nükleer santral projeleri – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sun, 03 May 2015 16:06:00 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Sinema: “Çernobil’de İlk Önce Yalan Patladı” – Gürşat Özdamar https://meydan1.org/2015/05/03/sinema-cernobilde-ilk-once-yalan-patladi-gursat-ozdamar/ https://meydan1.org/2015/05/03/sinema-cernobilde-ilk-once-yalan-patladi-gursat-ozdamar/#respond Sun, 03 May 2015 16:06:00 +0000 https://test.meydan.org/2015/05/03/sinema-cernobilde-ilk-once-yalan-patladi-gursat-ozdamar/ Senaryo tamam: Elektrik kesintileri, “enerjide dışa bağımlı olmaktan kurtulmalıyız” demeçleriyle başladı, ana haber bültenlerinde, tartışma programlarında ve hatta sabah kuşağında bile “böyle giderse yatırım azalır, üretim düşer, işsizlik artar, mutlaka yeni enerji gerek” konuşmaları yapıldı, tesadüfe bakın ki, program aralarında gülen, koşan, bisiklete binen mutlu çocuk yüzlerinin kullanıldığı bir nükleer santral reklamı da yayınlanır oldu, […]

The post Sinema: “Çernobil’de İlk Önce Yalan Patladı” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Sinema Masum Cumartesi filmi Çernobil’deki ilk nükleer sızıntının olduğu güne, 1986 Nisan’ına götürüyor bizi. “Radyasyonlu çay daha lezzetlidir” ya da “birazcık radyasyon iyidir” sözlerine kananların nükleer santrale karşı çıkamaması gibi, Çernobil’de yaşayanlar da devletin “çok güvenlidir, kaza yapma ihtimali sıfırdır, hiç bir tehlikesi yoktur” dediği nükleer santraldeki patlamanın, ölümcül boyutta bir radyasyon yaydığına inanmıyor ve cumartesi günlerine devam ediyor.

Senaryo tamam: Elektrik kesintileri, “enerjide dışa bağımlı olmaktan kurtulmalıyız” demeçleriyle başladı, ana haber bültenlerinde, tartışma programlarında ve hatta sabah kuşağında bile “böyle giderse yatırım azalır, üretim düşer, işsizlik artar, mutlaka yeni enerji gerek” konuşmaları yapıldı, tesadüfe bakın ki, program aralarında gülen, koşan, bisiklete binen mutlu çocuk yüzlerinin kullanıldığı bir nükleer santral reklamı da yayınlanır oldu, bu da yetmezmiş gibi aynı günlerde nükleer anlaşmasına imza atıldığı, hayırlı uğurlu olması temennilerinin haberleri yayıldı.

Karakterler de belli. Bu karakterleri canlandıran oyuncular yıllar içinde değişse de replikleri değişmiyor. Radyasyonlu çay içen bakandan, “birazcık radyasyon iyidir” diyen başbakana, kimler oynamadı ki bu filmde.

Şimdi de filmi anlatalım. “Çok güvenlidir, kaza yapma ihtimali sıfırdır, hiçbir tehlikesi yoktur” denilerek inşa edilen bir nükleer santralde başlayan sızıntı, şirket yetkililerince “üretim durursa kar da durur” denilerek gizlenir. Hükümetten gelen yetkililer de yaptıkları ölçümlerde radyasyon değerlerini normalin çok çok üzerinde bulurlar, ama onlar da, tesisin kapatılarak insanların tahliyesini gereksiz görürler. Üstelik bu patlamanın gizlenmesi konusunda onlar da hem fikirdirler. Ne de olsa nükleer en güvenli enerjidir ve bu tesisin kaza yapması imkansızdır!

Hemen bilim-kurgu demeyin, hayal ürünü demeyin, bu filmde anlatılanlar aynen oldu, 1986 yılının Nisan’ında, Çernobil’de. Okumaya devam ederseniz, nükleerin belası da aynı, şirketlerin ve devletlerin yalanları da aynı diyeceksiniz.

Hükümet/parti ve şirket temsilcilerini oluşturduğu komitenin bu gizlilik kararını konuştukları toplantıya tesadüfen tanık olan müzisyen Valery (Anton Shagin) de bu durumu kimseye söylememesi konusunda uyarılır. Ancak Valery, sevgilisi Vera (Svetlana Smirnova Marcinkevich) ile şehirden ayrılmanın iyi olacağını düşünerek hemen onun yanına gelir. Ancak o da durumun farkında değildir, nükleer sızıntısına da, patlamaya da inanmakta zorlanır. Tehlikenin boyutlarının farkında olmadığından, giydiği topuklu ayakkabının, şehirden trenle gitmek için istasyona koştukları sırada kırılması yüzünden treni kaçırırlar.

Valery, komitenin toplantısında işittikleriyle bir tehlikenin yaklaşmakta olduğunun farkındadır ama sevgilisi dahil hiç kimse günlük programlarını bozmamış, işlerine, okullarına ya da alışverişe çıkmışlardır. Bu durum Valery’yi daha da gerer. Ama yapabileceği bir şey de yoktur.

Reaktörde sızıntının ilk ortaya çıktığı anı ve sonrasında yaşanan panik anlarını anlatan V Subbotu filmi, adını Çernobil katliamının ilk yaşandığı gün olan Cumartesi gününden alıyor (film Türkçeye Masum Cumartesi olarak çevrilmiş). Alexander Mindadze’nin hem senaryosunu yazdığı hem de yönettiği film, benzer konuda yapılmış filmlerin aksine, nükleer patlamadan sonrasını değil sızıntının başlamasından itibaren ilk 36 saatlik zaman dilimini anlatmayı seçmiş. Bir anlamda nükleer kirlenmeden önce toplumsal kirlenmeye işaret etmeyi denemiş.

Çünkü Çernobil’de açığa çıkabilecek nükleer enerjinin Hiroşima’dakine denk bir radyasyon yayacağını bilmelerine rağmen, yetkililerin bu durumu gizlemesinin katliamın boyutlarını daha da artırdığı ortada. Üstelik nükleer tesisten gece boyunca çıkan kızıllığı izlemeye gelen kasabalıların, nükleer konusunda yeterince fikre sahip olmadıklarını da gösteriyor. Elbette bu konuda devletin, yıllar boyunca, nükleeri öven, onu olumlayan propagandasının ne denli başarılı olduğunun da bir göstergesi. İnsanların da nükleeri olumlu olarak içselleştirmesi yüzünden, nükleeri sorgulamamaları, bu “kaza” yüzünden cumartesi eğlencelerinden vazgeçme gereği dahi duymuyor olmaları korkunç tablonun bir diğer yönünü oluşturuyor.

Vera’nın da kırılan topuğu yüzünden yeni bir ayakkabı almak için gittiği mağazada saatlerce model ve renk seçimi yapamaması, ayakkabının dahi nükleer felaketten daha önemli olmadığı düşüncesine iyi bir örnek sahne diyebiliriz.

Filmin nükleer santraldeki sızıntının gösterildiği başlangıç sekansındaki görsellikte renkler koyu, karanlık seçilmiş, gölgeler yüzünden insan yüzleri de net görünmüyor. Daha sonra şehir hayatının anlatıldığı sekanslar ise parlak, aydınlık ve bol renkli olarak görüntülenmiş. Yine yönetmenin ve görüntü yönetmeni Oleg Mutu’nun bir tercihi olarak filmin büyük çoğunluğunda kameranın elde çekim yapmış olması yüzünden titreyen ve bitip tükenmek bilmeyen düğün sahnesinde bir yakınlaşıp bir uzaklaşan görüntüler, izleyiciyi daha da geriyor. Bu da, filmde var olmayan endişenin -hiç değilse-izleyiciye geçmesini sağlıyor. Bu duygu aktarımı için filmin başından sonuna hiç dış müziğe başvurulmamış olduğunu da hatırlatmakta fayda var.

Filmdeki kimi replikler de, bize benzeri nükleer sızıntı ya da patlamalar ilgili kimi ipuçları da verir. Valery’nin müzisyen arkadaşlarıyla şarap içtiği bir sahnede, “Diyorlar ki Byeloyarkk’da atom aktığı zaman sokaktaki insanları toplayıp kırmızı şarap içirdiler” diye bir söz geçer. Diğerleri de gene kırmızı şarabı kastederek “stronsiyumun üzerine iyi gelir”, “ilaç niyetine içelim” gibi sözler söylerler. Bu sahne, nükleer hakkında doğru bilgilerin devlet tarafından bilerek gizlendiği, halkın da nükleeri, onunla bu sahnede olduğu gibi dalga geçercesine kanıksadıkları ile ilgili iyi bir örnektir. Gerçi televizyona çıkıp herkesin gözü önünde radyasyonlu çay içen bakana, birazcık radyasyon iyidir diyen başbakana inanmamak ne mümkün. Bir de medyanın her gün yaptığı haberlere yedirdiği yalanlarını unutmamalı. Hasılı, devletlerin, şirketlerin ve medyanın yalan patlamasının ardından insanların daha neler neler yapabileceğini tahmin etmek hiç de kolay değil.

 Gürşat Özdamar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesİ’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post Sinema: “Çernobil’de İlk Önce Yalan Patladı” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/05/03/sinema-cernobilde-ilk-once-yalan-patladi-gursat-ozdamar/feed/ 0
“Çaldağı’nda KATLiAM” -Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2014/12/17/caldaginda-katliam-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2014/12/17/caldaginda-katliam-ozgur-erdogan/#respond Wed, 17 Dec 2014 19:29:58 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/17/caldaginda-katliam-ozgur-erdogan/ Yaşadığımız topraklar, özellikle son 10-15 yıldan beri, eşi görülmemiş bir saldırıyla karşı karşıya. “İlerleme”nin, “büyüme”nin, “ekonomik kalkınmanın”, daha fazla kapitalistleşmenin kuyruğuna takılıp son sürat koşmakta olan T.C devletinin ve küresel kapitalistlerin, daha fazla para – daha fazla enerji için giriştiği; aslında daha fazla kölelik – daha fazla yoksulluk – daha fazla ölüm anlamına gelen “talan […]

The post “Çaldağı’nda KATLiAM” -Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Yaşadığımız topraklar, özellikle son 10-15 yıldan beri, eşi görülmemiş bir saldırıyla karşı karşıya. “İlerleme”nin, “büyüme”nin, “ekonomik kalkınmanın”, daha fazla kapitalistleşmenin kuyruğuna takılıp son sürat koşmakta olan T.C devletinin ve küresel kapitalistlerin, daha fazla para – daha fazla enerji için giriştiği; aslında daha fazla kölelik – daha fazla yoksulluk – daha fazla ölüm anlamına gelen “talan projeleri”, kanserli hücre gibi bu toprakların her yanına dağılıyor. Gün geçmiyor ki yeni bir HES inşaatı duyulmasın, nükleer santral projeleri kaşla göz arasında kabul edilmesin, zaten bir geçerliliği olmayan ÇED raporu kaldırılmasın, kentlerdeki nefes alabilen son alanlar olan parklardaki ağaçlar gece baskınlarıyla kesilmesin ve televizyonu açarken bugün nerede maden çöktü, kaç işçi öldü haberleriyle karşılaşmaktan yüreğimiz ağzımıza gelmesin.

İşte böyle bir iklimde, Yırca köylüsünün zeytinlikleri yağmalandıktan hemen sonra internet sitelerine ve televizyonlarına bir haber düştü: “Turgutlu’nun Çaldağı bölgesine yapılmak istenen Nikel madeni için 2 milyon ağaç kesilecek.” Her ne kadar bölge insanı 2000’li yılların başından beri meseleden haberdar olup, bu konu hakkında çalışmalar yürüttüyse de; yaptıkları, muhalif ve yerel basın dışında çok karşılık bulamamıştı. Son olaylardan sonra meselenin bilinirliliğinin artmasıyla, ana akım medya, meseleyi daha fazla duymazlıktan gelemedi. Fakat ne yazık ki, 2 milyon ağacın kesilmesi gibi ciddi bir ekolojik yıkım, buz dağının yalnızca görünen yüzü. Buz dağından aşağıya doğru indiğimizde ise, belki de Çernobil faciasıyla kıyaslanabilecek boyutta başka bir ekolojik yıkımla karşı karşıya kalıyoruz.

2 Milyon Ağacın Gölgesinde Kalanlar

Çaldağı’nda yapılmak istenen şey, 750 bin metrekarelik ormanlık bir araziye, açık maden işletmesi olarak bir nikel madeni kurmak. Bu bile başlı başına bir felaketken, nikelin çıkartılmasında uygulanacak yöntem için felaket demek emin olun “iyimserlik”e denk düşüyor. Sülfürik asit liç yöntemi, dünyada henüz denenmemiş -daha doğrusu, uygulanmak istenen yerellerde halkların büyük direnişleri ile karşılaştıktan sonra denenememiş- bir yöntem.

Bu yöntemin bölgedeki canlı yaşamını, ekonomik ve sosyal yaşantıyı nasıl etkileyeceğini anlamak için, bu alanda çalışma yürüten yerellerin ortaya koyduğu verilere bakmak yeterli olacaktır: Bu açık maden işletmesinde, 15 yıl boyunca günde 8.000 ton nikel cevheri toprak delinerek, kazılarak ve patlatılarak çıkarılacak. Bu süre zarfında her gün, 24 saat boyunca ve her 3 dakikada bir, 15 tonluk bir kamyon dolusu cevher madenden tesise gönderilecek ve yaklaşık 100 milyon ton cevher 1600 dönümlük sahaya depo edilecek. Burada kullanılacak sülfürik asit liç usulu için, bölgeye yılda 1 milyon ton asit üretecek bir tesis açılacak.

Madenin Yol Açacağı Hasarlar

Peki bütün bunlar neye yol açacak? Kanserojen etkisi olan nikel tozları, bütün bir Gediz Ovası’na yayılacak. Sülfürik asit liç yönteminden kaynaklanan asit buharlaşmasından dolayı, çok geniş bir alanda asit yağmurları yağacak. Dünyanın her yerinde sadece çöllere kurulmasına izin verilen asit fabrikalarının belki de en büyüğü, Gediz Ovası’nın göbeğine kurulacak. Yapılan madencilik faaliyetinden ötürü, yeraltı ve yerüstü suları talan edilecek, geri kalanıysa kullanılamayacak derecede kirletilecek. Başta 300 bin ağaç olmak üzere, 15 yıl boyunca 2 milyon ağaç kesilecek. Açık maden olduğu için uzaydan bile seçilebilecek olan dev bir çukur açılacak. İki adet zehirli atık dağı oluşturulacak. 10 milyon ton Kükürtdioksit doğaya yayılacak… Bu liste, emin olun, daha da uzatılabilir.

Paravan Şirketler Yığını ve “Büyük Patron”a Giden Yol

Şu anda madende faaliyet yürütecek olan şirketin ismi VTG Holding. ODTÜ mezunu üç genç tarafından kurulduğu söylenen şirket, 2011 yılında, aslında madende çalışma yapma yetkisini elinde bulunduran Sardes Madencilik A.Ş’yi nasıl olduysa “madencilik sektörü” için oldukça cüzi bir miktara satın almış. Fakat işin ilginç yanı, Sardes Madencilik A.Ş’nin, bir süre önce bu topraklarda Bosphorus Nikel A.Ş olarak faaliyet yürüten İngiltere kökenli European Nickel PLC (ENK PLC) şirketi tarafından satın alınmış olması. Bahsi geçen firmaya yakından bakmak, bizi götüreceği “Büyük Patron”a ulaşmak açısından önemli. Balkanlar’da 1999 yılında, sülfürik liç yöntemiyle maden çıkarmak amacıyla kurulmuş. ENK PLC, Türkiye’de Bosphorus Nickel Madencilik, Arnavutluk’ta Adriatic Nickel Resources, Bosna Hersek’te Dinara Nickel, Kosova’da Morovo Nickel isimleri ile faaliyet yürütmektedir. Şirketin yönetici kadrosunda yer alan Sir David Logan, tanıdık bir isim. Kendisi 1997 – 2001 yılları arasında İngiltere’nin T.C Büyükelçiliği yapmış bir zat. Bu zattın, uygulanmak istendiği her yerde büyük direnişlerle karşılaşan ve uygulanamayan Sülfürik liç yönteminin bu topraklarda uygulanabilmesi için, devletle aracılık yaptığı biliniyor. Ne büyük bir tesadüftür ki, yine aynı zattın Karadeniz’deki HES katliamlarından sorumlu olan Anadolu Efes grubunun sahibi olduğu Efes Breweries International şirketinin yönetiminde -genel müdürlük de dahil olmak üzere- çeşitli pozisyonlarda yer aldığı görülüyor. ENK PLC’nin yönetim kurulundaki dikkat çekici bir diğer isim ise Paul Lush. Lush, dünyadaki en büyük maden şirketi olan ve yaptığı ekolojik yıkımlarla girdiği her yerde adından çokça söz ettiren, dünya üzerinde farklı isimlerle beraber 462 yan kuruluşu olan BHP BİLLİTON firmasının önemli şahsiyetlerinden biri.

Şirketin bugüne kadar neler yaptığına geçmeden önce, Bu şirketin ENK PLC ile ortak yanlarının olmasının ötesinde, ENK PLC’nin bu dev şirketin apaçık taşeronu olduğunu göstermek gerekiyor. BHP BİLLİTON, bir çok madeni çıkarmak için en ucuz yöntem olan sülfürik asit liç yöntemini bulan ve bunun patentini alan dünya devidir. Şirket bu yöntemi, sahibi olduğu, ortağı olduğu olduğu ya da teşvik verdiği bir çok şirketle uygulatmaya çalışmıştır. Bu şirketler, Kolombiya’da Cerro Matoso S.A., Balkanlar, Filipinler ve Finlandiya’da Talvivaara, Balkanlar ve Türkiye’de European Nickel PLC’dir. Adı geçen hiçbir ülkede bu yöntem uygulanamamış, bu topraklarda ise devletin onay vermesi ile şirket çalışmalarına başlamıştır. Ayrıca, BHP BİLLİTON’un ENK PLC ile yaptığı anlaşmada, şirkete 3.33 Milyon sterlin ödeyerek üretilecek ürünün yarısını almak ve diğer yarısı için de ilk alıcı olmak konusunda mutabakata varmışlardır. Yani bugün VTG holding adıyla bilinen şirketin asıl patronunun, bir sürü paravanın ardına saklanmış olan BHP BİLLİTON olduğunu söyleyebiliriz.

Yaşam Düşmanı Şirket: BHP BİLLİTON

BHP BİLLİTON, Avustralya kökenli bir şirket. Özellikle kömür, nikel, uranyum ve alüminyum gibi madenlerle, ayrıca petrol ve doğalgazla da ilgileniyor. Bazen bizzat kendisi, bazen de taşeronları aracılığıyla, bu rezervlerin olduğu her yere eli uzanıyor. Yaşama karşı saldırıları da şirketin büyüklüğüyle paralel olarak inanılmaz boyutlarda. Burada bir kaç örnek vermek, bu konuyu daha anlaşılır hale getirecektir. 1984 yılında Papua Yeni Gine’de, Ok Tedi Bakır Madenleri’ni işletmeye başlayan şirket, maden atıklarının toplanması için yapılması gereken barajı çeşitli bahanelerle yapmayarak, tüm atıklarını, (bugüne kadar 500 milyon tona yakın) Ok Tedi nehrine boşaltmıştır. Bu kirlilik, 50.000 insan ve 120 yerleşim yerini etkilemiş; bölge halklarının geçimini sağladığı balıkçılık ve tarımı ise adeta felce uğratmıştır. Kolombiya’da La Guajira yarımadası üzerine kurulu olan ve dünyanın neredeyse en büyük açık madeni olan Cerrejon kömür madenleri, yarımadadaki canlı yaşamını adeta silip süpürmüştür. La Guajira’daki Tabaco köyünden tüm halkı kaba kuvvetle kovan şirket, çevrede bulunan 5 ayrı köydeki insanları da, etrafa yaydığı kirlilik yüzünden göç etmeye zorlamıştır. Şirketin uranyum üretimi yaptığı bölgelerde ise, birçok radyoaktif sızıntı olduğu söylenmektedir. Şirketin iş yürüttüğü bir çok alanda, bu ve buna benzer -yazının kapsamını çok çok aşan- daha birçok vaka yaşanmıştır. (Bkz. bhpbillitonwatch.net)

Bütün bunlarla beraber, bu katil şirketlerin ellerinin uzandığı her yerde, ciddi direnişlerle karşılaştıklarını da belirtmek gerekir. European Nickel’in özellikle Sırbistan ve Arnavutluk’ta işletmek istediği fakat işletemediği madenlerin akıbetini belirleyen şey, devletlerin onlara izin vermemesi değil; bölge halklarının geri adım atmadan, kararlı direnişlerini sürdürmeleri oldu. Turgutlu’da da devlet, yapılmak istenen talana ortak olup tüm yasal izinleri bölgedeki canlı yaşamını hiçe sayarak çıkarmış, katil şirketin çalışması için uygun koşulları hazırlamıştır. Buna karşılık, burada bölge halkına ve yaşam savunucularına düşen sorumluluk; devletten ya da şirketten bir şey beklemeksizin, şirket kovulana, maden kapatılana kadar direnişlerini sürdürmek olmalı!

 

Kaynakça:
http://www.sourcewatch.org/index.php/BHP_Billiton
http://powerbase.info/index.php/BHP_Billiton
http://bhpbillitonwatch.files.wordpress.com/2012/06/carnival-of-freaks-bhp.jpg
http://www.metalurji.org.tr/dergi/dergi142/d142_3338.pdf
http://www.caldagi.com/?Bid=488876
http://www.caldagi.com/?Syf=15&cat_id=28&baslik_name=TmFzxLFsIGJpciDDp2V2cmUgZmVsYWtldGkgYmVrbGl5b3I/

The post “Çaldağı’nda KATLiAM” -Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/17/caldaginda-katliam-ozgur-erdogan/feed/ 0