çorak, toz toprak içinde bir tarla. Ölüm tarlası. Amerika-Meksika sınırında bulunan, bir kan tarlası Juarez.

Bu kente girdiğinizde çoğunlukla ne olduğunu anlamlandıramadığınız bir koku duyarsınız, ölümün kokusunu. Herhangi bir sokak başında kesik bir kol, bacak ya da kafa  görmeniz ise hiçbir zaman sıra dışı olmayacaktır. Dünyanın en yüksek suç oranının olduğu bu kent, aynı zamanda en büyük uyuşturucu kartellerini de barındırır. Yaşamın kıyısında, var olan herkesin sınırda yaşadığı bir yerdir aynı zamanda. İşte böyle bir kavşak noktasında bulunan Juarez’de, 1994’ten bu yana yüzlerce kadın katledildi.

Seri bir şekilde katledilen yaklaşık 500 kadının bazıları diri diri gömüldü, bazıları bir varilin içine konup yakıldı, bazıları vurularak, bazıları boğularak ya da bıçaklanarak öldürüldü. Çoğu öldürülmeden önce şiddetli işkence gördü, tecavüze uğradı. Katledilen bu kadınların cesetleri çöle, çöp konteynırlarına, kanalizasyon çukurlarına atılmış halde bulundu, hatta bazılarının cesetleri bulunamadı bile. Öldürülen bu kadınların yaşları değişiyor aralarında on yaşında çocuklar da var, aynı yaşta çocuğu olan anneler de. Çoğunun ortak noktası ise kadın olmaları ve tekstil atölyelerinde çalışıyor olmaları.

1994’te Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) ’nın imzalanmasının ardından, Juarez kentinde bir çok tekstil atölyesi açıldı. Atölyelerinin açılmasının ardından ise Juarez’de kadın cinayetleri %600 arttı.

Amerika – Meksika sınırındaki bu kent elbette büyük yatırımcılar için oldukça karlıydı. Aralarında Tommy Hilfiger, Calvin Klein, GAP gibi markalara da üretim yapan atölyelerin kurulduğu bu kentte yoksulluk oranı hala oldukça yüksek. Kentin bazı bölgelerinde hala elektrik kullanılmıyor, bazı bölgelerinde ise hiçbir altyapı yok. Yine de, atölyelerin açılmasının ardından kent, Meksika’nın başka bölgelerinden de göç alan bir çekim merkezine dönüştü. Birçok kadın ailelerinin evlerinden ayrılıp, Juarez’deki tekstil atölyelerinde çalışmaya geldi.

Kadınların sosyal hayata “iş gücü” olarak katılımı, onların cinayetlere kurban olmalarına yol açtı. Atölyelerde erkeklere nazaran daha ucuz iş gücü oldukları için yoğun olarak kadınlar istihdam edilirken, erkekler işsiz kaldı. Ekonomik kaynaklar konusunda on yıllardır devam eden bu rekabetin, maço kültürle çarpıştığı noktada çalışan kadınlar hedef alınarak katledildi. Bir yandan evinin kadını, çocuklarının anası olması beklenen kadının, kendisine biçilen bu rolü gerçekleştirmeyip çalışmak için evden ayrılması, diğer yandan ise erkeklerin hali hazırda sahip oldukları hakimiyet alanlarını kaybetmesi,  bölgedeki maço kültürün daha da agresifleşmesi ile kadınlara duyulan nefreti ve kadın cinayetlerini tetikledi.

Buna karşılık, günde yaklaşık  8-9 lira kadar bir para için 12 saat çalışan kadınlar da ucuz iş gücü olarak kullanıldığını ve en ufak “daralmada” işten ilk atılacak olduğunu bilirler. İster evde ister fabrikada olsun, kadının kapitalizm içindeki bu pozisyonu onu kullanılıp atılabilir bir özne haline getirir.

Durum böyleyken kadınların korkunç işkencelere maruz kalması, tecavüze uğraması, öldürülmesi kapitalist kültür içinde önemsiz bir ayrıntı, bir teferruattır.

Juarez ‘de yaklaşık 20 yıldır devam eden bu cinayetler, bu topraklardan da çok alışkın olduğumuz bir manzarayı ortaya koyuyor. Art arda gelen cinayetlerin ardından polis birkaç kişiyi gözaltına alıyor, sorguluyor, mahkemeye çıkarıyor, yargılıyor, suçlu buluyor, masum buluyor, hapse tıkıyor, serbest bırakıyor. Tüm bunlar birbiri ardına sıralanıyor fakat polisin de yargının da devletin de bizzat dahil olduğu bu sistematik katliam devam ederken, Juarez’in kadınları kardeşleri için, yaşamları için adalet için mücadele etmeye devam  ediyor.

1999 yılında Juarez’de kadınlar ilk defa Tecavüz ve Cinsel Saldırı Kriz Merkezi Casa Amiga’yı kurdular. Bunun ardından 2002 yılında toplumsal adalet hareketi olarak “Ni Una Mas” (Biri daha asla) kuruldu ve hem yerel hem de uluslararası anlamda Juarez’de yaşananları duyurmak ve durdurmak için çalışma yürütüyorlar.

Filiz Aktaş

The post “Bir Ölüm Tarlası: Juarez”- Filiz Aktaş appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/03/12/bir-olum-tarlasi-juarez-filiz-aktas/feed/ 0