orgutlenme – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Mon, 12 Nov 2018 19:09:48 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Sektörde Hizmet Sınırsız, İş Tanımsız – Genç İşçi Derneği https://meydan1.org/2018/11/12/sektorde-hizmet-sinirsiz-is-tanimsiz-genc-isci-dernegi/ https://meydan1.org/2018/11/12/sektorde-hizmet-sinirsiz-is-tanimsiz-genc-isci-dernegi/#respond Mon, 12 Nov 2018 19:09:48 +0000 https://test.meydan.org/2018/11/12/sektorde-hizmet-sinirsiz-is-tanimsiz-genc-isci-dernegi/ Beş buçuk milyonumuz kayıtlı ama kayıtsız milyonlarcasıyız. Bir işten diğerine, olmadı öbürüne koşuşturanlarız. Bir çoğumuz güvencesiz, geçici, tanımsız, vasıfsız çalışan işçileriz. Günümüzde ihtiyaçların sınırsızlaştırıldığı, her geçen gün fazlalaştırıldığı bu sistemin içerisinde ihtiyaçların giderilmesini sağlayan yegane şey hizmettir ve bizim sektörde “Hizmette Sınır Yoktur”. Hizmet sektöründe sadece müşterinin taleplerine odaklanırız. Müşterinin aradığı bir ürün tezgahlarımızda yok […]

The post Sektörde Hizmet Sınırsız, İş Tanımsız – Genç İşçi Derneği appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Beş buçuk milyonumuz kayıtlı ama kayıtsız milyonlarcasıyız. Bir işten diğerine, olmadı öbürüne koşuşturanlarız. Bir çoğumuz güvencesiz, geçici, tanımsız, vasıfsız çalışan işçileriz. Günümüzde ihtiyaçların sınırsızlaştırıldığı, her geçen gün fazlalaştırıldığı bu sistemin içerisinde ihtiyaçların giderilmesini sağlayan yegane şey hizmettir ve bizim sektörde “Hizmette Sınır Yoktur”.

Hizmet sektöründe sadece müşterinin taleplerine odaklanırız. Müşterinin aradığı bir ürün tezgahlarımızda yok mu? Depoya bakarız. Orada da mı yok? Diğer mağazalarımızı arar, bakarız. Müşteri diğer mağazaya gitmeden biz hızlıca diğer mağazalardan getirtmenin bir yolunu buluruz. Çünkü hizmette müşteri memnuniyeti önemlidir. Mesela hamburger isteyen müşteri yanına bir de mayonez sosu istedi mi? “Tabi efendim hemen getirelim”. İçine sıkmamızı mı istedi? “Tabi ki hemen sıkalım”. Tadını beğenmedi mi? Yenisi ile değiştirelim. Çünkü şirketin hizmet vizyonu her şeyden daha önemli. Şirketin imajının yükselmesi hizmetin derecesiyle orantılı. Bunu sağlamak adına bütün işleri şirketin hizmet konusunda sahada koşturarak çalıştırdığı genç işçiler yapmak zorunda. Yapmadığında patronların cevabı net; “işine gelirse…”

Çoğumuz vasıfsız bir “eleman” olarak çalışmaya başladığımız iş yerinde, yapılan işlere göre komi, garson, lobici, kasiyer, depocu, tezgahtar… oluyoruz. Satış danışmanı oluyoruz mesela. Satış yapmak üzere önce ürünü müşteriye tanıtıyoruz. Müşteri dilerse alıyor. Tanıtım işini promotör olarak yapıyoruz. Şirketin kendi bünyesinde değil de ajansa bağlı çalışıyoruz. Ajanstan yola çıkıp mağazada veya markette satılacak bir ürünün tanıtımını yapıyoruz. Hem ajansın işçisiyiz, hem mağaza veya marketin, hem de tanıttığımız ürünü üreten şirketin. Yani hepsinin işçisiyiz. Bu pozisyonda olunca üç farklı patronumuz var. Ama bir sorun çıktığında hiçbiri bizim muhatabımız değil!

Geçtiğimiz günlerde Genç İşçi Derneği’ne promotör bir arkadaşımız başvurdu. İşten çıkarıldığını, bu durumda ne yapılabileceğini sordu. Anlattıklarına göre işten çıkarılma süreci ve işten çıkarılma nedeni ise tam bir hizmet sektörü sorunsalı. Promotör olarak çalışıyorsak eğer bütün gün tanıtmamız gereken ürünün başında beklememiz gerek. Gelen geçen müşterilerin üründen -eğer deneyebileceği bir şey ise- denetip memnun kalmalarını sağlamamız gerek. Bir Promotör’ün -yani arkadaşımıza da sözlü olarak anlatılan- iş tanımı bu. Ancak çoğu zaman iş böyle olmuyor! Patronlardan birinin iş tanımı belirleyici oluyor. Derneği arayan arkadaşımız da bu sorunsalı yaşamış bir arkadaşımızdı. Hangi şirket ya da hangi patron mağazasında ya da marketinde sadece bir ürün tanıtan işçiyi ister? Onlar ister ki, biz ürünleri tanıtmaktan öte satalım ve hatta ürünün satışını arttıralım.

En çok promotör çalıştıran şirketler, pek çok kişinin de tahmin edebileceği gibi, özellikleri her geçen gün saymakla bitmeyen ve bu özelliklerin bilgisini müşteriye en yetkin şekilde tanıtabilecek kişilere ihtiyaç duyan bilgisayar şirketleridir. Derneği arayan arkadaşımız da bilgisayar satan bir şirkette ürün tanıtımı yapmak üzere işe alınmış bir promotör olarak çalışıyordu. Burada promotör olarak çalıştırılan genç işçilere ürünün tanıtımı dışında aynı zamanda satış da yaptırılıyordu. Bu satış, prim vs. denerek kotalar halinde işçilere sunulurken işçiler de artık bu gidişata dur demeye niyetleniyorlar. O süreçte Çalışma Bakanlığı müfettişleri, şirkette denetleme yapıp promotörlerin artık mağazanın kendi işçisi olması ya da işten çıkarılması yönünde tutanak tutuyor. Böylece belli teknoloji mağazalarında promotörleri işten çıkarma süreci başlıyor. Öncelikle promotörün ne iş yapacağı, 3 farklı patron muhatap olduğu için, oldukça karışık ve bir tartışma konusu. Tanıtımını yaptığı ürünü müşteri satın almak istediğinde, yine satışı promotör yapıyor. Bu durumda da promotörlerin mağazadaki satış danışmanlarından hangi yönden ayrıldığı belli bile değil. Ve aynı durum sektörün hemen her alanında geçerli. Kocaman bir belirsizlik ve iş tanımsızlığı var. Hal böyle olunca arkadaşımıza bir yandan durumu anlattık diğer yandan hukuksal anlamda bilgilendirmeler yaptık.

Belirsizliğe Karşı Örgütlenelim!

Bir mağazada, markette, fast food biriminde ya da hizmet sektörünün başka alanlarında çalışmaya başlarken sözlü veya yazılı bir sözleşme yapılması gerekiyor. Bu sözleşme, elbette kaba, yüzeysel bir okuma ile işçilere sunuluyor veya işe girmenin heyecanında olan genç işçiye okutulmuyor bile. Sözleşmeler belirli süreli iş sözleşmesi, belirsiz süreli iş sözleşmesi diye ayrılıyor. Ancak çoğunlukla belirsiz süreli iş sözleşmesi ile işe başlıyoruz. Bu sözleşmeler içerisinde esnek çalışmaya ayrılmış bölümler, fazla mesaiye ayrılmış bölümler var. Bu bölümler yapacağımız işi hangi zaman dilimlerinde yapacağımızı belirsizleştiriliyor. Ayrıca “Sözleşmede yazılı olmayan hususlarda şirketimiz genel kuralları geçerlidir.” gibi ibareler, yapılacak işi daha da belirsizleştiriyor. Reyoncu olarak işe başvurup depoda çalışıp akşam geç saatlerde depoya gelecek malların sevkiyatını da yapabiliriz. Market reyonunda çalışırken aynı zamanda hem kasaya hem reyona hem depoya bakabiliriz. Yani belirsiz süreli iş sözleşmesinde belirsiz olan sadece işin sona ereceği zaman değil. İşin kendisi de iyice belirsiz hale getiriliyor.

Hukuki Durum Nasıl?

İş sözleşmesi, kanuni tanımında bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (patron) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. İş sözleşmesinde işçinin hangi işleri yerine getirmeyi kabul ettiği de yazılı olmalıdır. Bu nedenle işçinin, bu tanımlar dışında iş yapmak gibi bir zorunluluğu da bulunmamaktadır. İşçi, iş sözleşmesi dışında kendisinden yapılmasını istenen işleri yapmadığı için işten çıkartılamaz, çıkartılırsa çeşitli tazminat hakları gündeme gelecektir.

Yazılı sözleşme yapılmayan hallerde de işçi kendisine söylenen her şeyi yapmak zorunda değildir. Patron, işçiye en geç iki ay içinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık çalışma süresini, temel ücreti ve varsa ücret ekleri gibi hususları gösteren yazılı bir belge vermekle yükümlüdür. Bu belgenin verilmediği durumda da işçi işiyle bağdaşmayan işleri yapmak zorunda değildir.

Sorunları Çözmek İçin Örgütlenelim!

Geleceğimizi artık patronların belirli-belirsiz sömürü sözleşmelerine bırakmama zamanı geldi de geçiyor bile. Genç İşçi Derneği olarak, gençlerin geleceğini çalan patronların karşısında “Genç İşçiler Örgütlü Güçlü” sloganıyla yol alıyoruz, sorunlarımızı birlikte çözmek için işçi arkadaşlarımızı örgütlenmeye çağırıyoruz.

Genç İşçi Derneği

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 47. sayısında yayınlanmıştır.

The post Sektörde Hizmet Sınırsız, İş Tanımsız – Genç İşçi Derneği appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/11/12/sektorde-hizmet-sinirsiz-is-tanimsiz-genc-isci-dernegi/feed/ 0
İşte Kriz: 6.000.000 İşsiz – Halil Çelik https://meydan1.org/2018/11/08/iste-kriz-6-000-000-issiz-halil-celik/ https://meydan1.org/2018/11/08/iste-kriz-6-000-000-issiz-halil-celik/#respond Thu, 08 Nov 2018 17:31:10 +0000 https://test.meydan.org/2018/11/08/iste-kriz-6-000-000-issiz-halil-celik/ Kriz tamtamları çalıyor: “Kriz gelecek!”, “Kriz Teğet Geçecek!”, “Kriz geldi!”, “Kriz var mı yok mu?”, “Kriz varsa sonucu ne olacak?”, “Krizin bize etkisi nedir?”… İki yıldan fazla bir süredir hep aynı şeyi duyuyoruz; konuşuyoruz; tartışıyoruz. Ancak şimdi hepimizin varlığını çok net bir şekilde hissettiği KRİZ’i yaşamaya başladık. Kriz bir iktisat tanımı olmak ile beraber ezilenler […]

The post İşte Kriz: 6.000.000 İşsiz – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Kriz tamtamları çalıyor: “Kriz gelecek!”, “Kriz Teğet Geçecek!”, “Kriz geldi!”, “Kriz var mı yok mu?”, “Kriz varsa sonucu ne olacak?”, “Krizin bize etkisi nedir?”… İki yıldan fazla bir süredir hep aynı şeyi duyuyoruz; konuşuyoruz; tartışıyoruz. Ancak şimdi hepimizin varlığını çok net bir şekilde hissettiği KRİZ’i yaşamaya başladık. Kriz bir iktisat tanımı olmak ile beraber ezilenler tarafından denklemleri anlaşılmaz kılınan, devletin diğer dönemlere göre farklı bir ekonomi politikası güttüğü veya gütmek zorunda kaldığı bir süreçtir. Bir devletin ekonomisinin dünya ekonomisi denen piyasada durgunlaşmasıyla veya şahit olduğumuz gibi çok ciddi bir şekilde gerilemesiyle oluşan -veya oluşturulan- ekonomik yaşayamama halidir. Devletler için kriz, siyasi sebeplere, devlet iktidarına sahip olanların kişisel hırslarına, yakın veya uzak coğrafyalardaki savaşlara, devletin hükmettiği coğrafyaların şirketler için yatırım yapılamayacak kadar “güvensiz” bir yer halini almasına kadar bağlanabilir. İş işten geçmiş olsun veya olmasın uzun uzadıya bu sebepler araştırılır, tartıştırılır. İki yıl diyoruz ya daha da fazla bir zamandır televizyonlarda, gazetelerde kriz konusu çeşitli şekillerde konuşuldu, tartışıldı, yazıldı, çizildi. Şimdi artık yaşıyoruz. Her ne kadar devlet cephesinden konuşanlar “kriz mıriz yok, sakın ha bunlara aldırmayın” dese de artık kriz çalıştığımız iş yerinde, bindiğimiz metrobüste, yürüdüğümüz yollarda, evimizin içinde, her an bizimle.

İflas Ertelemenin Adı Konkordato Oldu

Yaşadığımız krizi öncekilerden ayıran en önemli özellik devlet iktidarını elinde bulunduranlar ile beraber onları destekleyenlerin krizin olmadığını söyleyerek kendi kendilerini kandırmalarıdır. Kriz ile ilgili her şeyi devlet, bypass yöntemi ile farklı bir yoldan göstermeye çalışıyor. Ekonomistlerin çok uzun bir zamandır yaptığı analizler, geleceğe dair tahminler, hükümetin hep başka bir yerden alıp tıkanıklığı aşma şeklindeki yöntemi ile boşa düşüyordu. Artık bugün hükümetin bypass yapacak kaynağı kalmadığı için şirketler tamamen batma aşamasına geldi. Devletleri krizden kurtaracak olanlar yatırım yapacak şirketler iken bugün bu şirketler de bir bir iflas ediyor. Her ne kadar OHAL dönemi KHK’ları ile artık şirketlerin iflas ertelemeleri konkordato yöntemine bağlanmış olsa da iflas kaçınılmaz oluyor. Ancak iflas erteleme yasaklandığı için uygulanan konkordato yöntemi de devletin başına bela olmaya başlıyor. Her güne yeni bir konkordato ile uyanıyoruz.

Yıl Sonunda Konkordato 10.000’i Bulacak

Hangi şirketlerin konkordato ilan ettiği veya edeceğine kapitalistler in açısından tahmin etmesi zor olmamakla beraber şaşırtıcı da olmuyor. Ancak ezilenler için durum farklı. Her konkordato bizler için “Vaay o da mı battı?” denecek düzeyde. Mesela Yörsan Gıda var yakın zamanda konkordato ilan edenler arasında. Yörsan’ı boykot süreçlerinden biliriz. 2007 yılının sonunda Balıkesir Susurluk’ta süt ve süt ürünleri üreten Yörsan fabrikasında 400 işçiyi sendikalı olduğu için işten çıkaran Yörsan’a karşı işçiler büyük bir direniş başlatmıştı. İşçilerin direnişi toplumsallaşmış, her kesimden insanın dayanışmasıyla Yörsan’a karşı bir boykot örgütlenmiş ve direniş kazanmıştı. Yine konkordato ilan eden şirketler arasında Yeşil Kundura, Beta Ayakkabı, Hotic gibi ayakkabı üreten şirketlerin yanı sıra 50 yıllık ambalaj üreticisi Eminiş Ambalaj, inşaat sektöründe yarım asra yakın bir süredir faaliyet gösteren Ankara merkezli Aker İnşaat, Fikirtepe ve Kartal’da kentsel dönüşüm ihalesi alan Ceylan İnşaat ile beraber 200’e yakın inşaat şirketi yer alıyor. Binlerce şirket konkordato ilan etmiş durumda. Sadece geçtiğimiz ekim ayında konkordato ilan ederek mahkemeye başvuran şirket sayısının yüze yakın olduğunu kaydeden araştırmalara göre, ağustos ayından bu yana konkordato başvuru sayısı 3000 civarında. Yıl sonuna kadar ise konkordato ilan etmiş olan şirket sayısının 10.000 civarında olması bekleniyor.


İşçiler İşsiz Kalıyor

Konkordato ilan eden şirketlerde ezilenler açısından en önemli mesele, işçi alacaklarının ödenmemesi oluyor. Şirketler, bırakın işçilerin tazminatlarını, çıplak ücretlerini dahi ödemeden konkordato ilan ediyor. Şirket, işçiye iflası öne sürüp ödeme yapılamayacağını söyleyerek işçilerin alacaklarının üstüne yatıyor. İşçi hem alacaklarını alamamış hem de işsiz kalmış oluyor. Bu durum çoğu şirkette böyle yaşanıyor. İŞKUR tarafından en son açıklanan Eylül 2018 dönemi verileriyle, işsizliğin aldığı boyut gözler önüne serilmiş oluyor. Ağustos 2018’de 2 milyon 752 olan kayıtlı işsiz sayısı bir ayda 381 bin artarak Eylül 2018 döneminde 3 milyon 133 bine ulaştı. Eylül 2017 döneminde 2 milyon 575 bin olan kayıtlı işsiz sayısı, Eylül 2018’de 558 bin artmış oldu.

Kayıtlı işçilerde bile göze çarpan bu yüksek oran, işsizliğin aldığı boyutu gösteriyor. Yine TÜİK verilerine dayanarak yaptığı incelemede DİSK-AR (DİSK – Araştırma Dairesi) geniş tanımlı işsizlik sayısı olarak gerçek işsiz sayısını 6.3 milyon olarak hesapladığını açıkladı.

Kriz Ezilenlerin Yaşamına Mal Oldu

Yani 6 milyondan fazla insanın işsiz olduğu bir krizi yaşıyoruz. Devletler için kriz bir ekonomi politikası veya politikasızlık anlamına gelirken ezilenler bunu yaşamın her anında hissetmek zorunda kalıyor. İşsiz olmak sadece herhangi bir yerde çalışıp emeğini satamamak anlamı taşımıyor. İşsiz kalmanın tabi ki en başta ekonomik etkilerini yaşayan ezilenler, bu durumun bireysel psikolojik etkileri ve toplumsal etkileri ile boğuşmak zorunda kalıyorlar. İşsizlik kadın, erkek, genç, tüm işçiler için yaşamın her alanında tek başlarına altından kalkılamayacak ağır bir yüke dönüşüyor. Yükü kaldıramayan binlerce ezilen sayısız sorunla boğuşuyor. 15 yıl boyunca inşaatlarda çalışıp da işsiz kalan Sıtkı Aydoğmuş’un TBMM önünde bedenini ateşe vermesi, üniversitenin coğrafya bölümünden mezun olup iş bulamayan İbrahim Yeşilbağ’ın işsizlik yüzünden intiharı, İsmail Devrim’in “Çocuğuma okul pantolonu bile alamıyorsam yaşamamın ne anlamı var?” diyerek intihar etmesi ezilenlerin bu yükü kaldıramadığının en açık göstergelerindendir. İşsizliğin ezilenleri intihara kadar sürüklemesi her ne kadar manipüle edilerek yok sayılmak istense de son aylarda oldukça ciddi boyut almış durumdadır. Devletlerin siyasi veya ekonomik çıkarlarının çatışması sonucu yaşadığımız sürecin faturasını ezilenler, işçi olsalar da işsiz olsalar da kanlarıyla canlarıyla ödemek zorunda kalıyor.

Devlet Krizi Atlatır

Ekonomik krizlerden kurtulmanın yollarını devletler iyi bilirler. Daha önce defalarca yaşamışlardır. Mesela 2001’de “Kara Çarşamba” olarak bilinen ekonomik kriz, coğrafyamızda yaşanmış büyük krizlerden biridir. Şubat 2001’de hiç öngörülmedik bir şekilde ekonomik daralmalar yaşanmış, ihracat azalmış hatta tamamen bitme noktasına gelmişti. Hatta dönemin başbakanı Bülent Ecevit, “Ülkede kriz var” açıklamasıyla dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile MGK toplantısında gerginlik yaşamış ve TL dünya para piyasasında resmen dibi görmüş, piyasalar alt üst olmuştu. Çözüm olarak ne mi yapılmıştı? Devlet ekonomisi Kemal Derviş’e teslim edilmiş, o da devletin ekonomisini rayına sokmuştu. Şu an devlet iktidarını ellerinde bulunduranların da yine bu 2001 krizinin sonucunda ortaya çıkarak devlet iktidarını aldıkları düşünülür. Şu an yaşadığımız kriz, 2001 krizi gibi öngörülemez değildi elbette ve bu süreçte devletin yönetim biçimi de değişiklik gösterdi. Ancak yine de devlet iktidarını elinde bulunduranlar “kriz var” diyemediler diyemiyorlar. Bugün devletin yaşadığı ekonomik ve siyasi krizin Kemal Derviş’i olarak McKinsey görülmüş ve şirketle anlaşmaya varılmışsa da hakkında çeşitli yorumlar yapılabilecek şekilde bu anlaşma bir anda bozulmuştu. Eskiyen “yeni ekonomik plan”ların yenilerini, onun da eskimesi durumunda ise yine yeniden yenilerini yapacaktır devlet yetkilileri!

Ezilenler Örgütlenmek Zorundadır

Devletin krize yaklaşımını değerlendirmek bir kenara, ezilenler için krizin devletsi denklemleri sohbet konusu olmaktan öteye gidebilecek bir nitelikte değildir. Bir kesim, devletin ve devletin başkanı Tayyip Erdoğan’ın sözüne bakarak ekonomik yaşamın gerçekliğine gözlerini kapatırken geriye kalanlar bu krize karşı koyamamanın çaresizliğini yaşamak zorunda kalıyorlar. Çaresizlik içerisindeki ezilenler bireysel kurtuluş yolları ile süreci kotarmanın derdiyle ve iş bulabilme umuduyla bir başka coğrafyada göçmen olmayı kurtuluş olarak görebiliyor. Ezilenlerin işçi olarak çalıştıkları şirketlerdeki pozisyonu; şirketi ayakta tutan, işlemesini sağlayan temel işleri yapmasıdır. Bu işi yaparken de emeğinin ücreti patronun kıstasları ile belirlenir. Emeğini satan ve işsiz kalmadan önce toplumsal işleyişte rolü bu şekilde belirlenmiş olan ezilenlerin, tekrar eski pozisyonunu kazanmak için ısrar etmesi elbette düşünülemez. Aslolan, öz örgütlülükle bir araya gelişlerin birer umut ışığı olmasıdır. İşsiz kalan ezilenler için yaşam, gündelik market ihtiyaçlarını dahi karşılayamamaya evrilmiş durumdadır. Bu sebeple yaşamın gündelik işleyişine müdahil olabilecek bir örgütlülük şarttır. Kapitalizmin dayattığı üretim dağıtım ve tüketim ağında bir gedik açmayı hedefleyen komün, kolektif ve kooperatifler ezilenlerin yaşamının paylaşma ve dayanışma temelinde dönüşümünde önemli rollere sahiptir. Krizin yaşamsal etkilerine karşı, bireysel kaçış/kurtulma stratejilerinden ziyade bir araya gelerek böylesi kolektif örgütlenmelerdir ihtiyacımız olan.

Halil Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 47. sayısında yayınlanmıştır.

The post İşte Kriz: 6.000.000 İşsiz – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/11/08/iste-kriz-6-000-000-issiz-halil-celik/feed/ 0
Yaşamın Yeniden Yaratılması https://meydan1.org/2017/11/02/yasamin-yeniden-yaratilmasi/ https://meydan1.org/2017/11/02/yasamin-yeniden-yaratilmasi/#respond Thu, 02 Nov 2017 09:42:24 +0000 https://test.meydan.org/2017/11/02/yasamin-yeniden-yaratilmasi/   Yaşamın Yeniden Yaratılması Bütün dünyada devam etmekte olan çok boyutlu bir hareketin içerisindeyiz. Bu çok boyutlu hareket, insanları ya sistemin içerisine çekmekte ya da bu durumu kabullenmeyenleri sistemin dışına itmektedir. Sadece içerisinde yaşadığımız coğrafyada artık mevcut işleyişin ismi haline gelen OHAL’de olduğumuzdan dolayı değil. Bir eskimişlik bizi rahatsız eden şey. Eski yapıların yetmediğini anlamakla, […]

The post Yaşamın Yeniden Yaratılması appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

Yaşamın Yeniden Yaratılması

Bütün dünyada devam etmekte olan çok boyutlu bir hareketin içerisindeyiz. Bu çok boyutlu hareket, insanları ya sistemin içerisine çekmekte ya da bu durumu kabullenmeyenleri sistemin dışına itmektedir.

Sadece içerisinde yaşadığımız coğrafyada artık mevcut işleyişin ismi haline gelen OHAL’de olduğumuzdan dolayı değil. Bir eskimişlik bizi rahatsız eden şey. Eski yapıların yetmediğini anlamakla, bu yapılar olmadan hareket edemeyecek olma dayatmasının arasındayız.

Sadece siyasal sistem değil, toplumsal yapılar, ideolojik meşruiyetler, yaşamsal gerçekler değil değişen. Tüm bunların ortasında bulunan bizler de sığamıyoruz artık bu eski yapılara.

İhtiyacımız olan şey, cesaret. Eskiyenin yerine yenisini yapmak cesareti. Hem Bakunin’in söylediği gibi yıkmak yaratmak olduğu için, hem de Durruti’nin söylediği gibi yıkıntılardan korkmadığımız için…

Tutsak Değiliz, Mecbur Değiliz

Ekonomik tutsak/mecbur değiliz. Sadece çalışmaya değil, çalışırken katledilmeye zorlayan bir ekonomik sistemin, bireyleri sömürmeye odaklı büyük fabrikanın zoraki işçileri değiliz. Daha fazla kar uğruna katleden patronların, bizleri katlettikçe zenginleşen şirketlerin tutsağı değiliz.

Enerjimizle, emeğimizle, saatlerimizle ve yaşamlarımızla beslenen kapitalizmi beslemeye mecbur değiliz. İktidarın bize dayattığı “bitmeyen tüketim arzusu”na karşı, kolektif üretim-tüketim ağlarımızı yaratabilir; bizlere dayatılan kapitalist sömürüyü yok edebiliriz.

Toplumsal tutsak/mecbur değiliz. Her geçen gün yaşamlarımız siyasal iktidarın toplumu muhafazakarlaştırma politikalarıyla dönüştürülmeye çalışılırken, içinde beraber yaşadığımız büyük ilişki bize dayatmalara dönüştüyse, bu döngünün bir parçası olmak zorunda değiliz.

İktidarın belli zamanlarda -kendi çıkarları doğrultusunda- değiştirdiği, devlete uygun birey yetiştirme süreçleri olan okullarına, az ve yanlış bilgiyi çaktırmadan yerleştiren bir işleyişe, eğitim sistemlerine mecbur değiliz. Öğreten-öğrenen hiyerarşisi olmaksızın, iktidarın değil yaşamın bilgisini özgürce paylaşabiliriz.

Yaşamsal tutsak/mecbur değiliz. Tüm yaşam alanlarımız erkek egemenliğinin baskısıyla şekillendirilir, erk’in nefreti hem bedenlerimizi hem yaşamlarımızı hedef alırken bizler de bu egemenliğin tutsağı haline getirilmek isteniyoruz. Nefret ve bu nefretin getirdiği şiddet türlü bahanelerle normalleştirilirken erkek egemenler tarafından kimi zaman kimliksizleştirilmek isteniyoruz, kimi zaman katlediliyoruz.

Yaşamlarımız iktidarın baskısıyla şekilden şekle sokulurken, yaşam alanlarımız her geçen gün kapitalizm ve devlet arasında paylaşılırken, düşüncelerimizi gerçekleştirebileceğimiz alanlarımız ellerimizden alınıyor. Yaşam alanlarımız devlet-şirket işbirliğiyle talan ediliyor, düşündüklerimizi eylediğimiz sokaklar türlü bahanelerle bizlere kapatılmak isteniyor. İktidarın baskısı ve bitmek bilmeyen saldırılarıyla yaşamlarımız çalınıyor.

Ancak bizler bu yaşamsal tutsaklığa mecbur değiliz. İktidarın ve erkek egemenliğinin nefretini de şiddetini de kendi ellerimizle durdurabiliriz. Erk’ten beslenen ve yine bu erk’i büyüten nefreti, şiddeti ve erkek egemen tüm politik/yaşamsal dayatmaları kendi irademizle, kendi benliğimizle ve kendi gücümüzle yıkabiliriz. Yaşam alanlarımızın talan edilmesine, yaşamlarımızın gasp edilmesine karşı direnerek, özgür bir yaşamı kendi ellerimizle yaratabiliriz.

Politik tutsak/mecbur değiliz. Sadece iktidarın siyasetine değil, iktidarın iktidarlı muhalefetlerine, siyasal çarkları tekrar tekrar döndürmekten başka işlevi olmayan partili devletli siyasete tutsak değiliz. Devletin kendinden olmayanı türlü gerekçelerle kapattığı, devrimci iradeleri hapishanelerle teslim almak istediği politik baskının tutsağı değiliz.

İktidarın politikasına ters düştüğümüzden, ezilenlerin siyasetini benimsediğimizden dolayı maruz kaldığımız yaptırımlarla irademizi tutsak aldığını düşünen iktidara mecbur değiliz. Devlet, adalete ve özgürlüğe olan açlığımızı bizleri hapsederek bastırmak istese de maruz bırakılmak istendiğimiz tutsaklıktan özgürleşebiliriz. Bedenlerimizi kapatarak düşüncelerimizi de yok edebileceğini sananlara, beton duvarlarla bizleri yıldırmak isteyenlere karşı bulunduğumuz her yerde, her bir hapishanenin her bir hücresinde, mücadelemize olan inancımızla direndikçe özgürleşebiliriz.

İdeolojik tutsak/mecbur değiliz. Siyasi iktidarın her geçen gün artan ideolojik baskısını, 15 Temmuz siyasetini, başkanlık tartışmalarını, siyasal iktidarın bizleri iradesizleştirme çabalarını düşünsel olarak sahiplenmek zorunda değiliz. Yarattığı suni “gündem”lerle gündemimizi belirleyen, tüm siyasal süreci kendi çıkarı doğrultusunda şekillendiren iktidarın ideolojisine tutsak değiliz.

Bizler iktidarın tutsağı değiliz; çünkü bu sistemi yıkmanın yaratmak olduğunu bilen bireyleriz.

Özgürüz

Bizler ekonomik ve yaşamsal sömürünün, insan merkezcil aklın, erkek egemenliğinin, kapitalizmin, devletin ve iktidarlı hiçbir ilişki biçiminin sürdürücüsü değiliz. Çünkü özgür yaşamın ancak iktidarı topyekûn yok etmekle mümkün olduğunu biliyoruz.

Bunun için iktidarların yaratıcısı olduğu sayısız yıkıma, talana, katliama ve bitmek bilmeyen sömürüye karşı özgürlüğü düşlemeliyiz.

Ekonomik sömürünün, nefretin ve şiddetin olmadığı, iktidarın sürekli olarak artan baskısına ve manipülasyonuna karşı bilginin özgürce paylaşıldığı/paylaşarak çoğaldığı, kimsenin kimse üzerinde tahakküm kurmadığı, iktidarın tutsaklığına karşı özgürlüğün inşa edildiği ve yaşandığı alanlarımızı yaratmalıyız. İktidarın tutsaklığını yıkmalı, özgürlüğü yaratmalıyız. Düşlediğimizi artık eylemeliyiz çünkü yaşamlarımızı ancak bu şekilde dönüştürebiliriz.

Özgür ve adil olan yeni bir dünyayı kendi ellerimizle yaratabilmek ve maruz bırakıldığımız tüm tutsaklıklardan kurtulabilmek için şimdi anarşizmde örgütlenmeliyiz.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. Sayısında Yayınlanmıştır

 

The post Yaşamın Yeniden Yaratılması appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/11/02/yasamin-yeniden-yaratilmasi/feed/ 0
Korkun Patronlar Genç İşçiler Örgütleniyor https://meydan1.org/2016/06/19/korkun-patronlar-genc-isciler-orgutleniyor-2/ https://meydan1.org/2016/06/19/korkun-patronlar-genc-isciler-orgutleniyor-2/#respond Sun, 19 Jun 2016 16:53:29 +0000 https://test.meydan.org/2016/06/19/korkun-patronlar-genc-isciler-orgutleniyor-2/ Hizmet Sektörü Nedir? Işıl ışıl aydınlatması, ihtişamlı görüntüsü ve yüksek tavanlarıyla müşterisini kendine çeken AVM’ler. Onların içerisinde farklı tasarımlarda, farklı müşteri potansiyeline uygun kafeler, restoranlar, mağazalar… Sadece AVM’lerde değil; bazen büyük bir cadde üstünde, bazense tenha bir sokaktadır alışveriş yapılacak, oturup sohbet edilecek dükkanlar. Dükkanların içerisinde de oradan oraya koşturan işçiler. Fabrikada, atölyede, toprakta çalışan […]

The post Korkun Patronlar Genç İşçiler Örgütleniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Hizmet Sektörü Nedir?

Işıl ışıl aydınlatması, ihtişamlı görüntüsü ve yüksek tavanlarıyla müşterisini kendine çeken AVM’ler. Onların içerisinde farklı tasarımlarda, farklı müşteri potansiyeline uygun kafeler, restoranlar, mağazalar… Sadece AVM’lerde değil; bazen büyük bir cadde üstünde, bazense tenha bir sokaktadır alışveriş yapılacak, oturup sohbet edilecek dükkanlar. Dükkanların içerisinde de oradan oraya koşturan işçiler.

Fabrikada, atölyede, toprakta çalışan üretim sektörü işçisine karşılık; hizmet sektöründe elle tutulur bir üretim yapmaksızın, başka bir bireye hizmet verilir. Bu hizmeti veren işçinin pozisyonu; servis elemanı, kurye, tezgahtar, temizlikçi hatta anketör olarak değişse bile, aslında hepsi hizmet sektörü işçileridir.

Hizmet Sektöründe Kimler Çalışıyor?

“Genç, dinamik, prezantable ekip arkadaşları arıyoruz.” Bu cümleyi duymayanımız ya da çeşitli eleman sayfalarındaki “vasıfsız eleman” köşelerinde görmeyenimiz yoktur. Çünkü genç, dinamik ve prezantable olmak için tahsil görmüş ve bir işte uzmanlaşmış olmaya gerek yoktur. Müşteriye daha iyi hizmet verebilmek için tercih edilen genç işçiler ise en kolay girebilecekleri sektör olduğundan, hizmet sektöründe çalışırlar.

Çoğunluğu genç olduğundan, işçi sirkülasyonu oldukça fazladır. Bunun nedeni, hizmet sektörü işçisi gençlerin, genellikle yaz tatillerini değerlendirmek ya da okul ile birlikte yarı zamanlı çalışıp harçlıklarını çıkartmak için çalışmasıdır. Böylelikle çalışmakta olan genç işçi -sınav döneminin yaklaşması gibi- kendisiyle ilgili bir durumda ya da işyerinde yaşadığı herhangi bir sıkıntı karşısında kolayca işten çıkabilir ve kısa süre sonra başka bir işe girebilir. Bu durum da hizmet sektörünü “geçici” bir sektör olarak tanımlar.

Sömürü Düzeni

Geçici olarak görülen bir sektör, yani işçilerinin sürekli değiştiği bir sektör de tabi ki patron tarafından olumsuz olarak görülmüyor. İşçilerin sürekli değişmesi demek; kıdemsizlik demek, sendikasızlık demek, hatta işçi tarafından işyerindeki sorunların önemsenmemesi demektir.

Sektör geçici olsa da, sömürü kalıcı olmaya devam etmektedir. AVM’ler gibi sömürünün kalıcı olarak var olduğu alanlar ise dışardan bakıldığında “kusursuz” düzenlenmiştir. Her şey rahatça alışveriş yapabilmek için tasarlanmıştır; bu tasarım, hızlı ve sorunsuz bir şekilde işlemektedir. Oysa ışıltılı bir AVM, orada çalışan bir hizmet sektörü işçisi için bir çirkinlik abidesidir, çünkü o ihtişamlı görüntü bir AVM’nin bacasız bir fabrika olduğu gerçeğini asla örtemez. Bir fabrika işçisi kadar sömürülen hizmet sektörü işçileri, esnek çalışma saatleri ile yoğun bir tempoda çalıştırılır. Ekipler halinde çalışılan bu sektörde, taciz ve mobbing kimi zaman hat safhaya ulaşır ve işçilerin çalışma şartları zorlaşır. Maaşların geç ödenmesi, mesai ücretlerinin yatırılmaması gibi problemler olağanlaşmış, sektörün olmazsa olmaz sıkıntısı haline gelmiştir.

Meydan Gazetesi- korkun Genç İşçiler Örgütleniyor

GİDER’de Örgütlen!

Biz genç işçiler, her gün bu sıkıntılara maruz kalıyoruz ve bu sıkıntıları kendi aramızda kulaktan kulağa  konuşarak sineye çekiyoruz. Artık vakit, yaşadığımız bu adaletsizlikleri kulaktan kulağa değil; öfkeyle haykırmanın vaktidir. Tıpkı bundan birkaç yıl önce Kafe Kafka İşçileri’nin esnek çalışma saatlerine ve kötü çalıştırılma koşullarına karşı verdiği mücadelede olduğu gibi. O gün, Kafe Kafka işçilerinin, genç işçiler olarak verdiği örgütlü mücadele nasıl ki patronlara geri adım attırdıysa, bugün de her genç işçi örgütlenerek duracak adaletsizliklerin karşısında. Patronlar, müdürler, şefler ya da bir statü üstte olan herkes korksun artık genç işçilerden. Çünkü artık genç işçiler tek başlarına değiller. Genç İşçiler Derneklerini Kuruyor, Genç İşçi Derneği (GİDER) Örgütlenmeye Çağırıyor!

– Genç İşçi Derneği – 

Bu yaz Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Korkun Patronlar Genç İşçiler Örgütleniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/06/19/korkun-patronlar-genc-isciler-orgutleniyor-2/feed/ 0
Onları Yaşatmak Şantiyelerde Örgütlenmektir https://meydan1.org/2015/12/19/onlari-yasatmak-santiyelerde-orgutlenmektir/ https://meydan1.org/2015/12/19/onlari-yasatmak-santiyelerde-orgutlenmektir/#respond Sat, 19 Dec 2015 00:09:21 +0000 https://test.meydan.org/2015/12/19/onlari-yasatmak-santiyelerde-orgutlenmektir/ Tekin Arslan, Serdar Ben, Erol Ekici, Tayfun Benol, İsmail Kızılçay, Gazi Güray Ankara Katliamı’nda yaşamını yitirdi. Yoldaşlarını, mücadele arkadaşlarını yitirmenin tarifsiz acısıyla mücadeleyi kaldığı yerden sürdüren İnşaat İşçileri Sendikası’ndan Remzi Yılmaz, Halil Çelik ve Yunus Özgür ile İnşaat İş’in mücadelesini konuştuk. Meydan Gazetesi: Ankara Katliamı’ndan bu yana neredeyse iki ay kadar bir zaman geçti. 103 […]

The post Onları Yaşatmak Şantiyelerde Örgütlenmektir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

inşaatiş

Tekin Arslan, Serdar Ben, Erol Ekici, Tayfun Benol, İsmail Kızılçay, Gazi Güray Ankara Katliamı’nda yaşamını yitirdi. Yoldaşlarını, mücadele arkadaşlarını yitirmenin tarifsiz acısıyla mücadeleyi kaldığı yerden sürdüren İnşaat İşçileri Sendikası’ndan Remzi Yılmaz, Halil Çelik ve Yunus Özgür ile İnşaat İş’in mücadelesini konuştuk.

Meydan Gazetesi: Ankara Katliamı’ndan bu yana neredeyse iki ay kadar bir zaman geçti. 103 insanın yaşamını yitirdiği katliamın etkileri hala daha sürüyor. Sizler de İnşaat İşçileri Sendikası olarak 6 arkadaşınızı, dostunuzu, yoldaşınızı kaybettiniz. İnşaat-İş Ankara Katliamı’ndan nasıl etkilendi kısaca anlatır mısınız?

Remzi YILMAZ: Öncelikle Ankara Katliamı mücadele eden, barış isteyen insanları hedefledi ve çok değerli arkadaşlarımızı, yoldaşlarımızı aldılar bizden alçaklar. Katliamdan sonra, toparlanma sürecini çevremizdeki dostlarımızın, inşaat işçisi arkadaşlarımızın daha da kenetlenmiş haliye, onların desteğiyle güçlü ve hızlı bir şekilde atlattık. Dolayısıyla hayatını kaybetmiş olan,aktif olarak çalışan arkadaşlarımızın yerini doldurmaya çalışıyoruz. Bu anlamda Ankara Katliamı, arkadaşlarımızı kaybetmiş olmanın dışında çalışmalarımızı çok olumsuz etkilemedi. Tam tersi kenetlenerek büyüyoruz. Geçmiş tarihlerde de bilindiği gibi devrimci hareketlere yapılan saldırılar, her zaman devrimcileri çoğaltmıştır.

Tekin Arslan, Erol Ekici, Serdar Ben, İsmail Kızılçay, Tayfun Benol, Gazi Güray bu arkadaşların bizlerin de mücadele dostu, omuzdaşıydı. Şimdi onların sizlere bıraktığı mücadele bayrağı nasıl dalgalanacak?

Halil ÇELİK: Katliamdan önce örgütlenme sekreteri olarak Serdar arkadaşımız görev alıyordu. Öncelikle biz bu mücadeleyi Serdar’dan,Tekin abiden,Erol’dan,Tayfun abiden, İsmail abiden devraldık. Onların bıraktığı nokta iyi bir noktaydı. Bugün eğer yaşasalardı gurur duyacakları bir tabloyla karşılarında olacaktık.Mücadele bayraklarını şantiyelerde örgütlenerek daha da yukarı taşımaya çalışıyoruz. Yani onların mücadelesi kesinlikle yarım kalmadı, daha da derinleşerek ve daha da büyüyerek sürecek.

Yunus ÖZGÜR: Halil arkadaşında söylediği gibi Serdar örgütlenme sekreteriydi. O hayatını kaybetti. Şimdi görevi biz aldık. Yani patlamadan önce kaybettiğimiz yoldaşların attığı bir tohum vardı, aslında biz şimdi ona su döküp yeşertiyoruz. Çünkü patlamadan sonra hızlı bir gelişim de oldu İnşaat İş’te. Onları yaşatmak bizim açımızdan,şantiyelerde örgütlülüğü yükseltmek oldu. Fakat tabi ki yalnızca bu değil aynı zamanda onların da düşlediği sınıfsız bir dünya için, komünizm için mücadele etmektir onları yaşatmak. Biz bütünlüklü olarak bunun da mücadelesini veriyoruz.

Remzi Yılmaz: Birden fazla şantiyede ciddi anlamda örgütlenmemiz söz konusu. Daha önce hayatını kaybeden canlarımızın da aktif çalıştığı dönemlerde sürekli bir alacak üzerinden şantiyelere gidebiliyorduk. O zamanki sayısal azlığımız, sektörün çok büyük olması ve problemlerin çok yoğun olması kaynaklı sadece ücret alacaklarıyla ilgilenebiliyorduk. Bundan sonra durum biraz daha farklı tabi. Artık ekonomik anlamda alacak sorunları olmayan işçilerle de diyalogumuz var. Bu diyaloglar doğrultusunda da ciddi bir örgütlenme içerisindeyiz şantiyelerde. Bu da,arkadaşlarımızın bıraktığı bayrağın en üstlerde dalgalandığını ve dalgalanacağını göstermektir diye düşünüyorum. Kimsenin şüphesi olmasın! Çünkü biz bu mücadeleyi arkadaşlarımızı kaybettik diye bırakacak değiliz elbette. Bu mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğiz.

Halil ÇELİK: Bir de şunu eklememiz lazım.Katliamın olduğu sırada İnşaat İşçileri Sendikası olarak açtığımız bir pankart vardı. O pankartta işçilerin birliği, halkların kardeşliği şiar edilmişti. Biz de bugün yoldaşlarımızın kefeni olan bu pankartın şiarını yükseltmeye, işçilerin örgütlülüğünü büyütmeye,halkların özgürlük mücadelesinde de görevimiz neyse onu yapmaya çalışıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz.

İnşaat İş ile daha önce yaptığımız bir röportajda Tekin abi de vardı. Orada Tekin abi Kobanê’nin yeniden inşası için “Halkların kardeşliğini inşa etmek gibi bir özlem içindeyiz.” demişti. Kobanê’nin yeniden inşası için başlattığınız Emeğin Köprüsü projesi bugünün şartlarında nasıl devam edecek?

Remzi YILMAZ: Şimdi öncelikle Tekin abiyi saygıyla anıyorum. Birlikte verdiğimiz bir röportajdı o. Evet Tekin abiyle birlikte Ankara’da yaşamını yitiren arkadaşlarımızın tamamı o gün halklar arası barışı savunmak için oradaydılar. Kobanê’deki Kürt halkının direnişi arkadaşlarımızı da çok heyecanlandırmıştı. Buradan oraya kardeşlerimize elimizi uzatabilecek nasıl bir köprü kurabiliriz gibi bir çalışma içerisine girmiştik. Çok istekliydi herkes. Başta Tekin abi ve Serdar olmak üzere. Çok da emekleri var. Bilinsin istiyorum, eğer o arkadaşlarımız bizi duyuyorsa, bu çalışma da yarım kalmayacak; devam edecektir. Bununla ilgili sadece Kobanê ile ilgili, bu süreci ilerletebilecek bir komisyon kurduk sendikada. Biz Kobanê’ye gidip o sağlık ocağını yapmaya kesin kararlıyız. Bundan sonra da bir önceki duruma göre çalışmalarımız daha da hızlanacak.

Halil ÇELİK: Ayrıca bu komisyonda kaybettiğimiz arkadaşlarımızdan Erol arkadaşımızın eşi ve kardeşi de yer alıyor. Katliamdan önce Erol arkadaşımız biraz daha bu konuyla alakalı çalışmalarda inisiyatif alıyordu. Bu inisiyatifi sürdürmek açısından ailesinden eşi ve kardeşi de bu çalışmalara dahil oldu. Erol’un bıraktığı Kobanê bayrağını onlar da ileriye taşıma yönünde faaliyetler yürütecekler.

Bugün itibarıyla İnşaat-İş olarak Emaar Square’da daha önce inşaat sektöründe deneyimlenmemiş bir örgütlenme çalışması yapmaktasınız? Bu süreçten kısaca bahseder misiniz? Benzer şekilde örgütlendiğiniz şantiyeler var mı?

Halil ÇELİK: Emaar’da durum şöyle gelişti. Biz bilfiil gidip çalışma başlatmadık. Önce ordan işçi arkadaşlar bizim ile beraber örgütlenme faaliyeti yürütme talebiyle geldiler. Daha önce işçiler hep gasp edilen ücretler üzerinden, işten çıkarıldığında sendikayla iletişim kuruyordu. Bu sefer işçiler çalışır vaziyetteyken sendikal faaliyet yürütme talebiyle geldiler. Beraber orda bir çalışma başlattık. Emaar Square büyük bir proje, avm, rezidans, otel projesi. Bu büyük proje içerisinde farklı farklı taşeronlar var. En az on tane şirket, on tane şirketin altında onar tane de taşeron şirket var. Yani büyük bir saçak var orada. Biz saçağın bir yerinden yakaladık. Akfa Holding bünyesinde çalışan işçi arkadaşlar arasından 50 işçi üyemiz oldu. Öbür taraftan geçen hafta sizin de bildiğiniz gibi, Sanat Yapı adlı taşeron bir şirketin ücretleri ödememesi üzerine bir eylem süreci başlattık orada. Direnişi başarıyla sonuçlandırdık elbette.Bugün de birkaç problem yaşadık, şantiyenin girişi çıkışıyla alakalı. Problemler yaşıyoruz o problemleri çözdükçe daha da örgütleniyoruz. Emaar’da en önemli kazanımımız ise şudur: çalışılan cumartesi günlerinin fazla mesai üzerinden ücretlendirilmesi gibi bir durumu kabul ettirdik. Bugüne kadar inşaat sektörü açısından da çok önemli bir kazanımdır bu. Cumartesi günü, tüm Delta Mühendislik işçilerinin maaşlarında mesai olarak hesaplanacak. Bu, sektör adına önemli bir adımdır. Örgütlendiğimiz diğer şantiyelerde de bunu kazanmaya yönelik çalışmalarımız var. Emaar dışında Rönensans Maltepe’de de örgütlenme çalışmamız var. Tabi Emaar Square kadar ilerlemiş boyutta değil, daha başlangıç aşamasındayız diyebiliriz. Rönesans dışında da bir kaç şantiyede örgütlenmemiz sürüyoruz ayrıca.

Ankara Katliamı ile ilgili bir dava süreci yürütülecek elbette. Sizler İnşaat-İş olarak bu dava sürecine nasıl yaklaşacaksınız?

Halil ÇELİK: Ankara katliamıyla ilgili şuan zaten devam eden bir gizlilik kararı var. Dosyada gizlilik kararı olduğu için henüz dava açılmış değil. Ama bildiğim kadarıyla hukuki açıdan altmış gün içerisinde bir başvuru yapılması söz konusu. Bu başvuruyu yapma aşamasındayız. Görevlendirdiğimiz avukatlar söz konusu. Burada bizim bir perspektifimiz var; bu katliamın sorumlusunun devlet olduğunu,devletin beslemesiyle oluşturulmuş şiddet olan İŞİD çetelerinin olduğunu söylüyoruz. Katliamın asıl sorumlusunun devlet olduğunu düşünüyoruz. Devletin adaletine tabi ki güvenmiyoruz. Devletten kendi kendini yargılamasını da beklemiyoruz. Fakat burada kamuoyu yaratmak gibi bir derdimiz var ve hedefimiz de katliamın sorumlusunun, altı yoldaşımız şahsında 103 yoldaşın tamamının katilinin devlet olduğunu vurgulamak, bunu başta bizim yaşadığımız topraklar Türkiye ve Kürdistan toprakları olmak üzere bütün dünyaya duyurmak istiyoruz; amacımız bu. Devlet katliamda ölenlerin ve yaralananların ailelerine terör mağduru oldukları gerekçesiyle tazminat ödemek istiyor. Biz bunu kesinlikle kabul etmiyoruz. Bu devletin kendini aklama çabasıdır. Tarihte daha önce Ulucanlar Katliamı’nda, Roboski Katliamı’nda Kürdistandaki köy yakmalarında çok karşılaştık bu durumla. Devlet bu şekilde kendini aklamaya çalışıyor,ortada bir terör durumu var ve bu durumdan mağdur olanlara bakıyorum algısı yaratmaya çalışıyor. Biz devletin meşruluğunu da tanımıyoruz. Bu katliamlar da zaten bilfiil devletin nasıl katliamcı bir yapı olduğunu gösteriyor.

Remzi YILMAZ: Bir yanıyla böyle evet. Mahkemeden öncesini ele almak gerekiyor biraz da sanırım. Biz bu davada öncelikle bütün ailelerin içinde olabileceği bir platform oluşturmak gerekiyor diye düşündük. Öncelikle sendikadaki altı yoldaşın ailelerini bir araya getirip sonra yüz üç aileyle hepsinin de platforma dahil olmasını istiyoruz, sonuçta bu bir kamu davası. Ordan oraya taşınabilecek parçalanabilecek bir dava da değil. Toplu bir dava olacak. Dolayısıyla bütün ailelerin de bir platform içerisinde davaya müdahil olması, hem mahkemenin seyrini değiştirir hem de hedeflediğimiz ve bir çok kesimin de hedeflediği o kamuoyunu oluşturmak anlamında çok önemlidir.Yoksa gerçek anlamda, adalet anlamında dediğimiz kimsenin bir beklentisi yok. Devlet bu katliamın faillerini alıp ortaya koyacak, bütün coğrafyada vicdanları rahatlatabilecek diye bir durumun söz konusu olmadığı da kesindir. Bunu herkes biliyor. Ciddi anlamda burada bir kamuoyu oluşturup mahkemenin seyrini değiştirecek bir platformun oluşturulmasından yanayız biz. Tabi biz İnşaat İş olarak bunun bir adımını attık. Mesela ailelerimizi bir araya getirmeye çalışıyoruz; başarılı da oluyoruz. Bununla ilgili de bir avukatlar komisyonu kurduk. Bu davaya İnşaat İş üzerinden bakacaklar. İstanbul’da beş avukattan oluşan bir komisyon kurduk. Ankara’da da aynı şekilde bu davayı götürecek arkadaşlarımız var. Öncelikle burada önemli olan, en can alıcı nokta birlikte durabilmek. Biz çağrıda da bulunuyoruz, bütün sesimizi duyabilecek ailelere. Böyle bir platformun oluşması şart ve herkes bu düşüncede. Bu Gezi Davası değil. Çünkü Gezi Davası bir kamu davası değildi; dolayısıyla parçaladılar. Güvenlik gerekçesiyle her birini başka bir şehre ulaşılamayacak bir şehre gönderdiler. Bu Ankara’daki katliam, avukat arkadaşlardan da duyduğumuz kadarıyla parçalanabilecek bir dava olmadığı için bir avantaj gibi duruyor. Ailelerin de bir araya gelebilmesi için çok önemli bir fırsattır. Bütün dünyaya, bizi katlettiniz ama biz hala karşınızda dimdik duruyoruz mesajı vermek önemli. Hem o karanlık ve barbar güce bir cevap olur hem de dünyada barış isteyen insanları katledebilirsiniz ama onların yalnız olmadığını yanlarında milyonların olduğu mesajını vermiş oluruz diye düşünüyorum. Bu doğrultuda da bir çağrı yapmış olmak istiyorum. Bütün ailelerin bu platform içerisinde yer alması gerektiğini düşünüyorum.

Meydan Gazetesi olarak verdiğiniz bu anlamlı mücadelede her zaman yanınızda olduğumuzu söylemek isteriz.

Biz de bu röportaj için İnşaat İşçileri Sendikası olarak sizlere teşekkür ederiz. Çalışmalarınızda başarılar dileriz.

Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 30. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Onları Yaşatmak Şantiyelerde Örgütlenmektir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/12/19/onlari-yasatmak-santiyelerde-orgutlenmektir/feed/ 0
Kadınlar Petrol-İş’e Karşı Direniyor https://meydan1.org/2015/12/19/kadinlar-petrol-ise-karsi-direniyor/ https://meydan1.org/2015/12/19/kadinlar-petrol-ise-karsi-direniyor/#respond Fri, 18 Dec 2015 23:35:50 +0000 https://test.meydan.org/2015/12/19/kadinlar-petrol-ise-karsi-direniyor/ Yıllarca işçi mücadelesi için önemli bir örgütlenme aracı olan Petrol-İş sendikasında yeni yönetim ile beraber işçi sendikacılığı değil patron sendikacılığı yapılmaya başlandı. Ali Ufuk Yaşar başkanlığındaki Petrol-İş ilk icraat olarak “Ben kiminle çalışmak istersem onunla çalışırım”, “Biz zaten alanda kadın örgütçü ile çalışmak istemiyorduk”, “Bu kadınlar burada ne arıyor?” diyerek 15 yıllık örgütlenme sorumlusu Nuran […]

The post Kadınlar Petrol-İş’e Karşı Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

petroliş

Yıllarca işçi mücadelesi için önemli bir örgütlenme aracı olan Petrol-İş sendikasında yeni yönetim ile beraber işçi sendikacılığı değil patron sendikacılığı yapılmaya başlandı. Ali Ufuk Yaşar başkanlığındaki Petrol-İş ilk icraat olarak “Ben kiminle çalışmak istersem onunla çalışırım”, “Biz zaten alanda kadın örgütçü ile çalışmak istemiyorduk”, “Bu kadınlar burada ne arıyor?” diyerek 15 yıllık örgütlenme sorumlusu Nuran Gülenç ve 2 yıldır basın-yayın servisinde çalışan Elif Tuğba Şimşek’i, işten çıkardı. İşten çıkarılan Petrol İş çalışanı kadınlar TMMOB Makine Mühendisleri Odası’nda yaptığı basın açıklamasında “Sus pus olmuş, sindirilmiş bir sendikada, iki uzman kadın olarak yaşadığımız haksızlığa karşı sesimizi yükselttik, işten atıldık. 30 Kasım günü işe iade davası açtık. Hükümet yanlısı iki erkeğin dudağından çıkan kelimelerle işten çıkarılmaya mahkum değiliz, direneceğiz ” dedi.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 30. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kadınlar Petrol-İş’e Karşı Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/12/19/kadinlar-petrol-ise-karsi-direniyor/feed/ 0
Kitap: “Karanlık Vardiya” https://meydan1.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/ https://meydan1.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/#respond Sun, 13 Sep 2015 18:02:21 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/ Köyler boşaltılıyor, elleri arkadan kelepçeli insanlar yüzükoyun yerlerde yatırılıyor, askeri araçların içerisinden çocukların üzerine kurşunlar yağdırılıyor, uçaklar köyleri bombalıyor, evler basılıyor, yargısız infazlar yapılıyor, ormanlar yakılıyor… Televizyonda “Bizimkiler” dizisi yok, tetris oyununun modası çoktan geçti, o yılların fenomen yarışması “Hugo’nun yerinde yeller esiyor, Eurovision şarkı yarışmaları artık eskisi kadar popüler değil, çünkü 90’lardan bahsetmiyoruz. 2015’teyiz. […]

The post Kitap: “Karanlık Vardiya” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Kitap Karanlık Vardiya Mine Yılmazoğlu

Köyler boşaltılıyor, elleri arkadan kelepçeli insanlar yüzükoyun yerlerde yatırılıyor, askeri araçların içerisinden çocukların üzerine kurşunlar yağdırılıyor, uçaklar köyleri bombalıyor, evler basılıyor, yargısız infazlar yapılıyor, ormanlar yakılıyor…

Televizyonda “Bizimkiler” dizisi yok, tetris oyununun modası çoktan geçti, o yılların fenomen yarışması “Hugo’nun yerinde yeller esiyor, Eurovision şarkı yarışmaları artık eskisi kadar popüler değil, çünkü 90’lardan bahsetmiyoruz. 2015’teyiz.

Ali Yılmaz, hazırladığı “Karanlık Vardiya” kitabında, sanki 90’ları değil de günümüzü anlatıyor. Kitap temel olarak, Antonio Gramsci’nin devletin zora başvurmadan ‘nasıl yönetebildiğini’ açıklamak için kullandığı “hegemonya” kavramını ele alıyor. Devletin, baskı aracılığıyla politik iktidar egemenliğini sağlamasının yanı sıra, kültürel iktidarı aracılığıyla da ideolojik bir hegemonya kurduğundan söz ederken; insanların kendini ve çevresini yanılsama içinde algılamasını sağlayan bu gücü sorguluyor.

Kitapta hegemonya, rızanın örgütlendiği yani şiddet ya da zora başvurmadan inşa edilen süreçler olarak tanımlanıyor. Devletin kendi varoluşunu sürekli ve vazgeçilmez kılabilmek için, bazen baskıya bazen de rıza üretmeye başvurmasının örnekleri sıralanıyor bir bir. Toplumun genelinin nasıl olup da kendilerine doğrudan hiç de faydası olmayan, hatta zarar veren ekonomik, politik, sosyal ve kültürel söylemleri -kimi zaman toplumsal huzur adına, kimi zaman eskiye dönme korkusuyla, kimi zaman da din ya da laiklik elden gidiyor paranoyasıyla- can-ı gönülden destekleyebildiklerini açıklamaya yarıyor.

Karanlık Vardiya, Brezilya’da 1964 seçiminden sonra yapılan darbenin ardından “ölüm filoları”nın binlerce kişiyi öldürmesinden, Vietnam’da tarım arazileri ve ormanların kimyasal silahlarla bombalanmasına kadar birçok rıza üretme örneğinden söz ediyor. 1980 darbesinin de rıza üretme amacıyla yapıldığına değinirken, o yıllar boyunca, spor salonlarının, depolar ve kışlaların, nasıl sorgu ve işkence merkezlerine çevrildiğini anlatıyor.

Devletin tüm bu zorbalık ve dayatmalarına karşı, 90’lı yıllarda cezaevlerinden başlayarak, üniversitelerde, fabrikalarda ve özellikle Kürt coğrafyasında karşı koyuşlar ve direnişler engellenemedi ve etkisi günümüze kadar devam eden isyanlara dönüştü. Tüm yasaklamalara karşın 1 Mayıs’ta sokağa çıkılmaktan vazgeçilmedi. Grev yasağına rağmen 1986’da Netaş’ta iş bırakan işçiler bu süreç boyunca hem patrona hem de devlete meydan okudu. Sonraki yıllarda “işçi baharı” olarak ivme kazanan işçi eylemleri 1990’lı yılların özelikle ilk yarısında kamu işçilerinin de katılımıyla büyümeye başladı. Cezaevlerindeki tek tip kıyafet dayatması ise, açlık grevleri ve ölüm oruçları ile yanıt buldu ve devlete geri adım attırdı. Üniversitelerde de örgütlenmeyi engellemek için dayatılmak istenen, üniversite yönetimlerinin kontrolündeki “tek tip” öğrenci dernekleri sistemine karşı direnişe geçilerek işgaller gerçekleştirildi.

Tüm bu ve benzeri direniş ve karşı koyuşlar, devletin 80 darbesiyle birlikte sarsılmaz gibi gösterdiği hegemonyasını kırmaya başlayınca; devlet, bu kez de resmi kolluk ve istihbarat güçlerinin yanı sıra koruculuk sistemi gibi para-militer güçlerle ve JİTEM gibi, varlığını hep inkar ettiği kontrgerilla örgütlenmeleriyle tüm toplum kesimleri üzerindeki baskısını daha da arttırmaya koyuldu. Bir yandan da faşist baskı uygulamalarının gün yüzüne çıkmasını engellemek amacıyla diyaneti, hukuk ve eğitim sistemlerini seferber etti; özellikle medyayı bu psikolojik savaşın özel bir silahı olarak kullanmayı ihmal etmedi.

Polisin sokak eylemlerine yaptığı saldırılarda katlettiği insanlar, infazlar, ev baskınları, soruşturmalar, polis sayısının artırılması, gözaltında tecavüz ve ölüm, okullara çevik kuvvetin girişi, basına uygulanan sansür, gazetelerin kapatılması, birçok gazetecinin silahlı ya da bombalı saldırıda ya da işkencede öldürülmesi, JİTEM tarafından öldürülenlerin cesetlerinin ayaklarından iple tanka bağlanarak sürüklenmesi ve çırılçıplak teşhir edilmeleri, köy baskınları, köylülere dışkı yedirme, korucuların tehditleri, ceset kuyuları, Kürt siyasetçilerin öldürülmesi, partilerin kapatılması, yeni hapishanelerin inşaası, yeni karakolların yapımı, arazilerin mayınlanması, yaylaların yasaklanması, olağanüstü hal, köy boşaltmalar, ilçelere giriş çıkışın yasaklanması yalnızca Karanlık Vardiya kitabında sıralanan olaylar ya da 90´lardaki bir televizyon kanalındaki haberlerden aklımızda kalanlar değil, günümüzde de aktörleri değişmiş olsa da, benzer biçimde sürdürülen, devletin hegemonya politikası.

 Mine Yılmazoğlu

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kitap: “Karanlık Vardiya” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/feed/ 0
“Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir https://meydan1.org/2015/09/09/korku-egemenligi-teror-devleti-merve-demir/ https://meydan1.org/2015/09/09/korku-egemenligi-teror-devleti-merve-demir/#respond Wed, 09 Sep 2015 17:34:59 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/09/korku-egemenligi-teror-devleti-merve-demir/ Devletin varlığını sürdürmesi için, toplumun geniş kesimlerinde itaati zorlaması ya da bunu yapabileceğine inandırması gerekir. Ancak özgürlük için direnenler ve mücadele edenler, devletin bu çabasını boşa çıkarırlar. Direniş ve özgürlük insanların aklına bir kere düşmeyegörsün; devletin bu direnişi gösterenleri katletmesi bunu unutturmaz. Bir kere toplumsal meşruluğunu yitiren devlet, varlığını sürdürebilmek için çok daha büyük bir […]

The post “Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Korku Egemnliği Terör Devleti

Devletin varlığını sürdürmesi için, toplumun geniş kesimlerinde itaati zorlaması ya da bunu yapabileceğine inandırması gerekir. Ancak özgürlük için direnenler ve mücadele edenler, devletin bu çabasını boşa çıkarırlar. Direniş ve özgürlük insanların aklına bir kere düşmeyegörsün; devletin bu direnişi gösterenleri katletmesi bunu unutturmaz. Bir kere toplumsal meşruluğunu yitiren devlet, varlığını sürdürebilmek için çok daha büyük bir korku yaratmaya çalışır. Böyle dönemlerde, kendi hukukunu dahi yok sayıp “olağanüstü hal”lerle gündelik yaşamı terörize etmesi, devletin ana politikası olur. Dolayısıyla terörün ne, teröristin kim olduğunu biraz daha ayrıntılı irdelemek gerekiyor.

Devletin Terörist Dedikleri

1793’te yani Fransız Devrimi’nin hemen sonrasında ilan edilen Convention adlı bildiri ile terör kelimesi ilk siyasal anlamına kavuşur: “Komplo kuran tüm kişileri dehşete düşürmenin zamanı geldi. Kanun adamları, terörü başlatın.” Aslında bu ilk kullanım, devlet ve terör arasındaki doğrudan ilişkiyi anlamak açısından önemli.

Devletin “terör” iddiasıyla toplumu baskı altına alıp sindirmek istemesinin, kendisine karşı mücadele edenleri terörist ilan edip katletmesinin çokça örneği var.

Sene 1886… 8 saatlik iş günü için, ABD’deki işçiler, greve giderler. Günlerden 1 Mayıstır. Ayın dördünde devletin ve şirketlerin greve giden işçilere yönelik uyguladığı baskıyı ve şiddeti protesto etmek isteyen işçiler bu kez Haymarket Meydanı’na giderler. Günlerden katliamdır. Çünkü Meydanda düzenlenen mitinge polis saldırır, çok sayıda işçi yaşamını yitirir. Olaydan sonra “terörist” yaftalamasıyla birçok işçi tutuklanır ve idam edilir. Devlet aslında emeği için mücadele eden, hizaya sokamadığı işçileri katlederek en çok da ayakta kalanları ve mücadeleye tutunanları korkutarak yıldırmaya çalışmak istemiştir. Ancak yılgınlık değil, direniş örgütlenir. Böylece 1 Mayıs’lar devlet terörüne karşı her yerde direniş olmuştur.

İki İtalyan işçi olan Sacco ve Vanzetti, örgütlü mücadele eden anarşistlerdi. Haymarket işçilerinin yaşadıklarına benzer şekilde, devlet, bu iki işçiyi de, “haklı bir gerekçe sunarak” terörist ilan etti ve ardından katletti.

Devletin bu sıfatı en çok yakıştırdıklarından biri, anarşizmin en ateşli savunucularından, tüm yaşamını devlete karşı mücadeleye adamış Emma Goldman’dı. Sadece Goldman değil Errico Malatesta, Mihail Bakunin ve daha birçok anarşist devlet tarafından terörist olarak yaftalanmış, dört duvar arasına kapatılarak mücadeleden yalıtılmaya çalışılmıştı.

Anarşist hareketin tarihinde terörist diye yaftalananlar sadece bireyler değildi. İşçi örgütlenmelerinden sendikalara, kooperatiflerden federasyonlara kadar farklı birçok anarşist yapı da bu yaftalamadan kurtulamamıştır. Faşist Franco döneminde CNT’den Arjantin’deki anarşist sendika FORA’ya, 19. Yüzyılda ABD’de IWW’den Bakunin’in örgütlediği İşçi Kardeşliklerine kadar öz-örgütlenmelerin büyük çoğunluğu devlet ve kapitalizmin işlerliğinin dışında bir toplumsal işleyişe giriştiklerinden dolayı terörist oldukları iddiasıyla baskılara maruz kalmışlardır.

Devletlerin terör yaftalamalarına maruz kalanlar, muhakkak ki sadece anarşistler olmamıştır. İberya’da Bask halkının özgürlük mücadelesini veren ETA’dan, Kuzey İrlanda halkının özgürlük mücadelesini veren IRA’ya, 1960’larda kadın mücadelesini veren örgütlerden siyahların mücadelesini veren örgütlenmelere kadar, mücadele eden tüm kesimler, devlet tarafından tehdit olarak görülmeye başladığı an terörist diye yaftalamış, sürgün edilmiş, hapsedilmiş ve katledilmiştir.

Birkaç ay öncesinde İspanya‘da anarşistlere yönelik girişilmiş Pandora ve Pinata operasyonlarıyla da aynı senaryo oynanmaya çalışılmıştır. Devlet “terör operasyonları” aracılığıyla sadece anarşistleri tutuklamamıştır. Aynı zamanda mücadele eden insanları kriminalize etmek ve toplumda bir korku havası estirmek istemiştir.

Terör Operasyonları

Özellikle toplumsal mücadelenin yükselişe geçtiği, devlet iktidarının kendini yalnızca şiddet kullanarak yeniden üretebildiği bir atmosferde, devletlerin en çok başvurduğu strateji, terör operasyonlarıdır. Yukarıda da belirtildiği gibi operasyonların hedefi toplumda bir korku durumu yaratarak, bireyleri devletin belirlediği ve sınırlarını çizdiği siyasal alanın içinde kalmalarını sağlamaktır. Yani basitçe, devlet vatandaşlarından kendisine biat etmesini beklerken, belirlediği alanın dışına çıkanları “ibretlik olsun” diye cezalandırır.

Operasyon süreçlerinde, kolluk güçleriyle diyalog halinde çalışan medyanın da desteğiyle, operasyon gerçekleştirilen organizasyon ve bireyler hedef alınır. Operasyonlarla terör diye yaftalanan, iktidar sahiplerinin çıkarına olmayan eylemlerdir. Terörist dedikleri, aynı iktidar sahiplerinin tahakkümüne karşı direnen ve bu tahakkümü ortadan kaldırmak için mücadele edenlerdir.

Bir yandan Kürt siyasetine yönelik terör operasyonları cadı avı niteliğinde sürerken, diğer yandan Kürdistan’da askeri operasyonlar ve sokağa çıkma yasakları, 90’ları aratmadı. Sabaha karşı yapılan ev baskınlarının ve gözaltıların, devrimcileri ve halkı yıldırmaya yönelik hamleler olduğu aşikardı. Bu koşullarda sokaklar daha kızgınlaştı ve çatışmalar arttı. Bu eksende devletin koyduğu yasaklara bir de kent giriş-çıkışların kapatılması ve basının çatışma bölgelerine girişlerinin engellenmesi eklendi. 144 toplantı ve gösteriye asker-polis saldırısı yaşandı. Son 40 günde 2 bin 544 kişi gözaltına alınırken, 338 kişi tutuklandı. Yapılan çatışmalarda 24 kişi yaralandı. 7 gün içinde 45 kişi yaşamını yitirdi. Yapılan operasyonlar sonucunda devlet Bağcılar’da Günay Özarslan adında bir devrimciyi infaz etti. Şırnak’ta 7 yaşında Baran Çağlı, Diyarbakır’da 11 yaşındaki Beytullah Aydın, Ağrı Diyadin’de 15 yaşındaki Orhan Aslan, 16 yaşındaki Emrah Aydemir, Mardin’ de 16 yaşındaki Mazlum Turan devlet tarafından katledildi. Asker Silopi’de evleri basıp 3 genci yataklarında infaz etti.

Gözaltına alınanlar, kaybedilenler, işkenceye uğrayanlar, sabaha karşı yapılan ev baskınları, gösteri ve toplantılara saldırı, sokağa çıkma yasağı, kent giriş çıkış yasakları, köy boşaltmalar, kasten başlatılan orman yangınları, askeri operasyonlar, saldırılarda, operasyonlarda yaralananlar, katledilenler, infaz edilenler, infaz edilenlerin cansız bedenlerine yönelik şiddet ve bu şiddetin teşhiri…

Bütün bunlardan sonra tekrar düşünelim terör kelimesinin anlamını. Ve teröristin kim olduğunu…

Merve Demir

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/09/korku-egemenligi-teror-devleti-merve-demir/feed/ 0
IWW’nin Sesi: Endüstri İşçisi https://meydan1.org/2015/04/28/iwwnin-sesi-endustri-iscisi-2/ https://meydan1.org/2015/04/28/iwwnin-sesi-endustri-iscisi-2/#respond Tue, 28 Apr 2015 16:58:37 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/28/iwwnin-sesi-endustri-iscisi-2/ ABD’deki anarşist hareketin tarihiyle özdeşleşmiş IWW’nin ( Industrial Workers of the World) yayın organı olan Industrial Worker gazetesi editörlerinden Diane Krauthamer’le yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz. Meydan: Ezilenlerin özgürlük mücadelesinde IWW’nin, siyahların ve LGBTİ bireylerin ilk örgütlendiği sendika olmak gibi önemli tarihsel özellikleri var. IWW’nin sesi olan Endüstri İşçisi (Industrial Worker) yayın hayatına ne zaman başladı? […]

The post IWW’nin Sesi: Endüstri İşçisi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

1news17Y

ABD’deki anarşist hareketin tarihiyle özdeşleşmiş IWW’nin ( Industrial Workers of the World) yayın organı olan Industrial Worker gazetesi editörlerinden Diane Krauthamer’le yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

Meydan: Ezilenlerin özgürlük mücadelesinde IWW’nin, siyahların ve LGBTİ bireylerin ilk örgütlendiği sendika olmak gibi önemli tarihsel özellikleri var. IWW’nin sesi olan Endüstri İşçisi (Industrial Worker) yayın hayatına ne zaman başladı?

IWW: IWW’nin sayısız yayını vardı, ancak IWW’nin resmi yayın organı olan Endüstri İşçisi; ilk olarak 1909’da Spokane, Washington’da yayımlandı ve bugüne kadar gelişerek devam etti. İlk yıllarında haftalık yayımlanan gazete, şimdi yılda 10 sayı yayımlanıyor.

IWW’nin Kuzey Amerika’daki işçi mücadelesini etkilediği bilinen bir gerçek. Mücadelenin geliştirilmesinde Endüstri İşçisi gazetesinin rolü nedir?

Gazetenin hem potansiyel Wobbly*’ler için bir örgütlenme aracı, hem de çalışma yürüttüğümüz çeşitli endüstriler arasında ilk elden bilgi paylaşımını sağlayan bir kaynak olarak kullanıldığını söyleyebilirim. Editörlük yaptığım altı buçuk yılda, birçok Wobbly’den duyduğum şey, bir büfede ya da bir kitapçıda buldukları gazetemizi okuduktan sonra IWW’ye katıldıklarıdır. Çok sık duyduğum bir diğer şey de, işçi arkadaşların bir çoğunun, bir üyemiz ona gazeteyi verdikten sonra sendikaya üye olduğudur. Daha yeni, Boston’daki bir IWW üyesi, Harvard Üniversitesi’nde üç güvenlik görevlisine gazete verdiğini, sonra bu üç kişinin sendikaya üye olduklarını söyledi. Yani gazetenin, daha önce böyle işçi mücadeleleriyle ilgilenmemiş ya da haberi olmayanları, doğrudan ilişkilendirdiğini ve haberdar ettiğini görebiliyoruz.

Endüstri İşçisi aynı zamanda anarşist bir yayın. Endüstri İşçisi’nin diğer anarşist yayınlar arasındaki yeri nedir? Gazetenin en çok insana ulaştığı yıllar ne zamanlardı?

Endüstri İşçisi temelde, anarşizm dahil herhangi bir ideolojiyi desteklemez. Gazeteyi çoğunlukla bütün sendikanın organı olarak, görüşlerimizi savunmak için kullanıyoruz. Maalesef okuyucu sayısını belirleyebileceğimiz kayıtlarımız yok. Ama en çok okuyucunun olduğu zamanlar, tahminen IWW’nin en parlak dönemi olan 1910’larda, sendikanın binlerce ve binlerce üyesi olduğu zamanlardır.

Yazılardan basıma, Endüstri İşçisi’nin her bir sayısını kimler hazırlıyor? İşçi mücadelesinden başka rolleri var mı? Süreç nasıl işliyor?

2009’dan 2014’e kadar tek editör bendim. Şimdi Nicki ile beraber ikimiz, dünyanın birçok yerindeki yoldaşlar ve işçi arkadaşlardan, haber, fotoğraf, değerlendirme, fikir yazıları ve diğer gönderileri teklif edip topluyoruz. Daha sonra yazıları, stil ve imla açısından düzenleyen gönüllü redaksiyon ekibine gönderiyoruz ve bütün bölümlerini dolduracak şekilde bir “bütçe” (ya da taslak sayfa düzeni) oluşturuyoruz. “Uluslararası Haberler”, “Köşe yazıları”, “Eleştiriler”, “Makaleler”, “IWW Haberleri”, vb. bölümler var. Yazılar tamamlanıp düzeltildikten sonra, gazeteyi Indesign kullanarak hazırlıyorum. Gerektikçe Nicki ve redaksiyoncularla çalışarak son düzeltmeleri yapıyorum. Üretim sürecinin tamamı genellikle 2-3 hafta alıyor. Yazarlarımız ve gönüllülerimiz ücret almıyor. Nicki ve ben, yaptığımız iş için sembolik bir ücret alıyoruz. Ve evet, gazeteyle meşgul olan herkes çoğu zaman kendi iş yerlerindeki mücadelelerde, kendi IWW dalları ya da gruplarında faaliyet gösteriyor. Bu faaliyetlerimizin gazetedeki çalışmalarımızı da beslediğini düşünüyorum. Mücadeleye katılmadan mücadele hakkında yazamayız!

Gazete nasıl dağıtılıyor? Okuyucular kimler?

Okuyucuların çoğu IWW üyeleri, ama gazeteyi birçok kitapçıya, akademik kurumlara, kütüphanelere ve örgütlere dağıtıyoruz. Toplumun birçok kesiminden okuyucumuz var ve teknik olarak, gazete aboneliği IWW üyeliği ile beraber geliyor. Bu da demek oluyor ki; Staughton Lynd, Tom Morello and hatta Noam Chomsky gibi bazı ünlü *Wobbly’ler de okuyucularımız arasında! Herkes abone olabilir. Türkiye ve Kürdistan’daki yoldaşlarımızı da abone olmaya davet ediyorum.

Devletlerin, tarih boyunca anarşistlerin seslerini bastırmaya çalıştığı bilinen bir gerçek. Endüstri İşçisi yayıncılık tarihinde ne gibi zorluklarla karşılaştı?

21 Ağustos 1913 ve 1 Nisan 1916 arasında Endüstri İşçisi’nin yayımlandığına dair hiçbir kayıt yok. Washington Üniversitesi’ndeki Emek Yayınları Projesi’nin internet sitesine göre, gazete yayımının neredeyse üç yıl kesilmesinin nedeni; bu dönemde Wobbly’lere uygulanan işkenceler olabilir. Fakat kesin bir bilgi yok. Bu sitede ayrıca, gazetenin yayımlandığı ilk yıllarda editörlerin “tutuklanma ve gazete işlerini yapama” nedenleriyle sık sık değiştiğinden bahsediliyor. Yine kesin olmamakla beraber, 20. yüzyılın başlarında Endüstri İşçisi’nin hükümet baskısından bu şekilde etkilenmiş olması muhtemeldir.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Hareketimizin en güçlü silahlarından biri, uluslararası dayanışmadır. Bilgi, kaynak, araçların paylaşımı ve birbirimizden sürekli haberdar olmanın mücadelelerimize faydalı olacağını düşünüyorum. Bu yüzden Türkiye’de, Kürdistan’da ya da başka yerde bunu okuyan yoldaşları bize birer satır yazmaya, yazı fikirleri ve fotoğraf göndermeye ve iletişimde kalmaya çağırıyorum ki kapitalizme karşı verdiğimiz kavgada beraber çalışmaya devam edelim. Bize [email protected] adresinden yazabilirsiniz. Ve bu röportaja katılma olanağını verdiğiniz için teşekkür ederim!

Wobbly: halk arasında IWW üyeleri için kullanılan isimdir.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post IWW’nin Sesi: Endüstri İşçisi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/28/iwwnin-sesi-endustri-iscisi-2/feed/ 0
“Şirket Tarımcılığına Karşı Kolektif Tarım Yöntemleri” – Çiğdem Artık https://meydan1.org/2015/04/22/sirket-tarimciligina-karsi-kolektif-tarim-yontemleri-cigdem-artik/ https://meydan1.org/2015/04/22/sirket-tarimciligina-karsi-kolektif-tarim-yontemleri-cigdem-artik/#respond Wed, 22 Apr 2015 15:08:34 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/22/sirket-tarimciligina-karsi-kolektif-tarim-yontemleri-cigdem-artik/ Boğaziçi Soma Dayanışması ve yapılan saha çalışmaları gösteriyor ki, tarımdaki neo-liberal dönüşümlerle yeni şehir tarzları oluşturularak, tarlalar ıssızlaştırılmaktadır. Özellikle de, sanayinin tarım alanlarını yok ederek genişlemesi, küçük çiftçiyi topraktan uzaklaştırmıştır, endüstriyel üretimde ve şehirlerde çalışacak ucuz iş gücü haline getirmiştir. Çiftçiliğe devam eden üreticiler ise, piyasa karşısında ne emeklerini ne de maliyetlerini karşılayacak bir alan […]

The post “Şirket Tarımcılığına Karşı Kolektif Tarım Yöntemleri” – Çiğdem Artık appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Şirket Tarımclığına Karşı Kolektif Tarım Yöntemleri

Boğaziçi Soma Dayanışması ve yapılan saha çalışmaları gösteriyor ki, tarımdaki neo-liberal dönüşümlerle yeni şehir tarzları oluşturularak, tarlalar ıssızlaştırılmaktadır. Özellikle de, sanayinin tarım alanlarını yok ederek genişlemesi, küçük çiftçiyi topraktan uzaklaştırmıştır, endüstriyel üretimde ve şehirlerde çalışacak ucuz iş gücü haline getirmiştir. Çiftçiliğe devam eden üreticiler ise, piyasa karşısında ne emeklerini ne de maliyetlerini karşılayacak bir alan bulamamıştır. Uygulanan bu neo-liberal politikalar karşısında ise, yerel örgütlenme ve yerel yönetim fikirleri tartışılmaktadır. Üniversiteler bu politikalar karşısında nasıl bir örgütlenme modeli oluşturabilir, oluşturmalıdır? Piyasadan tasfiye edilen küçük çiftçi ile nasıl bir ilişki kurmalıdır ki, alternatif ekonomi tartışmalarını hayata geçirebilsin?

Boğaziçi Üniversitesi’nde bulunan üç oluşum, Bu-Koop, Öğrenci Kooperatifi ve Tarlataban İnsiyatifi, bu sorulara cevaben, birer örgütlenme örneği oluşturmaktadır. Boğaziçi Tüketim Kooperatifi, piyasadaki aracıları ortadan kaldırarak örgütlenen, üreticilerden doğrudan ürünlerini alan bir tüketici örgütlenmesidir. “Bu ürünleri ürettik ama kime satacağız” sorusunu soran çiftçiye, ürünlerini satabilmesi için bir alan yaratmaktadır. Tüketiciler için de, tarım politikaları karşısında pratik uygulamaların yanında söylem ürettikleri, ayrıca yarı üretici konuma geçtikleri bir oluşumken, Tarlataban İnsiyatifi bir üretim ayağıdır. Toprak ile ilişiği kesilenleri, yeniden toprakla buluşturan, pratikte karşılaştıkları, tarımdaki dönüşümler ile yüzleşmesini sağlayan bir örgütlenmedir. Örneğin, insanlar nadir bulunan atalık tohumlar ile yapılan üretimde hibrit tohum gerçeği ve tohum yasası ile karşılaşır. Tarımda yok sayılan emek maliyetini ise birebir deneyimleyerek öğrenir. Şirketlerin kapitalist projelerine karşı, halkın kendi yaşam alanlarını savunması ve bunun üzerinden söylem belirliyor olması kadar doğal bir durum yoktur. Serbest piyasanın vicdanına sığınmadan üretilen ürünler, Bukoop ve Öğrencikoop aracılığıyla tüketici ile buluşur.

Öğrenci Kooperatifi, kampüsteki kolektif alanların sermaye tarafından işgali ile mekan, tarımdaki dönüşümler ile de adil, ulaşılabilir gıda ilkeleriyle oluşmuştur. Bu-Koop aracılığı ile gelen ve Tarlataban ürünleri ile bireylerin emek sürecine dahil olarak gıdaya müdahil olduğu, sağlıklı gıdaya ulaşmayı neredeyse imkansızlaştıran ve her geçen gün, güvenilir gıdaya ulaşma noktasında kapanmayacak yaralar açmaya çalışan kapitalist kurumlar tarafından değil, yine bu işin gönüllüleri tarafından işletildiği aracı konumdaki bir oluşumdur.

Çiftçiliği, her geçen gün ortadan kaldırmaya yönelik yasalar çıkaran, küresel bir politikalar zinciri ile karşı karşıyayız. Şirket tarımcılığını yaşamlarımıza sokan bu kapitalist düzende bizler, tarımda ve sistemin yaşamlarımızı kanserli hücrelere dönüştürme planları yaptığı diğer tüm alanlarda, öz örgütlenmeler ile, halka ulaştırılan besin maddelerinin kimler tarafından, nasıl üretildiğini bilmesine zemin sağlamalıyız.

Çiğdem Artık – Tarlataban Kolektifi

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Şirket Tarımcılığına Karşı Kolektif Tarım Yöntemleri” – Çiğdem Artık appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/22/sirket-tarimciligina-karsi-kolektif-tarim-yontemleri-cigdem-artik/feed/ 0
Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (15): Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür -Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 3 https://meydan1.org/2015/04/22/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-15-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-3/ https://meydan1.org/2015/04/22/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-15-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-3/#respond Wed, 22 Apr 2015 14:23:41 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/22/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-15-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-3/   Özgürlükçü Komünizm, Mücadele Eden Sınıfların Özlemi (3) Scott Nappalos Özgürlükçü Komünist Toplum Böyle bir komünist toplumda üretim iki faaliyet üzerine kurulur: insanların neyi ne kadar istediğini ölçmek ve bunları hem kolektif olarak, hem de sorumluluğu belli olacak biçimde üretmek. Katılımcı ekonomi, bilinçli tahminler yoluyla insanların hangi ürünleri ne kadar arzuladıklarını ölçmeyi önerir. Fakat bu […]

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (15): Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür -Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 3 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Meydan gazetesinin Anarşist Ekonomi Tartışmaları dizisine, Kuzey Amerika IWW üyesi, Scott Nappalos’un yazısının üçüncü bölümüyle devam ediyoruz. Yazının odağında güncelliğini koruyan bir tartışma olan teorinin pratikte somutlaşması ve teorinin pratikten üretilmesi yer alıyor. Yazının bu son bölümünde, devrimci durumların ekonomik pratiklere etkisi ve anarşist komünist ekonomi teorisinin ücret sistemi eleştirisi yer alıyor. Libcom’un dışında birçok uluslararası anarşist sitede de yayınlanmış olan yazı, daha önceki yazı dizilerimizde içerisinden yazılarına yer verdiğimiz The Accumulation of Freedom: Writings on Anarchist Economics kitabındaki bölümlerden biri olma niteliğini de taşıyor.

 

Özgürlükçü Komünizm, Mücadele Eden Sınıfların Özlemi (3)

Scott Nappalos

Meydan Gazetesi- Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları

Özgürlükçü Komünist Toplum

Böyle bir komünist toplumda üretim iki faaliyet üzerine kurulur: insanların neyi ne kadar istediğini ölçmek ve bunları hem kolektif olarak, hem de sorumluluğu belli olacak biçimde üretmek. Katılımcı ekonomi, bilinçli tahminler yoluyla insanların hangi ürünleri ne kadar arzuladıklarını ölçmeyi önerir. Fakat bu öneri, mevcut ürünlerin güncel kullanımını ve gelişimi birlikte ele alarak ekonominin hangi yöne gideceği konusunda karar alan kolektif yapılarda gerçekleşen diyaloğa dayanır.

Mutlak ve değişmez biçimde kıt bulunan bazı ürünler için, gerçek ihtiyaçlara dayalı, adil bir sistem bulmamız gerekir. Bu gerçekten acil bir sorundur ama yine birçok ekonomist bunu yok sayıyor çünkü mevcut durumdan devrimci topluma ve sonra devrim-sonrası topluma nasıl gideceğimizi ele almayan, gerçek pratiğe dayanmayan taslaklar yaratıyorlar. Mevcut üretimden toplumsal üretime geçiş süreci kısa vadede kıtlıklar yaratacaktır. Uzun vadede, kolektif bilgimizi kullanmak, en kötü işlerin makineleşmesi ve kapitalist ekonominin devasa parçası olan gereksiz üretimi (finans, ordu, hapishane, zengin eğlenceleri, vb.) ortadan kaldırmak, bütün dünyaya fazlasıyla yetecek kadar imkan sunacaktır. Aslında zaten bütün dünyayı fazlasıyla doyuracak kadar yiyecek üretiyoruz ama fiyatları yüksek tutmak için çoğunu yakıyoruz. Birçok anarşist komünist düşünür böyle gıdalar için karne kavramını öne sürer. Böyle bir pratik savaş zamanında kabul görmüştür ve bugün de organ nakli için kullanılan paylaşım yöntemidir.

Toplumsal devrim herkese yetecek kadar üretebildiği aşamaya geldiğinde, o zaman “herkese ihtiyacı kadar” ilkesi uygulanabilir ve endüstrisi daha gelişmiş ve verimli bölgeler doğal olarak bu aşamaya diğerlerine göre daha erken ulaşacaktır. Fakat toplamda bu aşamaya ulaşılana kadar eşit paylaşım sistemi, yani kişi başına eşit dağılım, sadece adil değil, zorunludur. Hastaların, yaşlıların, hamile ve yeni doğum yapmış kadınların ayrıca düşünülmesi gerektiğini söylemeye bile gerek yok…[xix]

Bu karne sistemi tabii ki aslan payının ve en iyi dilimlerin parti elitine gittiği, örneğin Sovyetler Birliği’ndeki karne sisteminden farklıdır. Mesela günümüzde organlarla ilgili, en çok ihtiyacı olan ve en uygun kişileri belirleyip sıraya koyan bir uluslararası kurum vardır. Organ naklinde organı kimin alacağı, fiyata, mesleğe ya da kişinin algılanan değerine göre değil, ihtiyaç ve uygunluğa göre belirlenmesi açısından komünist temelde gerçekleşir. Karne sisteminden kaçınmak için her şey yapılmalıdır ama yokluk zamanlarında adil tek çözümün bu olduğunu görmemiz gerekir.

Öte yandan, Berkman’ın komünist alternatifi olan “fazlalığın açık kullanımına” bakarsak, kirlilik ya da aynı malzemenin çelişki yaratan kullanımları gibi karar verilmesi gereken meselelerde toplumun nasıl tartışıp düzenleme yapacağı konusunu ele almadığını görürüz. Küresel kapitalist ekonominin herhangi bir yapı-sökümüne girişenler, dev boyutlardaki küresel eşitsizlik ve dünyanın büyük kesiminin engellenmiş gelişimi sorunlarıyla uğraşmayı göze almalıdır. Dünyanın bütün toplumlarının kapasitelerini bilinçli ve kolektif olarak geliştirecek ve (kapitalizmin, pazarlarını genişletmek ve karlarını artırmak için yarattığı sürdürülemez olan) mevcut yapıların yaratacağı ekolojik felaketlere çözüm bulacak bir yönteme ihtiyacımız var.

Bu kararları sadece halk meclisleri yoluyla alabiliriz. Fakat çözüm teknik değildir. Kirlilik konusundaki kavgaları çözümlemek için sadece ekonomik bir tasarım bulamayız. Yukarıdaki tartışmada çeşitli önerileri gündeme getirmek için bir öneri zaten var, ama  politik meseleler için sadece toplulukların konseyleri içinde, politik süreçler olabilir. Herhangi bir değer belirlemek, keyfi olacağı gibi, sorunu da çözmez. Bunun yerine, topluluklar bir araya gelmeli, tartışmalı, anlaşmaya varmalı ve herkes için en iyi çözümü oluşturmalıdır. Yapılar, güç mücadelelerinde ve gücü ilgilendiren mücadelelerde arabuluculuk yapabilir ama bu yapılar çözümün sadece dış yüzüdür. Hiçbir garanti sağlamazlar ve böyle sorunlar nihayetinde durumun maddi, toplumsal ve tarihsel analizini gerektirir. Malumun ilanının, muğlak genellemelerin, boş şekilciliğin ötesinde bir değerlendirme için kaçınılmaz olarak daha çok deneyime, pratiğe ve denemeye ihtiyacımız var.

Bununla beraber kapitalizmden farklı olarak, “her zaman, ne istersek onu” yapabileceğimizin bir garantisi yoktur. Çeşitli planlama inisiyatifleri boyunca herhangi bir topluluk diğeriyle eşit konumda olacağı için, ilkeli olunması yönünde yapısal baskılar olacaktır. İleride bizi yakabilecek durumda olanları yakmak istemeyiz. Bugünden farklı olarak, bunu yapmak için finansal ya da politik bir çıkar olmayacaktır. Gerçek anlaşmazlıklar çıktığında, ve bunlar olacaktır, toplumsal mücadele bizim modellerimizin ve formüllerimizin ötesine geçecektir.

Ücret Sisteminin Eleştirisi

Fakat paylaşım net çizgiler çeker. Paylaşımda komünist ekonomiyi tanımlarken, ücretli iş sisteminin olmadığını, bireysel emeğin algılanan değeri yerine insani ihtiyaçlar ve maddi olanaklara dayalı olduğunu ve kapital birikiminin yerini insan ihtiyacı için üretimin aldığını gördük. Katılımcı Ekonomi’nin tüm özellikleriyle ortak olan kolektivist ekonomi ise, aslında insanları çeşitli ücret-düzenleri için çalışmaya zorlayan bir sistemdir. Kolektivist paylaşımın temelinde ücret olarak biriktirilen gelir vardır ve bu gelirin bireyin yaptığı işin algılanan değerine dayalıdır. Kolektivistler sosyalizm altında emeğin değerini çeşitli şekillerde tanımlamışlardır: üretim miktarı, çalışma saati, işin zorluğu ve çalışırken sarf edilen güç (katılımcı ekonomi), emeğin toplumsal değeri, vb.

Komünist ekonomi, kısmen devrimci toplumların deneyimlerine dayanarak, ücret sistemini reddeder. Rusya, Çin, Küba, Macaristan, Almanya, vb. deki devrimci deneyimler içinde tek bir şey görebiliyorsak, o da kapitalizmin, düşmanının içinden tekrar ortaya çıkabileceğidir. Sınıf ayrımları ve sınıf eşitsizlikleri, olası yönetici sınıfları için bir rampa görevi görür. Ücret sistemleri, “Proleter” devlet önerisi kadar olmasa da, kapital ve maddi güç birikimiyle yeni yönetici sınıfların oluşmasına ve ekonomik eşitsizliklere zemin sağlar. Bu temelde olumsuz bir itirazdır. Olumlu tarafında ise, komünist ekonomi, adaletsizliğin ve ücretli emeğin sürdürüldüğü ekonomilerde olmayan ek seçenekler ve imkanlar sunar. Komünizm, hem yapılan işlerde hem alınan karşılıkta ayrımları ortadan kaldırması sayesinde üretimde ve insanlar arasında tümüyle yeni ve temelden farklı toplumsal ilişkilerin kurulmasına yol açar. Temelde komünist olan bir paylaşım, toplumsal üretimin çıktılarını ve yapısını, bu üretimden faydalanan toplumun gerçek ve hayati ihtiyaçlarına doğru yönelmeye zorlar. Komünizm, emek ve tüketim arasındaki bağları parçalayarak, toplumsal ihtiyaçlara ve insan arzularına dayalı alternatif bir yaşama ve çalışma şekli sunar.

Üstelik adil bir ücretin neye dayanarak yapılabileceğini sorgulamak yerinde olacaktır. Kapitalizm altında ücretler adil değildir. Ücret pazara bağlıdır, o kadar. Ama sosyalist ücretler emeğin belli bir değer algısına dayalıdır. Katılımcı ekonomide bu ücret “…toplumsal ürüne katılımda sarf edilen gayret ya da fedakarlıktır”.[xx] Kaç saat çalıştığınız, ne kadar ürettiğiniz, üretime kattığınız değer gibi çeşitli kolektivist ücretler önerilmiştir. Fakat bunların hepsinde temel bir problem vardır; bunlar keyfi ve adaletsizdir.

Zamanımızda üretim büyük ölçüde toplumsaldır. Bireyin katkısını, o işin yapılmasını sağlayan diğer binlerce bireyin katkılarından ayırmak çok zordur. Basitçe, günümüz toplumunda toplumsal emek ve kapital o kadar iç içe geçmiştir ki, çoğu durumda bireyin katkısını diğerlerinin emeğinden ve o bireyin üretmesini sağlayan toplumsal kapitalden ayrı ölçmek imkansızdır. Kapitalizm bunu zaten denemez; sadece insanlara zorla kabul ettirilen miktarı öder. Sadece saatlere bakarsak, hepimiz biliyoruz ki bir kişinin çalıştığı saatler diğerinden farklı olabilir; ama aynı ücreti alırlar. Bazı insanlar doğalında yetersiz oldukları için onların yaptığı işin değeri adaletsiz olur. Diğerleri, fazla çaba sarf etmeden, sadece yeteneklerine dayanarak zengin olamamalılar. Çaba ve fedakarlığa göre değerlendirme yaparsak, böyle bir sistem yine rastgele ve keyfi değerlendirmelere açık olur. Çalışma arkadaşlarının birbirlerinin işlerini değerlendirmesi ise iş yerindeki dedikodu ve iç çekişmeleri bugünkü rahatsızlık seviyesinin çok üstüne, ücretler üzerinde bir güç sistemine dönüştürür. Bir şeye değer biçmek tarafsız olamaz; güç yüklüdür ve bir baskı aracıdır. Ücret, kapitalizm tarafından gerçek toplumsal emeği gizemlileştirmek için kullanılan bir baskı aracıdır. Katılımcı ekonomi ve kolektivistler, bu aracın kar-sistemiyle ilişkisi kesildiğinde bir adalet aracı olabileceğini düşünüyorlar.

Emeğe değer biçmenin zorluğu daha temel bir şeye işaret ediyor: Algılanan değere dayalı, zorunlu emeğe öncelik veren ve ödüllendiren bir ekonomi istemiyoruz. Hem zenginlikteki eşitsizliklerin tehlikesi, hem değer biçmenin yarattığı yıkıcı toplumsal baskı, emeğin değerinin tüketimden ayrı olduğu, daha özgürlükçü bir ekonomiye işaret eder. Geleneksel olarak bu düşünce “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” [xxi] şeklinde özetlenmiştir.

Komünizme Doğru

Biz, bir hareket olarak, bir ahlaki bellek ya da günümüzün kitle mücadelelerinde model oluşturma rolünün ötesine geçmeliyiz. Özgürlükçü alternatif, pratiği doğrudan, içinde bulunduğumuz hareketlerin içinde inşa etmeye girişmeli, teorimiz pratiğimizle birlikte evrilmelidir. Kropotkin’le birlikte, günümüz toplumunda bazı komünist öğelerin zaten bulunduğunu gördük. Gilles Dauve da, komünist ekonomiye doğru bu dinamik ve tarihsel yaklaşıma, komünleştirme kavramıyla katkıda bulunmuştur.

Komünizm, iktidarı ele geçirdikten sonra pratiğe konulacak bir dizi önlem değildir. Bütün eski komünist hareketler toplumu durdurabildiler ama bu kitlesel duraklamadan bir şey çıkmasını beklediler. Komünleştirme, tam tersine, malların dolaşımını karşılıksız yapar… tüm ayrımları ortadan kaldırmaya kalkışır.[xxii]

Günümüzde var olan komünizm, işlevsel olarak var olan komünizm anlamına gelmez. İşimiz komünizm adaları oluşturmak (ki bu mutlaka kapitalist ilişkileri yeniden oluşturur), ya da mevcut mücadelelerde komünizm örnekleri yaratmak değildir. Kapitalizm sadece zenginliklerden değil, insanların arasındaki ilişkilerden oluşur. Komünist bir ekonominin geliştirilmesindeki asıl mesele kitlesel mücadele içinde işçi sınıfının devrimci farkındalığını, komünleştirmeyi ve pratiklerini geliştirmesidir. Kapitalizmi yenmek, bir teori değil, mücadelelerimizin içinde tarihsel bir andır. Ve bunun için toplumsal ilişkiler, örgütlenme ve mücadele içindeki işçilerin farkındalığı gerekir.

Dipnotlar:
[xix] Alexander Berkman, ABC of Anarchism, chapter 12, 1929, http://www.lucyparsonsproject.org/anarchism/berkman_abc_of_anarchism.html (28 Mayıs 2010’da ulaşıldı).

[xx] Michael Albert, Life After Capitalism, http://www.zcommunications.org/zparecon/pareconlac.html (30 Mayıs, 2010’da ulaşıldı).

[xxi] “Herkesten” ifadesinin nasıl yorumlanacağı konusu tartışmalıdır. Bazı teorisyenler herhangi biçimde çalışmaya zorlanmadan herkesin toplumsal üretimden yararlanacağını savunurken, diğerleri buna erişmenin koşulunu toplumsal olarak gerekli görülen asgari emek olarak koyarlar (yapabildiğini varsayarak). İkincisi, İspanya Debrimi sırasında CNT içinde baskın olan geleneksel cevaptır. Bertrand Russell, Chomsky gibi ünlü teorisyenlerin savunduğu bu görüşe meylediyorum ve bu makalede bunu varsayıyorum.

[xxii] Gilles Dauve, Eclipse and Re-Emergence of the Communist Movement, http://libcom.org/library/eclipse-re-emergence-communist-movement (18 HAziran 2010’da ulaşıldı).

Çeviri : Özgür Oktay

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (15): Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür -Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 3 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/22/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-15-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-3/feed/ 0
“Sömürücü Başı Eczacıbaşı” – Rıfat Güven https://meydan1.org/2015/04/17/somurucu-basi-eczacibasi-rifat-guven/ https://meydan1.org/2015/04/17/somurucu-basi-eczacibasi-rifat-guven/#respond Fri, 17 Apr 2015 13:15:00 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/17/somurucu-basi-eczacibasi-rifat-guven/   Özenle taranıp hafif sola yatmış saçları, son derece düzgün ve titizlikle ütületilmiş takım elbisesiyle, son derece lüks yani son derece sömürü üzerine kurulu bir mekanda röportaj veriyor büyük kapitalist, karizmatik patron Bülent Eczacıbaşı. Tam o anda elini makineye kaptırıyor bir demir doğramacı, tam o anda direksiyonu şarampole yuvarlıyor bir taksi şoförü saatlerce direksiyon sallamaktan […]

The post “Sömürücü Başı Eczacıbaşı” – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Sömürücü Başı Eczacıbaşı

 

Özenle taranıp hafif sola yatmış saçları, son derece düzgün ve titizlikle ütületilmiş takım elbisesiyle, son derece lüks yani son derece sömürü üzerine kurulu bir mekanda röportaj veriyor büyük kapitalist, karizmatik patron Bülent Eczacıbaşı. Tam o anda elini makineye kaptırıyor bir demir doğramacı, tam o anda direksiyonu şarampole yuvarlıyor bir taksi şoförü saatlerce direksiyon sallamaktan yorgun, tam o anda kalbe giden damarlarından biri tıkanıp yere kapaklanıyor bir plasiyer bedeninin 3-4 katı palet dolusu mal taşımaktan, tam o anda fazla mesaiye kalmadığı için atılıyor işten bir market çalışanı, tam o anda iskeleden düşüyor bir inşaat işçisi. Tokat yiyor tam o an da suratına bir kadın garson, patronundan müşteriyi daha fazla memnun etmediği için, tam o anda hastanede gözlerini yumuyor bir kot taşlama işçisi; fazladan zehirli toz yuttuğu için, tam o anda kalıyor altında lüks bir Jeep’in pisliklerini temizlerken bir temizlik işçisi. Bütün bunlar tam o anda oluyor, tam o konuşurken, tam o pervasızca yanıtlarken bu soruları, halktan kopuk kapitalizmin anlaşılmaz ,anlaşılmamak üzerine oluşturulmuş dilini kullanırken. Fakat aslında gayet anlaşılır bir şey de söylüyor, bu içindeki dona kadar işçilerin ezilenlerin terlerini emen emeğini sömüren kapitalist vampir, belki de ilk defa bu kadar dürüst oluyor.

Söylediklerinin özeti şu ; Sermaye güvende olsun da rejimin adı önemli değil diyor Eczacıbaşı. En yalın ifadesiyle ’mala geleceğine cana gelsin ’diyen bu takım elbiseli büyük burjuvaya eşlik eden ve aynı zamanlara denk düşen bir açıklama geliyor, kendi sınıfından, bir diğer egemenden. Son yaşanan büyük elektrik kesintisinin oluşturduğu kaybı, işçilerin bir cumartesi günü ücretsiz çalışmasıyla kapatılması gerektiğini söylerken İTO (İzmir Ticaret Odası) Başkanı aynı algıyla, aynı pervasızlıkla çıkıyor karşımıza tekrar tekrar.

Görüyoruz ki ezilenlerden biri rejimin sistemin değişmesi gereğinden söz ettiğinde, kendini direk cezaevinde yada toprağın altında bulurken, ezenlerden biri işçilerin ezilenlerin yaşamı pahasına sermayeyi önceliğe alıp rejimi önemsememesi, egemen basın ve devlet tarafından bırakın eleştirilmeyi, ödüllendiriliyor. Elbette ki biz geçmişten ve şu andan biliyoruz ki kapitalizm ve devletler kardeştir, kan kardeşidir, ezilenlerin kanıyla. Dolayısıyla kapitalistlerin sermayenin güvenini önceliğe alıp, Eczacıbaşı konuşurken tüm o olanları hiçe saymaları, devletle ve iktidarlarla olan derin bağlarından geliyor. Evet kapitalizm ve devletler kardeştir, kan kardeşidir, ezilenlerin kanıyla bağlıdırlar. Biz ezilenler işçiler onları doyurmaya, giydirmeye, taşımaya, yaşatmaya devam ettikçe onlar bizi öldürüyor, katlediyor, yok sayıyorlar ve tüm bunları hayasızca dillendiriyorlar.

Biz emeği, bedeni sömürülenler öfkemizi bilemedikçe örgütlenmedikçe, başkaldırmadıkça, kapitalizmle kavgaya girmedikçe, onlar konuştuğu sıralarda, tam o anlarda ölmeye, sermayeden sonra gelmeye devam edeceğiz.

 

Rıfat Güven

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Sömürücü Başı Eczacıbaşı” – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/17/somurucu-basi-eczacibasi-rifat-guven/feed/ 0